• Sonuç bulunamadı

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun gençlik ve edebiyat hatıraları:34:Yazı odasındaki karşılaşmamız

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun gençlik ve edebiyat hatıraları:34:Yazı odasındaki karşılaşmamız"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

r i ^ w ^ T Y i

-Y a k u p K a d r i K a r a o s m a n o ğ l u ' n u n ^ e n ç l i k ve Edebiyat H â t ı r a la r ı: 34

ÇIK AN KISMIN ÖZETİ — Karaos

.

manoğlu sırasıyla, Mehmet Rauf, Şa­ hadettin Süleyman, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Cenap Şahabettin, Sü­ leyman Nazif

,

Abdülhak Hâmid, Tev- fik Fikret

,

Abdülhak ŞinasVden sonra Halide Edip Adıvar’a ait hatıralarıy­ la yazı serisini bu sayıda bitiriyor.

0

YSA, benim, bütün bunlardan hiç haberim yoktu. Handan ro­ manını bir otobiyografyaya ben­ zetişimin sebebi, sadece ro­ mancının, hikâye ettiği macerayı biz­ zat yaşamış ve yarattığı kişileri ken­ di mizacının, kendi karakterinin, da­ ha doğrusu kendi benliğinin mayasından alıp çıkarmışçasına bir gerçeklik ve can­ lılıkla müşahhaslandırmış olduğunu be­ lirtmekten ibaretti. Büyük Fransız ro­ mancısı Flaubert, «Madame Bovary» için «O kadın ben'im» dememiş miydi? Kal­ dı ki, Handan, Madam Bovary soyundan

günahkâr ve âvâre bir kadın da değildi. Fakat, bunu kimseye anlatamıyordum.

Herkes, roman hakkında yazdığım sü­ tunlar dolusu övgü ve hayranlıkları bir yana bırakmış, yalnız otobiyografya sözü üstünde duruyordu. Halide Hanımın dost­ ları buna kızıyor; düşmanları ise — ki hasseten kadınlar arasında pek çoktu — bundan pek mamnun kaldıklarını bana bildirmekte biribirlerile adeta yarışa gi­ rişiyorlardı. Böylece ben, hiç yoktan, çirkin bir hâdisenin kahramanı ya da kurbanı olmuştum. Bu durumdan kur­ tulmak için sözle, yazıyla yaptığım tep­ kilerin hiçbiri kâr etmeyordu.

Ya, bu sırada Halide Edip hanım aca­ ba ne düşünüyordu? Beni en ziyade en­ dişeye düşüren buydu ve günün birin­ de onun da alınmış olduğunu işitince bu endişem bir vicdan azabı haline gir­ mişti. Anlayışlılığından ve kültüründen emin olduğum Halide Edİb'e bir izah mektubu yazmayı düşünmüş, fakat, bu­ na bir türlü cesaret edememiştim. Ona bir yerde rasgelmekten bile çekiniyor­ dum ve bu yüzden, çok defa, toplantı­ larına katıldığını bildiğim Türk Ocağına dahi gidemez olmuştum.

Lâkin, — yukarıda bahsettiğim hâdise­ nin üzerinden bir yıl geçe — Hamdul­ lah Suphi'yi görmek için Ocağa gittiğim­ de, o gün bir toplantı günü olmamakla beraber, en aksi şartlar içinde, Halide Hanımla yüz yüze gelmeyeyim mi! Ham­ dullah Suphi, her zamanki gibi bir takım tertipler ve hazırlıklarla meşguldü ve benimle konuşmaya vakti yok görünü­ yordu. Karşılaştığımız holün eşiğinden dönmek istedim. «Olmaz» dedi ve beni tutup yandaki odalardan birine aldı. Buna «aldı» demek belki pek yerinde değildir. Zorla soktu desem gerçeği da­

Yazı Odasındaki

Karşılaşmamız

YAZAN: YAKUP KADRİ KARAOSMANOGLU

ha iyi ifade edebilirim. Çünki Hamdul­ lah'ın beni kolumdan çekerek «Bak, se­ ni kimlerle tanıştıracağım» demesile kendimi odanın içinde bulmam bir ol­ muştu.

Bu küçük bir yazı odasıydı. Halide Edip yanıbaşında Nakiye Hanım ve karşısında Hüseyin Cahit Beyle oturmuş konuşu­ yorlardı. Hamdullah Suphi beni kendi­ lerine takdim edip çekilince üçü birden suspus olup önlerine bakakaldılar. Be­ nim halim ise, sanırım, tarife sığmaz bir perişanlığı ifade ediyordu. (Burada

şunu da söylemek isterim ki, bir kaç yıl

önce yayımladığı «Hayatı Hakikiye Sah­ neleri» adlı bir kitabını acı bir dille tenkit ettiğim için Hüseyin Cahit'in de bana gücenmiş olduğunu biliyordum).

Onların donup kalışları ve benim pe­ rişanlığımla bir azap höcresi halini alan o odada geçirdiğim on beş dakikalık süre bana bir asır kadar uzun gelmişti. İçimden Hamdullah Suphi'ye öylesine kı­ zıyordum ki, bir dahâ yüzüne bakma­ maya karar vermiştim. Nitekim, biraz sonra misafirlerile beni de çaya davet edince ondan hiç özür dilemeden çeki­ lip gitmiştim. Oysa, sonradan anlayacak­ tım ki, Hamdullah'ın, ne (Handan) ro­ manı hakkında yazdığım yazıya dair çı­ karılan dedikodulardan, ne de Hüseyin Cahid'in kitabını tenkit ettiğimden ha­ beri varmış!

Halide Ediple ikinci buluşmam, kendi çağırışı üzerine(!) yine Türk Ocağında olacaktı. Evet, kendi çağırışı üzerine... Bunu söylerken okurlarımı ne kadar hayrete düşürdüğümü hissediyorum. O zaman ben de bu davet karşısında hayli şaşırıp kalmıştım. Fakat, doğrusu, bu şa­ şırmamda beklenmedik bir mutluluğa ermenin sevinci de vardı.

Halide Edip «Ken'an Çobanları» adını verdiği küçük bir piyes yazmıştı ve bu­ nu Türk Ocağının sahnesinde kız erkek lise öğrencilerine oynatacaktı. Eski devi­ rin telakkilerine göre, pek büyük bir devrimci adım sayılan bu oyun, davet­ liler dışında tiyatro şalini dolduran ve çoğunu ayakta bırakan bir seyirci ka­ labalığı çekmişti. Ben de o ayakta ka­ lanlar arasında idim. Fakat, nasıl oldu bilmeyorum, perde açılmazdan beş on

Halide Edip’iıı son resimlerinden biri.

dakika evel Ocaklı gençlerden biri yanı­ ma sokulup «Halide Hanım sizi bekle- yor» diyerek beni aldı, sahnenin kulisine götürdü.

Halide Edip hem yazdığı, hem de re­ jisörlüğünü yaptığı piyesin sahneye ko- nuluşu sırasında diğer piyes yazarları gibi telaş içinde değildi. Gülümseyerek elini uzattı:

«— Bir hususta sizin fikrinizi sormak istedim, dedi. Biliyorsunuz, «Ken'an Ço­ banları» nın mevzuunu ben Yusuf kıssa­ sından aldım. Belki halk anlamaz diye de perde açılmazdan önce Tevrattan bu kıssa ile alakalı bazı parçaların — pro­ log olarak — okunmasını münasip bul­ dum. Siz ne dersiniz?» ve arkasına dö­ nüp «Nakiye Hanım, Nakiye Hanım!» di­ ye seslendi.

Nakiye Hanım, elinde bir kaç tabaka kağatla, bize yaklaştı ve Halide Edip:

«— Verin onları Yakup Kadri Beye; bir gözden geçirsin» dedi.

Halide Edip, hangi dildeki Kutsal Ki- tap'tan türkçeye çevirmişti o Yusuf kıs­ sasını bilmeyorum. Fakat, herbir

par-Halide Edip

yanıbaşında

Nakiye Hanım

ve karşısında

Hüseyin Cahit

Beyle oturmuş

konuşuyorlardı.

Hamdullah Suphi

beni takdim

edince, hepsi

sustular.

çası beni o zamana kadar tatmadığım edebi bir heyecan içinde bırakmıştı:

«— Hanımefendi, demiştim, bunların okunmasını hassaten reca ederim.»

Bu heyecanım, sanırım ki, biraz da, karşımda duran Hammefindmin şekilin- de, yüzünde Handan ile bir benzerlik bu­ luşumdan ileri geliyordu. O romanda, Handan'a dair, kendisini henüz görme­ miş bir gene adamla onun pek yakın ar­ kadaşlarından Neriman adında bir gene kız arasında şöyle bir konuşma cereyan ettiğini hatırlayordum:

«— Handanı ne kadar seviyorsun, Ne­ riman ! Her halde senin kadar güzel de­ ğildir. Hem de senden yaşlı olacak»

«Neriman, kendi çehresinin Handan­ dan daha güzel olmasına hükmedişimi tuhaf bulmuş gibi güldü, güldü.

«— Evet, benden üç yaş büyük. Yir- miüç yaşında.

«— Ya güzelliği? «— Onu ben de bilmem. «— Fotoğrafı yok mu? «— Hiç kendine benzemez. «— Tarif et,

«— Dur bakayım... Bir çok kızıltılı, açıklı koyulu acayip saçları vardır. Saç­ larını iyi düzeltir. Saçlarının renginde büyük büyük gözleri vardır.

«— Çehresinin başka yerleri? «— Handan'da insan sade gözlerile saçlarını görür. Başka yerlerini düşüne­ mez.

«— Endamı? Vücudu? «— Güzeldir. «— Boylu? Etli?

«— Yok, yok... Ne tuhafsınız! Orta, ince. Fakat, bir çok inhina, hat ve güzel kımıldanış».

İşte, benim de Halide Edibin «şeklü - şemail» inde bulduğum özellikler aşağı yukarı, bundan başka değildi. Ancak, bunlara ilave edebileceğim şey ağzının, dudaklarının acımsı çizgisiydi.

Nitekim, sonraları, kendisini Burgaz Adasındaki evinde her ziyarete gidişim­ de gözlerim saçlarından, gözlerinden zi­ yade bu çizgiye takılıp kalmıştır.

Acaba, Halide Hanım, hâlâ kocasından ayrılışının ıztırabını mı çekiyordu? Hâlâ genç kızlığının ve kadınlığının ilk hayal kırıklığı içinde mi yaşayordu? Ve bu uzlet köşesinde, kendisini hararetli bir çalışmaya verişi derdini unutmak için miydi?

Evet, Halide Edip, durmadan dinlen­ meden, adetâ geceyi gündüze katarcası- na çalışıyordu ve böylece, okurlarına hemen her altı ayda bir yeni bir eser yetirmek başarısını göstermiş oluyordu. «Yeni Turan», «Mevûd Hüküm», işte o verimli çaba devresinin mahsûlleriydi. Fakat itiraf ederim ki, ben bunlarda ne «Seviyye Tâlip» ten, ne de «Handan» dan aldığım tadı bulamamakta idim. Daha doğrusu, bu iki roman bana Se­ viyye Tâlip'le Handan'ın tekrarı gibi ge­ liyordu. Her ikisinde de ayni kadın ve erkek tipleri ve ayni ruh ve karakter tahlillerile karşılaşıyordum.

Fakat, şu var ki, bu tipler Seviyye Tâ­ lip ve Handan'daki örnekleri kadar can­ lı değildiler ve bu ruh ve karakter tah­ lilleri eski derinliğini kaybetmiş görünü­ yordu. Meselâ, Halide Edibin Yeni Tu­ ran adlı ütopi romanında «fiction» tipi olarak ortaya çıkardığı siyasi veya milli lider bir yandan Handan romanının ide­ alist filozof Nâzım'ını, öbür yandan dev­ rin Dahiliye Nazırı Talat Beyi hatırlatmak suretile benim üzerimde pek bulanık bir tesir bırakmıştı. Meselâ, Mevûd Hüküm' deki psikolojik tahlil konusunu teşkil eden kalp ve vicdan çatışmalarında Seviy­ ye Tâlip'le Mâcid'in ruh dramını bula­ mıyordum.

Bununla beraber, Halide Edip benim için yine o devrin en çekici yazarların­ dan biriydi ve ayni zamanda milliyet­ çilik ve memleketçilik ceryanlarının hem fikir, hem aksiyon alanında yer almasına ve bir yandan Milli Eğitim iş­ lerinde çalışarak öbür yandan konfe­ ranslar vererek geniş adımlar ve büyük hamlelerle kitaptan hayata atılmış olma­ sına rağmen yine edebi değerinden bir şey kaybetmeyecek, edebiyat onun baş­ lıca ilgilerinden biri olarak kalacaktı.

Nitekim, o sıralarda tedavide bulun­ duğum Isviçreden yazıp Yeni Mecmua' ya gönderdiğim «Erenlerin Bağından» başlığı altındaki nesirlerimin onda uyan­ dırdığı heyecan bence bunun delillerin­ den biriydi. O nesir parçalarının henüz İkincisi yayınlanmıştı ki, Halide Edip, ayni derginin bir hafta sonra çıkan sa­ yısında bunu «Edebiyatımızda yeni bir güzellik yıldızı doğuyor» diye karşıla­ mış ve bu suretle aksiyon hayatında bi­ le hâlâ ne kadar sanata bağlı olduğunu göstermişti. Öyle sanıyorum ki, Halide Edip'ie benim aramdaki gerçek dost­ luk da bundan sonra başlamıştı. Zira, bu yazıyla sadece sanatçı gururum ok­ şanmakla kalmayor, ayni zamanda — ve belki daha ziyade — o nesirler­ de mistik bir dille ifade ettiğim ruh sıtmalarını, ilk defa olarak, bir hemşi­ re - ruh paylaşmış oluyordu.

Ama, üç yıllık bir gurbetten sonra memlekete dönüşümde, Halide Hanımla buluştuğum zaman görecektim ki, ara­ mızdaki bu his ortaklığı bir fikir ve ül­ kü arkadaşlığı haline girmiştir. Artık, ne o Harap Maabetler'in, ne de ben Erenlerin Bağmdan'ının lirik veya mis­ tik yazarlarıyızdır. Milli Mücadelenin büyük rüzgârı bizi alıp memleket ger­ çeklerinin ortasına sürüklemiştir.

Bu noktadan itibaren ben artık Hali­ de Edibi Edebiyat ve Gençlik Hatıraları' nın içine sığdıramayacağım ve ona an­ cak bu kitabı taakibedecek olan siyasi hatıralarımda yer verebileceğim.

S O N

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

AB Yüksek Öğretimi Kriterleri Bağlamında Türkiye'de İl:1hiyat Öğretimi: Kelam Örneği{>- 17 Türk yüksek öğretimirün Avrupa Birliği yüksek öğretimi

Örneğin demir, bakır ve çinkodan üretilen gereçler paslanmaz çelik ya da altından üretilen- lere göre daha kolay tepkimeye girebildikleri için yiyecek- lerin tadında

Saltuk, 20 aralık günü saat 14.30’da, 21 aralık günü saat 14.30’da ve 22 aralık gü­ nü saat 19.30’da Ankara Çağdaş Sahne’de üç konser verecek..

Bu çalışmada, genel anestezi altında sol taraf endoskopik sinüs cerrahisi yapılırken, hastanın sağ gözünde pro- pitozis gelişen ve anesteziden uyandırılma sonrası göz

This touched one of the more vexed discussions at San Francisco: the balance between the General Assembly and the Security Council, or the balance between small and large powers

LYS-3’te size verilen Türk Dili ve Edebiyatı Testinin Soru Kitapçık Numarasını cevap kâğıdınızdaki “Türk Dili

Yahya Kemal gibi bir türlü kitap haline getiremediği şiir­ lerini sonunda bu yakınlarda Yeditepe yayınları arasında bas­ tırmıştı.. Huzur adlı romanından

Sanatımızda köklü yeri olan lale, Tanpı- nar’ın yaşadığı günlerde, zevkteki erişilmez- liğini yitirm iştir “Bugün İstanbul’da belki es­ kisinden