• Sonuç bulunamadı

1905’e Kadar Rusya Türklerinde Matbaalar ve Matbuat: I

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1905’e Kadar Rusya Türklerinde Matbaalar ve Matbuat: I"

Copied!
27
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 2, Ekim 2010, s. 137-163 135. Yıldönümünde

1905’E KADAR

RUSYA TÜRKLERİNDE MATBAALAR VE MATBUAT: 1

Yavuz Akpınar*

PRINTING HOUSES AND THE PRESS ACTIVITIES OF TURKS IN RUSSIA UNTIL 1905: 1

ABSTRACT

The article has been written on the occasion of the 135th anniversary of the press activities of Turks in Russia which started in 1875 with the publishing of Ekinçi newspaper in Baku. Due to the close relation of the publishing of periodicals, the emerging of printing houses that print books in Turkish language in Russia as of early 1800's has also been outlined.

As the emerging of print houses printing books in Turkish language in Russia and the start of periodicals is an extensive subject, it has been examined due to geographical regions and these activities has been limited until 1905 which is an important turning point in history.

Thus, we tried to determine the importance and effects of journalism activities that started in 1875 and the printing of books in Turkish language in early 1800's in the modernization of Turks in Russia.

Keywords: Turks in Russia, Press Activities of Turks in Russia, Kazan Print Houses and Newspapers of Tatars, Crimean Press, Tercüman Newspaper, İsmail Gaspıralı.

ÖZET

Makale, 1875’te Bakû’da yayımlanan Ekinçi gazetesiyle başlayan Rusya Türkleri matbuat hayatının 135. yılı münasebetiyle kaleme alınmıştır. Süreli yayınların çıkışıyla yakından ilgisi sebebiyle, Rusya’da Türkçe kitap basan

*

(2)

matbaaların 1800’lü yılların başlarından itibaren ortaya çıkışı da ana hatlarıyla gözden geçirilmiştir.

Rusya’da Türkçe kitap basan matbaaların ve ilk süreli yayınların ortaya çıkışı, geniş bir konu olması sebebiyle coğrafi bölgeler esas alınarak incelenmiş ve bu faaliyetler tarihte önemli bir dönüş noktası olan 1905’le sınırlandırılmıştır. Böylece 1800’lü yılların başlarında ortaya çıkan Türkçe kitap basımının ve 1875’te başlayan gazetecilik faaliyetlerinin, Rusya Türklerinin modernleşmesindeki yeri ve etkileri belirlenmeye çalışılmıştır.

Anahtar kelimeler: Rusya Türkleri, Rusya Türklerinin Basın Hayatı, Kazan Matbaaları, Tatarlarda İlk Matbaa ve Gazeteler, Kırım Basını, Tercüman Gazetesi, İsmail Gaspıralı.

Rusya Türklerinin-Müslümanlarının ilk gazetesi olan Ekinçi, 1 Recep 1292 / 22 İyul 1875 (3 Ağustos 1875)’te Bakû’da Hasan Bey Melikzade Zerdabî tarafından çıkartılmış ve Rusya Müslümanlarının basın faaliyeti de bu tarihten itibaren başlamıştı. 2010’da bu ilk gazetenin yayımlanmasının 135. yılı dolayısıyla Türk dünyasında çeşitli kutlamalar yapıldı, basın tarihiyle ilgili bazı yazılar, eserler yayımlandı. Özellikle Azerbaycan’da konuyla ilgili birçok faaliyet düzenlendi, neşriyat yapıldı.

Biz de bu vesileyle Türkiye’de genel bir değerlendirme yapma ihtiyacı hissettik. Rusya Türklerinin 1875-1905 yılları arasındaki (yani Rus Meşrutiyeti’ne kadar), süreli yayın faaliyetlerini tek başına ele almak konuyu biraz basitleştirmek, daraltmak olacaktı; çünkü, süreli yayınların ortaya çıkışı; matbaaların açılması ve çeşitli Türk lehçelerinde kitapların basılması gibi önemli bir sürecin son halkasını teşkil ediyordu. Onun için Rusya’da Türklerin yaşadıkları bölgelerde Arap harfli Türkçe kitapların basılmasını sağlayan ilk matbaaların açılmasını da ana hatlarıyla ele almak istedik.

Bu konu çok geniş olduğundan bölgelere ayırarak yazmayı tercih ettik. Tabiî amacımız Rusya’nın tümünde basılan Türkçe kitapların tarihini açıklamak değil; bu iş, çok daha geniş ve başlı başına uzmanlık isteyen bir çalışma sahasıdır. Ayrıca Türkiye’deki kaynaklarla böyle bir araştırmayı yapmak da imkânsızdır. Esasen Sovyetler Birliği döneminde bu sahada yapılmış çok önemli ve ayrıntılı araştırmalar da vardır. Biz sadece Türk bölgelerinde açılan ilk matbaalardan söz etmekle yetinerek süreli yayınların 1905’e kadarki gelişim sürecini ele alacağız.

1. İdil-Ural Bölgesinde

Kazan Türkleri arasında ilk matbaaların açılışını Abdullah Battal Taymas şöyle anlatır:

(3)

İslam dinî-ahlakî kitapları basmak için Kazan’da Arap harfleri kasalarını da içine alan bir basımevi açılmasını istemişlerdi. İşte bu sebeplerden dolayı hükûmet, Petersburg’daki Asya Matbaası’nın iki tezgâhtan ibaret olan bir bölümünü Kazan’a gönderip I. Kazan Gimnaziyası idaresine vermişti. Bu suretle Kazan’da Arap harfleriyle ilk matbaa 1801 senesinde (…) açılmış oldu. Basımevinin lise idaresinde kaldığı 26 yıl içinde Arap harfleriyle basılan kitapların çeşidi pek azdır (Taymas: 1966, 103). Kazan’da “Birinçi İr Balalar Gimnaziyası” adlı mektep binasında bulunduğu için Gimnaziya Basmahanesi adıyla da bilinen bu Aziya Matbaasını, G. Buraşev kiralayıp yönetmiştir (TES: 2002, s. 17, 623).1

Abdullah Battal Taymas’ın verdiği bu bilgiyi başka bir kaynaktan aldığımız bilgilerle tamamlayabiliriz: Gabdılaziz (Abdulaziz) Tuktamışoğlu Buraşev, kiraladığı “Tipografiya”da (taşbasma matbaada) 1801’de At-Tehöci (?), Heftiyek adlı kitapları bastırır. 1802’de G. T. Buraşev’in bu taşbasma matbaada “Tatar dilinde” bazı dinî, ahlakî kitaplar yayımladığı, 1803’te matbaayı kiralama hakkı elinden alındığı hâlde 1805’e kadar matbaanın yöneticiliğini yapmaya devam ettiği (TES: 2002, 128); 1905’ten sonra ise matbaanın mukaveleyle tüccar Yunıs Apanayev’e kiralandığı ve 1806-1809 yılları arasında da onun tarafından işletildiği bilinmektedir (TET: 1985, 545-546). 1809’da Tatarca kitap yayımlama şartları ağırlaştırıldığı için Y. Apanayev matbaayı işletmekten vazgeçer. 1829’da bu matbaa Kazan Üniversitesi Matbaası’yla birleştirilir.

Kazan’da Arap harfleriyle (tabiî daha çok Türk dili veya o zamanki adlandırmayla “Türkî til” ve “Tatar tili” ile) matbuat ihtiyacını hisseden sadece Tatarlar değildi; Ruslardan da bu işe teşebbüs edenler olmuştur. Kazan Üniversitesi profesörlerinden İ. İ. Zapol’skiy, Rus ve Tatar dillerinde “Казанские известия” [Kazanskiyé İzvéstiya: Kazan Haberleri] adlı haftalık bir gazete çıkarma projesini hazırlayıp hükûmete başvurur; ama, 26 May 1809’da2 gazeteyi sadece Rusça çıkarmasına izin verilir (TET: 1985, 546-547; Gaynullin: 1968, 112-113). Yine de Kazanskiyé İzvéstiya’nın ilk sayısı ancak 19 Aprel 1811’de çıkar. 1820’ye kadar neşredilen bu gazetenin Rusça çıkartılmasına izin verilmesi bile büyük bir başarı olarak kabul edilir; çünkü, bu, merkezî Rusya’nın dışında basılmasına izin verilen üçüncü gazetedir (TET: 1985, 20). Aylık ilk Rusça dergi ise 1821’de yayımlanmaya başlar (TES: 2002, 623). 1900 yılında Kazan’da Rusça 21 süreli yayın çıkarılmıştır.

1829’da Kazan Gimnaziyası’ndaki Asya Matbaası (tipografya), Kazan Üniversitesi Matbaası’yla birleştirilir. Bu tarihten sonra “Tatar dilinde” yayımlanan kitapların büyük bir kısmı bu matbaada basılır (TET 1985: 549; Taymas: 1966, 103).

1

Azade-Ayşe Rorlich Volga Tatarları adlı eserinde (Çeviren: Mehmet Süreyya Er, İstanbul, İletişim, 2000, s. 150-151) K. F. Fuks’a dayanarak A. Burnaşev’in (şahsın ismi yanlış verilmiştir doğrusu Buraşev’dir Y. A.) bu matbaanın sponsoru olduğunu ve sonra bu işletmeyi Apanayev’e sattığını bildirmektedir. Bu eserde Ruslar tarafından basılan Tatarca kitaplar hakkında malumat vardır.

2

Makalede Çarlık döneminde kullanılan Rus Ortodoks takvimiyle verilen tarihler aynen korunmuş ve kaynaklardaki ay isimleri de değiştirilmemiştir.

(4)

3 Févral 1834’te Şarkiyat talebesi Markél G. Nikol’skiy, Kazan eğitim bölgesi yöneticisi M. N. Musin-Puşkin’e bir dilekçeyle müracaat ederek “Bahrü’l-Aħbar” adında “Tatarca” bir gazete çıkarmak için izin ister (TET: 1985, 550; Remiyev: 1926, V). Dilekçesinde Tatarca bir gazete çıkarmanın dinî fanatizme karşı mücadelede ve Tatarların anlayışını geliştirmede büyük önemi olduğunu vurgular. Profesör Mirza Kâzım Bey de bu teşebbüs için yazdığı raporunda gazetenin gerekli olduğu yolunda görüşlerini açıklamasına rağmen Nikol’skiy’nin müracaatı 10 yıl dikkate alınmaz, sonra iade edilir (Gaynullin: 1968, 112-113; Arat: IA-M, 380).

Yine de matbaa açma teşebbüsleri, gazete çıkartmak kadar engellenmez:

1840’ta Alman Lüdwig Schwez hususî bir basımevi açmış; 1843 yılında ise Türk Rahimcan Saidoğlu da bir matbaa kurmuştur. (…) Gene o sıralarda Kazan’da Türklerden Çukin ve Yahyaoğuları’nın taşbasmahanesi de vardı (Taymas: 1966, 103). A. B. Taymas’ın Yahyaoğulları dediği “Yaħin” olmalıdır. Nitekim Tatar Edebiyatı Tarıħı’nda başka bir kaynağa dayanılarak 1843-1844 yılında “Şahi Yaħin, Tatarlardan birinci bularak, Kazan’da ħosusiy tipografiya (litografiya) aça” denilmektedir (TET: 1985, 550). 1844’te R. Sagidov da Tatarca kitap basma izni almıştır.

1840’li yıllarda Tatarca kitap basmanın kârlı bir iş hâline geldiğini fark eden Ruslar da matbaa açarak Tatarca kitaplar basmaya ve Tatar matbaacılara rakip olmaya başlar. O dönemde Tatarca taşbasma kitaplar, ucuz olmaları sebebiyle de halk arasında epeyce rağbet görüp yaygınlaşmıştır. Tatarca dinî, edebî kitapların artması, bunların Volga (İdil) boylarında halk arasında özellikle Hristiyanlaştırılmış Tatarlar (Kreşinler) arasında da okunmaya başlaması, Hristiyanlaştırmaya büyük darbe vurur. Çünkü o dönemde Mariler, Udmurtlar, Çuvaşlar arasında da Müslümanlaşma belirgin bir hâle gelmiştir. Rus misyonerleri de bu durumdan son derecede rahatsız olur, hükûmete bu işin önünün alınmasını teklif ederler. Rus yönetiminin bu sebeplerle Tatarca kitap basımını yasakladığı anlaşılıyor. Kararın ne zaman alındığını bilmiyoruz, ama Ebrar Kerimullin’in bildirdiğine göre 1849’da Çarlığın yeni bir emriyle bu yasak kaldırılır (TET: 1985, 551).

Zaman ilerledikte Tatar aydınlarının ana dillerinde gazete çıkartma isteği de artar; ama Rus yönetimi gazete çıkarma teşebbüslerini engellemekte kararlıdır. Aralık 1862’de Kayyum Nasiri (1825-1902) ile Muhammed Veli Yaħin (1839-1912) Kazan askerî valisinden “Tañ Yolduzı” adlı bir gazete yayımlamak için izin ister (TET: 1985, 553); aynı şekilde Kayyum Nasiri 1871’de çıkardığı “Kalendar” [Takvim]ında “Tañ Yoldızı” adlı gazete çıkarma isteğini tekrarlar. İsmail Remiyev’in ifadesine bakılırsa Nasiri, 1896’da bile “Tañ Yoldızı”nı neşretmek fikrinden vazgeçmez (Remiyev: 1826, V), ama gerekli izin verilmemiştir.

Tanınmış Tatar şarkiyatçısı, Kazan Üniversitesi’nin öğretim üyesi Hüseyin Feyizhan (1818-1866) 9 Yanvar 1862’de Petersburg’tan misyoner İlminski’ye “Tatarca” yazmış olduğu bir mektupta Kazan’da gazete çıkartılması meselesinden söz eder. Mektupta dile getirilen bazı meseleler konumuz açısından önemli olduğu

(5)

için, bu mektubun baş kısmını, ufak-tefek fonetik tasarruflarla buraya aynen almayı uygun gördük:

Gazizim Nikolay İvanoviç!

Bu künlerde siz başlık birniçe ehli magrifet Tatar tilinde gazeta bastıralar dip işittim. Mondıy ħeberden, ireksiz ulema taifesini, gumumen ve Şerik tilleri galimlerni, ħususan kotlamak kirek buladır.

Küp vakıttan birli bu uy minim ve deħi niçe kişilerniñ köñlibizde uynay idi. Liken yaki himmetimiz azlıktan veya mümkin bulmaganından, barlıkka çıga almagan idi. Ul bulsa, sizniñ himmetiñizge tuktap torgan ikin. Aferin ademçiligiñizge ve teħsin himmetiñizge! Liken min monı bik kıskalık bilen, yag’ni ‘möderris İlminskiy Kazan’da Tatarça gazet bastıra’ imiş, dip gine işittim. Gazetıñıznıñ gonvanı kalay ve destürel-gameli niçik, garız ve maksudı ni, moñı bu çakkaça bilmeymen. Lekin Tatar tilinde basılgan gazet her ni törli bulsa da, gomumen yortımızga ve ħosusen Tatar ħalkımızga küp faydalar kiterüvinde şik yoktır. Alçaklık itip [alçak gönüllülük gösterip], bir-iki yol yazıp, gazetıñıznıñ gonvanını ve destuel-gamelini ve ħetta bir-iki basılgan nösħesini bu tarafka ciberseñiz bik olug merħemetiñizden sayılıp, kuvançlık bilen bir nösħesini alırga yazılar idim.

Eger kabul buyursanız bilgenimçe bu ħizmette sizge yardımçı de bulır idim. Cinisdeşlerimniñ ħeli de alarnın küñillerine ni nerseler eser kıluvı miña bilimsiz tügil. Şunıñ öçin bir ħosusta kiñeş yözinden bir niçe söz yazarga üzime röħset biremen. Gerçi siz üziñiz de küp yaħşı bilesiz, emma ‘bir gakıl yaħşı, iki deħi artıgrak’ digen Urıs mekali mine batır iteler.

Evvel başlap, İslam dinine karşı gıybaretler yazuvdan bik saklandırga kirek.

İkinçi İslambul ve Kahire ve Tahran gazetalarından, kirek yaħşı, kirek usal ara-tire süzler yazarga kirek. Anın öçin İslambul gazetınıñ atı bizniñ ilimiz arasında bik olıdır, anlarnıñ küñillerine bik eser kıladır ve bu gazetler Peterburg’ta alınıp toralar; meg’ul kürseñiz, ara-tire min de küçirip Tatarça yazıp yiberirmen.

Öçinçi, bizniñ ħalkımıznıñ yaza-okıy bilgenleri kübrek mullalar ve sevdegerler. Mullalar bulsa, nitek Tatar meseli tanıklık biredir: ‘me’ digende işiteler, ‘bir’ digende işitmeyler. Alay ise alardan gazet aluvçı da az bulır. Gazet algan sevdegerler bulırlar. Alarga satuv-aluv ħeberi kirek. Alay bulganda ara-tire gine tügil, belki iş-iş ‘Биржевые Ведомости [Borsa haberleri]’dan ħeberler yazuv kirek. Beli, bu yugarıda eytilgen matlablar ħalıknıñ küñilin gazetka beylev öçin gine kirek. Asıl maksud ħalıknıñ künil küzlerin açıp, meg’rifet saçmak bulsa kirek (Gosmanov: 1990, 48-49).

Feyizhan’ın sözünü ettiği gibi İlminski’nin Kazan’da Tatarca bir gazete çıkarma haberi doğru olmasa da, bu mektupta yazılanlar oldukça önemlidir. Öncelikle Tatar muhitinde bir gazeteye duyulan ihtiyacın artık iyice kendisini hissettirdiği, böyle bir gazetenin halka çok yararının dokunacağı, Feyizhan da dahil olmak üzre aydınlarının Tatarca gazete çıkarmayı düşündükleri, ama bu işi başaramadıkları belirtiliyor. Halkın gazeteye ilgi göstermesi ve onu benimsemesi için Müslümanlık aleyhinde bir şeyler yazılmamasını (herhâlde misyoner İlminski’nin çıkartacağı düşünüldüğünden) tavsiye etmesi dikkati çektiği gibi, Rus misyonerlerinin Tatar aydınları tarafından iyi tanındığını da gösterir. Mektupta,

(6)

halkın nezdinde çok değerli olduğu ısrarla belirtilen İstanbul gazetelerinden alıntılar yapılmasının yararlı olacağının dile getirilmesi de o dönemde Türkiye kültür hayatının Rusya Müslümanlığı üzerindeki nüfuz ve etkisini göstermektedir. Mollaların bu gazeteyle itibar etmeyeceği, tüccarların ilgi duyacağı, onların ilgisini artırmak için borsa ve ticaretle ilgili haberlere de yer verilmesinin istenmesi, Tatar yenileşme hareketinin karakteristik bir özelliğini yansıtmaktadır: Tatar burjuvazisi yenileşme yanında yere alırken, “mollalar”ın önemli bir kısmı da bağnazlıktan, katı muhafazakârlıktan yana olmuşlardır. Bu durum, ileride “Usul-i Cedid” ve “Usul-i Kadim” olarak adlandırılacak olan yeni-eski tartışmalarını başlatır. H. Feyizhan’ın Tatarca gazetenin amacını “marifet saçmak” yani cehaletle mücadele olarak tanımlaması, yenileşme hareketinde basına verilen önemi ve ondan ne gibi yararlar beklendiğini de ortaya koyar. Bu yaklaşım, aynı zamanda Rus yönetiminin Tatarca bir gazete çıkartılmasını niçin o kadar ısrarla engellediğini de açıklar; çünkü hükûmet, yenileşme hareketlerinin siyasî ve kültürel sonuçlarının Rusya Müslümanlarının eşitlik, hürriyet ve bağımsızlık taleplerine kadar uzanacağını çok iyi biliyordu ve buna engel olmakta veya en azından bu durumu mümkün olduğu kadar geciktirmekte kararlıydı.

Tatarca basılan her türlü matbu eser hakkındaki önemli araştırmalarıyla tanınan Ebrar Kerimullin’in elde ettiği belgelere göre Kazan Üniversitesi’nden mezun ileri görüşlü Şarkiyatçı P. Paşino 2 May 1864’te “Fayda” isminde Tatarca gazete çıkarmak için özel bir proje hazırlar, Petersburg sansür komitesine gönderir, izin alamaz. Aynı şekilde 1865’te V. C. Kuroçkin isimli bir Rus memuru da Tatarca gazete çıkarmak için uğraşır, ama o da başaramaz (Gosmanov: 1990, 41; TET: 1985, 554). Daha yakın bir tarihte yazılan XX. Yöz Tatar Vakıtlı Matbugatı adlı eserde ise Paşino’nun 1850’li yılların sonlarında Çulpan adlı Tatarca bir gazete çıkarmak için teşebbüse geçtiği, 1859’da İran’a gönderildiğinden bu projenin gerçekleşmediği bildirilir (Gaynanov: 2000, 13). Acaba Paşino, İran’dan dönüp ikinci bir teşebbüste bulunmuş ve gazetesinin adını da değiştirmek mi istemiştir, bunu bilemiyoruz.

9 Sentyabr 1871’de Tacetdin Kotlıyarov, İç İşleri Bakanlığı’na Tatarca gazete çıkarmak için dilekçe verirse de olumlu cevap alamaz (TET: 1985, 554). Birkaç yıl sonra Sentyabr 1874’te Tatarca “Möhbir” adlı bir gazete çıkartmak için tekrar Matbuat İşleri Merkezî İdaresi’ne başvurur; sonuç yine değişmez (TET: 1985, 555). 1886’da Rus yönetimiyle yakın ilişkilerinin olmasına rağmen Ahunt Ataullah Beyazıtov (1846-1911) Petersburg’da “Yıldız” isminde Tatarca bir gazete için müracaat ettiğinde de olumlu cevap alamaz (Arat: IA-M, 380 ).

1880’li yılların sonlarına doğru G. İlyasi ve arkadaşları gazete çıkarmanın çarelerini arar. “Волжский вестник” [Voljskiy véstnik: Volga Haberi] adlı Rus gazetesi 15 Yanvar 1887 tarihli sayısında “Kazan’da Tatar Gazetesi” adlı makalede, bazı gençlerin G. İlyasi’nin redaktörlüğünü yapacağı “Kazan” adlı bir gazete çıkarmak için hazırlandıklarını duyurur. Aynı gazetenin 29 Sentyabr 1887 tarihli (No: 254) sayısında da Rus makamlarının gazetenin redaktörü olacak şahıstan resmî tahsil belgesi istediği, ayrıca redaktörün Rus-Tatar Öğretmen Okulu’nda imtihana tâbi tutulması gerektiği haber verilir.

(7)

Bunun üzerine bir grup Tatar aydını, Öğretmen Okulu müfettişi, gazete çıkarmak için gerekli şartlara sahip Şahbazgerey Eħmerov’a müracaat edip gazetenin redaktörlüğünü üstlenmesini teklif eder. Eħmerov başta tereddüt eder, sonra kendisi de bu konuya önem verip 1890 yılında Kazan adlı Tatarca bir gazete çıkarmak için izin ister; bu iş için Petersburg’a üç dilekçe gönderir. Rus memurları onun da isteğini geri çevirmek için bir bahane bulur: “Hükûmet dairesinde çalışan bir kişinin gazete çıkarmakla uğraşması gereksiz bir iştir!” (Gaynullin: 1968, 113-114). Bu işin peşini bırakmayan Eħmerov, 17 Fevral 1894’te Kazan adlı gazete çıkarma talebini tekrarlar, isteği yine kabul edilmez (TET: 1985, 560).

1893’te Türk ve İslam âlemine ılımlı, sempatik yaklaşımıyla bilinen Şarkiyatçı Gülnar Lébédéva Hanım da Tatarca bir gazete çıkarmak için müracaat eder; ama, o da Rus hükûmetinden gerekli izni alamaz.

1899’da tanınmış Tatar zenginlerinden Remiyév kardeşler de Orenburg’ta taşbasma bir matbaa kurup gazete çıkarmak için teşebbüse geçer; Rus hükûmeti onların bu müracaatına da 1902’de olumsuz cevap verir.

Tanınmış pedagog Hadi Maksudî de “Yoldız” adlı bir gazete çıkarmak ister, “maksada uygun değildir” cevabıyla isteği geri çevrilir. Hadi Maksudî bu sefer 1904’te bizzat Petersburg’a giderek İç İşleri Bakanlığı’na bir dilekçe verir, ama yine olumlu cevap alamaz.

Ceditçi din adamlarından ve Tatarca ilk ders kitaplarını yazan aydınlardan biri olan Gılman Kerimî (Gılman Ahund), 1899’da tanınmış zengin ve hayırsever Gani Bay’ın yardımlarıyla kitap basımı işine girmek için bir matbaa satın alır (Türkoğlu: 2000, 351). Bazı kaynaklara göre matbaa açma ve Tatarca kitap basma iznini alabilmek için önemli miktarda rüşvet vermek zorunda kalmıştır. Gılman Ahund, bir yandan da Türkiye’de tahsilini tamamlayıp Rusya’ya dönmüş olan oğlu Fatih Kerimi’yi matbaa işletimini ve baskı işlerini öğrenmesi için Moskova ve Petersburg’a gönderir. Kazan Türkleri arasında yetişen ilk önemli yazar ve profesyonel gazetecilerden biri olan Fatih Kerimi, aslen Kırımlı soylulardan olan ve Petersburg’da bir matbaa açarak Arap harfli kitaplar basma işinde ustalaşmış İlyas Mirza Boraganski’nin yanında, bir müddet tecrübe edinir ve gerekli matbaa malzemelerini temin eder. Böylece baba-oğul, 1901’de Orenburg’da “Matbaa-i Kerimiye”yi açar ve aynı adla bir kitabevi kurarak yayın işlerine başlar. 1902’de babalarının ölümünden sonra 1906 yılının ortalarında “Kerimof, Hüseynof ve Şürekası” adlı bir şirket kuran Kerimof kardeşler işlerini daha da ilerletir. Onların maatbaa ve kitapçılık faaliyeti, sadece İdil-Ural bölgesi Türklerinin değil, bütün Rusya Müslümanlarının fikir ve edebiyat hayatında önemli bir merhaleyi temsil eder. Kitabevi aynı zamanda Türkiye ve Mısır’dan da dinî, edebî, fennî kitaplar getirterek bütün Rusya çapında satışa sunar. Diğer yandan 1905 Rus Meşrutiyeti’nden sonra başta Vakit, Ural, gazeteleri ve Şura dergisi olmak üzere birçok süreli yayın da bu matbaada basılır (Gaynétdinov: 1996, 7-28; TES: 2002, 326-327).

Rus hükûmetinin Türk halkları arasında süreli yayınlara izin vermemek ısrar ve inadını, sıkı sansür engelini İslamcı yazar, siyasetçi ve din adamı Abdürreşit

(8)

İbrahim’in 1900’de nasıl aştığını ve Mirat dergisini nasıl çıkarabildiğini tam olarak bilemiyoruz. Böylece Mirat, Rusya Müslümanlarının Tiflis’te çıkan Keşkül’den sonra yayımlamış oldukları ikinci dergi olarak tarihe geçer. Bu derginin 1902 yılında yayına başladığı hakkında birçok kaynakta verilen bilgiler yanlıştır (Türkoğlu: 1997, 22, 109-111).

Yarı Arapça, yarı Tatarca düzensiz aralıklarla ve değişik sayfa tutarlarıyla önce Petersburg’da İlyas Mirza Boraganski’nin matbaasında (1-16. sayılar) daha sonra Kazan’da Haritanov basmahanesinde (17-22. sayılar) 22 sayı kadar çıktığı bilinen (Benningsen: 1964, 44; Devlet: 1985, 42, 170) Mirat’ın, Rusya Türklerinin basın hayatında önemli bir merhale olduğu açıktır. Benningsen, Mirat’ı “Panislamist ve aşırı reformist eğilimlerin etkisinde politik ve edebî bir dergi” olarak değerlendirir (Benningsen: 1964, 44).

İsmail Gaspıralı ilk 5 sayısı eline geçtikten sonra Tercüman’da “Reşit Efendi’nin Mirat’ı” adlı bir yazısında bu dergiyi şöyle değerlendirir:

Peterburg’da Abdürreşit Efendi İbrahimov’un neşretmekte olduğu Mirat’ın beşinci cüz’ü çıktı. Bu risaleler muahezli mülâhazâttan ibaret olup, cemaatin en ağrılı yerlerine acı, lâkin, şifalı daru ve merhem silmededir. Hasta kişi, acı daru veren tabibi sevmez; malûm hâldir. Buna oşap Abdürreşit Efendi’nin Mirat’larını dolduran acı, fakat müfit sözlerden hoşlanmayan az değildir; lâkin, söylenen yaki yazılan sözün cümlesi fikir ve mülâhaza hareketine bâis olduklarından, herhâlde şayan-ı dikkattirler.

(…)

Efendi ne diyor bakalım, Rusya’da evlad-ı İslâma Rusça tahsil etmek zarur olduğunu ve bundan korkuların asılsız olduğunu söyledikten son (3. Mirat 5. sayfada) diyor: (aynen) ‘Bizniñ hükûmet mekteplerinde terbiye kılıngan kimseneler, hakikat bik yolsuz kitkenler; öz cinslerini hiç ademge hesap etmeyince tahsil eyledikleri malûmâtnı ornına sarf etmeyince, hatta ata ve analarını riayet etmeyerek Tatarlar arasında özlerine tiñ kişi tapmay, öz özlerini pek zor körüp ve köp yirlerde özlerini Tatar ikenni bildirmeyince yürürge içtihat itkenler. (…)

Evet, Reşit Efendi’nin dediği asılsız emsal değildir; doğru bir sözdür. Darılmak ve açuvlanmak lâzım değildir. Acı sözdür; ama, doğrudur. (…) Bunları okumalı, fikir ve mülâhaza etmeli, uyumuş, uyuşmuş fikri harekete getirmeli ve cevap verilecek, itiraz edilecek sözleri varsa; vermeli, etmeli. Maslahat budur. O yazsın, bizler okup fikir etmeliyiz; terakkiyât-ı fikriye böyle böyle meydan alır.

Bu alıntılardan da görüldüğü gibi İsmail Bey, Abdürreşit İbrahim’in söylediklerine hak verir. Mirat’ın en etkili yönüne, yani sosyal hayatı açıkça eleştiren ve siyasî hayat için de bazı imalarda bulunan tarafına işaret eder; amacına uygun alıntılar yapar. Böylece bir süreli yayının toplum üzerindeki etkisinin neler olabileceğini ve nasıl olması lazım geldiğini etkili sözlerle açıklar, okuyucularını Mirat’ı takip etmeye, okumaya davet eder.

Akdes Nimet Kurat, Abdürreşit İbrahim’i ve Mirat’ı daha açık bir şekilde değerlendirir:

(9)

(…) mevkute mahiyetinde “Mir’at”(Ayna)lerini çakarmağa başlamıştı. Orta tahsilli bir münevverin anlayabileceği bir dille yazılan ve Rusya Müslümanlarının ‘Medeniyet, Cedidleşme, Garplılaşma meseleleri ile birlikte, siyasî meseleleri de ihtiva eden’ bu neşriyatla bilhassa taassup ve geriliğe savaş açmıştı. Abdürreşid Efendi’nin bu ‘Mir’at’leri birbirini tutmayan görüşler ve gayet sathî yazılar ihtiva etmekle beraber yine de Kazan Türklerinin uyanış hareketlerinde mühim bir rol oynamıştır.’ (Kurat: 1966, 124).

Mirat’ı görüp inceleme imkânı bulamadık, ama A. N. Kurat’ın belirttiği olumsuz ve zayıf yönleri bir tarafa bırakılırsa, Abdürreşit İbrahim’in cesaretli çıkışlarıyla o dönemde Rusya Müslümanlarını bir hayli etkilediği bilinmektedir. Gaspıralı’nın alıntı yaptığı parçalarda toplumdaki cehaletin, gençlerin kendi toplumlarının problemlerine kayıtsız kalmalarının, açık ve sert bir dille eleştirildiği görülüyor. Mirat’a hâkim olduğu anlaşılan bu açık ve sert eleştiri ruhu, XX. asrın başlarında Rusya’da kendisini göstermeye başlayan ve gittikçe şiddetlenen inkılap ve ihtilal hareketlerinin de bir belirtisidir. Dergide Müslümanların Rusça öğrenmeleri, Rus okullarına gitmekten çekinmemeleri gibi tavsiyeler, tartışma konusu olmuşsa da genç nesiller bu fikri fazla yadırgamamıştır.

5 Nisan 1905 tarihinde Çarın yayımladığı bir fermanla Rusya’da söz ve basın hürriyetinin ilan edilmesi, sansürün kaldırılması, çeşitli Türk lehçelerinde yeni gazete ve dergilerin birdenbire artmasına, yeni matbaaların açılmasına ve birçok kitabın basılmasına sebep olur. Makalemizde 1905’e, yani Rus meşrutiyetine kadarki matbaa ve matbuat hayatından söz edeceğimizi belirtmemize rağmen, bu tarihten sonra ortaya çıkan problemler ve gazeteler arasında başlayan tipik tartışmalara bir örnek olmak üzere, Nur gazetesinden ve Tercüman ile Nur arasındaki arasındaki tartışmadan kısaca söz etmek istiyoruz.

Petersburg’da olmanın da sağladığı imkân ve fırsattan yararlanmasını bilen Ahunt Ataullah Beyazıtov, 2 Sentyabr 1905 tarihinde İdil-Ural Tatarların ilk gazetesi olan Nur’u yayımlar. Gazete 1914’e kadar varlığını sürdürür; bu sürede toplam 310 sayı çıkar (Gaynanov: 2000, 149). Nur’un başlık klişesinin altında “Peterburg’da haftada bir çıgaturgan ulum ve maarifden ve vakayi-i âlem ve mukteza-yı zamandan bahs eden edebî Türk-Tatar gazetesidir” ifadesi görülür.

Tatar matbuatının tarihini yazan İsmail Remiyev’e göre bu gazete daha çok din adamları ve medrese mensuplarının problemleriyle ilgileniyor, onların itibarını artırmaya çalışan yazılar yayımlıyordu. İlk sayılarında pek çok kimsenin imzası görülse de sona doğru hükûmet görevlileri, bürokratlar tarafından çıkartılan resmî bir gazete olduğu anlaşılınca göze görünen yazarlar gazetenin etrafından çekildiler. Kazan’da Tatarca gazeteler, dergiler neşre başladıktan sonra Nur gözden düştü. İsmi nur olsa da içi ve dış görünüşü pek nursuz, uğursuz, okuyucunun gönlünü açmayan bir gazete idi (Remiyev: 1926, 5).

Akdes Nimet Kurat da Nur hakkında buna benzer tenkitlerde bulunur:

… mahiyeti itibariyle muhafazakâr ve Çarlık rejiminin müdafii idi. Hem Kazan Türklerinin fazla bulunmadıkları bir yerde, Petersburg’da çıkması hem de o devrin millî

(10)

ve dinî hislerine ve bilhassa ihtilâlci ruha uygun olmayışından ötürü, Nur’un Kazan’da, Orenburg, Ufa ve diğer şehirlerde okuyucuları pek azdı. İhtilâlden çok şeyler bekleyen açık fikirli molla, muallim, tüccar ve şakirdleri bu gibi neşriyat asla tatmin edemezdi. Zamanın havasına uygun ve millî ihtiyaçlara çok daha ilgi gösteren yeni tip gazete ve mecmualara lüzum vardı (Kurat: 1966, 162).

Diğer Tatar neşriyatında da Nur’un hükûmet yanlısı olmasından, muhafazakârlığından hep şikâyet edildiği görülür. Buna rağmen medreselerin, din adamlarının bazı problemlerini dile getirmesi, medrese eğitiminin kusurlarından söz etmesi, ders programlarına din dışı bilimlerin bu arada Rusça gibi yabancı dillerin de konulmasını teklif etmesi, gazetenin olumlu yönlerinin olduğunu da gösterir.

İsmail Gaspıralı da Ataullah Efendi’yi Nur’da kullanılan dilden ve sık sık gündeme getirdiği “Türklük-Tatarlık” anlayışından dolayı, Tercüman’da açık, ama genelde yumuşak, bazen de biraz alaycı bir dille, “Lisan Meselesi” (1 ve 2. yazılar), “Yine Lisan Bahsi”, “Bizim Matbuat”, “Til Bahsi”, “Azat Refikimize Açık Mektup” gibi yazılarında sürekli eleştirir (Gaspıralı: 2008, s. 74-102). Böylece Tercüman ile Nur arasında millî kimlik ve dil konusunda çok da sert olmayan bir tartışma yaşanır. “Yine Lisan Bahsi” adlı yazıda Gaspıralı şöyle der:

Hürmetli Nur gazetesinin 11’inci nüshasında “Elif. Elif.” imzasıyla neşrolunmuş “Tatar Tili” makalesini okuduk. Cenap muharrir diyor: “Biz Tatarmız, Arap yaki Türk

tügilmiz.

Şulayuk [şöyle oldukta] tilimiz özümüzge ayrım [özgü] bir tildir”.

Makalenin bu baş satırlarını gördükten sonra ilerisini okumaya hacet yoktur.

Demek oluyor ki Hankirmanî bir Türk olan Ataullah Efendi, özünü “bir Tatar” zannediyor? Öyle mi? Bu çok büyük bir hatadır. Eğer ötmüş, geçmiş zaman olsa idi bu itikad-ı batılayı yazan yaki yazdıran “cebr efendi”dir [yani Rus sansürüdür] zannederdik. Her şeyin doğrusunu, tamamını yazmaya müsaade edilmiş bir zamanda, efkâr-ı umumiyeyi böyle karıştırmak ve edebiyat-ı milliye meydanına böyle tefrika tüşürmeği, yalnız Nur refikimizin malûmâtsızlığına yüklemek lâzım geliyor.

Rica ediyoruz ki ayıp buyurmasınlar. Cemaat ve millet işlerinde hatır, gönül, dostluk bakılmaz; işin doğrusu söylenir. Mukaddemce Tiflis'te çıkmış refikimiz Şark-ı Rus3 elifba tebdili meselesini ortaya atmış idi, hazırda Nur, til meselesini çıkardı. Fikir ve til ve emel birliğine yumruk uruldu; lâkin ziyansızdır. Herhâlde “tevhid” gibi vücud-ı aziz ve mükerremin müdafaasına çalışmak borcumuzdur; çalışırız.

Biz Arap değiliz; ama Tatar da değiliz, efendim. Çünkü “Tatar milleti” bizlerden bambaşka bir millettir. Tatarlar, Kıtay’a tâbi ve Moğolistan'ın bir köşesinde dolanan bedevî ve mecusî-putperest bir kavimdir. Tilleri bizim tile hiç oşamaz…”

(…) Til, lisan itibariyle şarkî Sibirya'nın Yakutları, Sibirya Türkleri, Baraba, Kazak, Kırgız, Karakalpak, Başkırt, Nogay, Kazanlı, Kırımlı, Kumuk, Uygur, Özbek, Tarança, Sart, Azerbaycan ve Osmanlı namlarıyla maruf taifeler, urumlar, hep Türk tiliyle söyleşiyorlar! Hep Türklerdir.

3

Şark-i Rus: 1903-1905 arasında Tiflis’te, Azerbaycan Türklerinden Mehemmedağa Şahtahtlı

(11)

Rusya'ya tâbi bulunan Türklere “Tatar” lakabı verilmiş ise de bu bir isnattır, hatadır.” (Gaspıralı: 2008, 84-86).

Anlaşıldığı gibi, XIX. yüzyıl ortalarında İdil-Ural bölgesinde artık kendi dillerinde bir gazete çıkarma ihtiyacı aydınlar arasında güçlü bir istek ve vazife hâline gelmiş; ama, Rus hükûmeti de yukarıda görüldüğü gibi Arap harfleriyle baskı yapabilecek matbaa açılmasının veya Tatarca bir gazete çıkartılmasının halkın gözünü açacağını iyice bildiğinden bu gibi taleplerin önüne geçmek için elinden geleni yapmış, bu teşebbüslerin yaygınlık kazanmasını 1905’e kadar ısrarla engellemiştir. Buna rağmen Kazan matbaaları Rusya Müslümanlarının ihtiyaç duyduğu kitapların büyük bir kısmını basmaya muvaffak olmuştur. 1910 yılında Kazan’da 26 matbaa olduğu, 1900-1920 yılları arasında Rusça 36, Tatarca 23 süreli yayının neşredilmekte olduğu belirlenmiştir (TES: 2002, 623).

İsmail Gaspıralı, Rusya Müslümanlarının modernleşme hareketlerini Tercüman’ı çıkardığı 1883’ten itibaren dikkatle takip etmiş ve içinde bulunduğu ve büyük ölçüde yönlendirdiği bu süreç hakkındaki düşüncelerini sık sık okuyucularıyla paylaşmıştır. Bu bakımdan makalemizin planını ihmal ederek, sadece İdil-Ural bölgesinde değil bütün Rusya’daki yayımcılık faaliyetlerinin gelişmesini burada Gaspıralı’nın gözünden sunmayı tercih ediyoruz; çünkü, onun Rusya Türklerinin moderleşme hareketlerini, bu arada matbaa ve matbuat alanındaki gelişmeleri en iyi izleyen ve dile getiren bir şahsiyet olduğu gerçeği gözden kaçmışa benziyor.

Gaspıralı’nın Rusya’nın çeşitli yerlerinde çıkan kitap ve süreli yayınları dikkatle ve özenle takip ettiği, zaman zaman kitapları tanıttığı ve okuyucularına tavsiye ettiği görülmektedir: “Rusya’da Matbuat ve Neşriyat-ı İslamiye” (Gaspıralı: 1884), “Dikkat ve Tecrübe Eden Görse Gerek” (Gaspıralı: 1887), “Rusya’da Matbuat-ı İslamiye” (Gaspıralı: 1889) gibi yazılarını örnek olarak gösterebiliriz. Hatta “Mebadi-yi Temeddün-i İslamiyân-i Rus” (Gaspıralı: 1901) adlı küçük risalesini neredeyse sadece yayımlanan kitaplara tahsis etmiştir.

“Rusya’da Matbuat ve Neşriyat-ı İslamiye” adlı yazısında o sıralarda Azerbaycan ve diğer yerlerde çıkan çıkan gazetelerinden söz ettikten sonra matbaalar hakkında bilgi verir.

İslâm hurufu olan basmahaneler sekizdir: Peterburg'da Akademiya Basmahanesi, Kazan'da Darülfünun Basmahanesi ve iki gayri resmî basmahane, Taşkent'te Vilâyet Basmahanesi, Tiflis'te Ünsizade Basmahanesi ve diğer; Bahçesaray'da Tercüman Basmahanesi.

İslâmların baş kitap pazarı, şehr-i Kazan'dır. Kazan'da tab'olunan kitaplar cümle Rusya'ya ve Aziya'ya cayramaktadır. Tış devletlerde (Osmanlı ve İran) tab'olan kitap, Rusya'ya hemen hiç kelmiy [gelmiyor denilecek] derecededir (Gaspıralı: 1884). Böylece 1884’te Rusya’da Arap harfli kitap basabilen matbaanın ne kadar az olduğunu güvenli bir ağızdan öğreniyoruz. Yazısında 1883’te basılan kitaplardan söz ettikten sonra

(12)

Bir bakıştan bunca kitap belki çok görünür; ama, Rusya’nın gayri halklarına nispet kılsak az olduğu anlaşılır. Meselâ: Yahudilerde ve Ermenilerde –ki İslamdan beş kat daha azdırlar– üç mertebe ziyade kitap neşroluyor, gazete ise Ermenide bizden beş mertebe ziyadedir.

diyerek Rus yönetiminin Müslümanların kitap basmasını özellikle engellediğini, o günkü ağır sansür baskısına rağmen oldukça açık ve etkili bir şekilde dile getirmiştir.

Aradan sadece üç sene geçtikten sonra yazdığı “Dikkat ve Tecrübe Eden Görse Gerek” adlı yazısında “Rusya ehl-i İslâmının terakkisi neden zahir oluyor?” sorusuna yayımlanan kitapları, çıkartılan gazeteleri delil olarak gösterir, gelişmeleri sadece neşriyattan ibaret görmez; eğitim ve hayır işlerini de bu gelişmenin belirtileri arasında sayar:

Yirmi sene mukaddem bir İslâmdan ‘gazete’, ‘ruzname’ nedir diye sual etmiş olsanız, cevap alamaz idiniz; ama bu günde azacık özünü bilen kişi size cevap berebilir. Bu ahir on seneden ahali beyninde Rus gazeteleri okumak meydan almakta olduğu gibi İslâmca dahi üç dört gazete görüldü, yani İslâm ahalisi, dili ile âlem-i maarife koşula başlap meydan-ı insaniyette özlerini köstere başladılar.

Vakıan Bakû’da çıkmış Ekinçi yani sabancı nam mergup gazete ve bade Tiflis’te çıkmış Ziya ve Keşkül nam refiklerimiz az devam edip maarif ve muhabbet-i milliye meydanından çekilmeye mecbur olmuşlar ise de, semereleri mevcuttur: Gazete nedir, neden bahs eder, faydası nedir, ahaliye malûm ettiler. Bu da büyük ve uluğ hizmettir. Huda razı olsun. (…)

Ancak şükrederiz ki refiklerimiz bir ve iki sene devam edip toktamaya mecburiyet gördükleri sırada Tercüman beşinci sene devam ediyor ve inşaallah devam edecektir. Bu da şüphesiz Tercüman’dan mukaddemce çıkmış gazetelerin say’i semeresidir; çünkü, bunlar ahaliyi haylice fehimlendirdiler ve Tercüman’a yol açtılar. Daha büyük, daha uluğ yollar açılmasına hizmet etmeyi Huda müyesser eyleye! Yirmi sene mukaddem Rusya’da mevcut olmayan kütüb-i İslâmiye hazırda binler ile neşrolunup cümle vilâyetlere cayramaktadır. Kazan şehrinde ve bazı sair beldelerde neşrolunan kitaplar içinde ulûm-ı diniyeye müteallık muteber kitaplar görüldüğü gibi nasihat, edep ve dahi eğlence babından hayli güzel ve hoş kitaplar neşrolundu. Ufacık ise de Tatarca bir ‘roman’ yani tasvir-i maişet hikâyesi ve cedit usul elifba neşr olundu. Mecmua-i şiir ve darb-ı mesel-i milliyeler cem olunmakta olduğu ve belki tezden neşrolunacağı malûm oldu. Yirmi sene mukaddem yolda, pazarda rast gelen mecruh ve fukaraya bir ya beş akça sadaka taşlamak ile ifa-yı insaniyet ve kardaşlık tamam oluyor zannolduğu hâlde, her tarafça ahali-yi İslâmiye, yetimhaneler, hayrathaneler, hasta ve şefkathaneler açmayı lâzım görüp, tarık ve çaresini müzakere ve mütalâa ediyor.

Bunlar hep fehim açıldığına delâlet ve efkâr teviştiğine [değiştiğine] bürhan ve ispattır (Gaspıralı: 1887).

İsmail Gaspıralı “Rusya’da Matbuat-ı İslamiye” (Gaspıralı: 1889) adlı yazısını Petersburg’da İslamî neşriyatı ve bu arada da Türkçe kitapları, yayınları izleyen meşhur sansür yetkilisi, şarkiyatçı V. D. Smirnov’a cevap olarak yazar. Smirnov

(13)

Rusya’da yayımlanan İslamî neşriyat hakkında bir eser yazmış, basılan kitapların ekseriyetinin dinî mahiyette eserler olduğunu belirterek Rusya Müslümanlarında pek fazla bir gelişme eseri olmadığını iddia etmiştir. İsmail Bey, Rusya Bilimler Akademisi azası akademik Dorn’un Rusya'da basılan İslamî kitaplar ve Rusya Müslümanlarındaki gelişmeleri ele alan eserini de delil göstererek Smirnov’a itiraz eder: Rusya’da da matbuat hareketleri başladığında birçok dinî eserin basıldığını, ama bunun hemen arkasından da fikrî ve ilmî eserlerin yayımlandığını örnek gösterdikten sonra Rusya Müslümanları arasındaki gelişme, ilerleme hareketlerine özellikle medreseden yetişen aydınların önderlik ettiğini, Rus okullarından mezun gençlerin bu gelişmelere yeni yeni katılmaya başladıklarını açıklar:

Dilimizde neşrolunmayan evrak-ı havadis çıktığı gibi kitap pazarında dahi hayli yeni kitaplar ve hoş edebi dil ile yazılmış risaleler göründüler. Kalendar, şiir ve emsal mecmuaları sarf-ı Türkî ilim ve hesap risalesi, coğrafya, tarih, tercüme-i nizam-ı devlet risaleleri cedit usul üzere tertip olunmuş elifbalar, iki roman, iki tiyatro risaleciği ve sair kitaplar dil ve münderice nazırından eski neşriyatlardan addolunmayacağı gibi neşriyat-ı İslamiye’nin hayli ilerlediğini tayin ve beyan eder. Taaccüplüdür ki Tatar musannifleri ve dört muharririn ikisi sivilize yani, Avrupa ulum ve fünuna aşina adamlar değildirler. Bunlar üniversitet tahsili gördüğü yoktur ve ancak milli mektep ve medrese tahsili ile

zeka-yı zatiyeleri sayesinde kitap tertip etmeye, gazete çıkarmaya cesaret ve gayret etmişlerdir. ‘Müslüman mollası taassub-i diniyeden sebep bir nerse görmeye ve fehmlemeye vakti hâli kalmıyor’ zannında olan adamları reddedecek kadar kesb-i hak eden hürmetli mollalarımızdan biri havadisname muharriri olduğu, ikincisi coğrafya neşrettiği, üçüncüsü roman telif ettiği ve birisi dahi meşhur Fransız uleması Renan’a karşı İslamiyet’i müdafaaya tutunduğu görülmüştür.

Bunlar terakki ve semere-i zeka değil mi? Kazanlı Kayyum Efendi Nasırof, Merhum Şıhabeddin hazret, Peterburglu Ataullah Efendi Bayezidof, Şamahılı Said Efendi Ünsizade ve bazı gayrılar, Rusya Türklerinin bais-i iftiharı olur derecede sahib-i kalem değil miler?

Muradımız yalnız methetmek değil, hem muvazenedir. Bu son senelerde kitaplara ve gazetelere ancak ‘iptida-yı terakki’ ve ‘mukaddeme-i revac-ı edebiye’ nazarıyla bakıyoruz. İleride inşallahı taala daha çok ve çok büyük ve yahşı eserler ve kitaplar neşrolunacağını mutlak ümit ederiz.

Gımnazya ve üniversitet tahsilinde bulunmuş ve bulunan nice din karındaşlarımızın dil ve edebiyat-ı milliyeye ihlaslı muhabbetleri bu seneler içinde ziyade meydan aldığı malûm olup az vakitten ulema ile birleşip, cemiyyet-i İslamiye’nin dünyevî ve uhrevî selametine teyişli [gerekli] yollarda gayret edeceklerine eminiz. Bu yolların biri de revaç-ı neşriyat ile revaç-ı edebiyattır.

Bu yazıda İsmail Bey’in Rus okullarında okumuş aydınlarla medreseli aydınların birleşerek toplumu daha ileri bir seviyeye götürmelerini temenni etmesi dikkati çeker. Rusya’da 1889’da dile getirilen bu temenni XX. yüzyıl başlarında 1905’ten sonraki siyasî ve sosyal hareketlerde, başta eğitim olmak üzere Rusya Türklerinin matbuatında, neşriyatında, Rusya Müslümanlarının Kongreleri’nde önemli ölçüde gerçekleşmiş, tecessüm etmiş, fakat bütün Rusya’yı müthiş bir güçle sarsan ihtilalci sosyalist hareketlerin hızla yayılması, toplumu âdeta büyüleyerek

(14)

peşine takması ve nihayet 1917’den sonraki Sovyet döneminde iyice olgunlaşamadan sönüp gitmiştir.

2. Kırım Bölgesinde (Tercüman Matbaası ve Gazetesi)

Ruslar Kırım’ı işgal ettikten sonra kendi ihtiyaçları için matbaa kurmuşlar, ama bunlarda Türkçe kitap basıldığına dair bir kayda tesadüf etmiyoruz. Kırım’daki Türk matbaacılığının tarihini İsmail Gaspıralı’nın Bahçesaray’da 1881’den önce kurduğu matbaa ile başlatmak gerekir; ama, kendisi gazeteciliğe daha önce 1874-1875 arasında bulunduğu Türkiye’de adım atmıştır: “İsmail Bey’in, ilk muharrirliği İstanbul’da başlar. Moskova ve Petersburg’un bazı Rus gazetelerine İstanbul’dan yazdığı Şarkkârî renklerle müzeyyen yarı hakiki, yarı hayalî mektupları, o gazetelerde basılıp çıkar” (Akçura: 2009, 356).

İsmail Bey’in 1875 kışında Bahçesaray’a dönüp hayatını bir düzene sokmaya çalışırken gazeteciliğe devam ettiği anlaşılıyor: 1879’da Tiflis’teki Ziya gazetesine (No: 42) yolladığı “Bahçesaray’dan Gönderilen Mektup”, 1880’de Kırım’da çıkan Tavrida gazetesine yazdığı Rusça “Bahçisarayskie Pis’ma” (Bahçesaray Mektupları) ve ardından bu makaleyi daha da işleyip olgunlaştırarak aynı gazetede 1881’de yayımlattığı “Russkoyé Musul’manstvo” (Rusya Müslümanları) adlı eseri onun gazetecilikteki ilk faaliyetleri arasındadır.

1881’de ileride “Neşriyat-ı İsmailiye” olarak adlandırılacak küçük, süreli yayınlarının ilki olan Tonguç’u 1881 yılı Yanvar [Ocak] ayında Bahçesaray’da taşbasma olarak yayımlar. Bu “mecmua” İsmail Bey’in henüz tam olarak kuramadığı matbaasında bastığı ilk eserdir. Büyük bir ihtimalle Kırım’da çıkan Türkçe ilk matbu eser de Tonguç’un bu ilk baskısıdır. İsmail Bey, okunamayacak kadar kötü basılan Tonguç’u 8 May 1881’de Tiflis’te Ünsizadeler Matbaası’nda tipo usulünde yeniden bastırmaya mecbur olur. İkinci “mecmua”sı olan Şafak da 9 Avgust 1881 yine Ünsizadeler Matbaası’nda basılır. İsmail Bey bu şekilde 10 adet sayfa numaraları da birbirini takip eden Kamer, Yıldız, Güneş, Hakikat, Letail gibi adlarla “mecmua”lar yayımlar. “İfade-i Hâl” (Tercüman, 25 Noyabr 1883, No: 24) adlı epeyce uzun yazısında matbaa, gazete hakkındaki düşüncelerini ve bu “süreli yayınları” hangi şartlar altında, nasıl ve niçin çıkardığını açıklar. Kırım Türk matbuatının hangi şartlar altında teşekkül ettiğini açık sözlülükle anlattığı bu yazının önemli bir kısmını burada vermek istiyoruz; çünkü, hiçbir kaynakta İsmail Bey’in basın konusundaki düşünceleri ve ilk faaliyetleri bu kadar ayrıntılı anlatılmamıştır.

(…)

Bir insana nutuk ve dil ne kadar gerek ise, çok insanlara yani bir millete, bir kavme “matbuât” ve “neşriyât” ol derece gerektir; çünkü “matbuât” halkın, milletin dilidir. Matbuât bir dil-i milliyedir ki sesi dünyanın bir tarafından bir tarafına kadar gider. Bir dildir ki sedası bin yıl son işitilir. Matbuât bir kuvvettir ki denizlerin çöllerin, bir tarafından bir tarafına geçer; zamanları birbirine karıştırır... Zamanımızda bu acaip kuvvete malik ufak ve zor milletler olduğu hâlde bizde matbuât eseri yok derecede olması, nice vakitlerden beri deli gönlümüze bir kaygu, bir ağrı bermekte idi. (…)

(15)

Ahalini bir yoklav ve tecrübe muradı ile Tonguç adında bir kâğıt tertip edip ve Tiflis’te 500 adet bastırıp az vakit içinde Kırım ve gayri vilâyetlerde dağıtılmıştı.

Hayli adamlar bu kâğıdı hüsn-i kabul eyledikleri fikrimizi fiile getirmeğe sebep olup, bizi mecburiyet altına aldı. İkinci tecrübemiz olarak Şafak adında bir nomer gazet şekilli bir kâğıt daha yazıp gene Tiflis’te izzetli birademiz Ünsizade basmahanesinde bastırıp meydana çıkardık. Şafak, 1000 nomer basılmış idi.

Bundan böyle maarifin ve hünerin faydalerini ahaliye ifade muradı ile de “Mektep” ve sonra “Faydalı Eğlence” namında gazetler çıkarmak istemiş isek de mümkün olamadı... (…)

Bundan böyle münasip nerseler olsa ahâlimiz okumadan geri durmayacağını fehmlep gazet ile olmasa da kadrü’l-imkân yazı yazmak ve malûmât ve ahbar bermek için Şafak gibi mecmualar yazıp neşretmeye karar berdik... Ama mecmuaları basmaya basmahane yok; basmahane açmaya ruhsat berseler; alet ve huruf almaya akça yok. Bunların çaresin tapar isem mecmuaları satmaya meydan ve pazar yok, ne işleyim?...

Basmahane açmaya ruhsat aldım... Alıcı kıdırıp [arayıp] bazı demiryol ile bazı parahod [vapur] ile Rusya'nın çok vilâyetlerin dolaştım. Başta Peterburg’a bardım. Yılda elli mecmua yazıp neşredeceğime ve cümlesi üç rubleye satılacağına, Rusça ve Türkçe bir ilân tertip edip ruhsat alıp akademiya basmahanesinde bin tane bastırdık...

1881 yılı Ağustos idi. Bu ayda Nijni Novgorot’ta büyük pazar olup şu pazara çok İslâm tüccarları ve sevdacıları toplandığı malûmum olduğundan Peterburg’dan anda bardım... Nijni pazarında Rusya'nın Sibirya’nın ve Aziya’nın her cihetinden İslâm tüccarları ile görüşüp maarif ve matbuât faydalerinden ötürü her biri ile ayrı ayrı mübaheseler ve müzakereler edip pek çok sarf-ı nefesten son mezkûr ilânlardan beşer onar tane bunlara emanet edip her tarafa neşrettik. Bunun ile beraber çıkacak “mecmualara” bir yüz kadar yıllık aluvcı tapıp ve Volga boyunca Kazan ve gayri mahalleri seyahat ve ahvallerine dikkat edip bir ay kadar dolaştık.

Bazı fehmli İslâmlar işimize muhabbet, özümüze rağbet ederler idi: Bazılar kemal-i cehaletlerinden ve ahlâkça nâçarlıklarından ve bâ-husus bu dünyada aşamak, içmekten maada gayri iş ve murat bilmediklerinden “gazet olsun, mecmua olsun bize ne gerek; gerekmiy” [gerekmez] itikadında olup hakkımızda münasebetsiz sözler aytır idiler idi! Ziyan yok. Dünya böyle ola gelmiştir: Her kim bildiğini söyler. Hiçbir yeni ve taze iş bir mertebeden fehmolunmamıştır.

“Kem söz, kem akça sahibinindir” kavlince işimize bakıp Bahçesaray’a kayttık. Bizzat ve poçta ile “mecmualara” yazılan kişi 250 kadar olmuş idi. Hemen bu akçalara daha akça koşup Peterburg’tan alet ve İstanbul’dan huruf alıp ve basmahane işini az mı çok mu öğrenip iki işçi ile ufak bir basmahane açtık, Elhamdülillah.

“Gazet şeklinde mecmualar” neşrine tutunduk... On nomer neşrinden son, mecmualarımız haftalık, gazeteye oşadığından ve gazet çıkarmaya imtiyazımız ve ruhsatımız olmadığından “matbuat idaresi” tarafından mecmualar men‘olundu; toħtadık [durduk]. İndi ne işleyik?

Salname-i Türkî kitabını tertip edip türlü başka kitaplar yazıp neşretmeye karar berdik. Ama “mecmua” ya “gazet” neşretmek fikrinden çıkamayıp bir tarafı Rusça, bir tarafı Türkçe olarak bir gazet neşrine murat eyledik. Bu gibi gazetten azarak Türkçe bilen Uruslar ve azarak Rusça bilen İslâmlar istifade ederler idi... Münasibince gazetin namına Tercüman dedik...

(16)

Arzuhaller yazıp hazırladık, ama poçtaya verip cibermeye [göndermeyi] istemedik. 1882 senesi Ağustos’ta bir defa daha Peterburg’a barıp dahiliye ministri devletlü Graf Tolstoy hazretleriyle görüşmeye nail olup Tercüman için arzuhali berdik. Dört-beş ay son iş bu 1883 senesi yaz başında Tercüman gazeti neşrine gerek imtiyaz ve ruhsat berildi.

Bundan böyle aprelden beri Tercüman neşrolunmaktadır. Biliriz kusuru ve noksanı çoktur; ama, gün be gün maarifin ve halkımızın terakkisi uğruna Tercüman’ı yaraştırıp büyütmeye ceht ve gayret edeceğiz.

Her ne kadar biz bir kişi çabalasak ve gayret etsek de matbuât işinin ilerlemesi halkların ve bâ-husus ulemâların ve törelerin muavenet ve rağbetine mütevakkıftır.

Her ne kadar zahmet ve müşkilden başımız hâli değil ise de inşaallah “Tercüman” tohtamay [durmayıp] neşrolunacaktır.

Burada görüldüğü gibi önce matbaa kurma sonra gazete çıkarma iznini alır. 1879’da gazete çıkarmak için yaptığı başvuru kabul edilmemiştir. 1880’de Faydalı Eğlence adlı bir dergi, Zakon [Kanun] adlı bir gazete çıkarmak isterse de bunlara izin verilmez. Buna rağmen ümitsizliğe kapılmaz; ısrarla matbaa kurmak için çalışır. İsmail Bey’in annesi ve eşi, bir matbaa kurmasına, Tercüman’ı çıkartmasına önemli maddî ve manevî yardımlarda bulunurlar.

İsmail Bey, önce Petersburg’dan eski bir matbaa makinesi satın alır; hurufatı İstanbul’dan temin eder, hatta oradan bir mürettip de getirtir. Tercüman’ın ilk yıllarındaki dizgi ve imlâ yanlışları, bozuk cümleler, onun ilk yıllarda karşılaştığı zorlukları da belli eder. İşçilerini de yetiştirmek zorunda kalır. Matbaa işlerinde, gazetenin haberleşmesinde kendisine eşi Zühre Hanım, Kırım’a gelen üç kayınbiraderi de yardım eder.

Matbaasının kurduktan sonra boş kalmaması için bazı eserler neşretmeye başlar. 1882’de ilginç ve yararlı bilgilerin derlendiği bir almanak olan Salname-i Türkî’yi ve Mekke, Medine, İstanbul gibi yerler, bazı bitki ve hayvanlar hakkında bilgi veren Mirat-ı Cedid’i yayımlar. Böylece Tercüman’dan önce belirli ölçüde matbaacılık tecrübesi de edinmiş olur.

Tercüman’ı neşretmeden önce de abone bulmak için birçok yerlerde dolaşır. Bu seyahatlerini sadece gazetesine abone bulmak için yapmadığı açıktır: O, hitap edeceği bölgeleri incelemek, ahalinin yaşayışını yerinde gözlemlemek istemiştir. Böylece gazetesini çıkartırken kime, nasıl hitap edeceğinden emin olmuş, halkla ilişki kurmakta -bazı bağnaz çevrelerin olumsuz tepkileri hariç- pek sıkıntı çekmemiştir.

İsmail Bey, Tercüman’ı çıkartabilmek için üç yıl içinde dört kere Petersburg’a gidip yetkililerle görüşmek zorunda kalır. Nihayet Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasının 100. yıldönümü dolayısıyla bir jest yapılıp kendisine 5 (17) Ağustos 1882’de izin verilir. Böylece Tercüman’ın ilk sayısı 10 (23) Nisan 1883’te yayımlanır.

Rus hükûmeti her zaman Tercüman’ı sıkı bir sansüre tâbi tutar. Bir buçuk sene kadar, ilk sayılar Petersburg’a gönderilir (İdareden İhtar, 10 Sentabr 1883),

(17)

sansürcülük görevini yapan şarkiyatçı Smirnov, her nüshayı üç-dört hafta sonra iade eder. Bu şekilde gazetedeki haberlerin değeri kalmadığını gören İsmail Bey, epeyce uğraşıp gazetesinin Bahçesaray’da sansür edilmesi için izin alır. Sansürcülük sorumluluğunu Kırımlı bir Karay Türkü olan ve o sıralarda Bahçesaray’da Rusça Tavrida gazetesini çıkartan İlya İliç Kazas üzerine alır. İsmail Bey, Kazas’a minnettar olmalı ki 1905’te Rus meşrutiyetinden sonra, geçici bir süre sansür kalktığında, gazetesinde bu şahsa açıkça teşekkür eder (Vedâ-nâme, 5 Dekabr 1905).

İlk yıllarında gazetesinin yazılarını hemen hemen tek başına yazdığını şöyle açıklar:

Yirmi beş sene kadar oluyor ki Tercüman’ı ya baştan ahirine kadar ya iki sülüsünü kalem-i âcizanemden çıkarmakta idim; bir nüsha Tercüman yoktur ki nısfı kalemimden geçmiş olmasın (Bu nüsha, 13 Fevral 1907).

Rus hükûmeti iki dilde yayımlaması şartıyla gazeteye izin verir. Böylece gazete, Türkçe ve Rusça olarak “Tercüman-Pérévodçik” adıyla çıkar. Başlık klişesinin hemen altında “Ahvalât-ı dâhiliyeye ve hâriciyeye, maârif ve edebiyâta dâir haftalık gazete” ifadesi bulunur. 35 yıl gibi uzun bir zaman yayımlanan Tercüman’ın ne zaman kapandığını tam olarak bilemiyoruz. Elimizdeki son nüsha 23 Şubat 1918 tarihinde çıkmıştır.

Rusya Müslümanlarının-Türklerinin cehaletten kurtulmasında, uyanmasında, daha sonra “Usul-i Cedid Hareketi” adı verilen modernleşme sürecinin hızlanmasında ve benimsenmesinde Tercüman büyük rol oynar. Bu bakımdan hiçbir süreli yayınla mukayese edilemez. Sahibinin “Tercüman Babay” olarak adlandırılması, gazetenin itibarını gösterir.

Tercüman genel olarak haftada bir kere, cuma günleri, dört sayfa çıkartılır. 1904-1905’te haftada 2 veya 3; 1906’da 3; 1907-1908’de 2; 1909-1912’de tekrar 1; 1912-1917 yılları arasında da günlük çıktığı belirtilmesine rağmen haftada ancak 3-5 kere yayımlanabilmiştir.

1905’te başlık klişesi yani adı “Tercüman-ı Ahvâl-i Zaman” olarak değiştirilir, 1908’in sonuna kadar böyle kalır, sonra yine “Tercüman”a dönülür. 1886’da gazetenin amacı “Rusya ülkesinde sâkin ehl-i İslâmın fevâid-i maneviye ve maddiyesine hizmet etmek” şeklinde açıklanır.

Türkçe ve Rusça sayfalar bire bir aynı değildir; her iki dilde yayımlanan metinler farklılıklar göstermektedir; hatta bazı yazılar, bir dilde var, diğerinde yoktur. Bazen de bir yazı, bir dilde daha hacimli, diğerinde daha küçüktür. Bu bakımdan Tercüman’ın Türkçe ve Rusça metinlerinin birbirinin aynı olduğu iddiası doğru değildir. İsmail Bey, Tercüman’daki Rusça kısmı kaldırabilmek için 10 yıl kadar uğraşır; sonunda izin alarak 7 Dekabr 1907’den sonra Rusça kısmı kaldırır. Yine de gerekli görüldüğünde -çok az da olsa- Rusça yazılara gazetede yer verir.

İsmail Bey, gazetesini 1883'ten ölüm tarihi olan 24 Eylül 1914'e kadar idare ederse de hastalığı sebebiyle son iki senede Tercüman’la fazla ilgilenemediği

(18)

bilinmektedir. Ölümünden sonra gazete, oğlu Rıfat Bey'in sahipliğinde ve Hasan Sabri Ayvazof'un baş muharrirliğinde, Kırım’da Kurultay Hükûmeti’nin yıkılmasına, –tahminen 23 Şubat 1918'e– kadar yayın hayatını sürdürür. Nisan 1918’de Almanlar Kırım’ı işgal edince İsmail Bey’in kızı Şefika Hanım, matbaayı tekrar açar. Başka yayın organları basılır ama, Tercüman çıkmaz. Ağustos 1918’de Beyaz Rusların lideri Denikin’in Kırım’ı ele geçirmesiyle Tercüman Matbaası’na da el konulur.

Gazetesini çıkarmasında ve “Tercüman Neşriyatı” olarak bilinen, ekserisi ilkokul, ortaokul seviyesinde olan ders kitaplarını yayımlamasında ileri görüşlü bazı din adamları, idealist aydınlar, Tatar ve Azerbaycan burjuvazisi, İsmail Bey’e maddî ve manevî açıdan yardımcı olur. O da sık sık “Tercüman benim değil, sizindir, milletindir” diyerek bu hakikate işaret eder. Gazetenin 10. yıl jübilesinde kendisine yardımcı olanları “Aziz Yadigâr” adlı yazısında açıklar (25 Fevral 1893):

İsmail Bey’in gazetesinde devamlı olarak ihtiyatlı ve uzlaşmacı bir tavır içinde olduğu; Ruslarla iyi geçinmeyi prensip edindiği; hatta bazı zamanlarda onların hoşuna gidecek yazılar yazdığı ve bu tavrını, zamanla ustaca kullanılan bir taktiğe dönüştürdüğü bilinmektedir. Yine de Tercüman dikkatlice incelenip Türkçe metinlerle Rusçaları karşılaştırılırsa, bazen Rusça kısımlarda yönetimin dikkatini çekecek, Ruslara sert gelebilecek bazı söz ve ifadelerin iyice yumuşatıldığı ve hatta kaldırıldığı görülür. Bu açıdan bakılınca sansürcüsüne teşekkür etmesinin sebebi daha iyi anlaşılır.

İsmail Bey, İdil-Ural ve Türkistan Türk lehçelerini iyi biliyordu. Zaman zaman Kuzey Batı Türkçesinden kelimeler, ifadeler kullansa da Tercüman’ın dili bazılarının iddia etiği gibi melez bir Türkçe veya Osmanlıca değil, ilk sayısından itibaren sade bir Türkiye Türkçesidir. Zamanla Bulgaristan’dan Doğu Türkistan’a kadar yayılan Tercüman’da okuyucuların konuyu daha iyi anlamasını sağlamak için İsmail Bey, lüzum gördüğünde Batı ve Doğu Türkçelerine ait kelimeleri yan yana kullanır. Tercüman’da her zaman açık bir anlatım ve kısa cümleler dikkati çeker; amaç “Boğaziçi’ndeki balıkçıdan Kaşgar’daki deveciye kadar” herkesin bu dili anlamasıdır. Yayınının devam ettiği 35 yıl boyunca İsmail Bey’in dil konusundaki şuurlu tavrı sebebiyle Tercüman gazetesi Türk dünyasında ortak edebî dilin oluşmasında büyük rol oynar ve bunda da sanıldığından daha büyük bir başarıya ulaşır; ama Sovyet döneminin katı siyasî-ideolojik propagandası İsmail Bey’in bu başarısını perdeler. Tercüman’da 1913’e kadar klasik imlâ anlayışı hâkim olmuş fakat bu tarihten itibaren o dönemde Rusya Türkleri arasında gelişen temayüllerin etkisiyle biraz fonetikleştirilmiş “yeni imlâ”yla da metinler yayınlanmıştır.

Türkiye’de çok okunduğu ve aynı zamanda yasaklanıp serbest bırakıldığı 1895-1897 yılları arasında gazetede İlave-i Tercüman, Koşma, Zamime adlarıyla Türkçe, iki sayfalık, ilim, fikir, edebiyat ve diğer kültürel konularının işlendiği ekler çıkartılır. Bu eklerin daha çok Türkiyeli okuyucular için düzenlendiği; ayrıca Türkiye’ye gönderilen Tercüman’ın nüshalarının Rusya içinde satışa sunulanlardan birkaç gün önce basıldığı; bazı nüshaların da Rusya içinde dağıtılanlardan içerik olarak az-çok farklı olduğu tespit edilmiştir. Bu yıllarda Türkiye’deki satışının zaman zaman 10.000’e ulaştığını arşiv belgeleri de doğrulamaktadır.

(19)

Tercüman’ın eki olarak 1898’de Mektep; 1906’da Ha Ha Ha! adlı mizah dergisi; 1906-1907 ve 1910-1911 yılları arasında kızı Şefika Hanım’ın yönettiği Âlem-i Nisvan; 1910-1911’de de Âlem-i Sıbyan adlı dergiler yayımlanır. 1906’da Millet adlı ayrı bir gazete çıkarma teşebbüsü ise bir örnek sayıyla kalır, gerçekleşmez; fakat Millet’in başlık klişesi altındaki epigramda yer alan “Til birliği, fikir birliği ve bu da amel birliğini mucip olur” ifadesi dikkati çeker. Bu ifadeyi daha da veciz hâle getirerek 1912’den sonra Tercüman’da “Dilde, fikirde, işte birlik” şeklinde kullanır.

Tercüman’ın 10., 20. ve 25. yılları, Bahçesaray’da büyük törenlerle kutlanır. Bu jübilelerde Rusya, Balkanlar, Türkiye, İran, Çin gibi birçok yerden gelen mektuplar, tebrik telgrafları, çeşitli hediyeler, Tercüman’ın itibarını ve tesir dairesini de gösterir. Bu jübileler, o yıllarda başka türlü bir araya gelemeyen Rusya Müslümanlarının istişare toplantılarına dönüşür.

Tercüman ilk sayılarından itibaren sadece bir gazete değil aynı zamanda hitap ettiği Rusya Müslümanlarının ortak kürsüsü, bir fikir mahfeli olur. Rusya Müslümanlarının modernleşme süreci, bu sürecin din, fikir ve edebiyat hayatına ne şekilde yansıdığı, her şeyden önce Tercüman koleksiyonu dikkatli bir şekilde araştırılıp incelenmeden öğrenilemez. Sovyet döneminde Türk halklarının modernleşme süreci, fikir ve edebiyat tarihleri yazılırken başta Tercüman olmak üzere Sovyet öncesi dönemin birçok yayını yok sayılmıştı; günümüzde sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek için bu eksikliğin giderilmesi gerekir.

İsmail Bey Tercüman’ı çıkartırken, ne yapması gerektiğini iyi biliyordu, ileriye yönelik planlar yapmıştı. Adım adım hedefine yürüdü. İslam dininin doğru anlaşılmasını, Türklüğün çeşitli kabilelerinin tek bir “Türk kimliği” çatısı altında birleşmesini ve hepsinin ortak, modern bir kültüre ve teknolojiye sahip olmasını arzu ediyordu. Bunun için en büyük engel cehalet, hurafeler ve tembellik idi. Türk-İslâm âlemi âdeta bir ölü gibiydi. İsmail Bey, Tercüman’la Rusya Türklerine içine düştükleri korkunç durumu, geriliği anlatmak; varlıklarını sürdürebilmeleri için onlara ihtiyaç duydukları bilgiyi vermek; teşkilatlanmalarını, birbirlerine ilgi ve sevgi duymalarını sağlamak istiyordu. Bunun için gazetesiyle başlattığı “uyandırma” işine, 1884’te sonradan Usul-i Cedid olarak adlandırılan eğitim-öğretim faaliyetleriyle, okuma-yazma kurslarıyla, ilk eğitim için gerekli olan kitapları yazarak ve yayımlayarak devam etti. İsmail Bey, matbaasında bastığı kitapların listesini zaman zaman Tercüman gazetesinde yayımlamış bu kitaplar hakkında kısa bilgiler vermiştir:

Tercüman’ın ilk sayılarından itibaren, İsmail Bey’in Türkiye fikir ve edebiyat hayatını yakından takip ettiği ve Türkiye’deki birikimden geniş ölçüde yararlandığı görülür. İslâmiyetle ilgili Tarih-i İslâm (1883, Sayı: 5, 7-9, 22-24, 28), Medeniyet-i İslâmiye (1884, Sayı: 22-24, 27, 32, 35, 40, 44); Türkiye fikir ve edebiyat hayatını yansıtan Maişet ve Edebiyat-ı Osmanî (1884, Sayı: 41, 44; 1885, Sayı: 2, 6, 9, 10) ve Neşriyât-ı Osmanî” (1886, Sayı: 2, 4, 6, 8-12, 14, 19, 20, 22, 23) başlıklı seri yazıları, bu görüşü destekler. Şemsettin Sami’nin Kamusü’l-Alâm adlı eserinden geniş bir şekilde yararlanılarak hazırlanan Derya-yı Bilik (1889, Sayı: 44’ten itibaren) ve daha sonra Kamus-i İlmî ve Fennî (1905-1908 yıllarında) adlı

(20)

ansiklopediler, ilâve olarak verilir ve hatta kitap olarak bastırılıp abonelere hediye edilir. İsmail Bey, bunları yaparken hem Rusya Müslümanlarının bilgi eksikliğini gidermek hem de onlara Türkiye’yi gerçekçi bir şekilde tanıtmayı göz önünde bulunduruyordu.

O, hangi sebeplerle olursa olsun Rusya Müslümanları arasında geniş ölçüde hurafelerle iç içe geçmiş ve bu yüzden her türlü yenileşmenin, kıpırdanmanın önüne cahil kimselerce bir set olarak dikilen yanlış din anlayışını; bir bahane olarak ileri sürülen “Bu iş İslâmiyete aykırıdır, kâfirliktir!” itirazlarını yok etmek; yanlış anlaşılan İslâm dinini, cahil halk yığınlarına basit, ama doğru bir şekilde tanıtmak istiyordu.

Sözü edilen konularda Türkiye kaynaklarını kullanması tesadüfî değildir: Halifenin ülkesindeki İslâm anlayışını, mecburî değişimi, reformları, onlara örnek olarak göstermek, bu işlerin İslâmın kalesi kabul edilen İstanbul’da da yapıldığını ve asla “kâfirlik” olmadığını anlatmak istiyordu. Bu bakımdan Tercüman’ın ilk sayılarından itibaren muhitinde olan aklı başında, ileri görüşlü din adamlarından destek aramış, onları yenilik hareketleri, cehaletle mücadele için kendi yanına çekmeye çalışmış, bu gibi din adamları, öğretmenler hakkında gazetesinde iltifatkâr bir dille, övücü yazılar yazmıştır: Akgül Destesi (seri yazılar, Tercüman, 1905-1907).

1905 Rus meşrutiyeti İsmail Bey’in düşüncelerini daha rahat ve açık bir şekilde dile getirmesine imkân verdi. Gerek Sözler adlı yazıda (5 Dekabr 1905) o, bu önemli değişmeye işaret ederken “Tercüman’ın devre-i evveli bitti, şimdi devre-i sânisi başlıyor” diyordu. O, 1911’de Tercüman’ı kapatıp Zaman adlı oğlunun yöneteceği bir gazete çıkarmak istemişse de Rus yönetiminden izin alamamıştır.

1905’ten sonra Rusya’da ortaya çıkan serbest ortamda Müslümanlar-Türkler arasında matbuat hayatı canlandı; gazeteler, dergiler çıktı. Rus okullarından yetişmiş gençlerin önemli bir kısmı sosyalist düşüncelere ilgi duyuyor, Türk-İslâm âleminin problemlerini Gaspıralı’dan farklı bir şekilde algılıyor; modernleşmeye ve dönüşüme devrimci bir gözle bakıyor, onu Çar hükûmetine karşı yumuşak davranmakla, muhafazakârlıkla suçluyorlardı. Bu gençler kendi toplumlarının geleceğini, millî meseleleri değil, sınıf mücadelesini, dünya ihtilâlini düşünüyorlardı. Halk yığınlarını sınıf mücadelesine çekebilmek, amaçlarına çabuk ulaşabilmek için “ortak Türkçe” veya “edebî Türk dil”le değil, mahallî şivelerle yazmayı tercih ettiler. Buna rağmen Sosyalistler içinde de Gaspıralı’nın millî kültür ve dil idealine bağlı olanları vardı.

1920’li yıllardan sonra Sovyetler Birliği’nde Türklere-Müslümanlara yönelik hükûmet programı, Çarlıktan tevarüs edilmiş gizli, ama bu sefer daha da güçlü asimilasyon siyasetine dayanıyordu. Sovyet hükûmeti, “dil birliği”ni bozmakla kalmadı; Türk birliğini, eski ve yekpâre Türk millî coğrafyasını da parçaladı; yeni “milletler” ve devletler icat etti. Tarih Gaspıralı’yı haklı çıkardı.

İsmail Bey, bir yandan da Avrupa ve Rus kaynaklarından, dünya Müslüman-larını ilgilendiren gelişmeleri yakından izliyor, özellikle Rus gazetelerinin, fikir ve siyaset adamlarının, Müslümanlar ve İslâmiyet hakkındaki yanlış kanaatlerini,

(21)

haksız hücumlarını cesaretle fakat itidalli bir şekilde gazetesinde tenkit etmekten geri durmuyordu. Uzun yıllar misyonerlerle, panslavistlerle tek başına, gazetesi sayesinde mücadele etti.

Tercüman gazetesi, 35 yıl boyunca Rusya Müslümanlarını-Türklerini uyandırma ve muasır dünya medeniyetine ulaştırma yolundaki olağan üstü hizmetleri sebebiyle Rusların Noveya Vrémya ve İngilizlerin The Times gazeteleriyle karşılaştırılmış, Tercüman’ın onlardan daha etkili olduğu belirtilmiştir. İsmail Bey, zaman zaman matbaasında bastığı kitapların listesini Tercüman gazetesinde yayımlamış bu kitaplar hakkında kısa bilgiler vermiştir. Onun hangi kitapları yayımladığı bu listeler incelenerek tespit edilebilir: Neşriyâtımız (1897, Sayı: 11), Tercüman Kütüphanesi (gazetede basılıp, satılan kitaplar listesi, 1898, Sayı: 20), İlân (gazetede basılıp, satılan kitaplar listesi, 1899, Sayı: 37), Tercüman Basmahanesinde Tab'edilmiş Kitaplar (Liste, 1901, Sayı: 11), İlân (Tercüman idaresinin basıp sattığı kitapların listesi, 1904, Sayı: 62). Tercüman Matbaası’nda basılıp satılan kitapların katoloğu da yayımlanmıştır: Kütüphane-i Cedide ve Tercüman Neşriyâtı. Bunlar Kırım’daki Türk matbuatının önemli bir kısmını oluşturur.

KAYNAKLAR

Akçura, Yusuf (Akçura: 1915), “İstizaha Cevap” Türk Yurdu, 7. c., 25 Kânun-i Evvel 1330, (7 Ocak 1915), Sayı: 2, s. 2440-2443.

Akçura, Yusuf (Akçura: 2009), Türk Yılı 1928, Hazırlayanlar: Arslan Tekin, Ahmet Zeki İzgöer, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2009.

Akpınar Yavuz - V. Y. Gankeviç (Akpınar: 2008), “İsmail Gaspıralı’nın Yayımladığı İlk ‘Mecmualar’: Tonguç, Şafak”, Ege Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları

Dergisi, İzmir, 2008, Sayı: XIV/1, s. 21-40.

Arat, Reşit Rahmeti (Arat: IA-M.), “Matbuat” (Maddesi içinde), İslâm Ansiklopedisi, 7. c., “2. Kazan Türkleri”, s. 380-384; “3. Azerbaycan Türkleri”, s. 384-387; “4. Kafkasya ve Şimalî Kafkasya”, s. 387; “5. Kırım Türkleri”, s. 387-388; “6. Dobruca Türkleri”, s. 388-389; “7. Özbekler,” s. 389-391; “8. Kazaklar”, s. 391-392; “9. Türkmenler”, s. 392; “10. Şarkî Türkistan”, s. 392-393

Benningsen, A., C. - Le Mercier-Quelquejal (Benningsen: 1964), Chantal, La Presse et le Mouvement National Chez Les Musulmans de Russie Avant 1920.

Devlet Nadir (Devlet: 1985), Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi, 1905-1917, Ankara, Türk Kültürünü Araştırma Ensititüsü Yayını, 1985, XII+350 s.

Gankeviç, V. Y. (Gankeviç: 2001), “Tercüman Gazetesi'nin Tarihine Dair Arşiv ve Müze Kaynakları”, (Bildiri) İsmail Bey Gaspıralı Sempozyumu, 26-27 Ekim 2001, Ankara. Bildiri, bu sempozyumda Türkçeye çevrilmiş olarak dağıtılmıştır.

Gaspıralı, İsmail (Gaspıralı: 1883), “İfade-i Hâl” Tercüman, 25 Noyabr [7 Kasım] 1883, Sayı: 24.

Gaspıralı, İsmail (Gaspıralı: 1884), “Rusya’da Matbuat ve Neşriyat-ı İslamiye”, Tercüman, 8 Yanvar 1884, Sayı: 1.

Gaspıralı, İsmail (Gaspıralı: 1887), “Dikkat ve Tecrübe Eden Görse Gerek”, Tercüman, 25 Yanvar 1887, Sayı: 4.

Referanslar

Benzer Belgeler

В 647-м номере, в своей статье «Из казахско-киргизской степи», Кадыр Сулейманов пишет о том, что киргизы и казахи в предыдущие столетия

Procellosa tempestas strage in urbe facta signa aenea in Capitolio deiecit, signa in circo maximo cum columnis evertit, fastigia templorum aliquot a culmine

Rukschin bombanın nerede kullanılacağını da şöyle açıklıyor: "Bu yeni bomba, orduya ulusal guvenliği koruma ve terörist saldırılara herhangi bir yerde ciddî karşı

Cumhuriyet Gazetesi’nde “kendini yakarak” intihar/intihar girişiminde bulunanlara ilişkin haberle, Hürriyet ve Son Posta Gazetesi’ne göre daha yüksek oranda yer

Dolayısıyla, yapılan çalışmada 8 adet tasarım noktası (design point) oluşturulmuştur. Sistemin simülasyon modelinin kurulmasında SIMAN dilinden yararlanılmıştır. Benzetim

Türk edebiyatında önemli ye­ ri olan ve adaları terennüm etmiş bulunan şair ve yazarlarımızdan birkaçı, kendilerini Adalı yapmış­ lardır.. Birkaçı da

Avârız defterine göre Varto’ya bağlı Gestmerd köyünde dört, Govek köyünde yedi, Alagöz köyünde dört, Karagöl veya diğer adıyla Bestam Gölü köyünde altı,

Son olarak, ceditçilerin gerçekleştirdiği en önemli yeniliklerden birisi de, Fatih döneminden beri bir gelenek halini almış olan Gazali/Eşari Kelam zihniyeti ile felsefe