• Sonuç bulunamadı

Hatırlayabildiklerim

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hatırlayabildiklerim"

Copied!
32
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Hatırlıyabildiklerim

Bir kış gürü idi. Doğduğum Herseğ*in Trebin kasaba­ sından araba ile yola çıkarılıyordum. Beni uğurlıyan babamın gözleri yaşlı, fakat ümidli ve kararlıydi. Yola çıkarılıyor­

dum, diyorum, çünkü sonradan hesap ettiğime göre o sırada, henüz on yaşmdaidim. Bundan dolayı Sarayevo'ya kadar araba­

daki bir tanıdığa emanet edilmiştim. Sarayevo*dan trene bin­ mek için bana kim yardım etti, hatırlıyamıyorum. Pek iyi hatır­ ladığım tek şey, şiddetli ve karlı bir kış gününde Belgrad*a varışımdır.

Trebin’e nisbetle çok büyük ve mamur olan Belgrad şehrinin küçük kafamda uyandırdığı hayranlık ve ürkeklik içinde beni İstanbul*a götürecek olan konvansyoneli beklemek lazımdı, İstaüsyonun perronunda duramazdım. Hava çok soğuktu. Fakat dışardan pırıl pırıl görülen restorana da bir türlü

girmiye cesaret edemiyor, ellerimde bavulum ve yiyecek sepetim olduğu halde kapuda soğuktan titreyip duruyordum. Yanımdan

geçen iri yari Sırp sabiti, şaşkınlığımı farketmiş olacaklar ki beni kolumdan tutup içeri soktular, oturdular, yemek yedirmek istediler, fakat tenbihliydim, kabul etmedim. Onlar da fazla İsrar etmediler ve yemeklerini yedikten sonra, içlerinden birini beni trene bindirmek üzre, yanımda bıraktılar. Bana karşı centil­ mence davranan, fakat bir taraftan da, Türk olduğumu İsrarla tekrar etmeme karşı, Türkçe bilmediğimi ileri sürerek Sırp sayı­ lacağımı telkine çalışan bu zabitin yardımiyle dirki yerleştim, ysida

Yolda, babamın ve annemin nasihat ve tenbihlerine göre iyi davrandığımı düşünüyordum. Babam, Bosna-Herseğ*de, Türkçe bilmezse bile, bütün müslümanlarm Türk olduğu kanaat ve gelene­ ğini kafama iyice yerleştirmişti. Annemde yolda, kendisinin

verdiği kumanyadan başka hiç bir yiyecek kabul etmiyeceğime dait bana yemin verdirmişti.

(2)

2

İki gün sonra idi ki İstanbul’da, Sirekci garında bulunuyordum. Beni İstasyonda amcamın oğlu, üniformalı olarak Haşan Bey karşıladı.(1899).

idi. Bir sene önce, izinli olarak, akrabasını ziyaret etmek üzre, Trebin^e gelmiş, fakat pek az kalabilmişti. Çünkü Hünkâr yaverliğinin parlak kiyafeti, kasabada müslümanlar arasında nekadar hayranlık ve övünme hissi uyandırmışse Avusturya

İdarecilerini de| o kadar sinirlendirmişti. Bundan dolayı dirki kasabaya gelişinden bir kaç gün sonra Haşan Beye, Avusturya

İdarecileri tarafından ziyaretinin kısa kesilmesi lüzürnü fısıl- danmıştı. Şimdi anlıyorum, Haşan Beyin bu ziyareti ile benim İstanbul’a gelişim arasında bir münasebet vardı. Haşan Beyin istiskal edilmesi, ailede sinirlilik uyandırmış, ailemiz fert­ lerinin, epey uzun zamandan beri başlıyan hicret temayülü,

bu hadise dolayısiyle, tazelenmiş ve kuvvetlenmiş, benim yaşımın biraz daha ilerlemesini* beklemeğe de imkân bırakmamıştı. Babam

da hicrete karar vermiş olacaktir ki ilk önce, yaşım küçük ol­ makla beraber, ablalarımdan sonra en büyük oğlu olan beni, öncü

olarak, Saltanat ve Hilafet merkeziyle daha sıkı bir münasebet kurmuş olmak için İstanbul’a sevkediyordu.

Bosna’¿a ve Hersek’de ailenin asıl varisi ve İstikbalda sorumlusu büyük erkek evlat sayılırdı. Babam Süleyman Bey,

Herseg’in eski ve taninmiş büyük ailelerinden Resulbegoviç* lere mensuptu. Annem ise Fransız aslından idi. Annemin büyük babası, Dalmaçya’yi istila eden Uapolyon ordusunun bir zabiti iken, ağır yaralanması yüzünden, Trebin’de kalmaya mecbur olmuş ve iyileştikten sonra memleketine dönmeye istemiyerek burada yerleş­ miş, müslümanlığı kabul ettikten başka bir müslüman kızıyle de evlenmiştir. Annem, İsmail Agiç adını alan, o Fransız zabitinin t orunlarındandı.

Resulbegoviçler, sonradan daha iyi anladım, çok eski bir aile idi. Trebin’dekilerden başka tîlkün’de de bir kolu vardı. Babama Defterdaroviç dendiği de vardı, çünkü Resulbegiviç’lerden biri Defterdarlik vazifesini görmüş ve evladı, Defterdargiller manasına gelen, bu Unvanla tanınmıştı. Babam onun torunlarından biri idi.

(3)

Amcazadem Haşan Bey Beni çok eskiden İstanbul’a hicret etmiş ve yetişerek Düyunu Umumiyede mühimce bir memuriyete kadar yükselmiş en büyük amcamız Haci Osman Beyin Aksaray’daki

evine götürmüştü. Horhor’un alt tarafında ve Et Meydanına giden yolardanVbiri üzerindeki bu, ahşap, oldukça büyük, evi pek iyi hatırlarım; büyük amcamın bu, son karısı beni, belkide evladı olmadığı için çok iyi karşılamış, bana annem kadar sevgi ve şefkat göstermişti.

yolculuğun yorgunluk ve şaşkınlığı geçtikten sonra

tahsilim hemen ele alındı. Haşan Bey beni civardaki bir mahalle mektebine kaydettirdi. Hiç Türkçe bilmiyordum. Boşnakçadan

başka bir dil bildiğim yoktu. İlk günlerde dersleri takip için çok sıkıntı çektiğimi hatırlıyorum. Üstelik, çok huzur s4z±±kt im. Mektep arkadaşlarım, Boşnakça hakkında bir fikirleri olmadığı

için, beni Araaut sanıyorlar, çirkin laflarla alay ediyorlardı. Bu yüzden arkadaşlarımdan bazılariyle kavga ettiğim ve okuldan kaçtığım bile oldu. Fakat kısa bir zaman içinde Türkeyi anlamaya ve konuşmağa başladım. Bilgi bakımından arkadaşlarım aşağı değil­ dim. Çünkü Trebin’de bir müddet sibyan mektebine, daha sonra da Avusturya İdaresi tarafından açılmış resmi ilk okula devam

ederek dört senelik olan bu okulu bitirmiştim.

Trebin’deki sibyan (mahalle) mektebinde takip olunan

öğretim usulunu* de pek yadırgadığımı hatırlıyorum. Arap h a n l a r ı alfabesinin tedris usulu pek iptidaiydi. Zaten, yaşımda pek küçük­ tü. Bir şey anladığım yoktu. Fakat Babam, oraya devamın için

İsrar edip duruyordu. Halbuki resmi ilk okul pek cazipti• öğret­ men, keman çalıyor, şan ve jimnastik dersleri de veriyordu.

Ziraat bilgisinin, tatbiki olarak, verildiği bir bahçesi de vardı. Her çoçuğa ufak bir yer ayrılıyor, k±x ismi bir etikete yazılıyor, yetiştirdiği bitkiler, öğretmenin nezareti altında takib ettiriyordu. Bu yeni öğretim usulunun cazibesi,kani akrabamızdan nufuslu b i r ü e , babamdan gizli olarak müracaatla oraya kaydolunmak için yardım istememe bile sebep olmuş ve bu okula nakletmem olup bittisi karşısında Babamüa sesini çıkarama­ mıştı.

(4)

Trebin’deki bu okulun verdiği bilgidirki İstanbul’da ilk tahsilimi takip ederken, gerek ilk yazıldığım mahjlalle

mektebinde, gerek daha sonra, naklettiğim Fatih Askeri Rüştüye- sinde çok işime yarıyordu, öyleki Rüştüye üçüncü sınıfı okumaya mecbur kalmadan, imtihanla, Vefa İdadisine, ozamanki adiyle Derseadet İdadisine girmek başarısını elde edebildim.

Kısa bir zaman sonra babam, annem ve kardeşlerim de İstanbul’a geldiler.

Babamın halini, duygularını hatırlıyorum da bu hicret geleneğini şimdi,daha iyi anlıyorum: 1878 Berlin muahedesine dayanarak Avusturya-Macaristan, Bosna Herseg’i işgal ettikten sonra, müslümanlığa ve dolayısiyle Halife Padişaha cidden can ve gönülden bağlı olan babam için de, daha birçokları gibi,

memleketi artık zindan olmuştu. Osmanlı İmperatorluğunun gerileme devri başlıyalı hep öyle olmayormiydi?

Türk istilasiyle beraber Türk unsuru da Avrupa toprak­ larına, Rumeli’ye ve daha ötelere de hulul ve nüfus etmeğe baş­ lamıştı. Fakat Asya’dan, Anadolu topraklarından gelen ve arala­ rında Türkün gayrı raüslüman unsurlarda bulunan fatihler, yerli Rum, Slav, Arnavut, Macar ve sair bir çok hristiyan unsurları da kendileriyle karışıp kaynaşmağa kolaylıkla şevkediyorlardı. Di#î kanâatlarını yayma vecd ve ihtirasından kuvvet alan bu

fatihler, müslümanlığı kabul etmek suretiyle kendileriyle hallü- hamur olan unsurları, kendi imtiyaz ve menfatlarına ortak etmek hususunda İslâmî ve millî bir geleneğe sahib idiler; Müslümanlığı

kabul edenler, topraklarına, erine, mevkilerine sahib kal­

dıkları gibi, hristiyanlığı muhaf&za ederek reaya mevkiine düşen­ lere nazaran, şerefçe, vergiçe ve her hususta üstünlük elde edi­ yorlardı. Böylece taze ve enerjik kanlarla kuvvetlenen Osmanlı

ordusu, biraz da bundan dolayı, önünde durulmaz bir çığ halini almıştı. Şimdi de birden bire çökmemesi ve rüc*atının asırlarca devam etmesi, hayret edilecek bir mukavemet göstermesi, yine bu hicret geleneğinden, gerileyip tekrar toplanarak yeni bir mukavemet cephesi kurabilmesinden ileri geliyordu. Hem yalınız

(5)

-askerî cephede değil, görülebilen dahilî kalkınma hamlelerinde de yine böyle idi galiba. Halife Padişah etrafında toplanan

muhtelif müslüman unsurların imperatorluğu ayakta tutmakta az mı hizmeti görülmüştü? Şimdi de bizim ailemizin ferdleri, impera- torluk dağğarcığına kendi emeklerini katmaya geliyorlardı, demek­ tir.

Yerleşme.

-halcin, toprağından sökülen bir fidanı, başka bir muhitte yeniden toprağa diküp kurtarmak ve geliştirmek kolaymı?

Trebin’de iken ailemiz, toprak yüzünden geçinirdi, umumiyetle dağlık ve verimsiz bir bölge olan Herseğ*in Trebln kasabası civarı, daha da yoksuldu. Kasaba ve civarı, toprağı^, ticareti ve küçük esnaflığı bile nihayet iki üç bin nufusu ancak yaşatabiliyordu. Oranın eşrafından sayılan ailemiz mevcut imkân­ lara göre hâl ve vakti yerinde sayılabilirdi. Fakat hicret humma­ sı içinde varını, yoğunu nakde çevirmek isteyen babam, ucuz, paha­ lı demeyerek her şeyini elden çıkardığı için hayli sarsılmıştı. Bununla beraber İstanbul’a geldikten ve bir müddet, Aksaray’daki benim de bulunduğum Amca evinde, misafir olarak dinlenince,

İstanbul civarında yerleşecek bir yer aramaya kaktı. Nihayet elindeki parayle Pendik civarında, Yakaçik hizasındaki köylerden Dolayoba’da şirin bir evi de bulunan bir toprak ve daha başka

topraklar satın aldı ve yerleşti. Bağcılık ve çiftçilik yapaçaktı. Fakat toprak pek verimli değildi. Üstelik, kendisine candan ve müessir bir surette yardım edecek kimsesi yoktu. Erkek kardeş­ lerim küçüktü. En büyükleri olan benim de yaşım, çifçiliğin ağır yükünü paylaşmaya müsait değildi. Zaten, babamın de bütün ümidi bendşidi. Ailenin istikbali sorumluluğunu üzerine alacak olan ben oldıığum için, iyi yetişmeli, okumalı idim. İşte bu sebepler­ den yardımsız kalan ve memleketinde başka teşkilatla ve başka­ larını çalıştırarak gecinmiye alışmış bir adam olan, şahsan çalı­ şamadı. Bununla beraber satın aldığı veya yeniden yetişdirdiğl bağlardan oldukça iyi netice alıyordu. Fakat bir müddet sonra î h ö Filoksera afeti, bağlarımız! kısa bir zamanda silip süpürdü, mahv­ etti. 0 zaman babam elindeki avucundakini sarfa başladı, gittikçe

(6)

- 6

-daha kötü duruma düştü. Bununla beraber, ablalarımı evlendire- bildi. Diğer kardeşlerimi de okutmağa çalışıyordu. Muhacir durumuna ve paraca sıkıntısına rağmen, babam yine de halından memnun görünüyordu, öyle ya, çoluğunu, çoçuğunu düşman idare­

sinden kurtarmıştı. İstanbul’da bilhassa ilk zamanlarda, kendi­ sini pek saran bir havaya kavuşmuştu.

ZMZfil

Selâtîn camilerinin ezici azameti içinde büyük cemaatlarla namazını kılıyor, pek iyi anlamazsa bile gürül, gürül vaazları, Halife namına okunan hutbe­ leri dinliyor, ramazanların büyüleyici havası içinde oruçlarını tutuyor, teravi ve bayram namazlarında insanı, göklere çeken tekbirlere katılıyor, fx±x îtrî’nin musikisi, ahengi içinde onu da kendinden geçiriyordu. Dinî ve asîl vekariyle herkese saygı aşılan babam, bazan beni bile kendi havası içine alıyor, oruç tutmak, onunla beraber iftar etmek, Cuma ve Bayram namazlarına beraberce gitmek şevkini paylaştiriyordu.

lâkin, geçim sıkıntısı başladıktan sonra ne olacaktı?

İlk kuşkularım ve düşüncelerim.

-Bosna ve Herzeğ’e getirdiği, nisbeten daha iyiğ idareye ve maddî mamurluğa rağmen hemen bütün müslümanlar tarafından fena gözle görülen ve hatta silahlı mukavemetle karşılanan Avusturya işgal ve idaresi başladıktan sonra doğmuş bulunduğum için bende, pek tabii, ayni kötümser ve düşman hava içinde büyü­ meğe başlamıştım. Amma evvelce izah ettiğim gibi, raüslüman

mahalle mektebini beğenmıyerek resmî ilk okula geçmek isteyişim kafamın, küçük çapta olsun, mukayeseler yapmaya başladığımın ilk belirtileri olacak. Babamla münasebetim, gelenek hudutları içindeyidi. Babamı sevmiyor değildim, amma daha çok saygı duyuyor, belki de korkuyordum, diyebilirim, fakat çek geçmeden, babamla aramda başlıyan fikir ayrılığının ilk hadisesi patlak verdi.

Trebin’deki resmi okul öğretmeni - ki bir hırvattı - bize dünyanın, getttip gösterdiği bir karpuza benzediğini anlatmış, beni de inan­

dırmıştı. Bir akşam üstü, mahallede etrafıma topladığım çoçuklara da ayni fikri ben öğretmeğe kalkıştım. Meğer babam, uzaktan benim anlattıklarımı kulak misafiri imiş. Beni yanına çağırdığın^, eve alarak sorguya çektiğini, etrafı göstererek ve müşahedelerimizi

(7)

ileri sürerek *dünyanın yuvarlaklığını inanacak kadar aptalmışın seni* diye sorduğunu* ondan sonra beni güzelce patakladığını pek iyi hatırlarım, İhtimal* Hırvat öğretmenin» telkinleriyle, benim daha önemli onanışlarıma tesir yapabileceğini düşünmesi, benim zaten tasarlanan İstanbul’a g ö n d e r i m i m kararın! aceleleştiren sebeplerden olacak*

İstanbul’daki hayatıma gelince, ailemin ve babamın

nüfusundan ziyade, muntazaman devam ettiğim mekteblerin ve edin* diğia arkadaşlarla benden evvel İstanbul’a gelmiş ve muhtelif mekteplere girmiş benden büyük Boşnakların tesiri altına düşmeğe başlamıştım. Bunlardan birinin bıraktığı ve benim hayatıma adeta bir istikamet veren hatıra, bende nala çok canlı yaşamaktadır.

Evvelce anlattığım gibi, imtihanla Vefa İdadisine kayd­ ol ınmaj a haşlanıştım başarmıştım. Fakat bir müddet oraya devam ettikten sonra, Mercan İdadisine -ozamanki adiyle Mektebi Mülkiye

İdadisine * kaydımı nakle mecbur oldum. Bu da hayatıma istikamet veren yeni bir muhit oldu. Bir az önce işaret ettiğim hatıra ile bu yeni muhitimin tesiri beni İçin için değiştirmeğe hazırlanır­ ken, babam da, sanki bunu sezmiş gibi, benî^j;oriiş zaviyesine göre, kanaat ve inanişleri dairesinde tutmağa çalışıyordu. Bana bir

taraftan dinî bir terbiye vermeğe, diğer taraftan Halife Padişahın kendince kutsi saydığı şahıs ve makamina» İcayıdsiz, şartsız bağ­ lamağa çalışıyordu. Arada bir, beni ve bazı kardeşlerimi yanına alarak, ozamanın tabiriyle SSelamlık" resmi âlisine götürüyordu, Saklt bir vakar, derin bir huşu içinde Yıldız sarayına çıkan

yokuşu tırmanır, Padişahın Saraydan çıkışını görebileceğimiz bir yere, çok def*a, yolu çıkarken solda sınırlandıran duvar ve

demir parmaklıklara, orada xwc± saf bağlamış süvari alayı arasından geçerek mümkün mertebe sokulup yaklaşmağa özenirdik. Sonra, ibadet edercesine sükut ve heyecan içinde, Padişahın çıkışını anlatan boru ve bando sesini beklerdik. Babamın bazan hayranlık, vecd ve heyecan ifade eden yaşlı gözleri görülecek şeydi. Halifenin, namus kılacak kadar cami’da kaldı-ı müddetçe sanki kendisi de ibadet halinde bulunuyordu.

(8)

8

Merasim bittip herkes dağilirken bizim de yokuşu bir inişimiz vardiî babam önda yürürken biraz duraklar, bizim yüzlerimize bakar, biraz öndeki merasim ve manzara karşısında ne derece büyülenmiş olduğumuzu anlamak isterdi. Fakat zaman geçtikçe zavallı babamın bu gayretleri tesirini kaybetmeye başladı. Umduğunu bulamamış, ümitleri sarsılmış bir muhacirin gözlerinde eski azım ve parlayiş zaafı uğramaktan kurtulabilir- miydi? Hele başka şahıslardan ve muhitlerden şuurlu, şuursuz gelen tesirlerle başkalaşmağa yüztutmuş olan bizlere bu, feri zaafa uğramış bakışlar iflasa mahkum değilmiydi?

Şimdi hatıramı anlatt&yinn

Misafir kSldiğim amcamın evine, bazı günler, uzak akrabamızdan Veli de gelirdi. Benden bir kaç yaş büyük olan Veli Harbiye Mektebini devam ediyordu. Çalışkandı, sınıf çavuş­

larından idi. Çok saydığım bir ağabeyim durumunda. Geldiği

zaman, benim yattığım odada serilen bir yatakta misafir edilirdi. Uyuyuncaya kadar Bosna Herseg*den şimdi yaşadığımız memleketten, mazidar., istikbaldan bahseder, geç vakitlere kadar hasbihalda bulunurduk. Bir defasında, hiç unutmam, yatmadan önce, ciddi bir tavır alarak bana abdestim olup olmadı- ımı sordu. 17e cevap ver­ diğimi hatırlıyamıyorum, •var' mı? dedim, yoksa(hayır* dedim de onun İsrarı üzerine kalkıp abdest mi aldım? Hatırladığım şey şu kiî abdestlı olduğum halde karşısına oturttu, sonra, bana açacağı mesele hakkında, kimseyi, asla, haberdar etmiyeceğime dair iiasdfcafn mushafa e^bastırarak yemin ettirdi. Yeminden sonra da, iç ve gizli bir cebinden ince kâğıda basılmış bir gazete çıkarıp:"al şunu, oku" dedi. Türkçem hayli ilerlemişti, bu sebep­ le okumak ve anlamakta güçlük çekmedik. Fakat bu ne?J Baş tara­ fına göz gezdirince, Paris*de basıldığını ve "Meşveret" adını taşıdığını gördüğüm bu gazetenin, daha ilk sütunlarında gözüme ç,arpan Padişah hakkındeki ağır tenkitleri ve suçlandırmaları neydi? Gözlerime inanmiyor gibiydim. O Halife Padişah ki babam ve onun tesiriyle az çok bizler için yan gözle takılanııyacak, kendisine ancak itaat ve sadakat borçlu olduğumuz mukaddes bir varlıktı. Ürperdiğimi, hatta titrediğimi çok iyi hatırlıyorum.

(9)

Korkudan mı? Hayır, her halde hayat kırıklığından olacak. Birdenbire bir sorgu ve kuşku baskınına uğramiş gibi oldum. Kafam işlemeğe başlamıştı} Ya! demek, gazetede sayılan hatalar ve suçlardan başka beni yakından iliğilendirenler de olacaktı. Acaba çoçukluğumun tatlı günlerini geçirdiğim memleketimde onun hatası yüzünden düşman işgali a l t m f a düşmemişmiyidi? Ailece muhaceret yolunu tutuştumuz, gurbetlerde çektiğimiz

sıkıntılar da o yüzden değilmiydi? Daha neler?.' ve neler! 0 gece Veli ile daha uzun süren hasbıhalimiz sonunda gözüm hayli açılmış gibiydi. Veli'ye sevgim ve saygım artıvermişti. Veli, nazarımda bir şahsiyet oluvermişti. Kimâeye habermı verirdim? bilakis, onun yaptığı ben de yapmalı, başka arkadaş­

larımın gözünü ben açmalıyidim. Şimdi içinde yaşadığım ve kuvvetle sevmeğe başladığım İstanbul, belki de bütün memleket, din ve

devlet tehlikede değilmiyûi? Belki henüz çoçuktum, İlişlerim, düşüncelerim çoçukça idi. Fakat henüz ondört, onbeş yaşında

olduğuma rağmen içimde, kafamda bir şeyler kaynamağa başlamıştı. Her halde bir şeyler yapmalıydim.

Yeni Okul Muhitim.

Şimdi İdadi*deki muhitime dair izahat vereyim; Galiba o sıralarda Vefa* dan iler can İdadisine geç­ miş bulunuyordum. İdadi*nin birinci sınıfını Vefa*da takip

etmiştim. O sene bir az çalışmış olacağım ki sınıfın ileri gelenlerinden sayılıyordum. Fakat bir müddet sonra annem hasta­ landı. Babamdan ziyade onu seviyordum. Bundan dolayı ölümü ben de bir yıldırımı darbesi tesirini yaptı. Artık dersleri çalışmaya

bırakmıştım. Bu halim Türkçe muallimimiz ve mektebin müdür muavini Hüseyin Cahit Beyin dikkatini çekmiş olacakki beni odasına çağı­ rarak ben de gördüğü değişikliğin sebebini sordu. Beni teselli edecek bir kaç söz söylemekle beraber kendimi yeniden toplaya-

bilmem için muhitimi değiştirmenin faidali olabileceğini, istersem, Mercan İdadisine nakletmek üzre, tastikname verebileceğini ilave etti. Kabul da tereddüt etmedim.

(10)

10

-Yeni devama başladığım Mercan İdadisi da Vefa İdadisi kadar kalabalıktı. Fakat külhanbey tavırlı, nisbeten dalıa azdı. Mektebimiz, o sıralarda, Mercan*da Bakırcılar Cadde­ sinin devamı olan caddedeki Cifte Saraylarda bulunuyordu.

Abdülaziz devri inşaatından olan ve haricen muhteşem olduğu kadar dahilen de duvar ve tavanlarj&uşamba üzerine yapılmış renk, renk yağlı boya arabeskler ve resimlerle süslü bulunan bu bina, Meşrutiyetten sonra, Erkânı Harbiye Umûmiye*ye tahsis edilmiş, fakat çıkan bir yangın neticesinde yandıktan sonra uzun müddet çirkin bir iskelet halında ayakta kalmıştı. Ben, Vefanın ikinci sınıfına geçtiğine müteakip Mercan'a gelmiş, ikinci şubesinin ikinci sınıfına kaydolmuştum. Sınıf mevcudu doksanı aşkındı. İşgal ettiğimiz oda, hayli büyük ve Bağana nazırdı. Her birinde yedi, sekiz öğrencinin sıkışık bir tarzda

oturabildiği uzun sıralar, kürsünün hemen önünden başlıyor, arkaya doğru dizilmiş bulunuyordu. Fakat normal olarak Kürsüye doğru

bakacak surette oturulmaya müsait bulunan bu sıralar, bütün öğrencilere kâfi gelmiyordu. Bundan dolayı bir kısım sıralarca yandaki duvar boyunca dizilmişti, öyle ki bunlarda oturanlar, denize doğru ve fakat Kürsüye yandan bakabiliyorlardı. Ben, sonra­ dan geldiğim için, bu yan sıralarlİSâlOttiKpce birinde yer bula­ bilmiştim. Şube Öğrencilerinin çok gayrı mütecaniz bulunduğu hemen ilk bakışta farkolunabiliyordut benim gibi, ondört, onbeş yaş­

larında bulunanlar yanında yaşları onsekiz, yirmi ve belki de daha fazla tahmin edilebilenler de vardı. Mevcudun önde iki,üç kadarı sarıklı, ozamanın tabiriyle, softa idi. Bunlar Medreselerde barınıyorlardı, öyle saniyorum ki bunlar, İlmîye mesleğini benim­

sedikleri için değil, ozamanlar, yurt vazifesini gören Medrese binalarında krmrzn parasız barınmak hakkını kazanmak için sarık sarıyorlardı, öğrencilerin kiyafetleri, kendilerinin muhtelif

seviye ve muhit ailelerine raensub olduklarini apaçık gösteriyordu. Şimdi düşünüyorum da dalıa iyi hükmedebiliyorumt öğrenciler arasın­ daki bilhassa yağ farkının, terbiyevî mahzurları, hiç de hesaba katılmamıştı. Çoçuk denecek yaşlardan itibaren kızların ve kadın­ ların çarşaflandığı bu devirlerde, yaşları daha büyük olan erkek çoçuklarm, daha küçüklere manalı, manalı baktıkları gözden kaç­ mıyordu. Kabadaylık ve külhanbeylik de, ekseriyetle, bu, cinsî

(11)

sapıklıkla ilgiliydi galiba. Bu şartlar altında zengin aileler, okula gönderdikleri küçük çoçuklarma birer lala katıyorlardı.

Ya, Lalaları olmıyanlar? onlar da tesadüf ve talihsizliğin kurbanı olmamak için her halde ailelerinden, arkadaşlarını seçmekte

dikkatli olmaları nasihatini alıyorlardı. İşte bu nasihata

uyanlardan bazıları, dayanışmanın sağlıyacağı kuvvetle kendilerini korumak üzre, üç, beşi bir araya gelerek gruplar teşkil ediyorlar­ dı. Teneffüz samanlarda okulun bahçesiyle teneffüz hanesine göz gezdirilince öğrencilerin, yaşlarına göre gruplandıkları görüne­ biliyordu. Yaşlıca öğrenci gruplarının küçük yaşlı öğrenci grup­ larına karşı bakışları hiç ta hoş ve emniyet verici değildi.

Belki bu korunma, hissinin şuur* altı şevkiyle, şube­ mizin benimle yaşıt bazı çoçüklariyle teneffüzlerde, bazan ders ve öğretmenxnikkında düşüncelerimizi paylaşmağa, bazan da dedikodu yapmaya veya spor hakkında hasbıhal da bulunmaya, hülasa, daha sık görüşmeğe başladığımızı hatırlıyorum. Bu görüşmeler, jıavaş, yavaş kuvetlenen, fakat ilk bakışta izahı kakni kolay olmayan

kuvvetli ve samimî bir anlaşma ve arkadaşlık yaratmakta geçilmedi. Bu arkadaşlık, ilk bakışta, garib görünebilirdi. Çünkü beş, altı kişiden mürekkep olan grupumuzdaki çoçukların, görünür pek benzer tarafları yaşlarıydi. Çalışkanlık veya spor merakı bakımından ise birbirimize pek de benzemiyorduk. Zekâsiz çoçuklar değildik. Fakat temayüllerimiz biraz farklı idi. Mesele, ben spor merakli- slydim. Yalınız o zamanlar, okullarda, bugünkü gibi, İsveç usulu jimnastik dersleri pek yoktu, fakat ferdî ve şahsî spor merakı vardı. Gülle atmak, veya kaldırmak gibi bazuları şişiren sporlar oldukça moda halındaydi. Benim de bunlara hevesi büyüktü. Bundan dolayı de bazalarım de hayli gelişmişti. Arkadaşlarımızdan Hamit, oldukça çalışkan, fakat beden jrapısı bacımından çelimsizdi, spor­ dan da kaçardı. Yalınız yol yürümekten hoşlanirdi. Boşnak olmam dolayısiyle benim, sırpçe bilmeme mukabil, Hamit, aslen Giritli olduğu için, rumça biliyordu. Hamile Zeki, KemahlI bir aileye mensuptu. İdadi »den evvel bir Fransız okulunda okuduğu için Fransizcesi hepimizinkideıı kuvvetliydi, iyi tercüme yapardı. Kasımpaşa’da oturması dolayısiyle Kaptan adiyle andığımız Mahmut Karadenizli bir babanın oğluydu. Ferit İTecdet, aslan Gürcü olan

(12)

- 12

merhum "bâr hakimin üç oğlunun büyüğüydü $ ve Bursa*dalı gelmişti. Edebiyata merakliydi. Güzel şiirler yazdığı de olurdu. Garibtir ki her birimiz memleketin başka, başka köşelerinden ve muhtelif asıllardan gelmiş bulunduğumuz halde kendimizi Csmanlı Camiası dışında ve Türkün gayrı saymak asla hatırımıza gelmiyordu.

Hamit sınıfan en çalışkanları arasında bulunmasına ve hemen her sene birinci çıkmasına karşı, diğer arkadaşlar, ikmalsız

sınıf geçecek kadar çalışmakla iktifa ediyordu. Arkadaşların başka, başka meziyet ve temayülleri bir birini tamamlıyor ve mütesanit bir grup meydana getiriyor gibiydi.

Muallimlerin menşeleri de pek çeşitliydi. Meslek­ leri yalınız öğretmenlik olanlar pek azdı. Ekserisi öğretmen­ liği ek vazife olarak almış memurlardı. Kimi/ maarif, kimi dahiliye, kimi de maliye nezaretlerinde vazife sahibiydiler. Başka dairelere mensub olanlar da vardı. Hendese, Topografya, Coğrafya, hatta Tarih gibi dersleri askeri zabitler okutuyordu. Programda umûmî tarih yoktu. Sınıfların çoğunda yalnız İslam ve osmanlı tarihi okunuyordu. Program bakımından ilk dikkati­ mizi ve tecessüsümüzü çeken şey, bu tarih dersleri ve kitap-

lari olmuştu. Acaba İslam ve osmanlı olmayan, eski, orta ve yeni çağlardaki milletlerin tarihini niçin okutulmuyordu?

Soruşturduğumuz zaman, eskiden umumî tarih de okunduğunu, fakat bu dersin sonradan, kaldırıldığını öğrendik. Hiçin kaldırılmıştı acaba? İlk işlerimizden biri bir umûmî tarih kitabı aramak oldu. Büyük güçlüklerle Murat Beyin mühtesar ve mufassal umûmî tarih­ lerini bulduk. Bu kitaplar telif değil, tercüme mahsulu£di. Kitap karıştırılınca umûmî tarih dersinin kaldırılmasındaki hikmet anlaşılır gibi oluyordu* eski çağda, mesela RomalIlar

tarihinda vatanperverlik, kahramanlık, isyan ve ihtilal vak*aları az değildi. Yeni çağda da, mesela İngiltere ve Fransa’da zaman zaman ihtilallar olmuş hükümetler devrilmiş, krallar idam bile edilmiş görünüyordu. Araştırdık, bizim tarihimizde de Padişah­

(13)

lardan haledilen, hatta öldürülen do varda. Fakat okudn^ucruz

Osmanlı Tarihi kitablarında bu türlü vak*alara hiç temas

edilmiyor, yalnız galibiyetler, Padişahlar hakkında hep

övmeler yer tutuyordu. Ya isyanların sebepleri neydi? ^unlar

niçin açıklanmıyordu? Demek günün padişahı bu gibi vakaların

ve sebeblerinin gençlerce öğrenilmesinde malızur görülüyordu.

Korkuycrmuydi acaba? Demek, kendinden şüphesi vardı. Demek,

her şey yolunda yürümüyordu.

Arkadaş lar iniz dan I-Iamit’le ben, muhacir sayılırdık.

Memleketlerimiz düşman işgal ve idaresine geçmişti, bizim de aile­

lerimiz oralarını terkederek Türkiye’ye sığılmıştı, Cedlerimizin

kan dökerek zaptettiği, İslam ve OsmanlI camiasına kazandır­

dığı bu ülkeler şimdi birer, birer düşmana bırakılıyordu.

Zaaf ve acıza mı uğramıştık? Hiçin? Bu aciz ve zaafda acaba

idarecilerin kusuru, suçu yokıatuydu? Çıkardığımız netice t vardı

ki hesap sorulmasından korkuyorlardı. Bu çeşit sorulara cevap

aradığımız sıralarda yaptığımız samimî hasbihallar, grup

arkadaşlarında garip ve o gün için tehlikeli bir idealin

bellirtilerini vermekte geçikmedi. İstikbal, memleketin şim­

diye kadar felakete uğramamış kısımları için de tehlike

ihtimalleriyle dolu değilmiydi? Acaba, komşu ve uzak devlet ve

milletler içinde bizim için düşman ve dost olanlar varmıydi? Eizim

(14)

4

- 19 -dİ

gerekgffiTdagg öğrenmeliydik ki ona göre hizmete hazırlamaliydik. Ecnebi gazetelerinden arada bir elimize geçen nüshalarda bize ait havadisi aramaya başladık. Bu işi, Hamik Seki yapmağa çalı­ şıyordu. Bize ait haber ve yazılar pek nadirdi, yahut bu türlü haber ve yazılar bizim elimize geçmiyordu. Fakat arada bir tesa­

düf ettiğimiz, kuşkulu yüreklerimize su serpeceîf şeyler değildi. Tersine, bunlar kötümserlik yaratacak şeylerdi. Bu ruhî halet içinde, idaremizin aksaklikler üzerinde düşünmeğe koyulduk.

Ab dülhamid'in ilk zamanlarında veya daha önce Abdülaziz devrinde yazılmış, fakat o sıralarda satılmıyan, yalınız gizlice tedarik edilebilen romanlar, şiirler, makalelerden elimize geçenler olu­ yordu. .Bunlar, kendi aramızda elden ele geçiyor, büyük dikkatla okunuyordu. Evvelce anlattığım gibi, arkadaşım Harbiyeli Veli'nin bana verdiği Meşveret gazetesi dolayısiyle memleket dışında

Abdülhamid'e karşı bir muhalefet bulunduğunu da öğrenmiştik.

Gerek bunları, gerek ecnebi matbuatın! takip etmeliydik. Yabanci gazeteler İstanbul'a gelmiyor değildi, fakat bunlar, açıktan pek satılmıyordu. İstanbul'daki ecnebiler bu nev'i gazeteleri ya posta ile veya yine yabanci tabiyetteki kitapcilar vasıtasiyle getirttiyorlardı. Bunlar, bazan itimat edebildiklerine de veriyor­

lardı.

Aramizda karar verdik: o derece dikkati çekmeyen gazete­ lerden birine abone olacak idik, "indépendance Eelge" gazetesi bize münasip gibi göründü. Fskat hangi adres verilmeliydi? İçimiz­ den birinin ev adresi verilse, muhakkak, polisin ve kafiyelerin dikkatini çeker, o arkadaşın takip ve tevkifine yol açabilirdi. Hatırımıza ecnebi postaneler geldi. Bilindiği gibi, Kapitülasyon­ lar dolayısiyle İstanbul'da muhtelif Devletlere ait postaneler vardı: Avusturya, Fransız postaneleri gibi. Bunlardan birini seçmek ve gazeteleri o postaneye post restant olarak getirtmek en doğrusu ve nisbetten az tehlikelisi idi. Karaköy'deki Balık- pazarına giden yollardan birinin başında, halen Banco di Roma olan binadaki Avusturya postanesi bize en uygynu göründü. Fakat her zaman kim gidüp alacaktı? Ayni adamın sık sık Postaneye gelüp çıkması dikkati çekiçekté. Avusturya Sefaretinde çalışan Karadağ­ lı bir kavas tanıyordum. En iyisi gazeteleri onun vasıtasiyle

(15)

postaneden aldırmak olacaktı. Bundan dolayı bu işi, ben üzerime aldım. Artık, grupa dahil arkadaşların, müşterek ve fakat gizli bir hedef ve meşgalesi vardı. Bu müşterek faaliyet, beş arkadaşı, b ir ib irine s nasılcı bağlıyordu. Bel insiye başlıysa bir ideal,

onları çcçtdclüklardan, bayağı ve süflî temayüllerden korumaya kâfi gelecekti.

Gemiyeti İnkilabiye.

-Arkadaşlarla görüşmelerimiz ilk zamanlarda mekteb zamanına münhasırdı. Ancak teneffüslerde görüşebiliyor, okuldan çıkınca dağılıyorduk. Semtlerimiz, biri birinden hayli uzakça idi. Ben, hala, Aksaray’daydım. Hamit Zeyrek*te, Hamile Zeki Bebek’te, Mahmut Kasımpaşa’da, Ferit de Fatih*de Çarşamba’da

oturuyordu. Ders senesi sonundaki imtihanı takip eden tatil aylarında ise arkadaşlar arasındaki irtibat, daha.da sekteye uğradi. Ben, Dendik*deki Dol&yıoba'ya, babamın yanına gittim. Hamidfi, ailesi, Girid’e Hanya’ya çağırmıştı. Mahmut’da, tatilini Beylerbey'inde geçiriyordu. Bu sebeple, memnu gazete, kitap ve saire okumaktan ibaret gizli faaliyetimiz, tabiatiyie bir az tavsadı. Fakat yeni ders yilini başlamak üzre döndüğümüz zaman hepimiz bir az daha olgunlaşmış ve ateşlenmiş gibi idik. Hamit

Oirid’de intişar eden taş basması bazı gazete nüshalarından başka hepimizi sevindiren bir haber getirmişti: İstanbul’du büyük güç­ lüklerle elde edebildiğimiz eski kitap ve gazetelerden başka Paris' de intişar eden Jön Türk gazetelerini de getirtmek mümkün olacaktı. Hamil*in Hanya’da b u l m a n babasının ticarethanesindeki kâtip Haşan Efendi, arkadaşımızın ilgilendiğini görünce, hariçte intişar eden muhalefet matbuatı hakkında kendi b i l g i f İ Ö n anlatmış, kendisinin bu matbuatla alakası olduğu için, istenirse bunların İstanbul’a da yine ecnebi postaneleri vasıtasiyle göndertilebileceğini ilave etmiş. Anlaşılıyordu ki Hasaıı Efendi, Glrid’de, zaman, zaman nüks­ eden ihtilal hastalığının doğurduğu acılar dolayıziyle, OsmanlI Hükümeti İdaresinin sakatlı|^İ5İ.ni anlıyacak kadar kültürlü ve vatanperver bir zat imiş. Kendisi Atina’daki bir zatın delaletiyle

(16)

post restant olarak gazete gönderiİnesini bildirmiş. Hakikatten, çok geçmeden abone olduğumuz ecnebi gaz-tfi­ lerden başka, "Jön Türk* matbuatı de gelmece başladı. Her birimiz pek mahdut harçlığımızdan keserek topladı­ ğımız para ile bu gazeteler idarelerine abone bedellerini göndermekte tereddüt etmedik. Artık muntazam ve fakat tenlikeli bir muhabere ve münasebet başlamiş bulunuyordu.

Grupurauzdaki bütün arkadaşlar, sınıf gelmişlerdi. Mekteptr Karargâhimiz, üçüncü sınıf ikinci şube idi. Lâkin söylemeğe

hacet yokki, teneffüs dakikaları, ciddi bir faaliyet için kâfi sayılamazdı. Serbestçe konuşmak tehlikeli olabilirdi.

• unun için okul saatlarmdan sonra vakit bulup gelebilecekler için tir toplanma yeri bulmak gerekiyordu. Ben ve Hamlt, kal­ dı imiz yerlerde misafir durumunda idik. L’ahrıut*ie üeki’nin de evleri pek müsait değildi, babaları vardı. Ferit’in kaldığı

F at ih * de Çarşamba’da Kcvacidede Sokanımdaki haran ev İs-: Ferit’le kardeş­ lerine miras olarak kalmış bulunuyordu; babası, annesi hayatta değillerdi. Kardeşleri ise henüz küçüktü. Ferit, evinin hakimi m ı y demekti. Sonra, tu ev, sapa bir yerde bulunuyordu. Toplantı yeri olmak üzre bundan daha münasibi bulunamazdı. İşte bu evde ya Cuma günleri, ya bazan akşam üstleri tcplanmiya taşladık. Grupumuzu teşkil eden beş arkadaş dan taşka direr t azan arkadaş­ ların de o eve geldikleri olurdu. 0 zaman, hakiki faaliyetimiz gizlemek için, eğlenceler tertip eder, piyesler oynamağa kalkar­ dık, Gûya, artist geçinerek x>r ovalar yapıyorduk. Bunların da bazan ciddi5%ır şekil aldığı olmuyor değildi. Fakat, asıl yalnız kaldığımız zamanlardaki ihtilalci damarımız tutar, gelen veya

satın alınan, hükümetçe mueır gazete ve kitapları okur hasbihalda bulunurduk. Çok geçmeden, bunların faydesinin bize münhasır

kalması doğru görülmedi. bunlar, başkalarına da okutulmalı, başkaları de tenvir olunmalıydı. Lâkin, ulu, orta hareket, çok ihtiyatsızlık olurdu. Şayet, boşboğazın birine rastlanır, bu faaliyetimle şajtl olursa, siyasi mücrim olarak tevkif olunmamız muhakkaktı. O halde bir teşkilat kurmak gerekti. Hedefimiz de Padişahı devirmek inkilap yapmak olacaktı. İşte, Cemiyeti înkila- biye, bu düşüncenin mahsulüdür.

(17)

Evet, tir cemiyet kuracaktık* fakat nasıl? Eu hususta iyi bildirimiz bir örnek yoktu. Yalınız, tarih kitaplarında okuduğumuz İtalya*da«ci Cerbonuri Cemiyetler— hakkında müphem bir fikrimiz vardı. 0 zamanki ünvaniyle Terekki ve İttihat Cemiye cinin nizamnamesi heniiz elimize geçmiş değildi. Bunun için kendimize göre bir teşkilat tasarlamak gerekti. Asıl düşünülecek şey, bu teşkilata dahil her hangi bir aza., ihanet ettiği veya bilmiyerek hükümete bir J.puçu verdiği takdirde, bütün asanın ele geç­ mesine meydan vermemekti, işte, teşkilatımıse tuna göre lir

şekil vermeliydik. îlk önce verdiğimiz karar, kurucuların grupunruzdahiji beş kişiden ibaret kalması oldu. Bunlar, birbir­ lerine iiamamen inanmışlardı* birbirlerine güvenebilirlerdi. Çünkü, iki, Uç senedir birbirlerini iyi tanimişler, karakter­ lerini öğrenmişlerdi. Kurucular arasına alınacak ayni yaşta başka bir arkadaş henüz belirmemiştir. Daha küçük çcç'ücları

aramıza katmak bahis konusu olamazdı. Dalın yaşlı ve mevki sahibi baaka her hangi bir kimseye açılsak, bizim yaşımıza bakarak, gülebilir, işi ciddiye almayabilirdi. Böyle ya masa, işi benim- sese, bu def »a* da bize tahakküme kalkışması ihtimali çok kuvvetli idi. Halbuku biz keu.di aramızda taraamen eşit olmau. isciyorduk. 0 halde kurucular, bizden ibaret kalmalıydi. Zat e.- cemiyetimiz, gizli olacak değilmiydi? kazla olarak, teşkilata, o türlü bir

şekil vermeli idik ki, umûmî merkezi de teşkil edecek olan kurnaz­ ları, diğer asa, bütün mana ile bilmek vc. tanımak imlânı elde edemesin. Bu sayededir ki cemiyete yeni intisab edecek üyelerin nazarında umûmî merkez daha büyük bir önem kaza/ iş olacaktı/.

Cemiyetin teşkilatı vc nizamnamesi üzerinde aylarca çalışıldı. Hedef/ ve maksadı tayin etmek güç değildi: teşkilata dahil asaya ve onlar vasıtası ve faaliyetimle halka, Devletin in> İrasına yel açan idarenin zülüm ve su İst im dİ arına anlatmak, teşkilat, yeter derecede kuvvetlenince de, baştı Padişah olmak üzere mesulleri devirmek, yeni ve meşruti tir idare kırmak.

(18)

18

-Bu gaye için her türlü propaganda vasıtaları kullanılacaktı. Bu vasıtalar arasında en çok ehemmiyet verdiğimiz, tanzimattan beri dahilde ve hariçte neşredilmiş eser ve yazılardı.

Fakat asıl mesele, hükümetin takibatı k a r ş ı â m d a emin çalişabilmek için, teşkilata verilecek şekildi. Nihayet, bunun için de zineirvarî bir kademe usulu kabul etmeğe karar verdik: Kurucuların her birisi, itimat olunabilecek birisini bulduğu

takdirde onun teşkilata alınmasını umumî merkeze, izahat vererek, teklif edecek, onun tasvip ve karariyle kaydolunacak olan bu

asaya da ayni selahiyet, yani asa teklifi selahiyetl tanınacaktı, öyle ki, her kurucudan başlıyan birer ainzir gibi aza kolları teşekkül edecekti. Lâkin her aza , yalınız kendisini teşkilata takdim eden rehber ile kendisinin teklif ettiği azayi tanımış oluyordu. Böylece, tanışmalar şakulî idi. Hükümetin takip ve tazyiki karşısında itiraf zorunda kalanlar olursa buniar nihayet zincirdeki kendi rehberiyle kendinden sonra geleni haber vere­ bilecek, fakat tazyike mukavemet eden olunca, zincir, kopacak, takibin, yukarıya veya aşağıya sirayetine meydan ve imkan kal- mıyacak idi. Bundan başka beş k u r a d a n başlayan beş kol veya

zincirin her hangi birisinde^ kademedeki bir aksaklığın diğer kollara sirayet etmesi ihtimali olmıyacaktı. Çünkü ufkî bir tanışma ve münasebet yoktu.

Üstelik, her aza, teşkilat içinde, kendi isminden başka müstear bir nam kullanacak, bu da takibi, az çok güçleştirecekti.

İşte, bu esaslara göre vücude getirilen teşkilatta organ ve fertlerin de salahiyet ve vazifeleri tesbit olunmuştu.

Cemiyetimizin çalışmaları. - Artık karargâhımız bu sefer Kovaci- Dede*deki Feridin evi idi. Mektep derslerini büsbütün ihmal

etmemekle beraber deruhte ettiğimiz vazifeyi hakkiyle yapabilmek için, bilhassa yakın tarihimizle Jön Türk faaliyeti ve onların neşriyetı hakkındaki bilgimizi genişletmeğe gayret ediyorduk. Cemiyet için bir de mühür kazdirilmiştırî^Sİf bîrimizin müstear namlarla mühürlerimiz vardı. Düşünüyorduk ki, icabında mühürleri inkâr etmek kabildi. Fakat imzaların kime ait oldukları, mütehassis­ larınca kolay tesbit olunabilir. Ben, Faruk Suavi adını almıştım.

(19)

Hamid * in müstear adı Selim Sat i idi. Namık Zeki, sadece İbrahim adını kullaniyordu. Ferid’inki Mübin idi.

Henüz çoçük denecek yaşlardaidik. Fakat kurduğumuz cemiyet dolayısiyle, ilerimize büyük ve ciddi vazifeler al­ mıştık. Bunları iıakkiyle görebilmek için, kendimizi de yetiştirmek gerekti. Şu halde, idealimizin ilk neticesi, terbiyevî olmuştu.

Cemiyet çalışmalarımız kısa zamanda gelişmeğe başla­ mıştı. Her birimiz, kendi kolunun uzamasını, zincirini yeni halkalar, yani azalar katılmasını temine gayret ediyorduk. Hamit, derslere daha iyi çalışabilmek İçin geceleri, yanında kaldığı hemşiresinin evinden pek çıkmıyor fakat umûmî merkezin toplantılarını hiç kaçırmıyordu. Umûmî merkez azalarının bu toplantıları, cuma günleri ve bazan da okul derslerini takib eden akşam saatlarmda oluyordu. Bunun dışında bazan akşam ve geceler, öemiyeti İnkılabiye henüz kayit olunmamış bulunan arkadaşların da katılabildiği çay ve yemiş toplantılarına da olurdu. Bir şeşit "fidelik" vazifesi gören bu toplantılar çok verimli olmuştu. Bunlara aileleri dolayısiyle hemen ayni durumda bulundakları için Zeki ile Mahmut ve Kamit nisbeten seyrek olarak iştirak ederlerdi. Halbuki ben ve Ferit nisbeten daha serbesttik. Bu gecelere daima katılırdık. Harbiye, Askeri ve Mülki Tıbbiye, Mülkiye, Hukuk, Darulfunun gibi muhtelif müessesseler müdavim­ lerinden arkadaşlarımız daha çoktu. Bundan dolayı bizim ikimizin kollarımız daha çabuk gelişti. Fakat burdan dolayı da daha çok tehlikeye maruz kalmaya başladık. Bu çay ve yemiş toplantıları hayli interesandı. Bunlar Cemiyeti İnkılabiye için asa yetiştiri­ yor gibi idi. Karakterlerinden henüz emin olmadığımız ve yeni tanı­ dığımız arkadaşlarla bu toplantılarda dhha samimileşirdik. Girdiği faaliyete iştirak ettirilmeden önce, onlarla hasbıhal edilir, veya o derece memnun olmayan gazete ve eserlerden başlıyarak, gittikçe daha ehemmiyetlilerine geçilmek üzere onlara okunacak şeyler veri­ lirdi. Bu gibiler hakkında tahkikat da yapıldıktan sonra Cemiyete kayit ve kabulleri teklif olunurdu. Hariçten bakıldığı zaman bu toplantılar, etüdiyanların masumane eğlencelerinden başka bir şay değildi. Toplanma yerleri ekseriyetle Fatih*de Malta Çarşısındaki Şekerci Hanının veya Medreselerden birinin muayyen odaları idi.

(20)

- 80

-Odanın kiracisi veya kiracıları olan arkadaşlar ev şahitliği yapardı. Komşu ve arkadaş odalarından yer minderleri, şilteler toplanır, odanın duvarları "boyunca dizilirdi. Ertesi günü tatil

olduğundan dolayı hemen daima perşembe gecelerine rastlayan bu kış toplantılarında ortaya kömür mangalı da konur, bir tarafta da çay semaveri kurulurdu. Gelecek olanlar tamam olunca çaylar içil- meğe başlanırdı. Bu arada şiir okuyanlar, fıkra, hikaye anlatan­ lar eksik değildi. Bazan bilmeceler söylenir, hayvan seslerine varıncaya kadar taklit yapanlar bulunurdu. Gece yarısıne doğru da toplantıye katılanların, hisselerine düşen parayı vermeleri

suretiyle tedarik olunan portakal, elma, nar ve saire gibi nefis yemişler ortaya konur, gülerek ve şakalaşarak bunlar yenirdi.

İçimizde nadir olarak sigara içenler de vardı, fakat içki asla içilmez, hele kumar katiyen oynanmazdı, öyle düşünüyorduk ki bu toplantılar, aradaki samimiyeti artırıyor, fakat ayni zamanda Cemiyeti İnkılabiye azalarının gizli faaliyetine de bir maske vazifesi görüyordu.

Dünya Tarihiyle Millî Tarihimize bir Bakış

Tanzimattan beri neşredilen muhalefet eser ve yazılarını okumak, bizi daha geniş bir tarih merakına sürüklüyordu. Okulda okuduğumuz ve her vakayı Padişahlık zaviyesinden anlatan tarih k i t a blarınm kuru, monoton, kaderci ve tevekkülcü görüşünden başka görüşler bulunacağını sezmeğe başlamıştık.

Koca bir împeratorluk kurmaya muvafak olmuş cedlerimize karşı hayranlığımız artıyordu. Fakat ne olmuş ta bu azametli bina bu kadar sarsılmış? Umûmî tarihle biraz alakadar olunca mesele biraz anlaşılıyor gibi idi. Tarihte okuyorduk* nice büyük ve aza­ metli devletler, kuruldukianından az veya çok bir zaman sonra

sarsılmış, parçalanmış ve yıkılmışlardı/. Onların yerine yenileri kuruluyordu. Niçin? Çünkü medeniyet değişiyor, daha doğrusu iler­ liyordu. İnsanların kültürü genişliyor, yenir ideallar belliriyor, kullandıkları silahlar, aletler, harp / strateji ve taktikleri

değişiyordu. Hangisi daha önce bir yenilik, daha büyük mükemmel­ lik elde eder, yeni şartlara intibak edebilirse o, üstün geliyor,

(21)

ve ayakta kalıyor, ötekiler yani yeniliklere ve yeni şartlara nyamıyanlar tarike karışıyordu. Demek, mesele yeni şartlara

çabuk intibak edebilmekte idi.

Sonradan daha iyi anladık* Osmanlı istila devrinde günün şartlarına en çok biz intibak etmiş, maddî, manevî üstün­ lüğe biz sahibimişlz. Bu hal 16 inci asrın sonlarına kadar devam eder. Sonra, Avrupa’da bir rönesans hareket i başlıyor, İnsanların bilgi metodları ve san*at görüşleri derişiyor, müşahede ve tecrübe bil£i sahasında yeni ufuklar açıyor; müsbet ilimler şahlanıyor. Bir taraftan da açık' denizlere dalan AvrupalIlar, yeni kıt * al ar ve y°lla£eşfediy 0rlar# Deniz aşırı müstemlekeler kuruluyor, onlarla veya

diğer eski kıt’ulardaki miletlcrle daha kolay v a M İ I l a r l a yeni yollardan ticarî münasebetler genişliyor, bu ticareti bir kat daha beslemek için Avrupa’da geriş ölçülerde istihsalce gidiliyor,

endüstri, ilerleme ve genişleme yolunda hamlelere başlıyor. Endüstri ve ticaret sahalarda çalışacak insanlara daha büyük

ihtiyaç hasıl oluyor, köylerden ve kasabalardan şehirlere ve liman­ lara inenler çcğaliyor, münakalat artiyor, gittikçe artan çeşitli bîr İktisadî hareket meydana geliyor. Ve işte bu hareketten yeni ve gittikçe' kuvvetlenen ve zenginleşen bîr halk sınıfı vücudâ

buluyor. Bu sınıf, orta çağda hakim olan derebeyler ve asilzadeler sınıfiyle kilise etrafında toplanmış rahipler sınıfı yanında mühim bir yer alıyor. Burjuvazi adını verdiğimiz ve gittikçe daha büyük bilgi ve servetle kuvvetlenen bu sınıf, bir müddet zayıf kralları kuvvetli derebeylere karşı destekiiyerek onları zaafa uğratıyor, fakat bu sefer krallar, kuvvetlenerek mutlak birer hakim olmalı iddiaslua kalkışınca, hele bu krallar ve saraylar etrafında, tufeyli ve halkı is t işmar e miltemail dalkavuk bir idareci kütlesi vücud bulunca, kendi menfaati arını korumak ve idareyi kontrol

etmek üzere harekete geçiyor; ya, îngilterre’de olduğu gibi, bir kısım asilzadelerle el ve işbirliği yaparak ve krallara bir takım fermanlar kabul ettirmek suretiyle onların mutlak hakimiyetine gem vuruyor, amelî bir meşrutiyete doğru nisbetten daha az kanlı bir yol açmıya muvafık oluyor, yahut, Fransa’da görüldüğü gibi gem vurmakta bir az geç kalındığı için krallar, ^bilsbütü^/gcmi

(22)

22

azıya alınca, onlara karşı daha kanlı isyanlar ve ihtilaliar yaparak mutlakıyeti deviriyor, bir uçtan, birden, öbür uça atlı- yarak, bu def*a da şahlanmış cümhurriyet rejimleri kurmaya koyu­ luyor. Halbuki burjuvasi bu büyük memleketlerdeki örneklerinden ba$ka türlü rejimleri, küçük memleketlerin bazılarında, mesela İtalya'nın bazı zengin şehirlerinde ve Hollanda'da, İsviçre'de daha az gürültü ile tecrübeye kalkışmamış değildi.

Bize gelince, Fatih devrinde İtalya şehirleriyle daha sıkı bir münasebetimiz bulunduğu zamanlarda biraz rönessns havası ve kokusu aldığımız halde, sonraları gittikçe daha muhafazakâr ve hatta taassublu bir tarzda kendi içimize çekildik. Kele anlatılan sebeplerle kuvvetlenerek Osmanlı Ordularını durpi^mıya ve hatta onları geri çekilmejfc* mecbur eden Avrupa karşısında zaaf ve inhi­ tatımızı anlajjtlk M isede buna, ancak değişmemiş bir ortaçağ -gran-fr zihniyeti ile çare aramaya koyulduk. Bisimle Hudutları veya yakın temasları olmayan Devletler müstesna, komşumuz Avrupa Devletleriyle ekseriyetle harp halinde idik. Harb halında bulunduğumuz cenubi Avrupa'nın memleketleriyle denizlerde devamlı bir korsan m&cadeles:! yapıyorduk. Bundan dolayı harb halında bulunmadığımız uzal; batı ve şimal Avrupa devletleriyle tehlikesiz, rahat ve sıkı bir temas ve münasebet kuraraıyorduk. Zaten bu devletlerdi de bizimle kültü­ rel bir münasebet kurmaktan ziyade istismarci bir ticaret münase­ beti kurmak Iıevesindeydiler. Dilimiz ve medeniyetimizin başkalığı yüzünden de ticarî ve siyasî temaslarımızda doğrudan doğruya

anlaşma imkanlarından mahrum gibiydik.

Bu şartlar içinde Avrupa medeniyetinin, içine girmiş bulunduğu inkişaf safhasının, hakiki ve ana sebep ve şartların!

anlamakta çok geçikdik. Bundan dolayı zafimisı giderecek ıslahat hareketleri, yeni ve İlmî bir zihniyetin mahsulü olamıyordu.

Bir müddet hep askerî ıslahat çerçevesi içinde çırpınmışız. 18 inci asır başlaSJÎİâîB bir az farklı bir ıslahat hareketi görülür gibi ölür, mesela, askerî gayretler yanında matba a|. kurulması, telif ve tercüme yapılması nevinden kültürel teşebbüsler, İstanbul'u süslıyecek saray ve çeşme cinsinden bazı binaların yapılması gibi imar çalışmaları kayd olunabilir. Fakat bunların h±şxk±r±3± hemen kâfesi, iTHieket ve milletin ekonomik ve sosyal bünyesini değiştir­

(23)

yarayacak "bir mahiyet t aş amale tan çok uzak ve sat t? i kal mıstar* Zaten., Avrupai vs tini bir zihniyet ve programsa mahsulü. olmayan bunlar da» çok zarsan geçmeden, cahil ve mutaassıp halkın s öz.inde» sara;.'m ve mensupların bir israfı ve gösterişi gibi j'drUlraîİş ve patl^yai. vir ger., ilk tayanı ’yanların çorunu silip siipiirmiiçtti*

bundan sonra» koşularınız Isa îîusya v Avusturyatni» basen müşterek ve basan da iu. fer \t teosVürlerinden doğa;! harplar birbiri takip ataağc kaplamış vo devlete ¿:?ie a^t:.r..uj-.: jtır.

Ancak Frangı* -d ilahının patlak v e m e s i y i © baçliyan Arvrupa £*p» lerı dır ki bize .nefer, nl kıracak jlbi irsüşilr* U A i n i apel e an* ur İtalya» Avusturya, rruaya v© hatta B.a-.r/û*yi is 111: ©tm-sin©

' i lelaye j İrişmiş cinasına rağmen

Osaauli 'devleti yinede re edişini t ulayacak kadar vakit volana- mistir, v4lnkU Sdnapart idaresindeki ¿rar. s .ıs orduları:m dalıa başta» cüretli .maceraları, OsmanlI liperatorluğırnu kc-.¿aruf arı, İbae-siûdaa baçlıyerak ehemmiyetli i ir eyaleti olan .„.ısır * a ü a r risk ilandır» mış, atılan milliyet t obualara da» kalkanlarda filiz v •raeğe

başlamıştı«

İ ^ n s i r sonlarına ve

19

uncunun başların? teaadilf eden bu karışık ve istikrarsız devirde OsmanlI Devleti kir taraftan dahil t o merkezin - zaafa uğramasından doğan aahaiıî tepeli.inlere, diğer car aftan hariçten tekrarlanan tecavüzlere kar .53 kendisini

müdafaa edecek halde değildir« Bununla beraber, Üçdnç Salt..i» es mlı islaıatıa nasıl clatileceğini zraştınaay.; koyulur, bir t af t ü, da artık ü t kestiği eski askerî teşkilatı kökünden değiştirmeğe kalkılırsa cif. iradeli ve çabuk davran^ amasından

dolayı yine bir gerici hareket kendisini de, teşebbüsün. 1 da art ad.— : siler süpürür*

çok kritik şartlar içinde ve mahallî ayandan biri olsu Alemdar* in yardın iyi e tahta çıkan i dinci Slahirııt ta, as çok kuvvetli «ahali î ey aniyle kerşalaşıyordu» ...unlar şahsi tegallUp mahsulü

de, il do, ekonomi vc kültür bakımından as çok gelişmiş şuurlu bir halha dayanan insanlar, ve halkın aâlıaesalli (¡tortusunda devamlı bir kuvvet” rüıip oİralardı, İle d,.vr*i: frVötiyle İstr-irıl* - gelen bu ayan ile Padişahın cûct ettiği it t ifa!- senedi, hlilflcıeii h}.x nev*i

(24)

- 24

-Meşrutiyet Rejimine doğru jötiirür, vilayetlerin, -zorkezi ktfitrél etmesi g sası kurulabilirdi. laklıı tei'aliup yoliyle t treyen Iî.î ayrını/ destàcliyen b ir halk mevcut dejllâi, ve radlşa'ı taralıdan bunların bertaraf olunması ve ittlfak senedi r u h u m a da /ok e d ü » rc9?.l ¿Aç olraaaıçvluu?.

Artık :iehaud Hua iki mtthlm endişesi kalıyorduı biri, kendinden evvel dir

g

ok p

adlanın/

tahttan indirmeye ve hatta yok

etmeğe

auvafak olmuş dejonere y m l j ^ İ ı ı n ı n teşkil etti i iehl3a-

ai-t dikeri, milliyet nişleri sei.işmej3 başlamış 1 ılkaa milli- tlertn- la ayrılma hareketlerim kalkişutaelyle irperatorlnkun p&rç al a a n İhtimali* Yeniçeri ocağını, sahil vs mYtaetfip

ıoi.:

lir.» a* tık

rolvii kaybetmiş ¿’ini ¿eğmiş medreselerin skolastik zihniyetine salip softaları dest ekliyordu« ..'illiyet u e m n a ¡ay rii.ua ¿ayrotlerSne d ’;c ¿.alkan'lı ¿ayrı mislim milliyet lsr/t£-, -e m ı xsta a l a n » » dan imi t kc-eniş ve kendi emellerine gire tirer politika takinedea veya milliyetlcrta ruaaadt efkârına uyarak davranan Avrupa devlet­ leri, siyasi ve baaan la fiili yardımda c*olu:ruyordu* hu sayededfrki Sırp muhtariyeti, arkasından kora isyanı* donanmamızın :iavar±af^ baskıfca ugrayip yakılandı, Rus harlı vs malu l i y e t neticesinde Yunan istiklali lir olup bitti haline ^eldi. isrçi, İn arada Yeniçeri ocağı da dağıtılabildi, fakat vakit bulup harp osnasxàa vazifesini ¿'Üretilecek kuvvetli bir ordu taurularaadı. ir U n a , yanyına uyranıya ¿ürsiin, içindekilerden bile ya^u&ya kahlsnlar olur: tu sefer de Jısır valisi Mehmet Ali l eş a, daha hUyik tir dava ile harekete geçti. Tir iki hamlede Suriye ile haadolurnm aîlhiıa bir kısmını ele geçir i ver di, 2u asî paça âa Iransa tarafın­

dan destekleniyordu, padişah ikinci .anmut artık ta~tının bils OMhakkak lir tehlikeye maruz bulunduğunu apaçık ¿Sriiyordu. Kendi kuvveti tutunmak için kâfî delildi# 0 halde garkta menfaat ve emelleri olan devletleri harekete geçmek mecbur edecek ve lir destek veya muvazene altlamaya yarıyacak bir jeste kat*f l’Jeüm vardı* i udi* ah, husya ile Eisgar İskelesi suuhedesini İram etmekle istediği neticeyi almağa auvafak oldu. inglieler heaer. mır eko te ¿cçufcvt nasırlandılar, çiln/4, husye - of-ft^lare tel başına el koyu­ yordu. Buaa ise, Penislerin sc:-testisine taraftar olan bir Jtugil-

(25)

îıesaim a «oftaail^i attddatçi?* sçrAte k elssla yd i* -ele» arkasın* faNus*9/ * day^yaa »ir Ae xa:t AU. Ista, Cfro&ala. «'; neuıs .1 yerin«- ¿a ¿¿e. .¿âliydi# -v'iOf IftagiBat fesmAi tir İl. btışlaeîaei bu şartla*

igtuledir«

SaaiKbairt hareketi«!® ca aaili leşli a k t ^ l e r i a d m olsa uuaı-a.'.’a ¿ e şit .¿aşa* 1-.., «¿etuse? .-21 ı*,ailesiüiLi. .... v «© i iç in d e yo;uğulda# yetişti# loudrafdaii .-içil li aa&* t: • .r ed'leoefc

8xy sîisO « ..U,'.. 4-». J«T »»¡¿al iİS5'd£*tliâur * t-t *

i, ,3 ?; e 1 * •. s 1*., ta i s i .i <1 alı: tas t çia y arat 1 1.

v'^S*Ci£ il* *; .* ¿otitc'sei edilieî ., t ¿¿erek

-.A-jJk.- ... ,.4.'« y '-'-¿Ci - U'î'ifi - ’l ■■ İ-^'İC1 ¿U ÎAi.Vv I...İ. Îr'V »JfcâJPöi*

a. ¿ilta»»**?* w ıis:-uiiyetl® A vr >ü& ıvr:ı.TÎ e a Îlrıaa da# Ossıı.. 2.x d.yi-rratö»2u‘iıa a ¿statta ve ivarupa jsücdlyeti c ^ i a s m i

¿in,m a«aiia sahil foı&ItiMurîu •: &9t«riX«9İlydi* İki ü aazatd'ua da

k a t siilaiduf ol&sf;uaa kavastı« İhtı»#! verilebilir« ¿ arr.»*u» beraber

:-ie ■ tel 211 ?a^a tş h liîa s a iü i &Oap«ot&: le d 2 r ia r o bag vururken eeas&â lir islabai hareketine keal-Meyi doğra gfâmmiş olacak ki tesami ü n hat . » . . i »e ..- .t..-. . .. ı

kariıaıa setioe&i&İ «dsıadım ’aeuiojost iyit-dt* I**» sahaie2et ..gl nesi

1.iti..'::..2l sise yestilllerl t ¿^ry.: bi--*.;.ra<.v ..... /..„a,; 0 l ..yoaMu#

Fakat ûa.kiö tekrar t eşleniğiyle lwr..2.-vı ^anaula-; Kıcıo 2ia£XU&l- yetiai feabeır alfadan vefat eiti&i içi» yapaCUM&afc ş< ve a t ü a e d k Jke.il adi ...lur Utlu /i.:2U2.je*crld,ö k&LCU*

; e s ii

2

i . t i ı f e r d a s i ı ı i t: e s a d i

2

e le »

.1

211

d i b ı S l

ile üiHrafcer drruudn yesiılna vehaısal fayda e-ııi •» .y>.r 'n% >2LçiJLl^âaia

bulur m -n i üuşti ¡tan-? 2:- l!2 ?fi . la f i • t:,-v±£: iitsre î s t « t U l f a

ç£i. aırilsiltfcu

...O;, it ¿aşa*ai£» y l-arıdi; «rjaatal*»: ks^-aat» ■ •■ .;*?»» Vırnrrtt

kurt&r.eii:'. ±>1 ' l a t :rsil:;* l ; i a b İ l ı k t a . i - İ t e r y>*aJa

M‘2-vtliwreriui .».i'laasut: ¿erekti« Stami v'in 2e» iaaan îıe.-2önndı«t tas.ilar.xax oloas bUtlr. Csruaniı tsla a sırii. tar-ayi^ ve t l.,r rp jlr.

.tkli^ia» sssaiss hasürlıyaea!:. e l * bir mi8:\c.t r«.ı>ı aa^st» «.; aarurafti varda* Avrat« acteıiyetılaa do; ra bu adisi:: atılseclyla

(26)

- 26

Avrupa nnrmrcî efkârında OsmanlI Devletinin itil arı artacak ve

Mehmet Ali Paşaya karşı askerlikçe elde edilemeyen Üstünlük,yerine siyasî sahada bir zafer sağlıyabilecekti.

Daha sonra bir kat daha gelişen bu fikir manzumesine göre Gülhane Hattı Hümayun ile müslim, gayrı müslim bütün Osmalı tebaası için müsavat tanınacak ve Avusturya-Macaristan İmperator- luğunda nasıl Habsburg hanedanından olan imparator muhtelif milli­ yetlere kendi etrafına toplamış ise, OsmanlI Padişahı da, împeıa« torluk içindeki müslüm ve gayrı raüslüm milliyetlerin siyasi birliği­ nin bir sembolü olacaktı. Yeni ihtiyaçlara göre Avrupa kanunlara/

örnek alınarak yeni kanunlar da hazırlanacaktı.

Vaka, devletin, eskiden temelimi ±*şk±±xmiEa olan teşkila­ tın artık tefessüh ettiği ve devleti bundan sonra ayakta t u t m a y a ­ cağı belli olmuştu. Lâkin tasarlanan yenilikleri de desteklije oek İçtimaî bir sınıf veya zümre de vücut bulmuş değildi. Eskidaı padişahların hareketlerini ve taşkınlıklirini az çok frenleyen askeri ocaklar artık ortada yoktu. İlmiye sınıfını yetiştiren medreseler de günü geçmiş bir skolastik zihniyetinden başka bir

şey vermiyordu. Halk cahil ve dar görüşlü idi. Hariçten ithal edilen Avrupa mamullerinin rekabetiyle eski endüstimiz tamamen sönmek üzre idi. Hülasa, her sahada yeni bir kalkınmaya ihtiyaç mevcuttu.

Bu şartlar İçinde, tanzimat hareketi tedrici ve koDLayici bir tempo ile gelişebilirdi. Bir darbede eski teşkilat yerine

yenileri ikame olunamazdı. Bir müddet iki türlü teşkilat bir arada yaşıyacaktı: Şeri*ye Mahkemeleri yanında nizamî yeni mahkemeler, medreselerin karşısında yeni kurulan mektebler'bulunacaktı. Yeni

teşkilat iyi mahsul ve netice verdikçe yenilikleri destekliyecek unsurlar/ da çoğalacak ve devlet, bu suretle, Avrupa medeniyeti

camiasına intibak edecekti.

Bu düşüncelerle neşredilen Gülhane Hattı-Sümayunu, ikna edilmesi neticesinde Padişah tarafından ihsan olunmuş bir berattan

(27)

başka bir şey değildi. Tanzimat, halkın Padişaha karşı bir tazyiki mahsulu olmamıştı. 0 halde ikinci Mahmut zamanında bir kat daha kuvvetlenmiş olan Padişahın mutlak hakimiyetin frenleyecek ve

tahdit edecek bir kuvvet bahis konusu olamazdı. Sadrıazamlar, ancak kendi kültürleri, celbeaeleri, ikna kudretleri ve bir dereceye

kadar şahsiyet ve şöhretleriyle Padişah üzerinde müessir olabilir­ lerdi. İşte, bundan dolayıdır ki İngilterre ve Fransa’daki rejimlere benzer bir idarenin kurulmasını isteyen mahdud dayıdaki münevverler her şeyden önce halkın tenvir ve irşat suretiyle yetiştirilaasini ehemmiyet vermek mecburiyetinde idiler. Bunlardan ateşli olan

bazıları da gazetelerden ve umumiyetle neşriyattan fayda umuyarlar halkı uyandıracak ve iktidardakileri de tenkid suretiyle uyaracak yazılar yazmıya çalışıyorlardı.

Reşit Paşa’nın t âmin ettiği gibi tanzimat hareketiyle

Mısır meselesin halline imkan elde edildiği gibi, mukaddes makamlar meselesinde de Huşlar, îngiiterre ve Fransa’yi mühimsemiyerek şark meselesini kendi görüş ve menfaatlarına göre halla kalkışınca yeni tanzimat hareketinin Avrupa umumî efkârında iyi karşılaşmasandan kuvvet alan îngliz ve Fransız hatte Pİemonte hükümetleri Rusya’ya karşı v a z ’iyet almışlar ve Türkler’le Kırım’da omuz omuza harbi göze almışlardı.

Bu harici siyasetteki başarılar, tanzimatın, hakikatten İmparatorluğun kurtulmasında ve Avrupa devletleri camiasına eşit haklarla katılmasında mühim bir rol oynıyabileceğine inandıracak işaretler sayılmıştır. Re var ki, endüstri sahasında şahlanmış olan Avrupa memleketleri, bilhassa eskiden beri kapitülasyonlardan isti­ fade edenler, Türkiye’nin himayeci bir gümrük politikası takip etmeğeif^§\inmamasından faydalanarak, kendi mamullerini g i t t i ğ e daha bol mıkdarda Türkiye’ye ithal ediyorlar ve memleketin güçlükle ayakta durabilen eski endüstrisi kalıntılarını büsbütün ortadan yok- etmeğe fırsat buluyorlardı.

Gerçi împeratorluğun kazandığı siyasi prestij, malî iti­ barini de artırmıştı. Bu sayıda müttefiklerimizden ödünç paralar alinaraíí¿ñÍYá^fBivSir refah elde edilmişti. Fakat bu paralar, verim­

Referanslar

Benzer Belgeler

Çetin Anlağan, bundan sonraki çalışm alarında S adberk Hanım Müzesi uzmanlarının bilimsel ça­ lışmalarını tanıtarak araştırmaları­ nı yayınlama fırsatı

Huawei Ascend D: Dünyanın En Hızlı Cep Telefonu Huawei, dünyanın en hızlı cep telefonunu, yine kendi üretimi olan K3V2 dört çekirdekli 1,5 GHz hıza sahip

Sayın Felek 'in modası hiç geçmez, diri ve güncel bir yazar kalışının genç kalışının bence çeşitli neden­.. leri

Yine aynı çalışmada os- teoartiküler tutulumu olan olguların tedavisinde doksisiklin ve streptomisin uygulanmış ve tedavi süresi olguların klinik bulguları, ESH ve

The basis of such model is forecasting, calculation and measurement of changes in the present value of bank assets, liabilities and off-balance sheet positions in various

The patients were classified into 3 groups: those older than 40 years who underwent reduction mammoplasty targeting predominantly the glandular tissue (group 1), those younger than

Biz gelelim bugünkü koşullarıyla, iki gün sonra açılacak olan müzeye: Müze pa­ zartesi ve salı dışında her gün 12.00 - 16.00 arasında ücretsiz olarak

yıldönümü dolayısıyla bugün doğum yeri olan Şarkışla’nın Sivrialan kö ­ yünde düzenlenecek bir törenle anılacak.. Â şık Veysel için ilk tö­ ren