• Sonuç bulunamadı

Ölümünün 90. yılında Tevfik Fikret

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ölümünün 90. yılında Tevfik Fikret"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

9 AĞUSTOS 2005 SALI CUMHURİYET SAYFA

DİZİ

Tevfık

Fikret ve

H alûk

‘Bir Ankara Ailesinin Ö y­ küsü’, ‘Görgü Tanığı’, ‘Ta­ kındığım Nâzım H ikm et’ten

sonra, g eç en y ıl d a ‘Sakal­ lı C elâl’ isim li k ita b ıy ­ la dikkat çeken gaze-

teci/yazar Orhan K araveli, b ir (hatta iki) ya- şam öyküsü- n ü k o n u alan y e n i k ita b ıy la ç ı k ıy o r ‘v itr in e ’: ‘Tevfik Fikret ve H a­ lûk G erçeği’. N e d e n ‘F ik r e t’?.. N e d e n ‘H alûk’?.. B u soruyu şö y le y a n ıtlıy o r K a ­ raveli: T ürkiye hâlen, bunca em ek ve özveri ile az çok ulaşabildiği ‘a y d ın lan m a dönem i ’ nden geriye doğru sü­ rüklenm ek; bu yoldaki bütün k azan ın d an elinden alınm ak tehlikesiyle yüz yüze gelmiş bulunuyor. H em de son 55 yıldır görülm e­ m iş bir kararlılıkla. H er y andan gelen ve gi­ derek yükselen u y a n seslerine kulak tıka­ yan ve geçm işten hiç ders alm am ış görünen k adrolann elinde ve ille d e bir ‘ç ın g a r' çık­ ması istenircesine. Tarihi büenler, böyle za­ m anlarda aydınlanm a uğruna yaşam larım ortaya k o yan lan d ü şü n m ed en edem iyor. Bunlardan biri de -tıpkı N a m ık K e m a l gi­ bi 48 yaşında ölen- Tevfik Fikret’tir. Bu yıl, onu doksanıncı ölüm y ıldönünıünde anaca­ ğız. N e var k i -tam da iyi anlaşılm ası gere­ ken şu günlerde- onu yeterince tanıdığım ız söylenebilir mi?

Fikre t’i Fikret olmaktan

çıkardılar

‘D ili ç o k esk id ir; a n laşılm az ! ’ bahanesi­ nin ardına sığınanlar yapıtlarım gözlerden uzak tutmay a çalışırken iyi niy etli kim i çağ­ daş şair ve yazarlarım ızın ‘s a d e le ş tirm e ’ d erk en y o ru m la m a y a g ittik le rin i ve yer yer g e r ek siz d eğ işild ik ve m ü d a h a le le r ­ le F ik r e t’i F ik ret o lm a k ta n ç ık a r d ık la ­ rın ı ü z ü le r e k g ö rü y o ru z. Uzun bir süre ticaretle uğraşan makine mühendisi Halûk Fikret eşi Ethel’le kır gezisi sırasında. B u k ita p , g er ç e k ç i ve n esn el b ir y a k ­ la şım la T ev fik F ik r e t’i ö ze llik le gen ç k u ­ şa k la ra ta n ıtm a d a b ir k a tk ı sağlam aya ç a k şır k e n , savaşçı ve y u r tse v e r k işiliğ i­ n in y a n sım a sı ola n şiirle rin i d ea h en g i ve havası b o zu lm a m ış b içim d e su n m ayı h e­ d efliyor...

... H alû k ’a gelince... A dını taşıyan şiirler­ le Türk, hatta dünya edebiy at tarihinde ben­ zersiz b ir yeri olan bu talihsiz çocuk, Hıris­ tiyanlığı seçip b ird e ‘p a p a z ’ olunca,T ürld- ye’de bu yön üyle ‘y a rg ısız in f a z ’a tabi tu­ tulmuş; onu gençliğe örn ek olarak yetiştir­ m ek isteyen babasını anlam ayan, sevmeyen ve -akıllarınca- k ü çük d üşü rm ek isteyenle­ rin eline de tepe tepe kullandıkları bir silah verilmiştir. Salt dinsel tercihiyle ele ahnıp ga­ zete sayfalarında ‘teşhir ed ilm esin in ’ buruk­ luğuyla en iyi niyetli T ürklerden bile uzak duran ve kırk yıl önce 72 yaşında vefat eden H üseyin H alû k Fikret, onunla A m erika’da dostluk kuran bir T ü rk aydınına söyledik­ leriyle ilk k ez kendi ağzm dan Türk kam u­ oyunun önüne çıkarılm ış oluyor. Tanıyınca görülecek ki, sanatçı bir yanının bulunm a­ m ası nedeniyle şair ve ressam babasını düş kırıklığına uğrattığının bilincindeki H alûk -eğer kusursa- gerçekten papaz olmuştur ama yaşam ı boyunca iyi kalpli, sevecen, yardım ­ sever ve kişilikli bir ‘m u h te re m ’ insan ola­ rak tanınmıştir. Herkesçe, ‘B ü y ü k T ü rk şa­ iri T e fik F ik re t’in sa y g ıd eğ e r o ğ lu ’ diye bi­ linmiştir, M ichigan Ü niversitesi’nden dip­ lom alı bir m akine m ühendisi, nam uslu bir işadam ı ve sonunda Florida, O rlando’daki ‘Presbyterian’ kilisesinin başrahibi ‘reveıend’ Fikret...” H alûk Fikret A m e rik a ’da Tü rk dostlarıyla, (solda: Ali ve bayan Fikret Kaygı, Halûk ve baldızı. Önde; Kaygı ailesinin çocukları. (Amerika, 17 Ekim 1963)

Türkiye’ye dönersen

linç edileceksin

Ölümünün 90. yılında

Tevfik Fikret

A

Orhan

Karaveli

ir de H a lû k ’u din ley elim :

1913 Ağustos’unda Amerika’ya gel­ diğim de yirm i yaşım ı yeni bitirm iştim . 1916’da Michigan Üniversitesi’nden ma­ kine m ühendisliği diplom am ı aldım ve bir süre O hio, Illinois ve Cincinatti Üni- versiteleri’nde öğretim görevlisi olarak çalıştım . Bu arada, benden dört yaş bü­ yü k A m erikalı E th e l G ill ile birbirim i­ ze âşık olup evlenm iştik. E ski bir öğ­ rencisi olduğum İstanbul R obert Ko- lej’de bu kez profesör olarak görev yap­ m ak üzere Türkiye’ye dönm eye karar verdim. Eşim le birlikte pasaportlarım ı­ zı çıkarmış, vapur biletlerimizi almış, ba­ vullarım ızı bile hazırlam ıştık. Y ıl 1920. B abam ölm üş am a annem ve yakınla­ rım ın çoğu hayatta. G eleceğim izi öğre­ nenler bizi bir m ektup bom bardım anı­

na tuttular: ‘... S iz deli m isin iz?.. İsta n ­ b u l işgal altm da. A n a d o lu kaynıyor. Ü l­ k enin n e re le re sü rü k len d iğ i b elli değil. Ü ste lik , H ıristiy a n lığ ı k a b u l ettiğ in ve b ir H ıristiy a n k a d ın la e v len d iğ in sö y ­ leniyor k i buralarda hiç hoş karşılanm az. Ş im d ilik y e rin iz d e n k ıp ırd a m a y ın ve d u ru m u n ay d ın lan m asın ı b e k le y in !..”

Tanınm ış renkli İsimler

M u k ad d er Ö ztekin, M u k b il Ö zyö- rük, İlhan Lütem , Seha M eray ve E n ­ ver P a şa ’nın o ğ lu AB Enver g ib i ta n ın ­ m ış v e re n k li isim le rle b irlik te 19 4 0 ’ta G a la ta s a r a y ’ı b itire n v e ay n ı o k u ld a m ü d ü r y ard ım cılığ ı v e ö ğ re tm e n lik y a ­ p a rk e n k a z a n d ığ ı b u rs la A m e r ik a ’y a g e le n e ğ itim c i AB K aygı v e Z ira a t M ü ­ h e n d is i eşi Fikret K a y g ı’y a 1 9 6 3 ’ü n e k im ay ın d a b u n la rı a n la tıy o rd u ‘B aş­ ra h ip ’ H üseyin H a lû k F ikret (1 8 9 3 -

19 6 5 ) O rla n d o ’d ak i evinde.

Ve d ev am ed iy o rd u , tan ışm ay ı g ü ç ­ lü k le k ab u l ettiğ i a m a b ir k e z ta n ıy ın ­

ca da o n ları o ğ lu v e kızı, ço cu k ların ı ise to r u n la rı g ib i b e n im s e d iğ i ç o c u k s u z ‘Reverend Mr. Fikret’:

“... İster istem ez pasaportlarım ızı do­ laba koyduk ve beklem eye b aşlad ık Beş yıl önce babam ölm üş am a ben kabri ba­ şında bir dua bile edem em iştim . İstan­ bul’u ne kadar özlemiştim, bilemezsiniz. Tabii annem i de. Yaşım ilerledikçe ço­ cukluğum un ve ilk gençüğünin İstan­ b ul’unu ve m o d e m T ürkiye’yi görem e­ den öleceğim düşüncesi içim i kem irm e­ ye başladı. Bu arada otuzlu yülara ge­ linm iş ve annem in bana T ürkiye’d e uy­ gun bir iş bulm a çab alan sonuç verm e­ m işti. ‘H ele g e lsin d e b a k a rız !..’ diyor- larm ış. ‘Ş im e n d ife r’ m em urluğu öne- riyorlarm ış, annem den gelen haberlere

si’ni de bitirdim ve rahipBğe yöneldim...” “ ... Bizleri burada ziyaret eden anne­ m i son b ir kez d e T ü rk iy e’d e görm e um udum u diri tutm aya çalışıyordum ki İstanbul’dan bazı gazetecüer O

rlan-Vatanımda bir gün

doğru tanınacağım

... ’

d o’ya benim le röportaj yapm aya geldi­ ler. O nlara h er şeyim i anlattım . E thel’le birlikte en iyi biçim de ağırlam aya çalış­ t ık B ir yığın notlar alıp fotoğraflar çe­ kip gittiler. Ç o k geçm eden, Türkiye’nin en yü ksek tirajlı gazetesi kiBsede vaaz verirken çekilm iş resm im i yayım lam az m ı? (H ürriyet/23 H aziran 1962). H em de birinci sayfada ve asılsız bilgilerle. Papaz olduğum kocam an harflerle ya­ zılm ıştı. G azete, b ulu nd u ğum yeri de belirttiği için T ü rk iye’den buraya m ek­ tup yağdı: ‘... T ü rk iy e ’y e a d ım ata rsa m b e n i tü k ü rü k le b o ğ a c a k la rım !.. H atta, lin ç b ile e d ile b ile c e ğ im i!..’ yazıyorlar­ dı. Bir b üyü k şairin yetm iş yaşm a gel­ m iş oğlunu insan yanıyla değil de din­ sel tercihiyle değerlendirm eleri beni çok sarstı. Türidye defterini kapattim ve ar­ tık hiçbir T ü rk ’le karşı karşıya gelm e­ m eye karar verdim... Size de işte bu yüz­ den ters bir tavır takındım . Telefonu yü­ zünüze kapattım . İyi niyetB ve seçkin bir aydın olduğu m ük em m el İngilizcesi Ue yazılmış satırlarından anlaşılan bir

yurt-NENÎN KURULMASI

Hudut Höyünü bombaladılar

T evlih Fikret'in oğlu

"H alû k , papaz oldu

H riM ««Kipiit r«*»* r

M kir Im vU **M «**».

i “ ... Tevfik Fikret’in oğlu olarak

(keşke, b en de) güzel şiirler yazabilseydim . G üzel resim ler yapabilseydim ... ‘iş te F ik re t’in o ğ lu !..’ dedirtebilseydim . A m a, olm ayınca olm uyor! D in değiştirm em e geünce. Bunun, yakınlarım ı m utlu

etm eyeceğini biliyordum am a ilkokul dahü öğrenim im in tam am ım H ıristiyan inancının kendim açıkça hissettirdiği k uram larda yapm ıştım . G ene d e İslam iyete ve Türkiye’ye, Türklüğe toz kondurm adım . D üzgün b ir insan olarak kendim i herkese kabul ettirdim . B abanım adını kirletecek, onun ruhuna acı verecek en ufak bir hareketim olm adı. D oğduğum ülkeyi her fırsatta yücelttim . D aim a ‘T ü rk k ö k e n li’ olarak bitindim ve bundan da gurur duydum . İsm im doğduğum da neyse şim di d e o: H üseyin H alûk! Soyadını ise ‘F ik re t’... H erkesin değiştirem eyeceği b ir ‘k a d e r ç iz g is i’ vardır. B enim k i de böyleym iş. R ahip olacağım a sevilm eyen, güvenilm eyen bir insan olup çıksaydım , beni ‘tü k ü rü k le b o ğ m a k iste y e n le r’ daha m utlu m u olurlardı? Yaşım ilerledi.

A r tık , istesem ve an layış g ö r e c e ğ im i b ilse m d e

.V Hum bhmeld, dondutro yemek *

ilin vapuru katırdı ve yakalandı

anıerikalı iki ı bir ksılını tııçı

Haluk Fikret, Hürriyet’te 23 Hazi­ ran 1962 yılında ‘Tevfik Fikret’in oğlu Halûk Papaz oldu’ haberinin altında asılsız bilgiler yayımlanınca Türkiye defterini kapattı.

taşın ızın (P rofesör T a la t S. H a lm a n ) m e k tu p la r ın ı b ile h a le n b ir a z k u ş­ k u y la k a r ş ılıy o r u m . Y a, işte b ö y le ‘A li E fe n d i’... B en i anlıyorsunuz d e p mi?..”

‘H alûk’un Defteri’, ‘H alûk’un A m en- tü sü ’, ‘H alû k ’u n B ayram ı’, ‘H a lû k ’un Veda’ı’, ‘H alû k ’un S esi’, ‘H alû k İçin’, ‘H alû k ’a ’, H alûk... H alûk... H alûk!..

T ü rk a y d ın la n m a sın ın ö n c ü sü , M u s­ tafa K em al’e ışık tu ta n ; O ’n a “ ... Ben inkılap ruhunu Fikret’ten aldım...” d e ­ d irte n b ü y ü k şair, ö ğ re n im iç in y u rtd ı- şın a g id e n b iric ik ç o c u ğ u n u :

Bize bol bol ziya kucakla getir: D üşm ek etrafi görm em ektendir. T ü rk iy e’ye g itm e şa n sım

k a lm a d ı. S a n ır ım y ak ın b ir g elec ek te k im iler in in n efret e ttiğ i b ir H a lû k da

k a lm a y a ca k ! A m a , b ir gü n ilk v a ta n ım d a iyi b ir in sa n o la r a k ta n ın a c a ğ ım d a n u m u d u m u k esm iy o ru m ...”

Dâim â önde, dâim â yukarı

işte yolunun ve yüksetişinin ferm

a-n ı...

sö z leriy le u ğ u rlu y o r a m a g ü n g eliy o r v e d o ğ d u ğ u ü lk e d e n k im ile ri o n u ‘tü­ kürükle boğacaklarını!..’ sö y lü y o rd u .

Halûk Fikret ve Amerikalı eşi Ethel.

(2)

SAYFA CUMHURİYET

6

DİZİ

Ölümünün 90.

Tevfîk Fi

c

K;

Mavi gözlü bir sarışın

çocuk şimdi Tevfik

Fikret'in dizeleriyle

besleniyor; şiirlerini

heyecanla okuyup

ezberliyor; onlarla yatıp

kalkıyor, bütünleşiyordu.

Çocuk yaşlarında Namık

Kemal hayranı idi.

Fikret şiirleriyle beslenen

mavi gözlü sarışın çocuk...

Hatice Refla Hanım la Hüseyin Bey’in ikinci oğulları ve üçüncü çocukları olarak 1284 ‘Şa- ban-ı Ş erifinin 2 8 ’inde (24 Aralık 1867) İstan­ b u l’da dünyaya gelip 19 Ağustos 1915 ’te ‘Aşi- van’ (Kuş yuvası) adını verdiği Rum elihisa- n ’ndaki evinde vefat eden Mehmet Tevfık’in (sonradan Tevfik Fikret) güçlü yapısı, onun, duygu yüklü, yurtsever ve cesur şair ruhunu 48 yıl taşıyabildi. İkinci Abdülhamid’in 33 yıl sü­ ren karabaskı dönemini, birbirini izleyen savaş­ ları ve koskoca bir impataroluktan ‘Boğazdaki Hasta Adam’a dönüşen devletin çöküşünü gö­ rüp de sağ ve esen kalmak kolay mıydı? “On­ lar niçin semâda, niçin ben çukurdayım? / Gül­ sün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?" di­ ye haykırıyor ve gene de bir edebiyatçı, eğitim­ ci, şair ve yazar olarak onca başarı sığdırdığı ya­ şamını gereksiz bir ‘sıklet' olarak görüyordu:

Ölümün artık yaklaştığım hissediyorum. Bu­ nun için de memnunum. Çünkü bu hayat artık bana pek ağır geliy or ve iyileşirim diye korkuyo­ rum. Ölümün lezzetini katre katıe tadıyorum ve bu benim

için bir teselli

oluyor™"

Ezdiler seni, öldürdüler seni

Sakızadalı, İslamiyeti benimsemiş bir Rum ailenin kızı olan annesi ve bir dayısı hac dönü­ şü koleradan ölüp de ‘kayıtsız eller’ tarafından ‘vefasız kumlara defnedildiklerinde’ daha on ya­ şında idi. Bunu, dürüstlük simgesi olarak kabul edilen babasımn, nedeni hiçbir zaman a n la ş ıl­ mayacak bir ‘jurnal’ üzerine İstanbul’dan sürül­ mesi ve bir daha çocuklarını göremeden 19 yıl sonra ölmesi izleyecekti. Sırada, gaddar bir

eniş-Mustafa

Kemal

Aşiyan ’da

ym günün akşamı trenle görev yerine gideceğinden Tevfik Fikret’in ‘Aşi- van’ını ikinci ölüm yıldönümünden bir gün önce, 18 Ağustos 1917 ’de ziyaret et­ mişti Mustafa Kemal.

Onu, üçüncü ölüm yıldönüm ü olan 19 Ağustos 1 9 1 8sabahıbirkezdahaA şiyan’a tırmanırken görüyoruz. Bu kez yanında çok sevip güvendiği ‘manej’ hocası Emin Bev, arkasında ise birkaç adım geriden onları iz­ leyen yaveri vardır. Biraz sonraki anma tö­ reninde, hazır bulunanların gözlerini ka­ maştıracaktır çok yakışan paşa giysileri, ast­ ragan kalpağının kenarlarından görünen sa­ rı saçları ve kimselere benzemeyen soylu du­ ruşuyla. Törene katılanlar, birbirlerine O ’nu gösterecektir, o zamanlar yaygın olan şöh­ retiyle: “...bakın, Gelibolu'daki Miralay!.." Süvari ‘subayı’ Emin Bey, öğrencisinin ye­ ni atandığı görev yerine gitmek üzere oldu­ ğunu bildiğinden böyle bir ziyarete nasıl vakit bulabildiğine hayret etmektedir. Otuz yedisindeki gencecik ‘Paşa Hazretleri’ ho­ casının merakım:

- Ben inkılap ruhunu ondan aldım! Ziya­ ret edeceğim yerlerin başında elbette Aşiyan gelir... sözleriyle giderdikten sonra Emin Bey’e bir de sır verir:

- Yakında Anadolu’ya gidiyorum. Sen ne dersin?

Savaşın kaçınılmaz görünen acı sonuna yaklaşılmışken Mustafa Kemal memleketi kurtarma kararını ve işe Anadolu’dan baş­ lamayı tasarladığım ilk kez açıklamaktadır. O ’nu çok iyi tanıyan hocası bir an durakla­ dıktan sonra şu sözlerle verir cevabını:

- Daha ne duruyorsun Kemal?

Son basam aklan da çıkıp ‘Aşiyan’ın bah­ çesine ulaşırlar. Mustafa Kemal Paşa ken­ dinden emin ve rahat, hocası ise birkaç da­ kika önce duyduklarının heyecanlı şaşkın­ lığı ve sevinci içindedir...

tenin zalim ellerinde yok olup gidecek sevgili kız kardeşi vardı: “Biçare kardeşim, ezilip bittin öy­ le mi? / En sonra ezdiler seni, öldürdüler seni...’’ Neyse ki, uzun yıllarını geçireceği ve Reca- izade Mahmut Ekrem, Abdurrahman Şeref Bey gibi hocalardan ders alacağı bir ‘Galatasaray Sultanisi' vardı: “Sen sakladın bu rûhu, çevre­ nin söndüren / Ve boğan soluklarından..."

Birincilikle bitirdiği okulunda önce hocalık yap­ tı. Sonra da müdür olarak, bir yangının yerle bir ettiği bu öğrenim kurumunu âdeta yeniden ya­ rattı.

Robert Kolej ve ‘Darülfünun’da Edebiyat

‘müderrisliği’, ‘Servetifünun’ dergisinin yöneti­ ciliği, Edebiyat-ı Cedide ve dört yüze yakın şi­ ir, yazılar ve karanlıklar içindeki bir ülkede pa­ rıldayan bir umut ışığı! Hem de hiç kimseden kork­ madan... Hem de yapayalnız...

“Başım vuracak bir temiz taş bulamamanın" çaresizliğine karşın umutlarını diri tutmaya ça­ lışarak:

"Bu memlekette de bir gün sabah olursa, Ha­ lûk / Eğer bu memleketin sislenen şu alınvazısı / Güçlü bir elin, güçlü ve hayat veren / Dokunuşu­ nun titreşimiyle silkinip, şu donuk / Şu pash çeh­ resi milletin biraz gülerse..." diyor ve ekliyordu:

“Ferdâ senin: senin bu yenilik, bu inkılap / Her şey senin değil mi ki zâten?.. Sen ey gençlik..."

Ve, bir yerlerde mavi gözlü bir sarışın çocuk bu şiirleri heyecanla okuyup ezberliyor; onlar­ la yatıp kalkıyor, bütünleşiyordu. Çocuk yaşla­ rında Namık Kemal hayranı idi. Şimdi Tevfik Fik­ ret’in dizeleriyle besleniyor ve “»memleketin sis­ lenen aknyazısını dokunuşunun titreşimiyle..." değiştirecek elin kendi eli olduğunu düşünüyor­ du.

Boşa gitmiyordu Tevfik Fikret’in çabalan; ge­ leceğin kurtancısını, Mustafa Kemal’ini hazır­ lıyordu.

I

FERDÂ

(Yarın)

Atatürk’ün en çok sevdiği şiirlerinden biri olan ve toplantılarda ezberden okuduğu bilinen Ferda’yı Orhan Karaveli'nin sadeleştirmesiyle sunuyoruz.

-Bugünün

gençlerine-Ferdâ senin: senin bu yenilik bu inkılap... Her şey senin değil mi ki zâten?.. Sen, ey gençlik

Ey umudun güzel yüzü, işte aynan Karşında: sabahın s a f ve bulutsuz semâsı, Titreyen kucağını açmış, bekliyor... Koş! Ey hayatın neş ’eyle gülen tanyeri, işte herkesin Gözü sende; sen ki hayâtın ümidisin, Alnında bir yeni yıldız, yok, bir güneş, Doğ ufuklara; önünde şu çileli mâzi sönsün müebbeden.

Sönsün müebbeden o cehennem; senin bugün Cennet kadar güzel vatanın var: Şu gördüğün Zümrüt bakışlı, inci gülüşlü kızcağız Kimdir, bilir misin? Vatanın!.. Şimdi saygısız Bir göz bu nazlı çehreye -Allah esirgesin-, Kem bir nazarla baksa tahammül eder misin? ¡ster misin, şu ak sakalın pak ve muhteşem

Vakur alnına bir kirli el demem,

Hatta yabancı bir el uzansın? Şu makberi Razı olur musun taşa tutsun şu serseri? Elbet hayır; o makber, o vakür alın Kudsîbirer vatan misâlidir... Vatan çalışkan insanların omuzları üstünde yükselir

Gençler, vatanın bütün ümidi şimdi sîzdedir. Her şey sizin, vatan da sizin her şeref sizin; Lâkin unutmayın ki zaman sert ve kendinden emin

Sessiz adımlarla tâkip eder bizi. Önden koşan, fakat yine dikkatle her izi

İncelemeye y o l bulan bu yanılmaz izleyicinin Azarıyla utanıp kalırsak, yazık!.. Demin.

‘Ferdâ senin ’ dedim, beni alkışladın; hayır, Bir şey senin değil, sana ferdâ emanettir; Her şey emanettir sana, ey genç, unutma ki Senden de bir hesap arar şikâyetçi gelecek! Mâziye şimdi sen bakıyorsun, uyanmış, Ati de sana kuşkuyla bakacak. Her uzvu ihtiyaç fırtınasıyla sarsılan Bir neslin oğlusun; bunu hatırla zaman zaman. Asrın, unutma, şimşeklerle aydınlanan ilerleme asrıdır:

Her yıldırımda bir gece, bir gölge devrilir. Bir yükseliş ufku açılır, yükselir hayat; Yükselmeyen düşer: Ya terakki ya çöküş!

Yüksemeli, dokunmalt alnın semâlara; Doymaz, insan denilen kuş yükselmeye...

Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır; Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!

(2 Ş ubat 1910)

Atatürk: Ben kulüp tutmam

Otuzlu yıllarda Atatürk’ün Galatasaray Lisesi’ni sık sık ziyaret ettiği günlerden biri. Hemen bütün şiirlerini ezbere

bildiğim son günlerine kadar her fırsatta yineleyen ve gene her fır­ satta onun yüce kişiliğini Türk ulu­ suna anlatmaktan yorulmayan Mus­ tafa Kemal’den haberdar mıydı Tev­ fik Fikret? Evet, tanışma fırsatı bu­ lamamışlardı; ‘bundan yoksun kal­ dığım’ Mustafa Kemal altım çize­ rek belirtm işti am a aralarındaki ‘bağ’ tek yanlı değildi. Yaşamının sona yaklaştığı sıkıntılı günlerinde Fikret de Mustafa Kemal ’den haber­ dardı. Çanakkale’deki başarılarını, gazetelerden ve çevresinden dik­ katle izliyor; bu başarılar, o tarih­ lerde yok olup giden yaşama iste­ ğini canlı tutuyordu:

‘... Ah, Gelibolu'daki şu miralayı bir görebilsem... Tamvabilsem!..” diye hayıflanıyor ve bunu dostları­ na açıkça ifade ediyordu.

Ah keşke tanışabilseler; planla­ rım çizip âdeta elleriyle yaptığı ‘Aşi- yan’ın Boğaziçi’ni seyreden bal­ konunda karşılıklı birer kahve ve - tam da Fikret’in sevdiği- gibi birer bardak iyice soğutulmuş su içebil- seler ve konuşabilselerdi.

Herkes bilinçsizce veya çaresiz­ lik içinde bir köşeye sinmiş oturur­ ken karanlığa karşı tek başına sa­ vaş veren koca Fikret’le bu karan­ lığı yırtıp atan ‘öğrencisi’ Atatürk, çağdaş ve aydınlık Türkiye üzeri­ ne konuşabilselerdi keşke!..

So n dilekleri

Onlar çalışsın. Ben çaylarını ge­ tireyim: sobalarını yakayım...’

Yıl 1915. ‘Türk Aydınlannıa-sı’nın benzersiz öncüsü ve savaşçı­ sı artık yorgun ve hastadır. Arkadaş­ ları ve hekimler günün yetersiz ko­ şulları içinde gene de bir şeyler ya­ parak onu hayatta tutmaya çalışır­ ken Fikret’in aklı -her zamanki gi­ bi- ülkesinin düşürüldüğü acıklı du­

rumda; umudu ise gençlerdedir: “...Öyle bir dergi çıkarmak isti­ yorum ki rehbersiz kalmış ve zor­ ba kuvvetlere boyun eğmiş gençle­ re yol göstersin. Önlan ay dınlatsın. ‘A şiyan’ benim değil, gerçek adına savaşacak temiz ve cesu r gençlerin­ dir. Mebusluk, bakanlık peşinde koşmayan; her zorba kuvvete, her baskıya karşı fikir adına canlannı vermeye hazır gençlerin. Gelsinler, burada çalışsınlar. Ben onlann so­ balarını yakayım; çavlarını getire­ yim... Fakat, bizim sessiz kalışımız­ dan cesaret alan çürümüş Efendi­ ler’ acaba böyle bir dergiyi yaşatır­ lar mı? Onlara hayat veren bizden korkmalarıdır. Biz kendimizi göste­ rirsek sinecekler ve düşeceklerdir...” Doksan yıl önce söylendikleri halde bugünleri düşündüren söz­ ler. Tıpkı, ‘Han-ı Yağma'daki (Yağ­ ma Sofrası) dizeler gibi:

“...Bugünki mideler kavi, bugün­

kü çorbalar sıcak,

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin; bu can ka­ tan sofra sizin;

Doyunca, tıksırınca, çatlayınca­ ya kadar yiyin!..”

‘Hepsi benim kulübüm”

Gazi Fikret’in odasında: ‘Burada onu görür gibi oluyo­ rum'

Otuzlu yıllarda Atatürk’ün Gala­ tasaray Lisesi’ni sık sık ziyaret et­ tiği biliniyor.

Bunlardan birinde, zamanın İçiş­ leri Bakanı, Galatasaray mezunu Şükıü Kaya müdür odasında ağır­ lanırken G azi’ye sorar:

- İstanbul'da bunca okul varken neden özellikle burası Paşam? Yok­ sa siz de ‘bizden’ misiniz?

Şükrü Kaya böyle derken, tabii

Galatasaray Kulübü’nü kastetmek­ tedir.

- O da ne dem ek çocuk? - Yani, GalatasaraylI mısınız? Gazi’nin cevabı gününüze de ışık tutacak niteliktedir:

- Ben kulüp tutmam, çünkü hep­ si ‘benimdir’! Sivil ve özellikle as­ ker, toplum un tam am ına hizm et | edenler bir kulüp tutsalar bile bu­ nu açıklamazlarsa isabet ederler. Aksi halde otoriteleri sarsılır. Tav­ siye etmem.

- O halde niçin buradayız? - Çünkü burada Tevfik Fikret'i gö­ rür gibi oluyorum. Fırsat bulursam gene geleceğim, ‘onun’ öğrencisi ol­ duğu ve müdürlük yaptığı bu irfan müessesesine... Hele ‘odası’... O l­ duğu gibi korunması gereken paha biçilmez bir müzedir benim gözüm­ de...

SÜRECEK

(3)

11 AĞUSTOS 2005 P ERŞEMBE ~ b CUMHURİYET SAYFA

d iz i

-Yevfık

a

O rh an ..

K arav e"

f"T"fevfik Fikret çalışm asıyla d oçent olan / (19 4 4 ) e d e b iy a t ta rih ç isi P ro fe sö r -Z. M ehm et K aplan (1 9 1 5 -1 9 8 5 ): "... Yahya Kemal, N âzım H ikm et ve Beh­ çet N ecatigil gibi M ehm et A k if’in ustası da Tevfik Fikret’tir...” der. K a p la n ’ın v ardığı sonuç b u d u r am a bu sonuç M e h m et A k if ’le (E rso y /1 8 7 3 -1 9 3 6 ) ‘ustası’ a ra sın d a ü z ü ­ cü b ir ‘kavga’nm ç ık m a sın a e n g e l o la m a ­ m ıştır. K avgayı b a şla ta n ise y ersiz su ç la­ m a la rd a b u lu n a n A k if ’tir.

Y ıl 1905. N isa n ın 2 7 ’si.

T evfik F ikret, eşi ve o ğ lu H a lû k ’la b ir­ likte, N âzım a H an ım ’m b a b a sın a a it R u ­ m e lih is a rı’n d a k i y alıd a o tu rm ak tad ır. B ir K u rb an B a y ra m ı ‘arife’si!.. Ü ç k işilik a i­ le B o ğ a z ’da b ir sandal g ez in tisi y ap a rk en y a n la rın d a b ir b aşk a sa n d al belirir. İçinde; bem beyaz, k ıvrım k ıvrım y ü n leri özenle k ı­ n a la n m ış iki g ü ze l ve g ö ste rişli k o ç v ard ır v e h e rh a ld e b ir ze n g in k o n a ğ m a g ö tü rü l­ m ektedir, ertesi sa b ah k u rb a n ed ilm e k ü ze­ re. F ik ret, c e b in d e n b ir k a le m ç ık a rır v e o an d a k i isy a n ve ü z ü n tü sü n ü n zih n in e ‘dü­ şürdüğü’ d iz ele ri k ü ç ü k b ir k â ğ ıt p a rç a s ı­ n a yazar:

Din şehit ister, âsum an kurban; H er zam an, her tarafta kan, kan, kan... Beyni, yağm ur gibi yağan sözcüklerin ala­ n ın a u ğ ra m ış gibidir. U sulca:

- S ahile ç e k H alû k , der.

f

Yüzyıl başlarında ‘Rum elihisarı K ö yü ’! Minarenin sağında deniz tarafı üçer pencereli ‘sahilhane’ Tarih-i K a d im ’in bir g e ce d e yazıldığı ev.

T arih-i K adim ’ şiiri

ve Fikret - A kif kavgası

27 N isan akşam ını bayram ın ilk günü olan -yüz y ıl ö n ce sin in - 28 N isa n sa b ah ın a b ağ ­ layan sa atlerd e y a z ıla n ve ş a k i ‘H itab ’ ad ı­ nı v erm işk en ‘Tarih-i K ad im ’ o la ra k ü n ­ lenen 212 d iz e lik şiirin ö y k ü sü b ö y le b a ş ­ lar.

F ikret b ir d o stu n a y ılla r sonra:

- H ava o g e c e b ird e n b ire bozd u . Yağ­ m u r taneleri şiirin m ısra la rı ile b ir g arip âh e n k içindeydi... d iyecektir.

‘Tarih-i K ad im ’ (E s k i Ç a ğ la r T arih i),

M ehm et A kif Erso y yakınlarıyla... söylentiye göre bayram ziyaretine gelen Ro- b e rt K olejli ü ç ö ğ re n c isi ta ra fın d a n alm ır, ç o ğ a ltılır ve e ld e n ele d o la şa ra k ‘D ersa- ad et’in ü ze rin e b o m b a g ib i düşer. K im ile ­ rin ce bu, F ik re t’in kendi k en d isiy le v e g eç­ m işiy le h esap la şm a sıd ır. Ş iiri, d in se l n e ­ d e n le r ve k işise l ih tira sla rla çık a rıla n g e ­ re k siz savaşlara, y ağ m ala ra , y ak ıp y ık m a ­ la ra T a n n ’n ın se y irc i k a lm a sın ın a lışılm a ­ m ış b ir eleştirisi g ö z ü y le g ö re n le r de v a r­ dır. Y erleşik d ü z e n d e n y a n a tu tu c u la r ve İslam cılar ise ‘Tarih-i Kadim’in O sm anlı’ya,

İslam iy ete ve m e v c u t in a n ç siste m in e ağ ır v e b a ğ ışla n m a z b ir s a ld ın o ld u ğ u n u d ü şü ­ nür. Ş airin , in s a n la n v e u lu sları k e n d i k e n ­ d ile riy le y ü z y ü z e g elm ey e , ta rih le riy le h e s a p la şm a y a y ö n e lik in sa n c ıl felse fesin i an la m a y a n la r v e y a a n la m a k istem ey en ler, o n u n , h alk ı ve ö ze llik le g e n ç le ri d in d e n ca y m a y a ç a ğ ırd ığ ım ileri sürerler. B u n la r a ra sın d a ‘Sırat-ı M ü stakim ’ ve ‘Sebilürre- şad ’ gibi tu tu c u d e rg ile rin ö n d e g e le n im ­ z a sı M e h m e t A k if de v a rd ır v e y a k ın çev­ resin e F ik re t’le ilgili d u y g u la rın ı “ ...H er if A llah ’ım a, P eygam ber’im e kastediyor!.” sö z le riy le b e lirttiğ i söylenir.

Pişmanlık duyduğu dizeler

S o n u n d a, ‘Sebilürreşad’ d e rg isin d e y a ­ y ım la n ıp d a h a so n ra k ita p o la ra k b a s ıla n ‘Süleym aniye K ürsüsünde’ b a şlık lı şiiriy ­ le sa ld ırıy a g e ç e r M e h m e t A k if. O n u n , T ev fik F ik re t’e lay ık g ö rd ü ğ ü için so n ra ­ d an p işm a n lık d u y d u ğ u d iz e le r n e d e n iy le şairle b a rışm a k iste d iğ i söylenir.

F ikret ise yanıtım iki yıl sonra (1914) ‘Ta­ rih-i K ad im ’eZ ey l’ (E sk i Ç a ğ la r T a rih i’ne E k ) ile v ere c e k ve fa rk lı d ü n y a g ö rü şle rin ­ deki, fa rk lı y a p ıla rd a k i v e fa rk lı ü slû p la r­ d ak i ik i şa ir a ra sın d a k i ‘kavga’ so n b u lu r­ ken , ta rtışm a sı, b u g ü n le re d e k sürecektir. E n iyisi y a n d a k i b u d iz ele re b ir g ö z at­ m a k olm alı...

İstiklal Savaşı nasıl kazanıldı?

‘D arü lfü n u n ’da ‘m ü d errislik ’, G a la ta s a ­ ray ’da ve başka T üık k u ru m lan n d a hocalık yap­ m a sın ın yan ı sıra R o b e rt K o lej ’d e ‘T ü rk ede­ biyatı’ o k u tm a sın ı P ro te sta n k ilise sin d e p a ra k a rşılığ ı h ad e m e lik y a p m a k la e ş d e ğ e r b u la n İstiklal M arşı şairinin, istiklaline kavuşm uş ye­ n i T ü rk devletinde ç a lış m a k y e rin e g id ip M ı­ sır'd a h o c a lık y a p m a sın ı n a s ıl y o ru m la m a k ? K urtuluş Savaşı’n d an v e M ustafa K em al’den h iç b ir şiirin d e sö z e tm e m e sin e n e d em eli?

M ille tin umudu Mustafa

Kemal Atatürk

M e h m e t A k if ’in y ed i k ita p ta n o lu şa n ‘Sa- f a h a t’ın ın ‘ö n sö z’ü n ü o k u y a n la r b u so ru ların yan ıtım bulabilirler: G ö rü lec ek tir k i o rtad a ne M u sta fa K em al diye b iri v ard ır n e d e h e r tü r­ lü y o k lu k ve b itk in lik iç in d e u m u d u n u O ’n a b ağ lam ış im a n lı b ir m ille t!..

N e S am su n n e de A m asy a, E rzu ru m , Sivas, H a c ıb e k ta ş ve A nkara!..

N e ‘şeyhülislam ’ fetvası ve Vahdettin ta s­ d ik li id a m fe rm an ları n e de ‘K em alcilerin’ ü stü n e sü rü len P ad işa h m a rk a lı ‘H ilafet O r­ duları’!..

Tabii, n e de k a h ra m a n T ü rk O rd u su ve A n ­ k ara M ü ftü sü Börekçizade Rıfat Efendi gibi ay d ın d in ad am ları!..

K ısa ca sı; ‘M illi M ü cad ele’ lid e rsiz fila n , -n erd ey se - k o la y c a k a z a n ılm ış v e ‘m uhalefet cep h esi’n d e k i B u rd u r m e b u su A k if B e y ’in B a lık e sir’de, K o n y a ’da, K a s ta m o n u ’d a v e rd i­ ğ i v a a z la r d a ta b ii ç o k etk ili o lm u ştu . “Birin­ ci M eclis’in görevi zaferi kazanm akla son bul­ d u ğ u n d a n ” o d a

k e n d is in i ‘m a işet derdinden kurtar­ mayı taahhüt eden' P rens Abbas H alim P a şa ’n ın d a v e ti üzerine ‘huzur için­ d e ç a lışa b ile c e ğ i’ M ıs ır’a g id e b ilird i artık!.. B ir A m e r ik a n o k u lu n d a ‘T ü rk Edebiyatı B ölüm ü’ k u r u p y ö n e tm e k ‘Protestanlara hiz­ m etle’ eşd eğ erd i.

F ra n sız , İn g iliz , A vusturya, İtaly an ve A lm a n o k u lla ­ rın d a ç a lışan say ı­

sız T ü rk ö ğ re tm e n d e b u d u ru m d a e n az ın d a n g ü n a h a g irm iş oluy o rd u .

B u g ü n de g irm e k te o ld u k la rı g ibi...

A kif’in üslubu...

M ehm et A k if ’in Tevfik F ik re t’i ‘zan­ goçluğun’ yanı sıra ‘çifte ban­ dıralı h e rif’likle, ‘egzantrik- lik ’le, h atta ‘deli kılıklı bir m an i’si o lm a k la su ç lam ası; k ısa c a sı, on u b ir ru h h a s ta ­ sı gözüyle gö rm esi, k im i k a ­ lem leri ra h a tsız etm iş o lm a ­ lı k i b u n ite le m e le rle şairin ‘üslubunun dışına çıktığım' öne sürm üşlerdir. O nlara g ö ­ re aşırıy a k a ç a n b u sö z c ü k ­ ler ‘istisnai’ şeylerdir.

A ca b a gerçek ten öy le m i? “ Türk Arapsız yaşam az. K im ki ‘yaşar’ der, delidir! / Arabııı Türk ise heııı sağ gö­ zü hem sağ elidir!..” d iz e le ­ riy le T ü rk lü ğ e A ra b ın kim i u zu v ları o lm ayı lâ y ık g ö re n A k if ’in y e r y e r k u lla n d ığ ı sözcükler, en h a f if d ey im le şa şırtıc ıd ır. A şağ ıd ak i d izeler, onun, h e p s i d e ‘Safahat’ta y a y ım la n a n

şiir-le rin d e n (!) alınm ıştır:

‘Ayran daha m idesinde kaynar/ K al­ kar da teres bilardo oynar...’

‘Sâde bir fuhşum uz eksikti, evet, Rus- lardan/ O nu ikm al ediverdik m i bizim ­ dir meydan...'

‘K aradağ haydutu, Sırp eşşeği, Bul­ gar yılanı/ Sonra Yunan iti, çepçevre ku­ şatsın vatanı!..’

‘- Yavaş be!/ - Ç ü ş be! G özün kör m ü ?/ -Pardon! / İllallah!/ Nasd ki çıktı şu ‘p ardon’ eşşeklik oldu m ubah!..

‘H erif am m a da hışır...’

‘D om u zçob an lan ‘Balkan'da hâne- dan-ı vakûr!..’

‘G eberm ek istem iyle biz!., desek de kim dinler?’

‘ Yükselcrek kuş gibi Balkanlara/ Ö y­ le satır at ki kuduz B ulgar’a/ Bir daha Osm anlI’ya güç sırtara!..’

B u n ları o k u y u n c a insan, T evfik F ik ­ ret ‘zangoçlukla’ u cu z k u rtu lm u ş diye d ü şü n m e k te n k e n d in i alam ıyor...

S Ü R E C E K

Tarih-i Kadim

Kahramanlık... Esası kan, vahşet;

Beldeler çiğne, ordular mahvet;

Kes, kopar, kır, sürükle, ez, yak, yık;

Ne ‘am an’!bil, ne ‘a h ’! işit, ne ‘yazık’!

Geçtiğin yer ölüm, elem dolsun;

Ne ekinden eser, ne ot, ne yosun!

Sönsün evler, sürünsün aileler;

Kalmasın hırpalanmadık bir yer;

Her ocak benzesin mezar taşına;

Damlar insin yetimlerin başına...

Parçalan, ey parıltısı sönmüş taç!

Şu yığınlarla sefil ve muhtaç

Hep senin, işte, hep senin eserin!

Gözyaşından yapılma incilerin...

Ne savaşçı, ne savaş, ne istilâ:

Ne sataşma, ne saltanat, ne eşkıya...

Ben benim, sen de sen; ne tapılan ne tapan!

Yırtılır ey köhne kitap yarın,

Fikirlere mezar olan sayfaların..

Şüphe, bir nûra doğru koşmaktır;

Hakkı aydınlatmak akıl için haktır.

Göçüyorsun da gök ve yeryüzüııle

Yok tabiatta bir inilti bile

Süleymaniye

Kürsüsünde

Robert Kolej’deki sanat dâhisinin kalemi

Vurur bu darbeyi isterse... Çünkü haddine mi

Hükümet’in ona kalkıp da itiraz etmek?

Herifte bandıralar çifte, tek de olsa direk!

Dehâların çoğu egzantrik ya hani,

Bu şahısta da var bir deli kılıklı mani..

Ne var ne yoksa mukaddes, onunla bitti demek!

Gençliğe hak veririm... Çünkü üç beyinsiz inek

Yazıp dağıttı o m el’un isyan beratını;

Çocukların yüreğinden kopardı îmmânı!

Ediplerimiz hele gayetle bayağı mahlûkat,

Halkı aydınlatacak öyle mi bunlar; heyhat!

Kimi garbın yalnız fuhşuna gönüllü simsar;

Kimi ‘İran malı ’ der, köhne alır hurda satar.

Serseri., hiçbirinin mesleği yok, meşrebi yok.

Filozof hepsi, fakat pek çoğunun mektebi yok.

Şimdi Allah ’a söver, sonra biraz bol para ver,

Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder!?!

Tarih-i

Kadim Zeyl

Ben ki, üç beş kuruşu tercihinden

Protestanlara zangoçluk eden

Şairim...

Bana anlatma o güzel dini

Bilirim ben de senin bildiğini...

Sevdim Allah ’ı da Peygamber’i de;

O alay kaldı bugün hep geride.

Anladım çünkü hakikat başka,

Başka yoldan varılırmış Hakka!

Şimdi cennete cehenneme aldırmadan

Süzerim evreni hayran hayran...

Doğruluk, sevgi, vefa ve tevazu,

Merhamet, iyilik ve yurtseverlik, hakkaniyet

Sonra bir şaire ‘zangoç ’ dememek...

Peygamberlere göstermem ilgi,

Bir örümcek götürür Hakka

beni...

Kitabım tabiatın kitabı,

Bendedir iyinin de kötünün

de sebebi.

Varırım

böylece

mezarıma dek,

D iriliş

ve

öbür

dünyaya gerek görmem

pek.

Taşırım

coşkun

yüreğimde

İnsanın aşkını da

elemini de.

Din-i Hakk bence

bugün din-i hayat,

Sen ne dersin buna,

Ey Molla Sırat?..

'!lı

(4)

12 AĞUSTOS 2005 CUMA CUMHURİYET SAYFA

DİZİ

Fikret b ir ahlak kılavuzu idi

Taşırım coşkun yüreğim de / İnsa­ nın aşkını da elem ini de...

D ev letin çö k ü şü n ü , y ö n e tic ile rin u m u rsam az lık v e a ç g ö z lü lü k le rin i, toplum k atm an ların ın ça resizlik için­ de çırp ın ışla rın ı b e n liğ in in d e rin lik ­ lerinde b u d en li h iss e d e n b ir b a ş k a ­ sı v ar m ıy d ı a c a b a “Osm anlI m

ül-Ölümünün 90. yılında

Tevfîk Fikret

ıey

-Orhan

Karayeli

k ü ” n d e ? O lu p b ite n le ri g ö rd ü k ç e k a h rın d a n h e m e n h e r g ü n y en id en ö lüyor ve b ir arkadaşına yazdığı m e k ­ tu p ta şö y le diyordu:

“ ... K oca bir âlem içinde yalnızım. En yakın arkadaşlarım ın arasında sokağa çıplak çıkm ış bir adam hissiy­ le titriyorum ... H erk es bu rezil or­

tam da nefes alabiliyor... Benim ise kendim i taşlara çarpacağım geliyor, fakat hani benim sam im i kanım la kirlenecek bir tem iz taş...”

E n y alan ın d a b u lu n m u ş k im i ark a­ daşları, Hüseyin C a h it’ler, Süleym an N a z if ler bile o n u anlayam ıyor, a rk a ­ sın d an k o n u şm a k ta sa k ın c a g ö rm ü ­ yorlardı.

“Tarih-i K ad im ” n e d e n iy le M eh ­ m et A k if ve b e n z erle ri ü stü n e ü s tü ­ n e g e lm işle r v e o n u p a ra k a rşılığ ın ­ d a b en liğ in i sa tm a k la su ç lay a ra k ca- n ev in d e n v u rm u şla rd ı.

B u a ra d a h iç b e k le n m e d ik b ir şey olm uş ve soylu b ir aileden g elen g en ­ c e cik b ir “m üd erris”; so n ra k i y ılla ­ rın d ü n y ac a b e n im se n ip y ü c e ltile n b ir ed e b iy a t ta rih ç isi, o n u n , d o ğ ru d e ğ e rle n d irilm e si g e re ğ in i h a y k ır­ m ıştı.

Politika batağına

saplanan Fuad Köprülü

E n o lg u n ç a ğ ın d a p o litik a b a ta ğ ı­ na saplanıp kalan Profesör Fuad K öp ­ rülü (1 8 9 0 -1 9 6 6 ) 1918 ’de y a y ım la ­ n a n “Tevfik Fikret ve A hlakı” isim ­

Ziya Gökalp.

li k ita b ın d a şu n la rı y azıy o rd u : “ ... N am ık K em al'in ölüm ünden beri zulüm ve istibdatın korkunç ha­ yaletine karşı kuvvetle haykıracak bir şair yetişm emişti... İsyan feryat­ larından uzak duruyor ve kişisel üzün­ tü ve aşklarının şarkısını söylüyor­ lardı... ‘S is ’ m anzum esi, H isar’ın ye­ şil sırtla rın d a n İstanbul’un kayıtsız ve m iskin sem asına bir bom ba gibi dü­ şünce bütün T ü rk gençliği tanrısal

bir titrem e ile sarsıldı. Artık., vatanın kaderine ağlayan, vatan düşm anları­ na lanet yağdıran bir şairin yaşadığı­ nı biliyorduk... ‘B ir L ah za-i T ea h h u r’ o zam anki gençlik âlem inde A bd ü l- ham id’e isabet etmeyen bombadan da­ ha m üthiş bir güm bürtü ile patlam ış­ tı... Ö lüm ünden beri geçen kısa süre, on un , geleceği keşfettiğini gösteri­ yor...”

“... En ufak bir şaibe Ue lekelenm e­

yen vicdanı, açık ahu ve büyük ruhuy­ la ‘A ş iy a n ’d a yaşarken, ‘H is a rla r ­ d a n ’ hiç farkı olm ayan bir nam us ve erdem anıtı karşısında bulunduğumu­ zu hissediyorduk...”

“ ... ‘T arih-i K a d im ’ unvanlı m an­ zu m esi d ik k ate alın arak F ik ret’in gençliğe dinsizlik felsefesi telkin et­ m eye çalıştığım söylem ek haksızlık­ tır... O , gençliğin ruhunda ‘k u d siy e t d u y g u la rı’ uyandırm aya çalışan bir

ahlak kılavuzu idi.”

Ç a ğ d aşı, ö n e m li f ik ir a d a m la rın ­ d a n b irk a ç ‘g örü ş’ d a h a b e lirtm e k gerek irse... A b d iilh ak H âm it’e göre, o “ ... okuyucularını düşünm eye zor­ layan bir büyük fikir adamıydı...” Z i­ y a G ö k a lp ise F ik re t’in g e rç e k “ m is­ yonunun” R ö n e sa n s h a re k e tin i d il­ de, s a n a tta ve a h la k ta o lg u n lu ğ u n so n d e re c e s in e u la ş tırm a k o ld u ğ u ­ nu b e lirte re k “ ... O , bu rolü hakkıy­ la yerine getirdi Ü m m et ruhuna, üm ­ m et uygarlığına son ve kesin darbe­ yi vuran yenilikçi, edebiyatım ızı as­ rileştirip insanileştiren bir dâhim iz- dir...” d iyordu.

N ih ay e t Atatürk: “ ... Bu yurdun ve ulusun uygar dünya ulusları ara­ sında ün ve onurlu yaşayabilm esi için gereken her şeyi düşünen, yazan ve bu uğurda yaşam ım feda eden şair, ka­ ranlıklarda bir nur görerek yurttaş­ larım o nura götürm eye çalışan yegâ­ ne insandı.

O ndaki heybet ve vakur ahenk hiç­ b ir şairim izde yoktu. A n cak onu iyi tanıyanlar ve tanıyacak olanlar benim bugün yap m ak istediğim i kavraya­ bilirler...”

Tevik Fikret, Robert Koleji’nde hocalık yıllarında (solda)

1912 ’rıin ‘Yağma

Sofrası ’ndan bugünlere

K im seden fayda u m m am , di­ lenm em kol kanat / K endi boşluk ve gökkubbem de uçar giderim / Eğilm ek, esaret zincirinden ağır­ d ır boynum a / Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.

K ısa cık b ir d ö rtlü k le ken d in i n e g ü zel an latm ıştır T evfik F ik ­ ret. A n c a k o n u y eterin ce ta n ıy a ­ b ilm e k için e n azından b aşlıca şi­ irle rin i o k u m a k gerekir. Ö rneğin; b ir “ Y ağm ur”, “ Sen O lm asan” v e “ S is” ... “ S abahO lursa”, “Rü- cu ”, “Prom ete” ve “H alûk’un Ve- da’f ... Tabii, “Ferda”, “Halûk’un A m en tü sü ”, “Tarih-i K adim ” ve “ R ü b ab ’uı Cevabı... “ Kaya K ita­ besi” ve “T arih-iK adim ’eZ evl” ...

H e p si de k la sik o lm u ş v e esk i k u ­ şa k ların b e n liğ in e sin m iş; gen ç k u şa k la rın da b ilm e si g ere k en şi­ irler. H ele, d ö n e m in y ö n eticileri­ n i e le ş tirm e k iç in y a z ılm ış b ir “ Han-ı Y ağm a” (Y ağm a S ofrası) v ard ır ki, 93 y ıl so n ra., b u g ü n de -n e y a z ık k i- e s k im e d iğ in i ü rp e- re re k h isse d e rsin iz ...

“Aşiyan'daki k âh in ”, “Bu har­ m anın gelir sonu...” d e rk e n -n e y a z ık k i- y an ılm ış! “Y ağm a Sof­ r a s ı n ı n a ç la n “ ...yutulmaya ha­ zır, şu milletin hayatım...” y iy e y i­ ye bitirem iyorlar.

“ H arm anın sonunun gelm esi için...” acab a b ir 93 y ıl d a h a m ı b ek lem e m iz gerekecek?..

Hân-ı Yağma (Yağma Sofrası)

Bu sofracık efendiler -ki yutulmaya hazır Huzurunuzda titreyen -şu milletin hayatıdır. Şu milletin ki can çekişir, şu milletin ki açılıdır Fakat sakın çekinmeyin; yiyin, yutun hapır hapır.

Yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofrası sizin; Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler, p e k açsınız, bu çehrenizde bellidir; Yiyin, yem ezseniz bugün, yarın kalır mı, kim bilir? Şu nimetler sofrası bakın, gelişinizle övünür Bu, hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir.

Yiyin efendiler yiyin; bu içaçıcı sofrası sizin; Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Hepsi bu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say; Soy sop, şeref ve şan, oyun, düğün, konak, saray. Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay; Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofra sizin; Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar, İhtişamın gururu var, intikamın sevinci var. Bu sofra iltifatınızdan işte mutluluk umar Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin; bu can katan sofra sizin; Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa: malını, Vücudunu, hayatını, ümidini, hayâlini, Olanca rahatını, gönlünün tüm sevincini, Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helâlini...

Yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofrası sizin; Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak! Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak! Bugün ki mi deler kavi, bugün ki çorbalar sıcak, Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin; bu haykıran sofra sizin; Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

(Haziran 1912) 19 A ğ u sto s 1915 sabahı Tevfik Fikret, sırtüstü yatıyor ve hiç de ölm üşe benzem iyordu. Sakalı tıraşlı, s a d e ce gözleri kapalıydı.

Tevfik Fikret ölüm döşeğinde...

Ve... 19 A ğ u sto s 1915 sa b ah ı. O d asın d ak i

ca m fan u slu sa a t 0 2 .2 0 ’y i g ö ste rirk e n “A rtık yıkılıyorum ... yavrum ... yavrum...” d iy e re k öldü.

S ırtü stü y a tıy o r ve h iç de ö lm ü şe b en z em iy o rd u . S ak alı tıra şlı, gözleri

k ap a lıy d ı. B a şın ın altın d a k i y a stığ ın k ılıfı v e g ö ğ sü n e k a d a r ç e k ilm iş ö rtü gibi B o ğ a z iç i’n i se y re ttiğ i p en c e re n in tül p erd e le ri de

b em b ey a zd ı. E trafı, “A şiyan” m b ah çesin d e

ö ze n le y etiştird iğ i çiçe k lerle b ez e n m işti. K ısa k o llu g ec e liğ in d e n ta şa n k o lla n , ö lü m d ö şe ğ in d e k i b itik b ir a d a m ın k in d e n ç o k h âlâ g ü re ş tu ta b ile c e k b ir esk i ve g ü çlü

p eh liv an ın k ile ri d ü şü n d ü rü y o rd u . S an k i ö lm e m işti de sıc ak b ir a ğ u sto s öğle

so n ra sın ın esin tisin d e ö ğ le u y k u su n a y a tm ış g ib iy d i. “Vicdanla inandığı ulvi ve m ünezzeh, kudsi ve m uallâ kudreti külliyesine”

k av u şm u ş o lm a n ın m u tlu lu ğ u o k u n u y o rd u

h u z u rlu y ü zü n d e .

B u k a d a r ca n lı, ra h a t v e g ü z e l b ir ö lü y ü z ü b e lk i d e h iç g ö rü lm e m işti d a h a önce. A slm d a ö lm e m işti de!..

D o k sa n y ıl so n ra a ra m ız d a g e z in iy o r v e b ir şe y le r an la tm a y a çalışıy o rd u :

“ ...Am an dikkat edin çocuklar!” diyor. “G elibolu’daki M iralay’ın ve O ’nun yanında toprağa düşenlerin kem iklerini sızlatacak bir şey yapmayın. Eserine ihanet etmeyin!..” “ ...Türkiye’yi yeniden karanlığa g öm m ek isteyenlere izin vermeyin!..”

“ ...Haydi durmayın!..”

Babalar ve oğullan

Tevik Fikret’in Galatasaray Lisesindeki olduğu gibi korunan müdür odası. : ulusu ve edebiyatı için ü z ü ­

cü b ir olay o la n “ Fikret- A k if kavgası”, kim i tu tu c u çe v rele r ta ra fın d a n H a lû k ’u n p ap a zlığ ı se ç ­ m esi b ah a n e ed ilerek , F ik re t a le y h i­ n e sü rd ü rü lm ey e çalışılm ıştır.

Yeri g e lm işk e n , b a b a la rı ta ra fın ­ d a n e n iy i b iç im d e y etiştirilm ey e ç a ­ lışılan b u iki talih siz ço cuğun nasıl bir “ so n ” la y a ş a m d e fte rlerin i k a p a ttık ­ la rın a b ir g ö z atalım :

Ö n c e “ C u m h u r iy e tk e n b ir haber:

Orhan Karaveli, Tevfik Fikret ve Halûk Ger­ çeği, Pergenıon Yayını, 312 sayfa. 14 Y TL

“...Ünlü T ü rk şairi Tevfik Fikret’in Hıristiyan olup A m erikan uyrukluğu­ na geçen oğlu H. H alûk Fikret, 9 H a­ ziran 1965günü Amerika’nın Park La­ ke şehrinde kanserden ölm üştür. Ö l­ düğünde 72 yaşındaydı. Fikret'in tek

çocuğu olan H alûk, R obert Kolej ’i bi­ tirdikten sonra, yükseköğrenim için İs- koçya’nın G lasgow şehrine gitm iş ve burada Hıristiyan dinini kabul etm iş­ ti. 1913 yılında A m erik a ’ya göç et­ miş; m ühendis olup uzun yıllar deği­ şik üniversitelerde öğretim üyeliği yap­ m ış; 1943 yılınd an sonra ise çeşitli kentlerin kiliselerinde vaizlik ve papaz­ lık görevi üstlenm işti. Ö ldüğü zam an Park L ake şehri Presbitaryen K ilise­ si ‘b a ş p a p a z ı’ idi...”

Bu “ h aber” de M illiy e t g a z e te sin ­ den:

“ ...Şair M ehm et A k if E rsoy’un oğ­ lu M eh m et E m in Ersoy, (İstanbul) Tophane (sem tinde) Hacı M im i Soka- ğ ı’nda b ir kam yon kasası içinde ölü bulunm uştur. D evam lı olarak alkol alan 45 yaşındaki M ehm et E m in E r­ soy’un bir kalp krizi sonucunda öldü­ ğü anlaşılmış ve cenazesini kaldıracak bir m akam bulunam adığı için ceset uzun süre sokakta kalmıştır! Ü ç yıl ön­ ce eşi ölen M ehm et E m in Ersoy, ken­ dini uyuşturucu m addeye verm iş ve Tophane’nin arka sokaklarında yaşa­ maya başlamıştı!..”

BİTTİ

. i .

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

baktığımızda, çoğunun gezegen benzeri uydulara sahip olduğunu görüyoruz. Bu uydulara ‘gezegen benzeri’ denilmesinin sebebi, sahip oldukları manyetik alan ve

ABD’de bilimsel çal›flmalara finansman sa¤layan Ulusal Bilim Vakf› (NSF), 2015 y›l›na kadar nanoteknoloji alan›- na 1 trilyon dolar destek sa¤layacak.. Nanoteknoloji,

Pi lo mat rik so ma lar as lın da der ma to log lar ve pa to - log lar için na dir gö rü len ol gu lar de ğil dir. Mar ro gi ve ark. Der mal ya da sub kü tan yer le şim li dir. Pi

Man- dihulanın korunduğu durumlarda glossektomi ile birlikte boyun disseksiyonu sonrası intra oral sütür dehisansı ve fistül sık karşılaşılan bir komplikasyondur..

Çalışmada, labo- ratuvarımızda izole edilen S.pneumoniae suşlarının çeşitli antibiyotiklere karşı direnç oranlarının belirlen- mesi amaçlanmıştır.. GEREÇ

H alk ın gözü

Aynı anlayış çerçevesinde İzmir örneğinde 3998 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra söz konusu yasanın yürürlük tarihinden önce kurulmuş olan

Eğer bir şiir mırıldanmak gelse içinden, hep dudaklara sarılan söz­ cükler, esasında dizeler neler olur.. O konu, insanı ve hele şairi bes­ leyen evrensel