> t Q ' - ' t *
V ' .
J.V l* <JU.tr
O
C ^ y '¿»
inin arm adanı
Ruşen EşrefEdirnenin en belirtili çizgile ri bile kurşun renkli bir hava
i-çinde toptan bir buğu silintisi halinde gerilerde kaldı. Şimdi her yanda Trakya ovasının kör
pe yeşertisi.. Bu nemli enginli
ği sarı bir yol ikiye bölüyor. Bir ufku bir ufka bağlayan o yol da otomobiller ardaHa koşuyor. Eskiden Edirne düzlüklerini bir
kaç konakta aşan ağır gıcırtılı
ve oynak binekli kervanlara hiç
benzemeyen bu hız mevkibi ara sıra duruyor. Çünkü saz örtülü köy damlarının üstünde çevre ler gibi savrulan dumanlarla bir likte bir küme kadın erkek bay raldar, mendiller sallayarak , “Yaşa Gazi baba,, diye bağıra rak, el çırparak onu karşılayor. Saatlerdir, belki de günlerdir o-
nun yolunu gözleyen bu insan lar, onun otomobilini çevre ku ratıyorlar. İçlerine sığmayan se vinci ovanm uzaklarım kapla yacak hızdaki haykırışlarla da kikalarca anlatmağa çalışıyor lar. Herkes, yıllardır şanını duy duğu büyük adamı bir defacık olsun gözü ile görmek dileyor. Onun için, geride sıkışmış kal mış yaşlı başlı adamlar, sırtla rından gocuklarım atarak biri-birinin omuzuna sıçrayor, gözü ona ilişen: “Gördüm,, diye öte kine müjdeliyor, “Sen de gör, te c sarışını,, diye yerini komşusu na veriyor. İhtiyarlar: “Var ol”, “Babamız sensin,, diye onun sır tını sığayor; kadınların kimi se-^ vinç yaşı döküyor, biri: “Ben de bağırdım,, diye gülerek yüzünü ötekinin omuzuna kapayor, öte ki : “Ben de niyet ettim., di ya, önüme kalbalık üşüştü,, diye hayıflanıyor.
Bu insanların gözü o kadar ondan başka bir şey görmüyor ki, davarlarım, sığırlarını kendi hallerine bırakmışlar, onlar kö yün kulübeleri eşiğinde, saman lıklan önünde istedikleri gibi başı boş dolaşıyorlar.
Bu ilk hızm sonunda derin bir sessizlik oluyor. Kendisi konu şuyor, hallerini hatırlarım so ruyor; ihtiyaçlarım, dileklerini dinleyor. E n dili dönenler de, en söz beceremeyenler de gön lünde ne varsa söyleyor.
O gün Edimeden Baba Eski ye kadar her köüde ayni sevinci öbek öbek görüyoruz: Şimşek gibi beliren Gazinin etrafında
! halkın, gök gürültüsünü andı-| rır çoşkunluğu.. Sonra derin ses I sizlik, açık görüşüş..
Milletine yar olan büyük ada mın, köylü ruhlarma varıncaya kadar canda nasıl köklü ve özlü yer tuttuğunu kendi gözleri ile görenler bile adeta bir şairin destanında bir efsane kahrama nının tasvirini okur gibi hayret te kalıyorlar. Hele Abalar kö yündeki o sahne!..
Ovaya akşamın alaca karanlı ğı çökerken Abalar köyüne va rıldı. Orada kendisine şunu sun dular: Erguvan renkli bir yaz ma yemeninin içinde gelintelle ri ile donatılmış, üstüne de ikisi beyaz bir kırmızı kâğıttan üç gül koncası konmuş bir karpuz!. Bunu ona köyün en yeni geli ni verdi.
Geçen yaz kendi bostanmda yetiştirdiği bu karpuzu güveyi sofrası için saklamış, Gazinin
oradan geçeceğini duyunca o gün kestirmemiş; bu yazma, düğününde başına koyduğu ye meni imiş, bu telleri de o gün takınmış. Eşi ile ilk yemeğinde bile bölüşmeğe kıyamadığı o mevsim aşırı nadir şeyi, ömrü nün en mutlu deminin yadigâr larına sarmış ve hünerinin kon caları ile süslemiş, şimdi köyle rinin en büyük misafirine ikram ediyor. Sevincin ve samimîliğin
bundan daha candan geleni o-lur mu? Bu temizlikte bir sev giyi, bu incelikte bir saygıyı en kuvvetli bir hayal bile tasavvur edebilir mi? Köylü Türk kızının Mustafa Kemale ruhunda ne mâna verdiğim bundan tabiî an latan bir hareket olur mu? Kah ramanla milletini biribirine bağ layan bu erişilmez kudretin sır rı nedir? Bu, bir ırkın, benliğini koruyup kurtaran büyüğüne bir tapışı değil midir? O köylü kı zın düşündüğü ile, onun hediye sini masasının süsü ve belki de büyük emeğinin bir küçük, fa kat yürekten doğma mükâfatı olarak Istanbula kadar getiren Mustafa Kemalin düşündüğünü sezip anlatmak kolay değildir. Yaşatan kuvvetle yaşatanı se ven kuvvetin biribirini ne yakm dan duyduğunu bu armağan en uzun tahlillerden çok daha ma nâlı bir İçtimaî ders halinde an latmıyor mu?.
Ruşen E Ş R E F Taha Toros Arşivi