'GÜN
No. 406
SAF Halet Çelebiye telefonda: — Peki ama efendim, dedim, ben sizin yalnız bir fotoğrafı nızı gördüm... Bu resimden de ha yalimde kalan yegâne şey uzun bir bıyıktan ibaret.. Yarın sizi Küllük adındaki çınarlı kahvede nasıl ta nıyacağım?..
Telefonun öte tarafındaki ses ce vap verdi:
— Bilmem ki... Yakama kırmızı gül mü taksam acaba?..
— Uzun bıyıklarınızı kesmediniz ya.. Herhalde sizi tammıya çalışa cağım...
Fakat yalnız bıyıkları vasıtasile birisini tanımak nekadar da müş külmüş..
Ertesi günü genç şairlerin top landığı Küllük ismindeki çınarlı kahvede her uzun bıyıklıya bakı yordum. Bereket bu sırada yanı ma Çelebiyi tanıyan bir arkadaşım geldi. Bir aralık masamıza doğru ilerliyen gayet mübalâğalı derecede
uzun bir bıyıklıyı hafifçe işaret e- derek mırıldandım: «bu değil mi?»
Arkadaşım gülümsedi:
— Hayır.. Bu bizim mahalle bek çisidir... Çelebinin bıyıkları bundan da uzundur..
İşte bize doğru ilerliyen bir bı yıklı daha... Acaba bu mu?
Bu civarı pek iyi tanıyan dos tum:
— Hayır, o da değil.. Bu bıyıklı yangın kulesinde bekçidir. Bugün sivil giyinmiş... Her bıyıklıyı Çele bi sanma canım..
Nihayet şimdiye kadar New York ve San Fransisco’nun meşhur Çin mahallelerinde ve hakikî Çinlilerde gördüğüm bütün bıyıklardan da ha düşük ve daha acayip iki bı yık gözüme ilişti. Bu iki sarkık bı yık bizim masaya doğru yaklaşı yor... İşte Asaf Halet Çelebi.. Ha reketleri, konuşuşları, bugün nesli artık tamamile inkıraz etmiş olan eski Babıâli efendilerinin ayni...
Konuşması, oturup kalkması, yer den temennaları ile Evkaf ketebe- sinden ve sanki kaleme henüz çı rağ edilmiş!..
Bazan da etli etli kırmızı yanak ları, tombalak yüzü, pos bıyıkları ile bir şairden ziyade iyi beslenmiş genç bir cer imamını da hatırlatmı yor d ğ.l... Bazan Beyazıt camisinin müezzini ile karşı karşıya oturdu ğumu sanıyorum ve bana öyle ge liyor ki, Halet Çelebi biraz sonra caminin minar sine çı'. acak ve gül dür güldür ikindi ezanı okuyacak!.
Lâkin Asaf Halet Çelebi dünya daki bütün tezatları küçük ve tom balak vücudunda, toparlak başının içinde toplamıştır. Ayaklarında yandan düğmeli botlar var. Podö- süot eldivenler nargilesinin marpu- cunu tu‘uyor. Bazan cebinden sofi skin denilen cinsinden ve pipo tü tününü koymıya mahsus yumuşak derili bir torba çıkarıyor. F ıkat bu soft skin’in içinden bir cıgnra kâğı dı çekiyor ve parmakları ile alt tarafı ince, yukarı tarafı kalın dü dük gibi bir cıgara sarmıya başlı yor. Pipodan nefret edermiş, sar ma cıgara içermiş..
Bu ayak'arı botlu, şişman, sar ma cıgara içen, nargilesini tokur datan ve Babıâli ketebesi ağzile ko- nu~an zata bakıyorum.. Ultra mo dern şiirler yazan Asaf Halet Çele bi bu mu?.. Cebinden bohça kadar bir mendil çıkarıyor. İnsan onun bu babayani havasına bakıp konç- lu, yandan düğmeli botlarının üze rine kadar sarkan pantalonunu bi raz yukarı kaldıracak olsa altın dan uzun donlarının paçaları görü- nüverecek zannediyor... Acaba ha kikaten Kavapet Kamata şairinin karşısında mıyım? Yoksa o bu işte de bir orijinalite olsun diye yerine başkasını mı gönderdi?
Fakat siz ondaki alaturkalığa şa şarken şair hemen cebinden ve en büyük n-sıf kuturlu cinsinden bir tekgözlük çıkarıyor. Yüz adaleleri ni allak bullak ederek, çehresine karmakarışık hatlar vererek bu yu varlak camı hemen hemen zorla gözünün üstüne yerleştiriyor... O bu acayip göz ameliyesile meşgulken, siz «aman bir kaza çıkarmasa ba ri!..» diye heyecan geçiriyorsunuz.. İşte yeni neslin Çelebisi böyle bir
Tombalak yüzü, kırmızı yanakları, pos bıyıkları ile yeni neslin meşhur
şairi: Asaf Halet Çelebi... Çelebidir. Bilmem ona Asaf Çelebi mi demeli, yoksa «Abdurrahman Çelebi» mi?
Birdenbire zihnimde bir hatıra canlanıyor. Asaf Çelebi ile bundan 13-14 sene evvel Sami paşa zade Se- zainin Vaniköyündeki yalısında ta nıştığımı hatırlıyorum. O zaman benden büyük, yirmi yedi, yirmi se kiz yaşında kadar olduğunu düşü nüyorum.. Tuhaf şey.. Asaf Halet Çelebinin neresi genç? Maamafi e- debiyatta gençlik yaşla alâkadar de ğildir ya...
* * *
— Hübaîler yazıyorum!., diye sö ze başladı.
Bir arkadaş çok meşhur bir şa irin adını söyledi:
— O da rübai yazıyormuş... Ken disine nazire mi yapıyorsun? Onu mu taklit ediyorsun? diye sordu.
Çelebi nargilesinin marpucunu tehditkâr bir surette havaya kal dırarak:
... ...inini...ut... ..." " " " " .... ...
Bevazıtta, güvercinlerin önünden geçerken Asaf Halet Çelebi: «_ Ben güvercinlere yem vereceğim» dedi ve mısırcının yanı- j
YEDÍGÜN
Sayfa 7
s*1* * • *
ar.”
X *
B ir a r d ı l a , , şok m e s tu r bir ş a irin ism ini söyledi ve: «— O da, sen in gibi, B ü b a ile r yazıyorm uş, dedi,
K end isine nazire mi yapıyorsun.1» A saf I la le t Çelebi, elindeki m arp u cu te h d itk âr bir ta rz la havaya
k a ld ıra ra k : «— O da kim oluyorm uş! dedi. O b an a nazire yazsın!..» K ulağım d an ye beni..
D üşünm ek istem iyorum . K a fa m d a n beni yut.
Harptık. Mânasını anlamadığımı gözlerim den okuyor sanıyorum, izahat ve- . rıyor:
— Farzediniz ben bir fareyim!.. - Evet..
No. 406
— O da kim ?.. O bana nazire yaz
sın.. o beni taKlıt e ısııı... diyerek
k a ışısm d a k ın u ı sözlerini y arm a bı ra k tı.
O ndan son ra tekra bana döndü: — Jtiir kişim şiırieıiıu i acem ce o- la ra k yazıyorum ve bunları ym e a- cem ce o.aı-ak «Hamle» m ecm u asın da neşredeceğim ., dedi.
B ir i m ırıldandı:
— F a k a t karilerin çoğu anlam ı- yacak..
B en de yavaşça fısıld ad ım : — S an k i türkçeleı-inden bir şey an lıyo rlar m ıydı?
B unu söyledikten son ra kendisine döndüm:
— A nlaşılm am aktan m ü teessir
m isiniz?
— H ayır... B irço k büyük şairler, büyük edipler zam anınd a a n la şı lam am ışlard ır..
— F a k a t onlard aki anlaşam am az- lık la r b aşk a türlü... O nların eserle rinin m ân aya a it yani iç kısım ları uzun zam an anlaşılam am ış... Son ra onları anlam ışlar.. O nların anla- şılm ıyan ta ra fla rı şek il yani cümle ve kelim e değil..
— B en de zaten şiirde m ân a de yince iç kısm ı anlarım . E sa se n dış m ânaya, yani kelim e, cüm le m âna sın a ehem m iyet verm em ...
— P eki... M ânaya ehem m iyet v er m iyorsanız niçin kelim e ku llanıyor sunuz. O halde m uayyen m ân alara a it olan ve kelim e denilen bu k a lıp ları kullanm ayınız...
A sa f H alet Çelebi nargilesinden
derin b ir nefes çek erek m ırıldandı: — K ab il olsa!..
N argilesi iyi çekm iyor galiba ki. ikide b ir ateşin i falan m uayene edi yor:
— K a n lıc a y a nargile içm iye gi deceğim ... İsm ail efend inin n arg ile sini göreceğim geldi, diyor..
K a n lıc a y a n argile içm iye!.. Ve
Bevoğlunda P « r k O teline çay iç miye... A saf H alet Çelebi = ucZat..
Soruyorum :
— K endi şiirlerinizi kendinizin de anlam ad ığm ız zam an oluvor m u?
— B ir şiirden lezzet alm ak onun yazıldığı anun haleti ruhiyesini ya şam ak la olur. B azan o anı k ay bet tiğim ve şiirlerim e lâ k a y ıt kaldığım oluyor.
10 • H alet Çelebi B ey a z ıt cam
isi-kap ısında, m u harririm iz H ik-
■A» -ç, . m et F erid u n la beraber..
G üvercinler, Ç elebinin elindeki san k i m ısır d eğil de birer şiir m ısraı
im iş gibi k a çışıy o rla r, bir turlu
yaklaşm ıyorlard ı. B u n a sebep şa
irin padüsüec eıuiv enlcr.e m ısır ver- nıiye k a lk m a sı idi...
Ona artık gelişi güzel sualler so ruyorum. Civarımızda oturanlar şıkliKtan bahis açıyorlar. Halet Çe lebi boynundaki şann bilmem han gi aşıra aiı o.duğuııu söyıüyor, kra vatını gösteriyor:
— İngilteredcn geldi, özbeöz Ang- lo-saksondur, diyor..
— Hangi mektepte okudunuz? Nasıl yetiştiniz? diyorum.
«Yetişmek için mektebe ne lü zum var?» gibi yüzüme bakarak cevap veriyor:
— Mahalle mektebinde!., hattâ hiç bir mektepte... Belki bazı mektep lerde okumuşumdur. Hattâ ihtimal bazı mekteplerden de mezun ol muşumdur.
Yeni şiir gibi bir cevap... O ilâve ediyor:
— Mektep ketebeden gelir.. Yaz maktan.. benim yazı ile bile alâkam yok..
Bize şiirlerden gelişi güzel parça lar okuyor. Bir tanesi pek dikkati me çarptığı için aşağıya not edi yorum:
G örm ek istem iyorum Gözümden ye beni.. D u ym ak istem iyorum
— Ve kedi beni yemek üzere üs tüme doğru ilerliyor..
— Eeee?..
— Ke linin ağzındayım... Artık beni yutacak., korkudan çıkıyorum artık... Korkudan uzaklaşıyorum... Yutulmamı bekliyorum!.. Görüyor sunuz ya, yazdığ m şiirde anlaşılmı- yacak bir şeyi yok., çok açık..
— Evet, öyle... çok, pek çok açık!. Aklıma gelen son suali soruyo rum:
— B'z'm edebiyatta kimleri beğe nirsiniz?
— S'rası ile sayayım... Evvelâ Bedri Rahmi, Galip Dede, Orhan Veli, Ahmet Haşim, Yahya Kemal..
Romanda Sait Faik..
Hep beraber kalkıyoruz. O bohça gibi mendilini tekrar çıkarıyor. Yi ne genç bir şairin «şiir ifrazattır» dediğini hatırlıyorum. Bu koca men dil ifrazatla ne dolar, ne dolar!.. Tam şa;r mendili!..
Beyazıtta güvercinlerin önünden geçerken Çelebi:
— Ben!., diyor, güvercinlere yem vereceğim..
Podösüet eldiveninin içine aldığı mısırları güvercinlere uzatıyor. Fa kat hayvanların hepsi ondan kaçı şıyorlar. Sanki elindeki mısır tane leri değil de birer şiir mısraı.. Gü vercinler ona niçin sokulmıyorlar acaba?..
Nihayet kambur mısırcı ona ses leniyor:
— Eldivenden ürküyorlar, eldi venden.. Onu çıkarırsanız avucunuz dan yerler..
Podösüet eldiven içinde güvercin lere yem vermek!.. Bu da Çelebinin tezatlarından...
H ik m et F erid u n E s
geldi, dedi. Çelebi, boynundaki k ra v a tı g ö ste re re k : «Ingiltered en
Özbeöz A nglo-saksondur»...
ı