• Sonuç bulunamadı

Çokkültürlülük açısndan Hatay: Sosyolojik bir yaklaşım

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çokkültürlülük açısndan Hatay: Sosyolojik bir yaklaşım"

Copied!
170
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK AÇISINDAN HATAY;

SOSYOLOJİK BİR YAKLAŞIM

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Doç. Dr. Köksal ALVER

HAZIRLAYAN

Fatma BAŞEYMEZ

0604205001009

(2)
(3)

İÇİNDEKİLER

Sayfa No:

Bilimsel Etik Sayfası ...iii

Tez Kabul Formu ... iv

Önsöz ... v

Özet ... vi

Summary...vii

Giriş ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM: ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK TARTIŞMALARINA GENEL BİR BAKIŞ... 5 1. 1. Kültür ve Kültür Sosyolojisi ... 5 1. 1. 1. Kültür Nedir? Kültür Tanımları... 5 1. 1. 2. Kültür Tartışmaları ... 9 1. 2. Kültür Sosyolojisi ... 12 1. 2. 1. Kültür Sosyolojisinin Alanları... 15 1. 3. Çokkültürlülük Nedir? ... 17

İKİNCİ BÖLÜM: ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK AÇISINDAN HATAY ... 25

2. 1. Hatay ve Çokkültürlülük... 25

2. 2. Hatay’ a Genel Bir Bakış ... 30

2. 2. 1. Hatay Tarihi... 30

2. 1. 2. Coğrafi Konum... 34

2. 2. 3. Eğitim ... 35

2. 2. 4. Kültür ... 36

2. 2. 5. Ekonomi ... 38

(4)

2. 3. 1. Hıristiyanlar... 39

2. 3. 1. 1. Dinsel ve Kültürel Pratikler ... 43

2. 3. 1. 2. Hatay’ da Hıristiyanların Bugünkü Durumu... 43

2. 3. 2. Aleviler... 45

2. 3. 2. 1. Alevilerde İnanç Ve Sosyal Yaşam... 49

2. 3. 2. 2. Hatay’ da Alevilerin Bugünkü Durumu... 50

2. 3. 3. Ermeniler... 53

2. 3. 3. 1. Hatay’ da Ermenilerin Bugünkü Durumu ... 55

2. 3. 4. Yahudiler... 58

2. 3. 4. 1. Yahudilikte İnanç, İbadet ve Kültür... 59

2. 3. 4. 2. Hatay’ da Yahudilerin Bugünkü Durumu ... 62

2. 3. 5. Sünni Türkler... 65

2. 4. Hatay’ daki Çokkültürlü Toplum Üzerine Bir Araştırma... 68

2. 4. 1. Toplumsal ve Kültürel İlişkiler ... 68

2. 4. 1. 1. Toplulukların Birbirleriyle Olan İlişkileri... 69

2. 4. 2. Evlilik İlişkileri ... 94

2. 4. 3. İş İlişkileri ... 110

2. 4. 4. Toplulukların Dinsel Kimlikleri... 127

Sonuç ... 139

Kaynakça ... 144

Resimler ... 151

(5)

Bilimsel Etik Sayfası

(6)
(7)
(8)
(9)

Önsöz

Bu araştırma, Selçuk üniversitesi; sosyal bilimler enstitüsü sosyoloji anabilim dalında gerçekleştirilmiştir.

Çalışma da; yüzyıllardır birçok ırka ve dine ev sahipliği yapan Hatay İli, sosyolojik açıdan ele alınmıştır. Çokkültürlülük son yıllarda bütün ulusların tartıştığı bir kavram olmuştur. Bu anlamda da Türkiye denilince akla ilk gelen yerlerden birisi de hiç şüphesiz Hatay’ dır. Çalışmamızda çokkültürlülükten yola çıkılarak yapılan görüşmeler sonunda Hatay ili bu bağlamda değerlendirilmiştir.

Araştırma boyunca düşüncelerini her daim ifade eden ve yol gösteren danışman hocam Doç. Dr. Köksal ALVER’ e ve fikirlerine bölümde her daim başvurduğum değerli hocalarıma da teşekkürü bir borç bilirim. Araştırma boyunca bana destek olan ailem’ e ve görüşmelerin sağlıklı bir şekilde yapılması için her türlü fedakarlıkta bulunan ve yardım eden Hatay’ lı hemşehrilerime de teşekkür etmek isterim.

Fatma BAŞEYMEZ Konya, 2009

(10)
(11)

Özet

(12)
(13)
(14)
(15)

Giriş

Dünya literatüründe kültür, çokkültürlülük, etnisite vs. kavramları son yıllarda giderek artan bir şekilde tartışılmaktadır. Dünya’ nın birçok yerinde, insanlar göç, savaş, deprem gibi nedenlerle her dönemde yatay yada dikey hareketlilikler yaşamış ve bu süreçte farklı kültürlerin de kaynaşması sözkonusu olmuştur. Toplumsal hareketlilikler insan varolduğu müddetçe devam edeceği için farklı kültürlerin bir arada yaşaması da kaçınılmaz olarak devam edecektir. Birçok ülkede çokkültürlülüğün ne olduğu, olumlu-olumsuz etkileri ve eşitliğin nasıl sağlanacağına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Türkiye ise bu anlamda; Osmanlı devletinin mirasını yüklenen bir ülkedir. Çokkültürlülük toplumların bir gerçeği olmuş küreselleşme ve modernleşmeyle birlikte Türkiye’de de etkisini arttırmıştır. Ancak bu çokkültürlü yapı Türkiye de geç fark edilmekle birlikte akademik anlamda çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bütün uluslar birden fazla kültürü aynı çatı altında problemsiz bir şekilde bir arada tutabilmek adına yeni yollar ararken bu konuda nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine dair ortak bir sonuca ise varılamamıştır.

Türkiye de yapısı itibariyle en çok ses getiren yerlerden birisi de şüphesiz Hatay’dır. Tarih boyunca üç kıtayı birbirine bağlayan yolların kavşak noktası görevini yapan Hatay, bununla birlikte farklı inançların ve kültürlerin de buluşma yeri olmuştur. Kentin kendine has karakteristik bir yapısı vardır. Bir zamanlar Roma imparatorluğunun üçüncü büyük kenti olan Hatay, tarihte Müslümanların, Yahudilerin, Putperestlerin, Hıristiyanların vs. yaşadığı ve hala yaşamakta olduğu mozaik bir yapı özelliği gösterir.

Ev sahipliği yaptığı birçok uygarlığın izleriyle bugün zengin bir kültürel mirasa sahiptir. Birçok ulusun özlemini çektiği tabloyu Hatay’da cami, kilise ve havra’nın komşuluklarına baktığımızda görebilmemiz mümkündür.

Kültürel çeşitlilik beraberinde hoşgörüyü de getirmiştir. Yöre insanı karışık bir yerde yaşadığının farkındalığıyla hareket etmekte ve sorumluluğu aynı ölçüde paylaşmaktadır. Hatay’da herkes oranın yerlisi konumundadır. Türkler, Aleviler, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar vs. kendi kimliklerini belirtme ihtiyacı duymadan Hatay’lı olduklarını ifade etmektedirler. Hatay’ın kendine has bu ortak kültürünün üyeleri bugün de uyum içerisinde, aynı zamanda kendi varlıklarını koruyarak yaşamaya

(16)

devam etmektedirler. Türkiye’de çokkültürlülük kavramı tartışıldığı zaman araştırmacıların uğrak yeri olmaktadır. Türkiye, Avrupa Birliğine girme sürecinde “etnisite” kavramını ve bu kavramın nasıl şekillendiğini Hatay’ın çokkültürlü yapısının etrafında tartışmaya devam etmektedir.

Dış dünya ile etkileşim devam ettikçe, yeniden şekillenen kimliklere tanık olunmaktadır. Hatay’da yaşayan farklı toplumlar, kendi kimliklerini korurken, aynı zamanda dış dünyaya karşı da korunmak gayretinde olmuşlar ve diğer yandan da ortak bir bölge kültürü inşa etmişlerdir.

Bu çalışmada çokkültürlülüğün, Hatay’da nasıl algılandığı ve ne şekilde yansıdığı üzerinde durulacaktır.

Hatay çokkültürlülük söyleminin olumlu ya da olumsuz özelliklerini aynı anda anlatan bir kenttir. Çalışmanın amacı; Hatay’ı çokkültürlülüğün daha çok iyimser sonuçları çerçevesinde tanımak ve tanıtmaktır. Çünkü Hatay; dünyanın ihtiyaç duyduğu bir modeli sunmaktadır. Böyle bir çalışmanın, sonuçları itibariyle de literatüre kaynak teşkil etmek amacını taşımaktayız. Farklı toplumların bir arada yaşaması, kendilerini azınlık olarak hissetmemeleri araştırılmaya değer bir konudur, nitekim Hatay; sadece Türkiye’ nin değil Dünya’ nın da takip ettiği bir yer olmuştur.

Çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde çokkültürlülük genel bir bakış açısıyla ifade edilirken, toplumu ve kültürü daha iyi anlayabilmek adına, kültür ve kültür sosyolojisi kavramlarına da açıklık getirilmiştir.

İkinci bölümde; öncelikle Hatay ilinin genel özellikleri üzerinde durulmuş ve ili tanıtan genel bilgiler verilmiştir. Daha sonra Hatay’da yaşayan etnik ve dini toplulukların kendi kimlikleri hakkında bilgiler verilmiş ve bugün Hatay’da ne durumda oldukları anlatılmıştır. Ve son olarak araştırmamızın en önemli bölümlerinden birisi olan, Hatay’ da yüzyüze yapılan görüşmeler yer almaktadır.

Görüşmeler Antakya, Samandağ ve İskenderun ilçelerinde yapılmıştır. Görüşmelerde genel olarak; toplulukların toplumsal ve kültürel ilişkilerini, evlilik ilişkilerini, iş ilişkilerini ve dinler arası ilişkilerini öğrenmeye yönelik sorular sorulmuştur. Görüşmelerde aktif olarak bulunmamız ve paylaşımcı olmamız görüşmeye derinlik kazandırmıştır. Hangi soruları soracağımız önceden belirlenmiştir. Fakat

(17)

sorularımız konuşmanın seyrine göre, karşıdakini daha iyi tanıyabilmek ve anlayabilmek adına zaman zaman değişebilmiştir.

Ne çeşit sorular sorduğumuz bölümlerin başında özet olarak ifade edilmiştir. Görüştüğümüz kişilerin güvenini kazanmak önemli olduğu için adlarının yazılmasını istemeyenlerin adları yazılmamıştır. İsteyenlerin ise sadece adları yazılmıştır. İsimlerinin yanında da parantez içinde çok kısa kişisel bilgiler verilmiştir.

Görüşmelerimiz Ermeni, Yahudi, Alevi, Hıristiyan (Katolik, Protestan, Ortodoks) ve Sünni Türk topluluklarından 10’ ar kişiyle toplamda 50 kişiyle yapılmıştır. Görüştüğümüz kişilerin yaş, eğitim, cinsiyet, meslek, oturdukları yer vs. farklı olmasına dikkat edilmiştir. Görüşmelerimizin hiçbiri bir saatten az olmamıştır ve karşımızdakini daha iyi tanıyabilmek adına genellikle kendi evlerinde, mahallelerinde ya da ibadet yerlerinde yapılmıştır. Bölge kültürüyle yetişmiş biri olmam karşıdakinin psikolojisini anlamamı kolaylaştırmış ve bu zamana kadar yapılan gözlemlerimiz de değerlendirilerek, önyargısız bir şekilde görüşmeler daha verimli hale gelmiştir.

Görüşmelerimiz daha önce belirlediğimiz özellikle her toplumun ileri gelenleriyle, kentin önde gelen yetkili kişilerin yönlendirmeleriyle ya da bizim için ilginç bir hayat hikayesi bulunan kişilerle, kalanlar ise tesadüfi yöntemle seçilerek yapılmıştır. Görüşmelerimiz genellikle birebir yapılmış olmakla beraber bazı durumlarda birkaç kişiyle beraber oturulmuş fakat sadece bir kişinin düşüncelerine yer verilmiştir. Düşüncelerini ifade ettiğimiz kişilerde genellikle bulunduğu topluluklardan farklı düşünmemektedirler. Görüştüğümüz kişilerin kır’ da ya da kent’ te yaşayıp yaşamadıklarına dikkat edilmiştir. Bununla birlikte yaş ve cinsiyet ayrımı da göz önünde bulundurularak her farklı seviyeden insanlarla görüşülmeye çalışılmıştır. Bu sebeple araştırmamız homojen değildir. Araştırma boyunca görüşmelerimiz kaydedilmiş ve bu da tekrar tekrar dinlenilerek daha güvenilir yorumlar yapabilmesini sağlamıştır. Ancak sesinin kaydedilmesini istemeyenlerin istekleri üzerine sesleri kaydedilmemiştir. Genel bir sohbet havasında geçtiği için görüştüğümüz kişilerin söyledikleri, konuşmanın seyrini değiştirmiş, burada başlık altında anlatmadığımız politik görüşleri gibi konular, aralarda anlatılmaya çalışılmıştır. Araştırmamıza belirli sınırlılıklar getirmiş olmamızdan dolayı sadece hedeflediğimiz sorulara verilen cevaplara yer verilmiştir. Öncelikli olarak Müslümanların dışındaki topluluklarla görüşülmüştür.

(18)

Fakat Hatay’ da en çok Sünni Türkler yaşadığından dolayı genel olarak onlarında diğer topluluklar hakkındaki düşüncelerine, çok ayrıntıya girmeden yer verilmiştir. Genellikle Sünni Türkler arasında diğer farklı toplulukların imajları farklılık arzetmektedir. Sünni Türkler ya da Müslümanlar hakkında tanıtıcı bilgiler diğerleri gibi ayrıntılı bir şekilde verilmemiştir. Araştırmanın sınırlarını daha da genişleteceğinden dolayı sadece farklı topluluklara olan bakış açıları anlatılmaya çalışılmıştır. Şunu da belirtmekte fayda var ki; bu araştırma Türkiye’ deki çokkültürlülüğün yansımasını göstermiş olsa da daha çok Hatay için geçerli bir araştırmadır. Hatay’ ın diğer şehirlerden farklı olan kendine has yapısı Türkiye’ deki çokkültürlülüğün algılanmasında, bakış açılarını değiştirebilmektedir. Çalışmada, her bölüm aralarında ve sonlarında kısa değerlendirmeler yapılmış ve son olarak da genel bir sonuca gidilmiştir.

(19)

BİRİNCİ BÖLÜM: ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK

TARTIŞMALARINA GENEL BİR BAKIŞ

1. 1. Kültür ve Kültür Sosyolojisi

1. 1. 1. Kültür Nedir? Kültür Tanımları

Kültür, başta sosyoloji olmak üzere birçok bilim tarafından en çok tartışılan kavramlardan biri olmuştur. Her bilim kendi alanından kültür kavramına bakar, tanımlar ve tartışmalar yaratır; işte bu yüzden kültür tanımı çok çeşitlidir ve her geçen günde yeni tanımlar eklenebilmektedir. Kültür toplumun ya da toplumu oluşturan bireylerin genel bir ifadeyle yaşama biçimleridir. Her insanın karşı karşıya geldiği ve içinde yaşadığı toplumun, karmaşık gündelik hayatının bir parçasıdır. İnsanlar evliliklerini, aile yaşamlarını, dini etkinliklerini vs. kültürle ifade edilebilmektedir. Her toplum, topluluk ve gruplarda farklı kültür özellikleri bulunmaktadır. Bir toplumun kültürünü o toplumu, toplum yapan bir sistem olarak değerlendirebiliriz. Kültür ile toplum karşılıklı etkileşim içindedir yani hiçbir toplum kültür olmadan varolamaz, varlığını devam ettiremez aynı şekilde kültüründe toplum olmadan varolabilmesi mümkün değildir. Kültür o topluma belli bir kimlik giydirir ve onu başka toplumlardan ayırır. Kültürün kimliklerin belirlenmesinde önemli bir etken olduğunu belirtebiliriz. Kimlik, içinde yaşanılan kültürel ortama göre şekillenmektedir. Kimliğin temel unsurlarından olan kültür, kişinin kendini nasıl tanımlayacağını belirler (Alver, 2007: 137).

Kültür kendimizi ifade etme biçimimizdir. Duygu ve düşüncelerimizi kültür yoluyla açığa vurur ve yine kültür yoluyla ifade ederiz. Bir toplumu anlayabilmek demek o toplumun içine girerek kültürünü tanımak demektir. Çünkü kültür bütün gerçekliğiyle insanı anlatır ve insanı tüm gerçekliğiyle ele verir. Hatta henüz ortaya çıkmamış düşüncelerden de şimdiki yaşanılan kültür haber vermektedir. Kültür insanın anlam dünyasını oluşturur, belirler, geliştirir (Alver, 2007: 139). Dünyanın anlam varlığına ilişkin tüm düşünülebilirlilikleri içerir. İnsanın nasıl düşündüğü, duyduğu, yaptığı, istediği, insanın kendisine nasıl baktığı, özünü nasıl gördüğü; değerlerini, ülkülerini, isteklerini nasıl düzenlediği bütün bunlar kültürün öğeleridir (Alver, 2007: 132). Kültür bir bütünü ifade eden maddi ve manevi yaşanılan ve sahip olunan her şeydir. Bütünüyle insani bir üretim alanı olan kültür bir yönüyle hazır bulunan,

(20)

atalardan, önceki kuşaklardan aktarılarak getirilen ve bu şekilde benimsenen bir yapıdır (Alver, 2007: 129). İnsan kendisi için hazırlanmış bir kültürün içinde dünyaya gelir. Ona kendisinden bir şeyler ekleyip değiştirmeye de muktedirdir insan. Bu yönüyle kültür insanın hem hazır bulduğu hem de oluşturup değiştirebildiği bir yapıdır. Yani kültür sabit bir düzlemin değil dinamik bir yapının adıdır (Alver, 2007: 130). Bireyler her daim kültürle alışveriş halindedirler. Kültür bu alışverişte doğal olarak ortaya koyar kendisini, toplumun sürekliliğini ve insanların bir arada sosyal ilişkiler dahilinde yaşamalarını sağlayan en temel toplumsal unsurlardan birisidir ve bu temel unsur insanın neden sadece toplumsal olarak insan olabileceğinin de cevabını içermektedir. İnsanın sosyal etkileşiminin neticesinde ortaya kültür çıkar. Toplumsallık ilişkilerinin karşılıklı ve birbirlerini var eden bir yapıda olması dolayısıyla kültürün varlığının temel şartlarından birisi o kültürü yaşayan ve yaşatan insanların varolmasıdır. İnsanlar yapıp etmelerinde anlama ve yorumlamalarında kültürün yüklediği anlam kodlarıyla hareket eder (Akın, 2007: 92). Kültür, toplumsal ilişkileri hem belirlemekte hem de ondan etkilenmektedir. Farklı kültürlere sahip bireylerin sanat eserleri, aile hayatları, evlenme biçimleri, değerleri, normları vs. de farklıdır. Daha çok insanların sanat, edebiyat, müzik vs. alanlarındaki yeterliliği ifade edilmiştir. Kültüre baktığımız zaman sembollerden bir araya geldiğini görmekteyiz işte insan; hayatını bu sembollerle biçimlendirmektedir. Kültür bu anlamıyla hem sosyal bir süreç hem de bu sürecin belirleyicisidir. Kültür kesintisiz bir süreç olarak çıkar karşımıza, fakat insanı sürekli değiştiren ve değişmelere uğratan, bir kesintisizliktir. İşte bu yüzden de kültür kavramının muğlâk bir yapıya sahip olmasından dolayı tanımının yapılmasında güçlüklerle karşı karşıya kalınmıştır. Net bir kültür tanımının yapılmasının güçlüğü kültürün her toplumda değişik olmasından, karmaşıklığından ve zenginlikten kaynaklanmaktadır. Kültür, Batı kökenli bir kelimedir. Anlamlarından birisi ‘ çiftçiliktir’ ve doğal olarak gelişmeye eğilimli olma demektir.

Kültür ilk olarak antropolojide temel kavram olarak kullanılsa da daha sonraları sosyal bilimlerin hemen hepsinde kullanılmaya başlanmıştır. Bu kadar çok kullanılmasına rağmen ortak bir tanım yapılamamıştır. Birkaç örnekle ifade etmeye çalışırsak: Mümtaz Turhan’ a göre kültür; bir cemiyetin sahip olduğu maddi ve manevi kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut her nevi bilgiyi,

(21)

alakaları, itiyatları, kıymet ölçülerini, görüş ve zihniyet ile her nev’ i davranış şekillerini içine alır. Bütün bunlarla beraber o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden ayırteden hususi hayat tarzı temin eder (Turhan, 1987: 48).

Kültür, toplumdaki kişilerin ortaklaşa paylaştığı toplum kurumlarının birleşmesiyle ortaya çıkan bir şeydir; tarihsel ve sosyal değişme süreci içinde oluşan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları kapsayarak gelecek kuşaklara iletmede kullanılan araçların tümüdür.

Günlük dilde, “kültür” genelde aydınların ve entelektüellerin eserleri; müzik, resim, edebiyat, tiyatro, film yada estetik olarak değerlendirilmektedir, fakat bu bir toplumun kültürünü temsil ettiği anlamına gelmemektedir. Çünkü kültür her toplumda, her grupda ve her yerde var olan bir şeydir, toplumun her döneminde geçmişinde, bugününde ve geleceğinde bulunmaktadır; bireylerin davranışlarında, düşüncelerinde normlarında ve değerlerinde, yaşam tercihlerinde, toplumun temellendirdiği genel unsurlar üzerinde, mimari yapılarda vs. etkisi bulunmaktadır.

Her toplumun içinde yaşayan bireyler kültürlü bireyler olarak değerlendirilir. Her insan bir kültür içerisinde doğar, kültür içinde büyür ve yine kültür içinde ölür. Yeni doğan bir insan bu kültürü hazır bulmaktadır; bu yüzden de bazı sosyologlara göre kültür bilinçsizce, bir diğer grup ise bilinçli olarak kazanıldığını söylemektedir. Eliot’ a göre kültür aslında bilinçli olduğundan çok bilinçsizdir; bir kültür asla bütünüyle bilinçli olamaz. Her zaman bizim bilincine ulaşabildiğimiz kültürden fazladır ve her zaman tasarılarımızın bilinçsiz zemini olduğundan, tasarlanamaz, kültür bilinçliliğe kadar bütünüyle yeniden uyandırılmaz ve bütünüyle bilincine ulaştığımız kültür asla kültürün bütünü değildir (Eagleton, 2005: 134). Buna göre kültür hem bilinçli hem de bilinçsiz olarak kazanılmaktadır. Kültür içinde bir yaşama biçimi düşünme biçimi, algılayış ve hissettirme biçimi bulunmaktadır. Çünkü her birey o toplumun dilini, dinini, geleneklerini, göreneklerini, adetlerini, örflerini vb öğrenmektedir ve hayatını bunlara göre şekillendirmektedir. Kazanılan değerlere göre de davranışlarda bulunmaktadır. Çok genel bir ifade ile kültür, sosyal birey açısından öğrenilmiş ve yaşadığı toplumun manevi değerleri, davranışları, normları, törelerinin vb. olduğu bir yapıya sahiptir.

(22)

Herder, kültürden şu şekilde söz etmektedir; bundan daha belirsiz bir sözcük, bütün uluslar ve dönemlere uygulanmasından daha aldatıcı bir şey yoktur” (Williams, 2005: 108). Gerçekten de kültür sözlüğü çok zengin bir yapıya sahip olduğu için, ondan bahsettiğimiz zaman sadece onun içinde olan unsurlardan bir kaçını ele alabiliriz. Hepsini alamadığımız için kültür sözcüğü tam olarak tanımlanmış olmamaktadır.

Alver’ e göre geçirmiş olduğu dönüşümle birlikte kültür kavramı, üç geniş kullanım kategorisine sahip olmuştur:

1- Zihinsel, manevi ve estetik gelişime ilişkin genel bir süreci anlatan bağımsız ve soyut ad.

2- Gerek bir halkın, dönemin, grubun gerekse genel olarak insanlığın belli bir yaşama biçimin anlatan bağımsız ad.

3- Entelektüel ve özellikle sanatsal etkinliğin ürünleri ve uygulamalarını anlatan bağımsız ve soyut bir ad (Alver, 2007: 131).

Güvenç; Murdock’ tan etkilenerek kültürü, öğrenilen, dilde saklanıp korunan, eğitimle yeni kuşaklara aktarılıp aşılanan bir muhteva olarak değerlendirip onu altı başlık altında toplamaktadır:

1- Kültür, içgüdüsel ya da kalıtımsal değil, her bireyin doğduktan sonra, yaşayarak kazandığı, öğrendiği bilgi, davranış ve alışkanlıklarıdır.

2- İnsan öğrendiklerini yavrusuna aktarabilen tek canlıdır. Onun biricikliği kuşkusuz dil öğrenme yeteneğinden gelir. Bu anlamda, ilk yaradılışa kadar uzanan kültürün, tarihi ve sürekli bir varlık alanı olduğu söylenir.

3- Kültürün öğrettikleri yalnız zaman boyutunda sürekli değil, fakat aynı zamanda, toplumsal, yani mekâna görelidir. Toplumdan topluma değişir. Bir toplumun sahip olduğu, yarattığı, paylaştığı tüm alışkanlıklar o toplumun kültürüdür. Kültür toplumsal olduğuna göre, geleceği (kaderi) topluma bağılıdır.

4- Kültür ne kadar, ideal kural, davranış ve değerlerden oluşursa da, bireysel tutum ve davranışlar, büyük ölçüde ideallerden ayrılır.

5- Kültür, biyolojik (yaşamsal) ve toplumsal ihtiyaçları karşılayıcı, yani işlevseldir.

(23)

6-Hemen her kültürün öğeleri, uyum ve doyum sürecinin sonucu olarak bütünleşmek, ya da öyle görünmek eğilimindedir.

7- Bütünlük ve idealdir kültür. Bütünleşme yerini hemen ayrışmaya, çatışmaya bırakır. Kültürün bir bütünlük ya da sistem olduğu sık sık yenilenir. Ancak, sistemi tanımlamak zor olduğu gibi, kültürün de tam bir sistem olmadığını savunmak belki daha kolaydır. Kültür varlığı tümüyle maddi veya gözlemlenebilir bir olgu veya nesnel bir varlık değildir. Öyleyse, kültür kavramı, hayatla ilgili soyut bir kavramdır. Bu kavram bir coğrafya haritası gibidir. Yeryüzü öğelerini ve engebelerini simgeleyen harita nasıl bir soyutlama ise kültür kavramı da soyutlamadır. Kültürel kurum, kavram ve süreçler gerçekliğin adları, yakınları ve soyutlamalarıdır (Güvenç, 2002: 55–56).

Kültür toplumun bir aynası ve o topluma ait olan kıyafettir. Her insanın aynadaki görüntüsü nasıl sabit değilse kültür de toplumlarda hiçbir zaman aynı değildir. Kültür, toplumlar arasında bazen ortak değerleri taşıyabilir; fakat genelde toplumdan topluma değişmektedir.

Kültür, toplumun yönlendirici sistemidir. Çünkü kültür; içinde aynı zamanda adet, görenek, gelenek, inanç ve değer sistemi içermektedir. Toplum ve kültür arasında çok sıkı ve karşılıklı ilişkiler vardır. Toplumda bulunan topluluklar ya da gruplar arasında var olan ilişkiler, kültürden kaynaklanmaktadır. Çünkü kültürün işlevi bunlar arasında sıkı bir ilişki kurmaktır ve aynı zamanda toplumları bütünleştirme işlevini gerçekleştirmektedir.

1. 1. 2. Kültür Tartışmaları

Öncelikli olarak kültür’ ün bir yaşam tarzı olduğu üzerinde durulursa;

Williams’ a göre kültürün üç geniş etkin kullanım kategorisini değerlendirmemiz gerekir:

1) 18. yy’ dan itibaren zihinsel, manevi ve estetik gelişimine ilişkin genel bir süreci anlatan bağımsız ve soyut bir ad.

2) İster özgül ister genel bir biçimde kullanılsın, gerek bir halkın, dönemin, grubun gerekse genel olarak insanlığın belli bir yaşama biçimini anlatan bağımsız bir ad.

(24)

3) Entelektüel ve özellikle sanatsal etkinliğin ürünlerin ve uygulama alanını anlatan bağımsız ve soyut bir ad (Williams, 2005: 106).

Williams bize kültürü bir toplumun özgül yaşam tarzı olarak sunmuştur.

Tüm toplumların kendilerine özgü bir yaşama biçimleri vardır. Bu yaşama biçimi aynı zamanda dünyayı algılamak bakımından da o toplumu diğerlerinden ayırır. İşte toplumların kendilerine özgü yaşam biçimlerini, işlevlerini gerçekleştirmede kültür, şekillenme süreçleridir (Tarım, 2003: 13).

Modern toplumlarda yeni oluşan kültür yeni yaşam tarzı, düşünce biçimi, yeni değerlerin normların ve tutumların vs. oluşumuna sebep olmaktadır.

Kültür aynı zamanda sosyal etkileşimin ürünüdür. Sosyal etkileşim bireyin sosyalleşme süreciyle beraber başlamaktadır. Aynı zamanda gruplar, topluluklar ve toplumlar arasında bir sosyal etkileşim olmaktadır. Sosyal etkileşimin etkisinde kalarak bireylerde belli bir düşünce ve algılayış sistemi oluşmaktadır. Mesela Müslüman bir toplumda yaşayanlarla Hıristiyan bir toplumda yaşayanların arasında düşünme ve algılayış tarzları çok farklıdır. Batı Avrupa toplumlarında büyüyen bireylerin Uzak Doğu ülkelerinde yaşayan bireylerden düşünce ve algılayışlarının çok farklı olduklarını söyleyebiliriz.

Doğa insanlara kültürü sunmamaktadır. Kültür tamamen insanın bir ürünüdür ve kültürün tarihini incelersek, insanlığın varlığından beri var olduğunu görürüz. Çünkü her zaman bir grupta ya da bir toplulukta ortak değerler, davranışlar, ortak iletişim kuracak bir dil, ortak yemek yeme tarzı, uyuma tarzı vb. bulunmaktadır. Bütün bunlar bir kültür oluşturur. Bu yüzden kültürün tarihinin insanlığın tarihine dayandığını söylemek de yanlış olmaz.

Sosyalizasyon dediğimiz süreç ise insanın toplumun bir üyesi haline gelmesidir, kendi ailesine, yaşadığı topluma ve ülkeye ait hissetmesidir.

Bu yüzden topluma yeni gelen birey, etrafındakilerden etkileşim içinde kalacak ve benzer davranış tarzı, davranışları, tutumları, normları vb. onlar gibi hareket edecektir ve çevrenin birey üzerinde çok büyük bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Bundan yola çıkarak kültür öğrenilir ve öğretilir sonucuna varmaktayız.

(25)

Kültürün öğretilmesi, kültür değerlerinin, normların vs. yeni kuşaklara aktarılması için öncelikli olarak aile büyük bir rol oynamaktadır. Bu yüzden kültürün en önemli aktarıcısı aile olarak değerlendirilmektedir. Sosyalizasyon sürecinde bütün bu aktarmalar bazen “geleneksel” yani bilinç dışı da olabilmektedir. Bilinç dışında aktarılarak, derin kökleri salarak, bireyin kişiliğinin önemli ve ayrılmaz bir parçası haline gelir.

Kültür sadece bireyin kişiliğini etkilemekle kalmamaktadır, aynı şekilde ona bir “kimlik” kazandırmaktadır. Bu kimlik belli bir grubun, topluluğun ya da toplumun bireyi olduğunu gösterir ve onunla özdeşleşir. Çünkü kültür toplumdaki birey ve toplumların birbirlerine karşı olan tutum ve davranışlarını karşılıklı etkileyen en önemli faktördür.

Balı’ ya göre aileye bakış, cinsiyete ilişkin değer yargıları, doğumdan ölüme varıncaya kadar pek çok olay karşısında tavır alırlar, kutlamalar, yeme, içme, yıkanma, giyim, kuşam tarzları barınma alışkanlıkları, insanlar arası ilişkin tavır ve davranışlar kültür tarafından belirlenmektedir (Balı, 2001: 198).

Bu yüzden kültür bir denetim sistemi olarak değerlendirilebilir. Çünkü belirli davranış veya yaşam biçimlerini onaylar ya da reddeder. İnsan ilişkilerini ve edimlerini düzenleyen kuralları ve normları koymaktadır. Kültür dinamik bir yapıya sahip olduğu için, toplumun içinden gelen değişmelere açıktır. Aynı zamanda başka toplumlardan, yani dışarıdan gelen değişmelere de açıktır.

Kültür bu yüzden değiştiren yapıya sahipken, değişen bir yapıya da sahiptir. Her kültür içerisinde, en çok dikkati çeken din ve dil unsurlarıdır. Çünkü bu unsurların gerçekte o toplumun kültürüyle iç içe olduğunu söyleyebiliriz.

Din; bütün kültürlerde önemli bir rol oynamaktadır. Kültür, insan edimleri ve ilişkilerinin anlam ve önemiyle ilgili olduğu ve bu aynı zamanda dinin en önemli konulardan biri olduğu için, arasında (kültür-din) çok yakın bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Komünizm’ i yaşayan toplumlar da bile din etkileyici ve belirleyici bir faktör olmuştur. Çünkü komünizm yaşayan toplumlar “dinsiz” toplum olarak yaşamaktaydılar. Fakat bu dinsizliklikte de bir “din” anlamı vardır ve dinin kendisine karşı çıkarak yeni bir dinsizlik düşüncesi oluşturmaktadır. Gördüğümüz gibi, “dinsiz”

(26)

toplumlarda bile, din çok önemli bir rol oynamaktadır. Din, bir kültürün inanç ve adet sistemini biçimlendirir, bireylerin veya toplulukların dinleri değişince düşünce ve yaşam biçimlerinde büyük değişiklikler olmasının nedeni budur. Kültür ise dinin nasıl yorumlandığını, ayinlerin nasıl yapıldığını, toplum yaşamında dine verilen önemi vs. etkilemektedir (Parekh, 2002: 200).

Batı Hıristiyan kültürü, Doğu Müslüman kültürü ve Uzak doğu Budist kültüründen bahsederek içinde hem kültür hem de din ilişkilerini açık bir şekilde görebiliriz. Bu toplumların hiç birinde ortak din olmadığından dolayı, kültürlerin de birbirinden farklı olduklarını söyleyebiliriz.

Dil ; kültürün önemli bir aynasıdır. Farklı bir kültürü tanımak istediğimiz zaman mutlaka oraya ait olan dili öğrenerek başlamak gerekmektedir. Çünkü dil toplumun kolektif bilincini oluşturmaktadır. Aynı zamanda kolektif bilincinin nesnel olanı “kendine göre” tanımlamanın sembolleridir. Aynı zamanda bir toplumu farklı toplumlardan ayıran en önemli unsur dildir. Dil, ön yargıları, yargıları ve değerleri içermektedir. Çünkü dil’ i kullanarak düşünmekteyiz.

1. 2. Kültür Sosyolojisi

Kültür Sosyolojisi farklı yaklaşım ve yöntemlerin birbirlerine yakınlaşmasıyla ortaya çıkmış bir olaydır. Bugün çoğunlukla “kültür araştırmaları” adı verilen bu çağdaş yakınlaşma, kültürün ele alınış biçiminde şimdiye kadar süren ayrılığın giderilmesiyle ve bu sürecin bilinçli olarak genişletilmesiyle bugün genel sosyolojinin bir dalı haline gelmiştir (Williams, 1993: 12). Sosyolojinin yeni bir dalı olarak ifade edilse de temelleri 19. Yüzyıla kadar uzanmaktadır.

Sosyolojinin alanına geç girmesinden dolayı az bilinen, dolayısıyla az gelişmiş bir alandır. Fakat birçok ülkede, çok sayıda insan bu alanda çalışmalarını sürdürmektedir. Sosyolojinin geleneksel alanlarının dışında farklı bir alan olarak çıkar karşımıza ve çoğu zaman da özel bir çalışma alanı olarak görülmektedir. Kültür sosyolojisinin günümüzde içermekte olduğu yakınlaşma, marjinal ve çevresel gibi görülmesi mümkün olan iletişim, dil ve sanat konularından türemiş, genel toplumsal ve sosyolojik fikirlere yönelik bir ilginin yeniden işlenmesi çabasıdır (Williams, 1993: 8). Bugün kültür sosyolojisi kapsadığı alanlar bakımından etkin bir alan olarak karşımıza

(27)

çıkmaktadır. Bu haliyle bugün artık kültür sosyolojisini yalnızca alanın yeniden ele alınması işi olmaktan çıkmakta ve toplum bilimlerinin genel etkinliği içinde yeni sorunlar ve yeni tanıtlar getiren bir disiplin olmaktadır (Williams, 1993: 8).

Kültür, sosyal bilimlerin hemen her alanında her zaman tartışma konusu olmuş bir kavramdır, yapısı itibariyle muğlak olması her disiplinin farklı yorumlamasını beraberinde getirmiş, dolayısıyla ortaya bir kültür tanımı çeşitliliği çıkmıştır. Kültür tanımları beraberinde her bilimin kendine özgü bakış açısını oluşturmaktadır. Günlük hayatımızda bireylerin davranışlarını etkileyen, onları yönlendiren bir olgu olması bireyi hem değiştiren, hem de kendisi değişen bir yapıya sahiptir. Toplum yapısı itibariyle dinamik olduğu için kültür de bu anlamda dinamik bir yapıya sahiptir. Kültür içinde bulunduğu toplumu tanımlar ve tanıtır. O toplumda birleştirici bütünleştirici bir rol oynarken aynı zamanda o toplumu, diğer toplumlardan ayıran bir yapı özelliği taşır.

Kültür sosyolojisi, inceleme alanı itibariyle sosyal bilimlerin neredeyse tümüyle bağlantılıdır. Tarihi çok eskilere gitmeyen kültür sosyolojisi, kültürün kesintisiz olarak cisimleştiği yaşama dünyasını çözümlemeden kendi olgularını yeterince açıklayamaz.

Genel olarak sosyoloji ve özel olarak kültür sosyolojisi için kültür, sosyal yapının bileşeni olarak kabul edilmektedir. İşte kültür sosyolojisi de temelde sosyal yapı ile kültürün ayrımı ve ilişkilendirilmesiyle işe başlar. Bu anlamda kültür sosyolojisi kültürün, sosyal yapının oluşmasındaki rolünü aydınlatmak, onun düzen kurucu ve aynı zamanda da kurulu düzeni değiştirici rolünü ele almak zorundadır (Köktürk, 2007: 17).

Modern toplumlara baktığımız zaman parçalanmış hatta yok olmaya doğru giden bir kültür imajı görülmektedir. Gittikçe modernleşen dünya, insanı daha da yalnızlaştırır, toplumda bireyselliği ön plana çıkarıyor olması dolayısıyla da kültür artık doyurmamaktadır, toplumu birleştirici, bütünleştirici fonksiyonunun zayıfladığı görülmektedir. Ama en önemli fonksiyonlarını devam ettirdiği gerçeğini de görmekteyiz. Bireylerin yada toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmek adına kültür değişmeleri yaşanmaktadır; fakat bu değişimler köklü ve hızlı değildir.

Kültür sosyolojisinin temelinde toplumsal yaşamdaki olguların kültürel anlamın ne olduğu vardır. Bununla birlikte kültür sosyolojisi farklı toplumların

(28)

karşılaştırmalı analizini de yapmaktadır. Toplumsal yapıdaki farklı yaşama ve olgu alanlarını; gençlik, dini cemaatler, siyasal gruplar gibi toplumsal ortamda mevcut farklı gruplardaki kültürel yaşantıyı incelemesi gerekir. Sosyal yaşantıda kültürün cisimleşmesi, modern ve postmodern kültür, yığın ortamı, gündelik kültür, siyasal kültürü, merkezi ve alt kültürlerle bunların ilişkisi kültürün bölgesel konumu, faklılaşması ve ortak noktaları aydınlatılmayı beklemektedir (Köktürk, 2007: 19).

Kültür sosyolojisi somut ve soyut kavramları birlikte ele alır. Kültür kavram itibariyle soyut; fakat ele aldığı konular yani çıkış noktaları itibariyle somut bir kavramdır. Kültür sosyolojisi, tarihsel ve kuşatıcı bir sistem olarak kültürün yanında gündelik yaşama formlarını, modern diye adlandırılan çağların kitle kültürü yada popüler kültür olgusunu, Horkheimer’ in kültür endüstrisi diye adlandırdığı sıradanlaşan üretim biçimi ve bunu toplumsal yapıya ve yaşantıya etkisini, onun şekillendirişini ele alır. Bu çerçevede, asli kültürel doku ile yerel kültürel formları bunların güncel kültürle ilişkisini de işler (Köktürk, 2007: 19).

Kültür sosyolojisi modernliğin anlamı; toplumu nasıl etkilediği, küreselleşme’ nin toplumun kültürüne olan etkisi üzerinde durur. Bununla beraber; kültürel farklılık, çokkültürlülük, benzeşme, karşıtlık, asimilasyon, kültürel değerlerin neler olduğunu, toplumda kültürün nerede olduğunu vs. konularını da ele alır. Sembollerin, insani üretimlerin sosyolojik yapısını ele alır. Ortaya çıkan bir ürünün sosyal etkenlerinin ne olduğu, hangi ölçüde etkilediği, kültürel içeriğini, bireyin kültür dünyasının neresinde olduğunu, onu kabul edip etmediğini inceler. Bu anlamda kültür psikolojisiyle alışveriş halinde olduğunu da söyleyebiliriz. Bireylerin kültürel yapıya karşı olan tutumları, iletişim ortamını oluşturan temel etkenler, kültürel değişmenin nedeni, değiştiren faktörlerin ne olduğu üzerinde durur ve olması muhtemel olan şeyler de kültür sosyolojisinin içerisinde yer alır. Bu anlamda kültür sosyolojisi geleceğe yönelik teorilerde sunmaktadır. Bunların bir kesinlik taşıması söz konusu değildir, daha çok bir öngörü niteliği taşımaktadır.

Kültür sosyolojisi genel bir anlamlandırma sistemine dayanmaktadır. Karmaşık ve çok geniş alanı kapsar durumdadır. Kültürel pratikler ve kültürel üretim kavramının üzerinde önemle durur.

(29)

Kültür sosyolojisi toplumsal çözümleme yaparken; toplumsal kurumlar arasındaki gerçek ilişkiyi ele alır. Kültür kurumları ve formasyonlarını ifade ederken de maddi bir kültüre ihtiyaç duymaktadır. Bunları kültür sosyolojisine sağlayacak şey ise şüphesiz sosyolojinin kendisidir.

1. 2. 1. Kültür Sosyolojisinin Alanları

Kültür sosyolojisi; belirli bir dönüşüm noktasında, iki açık eğilimi olan bir yaklaşma olarak görülebilir. Birinci eğilim genel sosyolojik düşünce içinde yeralan ve buna bağlı olarak da özellikle de sosyolojik olan bir eğilimdir. İkincisi ise kültür tarihi ve çözümlemesi ile ilişkilidir (Williams, 1993: 13). Kültür sosyolojisi topluma ait olan şeyleri toplumun tarihsel süreci içerisinde ele alır.

Kültürün sosyolojik çözümlemesi, sınırlı bir alanı değil tam tersine yayılmacı bir yolu takip eder. Durağan dediğimiz toplumlarda dahi kültürün değişmekte olduğunu görüyoruz, bu anlamıyla kültür izlenmesi gereken bir süreç olmaktadır. Kültür sosyolojisi bu süreci kendine özgü tarzıyla ele alır.

Kültür sosyolojisinin temsilcileri arasında Alfred Weber, Alfred Von Martin, Friedrich Tenbruck, Wolfgang Lipp, Mohammed Rassem, Justin Stagl, Anne Honer, Pierre Bordieu sayılabilir. Sayının azlığı henüz teorik anlamda bilim adamının eksikliğini ifade etmektedir. Kültür sosyolojisiyle ilgilenen sosyologlar; toplumda meydana gelen değişimlerin sürekliliklerin yanında gerilimleri, karasızlıkları, çatışmaları, güncel problemleri vs. de inceler.

Bir kültür sosyolojisi, kendi alanının en belirgin parçalarından biri olduğundan kültürel üretim kurumları ve formlarıyla ilgilenmek durumundadır (Williams, 1993: 29). Genel olanları ele almakla kalmayıp özül olan alanları da ifade eder. Kültür sosyolojisi tarihsel olanın yanında çağdaş olanla da ilgilenir. Tarihsel olanla güncel olan arasındaki ilişkiyi çözümlemeye çalışır.

İnsan, sosyal olanı kendisi oluşturur, bu alanda yaşamaya başlar. İnsanın, bu kendi oluşturduğu sosyal alandaki rolü kültür sosyolojisinin konuları içinde yer alır. Kültürün maddi ve manevi değerlerinden bahsederken herbirinin kendi içinde taşıdığı ve vermek istediği mesajları çözümler. Çözümlediği olgular genellikle kendi içlerinde bir değer taşımaktadır. Bu açıdan doğanın sınırları dışına çıkar ve bir nesne gibi sınırları

(30)

çizilerek ele alınamaz. Kültür sosyolojisi kültürü genel çerçevede açıklarken güçlüklerle karşılaşabilmektedir. Küreselleşmeyle birlikte ekonominin ve siyasi düşüncenin etkisi örnek verilebilir.

Bir toplumu yönlendirme veya ona yeni bir biçim verme amacı taşıyanlar, o toplumun kültürel dinamiklerini bilmek durumundadırlar. Bu verileri sağlayacak olan şey ise kültür sosyolojisidir (Köktürk, 2007: 44).

Modern dünya artık merak eğilimlerini okuyup araştırmaktan çok kitle iletişim araçlarıyla karşıladığı için kültür sosyolojisi tam anlamıyla cevap verememektedir. Bu da onu yalnızlığa ve anlaşılamamaya itmektedir.

Modern kültür tartışmalarını belirleyen en önemli düşünürün Wilhelm Dilthey olduğunu söyleyebiliriz. Tinbilimsel kavramı kültür sosyolojisinde etkili olmuştur. Kültür bilimlerinin, kültürel hadiselerin yapısal manasını disiplinler arası kurum ve yöntemlerle açıklama çabasını ortaya koyar (Doğan, 2007: 52).

Weber’ in kültür sosyolojisine olan katkıları da şüphesiz görmezlikten gelinemez. Kültür Weber’ in en çok üzerinde durduğu kavramların başında gelmektedir. İnançların toplumu hangi ölçüde etkileyip etkilemediği, dünyaya ilişkin düşüncelerin kültürle olan ilişkisini vs. ele alır. Weber’ in kültür sosyolojisi açısından önem taşıyan tespitlerinden bir tanesi de incelenen ve açıklanmaya çalışılan nesnenin tarihsel bağlam içerisinde ele alınması gerektiğidir. Bu bağlam hem kişisel şartları hem de daha geniş düzeyde kültürel çevreyi kapsamaktadır (Doğan, 2007: 53). Weber maddi değerlerden çok insani değerlere daha çok önem vermiştir. Görüşlerini belirtirken daha çok evrensel bir nitelik taşımaktadır.

Kültür sosyolojisi alanında bir diğer isim ise George Sımmel’ dir. Sımmel, kültür sosyolojisi tarihiyle ilgilenmiş ve modern kültürün mikro boyutlarına yönelik çalışmalar yapmıştır (Doğan, 2007: 53). Bu açıdan kültür felsefesi üzerinde etkili olduğu ifade edilmektedir.

Kültür sosyolojisinin resmi bir nitelik kazanması ise Ailfred Weber’ in çalışmalarıyla mümkün olmuştur. Kültür sosyolojisi ona göre, sosyolojinin diğer alt dallarından daha farklıydı ve bu faklılığa göre ele alınmalıydı. Kültür sosyolojisinin amacı; tarihsel sosyolojiden ve felsefeden farklı bir biçimde tarihi bütünlüğün içsel

(31)

gelişim sürecini tebarüz ettirmektir. Yani kültür sosyolojisi; toplumsal biçimleri, değerleri, hareketleri vs. inceleyen bir toplum bilim dalıdır (Doğan, 2007: 55).

Kültür sosyolojisi çalışmaları İkinci Dünya Savaşı’ ndan sonra zayıflasa da Marksist açıklamaların önemini yitirmeye başladığı dönemde ise tekrar önem kazanmıştır.

70’ li yıllardan sonra eserleri çevrilmiş ve bu şekilde daha çok farkedilen ise Nobert Elias’ dır. Elias’ a göre toplum ve birey arasındaki ilişkinin doğasına bakılmalıdır. Ona göre doğal ilişkilerde yapay ayrımlar yoktur. Sosyal bilimlerde bireye ve topluma ilişkin subjektif ve objektif ayrımı aşmayı hedefler. Daha çok çoğulluk içerisinde yaşayan ve etkileşim içinde bulunan insanı ifade eder (Doğan, 2007: 63-64).

Sonuç olarak; Kültür sosyolojisinin yorumlamacı bir yaklaşım benimsediğini söyleyebiliriz. Kültürün toplumsal olanı ifade eden bir kavram olması; bu yüzden de onun yoruma açık bir kavram olduğunu belirtebiliriz. Kültür sosyolojinin çalışma alanlarını en çok etkileyen kavram şüphesiz kültür kavramıdır. Kültür ile toplumun birleştirilerek ifade edildiği alan kültür sosyolojisi olarak ifade edilmektedir. Kültür sosyolojisi kültürün toplumsal yaşam ile ilişkisini anlama ve anlatma üzerinde yoğunlaşır. Birçok disiplinle de ilişki içerisinde olduğunu görmekteyiz.

Türkiye’ de sosyolojinin bir alt disiplini haline gelmesi zaman alsa da bugün de görmesi gereken değeri tam anlamıyla gördüğünü söylemek zordur.

1. 3. Çokkültürlülük Nedir?

Günümüz dünyası ulusal ve uluslar arası kültürlerin bir arada yaşamasına olanak sağlamıştır. Kültürel farklılıkların zaman zaman uyumunu ve aynı zamanda çatışmalarını izlemekteyiz. Bu çatışmalar, birinin diğerine üstünlüğü olup olmadığı noktasında ortaya çıkmaktadır.

Kültür insanı tanımlayan bir özelliğe sahiptir. Çokkültürlü toplumlarda tanım yapılmakla birlikte, yaşanmakta olan toplumlarda birden fazla kültür tanımı yapılmaktadır. Tarihinden bu yana çokkültürlü ortak bir yapıya sahip olan yerleşim birimlerinin yanında (Hatay, Kudüs vs) sonradan da bu yapıyı kazanmış yerleşim birimleri vardır. En çok tartışılan konu ise; birden çok kültürün nasıl bir arada yaşayabileceği konusudur. Birbirlerini yok etmeden, üstünlük tavırları sergilemeden,

(32)

savaşmadan yaşamak bazen hayal olarak tasavvur edilse de, yaşandığı yerlerden bahsetmekte mümkündür. Çalışmamızın ilerleyen yerlerinde bunun en güzel örneği Hatay’ ı ele alacağız.

Toplumların çokkültürlü yapısı, o toplumların gücünün de bir ifadesidir. Bu güç bazı durumlarda yıkıcı ya da yapıcı olabilmektedir. Modern dünyaya has bir kavram olarak daha çok telaffuz edilse de en eski toplumlarda da bu yapıyı görebilmekteyiz (Kudüs) Modern dünya bir arada yaşamayı gittikçe daha zorunlu hale getirmiş, bir o kadar da güçleştirmiştir. Küreselleşmeyle başlayan göç dalgası, çokkültürlü toplum yapısını oluşturan en büyük faktörlerdendir. Karşılıklı bir kültür alışverişi söz konusu olsa da her toplumun kendi kültürünü devam ettirme, yaşama ve tanıtma isteği vardır. Bu süreçte en çok iş devlet kurumlarına düşmektedir, çünkü bir arada yaşayan her toplum kendini devam ettirme çabasının devlet tarafından desteklenmesini arzu etmektedir. Çokkültürlü toplumlar denildiğinde ise akla ilk gelen ABD ve Kanada, çokkültürlülük araştırmalarının odaklandığı önemli yerlerdir.

Politikada kültürel toplumların tanınıp tanınmaması ya da nasıl tanınması gerektiği ile ilgili sorular, bugün birçok demokratik ve demokratikleşmekte olan toplumların siyasal gündeminde en çarpıcı ve en tedirgin edici sorular arasında yer alımaktadır (Gutmann, 2005: 25).

Çokkültürlü toplumların; farklılaşmadan rahatsız olmakla beraber eşit bir toplum istediklerini de görüyoruz. Bu eşitlik isteği toplumda azınlık olarak ifade ettiğimiz gruplar için daha geçerli bir görüştür.

Birden fazla kültürün hüküm sürdüğü toplumlarda, genel olarak toplumun ve devletin denetimi daha fazladır ve orda yaşayan bu gruplar denetim altında olduklarının bilincinde olarak hareket etmektedirler.

Kültürü insan meydana getirir, bundan dolayı değişken bir yapı gösterir. Dolayısıyla önceki kültürle şimdiki kültürün aynı olmasını beklemek yanlış bir düşünce olur. Bir takım temel değerler sabit kalsa da değişim kaçınılmaz olmaktadır. Bireysel kimlikleri tanıyan bir toplum, müzakereci, demokratik bir toplum olacaktır; çünkü bireysel kimlik kısmen toplu diyaloglarla oluşturulur (Gutmann, 2005: 27). Birden fazla kültürü bünyesinde barındıran toplumlarda; dil, din, ırk, cinsiyet vs. ayrımına girmeden,

(33)

üstünlük arayışları olmadan daha ziyade olması gereken şey evrensel bir kimliğe sahip olmadır o da netice itibariyle herkesin insan olmasıdır.

Modern dünya ve demokrasi bizi çokkültürlülükle tanıştırmaktadır. Bir yandan farklılıkları yaşatmaya çalışırken, diğer taraftan da aynileştirme çabalarının olduğunu görmekteyiz. Çeşitliklerin değerli olduğunun farkına varmamız içinde farklı kültürleri tanıma yoluna gidilmesi gerekmektedir.

Gutmann; demokrasinin çokkültürlülüğe etkisinden bahsederken; farklı grup kimliklerinin korunmasında ya da vatandaşların özgürce bir araya gelmesiyle gelişemeyecek alt kültürlerin yaşamını sürdürmesinde politikayı kullanma talebinden kuşku duyar. Demokratik kurumların, vatandaşları farklı eğilimlerle karşılaştırma eğiliminde olduğunu belirtir. Böylece olanakların zenginleştiğinden, kültürlerin çeşitli değerlerini tanımanın, bilmenin imkanını veriyor. Dolayısıyla yaşamın niteliğinin zenginliğini ifade eder (Gutmann, 2005: 29).

İnsanların eşit olmaları evrensel bir ilkedir fakat tarihte çok az toplum bu eşitlik ilkesini benimseyebilmiştir. Devletler bu konuda çok farklı politikalar izlemişlerdir(ABD). Dolayısıyla siyasetin yanlı uygulamalarından bahsetmek mümkündür. Toplumlar kendilerine özgü olan kültürlerini devam ettirmeleri için devlet aygıtlarının yardımına ihtiyaç duyarlar. Bütün çokkültürlü toplumlarda istenilen, beklenilen şey; dil, din, düşünme, vs. özelliklerinin devam etmesidir. Toplumlar bunları devam ettirirken zorlamayı da kabul etmek istemediklerini dile getirirler. Devlet eliyle bir asimilasyonu istemedikleri ifade edilmektedir. Sözde değil özde, uygulamada, günlük hayatta bir demokrasi arzusunda olduklarını belirtmektedirler.

İnsanların özgürlüğünü ve eşitliğini savunan çokkültürlü toplumlar ve topluluklar; akılcı, entelektüel, siyasal ve kültürel farklılıklara karşılıklı saygı duyma temeline dayanırlar. Karşıdaki insana saygı duyma, haksızlıklarımızı kabul etme, eleştiriye açık olma vs. isteklilik ve beceri gerektirir. Çokkültürlülüğün ahlak açısından taşıdığı umut, bu erdemlerin tartışmalarla ortaya çıkarılmasında yatar (Gutmann, 2005: 41).

Çokkültürlü toplumlar göz önünde olmak ister, ikinci planda olmaktan hiçbir grup hoşnut olmamaktadır. Aslında baktığımızda her kültür, diğer kültürlerin mutlaka

(34)

kendisi gibi olmasını da arzu etmez, bir arada yaşadığı insanları da yabancı gibi görmek istemediklerini görmekteyiz.

İnsan doğası gereği paylaştığı bir çok şeyi farklı kültürel biçimlerle dışa vurmaktadır. Demokrasiyle yönetilen her devletin amacında farklı kimlikleri yok etmek değil, eşitliğe ve aynı zamanda özgürlüğe önem vermek gelmektedir. Toplumlar bir yandan geçmişlerini korumaya çalışırken, değişimin kaçınılmazlığından onlarda paylarını alırlar. Her toplumun tarihinde eskilere dayanan özellikleri vardır ve bunu koruma içgüdüsüyle hareket edilir. Bir başkası için o değerli olmayabilir ama önemli olan kendince ne ifade ettiğidir. Bu konuda da beklenen insani bir saygıdır aslında. Taylor; bütün toplumlara eşit değer ön varsayımıyla yaklaşmayı içeren yeni bir ahlak anlayışı konusunda inandırıcı bir sav ortaya koymuştur. ” Bilge insanın herkesten öğreneceği bir şey vardır. ” (Taylor, 2005: 101).

Her kültürün o topluma göre değerli olması, bütün toplumların böyle olması aslına baktığımız zaman temelden gelen bir eşitliğin olduğunu görmekteyiz.

Siyasetten sonra çokkültürlü toplumlara en çok etki eden olgulardan birisi de din’ dir. Yaratıcının herkese eşit muamelede bulunması, üstünlüğün söz konusu olmadığını belirtmesi, “yaratılanı sev yaratandan ötürü” felsefesi bütün insanları sevmenin emredilmesi çokkültürlü toplumları yönlendirmektedir. Bu dini değerler ise genel anlamıyla evrensel nitelik taşımaktadır. Yaratıcı sadece bir kültüre ya da topluma değil bütün herkese, her gruba aynı şekilde seslenir.

Bir toplum diğer bir toplumun kültürünü tanımıyorsa eğer, burada bir ayrımcılıktan bahsedebiliriz. Bir kültürün diğerlerinden beklediği şey tanınmak ve yok olmamaktır. Bunlarda beraberinde Habermas’ a göre bir takım sorunlar getirir. Bunun kendi kimliklerinin bilincine varan içteki azınlıkların mı sorunu olduğuna; bu sorunla karşı karşıya kalan ulusların, daimi tarihleri ve siyasal kültürleri temelinde, kendilerini göç’e açık ülkeler olarak mı tanıdıklarına, yoksa ulusal öz-tanımın önce yabancı kültürlerle bütünleşmeyi kaldıracak biçimde düzeltilmesi mi gerektiğine bağlı olarak değişir bu. Dinsel, ırksal, etnik farklılıklar ya da köprü kurulacak tarihsel-kültürel ayrılıklar derinleştikçe sorun daha da büyür. Kimliği dile getirmek adına köktenci ve ayrılıkçı hareketler ortaya çıkar (Habermas, 2005: 121).

(35)

Çokkültürlülük modern dünya tarafından bir toplum modeli olarak sunulmuştur. Bunu sunarken yanında sunduğu bir başka kavram ise hoşgörüdür. Birbirini yok etmeden ortak bir hoşgörüye sahip olunmalıdır.

Çokkültürlülüğün en yoğun yaşandığı dönemler Osmanlı Devleti zamanında olmuştur. Irksal yada dini hiçbir ayrıma gidilmeden Osmanlı Devleti bir hoşgörü politikası izlemiştir. Bugün bu duruma en güzel örnek ise Hatay ilidir. Osmanlı her toplumun kendisini ifade etmesine fırsat vermiştir. Her toplum bir diğerine ihtiyaç duymuş ve her daim kendisini diğeriyle ilişki kurmak zorunda hissetmiştir. Bu zorunlu bir bir aradalık değil tam tersine kendiliğinden yaşanan bir durumdur. Fakat her toplum kendi sınırlarını bilir ve aşmamaya gayret eder. Sınırların zorlanması gerginliği, zaman zaman da cezayi yaptırımları beraberinde getirmiştir.

Osmanlı devletinin çokkültürlü yapıya karşı olan tutumları tartışılan bir konudur. Toplumlara yönelik uygulamaların örneğin; kılık kıyafetle bir baskı mı yoksa onların kendilerini korumak istemesine mi çalışıldığı tartışılan bir konudur (Özensel, 2008: 70). Osmanlı Devletinin, topluma ilişkin bir dizi kuralları vardır. Aslına baktığımızda neredeyse bütün devletler bu politikayı izlemiştir. Çokkültürlü toplumlarda az ya da çok ne kadar farklı kültür olursa olsun her kültürün hedefi bireylerin kültürlerini koruyabilmektir. Sonuç olarak;

Çokkültürlü yaşam biçimleri, eşitlik ilkesi çerçevesinde birlikte yaşamayı gerektirir. Bu süreçte her toplum diğerinin kültürü tanımak ve ona saygı göstermek durumundadır. Bir kültür için güzel yada çirkin atıfları farklı farklı şeylere olabilirken, istenilen şey diğer bir kültürün buna saygı duymasıdır. Hıristiyan, Yahudi yada Ermeni ne olursa olsun dini ve ırksal kimliklerinin dışında insan olmaları noktalarından bakılmalıdır.

Çokkültürlü toplumların birbirlerinden anlayış bekledikleri en önemli alanlar; din, etnik köken, cinsiyet, ırk vs. ‘ dir. Her kültürün insanı kendisini yaşamayı ister. Çünkü o tolumda doğmuş ve kültürle büyümüştür. Onu kendisi olmaktan vazgeçirmek gibi bir durum ortaya büyük bir kargaşaya, daha ileri boyutlarda ise savaşlara sebep olmaktadır. Kendisi olmasına fırsat verilmeyen bir insan, hiçbir şey olamaz aslında. Önemli olan farklılıklarla yan yana yürüyebilmeyi başarabilmektir. Kendilerinin yaşam alanlarına fırsat verilmesini istemekle beraber gelecek kuşaklara aktarma amacı da taşınmaktadır. Dolayısıyla bu iki kat çabayı gerektirmektedir. Çocuklar doğuştan

(36)

kültürü getirmezler var olan bir değerler sisteminde dünyaya gelirler. O yüzden çocuğa korunamamış, bozulmuş, yok olmaya giden bir kültürden ziyade canlı, dinamik bir kültür sunma arzusu vardır. Burada en büyük rol devlet organlarına düşmektedir. Devlet bireylerin kendi kültürünü yaşamasına olanak sağlamalıdır. Bunu sağlarken mevcut toplumsal düzenin korunması görevi de vardır. Onların aralarında her zaman uzlaştırıcı rolü kamu birimleri üstlenebilmelidir.

Çokkültürlü toplumların izleyeceği yol toplumu tek tipleştirmek değil, bu renkli yapıyı korumaya çalışmaktır. İnsanların kimliklerini görmezden gelip onları yok sayamayız; dolayısıyla da toplum bir arada yaşamanın bilincine ulaştırılmalıdır.

Türkiye; hemen her milletin yaşadığı bir yer olarak ifade edilmektedir. Tarihe dönüp baktığımızda zaman zaman kanlı mücadelelerin yaşandığını görsekte (sivas, çorum); son yıllarda bu mücadele haklarını koruma şekline dönüşmüştür (aleviler). Şüphesiz burada dengeyi sağlayacak unsur ise yine devlettir ve toplumların beklentileri de bu yöndedir. Osmanlı devletine baktığımız zaman bunun imkansız olmadığını görmekteyiz zira Osmanlı devleti her toplumun kendi kültürünü yaşamasına izin vermiş ve bunu desteklemiştir. Bir arada yaşamayı toplumlar artık zorunlu gibi algılamaktayken, önemli olan bu birlikteliği uyumlu hale getirebilmektir. Günümüzde ise aslında çokkültürlü toplumların istediği şey; kendi kimliklerini yaşamayı istiyor olmanın ötesinde bir çeşit eşit olma mücadelesine dayanmaktadır. Yapay yollarla bir araya gelen ve bu birlikteliği devam ettirmek zorunda olan toplumlar ile uzun yıllar kendiliğinden bir arada yaşayan toplumların beklentileri de farklılık arzetmektedir.

Bugün Türkiye’de en büyük azınlık sorunu olarak “Kürtler” görülmektedir. Oysa ki bu zamana kadar Kürtler azınlık olarak algılanmamıştır. Bunda ise Müslüman olmalarının büyük etkisi olmuştur. Osmanlı Devletine baktığımız zaman azınlık diye adlandırılan toplumlar daha çok Müslüman olmayan toplumlardır. Yani din en önemli belirleyici faktör olmuştur. Günümüzde ise Türk olduğu halde Müslüman olmadığı için azınlık konumunda olan birçok insan vardır. Çokkültürlülük tartışılırken, aklımıza ilk gelen kürt sorunudur. Oysa Türkiye’ nin tek sorunu Kürt-Türk sorunu değildir. Böyle bir bakış açısı çokkültürlülüğü dar çerçevelere sığdırmak anlamına gelmektedir. Çokkültürlülük dediğimiz zaman aynı anda akla gelen bütün toplumlar (Çerkez, Alevi, Zaza, Laz vs.) demokrasiyi uygulamak adına zemin hazırlamaktadır.

(37)

Türkiye’ de var olan bir kürt sorunu vardır fakat “Kürt milliyetçiliği” söylemi, son yıllarda konuşulmaya başlanmıştır. Ülkede Kürtlere yönelik bir ayrım yapılmazken, Doğu ve Güneydoğu’da ortaya çıkan terör olayları ve bu olayları destekleyip rol oynayan kürt kökenli vatandaşlar kamu önünde “farklı” bir toplum olarak yer almaya başlamıştır. Özellikle medya’nın eliyle yapılan farklılaştırma propagandalarına şahit olunmuştur. Bir grubun istediği eşitlik, başka bir grup için uygulamaya geçildiği taktirde ayrımcılık olarak algılanabilmektedir. İnsanların doğuştan eşit olduklarına vurgular yapılırken, pratik uygulamaya gelindiğinde insanların bunları görememeleri tepkileri de beraberinde getirmektedir. Türkiye’de bir gerçek daha vardır ki; o da herhangi bir grup, eşitlik talebinde bulundukça daha fazla ayrıma tabi tutulmuştur. Kürt, alevi, ermeni vs. sorunlar gibi. Devlet’in farklılıklara uyguladığı politikalara halk destek vermediği zaman, uygulama noktasında zayıf kalınmaktadır. Farklı toplumların tanınma istekleri, toplumun çoğunluğu tarafından “aslında biz zaten eşitiz” denilse de masum bir istek olarak algılanmamakta, bu istekle beraber ayrımcılık fikri daha çok akıllarda yer edinebilmektedir. Farklılık talepleri toplumu harekete geçiriyor diyerek, devlet tarafından kabul görülmemesi gibi bir düşünce yanlış bir düşüncedir. Fakat farklı olan grup, farklı olduğunun üzerinde ne kadar çok durup onu belirginleştirse de karşıdaki gruplarda onu “öteki”leştirmeye devam etmektedir. Bir grubun tanınma isteği, toplumdaki diğer farklı grupları da açığa çıkartmakta, onların da bu isteklerini harekete geçirmektedir.

Yani devlet aslında farklılıkları dahil etmeye çalışırken, aynı zamanda buna karşı bir dışlama, dışlanma durumuyla da karşı karşıya kalması kaçınılmaz olabilmektedir. Fakat tüm bunlar, insanların haklı oldukları gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Bu gerçekle hareket eden çokkültürlü toplumlar da tanınma talebinden vazgeçmemektedirler. Olumlu ya da olumsuz sonuçlar doğursa da çokkültürlülük gerçeği herkesin kabul etmesi gereken bir durumdur. Böylesi taleplerde bir taraf mutlaka rahatsız olmaktadır. Fakat bu durumu haklının hak isteğinden vazgeçmesine engel olmamaktadır. Durum böyle olunca aslında tanınma talebinde bulunanlardan çok, gözler birden tanınmayan grupların üzerine çevrilmektedir. Bu durumda yapılacak şey en başta devletin çok iyi bir siyaset takip etmesi olmalıdır. Tabi ki halkın da buna hazır olabilmesi çok önemlidir, örneğin gelişmiş ve ileri

(38)

çokkültürlülük seviyesinde olan toplumların verdiği tepkiler daha farklı olabilmektedir. Bugüne kadar başta ABD olmak üzere çokkültürlü toplumlara sahip olan birçok devlet, eritme ve asimile etme çabasında olmuştur. Aslında bu açıkça bir asimile çabası olmamakla birlikte “sizde bizdensiniz” demek suretiyle yapılan ince bir ayrıma işaret eden bu türlü girişimlerle yapılmıştır. Şu da bir gerçektir ki, devlet politikaları ile farklı toplumların hak arayışlarına gidildiğinde toplum faturayı devlete de biçebilmektedir. Özellikle sorunlar devletin teşvik etmesi neticesinde başladıysa, sorunun sebebi birden devlet olabilmektedir.

Farklılıklar toplumsal bütünlüğün önemli unsurlarıdır. Gelişmiş bir toplum farklılıkları aynı anda içinde barındıran, haklarını koruyup gözeten vs. anlamına gelir. Aslında modern ve gelişmiş toplumlara baktığımız zaman çokkültürlü olmalarının yanında fark edilmeyen bir gerçeklik vardır ki o da toplumların tek kültürleşmeye doğru gittiğidir. Çünkü modern toplumlar tek bir dille vs. anlaşmaya ihtiyaç duymak zorunda olacaktır. Her toplum kendi diliyle anlaşmaya çalıştığı taktirde ortak bir kültürden ya da toplumsal bütünlükten bahsetmek neredeyse imkansızdır. Devletler ya bir takım politikalarla farklılıkları benzeştirmeye çalışmış ya da kısmen özgür bırakılarak kendiliğinden bir benzeşme sağlanılmaya çalışılmıştır. Özellikle farklı kültürler arasında yapılan evlilikler, bu farklılıkları zamanla ortadan kaldırmaktadır.

Çokkültürlülüğün en canlı örneklerini sunan ABD, Kanada, Almanya gibi ülkeler çok farklı projeler hayata geçirmişlerdir. Ancak azınlıklara verilen vatandaşlık hakkı da olsa bu çoğunluğun yabancılara karşı bakış açılarını tümüyle ortadan kaldıramamaktadır. Çünkü vatandaş olabilmenin en temel şartlarından birisi insanların yaşadığı topraklarda doğmuş olmasıdır. Türkiye’deki çokkültürlülüğün bu ülkelerden farklı tanımlamalarının en büyük sebebi farklı kültürlerin bir çoğunun bu ülkede doğmuş olmalarından kaynaklanmaktadır. Hatay örneğinde olduğu gibi; devletin suni bir birliktelik gibi bir girişimi olmamış, halk uzun yıllardır kendiliğinden bir arada yaşamıştır.

Çokkültürlülük; son yıllarda çok konuşulmasının yanında hızla tüketilmektedir, çünkü toplumlar tek bir kültürü inşa etme eğilimindedirler. Birileri hatırlatmadığı müddetçe çoğu zaman farklılıklar hatırlanmamaktadır.

(39)

İKİNCİ BÖLÜM: ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK AÇISINDAN HATAY

2. 1. Hatay ve Çokkültürlülük

Hatay: çokkültürlülüğün yaşandığı en önemli merkezlerden biridir. Doğunun kraliçesi unvanını köklü ve zengin tarihinden miras kalan eserler ile kazanmıştır. Dünya’ da etnik ya da fikir ayrılıklarından doğan çatışmalar, savaşlar yaşanırken Hatay’ ın çok etnikli ve çokkültürlü yapısını koruyabilmesi dikkatleri kendinde toplamıştır. Bu şehirde toplumsal dayanışmanın başka toplumlarda olmadığı kadar önemli olduğunu görmekteyiz. Farklılıklara saygının hüküm sürdüğü bu yerlerde geçmişte yaşanan buhranları bugün kimse hatırlamak istememektedir. Doğal afetler, savaşlar hayatta kalma mücadelelerini artırırken, insanı hayrete düşürecek kadar ince düşüncenin ürünü olan çözüm yolları bulmaları, kendiliğinden bir arada yaşamayı getirmiştir. Bugün ortak yaşama dair olan kurallar Devlet’ in belirlediği kurallar değildir. Hatay sadece Türkiye’ nin değil, geçmişi ve bugünü ve geleceğiyle Dünya’ nın da kültürüne katkıda bulunan bir şehirdir.

Hatay’ı gezmek uzun ve görkemli tarihiyle geçmişe yolculuk yapmaktır. Ve aslında gördüklerimiz de yüzyıllardır sayısız savaş ve deprem gören şehirden geriye kalanlar olan yani buzdağının üstündekilerdir.

Sosyal ve kültürel alanlarda olan benzerlik yaşam tarzları ve dinsel pratikler noktasında farklılık arz etmektedir. Yabancı birinin sınırları yok değildir ama her zaman uzlaşma ve anlaşma yoluna gidilmiştir. Zaman zaman gerginlikler yaşansa da, bir çatışmaya dönüşmesine fırsat verilmemektedir. Her toplumun büyükleri sözü dinlenilen, itaat edilen, saygı duyulan kişilerdir ve toplumun bu ileri gelenlerinin toplumda ayrı bir yeri ve önemi vardır.

Hatay’ ın bugünkü yapısının temelinde yüzyıllardır halkın bir arada yaşamaya alışkın olması yatmaktadır. Türkiye’ ye baktığımızda Hatay gibi olan bir çok şehir vardır. Ama Hatay her zaman gözle görülür bir farklılığa sahiptir. Geçmişinden gelen çokkültürlü yapıyı muhafaza etmiştir. Korunabilmesinin belki de en önemli sebebi dışarıdan göç almamasıdır. Yıllardır Hatay’ a geliş gidişler iş dolayısıyla, tayin durumu vs. ile olmaktadır. Dolayısıyla Hatay halkı yıllardır alışık olduğu bir hayatı yaşamaya devam etmektedir.

(40)

Hataylılar hoşgörü kültürlerini, yaşam tarzı haline getirmişlerdir. Ve aynı ortam içinde devam edebilmenin uğraşı verilmektedir. Hatay’ da kendine yetebilen insanlar görüyoruz. Ekonomisi, sanayisi vs. tam anlamıyla gelişmiş olmasa da kendine yeten bir şehir görüntüsü vermektedir.

Bu çok kültürlü yapının her bir bireyleri ya da grupları kimliklerini ifade etmekten çekinmiyorlar, bu anlamda bir özgüven olduğunu hemen görmekteyiz. Hataylılar birbirlerine sormuyor ama dışarıdan gelenlerin sorularından da pek memnun olmadıklarını da hemen belirterek kimin ne niyetle geldiğini bilmiyoruz diye de ekliyorlar.

Oturdukları yerleri sormak yeterli oluyor aslında, bazı yerler var ki, orada sadece belirli topluluklar yaşamakta o yüzden de dinlerini ya da ırklarını sormaya gerek kalmaksızın tanınabilmektedir (Vakıflı, Samandağ, Yayladağı, Kurtuluş Mah. vs.).

Bireylerin hem ait oldukları topluma dair olan kültürlerini yaşatmaya devam etme gayretlerini, hem de ortak bölgesel kültürü devam ettirme gayretlerini görüyoruz. Hatay halkı her dönem sosyal uyuma ve birlikteliğe dikkat etmiştir. Bunu zorunda oldukları için mi ya da başka bir şey için mi yapmışlardır ifadesi çok tartışılsa da bugün Hatay göz önünde bu birlikteliği yaşamaktadır.

Sosyal yapısına baktığımızda, Türk Müslümanların daha fazla olduğunu görüyoruz. Fakat çokkültürlü topluluklarda çoğunluğun belirlediği bir kültür yapısının vs. burada hakim olmadığını görmekteyiz bu açıdan yukarıda da ifade ettiğimiz bölge kültüründen bahsetmek mümkündür.

Türkiye’ nin Kültür Başkenti olan Hatay, tarihin her döneminde gözde bir kent olmuştur. Kendine has bir kozmopolit yapısı her dönemde korunmuştur, nesilden nesile aktarılırken arada bir boşluk oluşmamıştır işte; o yüzden Selçuklu dönemi yada Osmanlı döneminde nasıl bir hoşgörü hakimse aynı hoşgörüyü bugünde görmekteyiz. Yüzyıllardır Hatay halkı farklı etnik kökenleri, dinleri vs. ile bir arada yaşamayı öğrenmiştir ve bu süreç kendiliğinden olan bir süreçtir. Kültürel asimilasyon olmadan her topluluk kendini idame ettirmiştir. Bu çokkültürlü yapısı Hatay’ ı birçok devletin gözde merkezi haline getirmiştir, milletlerinde aradığı arzuladığı tablo Hatay tablosu olmuştur. Bu çokkültürlü yapının büyük çoğunluğunu Nusayri Araplar, Sunni Türkler,

(41)

Alevi Türkler, Sunni Araplar, Hıristiyan Ortodoks, Katolikler, Protestanlar, Ermeniler, Yahudiler vs. ve diğer birçok topluluklar bu çokkültürlü yapının dinamiklerini oluşturmaktadır.

Hatay Türkiye Cumhuriyeti’ ne en son katılan il olmasına rağmen her dönemde önyargılardan da yakasını kurtaramamış bir yerdir. Oysa burayı anlamak için, dünyanın dört bir tarafını dolaştıktan sonra hiçbir yerde bulamayacağımız bir kültür yapısını burada gördüğümüzde burayı daha iyi anlamaktayız. Farklı kültürleri tanımak için dışarılara gitmeye gerek kalmadığını Hatay’ a gittiğimizde bir kere daha görmekteyiz.

Hatay’ın merkez ilçesi Antakya bu diyaloğun en canlı olduğu yerdir. Cami, kilise ve Havranın bir aradalığına tanık olunur bu yerde. Ramazan Bayramı, Noel ve Hamursuz bayramları hangi dinden yada ırktan olursa olsun halkın katıldığı bayramlardır.

Hatay’ ın çok katmanlı bu ortak yapısının sebebine gelince 13 medeniyete ev sahipliği yapmış olmasından ve her gelen medeniyetin Hatay’ da kaybolmamak üzere izler bırakmış olmasından kaynaklandığını görmekteyiz. Her gelen, yaşanılan yeni bir medeniyetle yeniden şekillenmiş, her medeniyetten bir parça halinde çok renkli, desenli bir Hatay çıkıyor karşımıza ve bu haliyle günümüzde insanlığın ortak mirası olarak göz dolduran gözde bir kenttir.

En eski dönemlerden beri değişmeyen tek şey ise Hatay insanının, şehre girer girmez insanı saran sıcaklığı olmuştur. Bu çok katmanlı ve kültürel yapı, dünyada özlenilen huzur ortamına da katkı sağlamaktadır. Birçok devletin bu anlamda alternatifi Hatay olmaktadır. Medeniyetlerin buluşmasına ev sahipliği yapan benzer başka bir yer bulmak ise bugünlerde neredeyse imkansızdır.

Kültür’ ü bir çiçeğe benzetirsek eğer bu çiçeğin en asi ama en uzlaşmacı tarafı Hatay’ dır. Demokrasiyi tartışırken uluslar, ilk günden beri Demokrasi’ nin yaşandığı bir şehir olmuştur. Bu anlamda Hatay tipik bir Türkiye şehri değildir. O hem bir Roma, hem bir Ortadoğu, Mezopotamya vs. ve son olarak da Cumhuriyet şehridir. Yaşanılan dinlere baktığımızda ise diğer Anadolu şehirlerinden farklı olarak Hatay’ da çok daha erken bu dinlerin yaşandığını görmekteyiz. Her dönemde birçok felaket yaşasa da

(42)

yıkılıp her defasında yeniden, yeni bir şehir inşa edilmiştir ama eski hiçbir zamanda kaybolmamıştır. Tarihçilerin ve Sosyologların araştıracağı ilk belkide en önemli şehirdir. Sadece Hatay’ ın anavatana katılması dahi ciltler dolusu kitaplarla ancak dile getirilebilir. Mustafa Kemal Atatürk’ ün “ Hatay benim şahsi meselemdir. ” deyip sahip çıkması ne kadar önemli olduğunun da bir örneğini teşkil etmektedir. O yılların kaynağına baktığımız zaman Hatay meselesi gündemi bütünüyle meşgul etmiştir.

Hatay anavatana benzersiz harika, bir karışım, bir yumak olarak katılmıştır. Gözyaşları içinde büyük bir heyecan yaşanmıştır, fakat bir gerçek daha vardır ki Hatay’ ın tarihi eksiktir ve hala aydınlatılamamış yanları vardır (Armağan, 2006: 199).

Halkın tepkisi ne zaman ortaya çıkarsa o zaman araştırmaya değer görülmektedir. Evet Hatay, bu anlamda karışık ve farklı bir şehirdir. Milli kimliğini koruyan birçok topluluğa burada şahit olmaktayız.

Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye inkılaptan inkılaba koşarken Hatay’ a 19 sene sonra girilmiştir. Hatay’ da işte bu değişim süreci yeniden canlanarak yaşanmaya başlanmıştır.

Türkler, 1 yıl kadar süren bağımsız Hatay Devleti tecrübesi sırasında şapka giymeye başlamışlardır. Şapka burada Türklük’ ü temsil etmektedir. Fakat bu sırada Hıristiyanlarda şapka giymektedir. Türklerle aynı toplumsal sınıfta bulunmak istemeyen Hıristiyanlar biranda fes giymeye başlamışlardır. Türklerin sembolü olan fes Hatay’ da Hıristiyanların, Hirstiyanlar’ ın sembolü olan şapka ise Türkler’ in başındadır. Hatay’ ın kendisi gibi sembol ve ideolojilerinin de farklılığını bir kere daha görmekteyiz (Armağan, 2006: 199).

Ortadoğu ve Türkiye arasında köprü vazifesi gören Hatay coğrafi konumu düşünüldüğü zaman, çokkültürlü toplumsal yapısı her türlü politik, ekonomik vs. gelişmelerden etkilenmektedir.

Hatay’ lı olmanın temel öğelerinden biri dinsel farklılığı, ayrımcılığa düşmeden kabullenmektir. Yörede kullanılan bir atasözü şöyle der: “Herkes kendi dinine yönelsin Allah da yardımcısı olsun. ” Böylesi bir dinsel olgunluğa erişmek, gerçek dinsel özgürlüğü beraberinde getirmektedir. Ne yazık ki farklı dinlerden toplulukların birbirlerine bu olgunlukta yaklaşmaları çok sık rastladığımız bir durum değildir. Öte

Referanslar

Benzer Belgeler

Özetle, kültürel savunma, ceza kanunlarına göre suç teşkil eden bir eylemin, failin aidiyet halinde bulunduğu kültür tarafından olağan, meşru ya da gerekli sayıldığı-

Projenin ilk üç haftasında proje yapılandırılmış ve içeriği oluşturulmuş, dördüncü haf- tada aday öğretmenlere Boehm-3 Okul Öncesi Temel Kavramlar testi ile ilgili eğitim

Kültürleşme –  Kültürel yayılma süreciyle gelen maddi ve manevi öğelerle, başka kültürden birey ve grupların belli bir kültürel etkileşime girmesi ve

This study intends to prevent the occurrence of a secondary accident inside a tunnel by using Arduino board, radar detection module, and object detection sensor that detect

Remzi beyin -mütekaid general Rem zi- bana tevdi eylemiş olduğu hatırat defterinde divanı harp riyasetine ta­ yini hakkında şu kayıd vardır:.. (Îstanbula geldiğim

İşlem günü çalışma ve kontrol gruplarında yer alan anne babaların durumluk kaygı düzeyleri arasında fark bulunması, çocuklarıyla birlikte kardiyak kateterizasyon

除了先進的診斷設備外 ,整合專業醫療團隊 , 提供醫學中心水準之高品質檢查與治療

Nuri iyicil 1951 ’de doğmuş, İstanbul Belediye Konservatuvan’nda Ekrem Zeki Ün’ün keman öğrencisi olmuş, 1969’da Lili Ştatzer’in sınıfından..