I S a v l a B
Ünlü Belçikalı
sİktisatçı
aEmile de Laveleye'in
"Tuna'nın Ötesi
ve Berisi,, adlı
kitabından :
Æ ■
V'
■
1
v- •-ii'/ ‘
T-t ikzan,
w W : # ? v ' y-sI y & f f c . wiï. ivííw íÍ!->,
«Y
1885'de
Ü Z Y ıl önce Yabancı Güzüyle Türkiye» d i zisini hazırlamaya uğraşırken, alt tara fı üç beş bini geçmeyen ken di özel kitaplığım ızda dahi öylesine bol, öylesine değişik, öylesine ilginç kaynaklarla karşılaştık ki, bunları on gün lük b ir tefrikanın İçine nasıl özetleyip sığdıracağım ız konu sunda — açık yürekle İtiraf ede lim— gerçekten apışıp kaldık.
Üzülerek söylemek gerekir kİ geçen yüzyıllara alt T ü r kiye He ilgili yabancı kay naklar ciddi b ir özenle ara
n ıp taranm am ış n bu alan da birçok önemli yapıt Türk- çeye aktarılm am ıştır.
Bunun nedeni beylik bir «B oşvericilik » m idir, yoksa bu yapıtlarda, pek tutkun o l duğumuz övgü dozları gönlü- mtlzce b ir grafik çizmediği İçin m i, bunlar Türk kamu oyuna yansıtılmak İstenme miştir, orasını tam kestiremi yoruz. Bize göre bu nları, lehi
mizde olsun, aleyhimizde ol sun önce TUrkçeye aktarmak gerekir. Aradan uzun yıllar geçmiş olduğu İçin de, Türki ye hakkında vaktiyle yapılmış olan bu gözlemleri, İnceleme leri ve eleştirileri bugün da ha bilim sel, daha objektif açı lardan değerlendirmek ve ül kemiz hakkında çeşitli görüş ler ileri sürmüş olan yaban cıları, haklı ve haksız yönle
riyle yerli yerine oturtmak hem hppimiz İçin çok daha kolay olacak; hem de kendl- kendlmlzl yeniden b ir elekten geçirme olanağı bulacağım ız dan b u tür çalışm aların top lumlunuza büyük ya ran doku nacaktır.
Doğu Rumeli
I Hz. Muhammed Müs-
lümanlara şarapla al
kolleri yasak etmekle
dâhiyane bir
sezgi
göstermişti. Bizim ise
çağdaş toplumlunuz
da alkol tutkusu mo
dern
bir veba
gibi
kurbanlarım her gün
biraz daha arttırıyor
du.
ma
m
E
M İL E de Laveleye, adıbütün çağdaş ansiklope dilere kadar geçmiş çok ünlü bir iktisadçıdır. Kendisi Belçikalı bir barondu. 1822’de Bruges’de doğmuş 1892’de Li- ège’de ölmüştür. En önemli yapıtı 1874’de yazdığı «Toprak mülkiyeti ve Bunun İlkel Bi çim leri» adlı kitabıdır.
İşte bu Belçikalı iktisadçı Tuna kıyılarını adım adım ge
zerek İstanbul’a kadar gel
miş ve o tarihdeki Balkan
toplumlanyla OsmanlI İm pa ratorluğu arasındaki ilişkileri gerek iktisadi, gerek sosyal, gerek politik yönlerden ince- liyerek, edebi değeri de kü
çümsenmeyecek koca bir
araştırma yayınlamıştır. Bu
araştırma «Tuna’nın Berisi ve Ötesi» başlığıyla 15 haziran- 1885’den 15 ocak 1886’ya kadar kadar, altı bölüm halinre «La Revue des deux mondes» da çıkmıştır önce..
Mutlaka Türkçe’ye çevrilm e si gereken bu ilginç izlenimle rin biz sadece altıncı bölü münden bazı parçalar almak la yetiniyoruz.
SOFYA'DAN
YOLA HKİS
«S ofya’da OsmanlIların Ta-tarpazarçık’taki demiryoluna kadar gelebilmek için 130 ki lometrelik uzun bir yol yap mam gerekiyordu. Ayrıca iki de yüksek dağ aşacaktım. Ge nellikle bu mesafe iki günde alınıyor ve gece aradaki İhti mali kasabasında kalınıyordu. Ama 120 franga beni bir gün
de Tatarpazarcığa götürecek
dört atlı bir araba buldum. Sabah gün doğarken yola çı kacaktır. Eğitimini Liege Üni
versitesinde yapmış M. Gue-
rof adında genç bir avukat da
benimle birlikte gelecekti.
Yol arkadaşım hem bölgeyi
çok iyi tanıyor, hem de Türk çe yi ana dili olan Bulgarca
kadar iyi konuşuyordu. M.
Guerof sabah saatin dördünde almaya geldi beni. Sofya’nın
çevresindeki, gözün alabildi
ğine uzanan ıssız kocaman
ova, gümüş renginde ince sis yığınlarıyla kaplıydı. Ama az
sonra güneş yükselince sis
ler eriyip kayboldu. Rila dağ
larından çıkarak Samokov’-
dan akıp gelen îsk er ırmağını tahta bir köprüyle geçtik. I r mak burada killi san topra ğı oyarak bir çok kola ayrı- lıyordu.
Ortalıkta kimsecikler yok
gibiydi. Sadece öküzlerin çek tiği bir kaç kağnıya rastla dık. Kağmlar Baron de Hırs- ebe ait Bellova ormanlarından
Sofya’ya odun götürüyorlar
dı. Bunların bir kısmı yakıt, bir kısmı da inşaat malzeme si olarak kullanılacaktı. Dört beş günde ancak varabilecek lerdi. Sofya’yı kağnılar. Y o l da öküzler yol kıyısındaki ot ları yiyorlardı. Sürücüler de yanlarındaki mısır ekmeğini.. Besbelli ki Bulgar başkentin de bir hayli pahalıydı yaka cak. Şayet gördüğümüz bütün o çorak tepeler İsviçre’de ol duğu gibi ağaçlarla kaplı o l saydı, ülkenin zengiliğine pa- yan olmazdı. Ne çare ki yüz yıllar boyu sürmüş kavga, sa vaş ve şiddet eylem leriyle her yer kurumuş, çölleşmişti. Bu raları için hükümetin ilk ya pacağı iş. iyi bir orman yasa sı düzenlemek ve her yeri ye niden ağaçlandırmak olm alı..»
«İstanbul'u Sofya’ya bağla mak için on yıl önce başlan mış olan demiryolu inşaatının izleriyle karşılaşıyorduk ara da sırada. Sel yataklarının or
tasında ancak yarısı bitmiş
köprü bacakları, yağmurlarla
bozulmuş toprak tesviyeler,
hatta otlarla çalılıkların ara sında katmış bazı ray parça lan görüyorduk Bu dem iryo lu işi, Türkiye’deki düzenin güçsüzlüğüyle reform yapma sini engelleyen nedenleri ana çık ortaya koyar acıklı bir bi küyeydi. Babıalinin arası M de Hirsch ile bozulduğu için OsmanlI hükümeti dem iryo lunu kendi başına bitirmek için kollarını sıvamıştı. İnşa atın başına bir yüksek memur getirilmişti. O bu İşi pek tatlı
B u mütevazı yazı dlzlal bu konularla ilgili fakültelere, enstitülere ve bu alanda araş tırm alar yapan kişilere, çalış m a ve çabalarında, b ir kıy- m ıcık da olsa, yeni b ir şevk, yeni b ir güç tazelemesi ka zandırırsa, büyük b ir boşluk biraz daha dolm uş olacaktır.
İhtiman kasabasında bir Türk hanına
girdik. Hanın ne ölçüde baştan savma
yapıldığını tahmin edemezsiniz. Acaba
bunun nedeni para yokluğu muydu,
yoksa «nasıl olsa çıkacak bir yangında
kül olup gidecek» umursamazlığı mıy
dı kestiremedim.
masa vardı, öğren ciler yere oturuyor ve ellerindeki küçük
kara tahtalara yazıyorlardı,
yazılarım.
ö ğ retim genellikle Kur'an’- dan parçalar ezberlem ek üs- tiineydi. V e nihayet hamamla
karşılaştık. Kubbesi, kubbe
nin üstünde ters çevrilm iş
şişe dibine benzer kaim cam dan yuvarlaklarıyla halkın yı
kanma yeriydi burası. Kub
bedeki camlardan yeşilimsi
b ir ışık sızıyordu içerdeki m erm er salona.. İslâm dinine
göre evde olsun, hamamda
olsun sık sık yıkanma zorun- luğu vardı. Bu da yine Tiirk-
lerden öğrenmem iz gereken
harika bir alışkanlık. Ama ne
çareki OsmanlIların ayrılıp
çekildikleri her yerde hamam lar yıkılıp çökm ekte.»
BİR TÜRK HANI
1885’lcrde Rumeli kıyafetleri...
çalışmalar bir türlü ilerlem i
yordu. Bunun üstüne o me
mur değiştirildi, yerine başka biri getirildi. O da tıpkı bi rincisi gibi kendi çıkarma ba kıp ipe un sermekten başka bir şey yapmadı. Sonunda hü
kümet boyuna para ödemek ten usandı ve olduğu gibi bı raktı bütün inşaatı. Oysa o zamana kadar bütün yolu bi
tirmek için gerekli paranın
bir buçuk mislinden daha ço ğu harcanmıştı.»
«Tam yolun yarısında îh-
timan’da biraz dinlenmek
için yeni yapılmış bir Türk hanına indik. Sokağa doğ ru çıkıntılı kocaman balko nuyla ahşap bir binaydı bu- tılm ış tavanların üstüne mas mavi çiçek resim leriyle çeşit çeşit arap m otifleri çizilm işti. «Ş a rk » zevkinin örnekleriydi bunlar. Hanın ne ölçüde baş tan savma yapıldığım tahmin ve tasavvur dahi edemezsiniz. Birinci katın döşeme aralık larından alt katta olup biten her şey görünüyordu. Odala
rın duvarları, kabuklu ağaç
direklere çakılmış tahtalar
dandı. K irem itler yanlış yun- luş konduğu için, bir yağm ur yağsa sular şakır şakır içeri akacaktı damdan. Ne binanın dayanıklılığı, ne de rahatlığı için hiç bir özen gösterilm e mişti. Büttin bu düzensizliğin
nedeni acaba para yokluğu
muydu, yoksa «N asıl olsa çı kacak bir yangında kül olup gidecek» umursamazlığı m ıy dı, yahut geleceğe karşı tam bir kayıtsızlık veya çadırda yaşanan eski göçebelik günle rinden bilinç altında kalmış bir alışkanlık m ıydı, doğrusu kestiremedim.
A lt kattaki kahvede sarıklı
müslümanlar, tahta peykelere
bağdaş kurmuşlar uzun çu
buklar içiyorlardı. B ir kısmı da büyük bir sini pilâv üstün
deki kızarmış kuzuyu, elle
riyle parçalayıp yemekle meş guldüler. Yem ekten sonra da
soğukluk olarak yumuşak
tuzsuz peynir yiyorlardı. Ve suyla kahveden başka hiç bir şey içm iyorlardı. Bunlar tam
eski geleneklere bağb köklü
müslümanlardı. Batı henüz
bu alışkanlıklarım bozama
mıştı. Ciddi ve mahzun bir
duruşları vardı. Artık vaktiyle olduğu gibi buraların astığı astık, kestiği kestik efendileri değillerdi. Am a yine de iyi ge çiniyorlardı Bulgarlarla. Haz ret! Muhammet müslümanla- ra şarapla alkolleri yasak et m ekle dahiyane bir sezgi gös termişti. B izim ise çağdaş toplumumuzda alkol tutkusu m odem bir veba gibi kui ban larını her gün biraz daha art tırıyordu.
Küçük kasabayı şöyle bir
dolaştık. Ana caddenin her iki yanında sıra sıra basık tavan
lı açık dükkânlar vardı. Türk çarşıları hep böyle oluyordu. Ç iftlik evlerinin ön avluların
da direkler üstüne nazarlık
olarak at kafası İskeletleri ta kılmıştı. Bulgar kilisesi, al çacık, mütevazı küçük b ir ya pıydı. Göze çarpmamaya çalı şan bir durumu vardı. Çanlar dört direk üstüne oturtulmuş ufarak bir damın altına asıl mıştı. Cami ise tam tersine sivri minaresiyle göğe doğru iyice uzanıyordu. Caminin de hemen yanında Türk okulu vardı. Okul iki sınıftı. Ama sınıfların hiç birinde okulla ilgili eşya, yani ne sıra, ne
«H anda hesabı görm eye
kalkınca, ondan bundan sık
sık dinlediğim Türk usulü bir hesap yapma tekniğiyle kar şılaştım. Hancım ız önce ba şım kaşıdı, sonra gayet bilinç li avucunun içine doğru par- Şim di iyice kazıklanacağız di-
maklarını saymaya başladı,
ye düşünüyordum. Oysa I
frank bile değil, sadece 0,82
santim istedi bütün masraf
larım ız için... Gerçi kendi ge tirdiğim iz yiyecekleri yemiş
tik ama, ondan da peynir,
meyva, kahve ve atlarımız
için saman alm ıştır.» «İh tim an ’dan yola çıktık.
Dağlan tırmanıyoruz. Tepe
lerden birinde Rom alılara ait bir zafer anıtının kalm tılan- na rastladık. 1835’e kadar sa pasağlammış anıt. Hüsrev Pa şa yıktırm ış bu anıtı. H er
halde eski eser m eraklılan
hayırla anmıyacaklardır Hüs
rev Paşa’nm adım. M erm er
parçalarının üstünde silinmiş
latince sözcüklerden bazı
harflere rastladım. Süt içmek
için bir mandıranın önünde
durduk. Mandıra Rom ahlann
zafer anıtından arta kalmış
taşlardan yapılmıştı. Bu böl geye «K a p ıcık » adı veriliyor.
Karşılaştığım ız b ir Bulgar
Jandarma postasının çavuşu, son savaşta «B aşıbozuk»lann yaptıklarından dert yandı.
Çavuş:
— Neyse ki diyordu bütün çektiklerimize karşılık Osman
lIlardan az çok kurtulduk
şimdilik. İnşallah bir daha
gelm ezler. Hep bu korku
içindeyiz. Çünkü diledikleri zaman Kümeliyi tekrar işgal haklan var. (B erlin anlaşm a sısıyla bu hak OsmanlIlara ta nınmıştı ve bu nedenle bütün bu bölge endişe içindeydi.)»
YARIN:
1876
«
93
»
SAVAŞINDAN
SONRA
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi