N e c m i S e l a m e t l e 'N â z ı m H i k m e t v e M a k in a la s m a k ' ü z e r in e
Yazdığı makalelerle şiir
eleştirisi konusunda etkin
bir ad olan Necmi Sela
met, yeni bir kitap yayım
ladı; Kanguru Yayınları ta
rafından çıkan "Nâzım
Hikmet ve Makinlaşmak"
adlı yapıtında Selamet,
Nâzım’ın yıllar önce yazdı
ğı, fakat günümüze değin
değerini ve anlamını bir
an olsun yitirmeyen "Ma-
kinalaşmak” şiiri üzerine
kapsamlı eleştirel metin
ler yazmış. Kitabın son bö
lümünde ise bugüne ka
dar pek rastlamadığımız
bir yöntemle; Mehmet
Kaplan'ın Nâzım ın bu şiiri
üzerine yazdığı eleştirisi
ne karşı geliştirdiği bir
eleştirel metinle yanıt ve
riyor. Necmi Selametle Es
kişehir'de, makina sesle
rinin yoğun bulunduğu,
■trrrrum, trrrrum,
trrrrum! trak tiki tak" ses
leri arasında Eskişehir
Garı’nın çayhanesinde
söyleştik.
□ Erdem ÖZTOP
ayın Necmi Selamet, ilk sorum V gen el anlamda olacak, sizi tanı- mm \ maya yönelik; nereden doğdu şi-
irle olan ilişkiniz? Neden ro man/öykü değil de, illaki şiir, biraz anlatır mısınız?
- Şiire olan ilgi küçük yaşlarda başlar; hep böyledir, çünkü, küçük yaşlarda etki ye açık bir yapımız vardır. Hemen Özde- mir Ince’nin "Tabula Rasa" adlı kitabı ve yazısı aklıma geliverdi; Latince sözlük an lamı "boş levha" demektir bilirsiniz; yani "boş beyin", boş ve aç beyin. Şiir, kendi ne özgü dili, çarpıcılığı, uzun uzun anlatıl ması gereken birbirine bağlı pek çok un suru, kavramı, düşünceyi tek bir dizeye sığdırabilene yeteneği sayesinde, o yaşlar da açık olan pencereden kolayca içeriye sızar. Hep de böyle olmuştur zaten. Bir biçimde sızmışsa da defalarca ara verseniz de yeniden dönersiniz. Roman ve öyküde böyle değildir. Küçük yaşlarda şiir gibi ro man yazma hevesi de sürekli içinizde çi çek gibi açıktır ama, şiirin sözdizimi, ritmi diğerlerine göre her zaman daha başlan dır. Roman ve öyküye göre, şiirin estetik değerleri daha kısa zaman içinde kendini ele verir, daha kısa zaman içinde algılanır; bu da etkileme konusunda sürekli bir bi çimde diğer yazınsal metinlere göre onu ilk sırada tutar. Müzik, dans ve resim sa natının da buna benzer, algılama konu sunda kendilerini önceleten nitelikleri vardır. Yürürken müzik dinleyebilirsiniz, ama roman, öykü gibi sanadar sizi sabit ler. Resim ve şiir içeride ya da dışanda sü rekli olarak sizinle olabilecek olanaklara sahiptir. Ona ilgi duymanız, yalnızca yaz mak ya da çizmek anlamına gelmez.
DAHA İYİ ŞİİR...
- 'Peki, neden bıraktınız şiir yazmayı da şiir eleştirisine yöneldiniz? ikisi aynı düz lükte y o l alamıyor muydu?
- Soru, zorunlu bir biçimde böyle geli
yor tabii... Şiiri bırakmadım, sürekli şiir okurum ve sürekli onun için düşünürüm. Yazmak anlamında da bıraktığım
söylene-i
Nâzım’ı okumadan onun
hakkında bir tümce bile
kurulmamalı’
mez. Şiir yazarken yazdıklarımla okuduk larımı karşılaştırdığımda, doğal biçimde daha iyi şiir nasıl yazılabilir sorusunun ya nıtını aradım; baktım ki sonu yok daha iyi şiirin. Üstelik sürekli tartışdan değişken bir yapıya da sahip. Özgünlük, bu değiş kenliklerin iyi kavranmasıyla kazanılabi- len bir durum. Bizim şiirimiz çok zengin. Bunca zenginliğin içinde bu zenginliğin oluşumu ve nasıllığı konusunda derinlere daldıkça şiirden uzaklaştığımı, giderek bu nasılhğm daha çok ilgimi çektiğini fark et tim. Bunun sonucu okuduklarıma eleşti rel ve incelemeci gözü ile bakmaya başla dım. Çünkü şiirin, kendinden başka, ya zıldığı söylendiği sözcüklerin dışında da doğurgan bir anlam evreni vardır. Şiirin bu doğurgan yanlarım saptamak bence şi ir yazmak kadar değerlidir. Eleştiri ya da inceleme metninin de şiirden pek farklı olmadığını düşünüyorum. Onun sürecini, anlam evrenini, yapısını, dilini, kısacası diğer tüm bireşimsel öğelerini açığa çıkar mak, şiiri incelemek, şür yazmak gibi bir şey; tersine bir durum var burada, şair şi iri kurar; eleştirmen ya da incelemeci ise yapıbozum, dizge öğelerinin ayrıştırılması aracılığı ile onu çözümler ya da yargılar, yeniden yorumlar. Bu yüzden yazmak an lamında da bıraktığım söylenemez dedim gönül rahatlığı ile...
Şürin kuram ve poetikasına bu denli ya lan olmak, ona eleşurel yaklaşımı zorunlu kılar. Bu yüzden bazı şairlerimiz hem şiir yazarlar ve hem de eleştirmen olduklarım iddia ederler; bu anlamda da metinler üretirler. Kuramsal ya da poetik metinle rin eleştiri metni olduğunu söylemek doğ ru bir yaklaşım olmasa gerek. Şiir ya da şaire ilişkin genel saptamalar eleştiri alanı na girseler bile, bunlar eleştiri metni de ğildir. Bana göre, bireyde, şiir ve eleştiri
birlikte yol almamalı. Şiirin kuramı ve poeti- kası gibi, eleştirinin de kuramı ve poetikası var dır ki; elliden fazla ince leme ve eleştiri yöntemi vardır. Eleştirmen, şi irin kuram ve poetikası konusunda kendisini biriktirdiği kadar, eleş tiri yöntemleri konu sunda da kültürel biri kim edinir. Olmaz de miyorum, ama olmama lıdır. Eleştiriye nesnellik konusunda kuşkular getirir. Şairin kendi öz günlüğü ile nesnel eleş tiri çatışmaya çok yakın durur; nesnel ya da di ğer yöntemlerde şairin özgünlüğü bir tür eleş tirel daralmaya neden olabilir ki bundan öz günlüğünü kazanmış bir şairin kaçınabilmesi oldukça zordur; kolay ca yarılılık oluşur. De neysel, görsel ve somut şiire bakış açımız bu ne denle oldukça dardır. Bazı şairler ve hatta eleştirmenler kendi şür anlayışlarını merkeze koyup, bu türe, bu biçimde yaklaşmaya yeltenirler; öz günlük tetikleyicidir bu anlamda. Oysa yukarıda da söylemiştim: Çok zengin bir şürimiz var. Aynı dönem içinde çok sayıda poetik anlayışı içeren şürler yayımlanıyor dergüerde, ki; bu zenginlik Tanzimat dö neminden bugüne dek sürmektedir.
KÜÇÜMSENMEYECEK DEĞERLER - Şiir eleştirisine nasıl bakıyorsunuz Tür kiye’de? Koman ve öykü için, eleştirinin gittikçe yok olmaya yüz tuttuğu söyleniyor, bu, şiir için de geçerli mi örneğin?
- Toplumu, "Okumuyor!" diye nitele mek pek doğru bir yaklaşım değildir. Okuma alışkanlığının ideal biçimde yay gın olmadığını söylemek daha yerinde bir saptama olur. Okuyan bir kesim vardır, ancak her okuyan, sanatsal değer peşinde değildir. Sorunumuz bu bence. Böyle olunca da, üretilmiş sanatsal değerlere ilişkin eleştiri metinlerinin su yüzünde ka kmaması doğaldır. Aslında her alanda eleştirimiz küçümsenmeyecek değerler üretmektedir. Bu açılardan balonca şiirin payına düşen üzücüdür. Şiir okunmuyor ise şiir eleştirisi de gelişmeyecektir; bu do ğaldır. Çünkü; şiir de, eleştiri de biraz ol sun, okur gözüne, ilgisine gereksinim du yar. Şür kitapları az satıyorsa şiir eleştirisi ne ilişkin kitapların daha az sattığını söy lemek gerek. Toplumumuzda sanatsal anlamda iletişim ve etkileşim açısından, hatta sanatsal türler arasında da önemli kopukluklar var. Örneğin şiir, müzik ve dans birlikte doğmuşlardır. Bir şür etkin- Üğinde müzisyenlerin şüre yalan kişiler kadar bir kitle oluşturması gerekir. Dans için de aynı şey söylenebilir.
Herhangi bir türün kuram ya da
poeti-kasına ilişkin kitaplar, şiir kitaplarına göre daha az sayıda basılıyor; eleştiri de bunun içinde. Böyle olunca, eleştiri üzerine yazıl mış kitapların çok olmasına rağmen, bas kı adedinin azlığı; görece bir yok oluş sin yali veriyor. Şür kitaplan için de geçerlidir bu saptama. Bizi yanıltan bu görecelik...
ÖZEL BİR SÜREÇ
Yazınsal alanda on yedinci yüzyıldan sonra etkisini göstermeye başlayan roman ve öyküye gelelim: Geçtiğimiz yüzyıldan başlayarak roman ve öykünün daha çok yazıldığını ve okunduğunu biliyoruz. Bundan kuşkumuz yok. Demek ki, top lum kendini eskiye göre daha çok ifade edebilme gereksinimi duyuyor. Bu aynı zamanda toplumun kendini ifade edebil me zorluğu içinde olduğunun da bir gös tergesidir. Matbaanın Türkiye’ye üç yüz yıllık geç girişini de hesaba katacak olur sak bunun bizde özel bir süreç olduğunu söylemek olasıdır. Çünkü diğer toplumla- ra ve uluslara göre o kadar yıllık bir biri kimden mahrumiyetimiz söz konusudur. Kendini ifade edebilme zorluğu çeken bir toplumda roman ve öykünün hızla geliş- mesi beklenemez; buna bağlı olarak ro man ve öykü eleştirisinin de...
Örneğin üginçtir; roman, on dokuzun cu yüzyılda bir altın çağ yaşamıştır. Kısa bir süre etkisini yitirdikten sonra yirminci yüzyılın ilk yansında yazınsal alanda yeni den etkili olmuştur. Bunun nedenleri, Mary McCarthy’in deyişiyle romanın an cak gerçeklikle çok yalan bir bağ içinde var olabilmesi ile açıklanabilir. Hep bu iniş çıkışlarda "Roman öldü, ölüyor!" gibi feryatlar atılmış... Şürin de bugünkü du rumu budur. 1900’lerden başlayarak aynı feryadar zaman zaman şür için de atılmış tır; ama bu arada ne roman ne de şiir, ölü me gereği kadar hiç yaklaşmamışlardır...
- Bu soruyu ön ce sormalıydım ama... Peki, şiire ilgiyi nasıl görüyorsunuz? Git tikçe üvey evlat haline dönüştüğünü söyle mek olası mı?
- Yukanda söylediğim gibi, bu görece- Uk umutsuzluk aşılıyor. Ancak yineliyo rum, niceliksel açıdan ideal okuma süreci ni aşamamış bir toplumuz. Bütün sanatlar bundan payını alıyor. Bunun nedenlerini yalnız ekonomik olanaklara değü, bunun la birlikte eğitim ve öğretimin yetersizliği konusuna da dayandırmak gerekir. E bir de yüzümüzü iktidarlara dönecek olur sak, asü neden kendiliğinden ortaya çıkar: Cumhuriyetin ilanından itibaren tek parti dönemi ve dahası 1960 ve sonrasında 20 yıllık bir dönem içinde üç defa askeri dar belerle demokrasinin kesintiye uğratılma sı asıl önemli sorundur. Düşünce özgürlü ğünün olmadığı bir ülkede yazınsal alanın aldığı yaralan düşünmek içimi ürpertiyor. Bu yasaklar, kendini ifade edebüme zorlu ğunu aşmamıza engel oluyordu. 1980’ler- de uluorta kitapların yakıldığını gördük. Her açıdan olduğu gibi, kültürel açıdan da geüşememiş bir toplum önünde kitap yakmanın etldleri küçümsenemez. Buna rağmen, şürimizin, genel anlamda edebi yatımızın ve eleştirimizin bence "ölüyor
’ söylentilerine pek kulak asmadığım söyle meliyim; bence umutsuz bir durum yok...
Neredeyse iki yüz’e yakın edebiyat der gisi çıkıyor. Bu dergilerin bazılarının fiatı, bir şiir kitabının fiatı kadardır. Bunları da düşünmek gerek...
- Evet, azımsanmayacak şiir dergisi çıkar buna karşın! Enver Ercan söylemişti sanı yorum, "bir dergiye ayda beş bine yakın şiir gelir, bunların hepsi dergiden satın alsa, her şey yolunda olur. Ama gelin görün ki, şiir dergilerinin satışı beş yüz-bin arasıdır. " Nasıl yaklaşırsınız konuya, yazdığımız ka dar okumayan bir millet miyiz?
- Bu da başka bir durum, sorun hatta... Enver Ercan'ın dergicilik konusundaki deneyimleri tartışılamaz; doğru. Anımsı yorum da, "Cumhuriyet Dönemi Türk Şi irinde Manifestolar ve ilişkin Metinler" adlı ikinci kitabımı hazırlarken böyle bir diyalog vardı, Hisar dergilerinden birin de, Mehmet Çınarlı söz ediyordu sanıyo rum; 1960’larda geçiyor bu diyalog: Der giye şiir gönderenlerin bazılarının, şiirinin çıktığı sayıdan adresine ulaştırmaları rica sını üstüne basa basa ilettiklerinden söz ediyordu Çınarlı. Bu da garip bir durum değil mi? Yani dergiyi izlemiyor bile; der giyi adresine istiyor, eğer şiiri yayımlanır sa. Bu da bize, bugün bile, lise ve hatta üniversite çağındaki gençlerin şiire bakışı nı gösteriyor. Eğitim ve öğretimin eksildi ğinin, çarpıklığının sonuçları bunlar... Eğitimcilerin, şiir ve şair olabilme süreçle rinin nasıl başladığı ve sürdüğü konusun da kendilerini aşamadıklarının göstergesi. Bu konu aslında tamamen askıda duru yor. Şairler ben şiirimi yazarım, şiirime ba karım diyor sıkışınca... Eğitim ise, za ten yıllardır planlananın dışına çıkamıyor. Oysa önemli bir kit leyi, hep birlikte, kendimizden, yani şiirden soyutluyoruz, onla rı dışarı itiyoruz. Yani dergilere şiir gönderenlerin düzenli bir bi çimde dergi aldıkları düşünüldü ğünde, bütün sanat ve edebiyat dergilerinin şahlanacağını söylü yoruz; bu konuda sızlandığımız kadar çaba göstermiyoruz... Sözü edilen bu beş bin kişilik kide, şiir yazabilmek için, şiir kitabı, dergi, kitap okunması gerektiğini düşün müyor. Hatta sözüm ona, etkilen memek için de okumayan bir ke sim var... Çözüm üretilmeli... Mes leğim ile doğrudan ilgili olan inter net alanına bakarsanız, bu konuda orası zaten bir çöplük.
- Peki, internet konusuna değinmişken, biliyorsunuz geçenlerde Yapı Kredi Yayın ları internette telif haklarına sahip oldukla rı şiirlere yasak getirm e gibi bir girişimde bulundu, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Yirmi beş yılı geçti; benim mesleğe başladığım zamanlar, neredeyse Türki ye’de internetin kuruluş dönemine denk düşer. Adım adım izledim onu. Deneyim lerim sonucuna göre şunu söyleyebilirim; aruk denetlenemeyen bir oluşum. YKY’nin çıkışını kısmen haldi buluyo rum. Ortam, şiiri, saf tutmuyor bünyesin de. Çok yerde parçalı, eksik, bozuk, de ğiştirilmiş şiirler var. Yalnızca şiir mi? Her alandaki bilgi için geçerli bu. Biz ki ince leme sırasında noktasına, virgülüne kadar özen gösterirken... Bilgi güçtür, ama bu güç saflığını yitirirse, yarardan çok zarar verir. Yine de özgür bir ortam olması onu yüceltiyor. Bu yüzden yararlanırken süz geç kullanmanız şart. Eğitim sistemimizin hâlâ bozuk olduğu bir çağda internet gü cünün tartışılması garip değil midir? Saflı ğını yitiren bilginin iktidarlara yarar sağla dığını düşünüyorum. Yine, teknolojinin günümüzde zamanı yutuveren bir araç ol ması da ayrı bir kayıp.
- Söyleşimizin ikinci kısmında yen i ya yımlanan kitabınızı konuşalım biraz da.
"Nâzım Hikmet ve Makinalaşmak", hangi hallerden yazılma gereği ortaya çıktı?
- Önsöz’de söylediğim gibi, makine, on
yedinci yüzyılın sonlarından başlayarak günümüze dek, bütün ekonomik sistemle ri egemenliği altına aldı. Nedim Gürsel’in
deyimiyle "Dünya Şairi" olan Nâzım Hik- met’in bu konudaki "Makinalaşmak" adlı şiiri aslında "Homeros Bir Şiir İnceleme Odülü"nü almadan önce de aklımdaydı. iktidarların tarıma bakış açıları, Cumhuri yetin ilanından bu yana değişmemiştir. Türkiye’de köleleştirici yasalarla, tarım, tümüyle feodalitenin egemenliği altına so kulmaktadır. Nâzım Hıkmet’in "Makina laşmak" adlı şiirinin yaratılma sürecine bakıldığında, bu şiirin, tarımda makine leşmenin ne derdi önemli olduğunu imle diği görülecektir. Bu kitabın oluşmasmda en önemli etken, Nâzım Hikmet’in seksen üç yıl önce yazdığı bu şiirinin günümüze dek canlılığını nasıl sürdürdüğünü göster mek açısından önemli idi benim için.
ELEŞTİRİ NASIL YAPILMAZ... - Kitabın üçüncü bölümü tek nedenin bu olmadığım düşündürüyor; ne dersiniz?
- Çok haklısınız. Üçüncü bölümde Nâ
zım Hikmet’in "Makinalaşmak" adlı şiiri için, Mehmet Kaplan’m eleştirisine bir eleştiri metni geliştirdim; ki bu zorunlu bir durumdu. Çünkü, Mehmet Kaplan’m bu şiire ilişkin eleştirisinin yazınsal olma yan çok fazla yanı vardı. Yıllar yılı bu eleş tiri ya ciddiye alınmadı ya da hiç kimse ta rafından bir türlü, ayrıntılı bir biçimde gündeme getirilmedi. Kaldı ki, bunun ya rımda, Mehmet Kaplan’m "Şiir Tahlilleri" ve "Hikâye Tahlilleri" adlı kitapları üni versitelerde eleştiri adına önerilen kitap lardı, bugün bile. Oysa günümüzde bu
"Tahlillerin" eleştiri ve inceleme adına pek geçerli bir yanlan olduğunu düşün müyorum; belki de, "eleştiri ve inceleme
nasıl yapılmaz" adına örnek oluşturabilirler; metne eleş tirel ve yazınsal açıdan ege
men olamayan metinler bunlar... Bu konunun da
bu kitabı yazmama tetikle- yici etkisi olduğunu söyle yebilirim.
- "Yaratılma Süreci" bi zim edebiyatımız ve şair açısından ilginç geldi ba na. Ayrıca bir şiir için
böy-olanağı bulacak.
- Yaklaşık tarih söyleyebilir misiniz? Sonra yukarıdaki soruma devam edelim...
- Evet, yukarıdaki sorunun devamından
uzaklaştık. Nâzım Hikmet’in bütün şiirle rini bilgisayara girdim. Yazılımın kullana bileceği formata dönüştürüyorum şiir dosyalarım. Sanıyorum en geç haziran ayı na kadar hazır olacak bu olanak.
Sorunuzun devamına dönelim: Ben bir şairin ya da yazarm hayatının yazınsal bir bütün olduğunu düşünüyorum. Yazılan her şiirin kendisinden önce ve sonraki şi irler için izler taşıdığım düşünüyorum. Şi irin kendisinden önceki ve sonraki şiirler için izler taşıdığı gibi, şiirler, şairlerin yaşa mına ilişkin izler de taşır. Dolayısıyla, bu na göre, şairin kültürlerime ve gözlem sü reci, yaşamı, her konudaki tutumu ve du ruşu, şiirin oluşmasma temel olacak bi çimde kaynaklık eder. Algıladıklarım, dü şünsel ve kontrollü bir duyarlılık sürecin den sonra estetize eder. Nâzım Hikmet’in "Makinalaşmak" şüri bunun bir gösterge sidir. Onun yaşamı, şiirlerine attığı tarihler burada çok önemli rol oynadı. Bu bilgiler beni bu konuda yönlendirici, bana yol gösterici oldu.
- Peki! Fütürizm ve Mayakovski konusu na gelelim. Bu konu da çok önemli.
- Evet. Nâzım Hikmet şiirinde Maya
kovski etkisi bence yıllar yılı abartılarak taşındı günümüze. Oysa Nâzım Hikmet şiirinde Mayakovski etkisi devamlı, kalıcı değildir. Kısa sürelidir ve yalnızca biçime yönelik bir etkidir; yüzeyseldir. Konuyu ve Nâzım Hikmet’in bu konudaki görüşü nü kitapta ayrıntılarıyla irdeledim.
Fütürizm konusu da ayrıcalıklı bir so rundur. Tıpkı Nazım Hikmet’in Stalin’e uzak oluşu, ona yakın düşünmemesi gibi. "Makinalaşmak" şiirinde fütürist etkiler görünür durumda olmasına rağmen, "ya ratılma süreci"ne göre, bu şiirin asıl yazıl ma nedeni tarımda "makinalaşma", açlık ve hızlı bir biçimde bu konuda çözüme ulaşma dileğidir. Şiirin kaynağı bunlardır. Dolaylı bir biçimde savaşlara, kuraklığa, hatta savaşlar nedeni ile tarımın sabote edilmesine kadar uzanır bu.
Necmi Selamet, yaklaşık bir yıllık bir okuma sürecinden sonra kitabını hazırlamaya başlamış.
leşine oylumlu bir çalışma ilk sanıyorum. Süreç ve şair ilişkisine değinsek?
- Evet, bir şiir incelemesi ve eleştirisi
adına, böylesine kapsamlı bir çalışma ilk. Bunun yaygınlaşmasını dilerim. Ben de bu konudaki çalışmalarıma devam ediyorum. Nâzım Hikmet konusunda sürpriz olacak bir çalışma içindeyim örneğin.
- Nedir o, merak ettim?
- Örneğin Nâzım Hikmet’in anlam ev renine ilişkin sözcük dizini, en çok kullan dığı sözcükler gibi... ‘ince Eleme’ bilgisa yar yazılımı ile dil konusunda daha pek çok bilgi çıkacak. Bunu özellikle kısa bir zaman içinde herkesin yararlanabileceği bir biçimde hazırlayacağım. Dileyen, Nâ zım Hikmet’in herhangi bir izlek konu sundaki şiirlerini bilgisayarda bir sorgula ma programı yardımı ile çıkarıp inceleme
- Bu durumda toplumsal bir yaklaşımı zorunlu kılıyor "Makinalaşmak" şiiri; ki Nâzım’ın bu belirgin özelliğidir.
- Evet, yalnızca toplumsal bir yaklaşımı
zorunlu kılmıyor ve yine yalnızca bir top luma ait bir sorun da değil bu. Evrensel bir sorun. Kapitalist küreselleşme, açlık ve tarımda savaş engeli gibi konular var şiirin somut söylemi dışından şiirin içeriğine bi zi zorunlu olarak döndüren. Yeryüzü so runu...
- Seksen üç yıl ön ce yazılmış bir şiirin gü nümüze dek uzanışının somut göstergeleri sayabiliriz bunları.
- Bu kadar açık. Bu yüzden şür incele mesi önemli konuma taşmıyor böylece. Artık şiirler öyle okunup geçilmemek. Yalnızca şairi yücelten ya da uluorta onu yeren tavırlardan kaçınılmalı. Her sözü
nüzün poetik ya da kuramsal dayanakları olmak. Bu incelemeler, okura dönük, şiiri yücelten çabalar bence; şairini de ancak böyle yüceltebikriz...
- Ben yeniden eleştirinin eleştirisine dön mek istiyorum. Üçüncü bölümde, poetik açıdan eleştiri olduğu kadar gen el anlamda, yani biyografik eleştiriye yanıt çok. Aslında kitabın tümü açısından bakınca M ehmet Kaplan eleştirisinin yer y er yanıtlandığını da görebiliyoruz. Bu konuda ne diyeceksi niz?
- Aslında Mehmet Kaplan’m biyogra
fik açıdan yaklaşımı Kemal Bek’in deyimi ile "eleştiri dışı" saptamalardır. Eleştirel değil, ya da eleştirinin poetiği açısından değerli değiller. Benim metne bağk kal mak zorunda oluşum, biyografik sapta malara da değinmemi zorunlu hale getir di. Bunun dışında poetik açıdan Mehmet Kaplan’m diğer yazılarındaki tutumları nın, poetik anlayışının, bu metne de yan sımış olması önemk idi benim için. O yüzden hem biyografik anlamda genel olarak yanıtlar biçimine dönüştü, hem de poetik eleştiri yer aldı son bölümde. Psi kolojik inceleme ve açılımlar aslında hem biyografi sınırlarında ve hem de poetik sınırlarda ince hatlar oluşturur. Sıçrama, yani biyografiden psikolojik yönteme ge çiş, esere(şiire) bir bağlamla dönme zo runluluğu konusundaki eleştirilerim de poetik anlamdadır. Öznel eleştiri yönte minin de sapmalar göstermesine böylece engel olunabikr belki de. Sezgileriniz ve yakalanan ipuçlarının olasılıkları, eleştiri yöntemleri için tek başına yeterli ve güç lü veriler oluşturmaz. Bunların şiir ile bağlarmı kurmak zorundasınız. Bunu ya pamıyorsanız ya da yapmıyorsanız yazdı ğınız metin yalnızca önyargılardan olu şan bir metin haline dönüşüverir. Türk ve dünya eleştiri tarihinde bunun pek çok örneği vardır.
DUYGULARI DENETLEMEK - Son olarak, kitabın oluşumu, zaman açısından nasıl gelişti sonuçlandı. Son günlerde Nâzım Hikmet ile ilgili tartışma lar sizi pek etkilemiş gözükmüyor, kitaba göre?
- Yaklaşık bir yıllık bir okuma sürecin
den geçtim, Nâzım Hikmet üzerine yazıl mış kitaplar ve araştırmalar, notlar... Bü tün şiirlerini, yazdıklarım yeniden oku dum. Bundan sonra yazmak çok kısa sür dü.
Aslında son günlerde Nâzım Hikmet üzerine açılan tartışmalar, yersiz gazete manşetleri, onu bütünüyle okuyan bir eleştirmen olarak beni çok etkiliyor. An cak yazınsal metinlerde duygularınızı bir kenarda bırakmak zorundasınız. Duygula rınıza yenik düşerseniz eleştirel olmanın dışına düşmeniz kolay olur. Duygularınızı denetlemek ve poetik anlamda biçimlen dirmek zorundasınız. Bu, şiir için de ge- çerlidir.
Son söz olarak: Nâzım Hikmet’i bütü nüyle okumadan onun hakkında bir tüm ce bile kurmaktan çekinmek gerekir di yorum. Onun şiirlerini ve yazılarım oku muş olmanız da yetmez. Yaşamına ilişkin temel kitaplar var; kitabımda yararlanılan kaynaklar içinde gözüken kitaplar çok önemli bence. Orhan Pamuk, bu anlam da, yeterli okumaya ulaşmış olsaydı, Radi kal Gazetesinde o denli bir başlıkla Nâ zım Hikmeti konu edinmezdi. Tarihin gerçekleri tarihçilerin işi. Orhan Pamuk gibi, romanda, modemizmin dorukların daki birinin, romana ilişkin bir başlık ile hem gazeteciliğe, hem de yazma yeni bir boyut kazandırnıasını beklerdim. Bu alanda Nobel Ödülü’nü alan birinin, eli ne geçen fırsatta, ucuz ve bireysel, bencil ce ve tiraj kaygısına yenik düşmek yerine, romana ilişkin bir gündem yaratmasını beklemek hakkımızdı. Bu edebiyat adına da büyük bir hizmet olurdu, öğle değil mi? ■
eoztop@aof.anadoIu.edu.tr Nâzım Hikmet ve Makinalaşmak /
Necmi Selamet /Kanguru Yayınlan/ 120 s.
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 8 8 9 S A Y F A 2 5