• Sonuç bulunamadı

Bir emekli

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir emekli"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

/ /

I /

ij,

CV

,

c

æ æ æ æ æ æ

J&ahü ¡.Sırrı QËIÏK

ÜRRİYETİN ilâniyle be­ raber memurlar arasın­ da tensikat yapılacağı, kadrolarda ancak genç, dinç ve bilgili olanla­ rın bırakılacağı hava­ disi çıkalı, Abidin Efendiye rahat uyku haram olmuştu. Geceleri sık sık uyanıyor, rüyaları birer kâbusa ben­ ziyordu: Kendisini muhafaza memur­ luğundan açığa çıkarıyorlar, açığa çıktığını haber vermekle beraber sır­ tından elbisesini, belinden kayışile si­ lâhım, başından kalpağını, ayağın­ dan çizmelerini çekip alıyorlardı. U- zerinde yalnız iç çamaşırlariyle fa­ nilâsı ve topuklarına kadar inen dö­ nüyle mahalledeki çocukların hayret­ ten büyümüş gözleri önünden böyle yalınayak, başı kabak geçerek evine varıyor, çeyrek asrı aşan bir müd- dettenberi karısı olan ve o zamandan beri kendisi müsaade etmeden yanın­ da oturmayan, kendisi bir şey sor­ madan söz söylemiyen karısının kar­ şısına bu şekilde çıkıyordu.

zanabilir, emekliye ayrılış gününü daha uzaklara da atabilirdi. Fakat kısmeti çıkmamış kart kızlar gibi ya­ şını gizleyip ufaltmağı erkeklik şa­ nına uygun bulmadığı için bunu yap­ madı, gittikçe artan bir üzüntü, bir ıstırap içinde, günlerin gittikçe da­ ha süratle akıp gidişlerine baka ka­ larak bekledi.

Abidin Efendi aslen Rizeliydi; İs- tanbula on dört, on beş yaşında ge­ lip (İdarei Mahsusa) vapurlarında bir müddet tayfalık, ateşçilik ettik­ ten sonra gümrüğe muhafaza memu­ ru olarak girmiş bir adamın oğluydu. Babasının sayesinde, daha yirmisine varmadan, kendisi de ayni vazife ile bu daireye kapılanmıştı. Gerek baba, gerek oğul uzun boylu, geniş omuz­ lu, sarışın ve yakışıklı adamlardı; gümrük kolcularına mahsus ünifor­ ma içinde hakikaten alımlı ve hey­ betli görünürlerdi. Bunu kendileri de bildikleri için beraber dolaşmaktan haz duyar, iftihar ederlerdi.

Fakat bu hal uzun müddet devam etmiyen bir saadet olacaktı. Dört yıl­ lık bir memurken Abidin Efendi ba­ basını kaybedip yapyalnız kaldı; bundan bir sene sonra da ana cihe­ tinden akrabası olan Zehra Hanımla evlendi.

Bu izdivaçtan bir oğlu dünyaya gelseydi, şüphesiz ki onu da bir gün gümrükte muhafaza memuru olmak Bununla beraber, korktuğuna uğ­

ramadı, her tarafta büyük küçük pek çok memur kaldırıma atıldığı halde ona dokunulmadı. Sicili o derece te­ mizdi ki kendisini altmış beş yaşma kadar kullandılar. Sağlam yapılı ve gösterişli bir adamdı. Tekaüt zama­ nı gelmeden bir çokları gibi o da iki şahitle mahkemeye müracaat etse, yaşını küçültseydi, bir kaç sene ka­

(2)

üzere yetiştirirdi. Bundan daha şe­ refli bir meslek, bir iş tasavvur ede­ miyordu. Ne çare ki kendisini kader zürriyet sahibi etmiyecekti. Bu zür- riyeti ikinci bir kadından elde et­ mek için karısının üstüne evlenme­ ğe de vicdanı müsaade etmedi. Yir­ mi üç senedenberi Eyüp sırtlarında­ ki Rami köyünde oturuyorlardı, epey zamandanberi de orada kendilerine göre bir ev almış, hattâ tamir etti­ rip boyatmışlardı.

Abidin Efendi bu evde gün aşırı bulunur, öbür geceyi senelerdenberi ayni yerde, Bebekteki muhafaza ku­ lübesinde geçirirdi. Bebekte gümrük kolcusuydu. Fakat içi dışı tertemiz evlerine ve karı - kocanın düzgün kı­ yafetlerine bakan fakir Ramililer, bu gümrük kolculuğunun mahiyet ve mânasını genişletmemiş, yükseltme­ miş değillerdi. Abidin Efendinin nö­ bette geçirdiği gecelere pek mühim işler ve sebepler atfediliyor, adam­ cağız efendilikten beyliğe çıkarıldı­ ğı gibi memurluktan mü­

fettişliğe, hattâ müdür­ lüğe yükseltiliyordu.

Lâkin kendisi hiç bir vakit mevkiini ufak bu­ larak başka unvanlar ta­ kınmağı hatırına getir­ memişti. Kasalarında ih­ timal ki yirmi otuz bin lira bulunan insanları bile huzurunda hesap vermeğe, diller dökmeğe bazan mecbur eden işini o kadar mühim bir ma­ kam sayıyordu ki, de­ recesinin daha yükselme­ sini istemek kendisine pek küstahça bir arzu şeklinde görünüyordu: Tam otuz sene hizmet ettikten sonra bir gece sandalla teftişte bulu­ nurken soğuk alarak za- türreden ölen babası Hil­ mi Efendi de bütün öm­

rü boyunca muhafaza memuru olarak kalmış değil miydi? Babasından da fazla yükselmeyi hangi hak ve had- le isteyecekti?.

Bir gün, öğle vakti, emekliye ay­ rıldığı kendisine resmen tebliğ edil­ di. Bunu evvelden bildiği için hazır elbise sataıı bir mağazadan sivil bir elbise satın almış bulunuyordu. Ü- niformasını muhafaza memurlarının nöbet odasında çıkarıp sivil elbiseyi sırtına geçirerek koca Rüsumat Ema­ netinden, Meşrutiyetten sonraki a- diyle Umum Müdürlükten ayrıldığı zaman kendisini hem âdeta çıplak, hem de belki on beş yaş ihtiyarlamış hissetti. Akşama kadar da Haliç bo­ yundaki mahallelerin kahvelerinde o~ turup sonra geç vakit, hattâ her za­ manki vakti de biraz geciktirerek, Eyüpten Rami’nin dik yokuşlarını çıktı, evine vardı.

Tekaüt edilmek üzere

buluııduğu-— Anne, en güzel kanepe bu !...

(3)

mu karısına söylememeğe hayli za­ man önce karar vermişti. Kendisini sivil elbise ile birdenbire görerek hay­ ret etmesini önlemek için de, evvel­ ce uzun uzun düşünüp ne söyliyeee- ğini kararlaştırmış, iki üç gün evvel:

— Müdür Bey merkezde hizmetimi münasip bulup beni Bebek’ten aldırı­ yor, bundan sonra gece nöbetlerinden de kurtulmuş oluyorum. İstersem si­ vil elbise giyebileceğim bildirildi, ben de bunu münasip gördüm. Artık bu ağır kalpak, bu çizmeler beni yoru­ yor! demişti.

Zehra Hanım hâlâ ilk zamanki sev­ gisiyle kendisine bağlı bulunduğu ko­ casının her gece evinde, rahat yata­ ğında yatacağını öğrenmekten pek memnun olmuş, müdüre dua etmeğe başlamıştı. Fakat Abidin Efendi sö­ zü uzatmadan bahsi kapamıştı. Be­ bekten merkeze, kalem hizmetine alı­ nışını ve gece nöbetlerinden affedil­ mesini karısının bir nevi çürüğe çı­ karılış, tekaüde hazırlanış şeklinde tefsir etmesinden korkmuştu. Ken­ disinin de kalpağından, silâhından ve çizmelerinden, o kadar iftihar ettiği bütün bu şeylerden şimdi bezginlik gösterip herkesin sırtındaki sivil el­ biseyi tercih etmesine gelince, bu da bir çöküntünün itirafından başka şe­ kilde tefsir edilebilir miydi?.. Her­ kesin ve bilhassa karısının karşısı­ na bir emekli memur şeklinde çık­ maktan Abidin Efendi bütün ömrü boyunca korkmuştu.

Çünkü emekli bir memur öyle bir adamdır ki, sabahtan akşama kadar gecelik entarisiyle evde oturur, ev iki katsa üst kattan alt kata ve alt kattan üst kata sebepsiz yere iner çıkar, emirleri de çok kere ricaya benzer. Ve tekdir etmez, ancak kav­ ga edebilir. Evinin kadınları kendi­ si evde iken de ayni yüksek sesle ko­ nuşur, hattâ onu evde bırakarak ilk önce düğün gibi mühim hâdiselerden dolayı, sukut ve zillet arttıktan son­

ra da sadece komşuda oturmak ve ahbaplariyle bostanda marul, sala­ talık yiyerek hava almak için kendi­ sini evde bekçi bırakıp giderler. E- mekli öyle bir adamdır ki, bütün gün­ lerinin tekmil saatleri boş olduğu için karısı ve evlâdı tarafından yavaş yavaş ev hizmetlerine yardım etme­ ğe de davet olunur, hattâ, kimbiiir, elinden iş gelmediği için belki tenkit­ lere, tekdirlere bile uğrar..

Fakat Abidin Efendi tekaüt edil­ dikten sonra eline daha az para ge­ çeceğini düşünerek üzülüp endişe et­ miş değildi. Birikmiş bir miktar pa­ rası zaten vardı, evleri kira değildi, eline verilecek parayı az bulup karı­ sının şikâyet edebileceğini hiç bir za­ man hatırına getirmiyordu. Hayır, Abidin Efendinin bütün endişesi ve derdi tekaüt edildiğini, bir işe yara­ maz sayılıp çürüğe çıkarıldığın^ ka­ dınına bildirmemek, artık hükümet ve devlet cihazlarının elzem bir uzvu olmadığını ondan gizlemekti.

Ertesi sabah erkenden giyinip elin­ de sefertasiyle Eyüb’e indi ve E- yüb’ten hemen Cibali’ye kadarki bü­ tün mahalle kahvelerinde oturup ak­ şamı bekledi. Bu kahvelerin birinde gazeteleri okudu, birinde kâğıt ve tavla oynayanların oyunlarını sey­ retti, birinin taş masasında seferta- smı açıp karısının hazırladığı yeme­ ği yedi; daha sonra bir başkasında yeniden gazetelerle avunmağa çalıştı, akşam bir türlü gelmek bilmedi. Bir günün bu derecede korkunç ve mer­ hametsiz şekilde uzun olabileceğini Abidin Efendi hiç tasavvur etmemişti.

Akşam Eyüb’ün çarşısını geçerek Rami’nin dik yokuşunu tırmanmağa başladığı zaman kendisini sanki sa­ atlerce kaçakçı kovalamış gibi yor­ gun hissetti. Önünde belki nisbeten uzun bir ömür vardı ve bu ömür par­ çasının bütün günlerini demek ki kah­ velerde, hiç birinde gedikli haline gir­

(4)

memek için değiştire değiştire geçi­ recekti. Kahvelerin sayısı acaba bu­ na imkân verecek miydi? İşsizler bu kadar çok, kahveler bu kadar fazla mıydı? Rami’de o, bir kere olsun bir kahveye ayak atmış adam değildi... Aylar, uzun aylar, hep böyle, günle­ rinin saatleri üzüntülü, sıkıntılı ve endişelerle geçmek bilmiyerek bir­ birlerini takip ettiler.

Halbuki Abidin Efendinin nefsine çektirdiği bütün bu eziyetler, bu dert­ ler boşuna idi. Karısı Zehra Hanım kendisinin emekliye ayrılışından' an­ cak üç dört gün sonra her şeyi ha­ ber almış bulunuyordu. Ramide otu­ ranlarla fazla münasebetleri yoktu, fakat kocasının eski arkadaşları o- lup başka semtlerde oturan bir ta­ kım kimselerin aileleri arada bir zi­ yarette bulunurlardı. Bunların hepsi işte (başınız sağ olsun!) demeğe gel­ mişler, bir kısmı samimî, bir kısmı bilâkis içlerinden memnun, bu emek­ liye ayrılıştan dolayı teessüflerini bildirmişlerdi. Hemen hepsi de Abi­ din Efendinin tekaüt olduktan sonra elind ayda ne geçeceğini öğrenebil­ meğe çalışmışlardı: Dostlar çekecek­ leri sıkıntının derece ve miktarını mutlaka bilmek arzusunda idiler.

Zehra Hanım hayretinden dona kalmış, kocasının vaziyeti kendisin­ den gizleyişindeki sebebi nasıl tefsir . edeceğini bir türlü kestirememişti. Abidin Efendinin kendisine hakikati söylemesini günlerce bekleyip dur­ du. Lâkin günler değil, haftalar geç­ tiği halde kocasının yaşayışında hiç bir değişme olmuyor, adam her sa­ bah muntazaman evden çıkarak ak­ şam geç vakit dönüyordu. Şu halde nereye gidiyor, nerelerde vakit geçi­ riyordu? İhtiyar kadının hatıra^ ilk önce feci bir ihtimal geldi. Yoksa Abidin Efendi bunca yıldan sonra üs­ tüne mi evlenmişti? Ondan uzak ge­

çen bu saatleri yoksa ikinci karısı­ nın yanında mı geçiriyordu? Fakat öyle olsa gün aşırı nöbetinden kur­ tulduğunu söyler, haftada bir kaç ge­ ceyi de yeni karısının yanında geçir­ mek fırsatını kendi eliyle kaçırır mıy­ dı?

Zehra Hanım erkeğini bir kaç gün gizlice takip etti. Onun Eyüp’ten ö- tedeki semt ve mahallelerde, kahve­ den kahveye giderek akşam saatini bir zincir gibi sürükleyip durduğunu anladı. Niçin, acaba niçin böyle ya­ pıyordu? Bu istifham zavallı Zehra Hanımın kafasında bir hayli zaman cevapsız kaldı. Kocasına bakıyor, o- nu gittikçe daha yorgun, daha ke­ derli, daha düşkün buluyordu.

Niha-M W V rttW W V W \ Niha-M Niha-M V V V IA W V V Niha-M

M asalın En Tatlı Yeri

Düştün gene yollara kalbim düştün» Ellerin arkanda, başın önünde. O gölgesiz aydınlık sardı ufkunu Bu yağmurlu günlerde.

Ne ellerinle kapasan yüzünü, Ne yataklara yüzü-koyun uzansan, Geri çağıramazsın artık giden günü» Geçmez bu göz kamaşman.

Sabahattin T E O M A N

A M A lV V W tV M V V V V lV V V V tV tV U ttU l

yet düşüne düşüne, onun böyle hare­ ket etmesindeki hikmeti keşfetti:

«Tekaüt olmuş erkek evinin efen­ disi sayılmaz.»

«İşsiz erkeğin karısına hükmetme­ ğe hakkı yoktur.»

«İnsan tekaüt olup bir köşede ka­ lacağına ölüp gitmeli.»

Bütün bu cümleler Abidin Efendi­ nin dilinden senelerce düşmemiş söz­ lerdi. Bir iki seneden beri ise hiç te­

(5)

kaüt lâfı etmez, tekaüt edilmiş bir kimsenin adını bile ağzına almaz ol­ muştu. Zehra Hanım vaziyeti tama- miyle anlamış bulunuyordu: Kocası kendisinden utanıyor, hizmetten çı­ karılıp bir köşeye atıldığını bildir­ memek istiyor, bunun için de işte heı gün Rami’den çıkıp giderek uzak ma­ hallelerin izbe kahvelerinde, kendini sivil elbise ile hâlâ çıplak gibi his­ sederek saatler geçiriyordu.

Kocasının temas etmediği bir mev­ zua girmek zaten hiç âdeti olmayan Zehra Hanım (tekaüt) sözünü kaza­ ra da ağzına almaktan artık pek korkuyordu. Hiç bir şeyden şüphe etmediği kanaatini Abidin Efendiye vermek için de bazı sabahlar: “ — A- man efendi, bana bu saat geri gibi geliyor. Sekizi yirmi geçe vapurunu kaçırırsanız daireye geç kalırsınız!” dediği ölüyordu. Fakat şefkatin il­ ham ettiği bu yalanı her söyleyişin­ de, bu kurnazlığı her yapışında, ko­ casının yüzündeki hüznün, bilhassa sabahları üzerine çöken yorgunluğun birden dağıldığını, gittiğini görüyor, yalancılığına acı acı seviniyordu...

O kış İstanbul’un en kararsız, en yağmurlu ve rütubetli kışlarından bi­ ri olmuştu. On gün evvel şiddetlice bir nezleye tutulmuş bulunan Abidin Efendi bir türlü iyileşemiyor, bu sa­ bah da göğsünün içi yırtılır gibi ök­ sürüp duruyordu. Dışarıda pek fena bir hava vardı.. Rami’nin daima sert esen rüzgârları uğulduyor ve artık yeni bir tamire ihtiyacını her gün da­ ha fazla hissettiren evlerinin daima içinde oturdukları bu odası, saç so­ baya büyük bir idare ile atılan odun­ larla bir türlü ısınmıyordu. Pişirdiği çayı Abidin Efendi sessiz sessiz içer­ ken, Zehra Hanım kendisine uzun u- zun ve farkettirmeden baktı. Bütün bu üzüntülerle artık kendini iyice hissettirmeğe başlayan para darlığı Abidin Efendi’yi tamamen ihtiyar bir

adam haline sokmuştu. Kendisini bir gün, hem belki de yakın bir günde kaybetmek ihtimali ilk defa olarak Zehra Hanımın hatırına geliverdi. Çay fincanını geri verirken ihtiyar adam da karısına bütün bir dakika bakmış, belki o da karısını pek çök­ müş bularak kendisini yakında kay­ betmek endişesini içinde, yüreğinde hissetmişti. Zehra Hanım kırk sene­ yi aşan bir müddetten beri kocası olan adamı bir ana şefkatiyle sar­ mak, onu bağrına basarak: “— Git­ me efendi, ben zaten her şeyi bili­ yorum. Tekaüt olmanın ne ehemmi­ yeti var? Yine evimin erkeği, yine başımın tacısın! Bu kış kıyamet gün­ lerinde gitme efendi!" diye yalvar­ mak istedi. Fakat bir nevi asker sa­ yılan bir gümrük muhafaza memu­ runun bir nezleden dolayı bu kadar uzun zaman yan gelip nasıl yatabi- . leceğini düşünerek karısının şüphe­

leneceğini Abidin Efendi hesap et­ miş, daireye bugün devama başlaya­ cağını dünden haber vermiş bulunu­ yordu. Bu cihetle, sessizce kalkmış ve giyinmeğe başlamıştı. Yüzü ciddî, bi­ raz da sertti.

Ağlamak için müthiş bir arzu duy­ duğu halde buna cesaret edemiyerek, Zehra Hanım kocasının giyinmesine yardım etti. Her zaman olduğu gibi kapıyı ona eliyle açarak içinde gün­ düz yemeği bulunan sefer tasını ken­ disine orada verdi. Rüzgârla savru- la savrula kar da yağmağa başla­ mıştı. Uzaklardaki mahalle kahvele­ rinde bir türlü geçmek bilmez saat­ leri yeniden geçirmeğe giden erkeği Rami’den Eyübe inen kır yollarında sırtı gittikçe kamburlaşarak uzakla­ şırken, ihtiyar kadın ona gözlerinde toplanıp inmeyen yaşlarla, o bir nok­ ta haline gelip kayboluneaya kadar baktı... Uluyan rüzgâr, artık sahip­ leri gibi çökmeğe başlamış ve pembe boyasından hiç eser kalmamış olan evi yumrukluyor, kapıyı itmek, ihtiyar kadının yüzüne kapamak istiyordu.

50 A İ L E Yaz

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu sezginli- ğinden gelen, aldığı izlenimleri sanat­ çı Akkuyu şöyle tanımlıyor: "Parça­ lanmış mermer sütunlar, otlar ve in­ cirlerle örtülü ören

Üç tekerlekli otomobiller, değişen kent içi koşullara uygun olarak günümüzde yeniden yükselişte.Dünyada tasarlanan ilk üç tekerlekli otomobilin yaklaşık 100 yıl önce

Hizmetleri, zihniyeti yaşayacak bir insanı kaybetmek, dost ve milliyetçi, k ü ltü rlü b ir insanı kaybetm ek çok acı ve ağırdır... Gerçek bir vatanseverin

1944 yılında “d ” G rubu’na katılan ve 1947 yılında gittiği F ransa’da Picasso’dan etkile­ nerek kübist d e­ nemelere başlayan sanatçı, 1955

Sözgelişi, bu ilme sahip olan kimse, kabullendiği şeyleri alır, daha önce bilinmeyen başka bir şeyi netice veya doğru bir kıyası oluşturacak şekilde onları birleştirir

1 — Karanlıkbend diye anılan Topuzlubend, Bahçeköyünün kuzey doğusunda olup köye kadar olan mesafesi takriben bir kilometreden biraz fazladır.. Karanlıkbend

Pulmonary papillary adenoma is an extremely rare tumor and considered benign although its malignant potential is not completely understood.. It is usually detected incidentally

Ostrosky-Zeichner formülü: Dört günden daha fazla YBÜ’de yatan, 2890 kanıtlanmış veya kuşkulu İK hastasının dahil edildiği retrospektif bir çalışma sonucunda