I
S O H B E T L E R
G E N Ç L İ K
Í
Churchill demiş ki:
— İktisadî me|eliier, siyasî işle rin tamamiyle .aksine, millî irade ile halledilemez, Kanseri oy çoğun luğu ile tedavi edemezsiniz. Kanseri tedavi edebilmek için devasını bul mak lâzımdır. |
1832 de İngilterede yeni seçim kanununa dair tartışmalar alıp yü rüdüğü vakit, Sidney Smith de de mişti ki:
— Sokakta, kahvede, parlamen toda, üniversitede, her yerde seçim kanunu konuşulmaktadır. ».Kanun çıkar çıkmaz kızlar koca bulacak larını, analar gündeliklerinin -üç misli artacağını, kolej talebe! mekteblerden lâtincenin kalkacağı nı, kötü şairler de artık şiirler okunacağım sanıyorlar.
1832 den 1932 ye kadar etti yüz yıl, 1932 den 1951 e kadar da 19 yıl, demek ki yüz on dokuz yılda İngiliz demokrasisi, Churchill’in kolay ca katılıverdiğimiz bir tenkid
bulunmasına elverişli olmaktan
kurtulmamıştır. Biz ise henüz el kaldırma ile talebeye sınıf geçirt mek, veya İstanbul gibi bir şehri, hekimsiz bırakmaktan pek az fark ile, «şehircisiz» bırakmak, bir liste ¡içinde bir meclise seçildik mi, ken
dimizi sadece halk iradesinin şah lanmış at üstünde zırhlı heykeli gibi değil, ilimdir, sanattır, musikidir, kültürdür, ne kadar anlamadığımız, bilmediğimiz, görmediğimiz ve duy madığımız şey varsa hepsini, eski anayasa kelimesi ile, bu irade için de «mündemiç» zannetmek devrin deyiz. 15 mayıs sabahı artık vergi vermiyeceklerine, trene biletsiz bi
leceklerine, fiatlarm, eski iktidar le beraber yuvarlanarak, yere se rileceğine inananlar az mı idi? Eee... Ünümüzde bir asır on dokuz yıl nühlet var. Elbette o güne kadar ıvukat olup belediye meclisine se- jilmenin mimarlık işlerini, çiftçi o- up Millet Meclisine seçilmenin mu siki meselesini halletmeğe kâfi ol- nadığım öğrenmiş oluruz. Gerçi bunun ufacık bir şartı da var: Dö nen dünya üzerinde durmadan ileri koşan milletler, emikleme arabası na konup dört yanı bağlanan süt çocuğu gibi, bizi bir asır on dokuz yıl kadar bir köşede unutmalı, Tür- kiyeyi ilk hicrî asır prensiplerine göre mi, yoksa yirminci milâd asrı nizamlarına göre mi idare etmek doğru olacağına dair hemen hemen yüz elli yıldanberi sürüp gelen tar tışmalarımızı bir o kadar daha
devam, ettirmekliğimize meydan bı rakmalıdırlar. İskolastik üniversite le, orkestra fasıl çalgısı ile, poligami nedenî kanunla, üfürük ve muska ıb ve lâboratuarla, el ense, yaka paça, eller kalktı mı yediden üç çı- cınca altı kalarak, kalkmadı mı şi ir bile kalmıyarak, ben konuşma, dadir başyazı, Doğan fıkra, ve
ki-r
Yazan
L
Fatih Rtfkt A tay
mimiz soldan sağa, kimimiz sağdan sola yazarak, kasketin güneşliği a- caba yüzü mü yoksa boyun arka sını mı korumak içindir, anlaşa- mıyârak, bazımız bir de kulak ve yanak taraflarını tecrübe etmemiz doğru olacağını söyliyerek, safâ sü rüp gideriz.
Hani bu hâlimizi mümkün olup da bir eğlence sistemine, meselâ
andomima tulûatçılığı gibi yeni p u ş olanların ervahçılıktan hemen bir «aMöta çevirebilsek, hiç çşllş- vazgeçeceklerine şüphe mi
edersi-ı edersi-ı £ L ı__ı _____ j . r c ; ; ,
mamıza da lüzum kalmazdı. Tür kiye gümrüklerinin kapısını, meş hur filmler gösterildiği zaman si nema gişelerinde olduğu gibi, tu-
st akınları önünde ıkide&bir ka le, hattâ giriş vizelerinizi al tından karaborsaya aktararak bir de o yoldan döviz kazancımızı art tırmak çaresini bulmuş olurduk.
Gelin .de osmanllcaya söyleme: bu ne «teş«#ü(fji tür; Tanrım! rab saçı, m edeniytev^nRlmir da valarımızın karşılığı yanında, kadi fe tüyü gibi bir şey...
— Kaldır elini, dostum!
Merak etme, üstünü başını an- yacak değilim. İhtisasın lüks oldu ğunu bir oy fazlası ile isbat etmiş olacağız. Lüks olmasa bizim bütün attıklarımızı Amerikalılar kapışır mı idi?
İstanbul gazetelerinden birinde okudum. Bir Konya gazetesi, büyük başlıklar >1 tında, şu haberi vermiş: Mevlâna Kore hareketlerini uzak tan uzağa takib ediyormuş. Yıldö nümünün kutlanmasına kadar sab retmiş. Teren bitince ufak bir ha zırlık yaprak doğru Koreye git miş. Rüya değil, havadis, gündelik gazete havadisi bu... Belki de Bir leşik Milliler ordularının deniz kıyılarına doğru inişleri kendini karşılama! içindir. Ne olurdu, Si nan da S leymaniyehin köşesinde
uyumaktan ve bu şehri ne hale ge tirmiş olduğumuza kızmaktan bıka rak, bir sabah imar bürosunun ba şına geçivermiş olsaydıl
Havadisi nakleden İstanbul gaze tecisi, inkılâblarımızm uğradığı a- cıklı hale bakarak,
— Bari bize de Atatürk gelse! diyor.
Arkadaşımızın bu dileğini
duy-niz?
İlk dünya harbinde ihtiyat za bitliği imtiyaz gibi bir şeydi. Bin lerce gene, Harbiye Mektebine top lanmıştık. Gelenlerin yüzde yetmişi
« e l i idi. Onlar da bizim gibi 6k tahsilli sayıldığından mek tebin başında bulunanlar bu kala balığı ne yapacaklarını şaşırmışlar- *dı. Bir gün komutanlardan birinin aklına gelmiş. Hepimizi avluya top ladı:
— Oturunuz yere, kuma: verdi. Otuıduk. İrotihaı^|^fekmışız. Yüksek tahsilli,' olup, o^rfiadiğımızt anlamak için kimVadfm mı, cebir den mi, tarihten mi S soracaklarım düşünüp dururken, b iz i kara cüm leden bile değil de, imlâda! sigaya çektiler. Beş on satırlık b il yazı dikte ettiler. Ertesi gün yarıTTaH* fazla azaldık. Meğer medreseden gelenlerin çoğu yazmak bilmezler miş. Ama okumak? Fırsat çatıp da tenvinli bir selâm çaktılar mı, A - tatürk inkılâbları da İçinde olmak üzere, bütün Tanzimat devrinin ru huna fatiha bile okuduklarını gör müyor muyuz?
Yeniden bir imlâsızlar kalabalığı ortalığı bürümüştür. Üniversite ses çıkarmağa kalksa bolşevik, ilim du dağını oynatsa zındık, Churchill’ın İktisadî meseleleri ne demek, bir el kaldırışta sanat, bir el indirişte kül
tür davalarının içinden çıkıveriyo- ruz. Şimdi o birinci dünya harbi
kumandanını karşımızda bulsak,
ekseriyet-i-ârâ ile ekmek kelimesi nin nasıl yazılacağını ona gösterir dik!
Bu konuşma da biraz ağır kaçsa bile sizinle bir mesele üzerinde gö rüşmekliğime müsaade eder misi niz? Bildiğiniz gibi bizde «hükü metin manevî şahsiyetine hakaret etmek» suçu vardır. Aldoğan o va kitler henüz hukukun bu faslına gelmemiş olacak ki bir gün kür süden Bakanları süzdü, süzdü,
— Canım efendim' bu bizim Fuad Sirmen, şu da bizim Kemal Satır... Bunların maheVî şahsiyeti de ne demek? diye haykırarak bir hayli «kapaklandı» idi. (1)
Belki teşriî vazifesi bittiğinden- beri vakit bulup bu küçücük İl mî eksiğini de tamamlamıştır.
Sorarım size: İrtica sinerek ni zamlar ve tesislerimiz yenilendiğin- denberi garb âleminin eski hükmün den kurtulmuştuk. Batı Medeniyeti sınırlarını örten Asya içerlerine doğru götürmüş olmakla övülüyor ve övünüyorduk. Tenkidciler bir kim tezad ve kusurlarımızı gör- bile, bir gün bunlardan eser Hj^^b'acağma inanmışlardı. Artık bize ğısyalı ve geri demiyorlardı, bir hızla kurtuluş yolunda imizi söylüyorlardı. Şark de bir «Türk mucizesi» ya- iddiasında idik. Bugün her e yeniden gerilediğimiz ve As- yalılaştığımız şüphesini uyandırdık. Bu şüpheyi yaratanların topunu birden «milletin manevî şahsiyetine hakaret etmek» suçundan mahke meye vermek çaresini bulamaz mı yız?
Milletin manevî şahsiyeti, kendi hükümetinin manevî şahsiyetinden daha ehemmiyetsiz değildir ya... Bir takım yayınlarda öyle şeyler oku yoruz ki vaktile Dalaylama’nın mem leketinde bile çıksa, acayibimize gi derdi. Hind kitabında yazdığım bir takım sayfalan düşündükçe yüzü mün kızardığını hissediyorum. 1942 de Lahor’da o kadar aykın, o ka dar tuhaf bulduğum şeyler, 1950 de Türkiyede duya duya kulakların alıştığı, okuya okuya akılların yat tığı «behîhî» 1er sırasına girdi. O- nun için «inkılâb ve gençlik» ha reketini pek yerinde buluyorum.
Biz gerçi iyimserliğimizi arttır mak için başımızı gövdemiz kadar büyülten dev aynası kullanmışız. Bugün de gövdemizi çocuk başı kadar küçülten bir cüce aynası kar şısindayız. Hiç olmazsa tabiî nis- betlerimize dönelim. Türkiye, ne eski inkılâb edebiyatında zorladığı mız kadar ileli idi, ne de bugünkü irtica edebiyatının gösterdiği kadar geridir. Türkiye, Tanzimat devrin- denberi, en yüksek medeniyet ve kültür seviyesindedir. Bu seviyeyi de en başta, sayıları 19 uncu asır sonunun ve 20 asır ilk dekadmm garblı Türklerinden misillerce faz la, misillerce daha şuurlu ve azimli olan gençler temsil etmektedirler. Gencloı bundan da fazla, Türkiye- nin hayatiyetini temsil ettiklerini hatırlamalıdırlar. Doğrudan doğru ya halka gitmelidirler. Halk ile
kendileri arasındaki karakuvvet
perdesini yırtmalıdırlar. Onlar po litikayı geçim ve nüfuz esnaflığı de ğil, ideal savaşının silâhı olarak kullanmalıdırlar. İnan. inandır. Gençlik inanıyor mu, işte mesele!
(1) Sıra kapaklarının gürültüsü-« ne tutulmak manasına!