• Sonuç bulunamadı

Camilerimiz ve öyküleri:Sayı 3

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Camilerimiz ve öyküleri:Sayı 3"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

BU ALBÜM SANAT TARİHÇİSİ

M ETİN S Ö Z EN

TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR

Fotoğraflar: YALÇIN ÇINAR

(3)

NURUOSMANİYE

I

.

—---Nuruosmaniye Camisi'nin yerinde

Şeyhülislâm Saadettin Efendi'nin

karısı Fatma Hatun'un mescidi vardı.

Bu yıkılarak Sultan

I. Mahmud'un

buyruğu üzerine 1748 'de anıtların

yapımına başlanmış ve ancak III.

Osman'ın zamanında tamamlanmıştır.

Bu yüzden uOsman'ın Nurun anlamına

Nuruosmaniye adını almıştır.

Kış yaz demeden, yolu İstanbul’a düşen gezginlerin uğramadan edemedikleri bir yer vardır bu kentte, özellikle büyük gemilerin limanına yanaştığı günlerde kendilerini dışarı atan gezginlerin ilk kez (kendilerini) bir yokuşa vururlar. Sonra bir dört yol ağzından hemen sola saparlar. Gözleri bir türlü sağ ve soldaki mağazalardan ayrılmaz artık/, Çünkü, gelenlerin geldikleri yerlerde pek bulunmayan cinsten eşyalar satılmaktadır, yolun iki yarandaki mağazalarda. Çoğu güne kadar basımevi olan bu yerler, çok kısa bir zamanda acele durum değiştirmiş, birden İstanbul’un en pahalı, en lüks mağazaları oluvermişlerdir. İstanbul’un, Cağaloğlu’nun özellikli kahvehaneleri ortadan kaybolmuş, buralarda dinlenen, tartışmalar yapan sanatçılar, özel bir sohbeti demleyen kişiler kendi başlarının çaresine düşmüşlerdir. Bu kahvehanelerin yaşamında geçen ilginç olaylar, yazarların bıraktıkları kitaplarda gizlidir Artık kahvehanelerin yerinde, kapısıiıda girmeye çekineceğiniz gösterişli mağazalar vardır.

Gelin değineceğimiz anıtın adım alan bu caddeden biz de ağır ağır yürüyelim. Gezğinler gibi takılmayalım iki yana. Otobüslerden birdenbire boşalanlara hiç bakıp kalmayalım. Yolun iki yanında el kadar kalmış bölümüne park etmeye çalışanlara yardım ettiğini sanan, göze tetikte, çıkan arabaları kaçırmamaya çalışan park bekçisine içimizden bir şey demeyelim. Gezmeyi diledi­ ğimiz yapının avlu kapısufm sağındaki eski börekçiyi anımsamayalım. O titiz, işinde usta, bütün basımev- lerinde çalışanlara, elinin hünerini bilenlere börekler yapan ustayı aklımızdan geçirmeyelim. Hele yerini alan ve gelip geçenlere, yerli olsun, yabancı olsun ‘velkam velkam’ demeden koyun postundan kürkler satmadan edemeyen yenisine hiç aldırmayalım. Bir simitle yetinip dalalım büyük kapıdan içeri, yılların biçim verdiği, çevresi bugünlerde hızla değişen yapılar topluluğuna bir gözden geçirelim.

Fatm a H atu n m escidi y e rin e

N u ru o sm an iye C am isi

Burası Nuruosmaniye Camisi’dir. Çevresini ek yapıla­ rın sardığı, ünlü Kapahçarşı’y& gidebilmek için avlusun­ dan geçilmesi- gereken Nuruosmaniye Camisi. Güvercin­ lerin uçuştuğu, insanların omuz vurmadan akıp gitmeye çalıştığı, mesafesi dar olduğundan, başını kaldırdığında tümünün görünmediği Nuruosmaniye Camisi.

Bu caminin yerinde eskiden Şeyhülislâm Sadeddin Efendi’nin kansı Fatma Hatun’un mescidi varmış. Bu yapının yıkılmaya yüz tutması sonucu yıktırılarak ve çevresinde birçok dükkân ve yapı kamulaştanlarak bu alan değerlendirilmeye çalışılmıştır. Sultan I. Mahmut’un buyruğu üzerine 1748’de amtlann yapımına başlanmış, yazıtların da gösterdiği gibi ancak I I I . Osman zamanında 1755'de tamamlanabilmiştir. Bu yüzden, ‘ Osman’ın nûru anlamına Nuruosmaniye kalmış bu yapıların adı.

İstanbul’un en canlı noktasına, ■ Kapalıçarşı’nın Cağaloğlu tarafında açılan kapısının önüne yerleştirilen bu yapılar topluluğu, benliğinde ilginç bir sürü yapıyı barındırmaktadır, insan böyle dar ve sıkıştık bir alanda bu kadar yanının olabileceğini ilk anda çıkaramaz. Ancak, ağır ağır sorarak gezdiğinde farkına vanr bütün bu yapıların ve caminin. Başınızı dar avluda yukan kaldırmak yetmez, yapıların tümünü görebilmeniz için. Hoş ne yapsanb tümünü göremezsiniz, ancak öyle bir görünüme yakınındaki en yüksek yer olan Beyazıt Kulesi’nden ulaşabilirsiniz. Oradan en iyi seçilebilen yarım yuvarlak avlusu, kubbe ve ikişer şerefelı bir çift minaresidir. Gelin başta cami olmak üzere her gün gelip geçerken pek üzerinde durmadığımız, kütüphane, türbe, medrese, imaret, çeşme ve sebilini bir bir görelim.

Muslukların bulunduğu bölümün yanındaki merdi­ venleri ağır ağır çıkarsanız, birden bezeli bir kapıyla karşılaşırsınız. Mermer ve diğer taşların biçimlendirdiği kapının üzerindeki bezemeler bize biraz yabancı gelir. Çünkü bunlar diğer büyük İstanbul camilerinde gördü- günüz bezemelerden biraz başkadır. Alışık olmadığımız düzende motifler doldurmuştur her tarafı. Üzerindeki yazıtından aklınıza yapım tarihi gelir birden. “ 1755

™ılan, XVIII. yüzyılın ortalan” dersiniz kendi kendinize. “ Bu yıllarda, XVI. yüzyılın Mimar Sinan ın özellikleri artdc tükenmiş olmalı, Avrupa etkileri kendini göstermiş olmalı” diye bağlarsınız işi. Gerçekten bu yıllarda Avrupa'nın barok diye adlandırılan sanat üslubu gelmiş

yayılmıştır ülkemize, özellikle başkente. Onun kendine özgü bezemeleri, yerli özelliklerle birlikte sarmaş dolaş olmuştur. Ne de olsa bir başkalaşma kendisi göstermiştir. O dingin, o hesaplı klasik Osmanlı üslûbu çekilmiştir ortalıktan. Bütün bunlara karşm bu konuya eğilenler, Avrupa sanatının barok üslûbuyla bu (Türk barok üslûbu arasında büyük ayrılıklar olduğunu bilirler. Bunun da bize özgü yanlan olduğunu anlarlar, işte bu nedenlerle kanşık bezemeli bu kapıda eski alışkanlıklarım anım­ sarsınız. Değişmenin farkma vanrsınız. içeri girmeden” “ şu kuleden yarım yuvarlak gözüken avlusuna bir bakayım” dersiniz. Kapısı kapalı olduğundan avlu pencerelerinin birinden kafanızı uzatırsınız, içerde bil­ diğiniz avlulann ortasında yer alan bir şadırvan yoktur burada*. Sütunlar ve başlıklar bir başkadır. Kubbelerin sıralandığı bu Şiarım yuvarlak avlunun bir eşinin olmadı­ ğı, yanınızda sizinle birlikte ilk kez görülüyormuş gibi bakan biri açıklayıverir hemen. Teşekkür anlamına bir baş sallarsınız. Gözlerinizi avludan uzaklaştanp yukar- lara baktığınızda iki şerefeli bir çift minareyle, dört geniş

kemere oturan bir büyük kubbe dikkatinizi çeker. Artık içeri girme zamanı gelmiştir.

Ö n ce b ir ışık b ü zm esi ,

so n ra d a B u rsa 'lı

A li'n in y a z ıla r ı

Alışmadığınız bir ışık süzülmektedir pencerelerinden içeri. Pencereler ve kemerleri bu ışığı biçimlendirmekte­ dir. Ardından ünlü hattatlardan Bursalı Ali'nin yazılarına takılır gözlerini. Hünkâr mahfilinin bezeli kafeslerinden sorda yapıyı üç yandan saran galerilere ve dışarıya çıkıntı yapan mihraba gözleriniz takılır. Mermerden giriş kapısındaki zengin bezemelerin yer aldığı bu mihrap bölümü başlıbaşma bir mekân gibi düşünülmüştür. Bu

(4)

________________ _

_____________________

Cam inin içten genel bir görünümü

Bugünkü Kapalıçarşı

yüzyıl yapılarının bir bölümünde bu özelliklere sık rastlanır. Mihrab, minber,, vaiz kürsüsü derken günün ışıklan çekilmeye başladığından kendinizi dışarı atar, diğer ek yapılan görmeye çalışırsınız. İlk uğranılan doğuda, merdivenlerle çıkışı bulunan kütüphane ola­ caktır. Bugün de aym amaçlarla kullanılır. İçinde birbirinden önemli beş bin kitap vardır. Daha çok araştırıcılar doldurur bu kitaplığı. Onlara yenilikler getirir eski yazmalar, Kütüphanenin kapısı önünden ilerlere bak­ tığımızda bitişikteki hanın odalarından çocuklann, bü­ yüklerin başlan önde bir şeyler yaptıklan dikkatinizi çeker Tarihî hanın odalar birer atölyedir şimdi. Buraları gezen­ lerin, “ bu insanlar bu dar odalarda ne iş yapıyorlar’’ diye düşündükleri sırada bu insanlar başlarını kaldırıp bakmazlar bile onlara. Alışmışlardır hayretle kendilerini gözleyen yerlilere, yabancılara. Kütüphanenin merdiven­ lerini inerken kubbeli bir yapı belirir derinizde. İki büyük bir küçük sandukanın varlığı türbe olduğunu göstermek­ tedir. “ Bu yapılar topluluğunun yapımma çalışanlardan I. Mahmut, III. Osman burada yatıyor olmalı'1 diye düşünüyorsanız aldanıyorsunuzdur. İçerde ne o ne de diğeri yatmaktadır. Onlar kendileri için ayrı türbeler yaptırmışlardır. Burada III. Osman’ın anası Şehsuvar Sultan ile şehzade ve sultanlar yatmaktadırlar. Bırakalım öbür dünyayla ilgili şeyleri dersiniz ve ilginç bir kemerin altından geçmek zorunda kalırsınız. Bu kemerin üstünden sultanlar geçer giderlermiş camiye. Onlar için özel, zengin bezemeli dinlenme odaları yapılmış bu yolun sonunda. “ Giriş nerede” diye aramrsmız hemen solda, avlu giriş kapısının biraz ilerisinde, bir büyük kapı çıkar önünüze. Sultanlar bu büyük kapıdan atla girerek ula­ şırlarmış camiye...

Siz izliye izleye bu noktalara ulaşınca, deminki sessizlik birden kaybolur. Yine bir uğultu belirir ortalıkta. Çünkü gelip geçenlerle burun buruna gelmişsinizdir. Onlar hızlı adımlarla Kapalıçarşı’ya yetişmek kaygı- sındadırlar. Kapanmadan görmek kaygısmdadırlar, siz ise yolun karşısındaki yapılar topluluğundan kalan medreseyi, imareti. Medresenin kapısında ilk dikkati çeken yazıttır. İçerde ise kare bir avlu musluklar, tam karşıda büyük dersane vardır. Avlunun etrafındaki 12 medrese odasıyla bu medrese, bugün bir demeği barındırmaktadır içerde.

C am in in avlu su n d an

ç ık a r çık m a z k a p a lı

ç a rşıy le k a rşıla şırsın ız

“ Bakalım medresenin bitişiğindeki imarette neler var” der yanmdaki kapıdan girersiniz, bu kez de Millî Eğitim Bakanhğı’nın kitap deposu olarak kullanıldığım g ö ­ rürsünüz yapının, imaretin fırını, yemekhanesi ve diğer bölümleri çıkar karşınıza. Dışardan ilginç taştan bacaların ne işe yaradığını o zaman anlarsınız. Yemekhanenin kapısındaki yazıların ne anlama geldiğini eski bir memur şöyle açıklar, “ Yediriniz, içiriniz, ye­ timleri, esirleri, miskinleri...” sonunda beklemeden dışarı çıktığınızda, avludaki ağaçların önünde ufak kalabalıklar görürsünüz. Meraklı kişiler ağaçlara asılı gazeteleri okumukta, seyyar satıcıların gürültüleri ise, buralara kadar ulaşmaktadır.

Sol t a r a ft a seb il.

Sol ta ra ft a çeşm e

Kapahçarşı’ya çıkan kapısının sol tarafındaki sebile, sağ tarafındaki çeşmeye ve sıralanıp giden dükkânlarına da bir göz atıp yapılar topluluğunu bitireyim” diye yürürseniz dışarı doğru, Kapalıçarşı’yla kapının arasın­ daki mesafenin azlığından sebüin de çeşmenin de pek farkına varılmadığım anlarsınız. Bezemeli’ bu çeşme ve sebilden sonra dükkânların biçimi dikkatinizi çeker, yapının altına düşmektedir hepsi. Oysa, diğer girişteki boydanboya uzanan dükkânlar bir başka türlüdür. Bir zamanlar yapıyı çevreleyen 142 dükkânın gelirleriyle bakılırmış bu yapılar topluluğu. Bir amaca yönelikmiş bu dükkânlar. Simdi azla yetinen, bir eski geçmişi sürdüren börekçilerin, diğer esnafın uzaklaşmasıyla, yenileri yerleşmiş bu dükkânlara. Daha gözleri fırıl fini insanlar doldurmuş bu dükkânlan.

D aracık b ir a la n fa k a t cam i,

k ü tü p h a n e , m e d re se , im a re t,

çeşm e ve seb il var...

“ Cami, kütüphane, türbe, medrese, imaret, çeşme, sebil, dükkânlar derken daracık gibi görünen bu alanda bir sürü yapının gezilmesi nasıl zaman alırmış” diye saate baktığınızda, etrafa göz attığınızda, insanların adımla­ man iyice sıklaştığının farkına varırsınız. Bu hızla buralardan geçilirse, bu yapılar topluluğunun farkına varmak gerçekten güç olmalı” dersiniz. Gözlerinizi sebilin, çeşmenin üzerinden kaldırıp, bandolu, mızıkalı bir armanın bulunduğu Kapakçarşı’nın kapısına yöneltir­ siniz. Çarşıdan Beyazıt’a çıkmak isterseniz. Gürültüler, dükkânlardan fırlayan satıcıların arasında ağır ağır giderken düşünürsünüz. “ X V III. yüzyılın ortalarında bile İstanbul ilginç yapılar görmüş, bir değişikliği devamlı içinde saklamış” diye Ardından Sultan I Mahmut, III. Osman, yapıların miman Mustafa Ağa, onun yardımcısı Simon Kalfa, hattatlardan Rasim, Yedikulelizade Aldül- halim, Bursalı Ali, Kâtipzade Mehmet Ref’i efendiler aklınıza gelir. Sonra bütün yapıların yükselişi sırasında burada çalışan ve yazdıklarıyla bize ilginç belgeler bırakan bina kâtibi Ahmet Efendi gelir. Çevresinde dükkânını değiştirmek zorunda kalan börekçi ustası gelir. Kahveler, eski yazarlar, kitapçılar, basımevleri gelir aklınız#. Sonra aklınıza takılır yeni lüks mağazalar, dolup boşalan,çevresiyle kılık değiştiren Nuruosmaniye yapılar topluluğu.

(5)
(6)

StnZADEBASI

L____

...

... ... ...

ZZ»

Kanuni Suttan Süleym an'ın

bir şehzadesi vardı: Mehmet,

diğerlerinden bir başka tutardı onu.

Ama bir gün ulaklar Şehzade'nin

22 yaşında öldüğünü bildirdiler.

Kanuni, bir türlü içine sindiremedi bu

ölümü. Ünlü Mimar Sinan çağırdı

ve ona Şehzade'yi unutulmaziığa

erişecek, bir sem te adını

verecek anıt yapmasını istedi.

t)nlü Kanunî Sultan Süleyman’ın bir şehzadesi vardı. Diğerlerinin arasında bir başka tutuyordu onu. özenle ü- zeri ne eğiliyor, öğreniminden, hareketlerine kadar dikkat­ le izliyordu. Bütün bu çabalannbir amacıvardı kuşkusuz. Gelecek günleri hasaplıyordu büyük ünlü sultan. Çünkü, imparatorluk bir geniş sınırlara gelmiş dayanmıştı. Büyüdükçe gaileler artmış, o oranda büyüklerin başı ağrır olmuştu. Ekonomik alanda da zenginlik son noktasına ulaşmıştı. Hâzinesi, zenginliği, bir bakıma güçlü sultanları, büyük savaşları gerektiriyor, her şey ona dayanıyordu. Bu yüzden kendisinden sonra gelenin bu zenginliği, bu büyüklüğü sürdürmesi, Osmanoğullarının ününü daha da yükseltmesi gerekliydi. Sağlığında bunun hazırlıkları içindeydi. "Bu işleri benim şehzadem başarır” , , "her yönden bu işin adamı olma yolunda" diyordu. Bir an önce devlet yönetimini öğrensin diye Manisa valiliğine atanmıştı genç şehzade. Buralara atanan şehzadeler geleceğin sultanı demekti, öyle yorumlanırdı. Gün geldi ünlü Sultan Belgrat seferinde bulunurken bir haber uçtu Manisa'dan Belgrat yollarma. Ulaklar, 22 yaşındaki şehzadenin çiçekten öldüğünü bildiriyordu padişaha. Bunu duyan Sultan çılgına

Şehzade CamiPnln mimber bölümü

(7)

dönmüştü. Acele İstanbul’a hareket edümesini emretti. Genç şehzadenin cenazesi Manisa’dan İstanbul’a getiril­ di. Kent büyük bir yas içindeydi o gün. Bütün devlet ileri gelenleri Üsküdar’a geçmiş, şehzadenin cenazesini oradan karşılamışlardı. O ünlü Sultan sanki zaferlerin, zor günlerin adamı değildi. İçinde yaşamışlar, o günleri görmüşler anlatırlarken gördüklerini, “ padişah ana ettiği matemgüzarlığı, müddeti ömrü şeriflerinde kimseye etmemişlerdir” diye bitirmektedirler sözlerini. Sultan bu durumdayken cenaze bugün türbenin bulunduğu yere getirilmiş, fak.ut Kanunî, “ şehzadeler güzidesi Sultan Mehmedim" dediği oğlunu gömdürmemiş, tabutu ba­ şında “ bihuş, bitab ve nuş” kalmış, iki saat durmadan ağlayarak bu olaya kendini inandırmaya çalışmıştı.

Bu hazin cenaze töreninin ardından İstanbul’da üç gün dükkânlar kapalı kalmış, Kanunî kırk gün oğlunun mezarını devamh ziyaret etmiş, gelip giderken fukaraya sadakalar dağıtmıştır.

Kırk gün sonra bütün devlet ileri gelenlerine Hil’atlar verilmiş ve hepsi padişahın elini öpüp tekrar başsağlığı dileğinde bulunmuşlardı.

Bu öykünün kahramanı Şehzade Mehmet ti. Saruhan ilinde, Manisa'da vah iken 1543 yılında 22 yaşında ölmüştü. Babasının çılgına döndüren bu ölümün ardından onu sonsuzluğa ulaştıracak bir olay bekliyordu. İstanbul kentinin güzelliğine büyük bir ustanın ilk önemli denemesi katılacak, bu içli olay bir yönde böyle bir sonu getirecekti.

Sinan Ş e h za d e C a m isi'y le ilk

ö n em li sınavını v e riy o rd u

Bir gün Kanunî Sultan Süleyman imparatorluğun büyük mimarı Sinan’ı çağırıp, “ Şehzade-i muazzez ve mükerrem ruhu şerifleri için cami-i şerif, imaret, tabhane, medrese ve mektepten mürekkep bir külliye yapılmasını ona havale etti. Aynca, büyük yasını, İslâm dininin ahiret inanışları içinde sonsuz kılacak bir türbe yapmasını istedi. İşte böyle bir olaydan sonra İstanbul, büyük mimarın elinden bir ilginç eserler topluluğuna kavuşacak­ tı. Onun eliyle. Kanunî’nin şehzadesi unutulmazlığa erişecek, bir semte adım verecek, yüzlerce yıl yaşama olanağını elde edecekti.

1543’lerde ük iş büyük bir külliyeye yetecek yeri bulmaktı. Bunun için, karar verilen Yeniçeri Odaları arkasındaki birkaç mahalle, satın alınarak, cami ve diğer yapılarla türbe,-gerekli biçimde bu arazide oluşturuldu. Mimar Sinan, Şehzade Camisi ve külliyesiyle İstanbul’da ük önemli sınavını veriyor, böyle anıtsal boyutlara ilk kez Çıkıyordu. Ayrıca, İstanbul’un görünümüne katkıda bulunacak bir yer seçilmişti. İstanbul’un neresin­ den bakılırsa bakılsın, unutulmaz çizgiler getirmek amacıyla dolu genç yaratıcı Sinan, böyle bir ola­

nağa sıkı sıkıya sarıldı. Haliç tarafına ek yapıları a- dı. Ünlü cadde üzerine ise, cami ve şehzadenin türbesi geliyordu. Bütün bu yapıların merkezinde kişiliğiyle belirip çıkan kuşkusuz camiydi. Burada, kendinden öncekilerin kullandıkları, devamlı boyutlarını büyüttük­ leri kubbe ve yarım kubbeyi, bu kez o, bambaşka bir biçimde sunuyordu. Gerçi, bu tip yapılar için yaptığımız özel araştırmalar sırasında gördük ki, benzer ön örnekler yapılmıştı. Sinan’dan önce uçsuz bucaksız Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde, Atina’da, Dimetoka’da, Hacı Hamza'da, Diyarbakır’da. Bunların çoğunu or­ dunun başında yapım işleri için gittiği yıllarda görmüştü

Sinan. Kendisinin varmak istediği yolun ilk basa­

maklarını hesaplayabilmişti. Bunun ana şeması, ortada dört kalın ayağa oturan bir büyük kubbeyle, dört yana açılan dört yarım kubbeyle, köşelerde dört küçük kubbeden ibaretti. Bu plan anlayışı daha önceki örnek­ lerde böyle bir ölçüye ulaşamamıştı. Onlar ancak birer işaretti, gelecekteki yaratılacaklar için. Bir bakıma Mimar Sinan bu anıtsal yapısıyla, kendi yetiştirdiği kalfa ve çıraklarına geliştirecekleri bir yapı türü bırakmıştı Onun da örneği Şehzade Camisiydi. Bir kez Üsküdar'da Mihrimah Sultan Camisinde üç yarım kubbeli olarak denedikten sonra, bu tür bir plan şemasını bırakmıştı. Bu uygulamasına, Çıraklık dönemi eserim” diyordu. O kadar değişik ve ilginç yapı denemiş, Edirne’de

(8)

Selimiye’ye ulaşıncaya kadar o kadar denemede bulun­ muştu ki, kalfa ve çırakları ancak böyle bir, iki kez deneyip bıraktığı bir yapıyla işe başladılar. Bu yapıyı geliştirmenin yollarını aradılar. Sultan Ahmet Camisi, Yeni Cami bir bakıma yeni Fatih Camisi böyle bir esinlemenin sonucu değil mi? Şehzade Camisi’nde denenen, sınırları az çok belirlenen bir yapımn yeni uygulamaları, İstanbul’un görünümünü oluşturan birer anıtsal örnek oldular sonralan, Kökeni, ama anıtsal bir örnek olarak kökeni aranırsa, Şehzade Camisi çıkar önümüze hep, İşte bu caminin özelliklerine değinmek istersek, eskilerden dinleyelim bakalım. Bir de 17. yüzyılın İstanbullusunun gözlemlerine yer verelim:

1 7

aşırın b ir g ö zle m i: Bu

cam i çok sa n a tlıd ır

“ Bu camiin avlusu çok sanatlıdır. Dört tarafında sofalar üzerinde çeşitli direkler ve renkli taşlarla bezenmiş tâk kemerler üzerinde kubbeleri vardır. Dört tarafında dış avluya bakan pencereleri vardır. Avlunun lortasında yuvarlak bir havuz tatlı suyla ağız ağıza dolu olup etrafındaki çeşmelerden cemaat abdest tazelerler., Bu havuzun üzerindeki sekiz sütun üzerine oturtulmuş yüksek boylu bir kubbe vardır ki, Bağdat fâtihi Dördüncü Sultan Murad 'yaptırmıştır. Bu camiin sağını da ve solundaki ikişer şerefeli iki minarenin İstanbul, Bursa ve Edirne’de benzerleri yapılmamıştır, ö y le nakışlı ve hayret verici minarelerdir ki, Koca Mimar Sinan bu minarelerde ve camide bütün üstadlığını göstermiştir. Her minare onsekizer köşeli olarak yapılmıştır. Her köşe kesiminde baştan aşağı kat kat şeritler içinde çeşitli kitâbelerle örtülmüş uruncu işleme nakışları ve her şerefede de hayret edilecek cilveli kemerler ve süsler icat etmiş, yaratmıştır ki, görenlerin aklı durur. Çünkü bu cami altıncı camidir. Her birisinden birer zarif ve hoş örnekler alınarak yâpdmıştır. Camiin satıhları kenarında o kadar ;sanatkâ- İrâne mermer şeritler ve yuvalar ve katmerli duvarlar vardır ki, benzeri hiç bir camide yoktur. Kubbelerine usta kurşuncu mavi-lâcivert rekte hâlis kurşun örtmüştür ki, ■hakikaten hünerini göstermiştir... Mihrab ve mimberi gayet sanatkârâne yapılmış saf mermerden kafes ve parmaklıdır. Sekiz sütun üzerindeki müezzin mahfili de büyük sanat eseridir.”

M im b e r v e m ih ra b ıy le

çok b e ze n lid ir bu cam i...

Revaklı avlusu, şadırvanı, içindeki mihrap ve mimberiyle her şeyin, belirli ölçülerde bezendiği görül­ mektedir. Burada önemli olan, yaratılmak istenen mekândır. Merkezî bir mekân anlayışına ulaşmak, dış ve iç ilişkileri birliğe kavuşturmak, buna uygun bir aydınlatma sistemi bulmak, Mimar Sinan’ın çözümle­ meye çalıştığı konulardı. Bu ilk atılım, yapıda, çok şeyi çözümlediğini göstermektedir. Yan cephelere revaklı hareketli bölümler ekleyerek, Beyazıt Camisi’nde karşı­ laşılan aksamalar giderilmiş, kubbeden yere doğru inen ağır ve uyumlu bir hareket sağlanabilmiştir. Dikkatle bakılırsa, görülür ki, bu yapı, gene de dışta bezemenin en çok yer verildiği bir Mimar Sinan yapısıdır, iki şerefeli bir çift minareden, korkuluklara, dilimli kubbeli ağırlık kulelerine kadar her şey bunu göstermekte, ayrıca yapıdaki yazıtların çoğunlukla Farsça oluşu dikkati çekmektedir. Yazılar da yapıda gerektiği ölçüde kulla­ nılmıştır. 1548 yılında tamamlanan bu yapının diğer ek yapıları Fatih, Beyazıt külliyelerinden sonra, çeşitli sosyal yapıları birleştiren üçüncü önemli merkez olmuştur İstanbul'da. Bunu daha sonraki yıllarda, Sinan’ın diğer külliyeleri izleyecektir.

»M

V e

Ş e h z a d e

M e h m e t Türbesi

Cami, imaret, tabhane, medrese ve mektep derken bir önemli yapıya geldik dayandık. Evliya Çelebinin “ Şehzadei civanbahtı Sultan Mehmed’e gayet muhabbet edip cümle seferlerde bir an yanlarından ayırmazlardı” diye Kanunî’nin oğluna duyduğu bağlılığı anlatan cümlelerde adı geçen Şehzade Mehmet’in türbesine. Anısına İstanbul’un bir önemli yerinin taçlandığı kişiye geldik dayandık. Sultan Süleyman’ın “ Şehzâdeler güzidesi Sultan Mehmedim” diye tarih düştüğü oğlunun türbesi, İstanbul türbeleri içinde bambaşka özelliklerle çıkar karşımıza. Sekiz köşeli ve dilimli kubbeli, ince sütunlara dayalı giriş bölümüyle, yatan kişinin özellik­ lerini yansıtmaya çalışan bu türbe, ayrıca yeşil ve pembe taşların kullanılmasıyla dışardan hareketli bir görünüme ulaşmıştır, içi ise, çinilerin, diğer bezemelerin insanı çarpan, etkileyen görünüşüyle bir bakıma dışıyla birlik içindedir. Erken dönemin özellikleri san rengin egemen ^olduğu bu çiniler, İstanbul’un sayılı ilginç çinili yapılarından bifidir. Dışarda ve içerde her şey genç yaşta ölen bir kişinin varlığını bize duyurmaktadır. Sinan için yaygın bir söylenti vardır. Türbesini yaptığı kişinin özelliklerini yapısına sindirir derler. Bir bakıma bu hazire de gözümüze çarpan türbeleri gözden geçirirsek, bu söylentiye inanmamak elden gelmez. Türbenin içinde bu duygulan bize sağlayan, mimarı kadar bezemedir. Her şeyin uzun bir zaman içinde sindiği çinilerdir. Şehzade Mehmet’ in sağında Şehzade Cihangir, sol tarafında da kızı Hümaşah Sultan yatmaktadır. Bunların dışında bir kadına ait sanduka daha bulunmaktadır. Genç bir ölüyü bütün gücüyle anımsatan böyle bir yapıttan çıkınca, çevrede daha birçok- türbe yapısı gözümüze çarpar. Bunlardan Mimar Sinan'ın Rüstem Paşa türbesi başta gelir. Kanunî’nin bu sadrazamı bazı özellikleriyle ün yapmıştı. Onun türbesine bakanlar, eğer özelliklerini biliyorlarsa, biraz ipucu bulurlar Sinan'ın yaptığı eserde. Bu türbenin özelliklerinden biri, zengin onaltıncı yüzyıl İznik çinilerinin içini tamamen doldurmasıdır. Şehzade Mehmet’in türbesindekilerdeki ayrılık, geçen zaman içinde -Osmanlı çiniciliğinin nasıl değişim gösterdiğini ortaya koyar. Bu türbeyi Şehzade Mahmut, Hatice

Şehzade Camisi

Sultan, İbrahim Paşa, Destari Mustafa Paşa türbeleri izler. Bir dönemin genç yaşta ölen şehzadeleri, hırslı mal düşkünü sadrazamları, paşaları, beyleri yatmaktadır, Eski yaşadıkları günlerin özelliklerini yitirmiş, aynı sonu paylaşarak burada onları birbirinden yalnız usta mimarların çizdikleri, yarattıkları sanat ayırmaktadır, öyle bir sanat ki, yaşadıkları yıllarda bıraktıkları izlenimler, sinmiştir türbe denen taştan yapılmış yapılara, mimarın verdiği biçimler içine...

Ş e h z a d e 'nin adını v e rd iğ i

s e m t b ir za m a n la r

İsta n b u l'u n tadı tuzu

ve h e r ş e y iy d i

000

Genç şehzadenin admı verdiği ünlü yer, İstanbul’un bir zamanlar tadı tuzu her şeyi Şehzadebaşı. Kantolar, en hicranlısından, ağlatan, hıçkırtan oyunların oynandığı es­ ki tiyatrolar, paşalar, beylerin, bıçkınların, güzellerin çirkinlerin göz süzüp mendil düşürenlerin, mirasını buralarda tüketenlerin, eski görmüşlerin, sonradan görmüşlerin, yollarında gün tükettiği tüm İstanbulluların ünlü Şehzadebaşısı... Her zaman yeni özelliklerin eklendiği, gün gelip böyle aylarda, günlerde hanımlara buralarda gezinmenin yasaklandığı Şehzadebaşı, Direk- lerarası. Bu büyük anıt bu türbeler eskiden, yeniden gelmişten, geçmişten, yaşanmıştan neler görmüş, neler dinlemiş.

Her zaman büyük kalabalıklar doldurmuş çevresini. 1717'de geçirdiği büyük bir yangın büe kesememiş ayak seslerini çevresinden. O yüzden türbelerde yatanlar hep sessizliği, sonrasında da erişememişler. Bir genç şehzadeyle seslendiği günden beri bu böyle olmuş, eksil­

memiş artmış uğultular, eski tiyatrolar 36 kısım ıtekmili birden filimler gösteren sinemalara yerini bırakmış, cadde

Dıçim değiştirmiş, yirminci yüzyıl Şehzade Camisi’ne karşılık bir büyük saray yaptırmış karşısına, gelen geçen görsün çağımızın büyüklüğünü diye. Burmalı Mescitle bir yeni saray, boy-ölçüşür olmuşlar gündüz gece. Genellikle bu karşılıklı yarışta geniş halk yığınları yeni saraya yönelmiş. Ellerinde bir yerlerinden eksik evraklarıyla. Bir bakıma İstanbul’un yüreği yine burada atmaya başlamış eskisi gibi. Kentin bugünkü görünümüne ulaşmasını sağlayan kararlan, yeni saraydan alınmaya başlanmış, bir türlü bitmeyen sonuçlanmayan, bir yerlerinde eksik kararlan. Mimar Sinan hangi duygularla dolu bu kenti güzelleştirmeye, biçimlendirmeye kalkmışsa, yenileri de başka kaygılarla toplanıp dağıtır olmuşlar bu büyük sarayda. Kentin kaygıları büyüdükçe büyümüş, kent değiştikçe toplanmışlar, kararlar almışlar yıllarboyu. Bu kararla birlikte Şehzadebaşı da değişir olmuş, yeni biçimlere bürünmüş. Bütün bu süre içinde özelliğini sürdüren Mimar Sinan ve sonraki ustaların yaptıkla- nymış, eğer yıkmak eylemiyle dolu kişilerin eline düşmedilerse.

İşte böyle Şehzade Mehmet’in öyküsü. Mimar Sinan’ın kaygılan ve Şehzadebaşı. Bugün uzaklardan bakınca yine bu yapıyı görürsünüz, bir de yeni sarayı. Artık görünümde tek değildir Şehzade Camisi ve külliyesi. Buna çağımızın bir yapıtı eklenmiştir son yıllarda. Betebeli yüzüyle doldurmaktadır gözleri dört bu­ yandan.

4'üncü ilave

EYÜP CAMİSİ VE YENİ CAMİ

24

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Daha sonraki yıllarda Gazi Eğitim Enstitüsü sanat tari­ hi ve müzik tarihi öğretmenliği (1930), Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Şube

Halide Edib, diğer bütün yazıları için de kullandığı hususi olarak dar - uzun kesilmiş kâğıt­ lar üzerine en ince teferruatına kadar hazırladığı

Buna göre, kestane balının toplam fenolik madde içeriği ve hem DPPH metodunda hem de FRAP antioksidan analiz metodlarında incelenen diğer ballara göre daha

Bununla beraber, Halide Edip benim için yine o devrin en çekici yazarların­ dan biriydi ve ayni zamanda milliyet­ çilik ve memleketçilik ceryanlarının hem

Kimse bizim güzel gözlerimiz için birçok büyük sorumluluğu, büyük bir sıkıntıyı üzerine almaz”, “Bin yıldan beri bağımsız yaşayan Türk- ler kendi

Anket yöntemi (tekniği) kullanılarak gerçekleşen veri toplama çalışmasına ek olarak Diyarbakır ilinde balık satışının yapıldığı bir AVM‟den 2013 ve 2014 yıllarında

ris’teki öğrenim döneminde klasikleri, romantikleri yada izlenimciliğe yol açanları seçmeyerek hocalarını izlemesi, onun Türk resminde, çok figürlü kompozisyonlarla, portre

Doğal olarak aynı sonuçları elde ede- ceklerini umuyorlardı, ancak tam tersi oldu ve sağ yarımküre ayrıntılarla uğ- raşırken etkin hale geçti, sol yarımkü- re de