U S T A D
E K R E M ’ D E
Y A Ş I Y A N
C E P H E
Y A Z A N : Z A H İ R G Ü V E M L İ
E
SERLERİNİN tetkikiyle daha kolay anlaşılır ki Recaiza- de Ekrem merhum «üstad» değildi; yani bir sanat üstadı de ğildi. Hangi eseri alınsa mutlaka, hele muasırlarının o tarzdaki ör neklerine göre, kusuru görünür. Ona verilen üstad sıfatı, belki, ku ramadığı güzel, sanat binasının devrinde en iyi nazariyecisi olmasındandır.
Hâmit, Ekrem'e üslûbundan dolayı, üslûbundaki ölü unsurlar dolayısivle Mektupları'uda, bir hay li tariz etmiştir. Bunlarda tama men haklı olduğu aşikârdır. Şiir leri, dil bakımından, çoktanberi es kimiş bulunuyor. En güzel man zumesi olan Yakacık'ta Bir Mezar lık Alemi bugün anlaşılmıyor; fa kat onun nazım dilinde devri için bile eksiklikler mevcut olduğu, is- bata ihtiyaç göstermez. Üstelik Türkçe kelimeleri hemen daima fena kullanmıştır.
Kemiyetine nazaran hakikî li rizme ve şiiriyete varmış parçala rının azlığı bakımından muvaffa- kiyetsiz olan Recaizade’nin Ara ba Sevdası bir taslak, manzum tercümelerinin ekserisi birer felâ ket, Afife Anjelik bir denemedir.
Ohâlde Recaizade’nin yaşıvan cephesi ne? Üstad Ekrem’e bas ma kalıp «ölüm şairi» demek ne ifade eder? YoksaMenemenlizade’ ye nasihatleri, Fikret’i keşfetmiş olması veya Miilkiye’de hocalığı mı onu bugüne naklediyor?
•
Belki bunların her biri kendi mevcudiyetleri itibariyle bizatihi birer kıymet ifade eder. Haki katte Recaizade’ye «mariz bir şair», «ölüm şairi» gibi yaftalar takmak, onu dışından görmek ten ibarettir ve Takdiri Elhan sa
natkârın değil, nazariyecinin ese ri olmaktan ileri geçemez. Nazari- yeci, tarihçi, münekkit müşahitdir- ler. Yaratıcı olan, eseri heyetiyle yapan, yalnız sanatkârdır (Burada diğerlerinde yaratıcılık vasfı hiç bir zaman yoktur, demek istemi yorum, sadece galip vasıfları mu kayese ediyorum).
Şüphesiz Yakacıkta Bir Mezar lık Âlemine, Ferdayı Tedvin’e, Ta- hassür'e, Nijad Ekrem’e güzellik lerini veren ölümden mütevellit acıdır; fakat görünenden ziyade, asıl sanatkâr şahsiyetinin derin- liğine yayılmış olan karakterdir ki, kendisinden sonrakilerinde de vam ve onun «yaşıyan cephesi»’ ni teşkil etti.
Üstad Ekrem’in şahsiyetinde, onun anladığı mânada en şümûlü ve İnsanî karakteri teşkil eden, onu muasırlarından ayıran unsur
passivité Air. Bu, tabiî, lâkayitlik demek değildir.
Alem yine ol âlem, devran yine ol devran
Mısraı, Recaizade’nın kalemin de, tabiat veya cemiyet ortasında yalnız kalan insanın bütün acıla rını dile getiriyor. Bu acı bizim dışımızda bir hakikate sahip de ğil. Yalnız bizde kalan ve ferde işliyen bir acıdır.
Bence, Recaizade’nin sanatkâr lığında, ondan sonrakilere intikal etmiş tek cephe, işte bu hâdisat karşısında pasif teessür ve intiba cephesidir.
Hemzaman olduğu diğer sanat kârlar ise umumiyetle kendilerin den muhitlerine taşıcı bir hareket ihtiva eden eserler vermişlerdi. Bu hâdise Namık Kemal'de «hürriye ti ifade» adını alan üslûp hususi yetini vücude getirdi Hâmit’de de
zihnî olmakla beraber aynı cc'ivi- te vardır. Ve kist aleyhümül be- vaki.
Buııa mukabil Fikret ve mu kallitlerinde ise İçtimaî ve tabi! hâdise veya felâketler karşısında kendine katlanma hususiyeti oka- dar barizdir ki, Recaizade ile bu sonuncuları biribirine bağlamamak imkânsız görünüyor. Belki, Recai zade’ye Fikret’i keşfettiren de bu esasta iştirâktir.
Sanatkârı Fuzuli’nin ve Lamar-
tine’in enfüsîliğine götüren yol, hareket noktaları nekadar başka başka, hattâ zıt olursa olsun, mut laka bir yerde esasta pasif olmak tan geçecektir. «Kendinde kalan şiir»’e, melâle, enîne gidiş, bura dan geliyor. Netekim edebiyatımı zın en büyük liriklerinde, şeklen ve fikren en mütecaviz oldukları sırada dahi gizli bir temayül gibi bunu görürüz.
Üstad Ekrem’in hayat ve sanat bünyesine temel olan bu hususi yet Fikret ve mukallitlerinde da ha genişlemiş, şümûlleıımiş bir hâl alır.
Ah Nijad’la Verin Zavallılara, Zelzele', Hilâli Seher’le Sis ve Rü-cuğ gibi şiirlerin mukayesesi bu bakımdan hayli mühim neticeler verir.
Andım o bivefayı garibâne ağladım Geldi hayali didei giryâne ağladım.
Beytinde temsil olunan ferdiyet Fikret'te daha içtimaileşmiş ve bir neviğ İçtimaî pasifliğe dönmüştür. İnkişaf, fertten çıkıp cemiyete in tikal etmekte görünüyor. Her iki sinde de müşterek nokta müessir olmaktan ziyade müteessir olmak noktasıdır.
tafa Kemal’de nasıl muzaffer bir şeniyete inkılâp ve inkişaf ederek devam etmişse, Recaizade’deki as kerlikten sanate dönüş Fikret'te Aşi yan’a yani kabuğuna çekil me şeklinde devam etti.
Gerek fiilî ve müşahhas hayat, gerek eserlerinin umum! havası bakımında yapılacak mukayeseler neticesinde Üstad Ekrem’in - tek rar edelim - yapıcı tarafından ka lan ne lisanıdır, ne şekli, ne de üslûbu. Belki bu üslûp şekil ve
dil ile ifade olunmak istenen fer dî ruh hüviveti bu miinfail kılan karakter, diğer teferruata hâkim bir tarzda ondan sonra devam ve aynı zamanda onda en beşeıî cep heyi teşkil etmiştir. Bu itibarla Recaizade, bütün aksaklıklarına rağmen, miras bırakan sanatkâr larımızdan biridir. Eğer şahsiye tinde mücadele hâlinde olan iki lik, yani hem yaratıcı, hem mü şahede edici ikilik mütevazin bu lunsaydı, belki onu daha kuvvetli eserler vermiş olarak görecektik.
Zahir GÜVEMLl.