Yer yer öykücükler, küçük eleştiriler, küçük denemeler\ ama hepsi edebiyat tadında...
Oktay Akbal'ın Günlükleri
O k ta y Akbal’ın
“G ünlük’’lerinin sayısı,
1980-1983 dönemini
kapsayan ‘80’lerde Bir
Y azar’ın yayımlanmasıyla
dörde ulaştı. Anılarda
Görmek (Günlük: 1)
1965 -1967, Geçmişin
Kuşları (Günlük: 2)
1968-1969, Yeryüzü
Korkusu (Günlük: 3)
1970-1975, ‘80’lerde Bir
Yazar’ (Günlük: 4)
1980-1983. Bu günlükleri
ardı ardına okuyanların,
Türkiye’nin yaşadığı günleri
bir yazarın gözünden izleme
şansı doğuyor.
SENNUR SEZER
O
ktay Akbal’ın “Gün-lük”lerinin sayısı, 1980-1983 dönemini kapsayan ‘80’lerde
Bir Yazar’ın yayınlanmasıyla
dörde ulaştı. Anılarda Gör
mek (Günlük: 1) 1965-1967, Geçmi şin Kuşlan (Günlük: 2) 1968-1969, Yeryüzü Korkusu (Günlük: 3) 1970-
1975, ‘80’lerde Bir Yazar’ (Günlük: 4) 1980-1983. Bu günlükleri ardı ardına okuyanların, Türkiye’nin yaşadığı günleri bir yazarın gözünden izleme şansı doğuyor. Bir ülkenin yaşamında, kısacık bir dönem sayılabilecek, on yıl lar, yirmi yıllar, insan yaşamının önem li bir parçası çünkü.
.. Oktay Akbal (1920), ilk öykü kitabı
Önce Ekmekler Bozuldu’yu 1946 yı
lında, ilk romanı Garipler Sokağı’nı 1950’de yayımlamıştı. Edebiyat ve si yasa ağırlıklı denemelerini kitaplaştır maya da, sanırım, on dört şairle ilişkili anı ve izlenimlerini toparladığı Şair
Dostlarımla (1964) başladı. G ünü
müz genç okurunun daha çok gazete lerdeki köşe yazılarından tanıyıp sevdi ği Akbal, denediği her edebiyat türüne öykücülüğünün çizgilerini kattı. Dene melerini, günlük yazılarını, günlükleri ni okur için çekici kılan onun öykücü yanı.
Günü Gününe Yazmak Günlükler, günceler, kişisel olaylar dan söz ettiklerinde bile, bir ülkenin, bir dönemin çizgilerini taşırlar. G ün ceyi tutanın duyguları, düşünceleri de yansır elbet, yazılara. Ancak günceleri, bir yazarı “çırılçıplak” görmek isteğiy le okumak isteyen, kısa sürede yanıldı ğını anlayacaktır. Yazmak, kendi disip lini içinde, yaşananı ve duyguları bir başka açıdan yansıtmak, bir başka de yişle değiştirmektir. Oktay Akbal .gün lüklerinde, yeri geldikçe, bir konuya değiniyor. Günce yazmayı çocuklu ğundan beri sevdiğini, romanlarında, öykülerinde öğrencilik günlerindeki günlüklerinden yararlandığını,
yayım-E19MMHSL
Vi'l i.ki >l,
BÎR Y\/.\l<
Oktav Akbal'ın Günlükler'l. bütün günlükler gibi, her şeyden önce bir tanık. Bu tanıklık yalnızca bir dönemin tanıklığı değil. Bir insanın, daha doğrusu Insanlann ■yasadığının" tanığı.
lanan günlüklerinin, “yayımlanmak” için yazılmış “gerçek günceden seçme parçalar” olduğunu belirtiyor.
Akbal’ın güncelerini okuyanların, asıl gözden kaçırmaması gereken “ger çek yaşantının bütün açıklığıyla yazıl masının kolay olmadığını” bilmesi. Zorluk, yalnızca yazma disiplininden değil, duygusal nedenlerden de doğa biliyor: “Ne iyidir yaşantıları günü gü nüne yazmak. Yazmak yürekliliğini bulmak kendinde! Hele bir de yayım lamak yürekliliği de olursa, korkunç şey. Ben gerçek güncemi yayımlamıyo rum ki! Kimse, hiç kimse gerçek gün cesini yayımlayamaz, hatta yazamaz. Her duygu, her düşünce elle tutulur biçimler kazanmaz kafamızda. Duyu lur duyulmaz bir şeydir o. Çoğu kez içi mizden geçenlerden kendimiz bile ür keriz.” (1 Şubat 1968/ Geçmişin Kuş lan) Akbal, yayımlamadığı çocukluk, ilk gençlik günlerinde bile, yaşantıları nın “ancak dış kabuğunu” belirttiği nin altını çiziyor sık sık. Bu anlatım, onun duygusal yaşamından düştüğü notların ardındaki heyecan, acı, sevinç yoğunluğunu sezmemizi kolaylaştırı yor.
Yazmak ve Yabancılaşmak Günlükler, günceler, ister saklan mak ister yayımlanmak için yazılsın, bir yaşamın hesap defteri gibidir. Ne kadar soğukkanlılıkla aktarılırsa akta rılsın üzüntüler de sevinçler de yansır sözcüklerden. Ancak, bu sözcükleri yazan bilir, sözcüklerin yetersizliğini. Sözcüklerin, duyguları, anıları yaban cılaştırdığını: “Kafamdan geçenlerle kâğıda dizilenler arasında öylesine ay rım var ki. Aradan bir süre geçince, bu yazıları sanki başka biri yazmış sanıyo rum” (20 Şubat 1965/Anılarda G ör mek). Bu satırlar, hem okurlar hem de yazmak isteyen gençler için bir edebi yat dersi niteliği de taşıyor. Akbal, “sözcüklerin, ancak belli bir anlamı belirten hazır birer kalıp “olduğunu söyledikten hemen sonra, yazarlığın temel ilkesinin de altını çiziyor: ’’...bizler o kalıpların taşıdığı hazır an lamları yanyana dizerek kendimize gö re yeni, değişik anlamlar çıkartmaya, b ul maya çalışıyoruz. ”
Günlük yazmak, günce tutmak, yaz mayı, anadilini öğrenmeyi, kendini ifa de etmeyi öğrenmenin en iyi yoludur. Pek çok edebiyat öğretmeni, hatta Türkçe öğretmeni günce tutmayı öğütler öğrencisine. Günce tutanlar, eski güncelerini okurken yalnız bellek lerini, anılarını tazelemezler, yaşama bakışlarının, değer ölçütlerinin nasıl değiştiğini de görürler. Kimi zaman ya zıklanırlar yaşadıklarına: “O sayfalar da kıpırdaşan eski anılar, eski kişili ğim, eski aşklarım, beni büyük bir bez ginliğe götürecek sonunda.
dan yaşanmış, bile bile yanlış atılmış, harcanmış yılların tümü, kişinin üzeri ne öyle bir ağırlıkla yükleniyor k i! ” Ki mi zaman da yaşama sevinci, dayanma gücü ararlar güncelerinde: “Şimdi be nim üzüntüyle, acıyla, içim titreyerek, kendime kızgınlık, nefret, acıma du yarak karıştırdığım bu defterlere bir gün gelip de özlemle atılmayacağımı, onlarda yeni yeni değerler, anlamlar, yaşama nedenleri bulmayacağımı kim bilebilir?“Akbal’ın, günlüklerinde kendi eski günceleriyle, günlük yaz makla ilgili bölümleri, okuru uyaran bölümler olarak algılamak gerektiği ne inanıyorum.
Günlükler Tanıktır
Oktay Akbal’ın Günlükler’i, bütün günlükler gibi, her şeyden önce bir ta nık. Bu tanıklık yalnızca bir dönemin tanıklığı değil. Bir insanın, daha doğ rusu insanların “yaşadığının” tanığı. Günlükleri gazete haberlerinden, mahkeme tutanaklarından ayıran da bu yanı zaten. Oktay Akbal’ın öykü cülüğü, küçücük ayrıntılarla “yaşan mış” kılıyor geçmiş günleri. Anılarda ortak noktalar bile bulabiliyor okur bu yüzden. Düşürülmüş ya da bulun muş bir para, seyredilmiş bir film, ge ce yapılan bir otobüs yolculuğu...
Günlükler, bir yazarın edebiyatla, edebiyat dünyasıyla ilişkisinin de tanı ğı. Akbal, günlüklerinde, edebiyat ya rışmalarından, tanıdığı yazarların ya şamından, günün tartışılan ya da be ğenilen kitap ve oyunlarından da ay rıntılar aktarıyor günlüklerinde. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nm, Behçet Necati- gil’in, Naim Tirali’nin, belki hiçbir ki tabında yer almamış tümceleriyle kar şılaşıyorsunuz, onların sanata bakışla rını daha iyi kavrıyorsunuz. Oktay Ak- bal’ın sanat anlayışı da vurgulanıyor bu tür alıntılarda. Çünkü bir yazarın bir başka yazara bakış açısı, kendi sa nat anlayışını açıklar. Akbal, “hayatı nın tekdüze akışını değiştiremeyen, değiştirmek istedikçe gelenek ve göre nekler yüzünden çevrenin yadırgayış ve ayıplayışlarıyla gene eski çizgisine dönmek zorunda kalan,” “ince duy gulu, aydın bir orta sınıf insanını” an latır öykü ve romanlarında. Öykü ve romanlarında yer alan iç çatışma ve hesaplaşmalar, denemeleri ve günlük gazete yazılarında Türk toplumunda- ki değişim ve gelişim sorunlarına, Ke malist bir bakışla çözüm arayan, içten ama serinkanlı bir anlatımla yer değiş tirir. Günlüklerinde, Akbal, hem iç hesaplaşmaları hem de çözüm yolları nı aktarır, tartışır.
Yılların Değerleri
Oktay Akbal’ın günlüklerine bakıl dığında, onun günleri değerlendirişi nin değişimi de, anlatımının yoğunlaş ması da görülüyor. Önce kitaplarının sayfa sayısından. Anılarda Görmek (1965-1967) 264 sayfa, Geçmişin Kuş
ları (1968-1969) 145 sayfa, Yeryüzü Korkusu (1970-1975) 150 sayfa, ‘80’lerde Bir Yazar (1980-1983) 95 sayfa. Okur, Akbal’ın 1975-1980 ara sında günlük tutup tutmadığını, tut- tuysa neden yayımlamadığını da sora bilir. Akbal’ın, günlük tutmakla, ya yımlamakla ilgili satırlardadır belki de bu sorunun yanıtı: “...bir yıldır günce yayımlamadım. Yazarların yaşamla rında kimi zaman büyük dönemeçler olur. O günler geçmeli, sonra daha sonra...”
Oktay Akbal’ın günlüklerinde, T ür kiye’nin değişimi açısından dikkati çe ken bir başka özellik de, edebiyatla il gili bölümlerin her yıl biraz daha azal ması. Bu Akbal’ın edebiyatla ilgisinin
Ankara Kitap Fuarı’nı anlattığı 6-7 Ni san 1983 tarihli günlükler, yazarın “Bir yayıneviyle sorunu”nu yansıtıveriyor. iki üç satırda, bir makale etkililiğiyle-^ “Başkentteki tüm kitaplar bitti. Ama biri var, bir türlü tükenmez! Beş bin basılmıştı 76’da. Yıl 83, hâlâ ortalarda. Nasıl şey bu, anlamak güç. Kendi ken dine mi çoğalıyor? Bir tükenme nokta sı yok mu? (...) Yine o kitap! Gıcır gı cır, yüzlerce! Başka kitap yok, yalnız bu. Boyuna imzalıyorum, içimdeki öf ke birikiyor. Yayıncı yanıma gelince “İzmir Fuarı’nda artık bu kitabı gör meyeyim” diyorum. Anlar mı? G ülü yor.”
Anlatılan kim?
Oktay Akbal’ın yalnızca güncelerini
anlatmalıyım?” (Bu duygu onun bir romanına da ad olmuştur: İnsan Bir
Ormandır)
Oktay Akbal, insanı oluşturanın, onu sınırlayan koşullar olduğunu 1953 ’te anlayıp yansıtmış. Henüz genç bir yazarken, insanın yaşamanın koşul larına bağımlı oluşunu, değişimini sap tamış. “Zaten her an bir başkası değil miyiz? Kişioğlu ardı kesilmeden sürüp giden bir sürü değişmelerin toplamı olmalı. Yaşadıkça bu değişmelerin hi kâyesini anlatacağım.’’Oktay Akbal’ın güncelerini okuyun. Onlar günceler kadar öykü de, Öykülerini, romanları nı da okuyun. Belki kendi serüveninizi daha iyi kavrayacaksınız. Çünkü “be nim hikâyelerim belki sizin
hikâyeniz-66 G ü n lü k ler, b ir
yazarın
edebiyatla,
edebiyat
dünyasıyla
ilişkisinin de
tanığı. A kbal,
günlüklerinde,
edebiyat
yarışm alarından,
tanıdığı
yazarların
yaşam ından,
g ü n ü n tartışılan
ya da beğenilen
kitap ve
oyunlarından da
ayrıntılar
aktarıyor
g ü n lü k lerin d e. 99
azalışını göstermiyor elbet. Edebiya tın, kültürün Türkiye’nin bir dönem yaşamındaki yoğunlukla, sonra yükse len değerler karşısındaki yitişini göste riyor. Akbal, özellikle 1965-1967 dö neminde edebiyat dergilerine, tartış malarına geniş yer vermiş. Yabancı dil den okuduğu kitaplarm bir gün Türk çe yayımlanacağını düşünmüş, gele cekteki bu çevirilere uygun çevirmen ler de seçmiş. Bu dönem güncelerinde yer alan özel yaşamın bungunlukları, toplumsal yaşamın sıkıntıları, edebiya tın sorunlu güzelliğiyle dengeleniyor. Akbal, toplumumuzda edebiyat eski yerini yitirdikçe, onu daha çok savunu yor. Ama daha yoğun bir anlatımla, da ha az tartışmaya girerek. Daha çok içe kapanarak. Bu içe kapanış anlatılanın daha vurucu oluşunu da sağlıyor.
okuyan okur, onu eksik tanıyacaktır. Bence onu iyi tanımak için, öykülerini, romanlarını, denemelerini de okuma lı. Sonra şu soruyu sormalı kendine, bütün bu yazılarda anlatılan kim? (Bu koşul yalnız Akbal için değil, bütün ya zarlar için geçerli. Ama şimdi konu muz Akbal).
Oktay Akbal, 1953’te kendinden söz ederken şunları yazmış: “Yalan şeyler söylem iş olurum. Kendimi anla tacağıma, kendim sandığım bambaşka birini gözler önüne sererim. Çok kere kendim bile, dıştan kendime, kendi varlığıma, bütünü ile olsun bakınca bir yabancıyı, hiç bilinmedik, tanın madık herhangi bir insanı seçer gibi olmuşumdur. Düşünceleri, hayalleri, yazılarıyla başka bir insan, sokaktaki hayatta başka biri. Size hangi insanı
dir. Çünkü hep aynı serüvende yaşıyo ruz. Bir gün bu hikâyeleri masal olarak dinleyecekler.” Kaç yaşında olursanız olun Akbal’ı yadırgamayacaksınız. Belki de şu satırları yüzünden: “Yalnız yatakların hüznü... Bir öykü olabilir. Dön dur sabaha kadar. ” ■
Anılarda Görmek/Günlük: 1 (1965-
1967)/ Oktay Akbal / Can Yayınları / 264 s.
' Geçmişin Kuşları/Günlük: 2(1968-
1969)/ Oktay Akbal / Can Yayınları / 145 s. s.
Y eryüzü Korkusu/ Günlük: 3(1970-
1975)/ Oktay Akbal / Can Yayınlan / 152 s.
‘80’lerde Bir Yazar/Günlük: 4
(1980-1983)/ Oktay Akbal / Can Ya yınları /96 s.
U M H U R İ V E T K İ T A P S A Y I 2 1 1 S A Y F A 7
Taha Toros Arşivi