SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BİLİM DALI
BÂKÎ DÎVÂNI’NDA DUYU VE DUYGULAR
Gülende MURATOĞLU
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Danışman
Dr. Öğr. Üyesi Erol ÇÖM
T. C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Bilimsel Etik Sayfası
Öğ
renci
ni
n
Adı Soyadı Gülende MURATOĞLU Numarası 144201001007
Ana Bilim / Bilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı / Türk Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tezin Adı Bâkî Dîvânı’nda Duyu ve Duygular
Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve
akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve
akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun
olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel
kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.
T. C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu
Öğ
renci
ni
n
Adı Soyadı Gülende MURATOĞLU Numarası 144201001007
Ana Bilim / Bilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı / Türk Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı
Dr. Öğr. Üyesi Erol ÇÖM
Tezin Adı Bâkî Dîvânı’nda Duyu ve Duygular
Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan Bâkî Dîvânı’nda Duyu ve Duygular
başlıklı bu çalışma 27/06/2019 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda
oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul
edilmiştir.
İÇİNDEKİLER
BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... ii
YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... iii
ÖN SÖZ ... iii
ÖZET ... v
SUMMARY ... vi
KISALTMALAR ... vii
BİRİNCİ BÖLÜM ... 1
GİRİŞ ... 1
1.1 Duygulara Giriş ... 2
1.2. Spinoza’ya Göre Duygu Tanımları ... 9
1.3. Goleman’a Göre Duygu Tanımları ... 12
1.4 Alfred Adler’e Göre Duygu Kategorisi ... 12
İKİNCİ BÖLÜM ... 14
2.1. Tanımlar ... 14
2.2. Araştırmanın Amacı ... 14
2.3. Araştırmanın Önemi ... 14
2.4. Araştırmanın Sayıltıları ... 15
2.5. Araştırmanın Sınırlıkları ... 15
2.6. Problem Durumu ... 15
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 16
YÖNTEM ... 16
3.1. Araştırma Modeli ... 16
3.2. Evren ve Örneklem ... 16
3.3. Veri Toplama Araçları ... 16
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ... 17
4.1. Divan Şiirinde Duyguların Dışa Vurumu ... 17
BEŞİNCİ BÖLÜM ... 24
5.1. Bâkî Dîvânı’nda İncelemeye Alınan Duygular ... 24
5.2. Bâkî Dîvânı’nda İncelemeye Alınan Duyular ... 27
5.3. Gazellerin Duyu ve Duygu Yönleriyle Tespiti ... 28
5.5. En Çok Kullanılan İlk 10 Duygu ... 299
5.5.1. Sevgi/Aşk ... 299
5.5.2. İyimserlik ve Kötümserlik ... 301
5.5.3. Yüceltme/Üstünlük ... 303
5.5.4. Üzüntü/Gam/Keder ... 304
5.5.5. Ümit/Beklenti ... 304
5.5.6. Sitem/Hiciv/Şikâyet ... 305
5.5.7. Kendini Beğenme/Küçümseme/Alay ... 305
5.5.8. Hasret/Özlem ... 306
5.5.9. Eğilim/Meyil ... 307
5.6. En Az Kullanılan İlk 10 Duygu ... 307
5.6.1. Pişmanlık ... 307
5.6.2. Öfke-Kin-Hırs ... 307
5.6.3. Tevazu ... 308
5.6.4. Arayış ... 308
5.6.5. Bencillik ve Yalnızlık ... 308
5.6.6. Adalet ve Sadakat ... 309
5.6.7. Alınganlık/İncinme/Kırılma ... 309
5.6.8. Özgürlük ... 310
5.7. En Çok ve En Az Kullanılan Duyular ... 310
5.7.1. En Çok Görme-İşitme ... 310
5.7.2. En Az Tatma-Koklama-Dokunma ... 313
SONUÇLAR ... 316
KAYNAKÇA ... 318
EKLER ... 320
ÖZ GEÇMİŞ ... 361
ÖN SÖZ
Divan şiiri, Türk dilinin en güzel tezahürlerinden biridir. Pek çok kaynaktan
beslenerek şairin muhayyilesinde harmanlanan ve onun şâirlik kudretiyle neşv ü
nema bulan divan şiiri, derin manalar taşıyan ve bir o kadar da derin hislere gark
eden adeta bir duygu sağanağıdır. ‘‘Duygular çok nadiren tek başına ortaya çıkarlar;
onlar genel olarak bir karışım, harman halinde gerçekleşirler (Hacızade 2012: 12).’’
Öyle ki dilin derinliklerine inildiği vakit, onun sadece bir istek, ihtiyaç ya da bireyler
arası ilişkiler kurmayı sağlamakla kalmadığı, ümitlerin, acıların, zevklerin, acıların
kısacası insan ruhundaki bütün duygulanmaların başkalarına da aktarılabilmesine
imkân sağladığı görülür. Haliyle söz konusu divan şiiri olunca gerek yukarıda bahsi
geçen duygular olsun, gerekse buna eklenilebilecek birçok duygu kategorisi olsun
duygunun yorumlanması, aktarımı bittabi dışa vurumu her zaman önem arz etmiştir.
Bugüne kadar pek çok metin tahlili adı altında analizler, yorumlamalar,
incelemeler yapılmış, bilhassa divan şiirine dair beyitler çerçevesinde birtakım
yorumlamalarda, çıkarımlarda elbette bulunulmuştur. Fakat çalışılan metinlerde
metot, uygulanan yöntem hemen hemen aynı olmuştur.
Bu çalışmayı yapmakla, divan şiirinde duyguların tespitini, alışılmışın
dışında, daha evvel denenmemiş bir metotla, daha pratik bir yöntemle ve birçok
duyguyu aynı anda mukayese edip ortaya koymak ve istatistiksel verileri daha net
görmek amaçlanmıştır.
İncelemeye aldığımız metin ise klasik şiirin en önemli şairlerinden olan Bâkî
Dîvânı’ndaki gazellerin tamamını ihtiva etmektedir. Her bir gazeldeki her bir beyit
tek tek incelenerek tespiti sağlanan duygular, 5 duyu ve 45 duygu başlığı altında,
Excelde düzeneğini oluşturulmuş tablo içerisinde işaretlenerek gösterilmiştir. Yani
hangi beyitte hangi duyu ya da duygular mevcutsa tespit edilen unsurlar Exceldeki
ilgili hücrede 1 rakamıyla gösterilmiştir. Yukarıda da bahsedildiği gibi bu çalışmayı
Excel programı üzerinden tercih etmekteki hedefimiz, çalışma sürecine ivme
kazandırmak olduğu gibi hacimli divanlarda çalışma sürecini daha da kolaylaştırmak
olmuştur. Çalışmamıza Arş. Gör. Zeynep Süngü’nün seminerinde Bâkî Dîvânı’ndaki
her harfin ilk gazellerinden tespitini sağladığı duygular zemin oluşturmakla birlikte,
bu çalışmada daha da genişletilmiş olarak Bâkî Dîvânı’ndaki gazellerin tamamı
incelemeye alınarak duyu ve duyguların tespiti sağlanmıştır.
Lisans ve yüksek lisans eğitimim boyunca bilgisini, donanımını, tecrübesini
örnek almaya çalıştığım ve bu çalışmayı yapmam konusundaki fikirlerinden,
yönlendirmelerinden mütevellit kıymetdâr hocam Dr. Öğr. Üyesi Erol ÇÖM’e ve
üzerimde emeği olan tüm hocalarıma sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Gülende MURATOĞLU
Konya - 2019
T. C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Öğ renci ni n
Adı Soyadı Gülende MURATOĞLU Numarası 144201001007
Ana Bilim / Bilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı / Türk Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üyesi Erol ÇÖM
Tezin Adı Bâkî Dîvânı’nda Duyu ve Duygular
ÖZET
Her şiirde verilmek istenen duygu ya da duygular olduğu gibi divan şiirinde
de yoğun bir duygu tablosu bulunmaktadır. Divan şairleri o güne kadar yazılmış ve
söylenmiş şiirlerin en güzelini söylemeyi amaçladıklarından olsa gerek, ortaya
konulan şiirlerde duygular da bir o kadar etkileyici ve yoğundur. Gerek kelimelerin
büyüleyiciliği ve duygusal değeri, gerek divan şiirinin kendine has armonisi, gerekse
geleneksel şiir geleneğinin vazgeçilmez unsuru olan sevgi-aşk duygusunu sıkça
kullanmaları, anlatımı farklı şekillerde dışa vurma imkânı vermiştir. Öyle ki bunun
en güzel örneklerinden biri de dönemin ‘‘şairler sultanı’’ olarak bilinen Bâkî’ye
aittir.
Bâkî Dîvânı’ndaki tüm gazellerde tespit etmeye çalıştığımız duyu ve
duygular istatistiksel verilerle elde edilmeye çalışılmıştır. Böylelikle en yoğun ve en
az kullanılan duygu haritası oluşturulmuş, hangi duyu ve duyguların ne kadar hakim
olduğu konusunda yorum yapma imkânı doğmuştur.
T. C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Öğ renci ni n
Adı Soyadı Gülende MURATOĞLU Numarası 144201001007
Ana Bilim / Bilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı / Türk Dili ve Edebiyatı Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üyesi Erol ÇÖM
Tezin İngilizce Adı Senses and Emotions in Baki’s Divan
SUMMARY
There is olso on intensive emotion table in Divan poetry like the feeling or
feelings which are wanted to given in every poetry. Since the poets of Divan intend
to say the most beatiful one of the written and said poems so far, the feelings are
attractive and intensive in the poems which are put forward, as well. Both the
fascination and the emotional valve of the words and the distinctive harmony of
divan poetry as well as the indispensable using of the feeling of love which is
element of traditional poetry tradition frequently gave the opportunity to express in
different ways. Such that, also one of the most beatiful examples of this period
belongs to Bâkî known as ‘‘Sultan of poets’’ as well.
The feelings that we try to determine in all lyrics of Bâkî’s Divans, were
tried to get with statistical datas. Thus, the feeling maps used the least and the most
intensive was formed, iy gave the opportunity to interpret what emotions dominate.
KISALTMALAR
C
: Cilt
Çev.
: Çeviren
G.
: Gazel
S.
: Sayı
s.
: Sayfa
SÜ
: Selçuk Üniversitesi
T.C.
: Türkiye Cumhuriyeti
TDK
: Türk Dil Kurumu
TDV
: Türkiye Diyanet Vakfı
V.
: Volume
vb.
: ve benzeri
vs.
: ve saire
Yay.
: Yayınevi
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ
Duygu, aklı kımıldatan kuvvettir. (Nurettin Topçu, Var Olmak)
Her şairin dünyaya bakışı ve onu algılayış biçimi aynı değildir. Öyle ki
şairlerin buluştukları ortak noktalar olmakla birlikte, hemen hepsi de eserlerinde
içinde bulundukları ve geçmiş dönemlerin etkisiyle yoğun hisler barındırmışlardır.
Bilhassa divan şirinde; varlığını yaklaşık altı yüzyıl sürdürmüş zengin bir kültüre
tanıklık etmiş edebiyatın içinde yetişmiş şairler, dünyaya farklı bakmayı, farklı
yorumlamayı bazen doğrudan aşikâr ederken bazen de adeta kelimelerin üzerine
zarif bir tül serecesine sanatkârane bir üslupla dışa vurmuşlardır.
Duygular, insanoğluna mahsus bir hassa olduğu gibi yine o duyguların
algılanışı, özümsenişi, yarattığı hissi, iç çalkalayıcı etkisi ve belki de akılda
dalgalanmalar oluşturan tesiri en nihayetinde yine insanoğlunda zuhur etmiştir.
‘‘Duygu, aklı kımıldatan kuvvettir. Hem de kendi varlığının farkına vardırandır.
Duygular, insan denen bu ağacın güzel, çirkin çiçekleri ve kokularıdır. Onlarla
avunur, onlarla hayata tahammül ederiz. Onlarla aldanır ve onların varlığını devamlı
kılmak için hep birbirimizi aldatmakla yaşarız. Onlar, rüyamızı tatlılaştırır ve hayat
uykumuza fani bir mana katarlar. Duyguların örgüsü olan sanat hayat çilemizin
tesellisidir (Topçu 2016: 39).’’
‘‘Edebî eseri ve bilhassa şiiri değerli kılan özellik, metne sindirilmiş insanî
boyuttur…İnsanların,
obje
karşısında
takındıkları
tavırların
‘‘gönül’’
yoluyla
belirlenmesi sistemini his; karakter yapısını belirleyen özellikleri de haslet olarak
adlandırmak mümkündür. Bu iki özellik, insanları, obje ile ilişkilerinde, ‘‘akıl’’
dışında yönlendiren boyutlardır. Bunlar, acındırma, alay, aldırmazlık (tegâfül),
azim-gayret, coşkunluk, fedâkârlık, ferâgat, hayal kırıklığı, hayret-şaşkınlık, hiddet,
ısrar, ıztırap-acı çekme, iffet, ilenç, istiğnâ, kadr u kıymet bilmeme, kahır, kıskançlık,
kibir, kin-nefret, mutsuzluk, naz çekmeme, paylaşma, pişmanlık, riyâkârlık, sırdaşlık,
sözünde durmama (vefâsızlık), şanssızlık, tereddüt, utanma, yalnızlık,
yılgınlık-bıkkınlık
gibi
kendi
aralarında,
nüanslarla
da
ilişkilendirilebilecek
ve
çeşitlendirilebilecek his ve hasletlerdir (Açıkgöz 2003: 2).’’
büyüleyici ve en rakik unsurlarla okuyucunun karşısına çıkmıştır. Öyle ki Nurettin
Topçu’nun bu husustaki ifadeleri oldukça manidardır: ‘‘Duygu, bizi katı cisimlerden
ve kalpsizlerden ayıran acıyış; sezgi, eşyanın cevherine nüfuz eden ruhtaki
incelikten yapılmış rahm u şefkattir (2016: 41).’’
1.1 Duygulara Giriş
‘‘Başkalarının
duyguları
nasıl
da
zevkliydi!
İnsanların
duygularını
düşüncelerinden çok daha zevkli buluyordu Lord Henry’’
Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi
Duygu kavramının modern algısının menşei 17. yüzyılın ortalarında deneysel
bilimin doğuşuna dayanmaktadır. Bu hususta Tiffany Watt Smith Duygular Sözlüğü
adlı kitabında duyguların icadı bahsinde şu bilgileri aktarır: ‘‘1830’a kadar kimse
duyguları gerçekten hissetmiyordu. Onun yerine ‘tutkular’, ‘ruh kazaları’, ‘ahlakî
hisler’ gibi başka şeyler hissediliyor ve bunlar bugün duygu denince anladığımız
şeyden çok farklı şekillerde anlatılıyordu (2018: 16)’’. Öyle ki o dönemlerde
duyguların sadece insanlara has olmadığını bitkiler ya da hayvanların da
hislenebildiğini şöyle ifade eder devamında: ‘‘Antik Yunanda bazıları isyankâr
öfkeyi, hastalıklı bir rüzgârın getirdiğine inanıyordu. Çölde yaşayan ilk Hristiyanlar
da
can
sıkıntısının
kötü
niyetli
şeytanlar
tarafından
ruha
yerleştirildiğini
düşünüyordu. 15. ve 16. yüzyıllarda tutkular sadece insanlara özgü değildi;
palmiyeler âşık olup birbirlerini özleyebiliyor, kediler melankolik olabiliyordu
(2018: 16).’’ Onların algıları Antik Yunan’da Hekim Hipokrat ile alakalı olup
Rönesans ve Ortaçağ dönemlerinde saray hekimlerinin vücut sıvılarına göre
geliştirdiği tıp kuramı üzerine kuruluydu. Bu kurama göre insanda dört temel
unsurun kurduğu bir denge vardı: ‘‘Kan, sarı safra, siyah safra ve balgam. Bu
sıvıların insan karakterini ve ruh halini belirlediğine inanılıyordu. Damarlarında
daha fazla kan olanlar çabuk öfkeleniyor ama aynı zamanda cesur oluyorlar, öte
yandan fazla balgam insanı sakin ama kasvetli yapıyordu (2018: 16)’’. Nitekim
duygunun beş duyumuzla gelen sinyalleri algılama organı olan beynin ürünü
olduğuna değinen Nevzat Tarhan’ın Duyguların Psikolojisi ve Duygusal Zekâ adlı
eserinde
bu
husustaki
yaklaşımı
da
şöyledir:
‘‘Vücudumuzda
fizyolojik
düzenlemeler vardı; duygular da bu fizyolojik işleyişin garip sonuçlarıydı. Safra
kesesinin salgısı ne ise duygu, düşünce, davranış da beynimizin bir ürünüydü (2017:
17)’’.
17. yüzyıl felsefesinin önde gelen isimlerinden olan Spinoza’nın ‘‘temsil
edici düşünme tarzı (idea) ve temsil edici olmayan düşünme tarzı (duygu)’’ olmak
üzere
bahsettiği
konulardan
oluşan
dersleri
Gılles
Deleuze’un
düzenleyip
kitaplaştırdığı Spinoza Üzerine On Bir Ders adlı eserde ‘duygu’ şöyle ele alınmıştır:
‘‘Spinoza’nın Etik adlı Latince yazılmış temel kitabında iki kelimeye rastlıyoruz:
Affectio ve Affectus. Bazı çevirmenler çok tuhaf bir şekilde aynı sözcükle
karşılıyorlar bu ikisini. Bu tam bir felakettir. Her iki terimi ayırt etmeksizin
‘duygulanış’ diye çeviriyorlar (2008: 13)’’. Oysa Deleuze’un burada rahatsız olduğu
konu her iki kelimenin de farklı şeyleri ifade etmesiydi. Affectio, duygulanış demek
iken, affectus, duygu anlamına gelmekteydi. Bir filozof iki ayrı kelime kullanıyorsa
bunun illaki bir nedeni olduğunu vurgulayarak tek bir kelime ile açıklamanın felaket
olduğunu belirtmiştir.
Spinoza’nın derslerinden mütevellit olan yukarıda bahsi geçen eserde idea ve
duygu etraflıca ele alınmış, gerekli örneklendirmeler şöyle yapılmıştır: ‘‘İdea adı
verilen şey, bir şey temsil eden düşünme tarzıdır. Temsil edici bir düşünme tarzı.
Mesela üçgen ideası, üçgeni temsil eden düşünme tarzıdır. Bu bize daha şimdiden
idea ile duygu (affectus) arasında bir ayrım yapma şansı veriyor; çünkü hiçbir şey
temsil etmeyen düşünme tarzına bundan böyle duygu adını vereceğiz. Peki bu ne
demektir? Şimdi duygu veya his adı verilen rasgele bir şeyi ele alın. Mesela umut,
sıkıntı veya sevgi. Bunlar temsil edici değildir. Elbette sevilen şeyin ideası vardır,
umut edilen şeyin de. Ama olduğu haliyle umut ya da sevgi kendi başlarına hiçbir
şey temsil etmezler (Deleuze 2008: 14).’’ Peki idea ve duygu tanımlanıp,
örneklendikten sonra ister istemez çevirmenlerin aynı isim altında verdikleri ve
Deleuze’un
bunu
yanlış
çevirmelerinden
ötürü
felaket
olarak
nitelendirdiği
‘duygulanış’ ne olsa gerek diye düşündürmüyor değiliz. Spinoza’ya göre üç tür idea
bulunmaktadır ki bunlardan ilki ve konumuzu ilgilendiren kısmı ise duygulanıştır
(affectio). ‘‘Duygulanış ilk belirlemede şudur: Bir cismin başka bir cismin eylemine
maruz kaldığındaki durumudur. Ne demek bu? ‘Güneşi üzerimde hissediyorum’ ya
da ‘Güneş ışını üzerinize geliyor’ bu bedeninizin bir duygulanışıdır. Nedir
bedeninizin duygulanışı? Elbette güneş değil ama güneşin üzerinizdeki eylemi ya da
etkisi. Başka terimlerle söylersek bir cismin başka bir cisim üzerinde ürettiği eylem
ya da etkidir
(2008: 23).’’ Bu çerçevede divan edebiyatını değerlendirecek
görmek mümkündür. Zira bir cismin başka bir cisimle karşılaşması ya da bir cismin
başka bir beden üzerinde bıraktığı iz, etki duygulanış yani bedenin duygulanması
olarak adlandırılıyorsa divan şiirinde de buna yakın duygulanışlar elbette mevcuttur.
Nitekim çoğu vakit şair kendi bedenini bir ‘cisim’ olarak niteler ve sevgilinin
gamından/aşkından sararıp solmaktadır (bedeni duygulanışa geçmektedir):
Yüzleri böyle kararmazdı (duygulanış) eger ey mâh-rû
Âfitâba (etkileyen cisim) tapmayaydı turra-i hindûlarun
G.253/3
Karardı (duygulanış) mühre-i dâgum kızardı (duygulanış) şerhalarum
Bu cism-i zerd bana bir garîb reng oldı
G.489/3
Duygulanış bahsinden sonra Spinoza’dan not ettiği dersleri anlatmaya devam
eden Deleuze, yine bu minvalde farklı bir husustan bahseder: ‘‘Bir kez, yalnızca bir
kez Spinoza çok tuhaf ama çok çok önemli bir Latince bir kelime kullanır:
Occursus. Sözlük anlamı karşılaşma. Mesela şuradaki adam hoşuma gitmiyor
dediğimde, bu kelimesi kelimesine onun bedeninin benim bedenim üzerinde
bıraktığı etkinin, ruhunun benim ruhum üzerinde bıraktığı etkinin beni hoş olmayan
bir şekilde duygulandırdığı anlamına gelmektedir (2008: 25).’’ Yani kötü bir
karşılaşma yaptığını ve bu karşılaşmanın ruhunu ve bedenini duygulandırdığını ifade
etmiştir. Tıpkı divan şiirinde âşığın yâr ile karşılaşmasındaki olumlu duygulanışı
yahut da âşığın rakibi görünce ruhunda zuhur eden olumsuz duygulanış gibi. Özetle
Spinoza, duygulanış bahsinde dış cisimleri sadece bedenimiz üzerindeki bıraktıkları
duygulanışlar aracılığıyla bilebileceğimizin altını çizmek istemiştir.
Tiffany Watt Smith, Duyguların Sözlüğü’nde 19. yüzyılın başlarında İskoç
düşünür Thomas Brown’un Edinburgh Üniversitesindeki derslerinden birinde,
bedenin yeniden algılanması için yeni sözcükler öne sürmek gerektiğini dile
getirmiştir. Ve önerdiği kelime de emotion (duygu) olmuştur. ‘‘Fransızca ‘emotion’
sözcüğünden gelen bu terim İngilizcede kullanımda olsa da genel olarak ağacın
sallanmasından
yanakların
kızarmasına
kadar
bedenlerin
ve
nesnelerin
tüm
hareketlerini
betimlerken
faydalanılıyordu.
Bu
yeni
sözcüğün
icadı
hisler
dünyasında yeni bir yaklaşım anlamına geliyordu (2018: 16).’’ Bu durum tebessüm
etmelerin yahut somurtmaların duyguları nasıl yansıttığını, nasıl tetiklediğini
anlamak hususunda Victoria döneminde yaşayan bilim insanlarında haliyle ilgi
uyandırmıştır. Ve özellikle duyguları ciddi ve bilimsel manada ele almaya çalışan
bir bilim insanının o döneme damga vurduğundan bahsedilmiştir: ‘‘Charles Darwin,
daha 1830’larda duyguları ciddi ve bilimsel anlamda dikkate değer bir konu olarak
görüyordu. Dünyanın dört bir ucundaki misyonerlere ve kaşiflere, karşılaştıkları
yerel halkların keder ya da heyecan gibi duyguları nasıl ifade ettiklerini soran
anketler yolluyordu. Kendi üzerinde de deneyler yapıp gülümsediğinde ya da
titrediğinde kullandığı kasları belirlemeye çalışıyordu. Hatta küçük oğlu William’ı
inceleyip özenle tepkilerini kaydetti: ‘Sekiz günlükken çok somurttu… Neredeyse
beş haftalıkken gülümsedi.’ 1872’de bulgularını İnsan ve Hayvanlarda Beden Dili
adlı kitabınnda yayımladı ve duyguların sabit tepkiler olmadığını milyonlarca yıldır
devam eden evrim süreçlerinin sonucu olduğunu iddia etti (2018: 18).’’
Görüldüğü üzere her dönem, her yüzyıl daha doğrusu insanoğlunun olduğu
her yerde duygunun doğasını araştırmak için çeşitli kuramlar ortaya atılmış, farklı
dönemlerde bilim insanları tarafından araştırılmaya değer görülmüştür. Duyguların
bilimsel olarak incelenmesini yetersiz bulduğunu iddia ederek farklı bir yaklaşım
ileri süren bir diğer önemli isim de Sigmund Freud olmuştur: ‘‘1890’ların başında
nörolojideki kariyerini terk eden Freud, uzun süren üzüntünün ya da aşırı şüphenin
sadece beyin ve beden üzerinden incelenmesini yetersiz buldu ve –hisleri bilimsel
olarak incelemek kolay değil- diye yazdı. Zihnin veya psişenin elle tutulması zorlu
ve karmaşık etkisini de göz önünde bulundurmak gerekiyordu. Şiirsel bir dille
‘duygu tonları’ olarak bahsettiği duygular üzerinde kapsamlı bir kuram ortaya
koymasa da Freud’un çalışmaları duyguları biyolojik tikler ve seğirmeler
olarak gören bakış açısına derinlik kattı. Duyguların bastırılabilir ya da
birikip
dışa vurulabilir şeyler olduğunu Freud’un çalışmaları üzerinden
düşünmeye başladık (Smith 2018: 18).’’
Goleman duyguların dışa vurumu hususunda dışa vurumun yararlı ve zararlı
olabileceğini belirterek bunun aslında bir dışa vurum yanılgısı olarak gördüğünü de
şöyle ifade eder: ‘‘Hiddeti dışa vurma öfkeyle baş etmenin en yüceltilen yöntemidir.
Halk arasında yaygın kurama göre, böylece insan kendini daha iyi hisseder. Ancak
Zillmann’ın bulgularına göre öfkesini kusarak rahatlama tezine karşıt bir görüş var.
öfkeyi kusmanın ondan kurtulmaya pek az yaradığını (tabi öfkenin baştan çıkaran
bir yanı olduğundan kişiler tatmin olduklarını hissedebilir) bulgulamasından beri
savunulmaktadır. Öfkeyi kusmanın işe yaradığı durumlar da olabilir; hedef kişiye
doğrudan yönelik olduğunda durumun kontrol altına alındığı ya da adaletsizliğin
giderildiği hissini verdiğinde veya diğerine hak ettiği kadar zarar verilip misillemede
bulunmadan hoşa gitmeyen bir davranışı değiştirmesini sağladığında olduğu gibidir
(2011: 217).’’
Emotion ‘ın Latince kökeni olan ‘motion’ kelimesine baktığımız zaman,
Nevzat Tarhan’ın da ifade ettiği gibi: ‘‘Motion kelimesinin ‘hareket’ anlamına
geldiğini ‘e’ harfinin ise ‘ex’ yani ‘dışarı hareket’ manasını taşıdığını görürüz. Yani
emotion bir insanın kendisinde olanları dışarı yansıtmasını ifade eder. Bu da
göstermektedir ki duygu olmadan insanın kendisini anlatması mümkün değildir
(2017: 46).’’ diyerek emotion kelimesine açıklık kazandırır.
Duygular üzerine etraflı bir çalışması olan Goleman da duygunun tanımını
yaparken ‘emotion’ sözcüğünün kökeni üzerinden hareketle şöyle der: ‘‘Aslında tüm
duygular harekete geçmemizi sağlayan dürtülerdir; evrim, yaşamla baş edebilmemiz
için bizi acil plan yapabilecek şekilde programlamıştır. Duygu (emotion)
sözcüğünün kökeni motore’dir. Latince hareket etmek anlamına gelen fiile ‘e-’ ön
eki getirildiğinde anlam uzaklaşmak olur ki bu her duygunun bir harekete yönelttiği
fikrini vermektedir (2011: 57).’’
Tüm bu bilgiler doğrultusunda duygu nedir, duyguyu tetikleyen ya da dışa
vurduran
unsurlar
nelerdir
diye
sorduğumuzda
cevaplamak
çok
da
kolay
olmayacaktır. Duygunun cevabını ne doğrudan biyolojik ve psikolojik tarihe
dayandırmak doğru olur ne de sadece dış etkilere bağlamak. Duygular tüm bu
etkenlerin bileşiminden oluşan kocaman bir sarmaldır adeta. Naile Hacızade’nin
Bilişsel Dilbilim Açısından Duyguların Dili adlı kitabında Norman Denzin’den
aktardığı şu tespitler oldukça önemlidir: ‘‘İçinizdeki her duygu anılar ve içgüdünün,
eğitim ve dış etkilerin, öğrendikleriniz ve deneyimlerinizin, ilkel güdüler ve beyin
yapısının karmaşık bir etkileşiminden oluşur (2012: 4).’’.
Yine bu doğrultuda 17. yüzyıl soylularından François La Rochefoucauld’un
dürtülerimizin bir geleneğe uyum sağlama ihtiyacından doğduğuna dair söylediği
ifadesi de oldukça ilginçtir: ‘‘Bazı insanlar eğer aşk hakkında konuşulduğunu
duymamış olsalardı, asla âşık olamazlardı (2018:19).’’ Naile Hacızade’nin bu
hususta alıntıladığı şu bilgiler de Rochefoucauld’u ziyadesiyle doğrular niteliktedir:
‘‘Duygusallık kişi ile toplumun kesişiminde yatar, çünkü insanlar her gün
deneyimleyip
hissettikleri
duygular
yoluyla
ve
kendilerini
hissedişleriyle
toplumlarına bağlanırlar. İnsanla ilgili tüm disiplinlerde duygusallığın incelenmesine
merkezî bir yer vermenin zorunlu olmasının nedeni budur; çünkü insan olmak
duygusal olmak demektir (2012: 10).’’
‘‘Duyguların zihin ve bedenin yanı sıra kültürler tarafından da şekillendiği
fikri 1960’larda ve 70’lerde büyük ilgi görmeye başlamıştı. Uzak topluluklarda
yaşayan Batılı antropologlar duygulara dair farklı dillerdeki sözcüklerle ilgilenmeye
başladılar. Mesela hak edilenden daha azını alınca hissedilen ‘öfke’ anlamına gelen
‘song’ Pasifik Okyanusu’ndaki Ifaluk Adası’nın yardımlaşma kültürü gelişmiş halkı
için çok saygıdeğer bir duygu. Öte yandan İngilizce konuşan kültürlerde çok temel
görünen bazı duygular başka dillerde hiç var olmayabiliyordu: Mesela Perulu
Machiguenga dilinde ‘endişe’ sözcüğüne tam olarak karşılık gelen hiçbir ifade yok.
Dillerin duyguyla ilişkisine duyulan bu ilgi merak uyandırıcıydı: Eğer farklı insanlar
duyguları farklı şekillerde kavramsallaştırıyorsa onları farklı şekilde de hissediyor
olabilirler miydi? (Smith 2018: 20).’’
Bu sorunun cevabını güzel bir örneklendirmeyle açıklan Smith, devamında
şöyle ifade etmiştir: ‘‘New York’ta ticaret borsasında çalışan birini düşünün; elleri
terliyor, kalbi çarpıyor, kafası karıncalanıyor. Sonra da aynı hislerin 13. yüzyılda
soğuk bir kilisede diz çökmüş dua eden bir Hristiyan tarafından yaşandığını
düşünün; ya da gecenin bir vakti karın ağrısıyla uyanan Avustralyalı bir Pintupi’nin
bunları yaşadığını. Borsacı bu duygulara ‘adrenalin patlaması’ ya da ‘faydalı korku’
diyebilir. Kilisede dua eden ikinci kişi bu duygular için ‘harikulade bir korku’
diyebilir. Üçüncü kişi de ‘ngulu’ hissediyor olabilir; bu da Pintupi halkının yaşadığı,
birinin intikam peşinde olduğundan şüphe edildiğinde hissedilen özel bir korku
türüdür (2018: 22).’’ Öyle görünüyor ki bir duyguyu heyecanla mı, mahcubiyetle
mi, korkuyla mı karşılıyor olmamız aslında duygusal deneyimlerimizin bir ürünü
olduğunu göstermekle birlikte bir duygunun her yerde aynı şekilde hissedilmediğini
de örneklemiş olmaktadır.
Duygular kültürden kültüre, ulustan ulusa, dönemden döneme değiştiği için
net olarak şu kadar duygu vardır demek çok doğru olmayacaktır. Zira insanoğlu
yaşarken diğeri tanımayabiliyor ya da o duygu o dile geçmemiş olabiliyor.
Dolayısıyla duyguları kategorilere sıkıştırmak kolay değildir. Ancak Nevzat Tarhan
duyguların iki başlık altında toplanabileceğini şöyle ifade etmiştir: ‘‘Genel olarak
duygular iki ana grupta ele alınır: Bunlardan birisi temel duygular diğeri ise yüksek
duygulardır. Temel duygulardan bazıları hem insanlarda hem diğer canlılarda
mevcutken bir kısmı sadece insanlarda bulunur. İnsanlarda ve diğer canlılarda ortak
olan duygular cinsellik, saldırganlık, açlık, susuzluk gibi daha çok dürtüsel
olanlardır. Ancak insan beyni bundan farklı olarak yüksek duygulara da sahiptir.
Hayatımızda sevgi, öfke, korku, üzüntü gibi pek çok duygu yaşarız ve bunları da tek
bir duygu olarak ele almayız. İnsanlardaki yüksek duygular küme kümedir. Nasıl
doğada ana renkler ve bunların karışımından doğan değişik renkler mevcutsa üç
temel duygumuzdan da farklı duygular ortaya çıkar. Kırmızı, sarı ve maviye
benzetebileceğimiz başlıca üç duygu öbeği sevgi, korku ve güvendir. Bu kümenin
içinde alt duygular vardır. Mesela sevgi duygusunun içinde merhamet, şefkat,
merhamet, iyilik gibi hisler bulunur. Korkunun içinde nefret, düşmanlık, utanma ve
öfke saklıdır (2017: 46).’’ Ancak şunu da belirtmeliyiz ki temel duyguların hangisi
olduğu noktası da oldukça dilemmalı konulardandır: ‘‘Çok sayıda olan duygulardan
bazılarının temel (birincil) olduğu yönünde birbirinden ayrılan görüşler vardır.
Duygulardan hangisinin temel olduğu en tartışmalı sorunlardan biridir. Temel
duyguların doğuştan geldiği, insanın doğasının ayrılmaz bir parçası olduğu da
önemli bir olgudur (Hacızade 2012: 7).’’
Hacızade’nin sınıflama hususunda ifade ettiği gibi: ‘‘Bilim adamları özellikle
psikologlar, duyguları çeşitli boyutlara (ör. Hoş olma-hoş olmama, kuvvetli-zayıf,
gerginlik-gevşeklik vb.) göre sınıflandırmışlardır. Fakat herkesin kabul ettiği bir
sınıflandırma yapılmamıştır. Toplumsal, kültürel, tarihsel bağlamda iç içe bulunan
kendisi de değişken bir doğaya sahip olan duyguları sınıflandırmak o kadar kolay
değildir (2012: 5).’’
Her ne kadar duyguları belli başlıklar altında toplamak mümkün olmasa da
bazı tasniflerden ve kuramlardan hareketle duygu tanımları ve kategorilerine şöyle
örnekler verebiliriz:
1.2. Spinoza’ya Göre Duygu Tanımları
İstek[cupiditas] verili değişkilerden biri tarafından eyleme belirlenmiş olarak
kavrandığı sürece, insanın özünün kendisidir.
Haz[laetia] insanın daha küçük bir eksiksizlikten daha büyüğe geçişidir.
Acı[tristitia] insanın daha büyük eksiksizlikten daha küçüğüne geçişidir.
Hayret[admiratio] bir şeyin imgesidir ki anlık bunda saplanıp kalır, çünkü bu tekil
imgenin başka imgelerle hiçbir bağlantısı yoktur.
Küçümseme[contemptus] anlığa öylesine az dokunan bir şeyin imgesidir ki, anlık o
şeyin bulunuşu yoluyla onda olanlardan çok onda olmayan şeyleri imgelemeye
götürülür. Birini nefretten ötürü hak ettiğinden daha küçük görmektir. Hürmeti ve
hor görmenin tanımlarını burada geçiyorum çünkü bildiğim denlisiyle duygulardan
hiçbiri adını onlardan türetmez.
Sevgi[amor] dışsal bir nedenin ideasının eşliğindeki hazdır.
Nefret[odium] dışsal bir nedenin ideasının eşliğindeki acıdır.
Eğilim[propensio] bir ilinek yoluyla acıya neden olan şeyin ideasının eşliğindeki
hazdır.
Tiksinme[aversio] bir ilinek yoluyla acıya neden olan şeyin ideasının eşliğindeki
acıdır.
Tapınma[devetio] bizi hayrete düşüren birine yönelik sevgidir.
Alay[irrisio] nefret ettiğimiz şeyde küçümsediğimiz bir şeyi bulunuyor olarak
imgelememizden doğan hazdır.
Umut[spes] kararsız bir hazdır ki sonuncudan bir düzeye dek kuşkulu olduğumuz
gelecek ya da geçmiş bir şeyin ideasından doğar.
Korku[metus] kararsız bir acıdır ki sonuncudan bir düzeye dek kuşkulu olduğumuz
gelecek ya da geçmiş bir şeyin ideasından doğar.
Güven[securitas] kendisinden kuşku nedeninin uzaklaştırıldığı ya da gelecek bir
şeyin ideasından doğar.
Sevinç[gaudium] sonucu umudumuza aykırı olan geçmiş bir şeyin ideasının
eşliğindeki hazdır.
Acıma, bize benzediğini imgelediğimiz birinin başına gelen kötülüğün ideasının
eşliğindeki acıdır.
Kayırma, başkalarına iyilik etmiş olanlara yönelik sevgidir.
Öfke, başkalarına kötülük etmiş olanlara yönelik nefrettir.
Büyümseme, birini sevgiden ötürü hak ettiğinden daha büyük görmektir.
Haset[invidia] bir insanı başkasının iyi talihinden üzüntü duyacağı ve buna karşı
gelen bir kötülüğe sevineceği bir yolda etkileyen nefrettir.
Şefkat[misericordia] bir insanı bir başkasının talihinden sevinç duyacağı ve başına
gelen bir kötülükten üzüleceği bir yolda etkileyen sevgidir.
Kendinden hoşnutluk[acquiescentia in se ipso] insanın kendisini ve etkili gücünü
düşünmesinden doğan hazdır.
Pişmanlık[paenitentia] anlığın özgür kararı ile yapıldığına inandığımız bir ediminin
ideasının eşliğindeki acıdır.
Kendisini beğenmişlik[superbia] kendisin sevgisinde ötürü kendini hak ettiğinden
daha büyük görmektir.
Kendini aşağılama[abjectio] acıdan ötürü kendini hak ettiğinden daha küçük
görmektir.
Gurur[gloria]
başkalarının
övdüğünü
imgelediğimiz
bir
eylemimizin
ideası
eşliğindeki hazdır.
Utanç[pudor]
başkalarının
kınadığını
imgelediğimiz
bir
eylemimizin
ideası
eşliğindeki acıdır.
Özlem[desiderium] bir şeye iye olma isteği ya da itkisildir ki o şeyin anısı
tarafından beslenir ve aynı zamanda istenen şeyin varoluşunu dışlayan başka
şeylerin anıları tarafından engellenir.
Açıklama: Ne zaman bir şeyi anımsasak daha önce de sık sık belirttiğim gibi
böylelikle onu sanki önümüzde bulunuyormuş gibi bir duyguyla görme eğilimine
gireriz; ama bu eğilim ya da çaba uyanık olduğumuz zaman genellikle
anımsadığımız şeyin varoluşunu dışlayan şeylerin imgeleri tarafında engellenir. Bu
yüzden ne zaman bize bir tür haz ile etkileyen bir şeyi anımsasak, böylelikle onu
sanki bulunuyormuş gibi bir haz duygusu ile görmeye çabalarız ama bu çaba hemen
o şeyin varoluşunu dışlayan şeylerin anıları tarafından engellenir. Bu yüzden özlem
gelecekte nefret ettiğimiz şeyin yokluğundan doğan hazza karşıt olan bir acıdır.
Minnet ya da minnettarlık[gratia seu gratitudo] sevgi isteği ya da çabasıdır ki bizi
benzer bir sevgi duygusundan bize iyilik yapmış olanlara iyilik yapmak için
çabalamaya götürür.
İyilikseverlik[benevolentia] acıdıklarımıza iyilik yapma isteğidir.
Öç[vindicta] karşılıklı nefretten doğarak bize zarar vermiş olanlara kötülükte
bulunmaya götüren istektir.
Acımasızlık ya da gaddarlık[crudelitas seu saevitas] bir insanı sevdiğimiz ya da
acıdığımız birine kötülük yapmaya götüren istektir.
Ürkeklik[timor] bizi korkutan daha büyük bir kötülükten daha küçük bir kötülük
yoluyla kaçınma isteğidir.
Gözüpeklik[audacia] birini eşitlerinin karşılaşmayı göze alamadığı bir tehlikeyi
içeren bir şeyi yapmaya götüren istektir.
Ödleklik[pusillanimitas] isteği eşitlerinin göze aldığı bir tehlikenin korkusuyla
kısıtlanan birine yüklenir.
Açıklama:
Öyleyse
ödleklik
birçoklarının
genellikle
korkmadığı
bir
kötülükten duyulan korkudan başka bir şey değildir.
Şaşkınlık[consternatio] bir tür ödlekliktir. Afallayan ya da yalpalayan bir insanı bir
kötülüğü uzaklaştıramayacağı bir yolda tutan korku.
İnsanlık ya da alçakgönüllülük[humanitas seu modestia] insanların hoşlarına
giden şeyleri yapma ve hoşlarına gitmeyen şeyleri bırakma isteğidir.
Hırs[ambitio] ölçüsüz gurur isteğidir.
Sefahat[buxuria] gösteriş için ölçüsüz istek ya da daha doğrusu sevgidir.
Ayyaşlık[ebrietas] Ölçüsüz içme isteği ve sevgisidir.
1.3. Goleman’a Göre Duygu Tanımları
Goleman temel duyguları ve onların bileşenlerini şöyle sıralamıştır:
Öfke: hiddet, hakaret, içerleme, gazap, tükenme, kızma, sinirlenme, hınç, kin,
rahatsızlık, alınganlık, düşmanlık ve belki de en uç noktada patolojik nefret ve şiddet
Üzüntü: acı, keder, neşesizlik, kasvet, melankoli, kendine acıma, yalnızlık, can
sıkıntısı, umutsuzluk ve patolojik olduğunda şiddetli depresyon
Korku: kaygı, kuruntu, sinirlilik, tasa, hayret, şüphe, uyanıklık, vicdan azabı,
huzursuzluk, çekinme, ürkme, dehşet; patolojik olduğunda ise fobi ve panik
Zevk: mutluluk, coşku, rahatlama, tatmin, haz, sevinç, eğlenme, gurur, tensel zevk,
heyecan, vecd hali, hoşnutluk, kendinden geçme, aşırı zindelik, kapris ve en uç
noktada mani
Sevgi: kabul görme, dostluk, güven, iyilik, yakın ilgi, sadakat, hayranlık, aşırı
tutkunluk, muhabbet
Şaşkınlık: şok, hayret, afallama, merak
İğrenme: hor görme, aşağılama, küçümseme, tiksinme, nefret etme, hoşlanmama,
itici bulma
Utanç: suçluluk, mahcubiyet, hayal kırıklığı, pişmanlık, küçük düşme, üzülme, çile
ve nedamet (2004: 359-360)
Son olarak da Alfred Adler’in İnsan Tabiatını Tanıma adlı kitabında
duyguları kategorize ettiği görülmektedir.
1.4 Alfred Adler’e Göre Duygu Kategorisi
1) İnsanları Birbirinden Uzaklaştıran Duygular
• Öfke
• Keder
• Heyecanın kötüye kullanılması
• Tiksinme
• Korku ve endişe
• Sevinç
• Sempati
• Sıkılganlık (2013: 234-245).’’
İşte tüm bu tanımlamalar ve sınıflamalar doğrultusunda Bâkî Dîvânı’ndaki
gazellerde
her
bir
beyitin
bünyesinde
tespiti
sağlanan
duygular
Excel’de
oluşturduğumuz 5 duyu ve 45 duygu başlığı altında gösterilmiştir. 16. yüzyıl divan
şairlerinden Bâkî’de nasıl bir duygu haritasının ortaya çıktığı, nasıl bir duygusal
geleneğin hakim olduğu, en çok ve en az kullanılan duyguların hangisi olduğu somut
verilerle gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. Dîvân’daki gazellerin tamamında, her
bir
beyitte
tek
tek
duyguların tespiti sağlanarak şairin duygu dünyasının
tanıtılmasına özen gösterilmiştir.
İKİNCİ BÖLÜM
2.1. Tanımlar
Duyu: [Kelime eski metinlerde nadiren ‘‘bilgi, sezgi’’ anlamında geçer.]
İnsan ve hayvanlarda dış dünyadan gelen etkileri dokunma, görme, işitme, koklama
ve tat alma organlarıyla idrak etme yeteneği, duyma, hissetme gücü, hassa: ‘‘Beş
duyu.’’
Duygu: [Eski metinlerde yalnız 7. anlamda geçen kelime son dönemde tekrar
canlandırılmış ve birçok mânâ yüklenmiştir.] 1. Bir duyu organı ile algılama ve bu
algılama sonucunda meydana gelen his. 2. Bir şeyin insanın iç dünyasında
uyandırdığı etki, his, ihtisas. 3. Ahlak, sanat, güzellik vb.ni değerlendirebilme
yeteneği: ‘‘Sanat duygusu.’’ ‘‘Güzellik duygusu’’. 4. Sezgi, his. 5. (İsim
tamlamasının ikinci ögesi olarak) Bir kavramın algılanmasından ortaya çıkan durum:
‘‘Yabancılık duygusu.’’ ‘‘Utanma duygusu.’’ ‘‘Merhamet duygusu.’’ 6. psiko.
Kendisinden bir önceki olayın sonucu olarak ortaya çıkan rûhî durum, bir fikrin, bir
tasavvurun sonucu olan, fizik olarak bedende herhangi bir yer tutmayan sevinç,
hüzün vb. ruh hali. 7. eski. Duyularak lede edilen bilgi, mesmuat [eskimiştir]
2.2. Araştırmanın Amacı
Bu çalışmanın seçilmesindeki amaç; söz konusu eserde duyu ve duyguların
tespitini sağlayarak şairin Dîvân’ındaki gazellerinde mevcut olan duygu haritasını
ortaya koymaktır.
2.3. Araştırmanın Önemi
Şiir; şairin duygu, düşünce ve hayal dünyasının bir yansımasıdır. Divan
şiirinde edebî birikimleri en güzel yansıtan unsurların başında gazeller gelmektedir
ki gazeller şairin sanatını gösterdiği ve duygularını en yoğun olarak yansıttığı bir
mecradır.
Bu çalışmada divan şiirinin sadece kelimelerden inşa edilmiş bir söz yığını
olmadığı, okuyucuya en derinden seslenen duyu ve duygularla örülü bir şiir
anlayışına sahip olduğu da gösterilmek istenmiştir. Bu ve benzeri çalışmalarla
şairlerin üslupları hakkında daha net bilgilere ulaşma imkânı da doğmuştur.
2.4. Araştırmanın Sayıltıları
Divan şiiri her ne kadar geleneğin belirlediği sınırlı bir alanda gelişen şiir
anlayışı olarak görülse de her şairin bu kadar âşina kalıplar içerisinde özgünlüğü
yakaladığı, duyguların adı aynı olsa da orijinal bir şekilde duyguları dışa vurduğu
varsayılmıştır. Öyle ki her divan şairinin kendine has bir üslup ve tarzı olduğu için
hepsi de geleneği tekrar etmek yerine bilakis tıpkı ressamlar gibi aynı renklerden
farklı tablolar inşa ediyorlar gibidir.
2.5. Araştırmanın Sınırlıkları
Bu çalışma 16. yüzyıl divan şairlerinden Bâkî ile sınırlandırılmış ayrıca Bâkî
Dîvânı’ndaki sadece gazeller incelemeye alınmıştır. Kaside, kıt’a, matla gibi diğer
türlerin alınmayıp sadece gazellerin alınmasına sebep ise sanat için yazılmışlık ve
etkileyicilik unsurları bakımından duyguların gazellerde tespitinin daha kolay
olmasındadır.
Çalışma, Bâkî’nin gazellerinde tespit edilen 5 duyu ve 45 duygu ile
sınırlandırılmakla beraber, farklı şairler üzerine çalışma yapılması durumunda,
incelemesi yapılacak eserin yansıttığı duygular çerçevesinde duygulara ekleme ve
çıkarma yapmak tercihe bırakılmıştır.
2.6. Problem Durumu
Divan şiirinde duyu ve duyguların tespitinde nasıl bir yol izlenmelidir ?
Bâkî hangi duyu ve duygulardan beslenmektedir ?
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YÖNTEM
3.1. Araştırma Modeli
Bu çalışmada öncelikle duygunun ne olduğu ve kökeni etraflıca açıklanmaya
çalışılmış, incelemeye alınan şairin Dîvân’ındaki gazeller analiz edilerek duyguların
tespiti sağlanmış, Excel tablosu yardımıyla da istatistikî sonuçlar elde edilmiştir.
Şiiri anlamada ve özümsemede etkili bir yöntem olan şiir analizinden yola
çıkılarak, Bâkî’nin gazellerindeki duyu ve duygu yapısı incelenmeye çalışılmıştır.
Araştırma yapılırken kullanılan yöntem, nitel araştırma yöntemi olup divan
şairlerinden seçtiğimiz bir şâir üzerinde, şâirin gazellerindeki her bir beyitte duyu ve
duyguları tespit edip detaylı bir şekilde adlandırmak ve sınıflandırmak da izlenilen
ana yöntem olmuştur.
Bununla birlikte çalışmamızda, duyu ve duyguların tespiti noktasında Ne
kadar? Ne sıklıkta? Ne kadar yaygın? gibi soruların da cevabına yanıt arandığı için
nicel araştırma yöntemi de çalışmamızın bir parçasını oluşturmaktadır.
3.2. Evren ve Örneklem
Bu araştırmanın evrenini Bâkî Dîvânı içerisindeki gazeller oluşturmaktadır.
Araştırmada bilinçli örneklem yöntemi kullanılarak sadece bir şair belirlenmiştir.
Zira şairin gazelleri 548 adet olup toplamda 3183 beyit içermektedir. Ziyadesiyle
hacimli bir eser olduğundan, tek bir şair üzerinden etraflıca araştıma yapmak,
çalışma sonucunda daha ayrıntılı bilgilere ulaşma imkânı vermiştir.
3.3. Veri Toplama Araçları
Konu gereği seçilen şairin Dîvân’ı çalışmanın temel dokümanı olmuştur.
Dîvân’daki gazellerde her beyit tek tek incelenirken duyu ve duygu barındıran
ifadelerin hemen yanına parantez açılarak tespit edilen duyu ve duygunun adı
yazılmıştır. Bu sebeple ortaya çıkan her duygu için bir başlık açılmış, daha sonra da
Excel üzerinden 1 rakamı ile tespit edilen duygu ilgili kutucuğa işaretlenmiştir.
Ayrıca bir beyitte birden fazla aynı duygu bulunmuşsa bile 1 olarak işaretlenmiştir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4.1. Divan Şiirinde Duyguların Dışa Vurumu
Şair, nesnel gerçekliği bozar, değiştirir, hatta ona ters düşer. Olmayacak şeyi oldurur,
görünmeyeni görünür kılar, duyulmayanı duyurur.
(Metin Altıok, Şiirin İlk Atlası)