Mayıs 1994 Sait Faik Abasıyanık’ın 40. ölüm yıldönümü. Bu ünlü hika yecimizin en unutulmaz tümcelerinden biri “Bir insanı sevmekle başlar her şey”dir. Bu ülkede yaşayanlarımızın çoğunda da edebiyat sevgisi Sait Faik’i sevmekle başlamıştır diyebiliriz. Behçet Necati- gil Edebiyatımızda isimler Sözlü- ğü’nde Sait Faik’in hayatını ve sanatını şöyle özetliyor: “Cumhuriyet devri hi kayecilerinden. 23 Kasım 1906-11 Ma yıs 1954, doğ. Adapazarı, ölm. İstan bul. ilkokulu Adapazarı’nda okudu, onuncu sınıfa kadar İstanbul Erkek Lisesi’ndeki ortaöğrenimini Bursa’da tamamladı (1928). İstanbul Üniversi tesi Edebiyat Fakültesi’ne yazıldıysa da çok geçmeden İsviçre’ye ekonomi öğrenmeye gitti (1931). Lozan’da iki hafta durabildi, Fransa’ya geçerek Grenoble kentinde başladı üniversite ye. 1933’te öğrenimini bırakıp yurda döndü. Kısa bir süre bir azınlık oku lunda Türkçe öğretmenliği, zahire ti careti ve bir ay kadar da (Mayıs 1942) Haber gazetesinde adliye muhabirliği işlerinde çalıştı. Babasının geliriyle ge çindi. Burgaz adasındaki köşklerinde annesiyle birlikte yaşadı. Bu köşk 1964 Mayısı’ndan beri Sait Faik Müzesi’dir.
İstanbul’da lise sıralarında şiirler ka leme alan (1925-1928) Sait Faik, ilk hi kâyelerini (“ipekli Mendil”, “Zembe rek” vb.) Bursa’da yine lise öğrencisi iken yazmıştı (1925), basılan ilk yazısı “Uçurtmalar” İstanbul’da Milliyet ga zetesinde çıktı (9 Aralık 1929), şöhreti ni sağlayan ilk hikâyeleri Varlık dergi- sinde yayımlandı (15 Nisan 1934T.
Hikâyelerinde konu ve olaydan çok, şiire ve etkiye en uygun zaman
parçala-11
Hazırlayan: Cevaf Çapan
Sait Faik’ten Şiirler
Şimdi Sevişme Vakti
F f
rı üzerinde durmasını seven, bu dra matik anları incelemekte büyük başarı gösteren Sait Faik bir İstanbul hikâye- cisi idi. Kaderlerine eğildiği, düşüren, düşürülmüş insanlarda çok kere kendi sıkıntı ve avareliklerinin dramını yaşa dı. Çalışkan, işinde gücünde insanlar gördükçe, şehirden, kalabalıklardan sevinç duydu: Kötülüklerle-karşılaş tıkça, kırlara, kıyılara, sakin tenha ada lara (Burgaz, Hayırsız Adalar), balıkçı lara sığındı. Ada ve deniz hikâyele rinde kahraman sayısı az ve belli, şehir hikâyelerinde ise dikkati dağıtacak kadar bol ve çeşitli- dir. Sait Faik yığın lar içindeki gizli dramları bulup çıkardığı gibi, tabiat senfoni sini de derin lere işleyen bir ustalıkla yaşatmasını * bildi, insan ları, kırları,
denizi, tabiat köşeleri ve hayvanlarıyla, yaşamayı bölünmez bir bütün olarak gördü. Kalemini güzelliklerin hakkını aramak, vermek, göstermek uğrunda kullandı.
Yirmi yıllık sanat hayatında bize Me- dar-ı Maişet Motoru (1944: 2. b. Bir Takım insanlar adıyla, 1952) ve Kayıp Aranıyor (1953) adlarında iki roman, Şimdi SevişmeVakti (1953) adlı birde şiir kitabı bırakmış olan Sait Faik’in hi kâyeleri şu on üç kitapta toplandı: Semaver (1936), Sarnıç (1939), Şahmerdan (1940), Lüzumsuz Adam (1948), Mahal le Kahvesi (1950), m Havada Bulut (1951), Kumpan ya (1951), H a vuz Başı (1952),Son Kıışlar(1952), Alemdağda Var Bir Yılan (1954), Az Şe kerli (1954),
O ve Ben
Sanakoşuyorumbirvapurun içinden Ölmemek, delirmemekiçin... Yaşamak; bütün âdetlerden uzak Yaşamak...
Hayır değil, değil sıcak; Dudaklarının hâtırası; Değil saçlarının kokusu Hiçbiri değil.
Dünyadabüyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde Ben onsuz edemem.
Ebelimin içindeolmalı, Gözlerine bakmalıyım, Sesini işitmeliyim. Beraber yemek yemeliyiz Ara sıra gülmeliyiz. Yapamam, onsuz edemem. Bana su, bana ekmek, bana zehir; Bana tad, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım. Sensiz edemem!
Tüneldeki Çocuk (1955), Mahkeme Kapısı (1956)”
Ilhan Berk ise şöyle tanımlıyor Sait Faik'i:
“Bir biçime indirgendiğinde sarı bir kavuna benzer Sait Faik Abasıyanık. Sarı, uzun tüylü bir kavuna: Mor çıkın tılı, kalın damarlı. Yeryüzü paftaları gi bi karmakarışık; koylar, burunlar, ada lar birbirine geçmiştir. Çocuk yüzleri gibi de şaşkın, uysal, deli ve duru. Bo ğazlarda, nehirlerde, deltalarda yetiş miş gibidir ama, sokak ağızlarıdır daha çok yeri: Çocukların toplandıkları, dil lerini çıkardıkları, çimenler, adaso- ğanları, ısırganotları biten sokak ağız ları.
Bıyıklı mıdır?
Değildir. Ama kolları hep sakar ve uzundur.
içine eğilip bakıldığında, büyük kü çük bütün nehirler, bütün ormanlar, bütün kuşlar, kadınlar, demiryolları, nalburlar, uzay çocukları, balıklar, ye raltı suları, papazlar, işçiler, serseriler, atlar fırdöner. Bir huysuzluk dünyası: Çocuklar evlerin kapılarım çalarlar, kızların üstlerini açarlar, gemilerin ha latlarını keserler; balıkçılar kanalları açar, gökyüzünün düşmüş bir direğini kaldırırlar; papazlar levantenler İstan bul’un ekonomisiyle uğraşırlar; kadın lar trafiği düzenler; kızlar ringa balığı, rakı, süt, tuz satarlar; atlar şaha kalkar; nehirleryol değiştirir.
O, elinde paftalar, kazmalar dölya- taklarına iner, sarı, ağır, yapışkan bir suyu çevirir, tıkanık yolları açar, geçen birbulutu durdurur.
Sözlüklerde ayağa kalktığında uzun boyludur.” ■
Akşam üstleri geliyor Tam insanlar işten çıkarken. Salkım salkım tramvaylardan Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor Namussuz, akşam üstleri geliyor. Neremden yakalıyor; bilmiyorum Ben tam sevmeğehazırlanırken On altı yaşındaki sevgilimi. Elini elimle tutmak Yirmi dört saatte bir
Sıcak bir laf dinlemek isterken.. Rezil... Tam o saatlerde geliyor!
Sicilya Ormanları
Sicilya ormanları Gökyüzü kadar esrarlı Ve intikamcıdır Petrol lambası yanan, Kamış saz kulübede Çerden çöpten kulübede Mısır ekmeği yiyen çocuk Seni seviyor.
Fırından çıkmış mısır ekmeği renkli,
Yeni sağılmış keçi südü kadar mavi ve sıcak kız! Seni seviyor
Bu Adriyatik dalgalarına,
Gemilerin yelkenlerine sardığım kalb. Sana gel diyorum.
Bekliyorum. Gelmezsen Sicilya ormanları Gökyüzü kadar esrarlı Ve intikamcıdır ha!
Şimdi Sevişme Vakti
Çıplak heykeller yapmalıyım. Çırılçıplak heykeller Nefis rüyalarınız için
Ey önümden geçen ak sakallı kasketli, Yırtık mintanından adaleleri gözüken
£ «
____ i ım m 1
Şiirlerin tadını Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım, resimlerden... Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek. Seni satmam çocuğum Dörtyüzbin tekliğe. Ne güzel kaşların var Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin. Söylemeliyim
Yok
Yok... meydanlarda bağırmalıyım Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü Anadolu şehri kahvesinde Kiraz mevsiminin Sevişme vakti olduğunu.
Resimler seyrettirmeli, şiirler N'uıurmalıyım Baygınlık getiren şiirler
Kiraz mevsimi, kiraz Küfelerle dolu pazar.
Zambaklargeçiriyorbirkadın. Bir kadın bir bakraç yoğurt götürüyor Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hâlâ o eski, o yalancı O biçimsiz bizans şarkısı
Sana nasıl bulsam nasıl bilsem Nasıl etsem nasıl yapsam da Meydanlarda bağırsam Sokakbaşlarında sazımı çalsam Anlatsam şu kiraz mevsiminin Para kazanmak mevsimi değil Sevişme vakti olduğunu...
Bir kere duyursam hele güzelliğini, tadını, Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim, bağırmadığım sustuğum günlere Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı boyacı
çocuğunun O ğlubirşiir okusa
Karacaoğlan’dan Orhan Veli’den Yunus’tan, Y unus’tan...
Bize bir masa ayır Yanakimu Aleksandra’mla benim için Bir masa
Üstü çiçeksiz Örtüsü gazeteden Şarabı aşktan Hem hülyadan
Aleksandra’m mızıka çalsın Siyaha çalar parmaklarıyle Güftesi bayağı şarkılar Adi havalar
Meyhane acı zeytinyağı koksun Sen hoşnut ol Yanakimu
Bir Zamanlar
Bazı akşam üstleri, oturur Hikâyeler yazardım, Deli gibi!
Ben hikâye yazarken Kafamdaki insanlar Balığa çıkarlardı. Kadınlar,
Kahve cezvelerini ısıtan, mavi ışıklı ispirto lambalarını yakarlar. —Geceleyin, karanlıkta, bir dağ başında— Bir değirmenci;
Yüzükoyun kapanırdı uzun uykusuna Köylüler gelirdi
Bakraçlarıyla pazara Yoğurt satmaya.
Çıplak bir çocuk ayakları avucumda idi Sokakta diz boyu kar vardı
Birköprü başında Bıçaklardım istediğimi;
Atardım kendimi, büyük şehirlerin Asma köprülerinden suya,
Duyardım suyu yardığımı v
Görürdüm; ~
Suya düşüşümün Köprüye fışkırttığı suyu
Söyleyemiyorum
Her şey bitiyor.
Şimdi başlıyor karanlık bir gece Yıldızsız, fırtınalı
Kulübedeki sevgilim Bir rahat uyku uyumadı Benim eski kafalılığımdan
Ondan bütün peşin hükümler sıyrılmıştı. Bir gökyüzü gibi maviydi
Aydınlıktı
Y alnız bendeki rüya Bendeki malihülya O mavi gökyüzünü O yeşil çimeni O çiçek açmış
Şeftali ağacım göremiyordu Onun bedbaht kulübesinin Çukuru dolmuş aptesanesi Onun karyolasız odasının Marsık kokusu
Sonra ihtiyar tıknefes anasının Çektiği
“Tatula” tütününün
Verem, ihtiyar ciğer, yorgun kalb
Kokan havası „ .
Sonra fakir mangal ” ' " O bedbaht soba _ O bembeyaz peşkir O ağlayan tencere
Ben sizden nefret etmişken
Zannettim ki sevgilimdir sevmediğim. Onu ben bir saraya değil
İki odalı bir eve götürecektim Bir radyomuz, bir banyomuz olacaktı Nikeli pırıl pırıl bir karyolada Haşan Ustanın işlediği Bir mavi yorgan bakacaktı Aynada ona lâyık iki üç eşya Güleceklerdi...
Ponponu kırmızı bir terlik Bursa ipeğinden bir gecelik
Yine aynada yalancı bir şeftali daimin Bir ceviz masanın üstündeki
Rengârenk masanın üstündeki Rengârenk ucuz bir vazodan Hareketsizliği görünecekti Hiçbiri olmadı
Hiç biri olmayacak Düşmanlar çok Dünyanın yarıdan çoğu Herkes
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 2 2 0 S A Y F A
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi