• Sonuç bulunamadı

Sen olasın Nazım Hikmet...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sen olasın Nazım Hikmet..."

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Celile Hanım, oğluna daha sık gidebilsin diye yerleştiği Bursa'dan, 4 Nisan 1949’da, Müzehher V ânû'ya şu mektubu yazm ıştır:

Benim güzel kızım Müzehher'ciğim,

Yine Bursadayım. Bu üçüncü evdir ki değiştiriyorum. (1) Şimdi çocuğa (2) yakın bahçe içinde, kerpiç köy evinde bir yer tuttum. Ferah büyük aydınlık bir oda Sobamı, şövalemi hemen kurdum. Ç o­ cuğa gidiyorum, resim yapıyorum. Çocuğun sıhhati iyi değil. Nâzım ­ da uyku yok! Asap bitik. Bir doktor sizden istemiş; bence de pek iyi olur; belki yanlış teşhis, yanlış tedavi oluyor. Herhalde iyi bir d okto­ run müdahalesi maneviyatına tesir eder. (.... ) Bence bir profesöre ken­ disini muayene ettirebilirsek çok iyi olur. Günden güne düşmekte. Bence kapalı ölecek. (3) Siz de gelecekmişsiniz. Pek sevindim; gö­ rüşürüz. Sevgili oğlumun (4) ve sizin gözlerinizden öperim.

Teyzeniz Celile M im i'yi (5) görüyor musunuz? Kendisinden havadis getirirseniz pek memnun oluruz. Acaba bizi büsbütün unuttu mu?

Yeni adres:

Bayan Celile-Aptal Cd. Eskihamamaltı No. 65. Bursa

11 YIL İÇİN D E B İR KEZ

BABASINDAN İK İ K EZ D E

Bigün de Vânû'ya, A . Kadir'in N âzım 'a değgin kitabı üzerinde bir konuyu sorduğumda V â lâ şöyle demişti: (Dosyamdaki nottan olduğu gibi yazıyorum .)

— Biz Nâzım 'la kadın konusunda anlaşamazdık. Çok muhafazakâr­

dı. Mesela kadınların saçlarını kesmelerini doğru bulmaz, devrimcili­ ğe aykırı bulurdu. Bu konuda hep tartışırdık. Ama kitaptaki Kadıya (!) sormamız doğru değildir.

V â lâ'n m bu sözü üzerine Müzehher aldı sözü:

— Evet, çok tutucuydu. Mesela açlık grevi sırasında hastanedeyken birara Münevver'le darılmışlar. Ben hastaneye gittim. "Nedir bu, neden darıldınız?" diye sordum. Çok sinirliydi. "Y a h u !" dedi, "Kollejden (6) buraya kadar çorapsız gelmiş... Olur mu b u !"

"Ne var bunda N â z ım " dedim, "yaz sıcağı, bütün kadınlar çorap- sız. Hepimiz çorapsız geziyoruz işte... "

Nâzım m kıskançlığı ve kuşkuculuğu, Münevver'i çok kıracak aşı­ rılıklara varıyordu, örneğin, oğlu M e m e t. doğduktan, Münevver d o­ ğum yaptığı hastaneden eve döndükten sonra, evlerine gelen konukla­ rına, uyuyan M em et'in yüzündeki örtüyü açıp, çocuğu gösteriyor,

— Bana benziyor, değil mi? diye soruyordu. Hatta,

— Bana benzemeseydi şüphelenirdim... dediği bile olmuş, ço k haklı olarak Münevver bundan gücenmiştiru u

Cezaevinden çıktıktan sonrajiNsteıpı geçim sıkıntısı çekiyor, film senaryoları yazıyordu. Y azd ığ» îsenaryo bölümlerini, hasta olduğu zamanlar kendisi götürmezse, Münevmi-'in götürmesine razı olam ıyor­ du; çünkü Münevver'i kıskanıyordu, .ubı

Nâzım , çok içten bir insan oAd»ğA>için, bu kıskançlık duygusunu, "O to b iyo gra fi" başlıklı şiirinde şu>diaçyle anlatıyordu:

"Sevdiğim kadınları deli gibüJmharidım "

Bu aşırı kıskançlığının bir yâ da ‘bikaç nedeni olmak gerekir. Ben bunu, ana sevecenliğinden, anarilgriiıirten uzak geçen mutsuz çocuklu­ ğuna bağlıyorum.

Nâzım

Hikmet annesinden ve

babasından pek sözetmezdi

ANNESİNDEN SÛZETM İSTİ

M

N âzım Hikmet, ölümüne dek onbir y ıl yaşadığı Sovyetler Birli- ği'nde, kendisiyle sürekli ve yakınında bulunanların söylediğine göre, anababasmdan pek sözetmezdi. Bu onbir y ıl içinde yalnız bir kez babasından, iki kez de annesinden sözettiğini biliyoruz. Ölümünden bir gün önce, annesinden eşi Vera Tulyakova'ya sözetmiştir. Bir kez de annesinden, Babayef'le Vera Tulyakova'nın birlikte bulundukları bir sırada sözetmiştir.

"GALİBA,,

N âzım , özyaşamını anlattığı bir yerde, "Galiba Yahya Kemal an­ neme â şık tı." demiştir. Herkesin bildiği, herkesin dilinde olan Yahya Kem al'in annesine aşkını, N âzım 'm bilmemesi olanaksızken, "galiba â ş ık tı" demiş olması, bu çok bilinen olaya bir kuşku düşürmek için ­ dir; bu olaydan tedirgin olduğu bundan da bellidir. Üstelik Nâzım , ço k aşırı kıskanç bir insandı. Hatta akıl almayacak oranda kıskançtı bile denilebilir. N âzım 'ın kıskançlıklarını gösteren bikaç olay anlata­ yım .

n a z in io l d u k ç a

KISKAN ÇTI

Vera Tulyakova, evindeki resimlerden birini göstermişti bana. Bu resimde, V era'yla yanında başka bir kadın görülüyordu. İkisi de mayoluydu. Resim, kartpostal boyundaydı. Am a, ortasından kesilmiş, m »>olu iki kadın, ancak omuzlarından biraz aşağısına dek görüle­ biliyordu. Vera Tulyakova, anlattığı N âzım 'a değgin anılarının etki­ siyle ağlamaklıyken bu resmi göstermişti. 0 sırada, öbür resimler ara­ sında, kesilmiş bu resim eline geçince, ağlayan kadın gülümseyerek,

— Bunu böyle N âzım kesti, dedi. — Neden? diye sordum.

— Kıskançtı da ondan... Resimde, mayolu vücudumu başkaları görmesin diye... dedi.

Nazım Hikmet 1960 da Sovyet Yazarlar Birliği salonundaki bir toplan tıdallya Ehrenburg'la birlikte...

“SANIRSAM ,,

Sofya'da basılan N âzım Hikm et dizi kitaplarının 1. cildinin sunuş bölümünde Babayef, N âzım Hiktertün annesini şöyle anlattığını yazı­ yor:

"Büyük bir Türk şairi, Türk şiininâ o devir için yeni bir şiir dili ve anlayışı getiren Yahya Kemaijnamasevdalıydı sanırsam. Evde şiirle­ rini okurdu anam. Bahriye Mehtebihde tarih öğretmenimdi şair. "

"Anam Lamartin'e bayılırdı. Fransızca okurdu. Bir kere, o zamanlar Lamartin Türkçeye çâvrilmiş, bikaç şiiri de Osmanlıcaydı, anam Fransızcayı iyi bilirdi, amut'Odmanlıcayı bilmezdi benim gibi. " ı

N âzım ın yukarıya aldığım ıtrostelerinin ilk cümlesinde "sanırsam” kelimesi, bence, N âzım 'm çdkıcdebin, gizli bir dramını anlatıyor.

( 1 ) N â z ı m 'ı n b iy o g r a f ik r o m a n ın ı y a b a c a *c < ıla n ın , r o m a n d a k i k iş ile r in k a ra k t e r ­ le rin i iy i ç iz e b ilm e s i iç in , en in s e a y r ın t ıla r a d e k ö z e n g ö st e rm e s i g e re k ir. Y u k a r d a k i cü m le , a ç ı k ç a g ö rü ld ü ö ü -g i& iî F r a n s ız c a c ü m le ( y a d a A v r u p a d ill e ­ rin d e ) k u r u l u ş u n d a d ır ; s a n k i F c a n s ıa e a d a n ç e v iri g ib id ir. C e lile H a n ım , batı k ü lt ü rü y le y e t iş m iş t ir . P a r ls 't e n t ıu K m in u ş , re sim ö ğ r e n i m i g ö rm ü ş t ü r . N â - z ı m 'ı n d a s ö y l e d iğ i g ib i B au dtairiâS-ıtçb k İy i b ilm e k t e ve O 'n a h a y ra n d ır . B ü t ü n b u k ü ltü r d o n a n ım ıy la , g e rt ç ilk a d ö n e m in d e T ü r k i y e 'd e ç o k a z g ö rü le ­ b ilir d e ğ e r d e b ir k a d ın d ır . S a m r ııj ıp ıM a h y a K e m a l 'd e ve b a ş k a la r ın d a h a y ­ r a n lık u y a n d ır m a s ı n ın b ir nedeıVOclü batır k ü lt ü rü y le y e t iş m iş o lm a s ıd ır . (2 ) C e lile H a n ım , o z a m a n 4 7 y a şııa d a ıb B itM n a n / N â z ım H lk m e t 't e n , h e m e n b ütü n

a n a b a b a la r gib i, m e k t u p la r ın d a ; * ç A c a f r ; d iy e s ö z e t m e k te d lr. (3 ) " K a p a l ı ö l e c e k " d e d iğ i "C e z a e u ia d e ılia p a lıy k e n ö le c e k "t ir . (4 ) V â l â N u r e t t in V â n O .

(5 ) İ s t a n b u l 'u n b a tı kü ltü rü e t k is in d e k i k i s t i s o y l u , k im i b ü y ü k b u rju v a a ile le r iy ­ le, b ir d e o n la r a ö z e n e n g ö s t e r l$ ç l, t a k lit ç i, k ü ç ü k b u rju v a a ile le rin d e , b a n a h e r z a m a n y a p m a c ık ve s o ğ u k g e la ıv b lr a d k ıs a lt m a s ı v a rd ır. B u n la r ın a d k ı ­ s a ltm a la rı, T ü r k 'ü n M e h m e t 'i M ö rr > o ;n l?M m a 'y ı F a t o ş , A l i 'y i A l l ş y a p m a s ın a b e n z e m e z . B u n la r a d la rın ı, y a b a n c ı *ad k ıs a lt m a la r ın a ö z n e r e k , o n la r g ib i k ı ­ s a lt ın * * . N â z ı m ’m a ile s in d e ad larod ah fc ç o k k ıs a l t ılm ış b iç l m l a r ly l e k u ll a ­ n ılır: F if i, M im i, S a m o ş gibi... M ü n e v v e rle d e " M i m i " derle r.

(6 ) M ü n e v v e r, a ç l ık g r e v in e g ir d ik t e n s o n ra C e r r a h p a ş a H a s t a n e s in e k a ld ır ıla n N â z ım H ik m e t 'i, A m e r i k a n K o b b j t n d B n g e le re k z iy a r e t e d iy o r d u . N â z ı m 'ı n y e ğ e n i o la n M e h m e t A l i A y b a r i m e ş i S lr e t A y b a r , K o l l e j 'd e ö ğ r e t m e n d i ve M ü n e v v e r 'e de b ir ö ğ r e t m e n ll k r b u l m u ş t u .

(2)

İ

çinde yaşadığı dünyaya güveni olmadığı ve bir başka alem hasretini çektiği, mücerret fikir nasibine son de­ rece uzak olmasına rağmen her halinden belliydi.

Bahriye Mektebinde ona dair bir dedikodu dolaşıyordu: A n ­ nesiyle Yahya Kemal arasında bir aşk münasebeti varmış...

Yahya Kemal, benim sınıfı­ mın tarih hocasıydı ve bütün şöhretleri mektebimizin öğret­ menler kadrosunda toplayan Bah riye Nâzırı Cemal Paşanın koru- duklarındandı. Üstat, bir yıl içinde (Lösid) destanından başka birşey anlatamamış, hat­ tâ onu bile nihayetlendireme- mişti. Ağzı köpürerek büyük bir vecdle anlattığı bu destanda,

(Lösid) tam ayağını özengiye atıp eyere sıçramak üzereyken boru çalar, Yahya Kemal asker­ ce olmasına çalıştığı bir te- mennah çakarak sınıftan kaçar- casına çıkar ve öbür derste "Nerede kaldık?" diye sorup "Lösid ayağını özengiye atıyor­ d u " cevabını alınca hikâyesine yine öncesinden başlar ve hep aynı noktada, (Lösid) ayağını özengiye atarken fırlayıp giderdi.

istikameti de Büyükada... Mektebin kayıkhanesinden de­ nize nefis bir futa indirilir, Yahya Kemal onun arkasına kurulur, daha arkadaki çavuşun "al beraber kürek!"

kumanda-zım Hikmet'in annesine doğ­ ru...

Her zamanki övüngenliği ve böbürlenmeleriyle yazdığı bu ç o ­ cukluk anılarında Necip Fazıl'ın, N âzım 'a nasıl derin bir kıskanç­ lık duyduğu bellidir. Am a yine de, bu yazılardaki gerçekleri se­ çebiliyoruz. Nâzım Hikmet'in annesinin Büyükada'da oturduğu ise, bize kuşkulu gelmektedir. Yahya Kemal'in Celile Ha­ nım la arkadaşlığı olayıyla, Y ah ­ ya Kemal'in her akşam Deniz Okulundan kayıkla Büyükada'ya gidişi olayı birleştirilerek, Ce­ lile Hanım'ın Büyükada'da otur­ duğu yanılgısına düşülmüştür sa­

nıyorum. Çünkü, Yakup Kadri­ nin anılarında, Yahya Kem al'in o sıralardaki Büyükada yaşayışın­ da Celile Hanım da bulunsaydı, Yakup Kadri elbet bundan da sözedecekti. Yakup Kadri o gün­ leri şöyle anlatıyor:

"O zamanların en güzelini, en şevklisini, en şetaretlisini dostlarımız Tahsin Nahit'le eşi­ nin konukseverliği sayesinde, bi­ ze Büyükada'da yaşamak nasip olmuştur. "Tahsin Nahit'le eşi­ nin konukseverliği" dedim. Çün kü, onların Maden'deki evi hepi­ mizin toplantı yeri ve cazibe merkeziydi. Tahsin Nahit her- şeyden önce. Adalar, ada çam­ lıkları, ada mehtapları şairi ola­ rak tanınmış, hanımı ise Büyük­ ada'da doğup yetişmişti ve diye­ bilirim ki, bize Ada 'nın güzellik­ lerini öğreten, Ada'yı sevdiren de onlar olm uştu."

Yakup Kadri, daha sonra, Büyükada yaşayışlarındaki kişile­ ri de saymakta, Celile Hanım­ dan bu arada sözetmemektedir.

Necip Fazıl'ın anılarını oku­ mamızı sürdürelim:

Bu bakımdan Nâzım Hikm et'i himaye ettiği ve şairliğini desteklediği söylenirdi. Yani N â ­ zı m'ın ilk şairliği, meşhur bir şairin dürtüklemesi ve belletmesi yolundan başlıyordu.

Bizimse şairliğimiz, hamdol- sun, böyle bir desteklemeden uzaktı ve zaten ne onunki, ne de benimki, henüz yerine otura­ bilmiş ti.

Seneler sonra yakın temasım olan Yahya Kemal'le Bahriye Mektebinde, benim sanat bakı­ mından herhangi bir temasım olmak şöyle dursun, hattâ bütün bu dedikodulara karışık garip ti­ pi, dalgın hali ve kayıtsız edası yüzünden kendisine zıt tavırlarım olmuştur. Eyüp oyuncağı sarışın bebek suratlı Nâzım H ikm et'i de, çocukluğunun ilk şiir hima­ yesini anne hatırı yüzünden sağ­ ladığı fikriyle küçümser olmuş­ tum.

— Yahya Kemal intihara kalk­

mış!.. Nâzım Hikmet'in annesi yüzünden!.. Zehir içmiş!... Teda­ videymiş!..

Nihayet Yahya Kemal çıka­ geldi. Sınıfça, kendisine bir mu­ ziplik yapmak için tertibat almıştık. O, sınıfa girince, müt­ hiş bir "b a k !" kumandasiyle ayağa kalktık. Yahya Kemal, şaşkın ve perişan, câli bir hey­ betle "otu runuz!" emrini verdi. Herkes oturdu, ben ayakta kal­ dım.

— Ne istiyorsunuz, niçin otur­

muyorsunuz?

— Sınıf namına maruzatım var!

— Buyrunuz!

— Kirbit suyu içerek intihara kalktığınızı duyduk. Sınıfın tees- sürlemi bildiririm.

Yahya Kemal öfkeyle yerin­ den fırladı, karnesini çıkardı ve

MPOT fitil ■ ■

X - .V W V A V .V ,

m

1

m

J

# •

_

N â z ı m H ik m e t , 1 9 5 3 ’de B u lg a r is t a n 'a g it t iğ i z a m a n , B u lg a r P io n ie r 'le r i N â z ım 'a , ü stü n d e k e n d i re s m i d o k u n m u ş o la n b ir k ü ç ü k h a lı h e d iy e e t m iş le rd i. B u h a lı o z a m a n d a n b eri, N â z ım H i k m e t 'i n M o s k o v a 'd a k i e v in in b ir o d a d u v a r ın d a a sılıd ır.

siyle Büyükada'ya doğru süzü­ lürdü. Büyükada'da oturan

Nâ-Nâzım Hikmet'in biyografik romanı yazılırken

annesi Celile Hanım'a büyük yer vermek gerekiyor

(ç )le ri (j) diye telâffuz ederek "Aaıanlatılanlara bakılarak, kültürlü, sordu: bilgili, söyleşisi tatlı, aydın,

Is-— Nümeronuz kaj? tanbul'un en güzel kadınlarından — 1054... biri olan ressam Celile Hanım'ın,

— ■ çocuklarına düşkün iyi bir anne

Ve hakkımda "silk i celil-n üh0İdu6U söylenemez. İşte burada. askeriye zıt edep ve terbiye""a yN âzım 'ın çocukluğu üzerine, V â suçundan müthiş bir rapor i ya -ü ylâ 'n ın yazdıklarını bikez daha .zıp kumandanlığa verdi. ; anımsamalıyız:

Bahriye Mektebinin saatlauMn

girilen "kodes" isimli tahta dola- oio Nâzım 'm annesi Celile bında galiba birkaç saat kaldım. ortist tabiatlı, bohem

ya-Mütarekeye bir yıl kala komü--âsı\9aytşı seven bir kadındı. Bu nizm İhtilâli patlak vermiş,

Mü-

i\tyüzden Nâzım Hikmet bakımlı tareke olmuş, Bahriye Mektebi- :<\ ue Ö" yetiştirilemedi. (...) Hafi­ nin haşmet devresi kapanmış, ,w ızası da zayıftı; Nâzım 'ın zekâ- Nâzım Hikmet mezun olmuş vesrs f l 8eÇ gelişmiştir. Çocukluk yaş- biz harp sınıflarına geçmiştik. & \lannda bir uyur zekâsı vardı. Edebiyat âleminde Hececiler tü--Xs\ Nâzım, oniki yaşından önceki remeye başlamış ve Nâzıfn 'm ¡m' ¡hayatını pek hatırlayamazdı bi-şiirleri, mecmualarda. Faruk'•Na- aYfe- ( ... ) Derslerde ve oyunlarda fiz, Yusuf Ziya, Orhan Sdyfi, ¡'^¿parlak bir çocuk olmadı. Dur- Halit Fahri, Vâlâ NureddinÜm--sK41undu."

zaları arasında yer almış bulu- uiu

nuyordu. "Bu Dünyadan Nâzım

Geç-(.... ...) t i" adlı kitabından:

Asıl Nâzım, onun Rusya'danısab’ "Hafızası zayıf olup eski gün- döndüğü ve Babahyet baskın r e le r le uğraşmadığı için, çocukluk verdiği 1928 sularında başlar. hayatına dair hemen hiç

hatıra-Necip Fazıl’ın bu anılarındasbnsı yoktu. Bir amnezi geçirmiş N âzım için daha başka yazdık- nihf belleğini yitirmiş) gibiydi. " lan, kıskançlık etkisiyle küçüm- rnü

seme ve aşağılamalarla doludur. ıub Belleğin, hoşlanmadığı anıla- N â zım ’m biyografisine yararlı¡1 if.ı n reddedip sildiği, unuttuğu küçük bir yanı bile bulunsaydı,,ıby bilinen bir kuraldır. N â zım ’ın, bu küçümseme ve aşağılamaları-ıslı biyografi romanı yazılırken, ço- bile buraya aktarırdık. Am a b i-id cukluğunu neden anımsayama- yografim iz yönünden işim ize y a -s y dığı üzerinde durulmalıdır. Bana rar şeyler değildir. kalırsa Nâzım , çok mutsuz ge­

çen çocukluğunu, elinde bile Nâzım Hikm et'in biyografik De: olmadan, silmek, unutmak isti- romanı yazılırken, o romandabnıyordu. Ondört yaşma dek süren annesi Celile Hanım'a büyük) üy i bu acı mutsuzluk, Deniz Harp yer vermek gerekiyor. Çünkü Cm O ¡Okulunda yatılı öğrenci olmasıy- lile Hanım'ın, yaşamındamf.bıla bir oranda azalmış olabilir, sunduğumuz şu küçük bölümler-ıoin Çünkü yatılı öğrenciyken evinde

le bile, N âzım 'm kişiliğinin olu şu; Ic çok az bulunuyordu, masında büyük etkisi olduğu gö->y ı

dilmektedir. Bir erkek çocufejuaıu ı p m y a L ua daha küçük yaşından delifcanlıblıin *

flKIfl.

l a f l y a ğınm başlangıcına dek, çok sev*}« ___________________ diği annesinin, Cemal Paşaş?sc

sonra da Yahya Kem al'le, dedîbeb kodulara neden olan yakın arkaoiııs daşlıklarını duyarsa, görürse, bici ,f lirse, elbet bunların etkisinde ka>?i 9 laeak ve kişiliği bu etkilerle o t a io şacaktır. H iç kuşkusuz, şıç

Kemal Nâzım'm affı

için imza atmamıştı

(3)

YAHYA KEMAL FAŞİST ORTAMA UYUP NÂZIM'IN AFFI İÇİN İMZA ATMAYINCA

Vanû Yahya Kemal'e "N e o benim

cenazeme gelsin, ne ben O'nunkine

giderim..,, diye haber yollamıştı

N âzım Hikm et'in biyografisinde ikincil kişi olarak, Yahya Kem al'in ço k önemli yeri olduğun­ dan O ’nun üzerinde de durmak gerekir. Yakup K adri'ye göre, Celile—Yahya Kem al aşkı, C elile’yi "yürekler acısı perişanlığa", Yahya Kem al'i de "karasevdaya" düşürmüştü. Yahya Kemal, Canan dediği Celile Hanım uğruna canına kıymalara bile kalkmış, en güzel aşk şiirlerini de O'nun için yaz­ mıştı.

1948'den sonra, Celile Hanım'da büyük bir ana­ lık sevecenliği, analık özverisi görüyoruz. A rtık gözleri görmeyen, yaşlı bir kadındır. Boynuna, oğlunun a ffı için yazılar bulunan bir büyük levha asmış, Galata Köprüsünün Karaköy başında gelip geçenlerden N â zım ’ın affı için imza toplamakta­ dır. Şim di, Halil Vedat Fırath'nın bana anlattığını bikez daha anımsayalım:

"Ben üniversitenin Türkoloji bölümünde oturu­ yordum. Yahya Kemal geldi. Dehşete düşmüş bir halde ve iğrendiğini belli ederek şöyle dedi:

— Canan'ı gördüm. Köprüde boynuna yafta

asmış, imza topluyordu. Aman Yarabbi! Hortlak gibi olmuş, sanki mezardan çıkmış... Hortlak! Hemen kaçtım ordan!"

işte Yahya Kemal!

Ç ok şaşılası şeydir, nasıl Celile Hanım'ın evini barkını, kocasını, çotuğunu çocuğunu bırakıp büyük aşkı Yahya K em al'le bir yuva kurmak iste­ yişi, Münevver'in N â zım la yuva kurmak isteyişine çok benziyorsa, tıpkı bunun gibi, Yahya Kemal'in, en güzel aşk şiirlerini O'nun için yazdığı yaş­

lanmış Celile Hanım için söyledikleri de, N âzım 'ın en güzel aşk şiirlerini yazdığı kadınlardan biri için söylediği sözlere benzemektedir. N â zım ’m sözleri Yahya Kem al'inkiler kadar ağır değildi; çünkü o hanım, Celile Hanım kadar yaşlanmamıştı.

Nâzım Hikm et'in a ffı için imza toplanırken, Yahya Kemal bu imzayı da vermemiştir.

V âlâ Nurettin, "B u Dünyadan Nâzım G e ç ti" adlı eserinde, Yahya K em al'le olan çok sıkı dostluk ilişkilerini anlattıktan sonra, şöyle yazm ış­ tır:

"... Yahya Kemal'le bütün bu iyi ilişkilerimize

rağmen darıldık. Çünkü Nâzım 'm affı için do­ laştırılan ve üniversitemizde olsun, Bâbıâli'de olsun pek çok aydınların imzaladıkları dilekçeye imzasını koymadı. Hayrettir: Faşizmin bulutu O'nun da yüreğine çökmüştü. Nâzım'ın affolma­ sını istemediği için değil, faşist havaya uyduğu için imzasını esirgedi. Oysa o günlerde Yahya K e­ mal'in imzasının çok önemi vardı.

Kendisine haber gönderdim: "Ne o benim cena­ zeme gelsin, ne ben O'nunkine giderim"dedim.

Madrit'teki ilişkilerimiz ve daha önce, daha

sonra uzun yıllar devam eden dostluğumuz bana

bu hakkı vermişti.

Nitekim, gitmedim cenazesine..."

N âzım 'ın biyografik romanı yazılırken, üstünde ençok durulması, yaşamının incelenmesi gereken kişi, N âzım 'ın kişiliğinin biçimlenmesindeki etkisi bakımından, annesi Celile Hanım 'dır. Celile Hanım için, en ayrıntılı bügileri toplamamız gerekiyor .

Daha önce de söylediğim gibi, Nâzım 'a değgin

her belgeyi nasıl topluyorsam, O'na değgin anla­ tılan, duyduğum anılan da hemen yazıp Nâzım Hikmet dosyasına koyuyorum. Şimdi bu dosya­ lardan birindeki notu olduğu gibi aktanyorum:

"Melih Cevdet Anday şöyle anlattı:

— Denizaltıda ölen denizci ağabeyimle bigün

Kadıköy iskelesine giderken Celile Hanım 'la karşı­ laştık. Kardeşime, "Nâzım Hikmet'in annesi!" diye tanıttım. Bunun üzerine Celile Hanım öyle bir kızdı k i.. "Ne münasebet!" diye bağırdı, "Beni tanıtmak için Nâzım Hikmet'in annesi olduğumu söylemek mi gerekli? Ben, ressam C elile'yim !"

Şim di yine dosyamdaki notumu okumayı sür­ dürüyorum:

"Dostlarımız bizdeydi. Evimizde, Türkân ve Sadi Gençerler, dostum Emin E liç in le eşi Asiye vardı. Nâzım üstüne konuşuyorduk. Melih'in bana anlattığı olayı onlara aktararak, buna pek şaştığımı söyledim. O zaman Emin Eliçin de şunu anlattı:

"Galiba 1940 yılındaydı. Ankara'da Güzel Sa­ natlar Genel Müdürlüğü'ne' gitmiştim. Genel Mü- dür'ün yanında Celile Hanım 'ı gördüm. El sıkışıp hal hatır sorduk. Biraz oturup Genel Müdürle konuştuktan sonra ayrıldım ordan. Celile Hanım da benimle birlikte çıktı. Yolda bana, "Aman Emin Bey, Genel Müdür'ün yanında Nâzım Hik­ met'in annesi olduğumu söyleyeceksiniz diye o

kadar korktum ki... İy i ki bundan bahsetmediniz" dedi. Ben pek şaştığım için "Neden?" diye sor­ dum. "Avrupa'ya resim tahsiline gönderecekler, ben de bunun için başvurdum... Nâzım H ikm etin annesi olduğumu öğrenirlerse göndermezler de..." dedi. O zaman, Celile Hanım, herhalde altmış yaşının üstündeydi "

Celile Hanım'ın 1947 ve özellikle 1948'lerden sonra, N â z ım a aşın düşkünlük g ö s t e r d i ğ i n i g ö r ü y o r u z ; . Olaylara bakarsak, Celile Hanım, N âzım 'a karşı o eski ilgisiz kadın değil, ç o k seve­ cen, çok özverili bir annedir. Oğlu için katlanma­ dığı eziyet, yapmadığı özveri kalmaz. Oğlu için içi yanmaktadır. N âzım 'ın affı için çırpınır durur. Avukattan avukata koşar. G özleri de görmemeye başlamıştır, körleşmektedir. Nâzım yalnız kal­ masın, O'na yakın olsun diye Bursa'ya yerleşir. Oysa o yıllarda eşi Pirâye, N âzım 'ın bütün yalvar­ malarına, yakarmalarına, üstelemelerine, aracılar yoluyla ricalarına karşın, İstanbul'dan Bursa'ya N âzım 'ı ziyarete gelememektedir. Anne Celüe Hanım, oğlunu niutlu edeceği düşüncesiyle Münev­ ver'in N âzım '» ziyaret etmesi için çabalar göster­ mektedir. Zaten gelini Pirâye'yi de sevmiyordun Daha önceleri N â zım ’a b içok kez, P irâye'yle nasıl evlendiğine şaştığını söylemiştir. (N âzım , an­ nesinin bır^sözlerini Moskova'da iki kişiye söyle­ miştir.) En sonunda, gözleri iyice görm ez olunca, ç o k yaşlılığında, boynuna oğlu için af bildirisi yazılı levha asıp, Galata Köprüsünün Karaköy başında günler boyu dikilip, ordan geçenlerden, N âzım 'ın a ffı için imza toplamaya çalışmıştır.

Oğluna olan davranışları bakımından, Celile Hanım'ın gençliği, orta yaşlılığıyla, yaşlılığı arasında büyük aynm görülmektedir. Burda ro­ mana, romanın < yorumlarına gereksiniyoruz bunu anlamak için. Bir romanın getirdiği yorum, ister istemez yazarının öznelliğini taşır ve bu yüzden tartışılabilir. Bu nedenle hiçbir yorum, kesin bir yargı değildir.

Benim yorumuma göre, oğluna o ilgisiz anne­ nin, hatta oğlunun geri toplumca beğenilmeyen büyük ününün altında ezüdiği belli olan annenin, sonradan oğluna bu aşın düşkünlüğü, oğlu için giriştiği yürekler acısı özveriler, çabalar, artık oğlu Nâzım 'dan başka dayanağı kalmayışmdan- dır. Artık, ne kocası Hikmet Bey vardır, ne uğruna canına kıymaya kalkan, Türkiye'nin en ünlü şairi Yahya Kemal vardır, ne ortalarda hayranlan vardır, ne gençliği, ne güzelliği kalmıştır, ne de dünyaya ününü duyuracak bir ressam olm a umu­ du... Ortalama-, :;tnradan bir ressam olarak kal­ mıştır. O'nun ancak bitek dayanağı vardır bu yeryüzünde: Çocuktan... İşte böylece, çok yaşlı­ lığında Nâzım la ilgisi artmış, oğlu için aşın ö z ­ verilerde bulunmuştur.

YAR/NtfCelile Hanım 'm

Müzehtoer'e m ektubu

1 9 5 1 y ıl ın d a N â z ım H ik m e t v e P a b lo N e r u d a M o s k o v a 'd a b ir o k u l d a ö ğ re n c ile r a ra sın d a

V

/

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın &#34;Uluslararası Terör ve Gençlik&#34; adlı yayınında, Agop Di- laçar, adı anılmadan &#34;Özel olarak

Nine apansızın ölüp varı yo ğu ka­ panım elinde kalınca baskısız kalan Sadi, K avuklu H am dinin orta oyun­ larında, Şevkinin tiyatrosunda aktör lüğe

A number of independent practice tasks can be suggested for the client following the first consultation, for example, collection of stuttering severity scores during everyday talking

BEN DE FOTOĞRAFINI ÇEKİYORUM — Sami Güner’e göre Yunus Emre’den Tlırgut Uyar’a şairler, insanın ve doğanın şiirini yazıyor, kendisi de fotoğrafını

birlerini pencereden, kapıdan göre göre birbirlerine gönül verdikten son ra mektuplaşmağa girişmiş, bundan bir müddet sonra daha ötelere gittik leri halde

Tablo 8: "Türk iĢletmeleri yabancı sözcük içeren marka adını dıĢ pazara açılırken tercih etmemelidir." Fikrine Katılma Düzeyi Türk işletmeleri yabancı sözcük içeren

Kassing ve Avtgis [11], içsel kontrol odağına sahip çalışanların orta derece ya da dışsal kontrol odağına sahip çalışanlardan daha fazla açık muhalefet

İnsanlığın başlangıcından bugüne değişime uğrayan doğada görülen farklılıklar, değişen toplumsal değerler ve doğa insan ilişkisi ve sanat- sal