• Sonuç bulunamadı

Sait Faik'i anarken

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sait Faik'i anarken"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T t - ö P t O ı ) . ;

Tttrk Edeblııaiı

HAZİRAN

/ ^ £3

Anarken

Baysal Kersu

Sait Faik’i

- ŞU ÇOCUKLARA HİÇ BİR ŞEY ÇOK DEfilL

-M

ayıs ayında çıkan Sanat ve Edebiyat dergilerini karıştırdı­ ğım zam an bir kaç büyük sa­ natçının ölüm günleri vesilesiyle anıldığın a rastladım. G eçtiğim iz ay ise 23 Nisan Ç o cu k Bayram ı olduğu için basın-yayında çocu k ve ço cu k­ luk konuları ile ilgili yazı-resim - araştırm alar boy boy yer aldı, içim burulur gibi oldu. B ir büyük sanatçı daha, bir koca Sait Faik olacaktı dedim. 11 M ayıs 1954’de ölen ve yazılarında çocuksu duygularıyla, çocukluk yılarının büyüsünü ölene kadar yaşatan...

C u m h u riy e t s o n ra s ı y e tiş e n sanatçıların ortak gayeleri vardı, dili arındırmak, edebiyatı halkla bağdaş­ tırmak, sanatı fildişi kuleden kurtar­ mak, sevgisiz bir dünyada yaşanm a­ yacağını, asıl hayatın bir sanat olduğunu vurgulamak, işte Orhan Veli şiirleriyle. Sait Faik hikâyeleriyle

bunu yapm aya çalıştılar.

M odern Tü rk H ikâyeciliği S.Faik’ le başlar. Ç ü n kü S.Faik gerçekten büyük sanatçıdır. Sanatçıyı sanat yapm aya zorlayan boşalm a ihtiya­ cıysa o da kom pleks kişiliğini, anla­ şılm ak am acı gütmeden, aracısız, özentisiz kelimelere yükledi.

Ne vardı bu hikâyelerde?

İnsanın "kavun acısı" yalnızlığı; evrenin bulutlarından, kuşlarından, böceklerinden oluşan “Hişt” çağrısı­ nın ruhundaki yankıları; “B ıçkın Hidayet" in sıcaklığın ı cebinizde his­ sedecek kadar ılık rüyâ âlemi; kapı­ ları ardına kadar açık, aklın mantığın kontrolünden çıkm ış zengin hayal dünyâsı; iç dünyam ızı şuur üstüne çıkaran, gerçeküstü, şiir dolu yep­ yeni bir ifade şekli...

Hissettiğini alabildiğine yaşayan, yaşadığı her anın acısını, tadını, yaşam a sevincini benliğinde duyan adamın, “bir anlık” çocuksu mavi g ö zle riy le d ü n y a yı kavrayışın ın , duyularıyla yaşayışının hikâyeleri...

Ö z e llik le ç o c u k la r a y ö n e le n sevgi...

Sait Faik’in kırksekiz yıllık kısa

ömrü içinde yayınladığı oniki hikâye kitabında yüzdoksan iki hikâye yer almakta. Bu hikâyelerde kahraman­ ları çocu k ve ço cu klu k devresi olan otuzdört tane var ki yazarın ruh yapı­ sını ve yalnızlık dram ının bilm ecesini asıl bunlarda bulm ak gerek.

B irk a ç h ikâ y e sin d e n ö rn e kle r vererek ilettiği mesajları birlikte ana­ lım.

"Yalnız adam sırtında talihi” yürü­ yecek, önce isyanla karşılaşacak, ardından “büyük hayaller” ona el sal­ layacak, sonra her yol tabiata çıka­ caktır. Fakat ruh ve beden safiyeti zam anın içinde erim eye doğru yol alırken, bu yol üzerinde pırıl pırıl bakan çocu k gözler onun tesellisi olacak, “karılar sevilir sevilm esine ama ben içim den hep ço cu k kaldı­ ğım için olacak karılardan çok çocukları severim.” (Yani Usta) diye­ cektir.

Sem aver’de hiç çekinm eden “Biz, Ali, Mehmet, Haşan biraz böyleyiz- dir” diyecek, namaz kılan annesini güldürm eye çalışan çocu k edasıyla soracaktır “A llah hiç gülm ez m i?”

Havada Bu lut’ta kovasıyla eve bulut taşıyacak, belki sizin de kova ile evinize bir güneş götürm üş oldu­ ğunuzu hatırlayıp "Ç o cu klu k geçir­ meyen var mı?" diye seslenecektir.

Ç o cu k yürekli büyük adam her yerde, her fırsatta çocuk arkadaşlar bulmakta zorluk çekmeyecek, Freud' un “Ç ocuk, insanın asıl babasıdır” dediği gibi hep onlardan öğrenecek, onları hayat ustası bilip izleyecektir. "Yeni dostlar bulmakta gecikmedim . Adan ın çocukları akşamları etrafıma toplanıyorlar. H epsine birer cigara veriyorum. Bütün dünyadan gizli cigara içiyoruz. O nlar kuşlardan bahsediyorlar, ö k se le rin balla

(2)

yapıl-Türk Edehlijaii

HAZİRAN

dığını anlatıyorlar. Hangi ağacın dal­ larına hangi kuşların konduğunu öğreniyorum... Karşı boş ve sarp ka­ yalı adanın kıyılarında balıkçıların ağ la rın ı p a rçalayan , d a ly a n la rın ı bozan, ihtiyar balıkçıları kapan bir ejderhanın hikâyesini yanakları şiş, kara gözlü, tom bul, su buharı gibi ılık ve temiz, tom bulluğu nisbetinde saf ve saflığı kadar hassas, derisi tuzlu bir balıkçı çocuk bana anlattı. Yalnız bana anlattı... Ben sakin onun kadar inanmış, ejderhanın tasvirini dinliyo­ rum. (Bîr Kıyının Dört Hikâyesi: 27. Sayfa)

B ir İslâm bilgininin "Dost tatmin edilm iş ihtiyaçtır” dediği gibi gerçek­ ten dostlar, bizim sevgi ektiğimiz, m utluluk biçtiğim iz toprak değil m idir? "Dostunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim " diyen Ata sözünü de hatırlarsak, çocuklara duyduğu yakınlığın, onlara sığınm a­ nın, onlar gibi olm ak istemenin özünde ruhunun hep çocu k kalması gerçeği yatacaktır, ö y le çocuksu ruh hali ki onlar kadar saf, onlar kadar temiz, düzenin kargaşasına onlar kadar kayıtsız. Ya bü yü d ü kle ri zam an ne olacaktır? Bütün insanla­

rın büyüdükçe safiyetini yitirip

çıkarlarına düşkün, iki yüzlü, dönek, hileci olm alarından tiksinen S.Faik, bu değişm eyi de sevdiği çocukların ruh ve beden gelişm elerinde izlediği vakit (Kaşık Adasında) dudaklarını yolacaktır.

".... Tem iz ve küçük insanların uykusu bam başka bir şey... E ğiliyo ­ rum. Bu açık dudakları ve kapalı göz­ leriyle masum arkadaşım ı yanağın­ dan öpüyorum . Belki öm rüm de ilk ve son defa bir insanı bilinm edik bir yerinde yıkanm ış arzularım la bir daha bir daha öpüyorum...

Kıştan yaza insan başka türlü çıkar... Hele çocuklar... O d isya’yı boyu atmış yüzüne karışık hilekâr m ânâlar sinm iş buldum, içim e ılık dünyalar deviren ses, şimdi bana k ö y ü n h ile k â r, h a sis, y a la n c ı, dedikoducu yılan insanlarının şarap­ lar, uykusuz, hırslı gecelerle eskim iş gırtlaklarının sesi gibi cırtlak geli­ yordu. Yüz; dostu, arkadaşı, hatta zam an zaman kölesi olm ayı kabule h a z ırla n d ığ ım yü z, v e h m e ttiğ im mânâlarını üzerinden lüzum suz bir göm lek gibi çıkarıp atmıştı. A m cası H anolini’nin bir haftalık bir İstakozu satarken takındığı suratını birden­ bire, hayretle O disya'nın yüzünde bulunca şaşırdım... O nu dördüncü g ö rü şü m d e içim e bir pişm a n lık

Bir İslâm bilgininin “ Dost tatmin edilmiş ihtiyaçtır.” dediği gibi gerçekten dostlar, bizim sevgi ektiğimiz, mutluluk biçtiğimiz toprak değil midir? “ Dostunu

söyle sana kim olduğunu söyliyeyim” diyen Atasözünü de

hatırlarsak, çocuklara duyduğu yakınlığın, onlara sığınmanın onlar gibi olmak istemenin özünde

ruhunun hep çocuk kalması gerçeği yatacaktır. Ya

büyüdükleri zaman ne olacaktır? Bütün insanların büyüdükçe safiyetini yitirip çıkarlarına düşkün, iki yüzlü, dönek, hileci olmalarından tiksinen S .Faik, bu

değişmeyi de sevdiği çocukların ruh ve beden gelişmelerinde izlediği vakit (Kaşık Adasında)

dudaklarını yolacaktır.

doldu. Ne yaptım ? Diye söylendim. Neden öptüm bu ço cu ğu ? Bu yüzü ben nasıl sevdim ?....Odisya, Rum ca geçen sene ve evvelki seneler yaptık­ larımızı âdî bir gülüşle, sanki tatlı şeyler değilmiş, aptallıkm ış gibi anla­ tıyordu... Ben hep O d isya’yı niçin, nasıl öptüğüm ü düşünür, dudakları­ mın derisini koparır atardım"

Ne yazık ki çarpışan çıkarlar dün­ yasında ezilen, acım asız büyükler elinde tüketilen bu safiyet ve tem izlik sem bolleri -işçi çocuklar; kenar, mahalle, su r dibi çocukları; balıkçı çocuklar; arabacılar: hamal ço cu k­

lar; köylü çocuklar, dondurm acı­ nın çırağı; kestan eci D o stla rı- pis değil “K irli” gözükecektir. Pislik, karakterden, alışkanlıktan, yaşam ış­ lıktan geldiği halde, kirlilik çevreden gelir. Bu sebeple çocukluğu yaşama hakları verilmeyen bu ortamın sevgi yo ksu n u k ah ram an ların ı da h iç değiştirmeden, olduğu gibi sevecek­ tir. G erçek sevgi de bu değil m idir?

insan se vg isin i ö z e llik le bu ç o c u k la r d a y a k a la d ığ ı, y a şa m a s e v in c in i T ü n e ld e k i Ç o c u k 'ta ortaya koyarken, kolej mezunu bir hanımın “Şu insanlara karanlık çok bile!" sözüne cevap verecektir.

"...O, sağ elin in parm aklarım bükerek kulak m em esinin altına koym uş, ağzı açıktı, öteki eli kirli, siyah.. Sedef bir k o p ça kirli ve in ce­ cik boynun u sıkm ış... A çık, hayretle a çılm ış su lu bir ağız, büyük, koyu

kahverengi, İnsanî de n em e ye ce k k a d a r m a su m g ö zle r; g ö z le rin b e ya zlığ ın d a da hayret... O bunu belli etm em eğe ça lışıy o r. A şa ğ ıy a d o ğ ru titriyere k sa lla n a ra k g ü rü l­ tülü a y rılıyo ru z. O bu sefer karşı­ d a k i m a d a m la k ü ç ü k ç o c u ğ u gö zlü yo r. O n la r ona bakm ıyo rla r bile.. B ira z rahattır. Y in e o kü çü k g ü lü ş ; o m in i m ini, be db ah t, m asum , korkak gülüş.

Ş im d i uzaktan, T ü n e l’in G alata tarafın daki k a p ısın ın yarım kü re si­ nin ağır a ğır a ç ılış ın ı seyrediyoru z; o da, ben de.

O m ini m ini g ü lü ş e ksilm ede n devam ediyor, işte ö b ü r taraftayız. K ü ç ü k ç o c u ğ u n yüzü, so y u lm u ş bir taze badem gibi parladı. Esm er, a d a m a kıllı esm er bir yü zde bütün bir aydın lık. S a n k i y ü zü n ü bir m e şa le ve b ir ç a ğ la y a n a yn ı z a m a n d a y ık a y ıp a y d ın la tıy o r... K e n d isin e baktığım ı gördü. Y ü z ü n ­ den tebessüm u çu p gitm işti. Y ü z­ lerce, b in le rce defa tün ele binm iş bir adam ın, hatta ya y ık ılırs a k o rk u ­ su yla tünele m ecburen binen ada­ mın lâ ka yd isi ve sık ın tısı üstüne ç ö km ü ştü ... K a p ıla r g ü rü ltü y le açıldı. K ü çü k, yin e o n la rın d a tır­ nakları bem beyaz, kalem b a ca k la ­ rını sü rü yerek gide rken yin e ona yetiştim . Ş im d i tü nelin dışın d ayd ık. Evvelâ bu raya nasıl, ne çabu k ge l­ d iğ in e hayretini ifade eden a çık ağızla, iki kapıyı ve akşam k a la b a lı­ ğın d a B e yo ğ lu 'n a çıkan in sanları seyretti. Evet, san ki a ğ zıy la seyretti.

A rka sın d a n baktım . P a n to lo n u ­ nun g e n iş ve yırtık paçaları se vin i­ yor. A rka s ın ın bü yü k d ik işle rle d ik ilm iş ve alt tarafı tam am en sö k ü lm ü ş yam ası, bir tünele otu r­ maktan m em nun o ld u ğ u n u sö yle r gibiydi...

T ü n e lin kayışı, tünele ilk defa bin d iğ i zam an sevinen ve bu sevinci bile belli etm ek istem eyen bir ço c u k için y a p ıla b ile ce k bir şey! Şu in san lara h iç bir şey ço k değil."

Ç o c u k la rla daha bir güzel olan, tertem iz bir dünya yaratm ak ger­ çeği ö n em li bir tem a olarak ku lla ­ n ılm akla kalm ıyor. Bu h ikâyelerde ço c u k bayram ı adına hem ülke, hem dü nya bo yu tların da d ü şü n ­ d ü r m e s i g e r e k iy o r g ü n ü m ü z aydınını.

İşte S ait Faik, gerçekten büyük bir sa n atçıdır, ö z ü sevgi olan. Hayatı en kötü şartlar için d e bize sevdiren, hikâyeleri, d ü n yan ın tek­ d ü ze liğ i için d e çırpınan, gü nüm ü z in sanına da ne gü zel bir sığınak.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

6. Tahsili şüpheli hale gelen 10 000 YTL tutarındaki ala- cağın 4 000 YTL’lik kısmı teminatlıdır. İlgili dönemde karşılık ayrılan bu alacak için izlenen yasal süreç

İnsanın vejetaryen olduğuna dair görüş ve kanıt bildirilirken en büyük yanılma biyolojik sınıflandırma bilimi (taxonomy) ile beslenme tipine göre yapılan

edilmekle bu-konuda değerlendirilme yapmak iizere soruşnırma dosyası mükememize gelrniş olmakla; değişik iş esasına kayıt edildi.. Itiraz dilekçesi ve

l~yların sakinleşmesine ramen yine de evden pek fazla çıkmak 1emiyorduk. 1974'de Rumlar tarafından esir alındık. Bütün köyde aşayanları camiye topladılar. Daha sonra

dan haber geldi önce iki ile 3 kişilik Rum askeri var dedi harekat durdurmadım ben keşif için öne çıktım sayıları artıyordu bi ü durdurdum acele pusu düzeni aldırdım

,ldy"ryon ordı, ırnığ rd.n ölcüm cihazlan uy.nş ü.rinc. saİıtrd fıatiycılcri

Pek çok kuramcıya göre atar- caların hem böylesine büyük kütleye sahip olmaları, hem de böylesine ufak olmaları, ancak nötron yıldızı ol- malarıyla mümkün..

Bunu bir örnekle açıklayalım: Kaçırılan, araba kazası geçiren ya· da cinsel saldırıya uğrayan bir çocuk, çeşitli korkular ve bunalımlar geliştirir.