• Sonuç bulunamadı

Fikret Mualla'yı on yıl önce yitirmiştik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fikret Mualla'yı on yıl önce yitirmiştik"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Fikret M uallâ 'yı on yıl önce yitirmiştik

KAYA ÖZSEZGİN

“ 19 temmuz akşamı ne­ şeyle yemeğini yedi, tele­ vizyon seyretti, sonra “ So- us les Ponts de Paris” (Pa­ ris köprüleri altında) şarkı­ sını mırıldanarak, iki has­ tayla birlikte pa yla ştığı odasına çıktı. Geceyansı kontrolü yapan hastabakı­ cı, keyifle sigara içmekte olduğunu görünce, bunun yasak olduğunu hatırlattı. Fikret de gözlerini kapayıp uykuya daldı. Sabah saat1 altıda, günlük m asajını yapmak için uyandırmak istediklerinde ölmüş oldu­ ğunu farkettiler. Tam iste­ diği gibi ölmüştü: Bembe­ yaz çarşaflarda ve uyur­ ken...”

Orhan Koloğlu, Fikret Muallâ’nın yaşamını belge­ sel bir dille anlattığı kitapta (1971), ressamın son saatle­ rini böyle bağlamıştı. Fran­ sa’nın sapa bir kasabasın­ da, yeteneğini ve gücünü keşfetmiş yaşlı bir kadının (Mme Angles) koruyuculu­ ğu ve gözetimi altında son nefesini veren Fikret Mu- allâ’nm yaşamı, elbette yu­ karıya aldığım satırlarla son bulacak yalınlıkta ve anla- şüırlıkta değildi. Çelişkiler, bunalımlar, sürtüşmeler ve uyumsuzluklar, ressam ola­ rak yaşammı sürdürmek isteyen, başkaca hiç bir şey düşünmeyen bu “ akıllı de­ li ” de derin karşıtlıklar ya­ ratmış, çevreyle arasını i- yiden iyiye açmıştı. Bu tür karşıtlıkların biraz azını ya da daha çoğunu, derece derece çağdaş sanat çevre­

lerinde izlem iş, izle­

mekte olanlar için Fikret

Muallâ’nm uyumsuzluğu,

ilk bakışta pek de karşı çıkılacak, sağtöre ve top­ lum kuralları adına yadırga­ nacak bir özellik değildir. Sanatçının düş zenginliği, geleceğe ilişkin tasarımları, yaratıcı duyarlığı, onu ister istemez soydaşlarından ayı­ rır, benzersiz bir kişi yapar. Çevreyle çatışm ası bile,

çevre admadır. Emerson

"Bir insanın kendi yeteneği­ ne olan güveni, inanışın ta

kendisidir” demekte haklıy­ dı. Fikret Muallâ da, bu güveni kendinde gördüğü içindir ki, inanışın yozlaş­ mış biçimlerinden hiç birine iltifat etmemişti. Her şey­ den önce gerçekçiydi; ger­ çekçi olarak yaşamını sür­ dürmenin, kendi kişiliği için temel koşul olduğunu bili­ yordu, bunun bilincindeydi. Elektriği olmayan A yva­ lık’ta resim öğretmenine de gerek olmadığını söylemesi, oldukça anlamlı değil mi­ dir? “ Üsera Karargâhı” nda yazdıkları, bütünüyle bir içtenlik belgesidir. Şöyle diyordu örneğin:

“ Ben hürriyetimi çok se­ verim. Bunu nâçiz sükû­ tumda bulurum. Resim ya­ parken ibadet eder gibi sükûneti beynimin tepesin­ de, saçlarımın dibinde his- sedemezsem, o zaman bili­ rim ki bir yanlış işle meş­ gulüm veya işgal edilmi- şimdir. Bu yanlış meşguli­ yetten kurtulmak için, ev­ velâ üç-beş kadeh rakı içe­ rim. Eğer bu yanlış meşgu­ liyet daha sürerse, fitil gibi olur, çatacak, kavga edecek adam ararım” .

Fikret Muailâ’yı "doğru meşguliyet” e, yani kafasın- ca ve gönlünce resim yap­ maya yönelten koşullar be­ lirmeyince, üstelik sürekli izlenen b:'~ insan derekesine

düşünce, özgürlüğü seç­

mekte gecikmedi. Onun için ikinci bir seçenek söz konu­ su olamazdı. Ona göre, sanat toplumun istediği, toplumun çizdiği dar sınır­ lar içinde kalamazdı. Bu, toplumu küçümsemek de­ ğil, topluma saygı duymak­ tı. Çünkü sanat -Camus’- nün deyimiyle- toplumun isteklerine bağlı kalsa, dar bir eğlence aracı olur çoğun­ lukla. Bunu yapmayıp da, sanatçı kendi düşleri içine çekilirse, bir “ red” di de- yimlendirmiş olur. Her iki durumda da “ yaşayan ger­ çekten kesilmiş bir sanat" çıkarma olasılığı var. Fikret Muallâ belki bütün bir yaşam boyunca bu “ red” di deyimlendirmiş oldu ama,

gene de yaşamdan, insan­ lardan kopmadı; tam tersi­ ne, Paris’in soyutçu resim dünyasına yanaşmadan ve kendi kişiliğini yadsımadan insanı ve yaşamı seçti. Resminin tüm olanaklarım, bu insan ve yaşam gerçeği üzerinde temellendirdi. Hiç bir akıma ya da kişiye bağlan m ayışı, doğru dan doğruya yaşamın özünden kaynaklanan kişisel bir du­ yarlığa bağlı kalışı, formül­ lerden ve ekollerden bıkmış olan batının gözünde de gerekli yeri bulmakta gecik­ memişti. özgür ve bağımsız bir yaşam biçimi, onun resimlerine benzersiz bir

görünüm kazandırıyordu.

19 temmuz 1967 günü ölm üştü Fikret M uallâ. ölümü üzerinden tam on yıl geçti. Yaşadığı sürece sahip çıkmadığımız, kendi kade­ rine ve acısına terkettiğimiz bu sanatçı için, ölümünden sonra ne yaptık? Kemik­ lerini T ü rk iy e’ye, kendi yurduna taşımanın ötesin­ de, Fikret Muallâ adını yaşatacak, yapıtlarını gele­ cek kuşaklara aktaracak ne gibi girişimlerde bulunuldu? Kocaman bir hiç... Geçen yıl Ankara’da Vakko Sanat Galerisi’nde resimlerinin bir bölüm ü sergilen diğinde, kültür görevlilerimiz, ayak­ larına kadar gelen bir hiz­ met fırsatını bile değerlen- diremediler. Kısa bir süre

önce Paris bedesteninde

yüz otuz resmi satışa çıka­ rılırken, açık artırmada bir tek görevlimizin bulunma­ yışından dert yanıyordu Fe­ rit Edgü ve Sanat Dergi- si’nin 233. sayısında yer alan bu konuyla ilgili yazı­ sını şöyle bitiriyordu: “ il­ gililerin ilgisizliği, bilgisiz­ liği ve vurdumduymazlığı karşısında yalnızca çıldırı­ yorum.”

Bir Fikret Muallâ’ya sa­ hip çıkamayan, yapıtlarını m üzesine -hangi müze?- mal edemeyen bir toplu­ mun, gerçekten batılı ve uygar bir toplum olduğunu söylemeye, doğrusu insanın dili varmıyor.

Referanslar

Benzer Belgeler

Dizide okuyucunun daha az tanıdı­ ğı sanatçılarla ilgili ciltler, özellikle de çağımıza daha yakın dönemlerle ilgili klasikleşmiş yazarlara ayrılacak

The dilatometer data of the dimensional change or shrinkage (dL/L0) and shrinkage rate (dL/dt) of the pellets in the first stage sintering zone is given in Figure 3 depending

Okmeydanı ile sim­ geleşmiş her biri birer sanat eseri olarak tasarlanmış bu dikilitaşlan bulabilmek bugün zorlu bir araştır­ mayı, hatta arkeolojik

Kültür endüstrisinin ideolojisi, panzehirini yine kendi içinde taşır (Dellaloğlu, 2001: 96). Endüstri’nin kendisiyle çelişir hale gelebilmesi için, belirli bir

Verilen bilgilere göre ayrıca darülkurra, Cumhuriyet döneminde önce sağlık müzesi, ardından müftülük binası, 1968’den sonra Kültür Bakanlığı’na bağlı

Aya Yorgi manastırı, denize i- nen sert bir yamacın üzerinde inşa edilmiş olduğundan burası halk ara­ sında «Krimnos» yâni «Uçurum» manastırı diye de

Numune Maks.. fazla tokluk kazanımı elde edilerek üstün bir tokluk değerine ulaşılmıştır. Saf epoksi Zn nanopartikül ilaveli numunelerin postkür uygulanmış ve

Kemal paşa zade Sait beyin mnhtumu babaaum- j el yazısile yazılmış bazı notlarını j görmem için bana