• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM: ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK AÇISINDAN HATAY 2 1 Hatay ve Çokkültürlülük

Hatay: çokkültürlülüğün yaşandığı en önemli merkezlerden biridir. Doğunun kraliçesi unvanını köklü ve zengin tarihinden miras kalan eserler ile kazanmıştır. Dünya’ da etnik ya da fikir ayrılıklarından doğan çatışmalar, savaşlar yaşanırken Hatay’ ın çok etnikli ve çokkültürlü yapısını koruyabilmesi dikkatleri kendinde toplamıştır. Bu şehirde toplumsal dayanışmanın başka toplumlarda olmadığı kadar önemli olduğunu görmekteyiz. Farklılıklara saygının hüküm sürdüğü bu yerlerde geçmişte yaşanan buhranları bugün kimse hatırlamak istememektedir. Doğal afetler, savaşlar hayatta kalma mücadelelerini artırırken, insanı hayrete düşürecek kadar ince düşüncenin ürünü olan çözüm yolları bulmaları, kendiliğinden bir arada yaşamayı getirmiştir. Bugün ortak yaşama dair olan kurallar Devlet’ in belirlediği kurallar değildir. Hatay sadece Türkiye’ nin değil, geçmişi ve bugünü ve geleceğiyle Dünya’ nın da kültürüne katkıda bulunan bir şehirdir.

Hatay’ı gezmek uzun ve görkemli tarihiyle geçmişe yolculuk yapmaktır. Ve aslında gördüklerimiz de yüzyıllardır sayısız savaş ve deprem gören şehirden geriye kalanlar olan yani buzdağının üstündekilerdir.

Sosyal ve kültürel alanlarda olan benzerlik yaşam tarzları ve dinsel pratikler noktasında farklılık arz etmektedir. Yabancı birinin sınırları yok değildir ama her zaman uzlaşma ve anlaşma yoluna gidilmiştir. Zaman zaman gerginlikler yaşansa da, bir çatışmaya dönüşmesine fırsat verilmemektedir. Her toplumun büyükleri sözü dinlenilen, itaat edilen, saygı duyulan kişilerdir ve toplumun bu ileri gelenlerinin toplumda ayrı bir yeri ve önemi vardır.

Hatay’ ın bugünkü yapısının temelinde yüzyıllardır halkın bir arada yaşamaya alışkın olması yatmaktadır. Türkiye’ ye baktığımızda Hatay gibi olan bir çok şehir vardır. Ama Hatay her zaman gözle görülür bir farklılığa sahiptir. Geçmişinden gelen çokkültürlü yapıyı muhafaza etmiştir. Korunabilmesinin belki de en önemli sebebi dışarıdan göç almamasıdır. Yıllardır Hatay’ a geliş gidişler iş dolayısıyla, tayin durumu vs. ile olmaktadır. Dolayısıyla Hatay halkı yıllardır alışık olduğu bir hayatı yaşamaya devam etmektedir.

Hataylılar hoşgörü kültürlerini, yaşam tarzı haline getirmişlerdir. Ve aynı ortam içinde devam edebilmenin uğraşı verilmektedir. Hatay’ da kendine yetebilen insanlar görüyoruz. Ekonomisi, sanayisi vs. tam anlamıyla gelişmiş olmasa da kendine yeten bir şehir görüntüsü vermektedir.

Bu çok kültürlü yapının her bir bireyleri ya da grupları kimliklerini ifade etmekten çekinmiyorlar, bu anlamda bir özgüven olduğunu hemen görmekteyiz. Hataylılar birbirlerine sormuyor ama dışarıdan gelenlerin sorularından da pek memnun olmadıklarını da hemen belirterek kimin ne niyetle geldiğini bilmiyoruz diye de ekliyorlar.

Oturdukları yerleri sormak yeterli oluyor aslında, bazı yerler var ki, orada sadece belirli topluluklar yaşamakta o yüzden de dinlerini ya da ırklarını sormaya gerek kalmaksızın tanınabilmektedir (Vakıflı, Samandağ, Yayladağı, Kurtuluş Mah. vs.).

Bireylerin hem ait oldukları topluma dair olan kültürlerini yaşatmaya devam etme gayretlerini, hem de ortak bölgesel kültürü devam ettirme gayretlerini görüyoruz. Hatay halkı her dönem sosyal uyuma ve birlikteliğe dikkat etmiştir. Bunu zorunda oldukları için mi ya da başka bir şey için mi yapmışlardır ifadesi çok tartışılsa da bugün Hatay göz önünde bu birlikteliği yaşamaktadır.

Sosyal yapısına baktığımızda, Türk Müslümanların daha fazla olduğunu görüyoruz. Fakat çokkültürlü topluluklarda çoğunluğun belirlediği bir kültür yapısının vs. burada hakim olmadığını görmekteyiz bu açıdan yukarıda da ifade ettiğimiz bölge kültüründen bahsetmek mümkündür.

Türkiye’ nin Kültür Başkenti olan Hatay, tarihin her döneminde gözde bir kent olmuştur. Kendine has bir kozmopolit yapısı her dönemde korunmuştur, nesilden nesile aktarılırken arada bir boşluk oluşmamıştır işte; o yüzden Selçuklu dönemi yada Osmanlı döneminde nasıl bir hoşgörü hakimse aynı hoşgörüyü bugünde görmekteyiz. Yüzyıllardır Hatay halkı farklı etnik kökenleri, dinleri vs. ile bir arada yaşamayı öğrenmiştir ve bu süreç kendiliğinden olan bir süreçtir. Kültürel asimilasyon olmadan her topluluk kendini idame ettirmiştir. Bu çokkültürlü yapısı Hatay’ ı birçok devletin gözde merkezi haline getirmiştir, milletlerinde aradığı arzuladığı tablo Hatay tablosu olmuştur. Bu çokkültürlü yapının büyük çoğunluğunu Nusayri Araplar, Sunni Türkler,

Alevi Türkler, Sunni Araplar, Hıristiyan Ortodoks, Katolikler, Protestanlar, Ermeniler, Yahudiler vs. ve diğer birçok topluluklar bu çokkültürlü yapının dinamiklerini oluşturmaktadır.

Hatay Türkiye Cumhuriyeti’ ne en son katılan il olmasına rağmen her dönemde önyargılardan da yakasını kurtaramamış bir yerdir. Oysa burayı anlamak için, dünyanın dört bir tarafını dolaştıktan sonra hiçbir yerde bulamayacağımız bir kültür yapısını burada gördüğümüzde burayı daha iyi anlamaktayız. Farklı kültürleri tanımak için dışarılara gitmeye gerek kalmadığını Hatay’ a gittiğimizde bir kere daha görmekteyiz.

Hatay’ın merkez ilçesi Antakya bu diyaloğun en canlı olduğu yerdir. Cami, kilise ve Havranın bir aradalığına tanık olunur bu yerde. Ramazan Bayramı, Noel ve Hamursuz bayramları hangi dinden yada ırktan olursa olsun halkın katıldığı bayramlardır.

Hatay’ ın çok katmanlı bu ortak yapısının sebebine gelince 13 medeniyete ev sahipliği yapmış olmasından ve her gelen medeniyetin Hatay’ da kaybolmamak üzere izler bırakmış olmasından kaynaklandığını görmekteyiz. Her gelen, yaşanılan yeni bir medeniyetle yeniden şekillenmiş, her medeniyetten bir parça halinde çok renkli, desenli bir Hatay çıkıyor karşımıza ve bu haliyle günümüzde insanlığın ortak mirası olarak göz dolduran gözde bir kenttir.

En eski dönemlerden beri değişmeyen tek şey ise Hatay insanının, şehre girer girmez insanı saran sıcaklığı olmuştur. Bu çok katmanlı ve kültürel yapı, dünyada özlenilen huzur ortamına da katkı sağlamaktadır. Birçok devletin bu anlamda alternatifi Hatay olmaktadır. Medeniyetlerin buluşmasına ev sahipliği yapan benzer başka bir yer bulmak ise bugünlerde neredeyse imkansızdır.

Kültür’ ü bir çiçeğe benzetirsek eğer bu çiçeğin en asi ama en uzlaşmacı tarafı Hatay’ dır. Demokrasiyi tartışırken uluslar, ilk günden beri Demokrasi’ nin yaşandığı bir şehir olmuştur. Bu anlamda Hatay tipik bir Türkiye şehri değildir. O hem bir Roma, hem bir Ortadoğu, Mezopotamya vs. ve son olarak da Cumhuriyet şehridir. Yaşanılan dinlere baktığımızda ise diğer Anadolu şehirlerinden farklı olarak Hatay’ da çok daha erken bu dinlerin yaşandığını görmekteyiz. Her dönemde birçok felaket yaşasa da

yıkılıp her defasında yeniden, yeni bir şehir inşa edilmiştir ama eski hiçbir zamanda kaybolmamıştır. Tarihçilerin ve Sosyologların araştıracağı ilk belkide en önemli şehirdir. Sadece Hatay’ ın anavatana katılması dahi ciltler dolusu kitaplarla ancak dile getirilebilir. Mustafa Kemal Atatürk’ ün “ Hatay benim şahsi meselemdir. ” deyip sahip çıkması ne kadar önemli olduğunun da bir örneğini teşkil etmektedir. O yılların kaynağına baktığımız zaman Hatay meselesi gündemi bütünüyle meşgul etmiştir.

Hatay anavatana benzersiz harika, bir karışım, bir yumak olarak katılmıştır. Gözyaşları içinde büyük bir heyecan yaşanmıştır, fakat bir gerçek daha vardır ki Hatay’ ın tarihi eksiktir ve hala aydınlatılamamış yanları vardır (Armağan, 2006: 199).

Halkın tepkisi ne zaman ortaya çıkarsa o zaman araştırmaya değer görülmektedir. Evet Hatay, bu anlamda karışık ve farklı bir şehirdir. Milli kimliğini koruyan birçok topluluğa burada şahit olmaktayız.

Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye inkılaptan inkılaba koşarken Hatay’ a 19 sene sonra girilmiştir. Hatay’ da işte bu değişim süreci yeniden canlanarak yaşanmaya başlanmıştır.

Türkler, 1 yıl kadar süren bağımsız Hatay Devleti tecrübesi sırasında şapka giymeye başlamışlardır. Şapka burada Türklük’ ü temsil etmektedir. Fakat bu sırada Hıristiyanlarda şapka giymektedir. Türklerle aynı toplumsal sınıfta bulunmak istemeyen Hıristiyanlar biranda fes giymeye başlamışlardır. Türklerin sembolü olan fes Hatay’ da Hıristiyanların, Hirstiyanlar’ ın sembolü olan şapka ise Türkler’ in başındadır. Hatay’ ın kendisi gibi sembol ve ideolojilerinin de farklılığını bir kere daha görmekteyiz (Armağan, 2006: 199).

Ortadoğu ve Türkiye arasında köprü vazifesi gören Hatay coğrafi konumu düşünüldüğü zaman, çokkültürlü toplumsal yapısı her türlü politik, ekonomik vs. gelişmelerden etkilenmektedir.

Hatay’ lı olmanın temel öğelerinden biri dinsel farklılığı, ayrımcılığa düşmeden kabullenmektir. Yörede kullanılan bir atasözü şöyle der: “Herkes kendi dinine yönelsin Allah da yardımcısı olsun. ” Böylesi bir dinsel olgunluğa erişmek, gerçek dinsel özgürlüğü beraberinde getirmektedir. Ne yazık ki farklı dinlerden toplulukların birbirlerine bu olgunlukta yaklaşmaları çok sık rastladığımız bir durum değildir. Öte

yandan hiçbir topluluk, etnik merkezci ve dışlayıcı tutumlardan tamamen yoksun da değildir. Hatay’ da milliyetçi ve şoven dalgalanmalar ve münferit çatışmalar yaşanmış, ancak kitleselleşmemiş ve asimilasyona varan hareketlere dönüşmemiştir. Hatay’ da yaşayan topluluklar bu çatışmalara karşı bilinçli bir tavır takınmıştır. Hatay piyasasındaki ekonomik dengelerde çatışmaya gerekçe yaratacak nitelikte değildir (Doğruel, 2005: 10). Tam anlamıyla bir gruplaşma olmasa da meslek grupları belirli topluluklar tarafından oluşturulmuştur, birinin diğeriyle çatışması ekonomik anlamda da işlerini devam ettiremeyecekleri anlamına gelmektedir (özellikle esnaf, tüccar, çiftçilerde) Böyle olunca da toplumsal dayanışma zorunlu hale gelmiştir.

Hatay halkı kültürel çeşitliliğe alışkındır, çünkü bütün medeniyetler Hatay’ da ortak bir Hatay kültürü oluşturmuştur dolayısıyla her medeniyetin izleri kendine has, birbirlerine üstünlüklerini sergilemeden, olumsuz çatışmalar yaşamadan bugüne kadar devam etmiştir. Karşılıklı etkileşim her daim devam etmiş ve hiçbir zaman birbirlerine müdahale etmemişlerdir. Baktığımızda aslında en büyük ortak noktaları ırk’ı yada din’i ne olursa olsun hepsinin Hatay’ lı olmasıdır. İşte bu zengin kültür ortak bir kültürü de beraberinde getirmiştir.

Hatay’ ı gezmek geçmişe yolculuk yapmaktır. Adım başında adını hatırlayamadığımız medeniyetlerin bir izine rastlamak mümkündür. Asıl zenginlik yüzyıllardır birçok felaketi yaşamış olması itibariyle yerin altında saklı kalmıştır. Bugün Hatay’ ın altını üstüne çevirdiğimizde bugünkü gibi bir Hatay görebiliriz.

“Doğu’ nun Kraliçesi” olarak anılmasının da birçok sebebi vardır. Bir kraliçenin hassasiyetini, narinliğini yansıtması ve bir anne gibi birçok millete kucak açması ilk akla gelenlerdendir.Hatay’da farklılıklarla yan yana yaşamış insanlar vardır. Sosyal hayatta benzerlikler hakimken, dinsel pratiklerde farklılıkları görmekteyiz. Her ne kadar bir yabancıya sınırlar içten içe konulmuş olsa da toplumsal uzlaşma yoluna gidilmiştir. Bir arada yaşama kuralları kendiliğinden oluşmuştur burada, bir yandan ortak kimlik oluşturulurken diğer taraftan da kendi kimliklerini devam ettirme konusunda çaba sarfetmişlerdir. Ortak kültür dışarıda kendiliğinden öğrenilirken, kendilerine ait kültür daha çok aile içinde öğretilmektedir. Aileler de bu sorumluluğun bilincinde olarak çocuklarına ayrı bir önem vermektedir.

Hatay halkının her biri üzerine düşen görevi yerine getirmektedir. Bugün baktığımızda çok iyi bir iletişim, sosyal, ekonomik ve kültürel bir alışveriş görmekteyiz.

2. 2. Hatay’ a Genel Bir Bakış 2. 2. 1. Hatay Tarihi

Çok eski bir eski tarihi olan Hatay (Antakya)’ ın antik çağdaki adı Anticoha’ dır. Roma İmparatoru Selekos’ un babasının adını verdiği söylenmektedir. Hatay adı ise 1937’ de Atatürk tarafından verilmiştir.

Tarih boyunca üç kıtayı birbirine bağlayan yolların kavşak noktası görevi yapan Hatay, bununla birlikte farklı inançların ve kültürlerinde buluşma noktası olmuştur. Bu anlamda kentin karakteristik yapısının olduğunu belirtmeliyiz. Bir zamanlar Roma İmparatorluğu’ nun üçüncü büyük kenti olan İncil’ de adı geçen Antakya, tarihte Müslümanların, Yahudilerin, Hıristiyanların, putperestlerin vs. yaşadığı mozaik bir yapı özelliği taşımaktadır.

Hatay adı ile Antakya adı birbirinin yerine kullanılmaktadır. Eski tarihlerde bu şehri ifade etmek için Antakya adı kullanıldığı için hala kullanılmaya devam etmektedir. Oysa bugün Antakya Hatay ilinin merkez ilçesidir.

Hatay dünyanın en eski yerleşim yerlerinden birisidir. Yaklaşık olarak 2300 yıllık bir geçmişi olan Hatay da ilk yerleşim tarihi yüzbinli yıllara rastlayan Paleolitik döneme kadar uzanır. İlk yerleşenler Orta Asya’ dan batıya göç eden Türk boylarıdır.

Antakya’ nın ilk kuruluşu Büyük İskender’ in ölümünden sonraki yıllara rastlamaktadır. Anadolu’ da kurulan prensliklerden Flikya ile kuzey Suriye’ yi işgal eden ve İskender’ in eski generallerinden olan Antipenos, Hatay ve çevresinin idaresini ele almıştır. M. Ö. 300 yıllarında Selekos tarafından kurulmuş ve şehre babasının adı olan Antiokhis adını vermiştir. Başkent Antakya hızla gelişip dünyada ünlü bir ticaret ve sanayi merkezi olmuştur. Selekos döneminde su kanalları yapılarak Defne (Harbiye) çağlayanlarından şehre su getirilmiş ve su deposu, dağıtım şebekeleri vs. yapılmıştır. Bu çalışmaları sonradan gelen krallarda devam ettirmiştir (Tekin, 2000: 21). Antakya aynı zamanda bir olimpiyat şehri olmuştur. İlki M. Ö. 195 yılında olmak üzere M. S. 6. Yüzyıla kadar festivaller ve olimpiyatlar düzenlenmiştir.

Antakya M. Ö. 64 yılında Roma imparatorluğuna katılmış ve imparatorluğa bağlı Suriye eyaletinin başkenti olmuştur. M. Ö. 47 yılında Sezar şehri ziyaret eder ve büyük yapıların yapılmasını sağlar.

M. S. 1. Yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hıristiyanlik, Kudüs dışında ilk defa Antakya’ da yayıltır. Hz. İsa’ ya inananlara ilk defa burada “Hıristiyan” adı verilmiş ve. İlk kilise Antakya’ da kurulmuştur. M. S. 1. Yüzyılda Antakya nüfus bakımından Roma imparatorluğunun Roma ve İskenderiye’ den sonra üçüncü büyük şehriydi.

Antakya Asi nehri ile Silpiyus dağı arasındaki meyilli arazide kurulmuştu. Çevresini kuşatan 360 burçlu yüksek, sağlam surları ve tepede birde iç kalesi vardı. Önemli anayolların kavşak noktasında bulunması ve El Mina-Selevkeia-İskenderun gibi limanlara sahip olması nedeniyle hem maddi, hem de kültürel yönden zengin bir şehirdi. Şehir içinde ve çevresinde birçok sanat yapıları, anıtları, mabetler, tiyatro, hipodrom, hamam, geniş ve muazzam caddeleri vs. vardır (Tekin, 2000: 23). Zenginlerin ve önemli kişilerin evlerinin zeminleri muhteşem sanat eserleri ve mozaiklerle süslenmiştir.

Roma’ nın gözde şehri ve doğunun başkenti olan Antakya M. S. 256 ve 260 yıllarında Sasani hükümdarı Şapur tarafından işgal edilmiş; 395 yılında Hunlar Antakya’ yı ele geçirse de daha sonra bölgeyi terk etmişlerdir. 396 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölündü, Antakya ise Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalmıştır.

En zengin, ihtişamlı yıllarını Bizans imparatorluğu zamanında yaşayan Antakya yine bu yıllarda arka arkaya gelen depremlerle sarsılmıştır. Özellikle 526 ve 528 yıllarında olan depremler şehri harabeye çevirmiştir. O dönemlerde nüfusun bir milyona yakın olduğu söylenmektedir. Bu depremlerde yaklaşık 250 bin kişi ölmüştür. 526 ve 528 depremlerinden sonra yeniden kuruldu ve 540 yılında İranlıların işgaline uğradı. Bizans’ ın giderek zayıflaması ve Araplar karşısındaki gerilemesiyle İslam orduları Antakya’ ya yönelmiş ve şehri kuşatmışlardır.

638 yılında Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından fethedilmiş ve daha sonra uzun süre haçlı orduları ve Müslüman ordularının mücadelesine sahne olmuştur ve bu mücadeleler neticesinde sık sık el değiştirmiştir.

705-715 yılları arasında yörede birçok kale yapıldı. 750 yılına kadar Emeviler döneminde Antakya Halep’ e bağlıdır. Antakya Abbasiler döneminde sakin bir dönem yaşamıştır. Yine bu dönemlerde olan depremlerde şehir birçok zarar görmüştür.

877’ de Tolunoğullarının daha sonrada İhşitlerin egemenliğine girilmiştir. 968 yılında Bizans’ ın yeniden ele geçirmesiyle Antakya’ da 331 yıl süren İslam dönemi kesintiye uğrayacaktır.

1084’ de Anadolu Selçuklu Sultanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah Antakya’ yı ele geçirmiştir. 1098 ‘ de ise haçlıların uzun süren sefer ve kuşatmalarının neticesinde şehir yeniden haçlıların eline geçmiş ve Latin devletinin başkenti olmuştur (Tekin, 2000: 45) Antakya eski önemini yitirmeye başlamıştır bu dönemlerde ve 1516’ da Yavuz Sultan Selim’ in Mısır seferi sırasında Osmanlı topraklarına katılmıştır ve Birinci Dünya Savaşı’ na kadar Osmanlı toprağı olarak kalmıştır.

Depremler ve savaşlarla sık sık zarar gören şehir her gelen orduyla yeniden imar edilmiş, her gelen devlet Antakya’ ya iskan politikası izlemiştir. Zira deprem ve savaşlarda yüzbinlerce insan ölmüştür.

Antakya’ yı gezen Seyyahlar o dönemlerde Antakya’ nın kalabalık, büyük, suyun ve yeşilliğin bir şehir olduğunu belirtir.

Osmanlı yıllarında ahilik sistemiyle çalışan lonca halinde örgütlenmiş esnaflar görülmektedir. Hanların etrafında toplanmış çeşitli meslek toplumlarının icraatlarını görmekteyiz, bugünde varlığını koruyan Uzun Çarşı diye anılan yerde özellikle bir yoğunluk vardır.

1909 yılında Adana’ da olan Ermeni olayları Antakya’ da da yaşanmıştır. 1915’ de Ermenilerin yoğun olduğu Samandağ’ da da yine Ermeni olayları yaşanmıştır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Sykes-Picot antlaşmasında Güneydoğu Anadolu ve Suriye Fransızlara, bu bölgenin güneyi ise İngilizlere paylaştırılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’ nın son günlerinde İngilizler tarafından işgal edilmiş ve daha sonra da Fransızlar’ ın eline geçmiştir. İşgalden hemen sonra Fransızlarla girilen çatışmada Dörtyol’ da Milli Mücadele’ nin ilk kurşunu atılmıştır (Hasan Tahsin). 1920 yılında Ankara Antlaşmasıyla özerklik kazanarak İskenderun Sancağına bağlanan Antakya; 1938’ de kurulan yakın tarihimizin en küçük ve en kısa devleti olan Hatay devletinin merkezi olmuştur (www.hataykent.com).

Bu yıllarda Suriye ve Fransızların baskılarıyla Türklük adına herşey yasaklanmıştır. Antakya okullarında okutulan ders kitapları Türkiye’ den gönderilmektedir. Yine bu yıllarda bazı okullarda idareciler tarafından kitapların baş kısmındaki Atatürk resmi çıkarılıp yakılmıştır. Bunun üzerine yeniden basılan Atatürk resimleriyle okula yeniden giden öğrenciler olmuş ve bu hadise tekrar yaşanmamıştır. Hatay Türkiye Cumhuriyeti’ ne bağlanana kadar mücadeleler soğuk şavaş şeklinde devam etmiştir. Bu dönemlerde Atatürk Hatay’ ı hep çok yakından takip etmiş ve ziyaretlerde bulunmuştur. Bu ziyaretlerin birinde kendisinin belirlediği Hatay bayrağını halka hediye etmiştir.

1938’ de Atatürk’ ün hastalığı tüm dünyaya duyulunca Hatay meselesinin yarım kalacağına dair söylentiler hız kazanmıştır. Bu hastalığına rağmen Atatürk Hatay’ a bir gezi düzenlemiş ve bu mesele çözülene kadar burada kalacağını bildirmiştir. Daha sonra Fransız ve İngilizler antlaşmak istediklerini belirtince yeniden Ankara’ ya dönmüştür.

1939’ da Atatürk’ün “Benim şahsi meselem” dediği Hatay meclisin verdiği kararla Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır. Yüzyıllardır birçok medeniyetin beşiği olan Hatay; yaşayan birçok farklı topluluklarla artık bir Türk yurdudur. Hatay adına verilen mücadeleler Hatay’ ı daha değerli hale getirmiştir.

Birçok din ve etnik grup açısından önemli olan Hatay, Hıristiyanlık içinde ayrı bir önem arzeder. Kudüs’ e yakın büyük ve zengin bir yerleşim merkezi olması Anadolu ve Yunanistan’a giden yolların merkezinde olması sebebiyle Kudüs’ten gönderilen havariler burada toplanıyor ve Hıristiyanlığı yaymak adına dört bir tarafa buradan dağılıyorlardı. Dolayısıyla Hıristiyanlığın Kudüs dışından yayıldığı ve Hz. İsa’nın takipçilerinin Hıristiyan adını aldıkları ilk şehir olması önemini daha da arttırmıştır.

Bu eski ve uzun tarihini yansıtan ve aynı zamanda dünyada zenginlik bakımından ikinci sırada yer alan arkeoloji müzesine sahiptir.

Hatay’ı ele geçiren her devlet halkın inanç ve geleneklerini yaşamaları noktasında serbest bırakmış olmasından dolayı dil ve din birliği sağlanamamıştır. Her ırk’ ın ayrı ayrı liderleri olmuş ve bunlar meselelerini kendi kendilerine çözmüşlerdir. Aynı zamanda zevk ve eğlenceye düşkün olduklarını da tarih kitapları belirtmektedir. Bu amaçla gelen insanlarla birlikte her dönemde büyük bir ticaret merkezi konumunda olmuştur.

2. 1. 2. Coğrafi Konum

Yaklaşık 1,5 milyon nüfusu ile Türkiye’ nin önemli jeopolitik noktalarından biri konumundadır. Hatay, Avrupa’ yı Orta doğuya bağlayan E-91 karayolu üzerinde olması nedeniyle çok sayıda yabancının giriş çıkış yaptığı önemli bir sınır kapısı durumundadır. Amik ovasının başlangıcında Amanos dağları ile Habib-i Neccar dağlarının ortasında ki vadide kurulmuş olan Hatay; bugünkü konumuyla

Benzer Belgeler