• Sonuç bulunamadı

Doğan Avcıoğlu ve aydınlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Doğan Avcıoğlu ve aydınlar"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

'O i s

6

SİY A SE T 8 5

D oğan A veıoğlıı v e ayd ın lar

C.

y

az benzemektedir. Sonradan kabahat “ Meni

D oğan Avcıoğlu’na göre “büyük kaytarıcılık” günümüzde de sürmektedir. Avrupa

Konseyleri, parlamentoları ve sosyal demokratlarının şemsiyeleri altında Tanzimat

günlerinden beri meslek edinilen “Avrupalılık” davası yürütülmektedir. Bizim gibi

ülkelerde “ölme de sürün” modelidir bu.

HİKMET ÖZDEMİR

Bu yazıda amacım, 4 Kasım 1983 günü yitir­ diğimiz siyasal düşünce ve eylem adamı Doğan

Avcıoğlu’nun, yayımlandığında dönemin koşul­

larından olsa gerek, pek fazla yankı uyandırma­ dığını sandığım bir makalesindeki (*) görüşleri aktararak, onun, Türkiye aydınının yaşam se­ rüveninde varolduğunu iddia ettiği bir olguya dikkat çekmek.

Sözünü ettiğim makalenin bir başka önemli yanı, Avcıoğlu’nun ölümünden yirmiiki ay ön­ ce yayımlanmış olması. Kanımca, Doğan Avcı- oğlu’nuıy siyasal düşüncesini, yurt ve dünya olaylarına bakışını belgeleyen bir “ veda bildi­ risi” . Başta aydınlar konusu olmak üzere, yü- zelli yıllık Türk siyasal yaşamının kritik ilişki­ leri ve dönemleri tartışılıyor. Her makalenin bir öyküsü olur mu bilemiyorum. Fakat bunun var, şöyle: Ahmet Say, Doğan Avcıoğlu’na bir mek­ tup yazarak, Şair Eşref’in yaşadığı tarihsel dö­ nemi anlatan bir yazı yollamasını ister. Doğan Avcıoğlu Ahmet Say’a ilişkin ‘Eşref ve Zamanı' konusunda kalem oynatma gücünü kendimde görmediğimi bildirmeye niyetlendim. Kaytardığımı sanacaktı, sansın dedim. Sonra ‘kaytarma’ üzerinde düşünmeye başladım. Tür­ kiye aydını, dün de bugün de sürekli kaytarıyor gibi geldi bana" der. Hem Eşref’in dönemi,,hem

de bugün için anlamlı olacağını düşünerek bu ,aytarma’’nın öyküsünü yazmaya karar verir.

★ ★ ★

Bu öykü, Türkiye aydınının çağdaş öyküsü­ dür. AvrupalIların Boğaz’daki hasta adamı dil­ lerine doladıkları günlerden başlamaktadır. Ba­ bIâli’nin tercüme odasından yetişme ilk Türk ha­ riciyecileri, hasta adamı iyileştirmek için çare­ ler aramaktadırlar, önlerindeki ilk örnek: Av­ rupa ve özellikle İngiltere’dir. İngiltere kurumlarmı hayranlıkla izlerler. Bu kurumlan Türkiye’ye getirmeyi düşlerler. Çünkü hasta adamın, eğitim, maliye, idare, ekonomi, asker­ lik vb. gibi her alanda köklü reformlara gerek­ sinimi vardır. Doğal olarak Batı kurumlan ör­ nek alınacaktır. Fakat çok kötü birşey olur,

“ kendi gücüyle reform yapmak ve kendi halkı­ na dayanmak yerine AvrupalI sefirlerin koltuk değneği ile Avrupalılaşmaya kalkan ilk Batıcı ay­ dınlanınız, kısa sürede sefirlerin emir kulu durumuna" düşmüşlerdir. Bu yolla “ yabancı- lann lehine Türk milleti aleyhine vasıta rolünü benimsemiş bir yönetici zümre” ortaya çıkar.

Önde gelen Paşalar, zaman zaman öteki devlet­ lere de göz kırpmayı unutmamakla birlikte, Fuat ve Âli Paşa Fransızları, Reşit Paşa İngilizleri seç­ miştir. Mahmut Nedim Paşa Ruslara yaslanmış­ tır. Sonraları kâmil Paşa bütün kariyerini “ İn-

gilizler benim sözümü dinler” sloganına dayan­

dırmıştır. Rüzgâr, Almanlara dönünce, daha Konya Valililiğinde Alman Büyükelçisinin gö­ züne girmeye çalışan Ferit Paşa, uzun yıllar de­ ğişmez sadrazam olmuştur.

Nüktedan Fuat Paşa, Batılılaşma yolunda se­ faretlere kapılanmanın gerekçesini filozofça açıklar. Fuat Paşa’ya göre: "Bir devlette iki kuv­

vet olur. Biri yukarıdan, biri aşağıdan gelir. Bi­ zim memlekette yukarıdan gelen kuvvet (padi­ şah), cümlemizi eziy or. Aşağıdan ise (halk), bir kuvvet hâsıl etmeye imkân yoktur. Bunun için ‘papuççu muştası' gibi yandan bir kuvvet kul­ lanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretler­ dir” . Avcıoğlu şöyle devam eder:

“ (..) Bir bölümüne Osmanlı Devleti’nin ger­ çekten muhtaç olduğu reformlar, 'papuççu muş- tası’nın desteğiyle yapılır (..)” . O zamanlar, emperyalist devletin ‘papuççu muştası'yla çağ­ daş uygarlığa ulaşılamayacağım, yalnızca sömür­ geleşileceğim görmek ise Tanzimat aydınlarına kolay gelmemiştir. Sonradan anlaşılacaktır ki, OsmanlI'dan Fransa’ya geçen Cezayir’de ve İn­ giltere yönetimindeki Hindistan'da ‘insan haklan' değil, ‘sömürge statüsü’ uygulanmıştır. Tanzimatçılar ne yukanya (padişah), ne de aşa­ ğıya (halk) güvenemediklerinden ‘papuççu muştası' aramışlardır. Tıpkı “ (..) batacağım bile bile birkaç kuruş parasını, çaresizlikten yüzde 12 aylık faiz vâdeden tefeci bankere yatıran

sa-Doğan AvcıoğluTürkiye aydını...

adet zinciri peşindeki dar gelirli memur ve emek­ liler gibi...” .

★ ★ ★

Dönme dolabın ilk yolcuları, Doğan Avcıoğ- lu’nun çok sevdiği Namık Kemal ve “ Yeni OsmanlIlar” denilen arkadaşlandır. Avcıoğlu’na göre bunlar, feodal-bürokrat ailelerden gelmiş, ama yabancı dil öğrenmiş ve Batı ülkelerinde bir süre yaşamış, bir ölçüde burjuvalaşmış reformist bürokratlardır. Âli ve Fuat Paşaları siyasal plan­ da yeteri kadar liberal bulmayıp onlara düşman da kesilseler, Büyük Reşit Paşa ve Tanzimat hay­ ranıdırlar. İlk Batıcı aydınlardan farkı, Tanzi- matın sonuçlarından hiç hoşnut olmayışlarıdır. Ne var ki, “ Yeni OsmanlIlar” yine de bir “ pa­ puççu muştası” aramaktan kendilerini alamaz­ lar. Toprak bütünlüğümüzün savunucusu gö­ züken İngiltere’ye göz kırparlar. Namık Kemal

Hürriyet’te “ Avrupa devletleri arasında bizim

haklarımızın ve Sultan’ın egemenliğinin korun­ masında en çok vardım eden İngiltere’dir” gö­ rüşünü ileri sürer. Onun gibi bir yurtsever dahi “ papuççu muştası” ile çağdaşlaşma yöntemini savunmaktadır.

Sonuç olarak “ Yeni OsmanlIlar” , Avcıoğlu’- nun deyimiyle “günümüzün Badcı aydınlan gibi,

İngiltere'nin siyasal kurumlanna içten bir hay­ ranlık duyarlar. Başta Mithat Paşa, tüm ‘Yeni OsmanlIlar’, İngiliz Parlamentosu’nun coşkun âşıktandırlar, VVestminister’in kopyasını vata­ na getirmek isterler (..)” .

★ ★ ★

“ Jöntürkler” , “ Yeni Osmanlılar” a göre da­ ha çok sayıdadırlar. Abdülhamit’ten önce ve Ab- dülhamit döneminde açılan Batı tipi askeri ve sivil okullar onlar için verimli bir kaynak oluş­ turmuştu. Aynca fikir yapılan bakımından da öncekilerden bir farklılık gösterirler. Örneğin Namık Kemal, Ali Suavi ve Ziya Paşa, İslamlı­ ğa içtenlikle bağlıdırlar. Namık Kemal, meşru­ tiyeti şeriatın gereği olarak savunur. “ Jöntürkler” (Doğan Avcıoğlu ‘Con’ diyor. Ona göre ‘Con’ başı belâda adam demektir, dı- şardaki ‘tehlikeli kişiler’ ‘Con’dur.) ise dinin et­ kisinden hayli uzaklaşm ış gözükürler. “ Jöntürk” liderlerinden Ahmet Rıza, pozitivist- tir ve kolaylıkla ateist sayılabilecek bir kişidir. Rakip lider Prens Sabahattin, İngiliz toplumu- na tapar, İngiliz hayranlığına ve üstünlüğüne da­ yanan bir kurum geUştirir. Dinsizliğini saklama­ ya Abdullah Cevdet, Prens Sabahattin’den de ileri gider. Gerilemenin nedenini Türk ırkının bo­ zulmasında arar. Bu melezleşme kuramına gö­ re, üstün bir ırkla karışarak bozulmayı önlemek

ve Türk ırkına canlılık kazandırmak olasıdır. Onun içindir ki, Prens Sabahattin, Avrupa’dan örnek İngiliz ailesini ithalini isterken, Abdullah Cevdet “ damızlık” ithalini öngörür!

Tanzimatçılar gibi “ Jöntürkler” de “ papuç­ çu muştası” fikrinden kurtulamazlar. Anayasal meşrutî siyasal düzeni savunan, “ liberal” ve “ demokratik” bir hareket olduklarından, bu sis­ temin patronu İngiltere’den destek beklerler. Abdülhamit’i, İngiltere’nin düşmanı olan Çar­ lık Rusyası ile dostluk kurmakla suçlarlar. “ Jön- türkler” in Türk, Ermeni, Rum, Arap, Arnavut, Çerkez, Kürt, Yahudi kökenli Osmanlı delege­ lerinden oluşan 1902 tarihli ilk kongresinde, meş­ rutiyet ve reformları gerçekleştirme yolunda ya­ bancı devlet desteğine başvurulup vurulmaya­ cağı uzun uzun tartışılır.

“ Jöntürk!er” in bir başka özellikleri de, otuz küsur yıl “ anayasa bizi kurtaracak” umuduyla yaşadıktan sonra, iktidara geldiklerinde anaya­ sayı unutmak durumunda kalmalarıdır.

★ ★ ★

1. Dünya Savaşı’ndan Türkiye tükenmiş ola­ rak çıkar. Emperyalist İngiltere, Türkiye’yi or­ tadan kaldırmak kararındadır. Ama yine de İn­ giltere’den ve “ Avrupa Ailesi” nden medet umu­ lur. Damat Ferit, 1919 yılında bizi yenen dev­ letlere sunduğu muhtırada, “ Biz AvrupalIyız,

Avrupa elimizden tutmalıdır” der. “ Yirmibeş yıldan kısa bir zaman zarfında Türkiye, Avru­ pa milletler ailesine alınmıştır. Bu yolla sağla­ dıkları parlak durumu anımsayan Türkler, Ba- tı'nın büyük devletlerinin yardımıyla ileri hare­ ketlerine devam etmeyi istemektedir” . Yalnız

Damat Ferit mi? Kurtuluş Savaşı’nın önde ge­ len kişileri bile, İngilizlere kapılanma yoluyla du- rumu-kurtarma çareleri ararlar: Refet Paşa, Ali

Fuat Paşa, Rıza Nur, Dışişleri Bakanı Bekir Sa­ mi, İngiliz temsilcilerine “ bizimle uzlaşırsanız, Boişeviklere karşı bekçiliğinizi yaparız” anlamı­

na gelen kişisel öneriler yaparlar. İngiltere’den umudunu kesen İstanbul aydınları ise Amerikan himayesine girerek vatanı kurtarmayı umarlar,

“ İsmet Paşa, Amerikan mandasının tek alter­ natif olduğuna Atatürk’ü inandırmak için An­ kara’ya gider ve geri döner".

★ ★ ★

Böyle bir durumda tek doğru seçenek, ken­ dine, Anadolu insanına güvenmektir. Atatürk bu görevi duymuş ve yanılmamıştır. Avcıoğlu’- na göre, karşımızda Yunanlılar, Ermeniler gö­ zükse de, gerçekte Avrupa emperyalizmine karşı verilen bir Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan cumhuriyetin artık koruyucuya gereksinimi yok­ tur. “ Kendine güvenmekten vazgeçiliyorsa, baş­ kalarına güveniliyor demektir” sözleriyle Os­ manlI aydınlarını da eleştiren Atatürk, uzaklarda koruyucu aramak yerine, komşularıyla güvenli ilişkiler kurmaya özen gösterir.

★ ★ ★

Namık Kemal’in kuşağı “ hürriyet” in vatan kurtaracağına inanmıştır. Bunun somut biçimini “ Batı tipi” anayasada gören bu kuşaktan genç subay ve aydınlar “ Anayasa gelsin, Türkiye

kurtulacaktır” diyerek harekete geçmişlerdir.

Abdülaziz’i tahttan indirmişler. Abdüihamit’li anayasa düzenini kurmuşlardır. Abdülhamit anayasayı rafa kaldırınca, devrimci ve aydınlar anayasayı raftan indirmek için mücadele vermiş­ lerdir. O günlerin devrimci yüzbaşısı İsmet (İnö­

nü) anılarında şunları yazacaktır: “ Her derdin davasının anayasa olduğu içimizde bir imân ha­ linde yerleşmişti. (..) İhtilâl olduğu zaman, her- şeyin o kadar kolay düzeleceğine inanıyorduk ki..” . İkinci Meşrutiyet günlerinde devrimci ay­

dınların böyle düşünmelerini doğal karşılayan Avcıoğlu, “ devrimci gerçekçilik” yılları diye ta­ nımladığı “ Atatürk’ün tek parti yönetimi” nden sonra, İkinci Dünya Savaşı’mn sıkıntıları ve dış politika kuşkuları üzerine Milli Şef İsmet İnö­ nü’nün çıkış yolunu yine “ 1908” in fikirlerine dönmekte aradığı görüşündedir. Bunun üzeri­ ne, aydınlarımızın hemen tümü “ hürriyet” ve “ demokrasi” nin Türkiye’yi kurtaracağını hay­ kırmaya başladılar, der. “ H ürriyet” ve “ demokrasi” gelir. Yeni bir “ düzen” kurulur. Fakat aydınlarımızın düşlerindeki “ düzen” e pek

‘Mende­ res’te ve teminatsız 1924 Anayasası’nda” bulu­ nur.

★ ★ ★

1950’li yıllarda İsmet Paşa’nın liderliğinde devrimci aydınların katıldığı yeni bir “ hürriyet” mücadelesi başlar. Bu kez, “ dörtbaşı mâmur bir anayasa” denilmekte ve bunun tüm dertlerimi­ ze deva olacağı ileri sürülmektedir. Avcıoğlu’- na göre, aydınlarımızın rüyası bir “ Avrupa devleti” olmaktır. Bunun için “ Batı tipi” bir anayasa gerekmektedir. Batıcı aydınlarımız, yüz küsur yıldır kurtuluşu Batıcı anayasalardan bek­ lemektedir. Kurtuluş anayasadan beklendiğin­ den, işler kötüye gidince, elbette anayasa suçlu olacaktır. “ Cici anayasalar, kaka anayasalar, hı-

zır anayasalar gürültüsü ve gümbürtüsü içinde, dönme dolap döner bre döner..” .

★ ★ ★

Fakat “ dörtbaşı mâmur anayasa” da Türki­ ye’nin sorunlarına çözüm getirememiştir. Der­ ken 12 Mart günleri gelir.. Türkiye aydını, bü­ yük çoğunluğuyla, demagojiden başka serma­ yesi olmayan “ umut otobüsü” ne doluşur. “ Umut otobüsü” nün koalisyon ortağı İslamcı ideolojiyi över. Atatürkçü-İslamcı sentezler düş­ ler. “ Umut otobüsü” nün yoldan çıktığı çoktan belli olduğu halde, yolculuğu sürdürmekte di­ renir. İç ve dış sermayenin planladığı, “ Mafia” destekli iktidar kombinezonlarını faşizme karşı kazanılmış meydan savaşları diye alkışlar.

★ ★ ★

Doğan Avcıoğlu’na göre “ büyük kaytarıcılık” günümüzde de sürmektedir. Avrupa Konseyle­ ri, Parlamentoları ve Sosyal Demokratlarının şemsiyeleri altında, Tanzimat günlerinden beri meslek edinilen “ Avrupalılık” davası yürütül­ mektedir.. Ekonomik ve toplumsal altyapısı her alanda yetersiz olan ve işsizlerinin sayısı çığ gi­ bi büyüyen bir ülkede Batı ekonomik modeli, bitkisel yaşam içeren “ ölme de sürün” biçimin­ deki bir çaresizlik modelidir.

Bu modelin ufak telek farklarla bir benzeri Osmanlı döneminde yaşanmıştır. O günler, in­ sanların savaşlardan, hastalıklardan kolayca öl­ dükleri, nüfusun artmadığı bir dönemdi. Yılda milyonun üstünde artan günümüz Türkiyesi’nde işsiz sayısı yakın bir gelecekte on milyonlara ulaşma yolundadır. Bu koşulların getireceği si­ yasal sistem bellidir. Tanrı yapısı anayasalar bile “ ölme de sürün” ekonomik modelinin siyasal yazgısını değiştiremeyecektir.

★ ★ ★

Peki çözüm nedir? Doğan Avcıoğlu’na göre

"çözümün, ‘az yatırım değil, aşın yatının’ ve yıl­ lık yüzde 10’lann üstünde bir kalkınma hızı sağ­ lamak olduğu açıktır. Açıktır ama, bu ulaşdması pek güç ve alışmadığımız ölçüde özveri, inat, di­ siplin ve plan isteyen bir uğraştır. Ancak eşit ko­ şullarda dayandabilecek büyük dengesizliklere, yokluklara uzun süre katlanmayı ve emperya­ list sabotajlara göğüs germeyi gerektiren çetin bir ekonomik savaştır. Bu ekonomik kurtuluş savaşı, halkın tüm enerjisi ve yaratma şevki se­ ferber edilmeden kazanılamaz. Halkın en geniş biçimde iktidara katıldığı ve iktidara sahiplen­ diği, Türkiye’ye özgü devrimci demokrasi mo­ dellerini yaşama geçirmek zorundayız. Yüzelli yıldır sırtımıza geçirmeye çalıştığımız Batı tipi siyasal giysi modellerinin ekonomik gövdeye eğ­ reti düştüğü, döküldüğü ortadadır. Ancak Ata­ türk döneminde Türkiye, 1931-38 yıllan arasında kendine özgü ekonomik ve siyasal modeli geliş­ tirme yolunda bir çaba gösterilmiştir. Ve bu dö­ nem çok kısa sürmüş, Atatürk gidince dönme dolap eskisi dönmeye başlamıştır.” . Bu “ ma­ kûs talih” ! yenebilecek miyiz diye de soruyor Doğan Avcıoğlu ve şu yanıtı veriyor: “ İyimser­ lik edebiyatı yapmaya gerek yok. Koşullar zo­ raki bir iyimserliğe elverişli değil. Toplumda az çok etkinliği olan Türkiye aydını, büyük çoğun­ luğuyla, dönme dolap hayalciliğinden vazgeçe- miyor.(..)” .

★ ★ ★

Doğan Avcıoğlu’nun burada aktarmaya ça­ lıştığım değerlendirmeleri elbette tartışmaya açık. Belki de böyle bir tartışmayı kışkırtmak için Türkiye aydınlarının büyük çoğunluğunun “ dönme dolap hayalcisi” olduğunu söylüyor. Bu iddiada ne kadar gerçek payı var bilemiyo­ rum. Zaman gösterecek. Dilerim o haksız çıka- □

(*) Doğan Avcıoğlu ‘Papuvçu Muştası” T- ye Yazılan sayı 58 (ocak 1982)

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu bağlamda ortaya çıkan önerilen projenin amacı, bir kuvözün gerektirdiği tüm kontrollerin kendi üzerinde bulundurduğu manuel kontrol paneli haricine ek olarak merkezi bir

İlginç olan 1-15 yaş arasındaki çocuklarda bu ilacın metabolizmasının büyüklerden daha hızlı olduğudur. Bu durumda tedavi için bu yaş grubuna daha yüksek dozda ilaç

Birinci- sinde, yani Ay ufka yakın olduğun- da görüş alanında başka cisimler de olduğundan beynimiz onu bu ci- simlerle karşılaştırarak daha uzak olarak algılıyor..

Nursing Care and Education of Pulmonary Arterial Hypertension Patients Receiving Continuous Intravenous Prostacyclin

yüzyılın ikinci yarısından ön­ ce lâke teknik ve tezyinat yoktur» şeklindeki görüşüm değişmiş, hem öylesine değişmiştir ki, tahtın tavanındaki lâke

(2007) yaptıkları çalışmanın amacı, düşük fosfor durumu ile alkali topraklarda buğday ve kolza çeşitlerinin büyüme, P alımı ve rizosfer özellikleri üzerine

Tablo 2 de açık gözeneklilik ve yığın yoğunluk değerlerinden de görüldüğü üzere standart bünyeye kıyasla, replikasyon (kopyalama) yöntemi ile köpük

Hemen hemen herkes Avcıoğlu’nu Yön dergisiyle anımsar. Avcıoğ- lu Yön’ün hem sahibi, hem de başyaza­ rıdır. Daha ilk sayısında Türkiye'nin kal­ burüstü