• Sonuç bulunamadı

Anti-komünist strateji dolayımıyla AKP’nin 30 Mart seçimlerindeki cemaat söylemi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Anti-komünist strateji dolayımıyla AKP’nin 30 Mart seçimlerindeki cemaat söylemi"

Copied!
17
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

133

J

v e

J

r f Serdar Tekin Özgür Burçak Gürsoy Alpkan Bireima Demet Ş. Dinler

Erdem Yörük - Murat Yüksel F. Adaman A. A Gürbüz -K. Karaman i. Parlak-A. Öztürk H. Bahadır Türk ÖzgürArun Mesut Yücebaş

(2)

1HI>

A ^ r ^

S t r a t C j İ d o l a

y ™

l y

l a

nm 30 Mart seçimlerindeki

cemaat söylemi

tsmet Parlak* - Armağan Öztürk**

Mjtdıj C e m a a t i ahlaken ve

s ^ n 3 ^ S ^ ^

tekniklerini hafrlatir nite-ren M e r i v a t a n h f l j n i v e a h ^ 2 ^ ^ ^ bu söylem, c e m a a t e destek

ve-» I bütünlüğü b o z a n bir iç d ü s m a n d ^ A K P ' n i Z T' ^ ce™*, Z z a m a n d a b i ^

Anahtar sözcükler AICP 1 7 on A ,, türetmiştir.

man. _ * - * ^ . u r t n a l a r , a n t, ,k o m ü n ı z m ^ j ç ^

Giriş

edildiği ve iktidar sözcüleri l a r a f t n Z lf M d ° n d u r ü l e m " • * şekilde tasfiye

rejiminin i n şa edildi ^dtd ' 1 v T ? t o r/,

' — 1 hayattn

fatadl^HKi^

Türkiye reel politiği i c e r i s l n d e

- k â r kadrolara tahsts ed taesi

tt2

n

^

muh

^

» . belli basl, y a p,s a l un T r a L r « h k 7 , " T8"1' " P0" ' * « « * * » k' " ' "

Ah I ' N İ N 1(1 M AH I M ' İ M İ t K İ N D İ Kİ I I M A A I M*)YI I M İ I H /

dan olumlayan ve dönüşümü kaçınılmaz bir gelişme olarak ilan eden bakış avı '.ını boşa çıkaraeak kadar derindi. Önce Gezi olayı meydana geldi. Gezi, e n ya­ lın anlatımla Yeni Türkiye gerçeğine yönelik kitlesel bir protesto dalgasıydı (Do­

ğan, 2013: 101). Ardından 17-25 Aralık soruşturmaları süreci başladı. Bahsi ge­ çen süreçte bir siyasi parti ( A K P ) ile bir baskı ve çıkar grubu (Gülen cemaati) .ırasındaki tarihsel ittifak çözüldü. Bu makalede yakın döneme damgasını vuran ilgili çözülüş süreci Türkiye sağının siyasi kültüründeki hakim bir kod üzerin­ den tartışmaya açılmıştır. Şöyle k i A K P liderliğinin paralel yapı söylemi 12 E y ­ lül öncesi Türkiye sağının anti-komünist propaganda söylemini tekrar eden ve/ veya yeniden üreten bir içeriğe sahiptir. K o r k u y u bir iç düşmana yönelten ve loplumu bu iç düşman karşısında birlik ve dirlik içerisinde olmaya çağıran d i l , muhalefeti ötekileştirmekte, marjinalize etmekte ve şeytanlaştırmaktadır. Ça­ lışma, A K P ile cemaat arasındaki çözülüş sürecini analiz etmek maksadıyla, 30 Mart 2014'te gerçekleştirilen yerel seçimler sürecinde A K P lideri Erdoğan'ın se­ çim konuşmaları ile sınırlandırılmıştır. B u doğrultuda Erdoğan'ın 19 Şubat'ta A K P ' n i n seçim beyannamesinin tanıtımı toplantısında yaptığı konuşma ve 30 Mart akşamı gerçekleştirdiği balkon konuşması ile 66 il/ilçe miting konuşması,1 tema tik olarak analiz edilmiştir.

Çalışma içerisinde ayrıntılı bir şekilde ele alındığı üzere cemaati iç düşman haline getiren söylem bir dizi izlekte somut içeriğine kavuşuyordu: Cemaat ma­ s u m insanları kandıran ve fitne yayan, bu anlamda kötülüğü gösteren bir düş­ man imgesi çerçevesinde betimlenen bir örgüttü ( 1 ) . A y n c a bu topluluğun l i ­ deri ve o lidere eşlik eden üst kadro ahlaken düşkün ve hatta dinen sapkın i n ­ sanlardan oluşuyordu ( 2 ) . Vatanına ihanet eden ve u c u dışarıda bir yapıya kar­ şılık geliyordu, cemaat ( 3 ) . A K P liderliğinin ikinci istiklal Savaşı olarak formü­ le ettiği ve makalede bir şeytanlaştırma deneyimi olarak tartışmaya açılan anti-cemaatçi söylemin nihai hedefi ise iktidar karşısındaki unsurları Islami kolek­ tif hafızadaki birlik tutkusuna atıfla mahkûm ederek, toplumun dışına atmak­ la ilgiliydi.

Y e n i b i r k u t u p l a ş m a çağına geçiş

Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte başlayan süreçte her ne kadar Soğuk Savaş dönemi nihayetlenmiş olsa da bu döneme ait mücadele stratejilerinin ve siyaset yapma üslubunun bütünüyle ortadan kalktığını söylemek çok

gerçek-K ı olmaz. Diğer bir deyişle, tarihin de ideolojilerin de sonu gelmediği gibi, So­

ftuk Savaş döneminin ürettiği anti-komünist mücadele stratejisinin son derece güçlü bir etki bıraktığı Türkiye gibi ülkelerde ideolojik bölünmüşlük de tasfiye 1 66 mitingin 10 tanesi İstanbul ve Ankara'ya bağlı İlçeler olup diğer 56'sı il düzeyinde gerçekleş­

tirilmiştir. Seçim beyannamesi tanıtım toplantısı ve balkon konuşması da dahil olmak üzere Er dogan'ın bütün konuşmalarına, tam metin erişim imkanı sunan akparti.org.tr adresinden ula >ılnııştır

(3)

18» İSMİ I PAHI A» A H M A f ı A N 0/11JMK

edilebilmiş değildir. Ashnda yaşanan, tasfiye sürecinden ziyade toplumsal vc »I-yasal düzendeki bölünmüşlüğün saiklerinin farkhlaşmasıdır. Bu anlamda ideo­ lojik kutuplaşmanın, ağırlıklı olarak kültürel zeminde temellenen yeni bir bö-Iünme ve kutuplaşmaya evrildigi; böylece siyasal ve toplumsal iktidar arasında kı çatışmaların daha da derinleştiği, biz-öteki ayrımının ise daha katı kategoriler üzerinden nefret ve korku siyasetine (Yanıkkaya, 2009: 25) dönüşmeye başladı gı; biz-öteki karşıtlığının üretim sürecinde din, etnik köken, cinsiyet vb. kültürel farklılıkların daha bir belirginlik kazandığı belirtilmelidir. Kültürel temelde üre­ tilen ve doğrudan doğruya düzeni/sistemi tehdit eden bir unsur olarak anlam landırılan ötekinin, iktidar gücünü elinde tutan egemenler ve onların söylemleri nazannda olumsuzlanarak marjinal kılınması ve hatta günah keçisi ya da şeytan ilan edilmesi bir o kadar kolaylaşmaktadır. Böylesi hallerde öteki; "biz olmayan her şey" olarak sunulduğundan "biz'de var olan tüm gizil korkuların öznesi'ne (Yanıkkaya, 2009: 27) ya da e g e m e n e / f e ait tüm sorunların üzerine yüklene­ ceği aktöre dönüşmektedir.

Farklılığı nedeniyle ötekinin günah keçisi kılınması ya da şeytansılaştırıİma­ sı aslında yeni bir şey değildir. E s k i Ahit'ten itibaren bütün tek tanrılı dinlerde ve farklı kültürlerde ötekinin şeytanlaştınlma örneklerine sayısız şekilde rast­ lamak mümkündür. Çünkü toplumsal ve siyasal düzende herhangi bir farklılı-gmdan ötürü şeytansılaştınlan ötekiler, toplumun çoğunluğunu oluşturan kıt lenın kendi içinde tutarlılık, dayanışma, itaat, sadakat, birliktelik vb. duygular etrafında kenetlenmesini sağlayacaktır. Özellikle öteki olana yönlendirilen nef­ ret duygulan, grup üyeleri açısından hayati derecede önemli bir birleştirici u n ­ surdur. Ortak nefret duygularını üzerine çekmiş olan öteki, gerçek anlamda bir tehdit unsuru olmasa bile, egemen grubun böylesi bir tehdit algısı üretmesi, onu sistemin meşru aktörü olmaktan dışlamaya yetecektir (Çoban, 2009: 47). Öteki tehdit kaynağı olarak algılandığında, zaman içerisinde belli stereotipiler yaratı­ lacak ve bunlar da dil ve kültür dolayımıyla içselleştirilerek vaziyet alışlara dö­ nüşecektir. Zira iktidarlar her daim kendi hegemonik konumlarını sürekli kıl­ mak adına ötekilere ve hatta düşmanlara ihtiyaçlar duyarlar. Bu maksatla öteki-leşt.rdıkleri kimlikler/gruplar üzerinden, ayrımcılığın gündelik yaşam pratikle nne dahil olmasına sebebiyet verirler. Politik aktörlerin söylem tarzı, medyanın dili, inanca dair günlük yorumlar, sağduyu kodlamalan, atasözü ve deyimler vb. aracılığıyla ötekine/düşmana dair olumsuz vaziyet alışlar, toplumun 'normalle­

rine ya da Yanıkkaya'nm (2009: 23) tabiriyle "sosyal mesafe normlarıma dönüş­ türülür. Bu sayede iktidar, "toplumsal benliği sürekli tehdit ve k o r k u içinde" tu­ tabilme ve toplumu "çocuklaştırma" olanağı yaratmış olur. T o p l u m u çocuklaş-tıran korku, zamanla siyaseti üreten aktörler açısından kaçınılmaz hale gelecek­ tir. Çünkü onlar için "tehlikesiz bir varoluş tatsız ve tekdüze" olacak, "barışçıl bir hayattan hiçbir tat almayacaklardır" (Canetti, 2006: 233). Bu anlamda kor­

kunun hizaiihi kendisi, bir ikıidar üretmektedir. Çünkü korkulacak birileri ol

A K I ' N İ N l O M A H I M ı,|MI t HİNDEKİ CIMAA1 V"lYI I Mİ H I M

malıdır ki egemenin iktidarı süreklilik kazansın ve pekişsin (Aklay, 201 I LO, 13) O halde k o r k u , insanları kategorize eden, ötekileştirip düşman haline ge üren politik bir duygu halidir (Aktay, 2 0 1 1 : 9 1 ) . K o r k u temelli işleyen s.yasc, ise toplumda ortaya çıkması muhtemel her türlü bozulma veya sorunu, tehdit kaynağı olarak kurgulanan öteki ile ilişkilendirecektir. B u bağlamda behmlıne-lidir k i ötekinden kaynaklandığına inanılan tehditlerin büyükçe bir kısmı aslın­ da kurgusaldır (Çoban, 2009: 4 8 ) .

Dünyanın i k i kutba ayrılmasıyla birlikte h e m dünya hem de Türkiye açısın­ dan nefret, tehdit ve k o r k u ürettiğine inanılan en büyük düşman (Sovyet Rus­ ya göstereni üzerinden) komünizm olarak kurgulanmıştı. Fakat komünizm, Türkiye'nin ideolojilerle tanışmaya başladığı 19601ı yılların ortalarından itiba­ ren daha somut ve görünür bir tehdit olarak algılanmıştır. T o p l u m u n birlik, bü­ tünlük ve düzenine kast eden bir tehdit olarak komünizmin ürettiği korku ha lini sembolize etmesi açısından Bayar'ın "bu kış komünizm gelecek" sözü ol­ dukça anlamlıdır. Çünkü komünizm/komünist, yaşanan bütün olumsuzlukla­ rın temel sebebi olarak kodlanmıştır. Devletin yıkılması, toplumun parçalanma­ sı ve ülkenin Sovyet Rusya'ya bağımlı hale getirilmesine dair komplocu duşun çeler ahlaki değerlerden cinsel tercihlere, manevi eksikliklerden dinsel inanca, servet düşmanlığından aile bağlarına kadar türlü argümanlar üzerinden ve üs­ telik birçoğu resmî kurumlar eliyle üretilmiş ve halk katında karşılık bulmuş tur 19801i yıllar sonrasında ise k o r k u hali bölücülük, irtica, ekonomik ve poli­ tik krizler temelinde üretilmeye devam edegelmiştir. Ancak yaşanan bütün kriz­ lerin ardında, Türk sağ geleneğinin ürettiği komplo teorileri ve dış mihrak reto­ riği eksik olmamıştır.

Türkiye'nin 30 Mart 2014 yerel seçimlerine hazırlandığı süreçte önemli Dil farklılık yaşanmıştır, Çünkü öncekilerden farklı olarak k o r k u y u üreten de kor k u n u n kaynağı olarak kurgulanan da aynı politik, dinsel ve kültürel gelenek ten beslenmektedir. K o r k u n u n nesnesi ve tehdit kaynağı, - A K P özelinde duşu nüldügünde- içimizde(n biri) olan, hemhal olduğumuz, bizden biri olarak h.l diğimiz inanç itibariyle biz 'mazlumlarla aynı kökten beslenen aktördür: cana

at ya da paralel yapı. Düşmanlaştırılan ötekinin kendi içimizden bin üzerinden inşası aslında Goffman'ın (2014: 162) "kişinin sahip olmasına müsaade edilen karakter kendi gibi olanlarla sürdürmesi gereken ilişkiden devşirilir; kışı ken di grubuna yöneldiğinde sadık ve otantiktir, grubundan uzaklaşügında ise kot kak ve aptaldır" ifadelerine denk düşer. Diğer bir deyişle "bireyin kendine bu. ,iği veya bizim ona atfettiğimiz doğası, bağlılıklarının doğası tarafından şek^le nir" A K P iktidanna olan bağlılığı sona erdiği andan itibaren cemaat, 1 urk sa gını karakterize eden komünistin üstlendiği 'tehdit üreten düşman' işlevini üs. lenmiştir Erdoğan ve A K P ' n i n söylemlerine bakıldığında o tehdit, basitçe ıkt. dar partisine ya da kişilere yönelik de değildir aslında. Büyük Türkiye'nin A K P

(4)

gc-190

İ S M I I P A M A K AHMAC".AN Ö / I U H K

rısınde yer aldığı, daha büyük bir oyun söz konusudur (Seçim Beyannamesi T a ­ m u m Konuşması ile Yozgat, Burdur, Uşak, Kırklareli mitingleri, 2014). Böyle­ si bir korku stratejisi ile müteyakkız kılınan seçmen, itaate; Erdoğan'ın söylem­ lerini sorgulamaksızın içselleştirmeye; gündemdeki 17-25 Aralık operasyonla­ rının yarattığı yolsuzluk-rüşvet iddialarına basitçe bir komplo gözüyle bakma­ ya ve üstelik dikkatlerin iktidar kanadından gelen karşı-operasyonlara değil de operasyon sürecini başlatan emniyet ve yargıdaki aktörlerin gerisindeki cemaat/ paralel örgüt yapılanmasına kaymasına; üstelik de bunlara karşı büyük bir k i n ve hınç duygusu geliştirilmesine hazır hale getirilmiştir. B u çerçevede k o r k u ha­ li, bir yandan her şeyin k o r k u üreten komplo teorileri bağlamında kavranması­ nı, öte yandan ise korku dili ve söylemiyle düşünmeyi zorunlu kılar olmuştur. Özellikle komplo teorileri, düşmanlaştırılan cemaatin ne kadar büyük bir tehdit ürettiği algısı üzerine odaklanmıştır. B u sayede seçim kampanyası süresince sık­ ça zikredilen (İstiklal) savaş(ı) retoriği bir anlama kavuşturulmuştur. Zira düş­ m a n ve onun ürettiği hasann büyüklüğü abartılmaz ise ne savaş çağrılarının ne de elde edilen zaferin bir anlamı olacakür.

Gezi direnişinin ardından gelen 17-25 Aralık soruşturmaları, 30 Mart seçim­ leri öncesinde A K P iktidarının tüm muhalefeti düşmanlaştırma stratejisi açı­ sından önemli bir dönüm noktasıdır. B u nedenle G e z i ve 17-25 Aralık süreç­ leri Erdoğan tarafından birbirleriyle ilişkilendirilmiştir. Ona göre 17-25 Ara­ lık soruşturmaları, "millet iradesinden rahatsız olan" (Kütahya mitingi, 2014) "faiz lobisinin işi" ve açıkça bir darbe girişimi olan Gezi'nin devamıdır'(Sivas Yozgat, Denizli, Kırklareli mitingleri, 2014). Gülen cemaati başta olmak üze­ re yolsuzluk-rüşvet iddialarını ciddiye alan hemen herkesin "en ağır sıfatlarla düşmanlaştırılarak A K P ' l i seçmen kitlesini millet asabiyyesi ile tavır almaya ve bunu bir istiklal Savaşı verircesine yapmaya dayalı" (Laçiner, 2014a: 7) seçim kampanyası, düşmanı, "millet iradesine kastetmek isteyen" son derece "büyük ve korkunç bir koalisyon" olarak sunmuştur. Böylesi "tehlikeli kötülük ittifa­ kı" (Türk, 2014: 10-11), büyüyen ve güçlenen Türkiye'nin geleceğini yeniden ipotek altına almak için Erdoğan ve A K P iktidarına saldırmıştır. Ancak bu bü­ yük düşman ittifakında asıl inşa edici güç, cemaat ya da paralel yapıdır. Cema-•u özelinde ise iktidarın "kendinden görmediği herkes" (Türk, 2014- 11) diıs man ilan edilmiştir. B u bağlamda söz konusu olan basitçe bir yerel seçim de fiil. bir tür İstiklal Savaşı'dır. İlk mitingin Sivas'ta yapılması da bahsi geçen sa­ vaş imgesini güçlendiren bir husus olarak kayda geçirilebilir. Yerel seçimle "iı adeta ölüm kalım savaşı temelinde algılanması, beklenebileceği üzere mi-inıg konuşmalarında Türkiye düşmanları', 'ecdat düşmanları', 'onların maşala­ rı . 'kuklalar.'. 'ihanetThainlik', 'komplo', 'şantaj' türü ifadelerin de sıklıkla kul Inıııinınn yol açmıştır, Bu anlamda Erdoğan, sadece bir başbakan ve parti İlde ri değil, halkını/millnini bu ihanet «rr/mnden korumaya çalışan İm htmıım,

tut tlönıışmıis dut d.ıdn

A K I " N İ N l U M A H I M ı.lMl l l t l N D F K İ t t MAA1 S O Y L L M İ VJ1

Halkı ya da toplumu uyarmak ve ona öncülük etmek, onu irşat edecek bir so­ rumluluk ile kendini lider pozisyonunda görmek, aslında Erdoğan'ın içinden geldiği Türk sağ geleneğinin komünizme karşı geliştirdiği önemli stratejilerden biridir. Zira 1980 öncesinde sağ gelenek ve resmî kurumlar, komünizm tehlike­ sine karşı gajlet içinde olanları uyarmak ve uyandırmak adına yoğun bir propa­ ganda ve yayın süreci işletmiştir. Örneğin Tevetoglu (1967: 13) kitabının henüz girizgâhında amacını "Türkiye'de 50 yıllık kızıl faaliyetlerin kısa bir tarihçesini vermek; içyüzünü ve tehlikesini açıklamak...(b)öylece gaflet içinde bulunanla­ rı uyarmak ve komünistlerden ayrılmağa, uzaklaşmağa davet etmek ve bilhas­ sa aldatılan gençlerimize yardımcı olmak" biçiminde tarif eder. Genelkurmayın (1973: 5) Komünistler İşçilerimizi Nasıl Aldatıyorlar? adlı broşüründeki "bu elem verici manzara karşısında bütün işçilerimizi uyarmak, onların bilmeyerek Vatan hainliği' suçunu işlemelerine m a n i olmak amacıyla, yüzlerce mahkeme dosyası tetkik edilmek suretiyle derlenen hususlar bu broşürde özetlenmiştir" ifadeleri, bir başka örnektir. Benzer biçimde Erdoğan da paralel yapıya inanan

gafillere dikkat çekmek ve toplumu aydınlatmak üzere adeta öncü lider rolün-dedir. Böylesi bir kavrayış, 'büyük bir düşman tehlikesi/tehdidi karşısında ya­ pılacak daha önemli meseleler olduğu' kurgusundan hareketle, yolsuzluk-rüş­ vet iddialannı ciddiye alınmayacak türden basit sorunlar olarak anlamlandır­ mışım Hatta "yapılmışsa ne olmuş- türü "kibir, küstahlık ve saldırganlık haline" dönüşen bir tavırla "sahici, içten bir öfkeyi yansıtmayan, onuru zedelenmişlere has olmaktan çok uzak, sözel düzeyden çok ileri gitmeyen bu adeta şişme sal­ dırganlık" (Laçiner, 2014b: 5) hali de düşmanlaştırma stratejisine eşlik etmiştir.

Cemaat merkezli olmak üzere tüm muhalif unsurları, anti-komünist strateji üzerinden düşmanlaştırma gayretinde önemli bir diğer kavram ise damga(lama) dır İtibarsızlaştmcı etkisi çerçevesinde damga, iliştirildiği kişiyi adeta insanlık-lan çıkarır (Goffman, 2014: 31-33). B u nedenle çoğu zaman "bir kusuru temel alarak, geniş bir kusur yelpazesini yakıştırma" (Goffman, 2014: 34) eğilimi ve bu doğrultuda türlü sıfatlar yükleme tavrı ağır basar. Erdoğan'ın 28 Şubat süre­ cinde başörtüsüne füruat diyen Gülen'i darbeyle işbirliği yapan bir hain, 2009 yerel seçimlerinde oy kullanamayan Kıhçdaroğlu'nu beceriksiz, 2002'de erken seçim kararı alıp hükümeti bırakan Bahçeli'yi ise iktidarsa biri olarak tanımla­ ması tam da Goffman'ı örneklendirmektedir (Yozgat, Kütahya, Denizli ve Muğ­ la mitingleri, 2014). Böylesi itibarsızlaştırıcı damgalar, ötekine dair sorumluluk duymaksızın siyaset yapma tavrını meşrulaştırıcı bir temel sunar. Örneğin sol­ cu olmak ya da farklı bir dinî inanışın/cemaatin içinden gelmek, damgalanma­ nın en önemli ölçütüdür (Balıkesir mitingi, 2014). B u anlamda damgalama, da­ ha çok utanç verici bir eylemde bulunanı/tercihi olanı/düşünce taşıyanı vb. o ya-,mlan ayın etmek ve aşağılamak adına kullanılmaktadır. B u tavır, damgalarla-m degersizlestirmeyi, basitleştirmeyi, küçümsemeyi, tiksinilmesi gereken bir aktöre dönüştürmeyi hedeflediği gibi aynı zamanda, damgalanan! hinlik kını

(5)

K M t I I'AHIAK AMMAf.AN « V l U H K

ligi dışına iterek dışlayacağı için kimliğin inşasını kolayiaşiıracak ve btz\ seler ber edebilme ya da manipüle edebilme olanağı yaratacaktır. Çünkü damgalama­ da "farklılığı anlamak için farklı olana değil" onu farklılığa hapseden "olağan olana" (Goffman, 2014: 180) bakmak gerekir. Canetti (2006: 212) bu durumu "özü emmek" olarak nitelendirir. B u anlamda cemaat, toplum katında "iktidar­ dan yoksun kalana kadar" aşağılanmışur. Çünkü iktidar "onlara ne kadar kötü davranırsa, onları o kadar" küçümsemiş olacak ve "artık işe yaramaz hale gel­ diklerinden tıpkı kendi dışkısından kurtulur gibi, yalnızca evinin havasını kir­ letmemelerine dikkat ederek" ondan kurtulacaktır.2 Öyle k i yargı ve emniyetin

cemaat kökenli üyelerine karşı izlenen politika ve bu politikanın dış mihraklar retorigiyle bütünleştirilmesi, cemaate karşı nefret dili geliştirmeye ve özü em­ meye yönelik tercih gibi durmaktadır.

Öznelere k i m l i k l e r i üzerinden değer ve damga takdir edildiğinde, sadece damgalanan aktör değil, damgalanan kimliğin bizatihi kendisi toplumsal temel­ de bütünüyle lekelenmiş olarak algılanacak ve o k i m l i k ile olumsal ilişki içinde olan tüm aktörler de lekelenmiş addedilecektir. Örneğin yolsuzluk-rüşvet iddi­ aları karşısında eleştirel bir tutum geliştiren ve cemaat ile arasına mesafe koy­ mayan M H P ve C H P de damgalanan cemaat ile birlikte aynı düşman kategori­ sine hapsedilmiştir. İslamcı-muhafazakâr seçmenin nazannda damgalı bir k i m ­ liğe sahip olan CHP'ye seçim sürecinde destek verdiği gerekçesiyle cemaat de C H P ' n i n damgasını paylaşmak zorunda kalmıştır. C H P ' n i n özellikle tek parti­ li yıllarda dine/geleneğe karşı geliştirdiği politikalar ile Said-i Nursi'nin/Mende-res'in yaşadığı eziyetler ön plana çıkartılmış, bu anlamda CHP'ye yaklaşan Gü­ len cemaatinin Said-i Nursi/Menderes özelinde Türk-Islam mirasına ihanet et­ tiği iddia edilmiştir (Afyon ve İsparta mitingleri, 2014). Damgalama stratejisin­ deki bu ayrıntı, aynı zamanda Erdoğan'ın bütün m u h a l i f unsurları tek bir başlık altında eritebilmesini de kolaylaştırıcı bir etkendir.

Yeni Türkiye perspektifinde M c C a r t h y i z m i n dirilişi

Senatör McCarthy 20 Şubat 1950'de yaptığı konuşmada şöyle der: "...ne yazık k i , trajik bir biçimde, d u r u m u n nezaketinin gerektirdiği beceriyi gösteremedik, kötü bir başarısızlığa uğradık. Bugün güçsüz bir konumdayız. Neden? Yegâne düşmanımız sahillerimize çıkarma yaptığı için mi? Hayır? U l u s u m u z u n hoşgö­ rüyle karşıladığı bazılarının ihaneti yüzünden. B u ülkeyi haraç mezat satanlar, yoksullar ya da etnik azınlıklar değil, daha çok dünyanın bu en zengin ülkesi­ n i n kendilerine sunduklarından yararlananlar, yani en güzel evlerde oturan, en iyi eğitimi almış olan ve yönetimde en i y i yerlerde bulunanlardır...Dışişleri Ba-kanlıgı'nın yani bakanlıklarımız arasında en önemli olanın, tümüyle komünist

) ABD'drkı cntl komünist histerinin devlet politikası haline gelmesinde damgalama stratejisinin oldukta etkili hinimde kullanıldığı hatıılanm.ılıdır

A M ' N İ N III MAMI M ı.lMl I HlNDI K İ M M AA I '.<">YI I M İ V I I

İL I tarafındaıı saı ılınış olduğunu söylüyoruın....helgeleı ı elimde " ( Kuşay'dau

aktaran Dikeç, 2009: 169). Bu kısa alıntıdan da görüldüğü üzere, Sovyel göl (ereni üzerinden üretilen komünist tehdidi ve onun resmî kurumlara sıfırı iç uzantıları, Amerikan toplumunda yaygın bir korku hali yaratmak, konformiznıi güçlendirmek, sosyal otoriteye saygıyı ve milliyetçi popülist dili güçlendirmek adına etkili bir damgaya ve k o r k u siyasetine yol açmıştı. Cadı avı ya da McCart-lıyizm olarak da bilinen ABD'deki anti-komünist stratejinin mimarı ABD'li se ııatör Joseph McCarthy sayesinde hızla yaygınlaşan kızıl panik, toplumu komü­ nizm merkezli bir k o r k u ve şüphe haline sürüklemişti (Dağ, 2005: 206; Oran, 2002: 4 8 4 ) . 1950'li yıllar sonrasında düşman çok kere farklılaşmış ve özellik­ le 11 Eylül saldırıları düşmanı, radikal biçimde dönüştürmüş olsa da McCarth-v ist politikaların özündeki zihniyet baki kalmıştır. Zira Amerikan hegemonyası kendini yeniden üretebilmek ve b u üretimin gerekli kıldığı politikaları meşru-I,ısınabilmek adına her dönem yeni bir düşman yaratmak zorundadır.

A K P ' n i n 30 Mart öncesinde izlediği stratejinin de bir tür k o r k u siyaseti yürüt­ mek ve bunu McCarthyist temelde inşa etmek olduğu söylenebilir.3 Diğer bir

* leyişle, yerel seçimler öncesinde Türk sağ geleneğinin McCarthyizmden önemli ölçüde beslenen anti-komünist tavrının, A K P ' n i n cemaati düşmanlaştırması ve • >nu en büyük tehdit kaynağı olarak kurgulamasıyla bir kez daha gündeme gcl-ıhgi söylenebilir. 1980 öncesi dönemde komünizm tehdidi algısı, Türkiye'deki ağ geleneğin farklı kompartımanlarını bir arada tutan önemli bir unsurdur. B i l -I lassa halkı müteyakkız kılmak için ortak düşman olarak komünizm ve onu sem­ bolize eden renk, mekân, figür, isim vb. pek çok şeye sıklıkla müracaat edilmiş­ in. Örneğin Genelkurmay'm (1973: 3) Komünistler işçilerimizi Nasıl Aldatıyor-lıif? adlı broşüründe, kanserden daha tehlikeli olduğu söylenen komünizmin

•-adece insanın değil, insandan insana bulaşarak bir milletin ölümüne" neden olduğu vaaz edilir. Ortak düşmana karşı uyarılar, hem toplumsal bünyenin

dt-• ı/dinç kalmasını ve onun kolaylıkla harekete geçirilebilecek bir kitleye dönüş ı m ölmesini sağlamış hem de düşmanın toplumsal bünyeyi tersine döndürüldü

leceği tehdit ve korkusu Ön plana çıkartılarak önemli pek çok toplumsal ve po İnik meselenin gündem dışı bıraktırılması temin edilebilmiştir. Rüşvet ve yol

ıı^luk iddiaları karşısında Cemaat ve onun üzerinden de muhalefet partilerinin

.l.ımgalanarak düşmanlaştırıİması, b u düşman bloğunun Pennsylvania metaforu ile büyük Türkiye'nin yükselişinden rahatsızlık duyan' dış mihrakların uzantısı ıtlarak kodlanması, 'muhalefetin cemaat dolayımıyla kullanıldığı' ve butun bun I.u in da büyük bir oyunun parçası' olduğu iddiası, anti-komünist söylemin ko mımist/Moskova göstereni üzerinden tehdidi algısı üretmesine benzer biçimde

ılı vreye sokulmuştur. Böylece hem 17-25 Aralık soruşturmalarının özüne dalı

ı misinaların önemsiz ve sıradan kılınarak devre dışı bırakılması hem de A K I ' i lhanında seçim öncesinde birlik ve bütünlüğü sağlamak mümkün olabilmişin

(6)

l'.MI I l'AHI AK A I I M ^ . « N ı V l l l l ( K I chdit algısının kitleye başarıyla akiarımında ise Laçiner'in (2014a: b; 2014b: 1) sözünü ettiği asabiyyet kavramı ve partinin orta sınıf ile -sağ gelenekteki diğer partilerden farklı olarak- temsiliyet yerine özdeşlik ihşfcisi kurması önemlidir.

Anti-komünizmi taklit eden anti-cemaatçilik hususunda bir diğer mesele kapsayıcılıktır. Şöyle k i komünizm/komünist göstereni, Türk sağ geleneğinin bütün aktör ve kurumlarını birbirine bağlayan bir düşmandır. Komünizm gös­ tereninin yerini alan cemaat ise, bütün bir sağ geleneğin nazarında değil, sade­ ce iktidar partisi A K P ve lideri Erdoğan nazarında tehdit üreten düşmandır. Mc-Carthyist bir tavırla cemaat kozunu başarıyla oynaması sayesinde A K P , yerel se­ çimleri basitçe bir seçim ya da demokrasi sınavı olarak değil "bir hayat memat meselesi" ya da "yeni bir Türkiye'nin kurulmasının eşiği" (Akbaş, 2014: 28) olarak anlamlandınlabilmiş ve bu nedenle bir istiklal mücadelesi verildiğine en azından kendi kitlesini ikna edebilmiştir. Bir zamanlar ABD'nin, dünyayı Özgür olan ve olmayan, baskıcı ve demokratik, kızıl ve beyaz türü ikiliklere hapsedi-şi ne idiyse, A K P ' n i n izlediği seçim stratejisi de benzer biçimde bütün bir toplu­ m u biz ve öteki olmak üzere i k i ana kategoriye ayırmıştır. Bu ikilik hali üzerin­ den bakıldığında A K P ' n i n seçimi kazanması "istikrarı, h u z u r u , ekonomiyi he­ def alan darbenin bertaraf edilmesi ve yeni bir Türkiye için verilen savaşın kaza­ nılması" anlamına geliyordu. O nedenle "var olan tehditlerin defalarca dile geti­ rilmesi" zaruri idi. B u zaruretin sonucu olarak cemaatin, Gezi direnişi gibi "28 Şubat benzeri" darbe girişimine (Afyonkarahisar mitingi, 2014) ve ülkenin de­ mokrasi dışı yollardan dizayn edilmesine yeltenen (Sivas mitingi, 2014), muha­ lefet partileri de dahil olmak üzere tüm politik ve bürokratik aktörlere "şantaj yapan", b u n u n için "kasetlerle partileri esir alan" (Yozgat mitingi, 2014), yar­ gı ve emniyete sızarak/devleti ele geçirerek insanların en mahrem konuşma­ larını dinleyen (Kırklareli, Kütahya ve Burdur mitingleri, 2014), böylece ulu­ sal güvenliği tehdit altına alan, milli k u r u m l a n çökertmeyi hedefleyen (Deniz li mitingi, 2014), demokratik gelişmelerden rahatsızlık duyan (Uşak mitingi, 2014), "millete fitne sokmaya çalışan" ya da yalan söyleyip fesat çıkarmak sure­ tiyle "kendi ülkesine ihanet eden" (Kırıkkale ve Malatya mitingleri, 2014), kısa­ cası Türkiye düşmanı olan (Niğde mitingi, 2014) bir "çete" ya da "devlet içinde devlet" şeklinde örgütlenen paralel yapı olduğu hatırlatılmıştır. Erdoğan, bu tür tehdit ve tehlike uyanları ile bu uyanların yol açtığı müteyakkız olma halini he­ men her mitinginde sıklıkla yinelemiştir. Mesaj açıktır; "yeni olan, ancak tehdil edenin yok edilmesinden sonra inşa edilebilecek"tir (Akbaş, 2014: 28). Söz ko­ nusu tehdit kaynağı aslında tek başına paralel yapı da değil, paralel yapı özelin­ de bütün bir muhalefettir. Gülen, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'nin "üç(lü) kafadar* olarak betimlenişi ya da "Gezi ve paralel yapı hep aynı" ifadeleri veya "Cema­ at, C H P ve M H P arasında kaset kardeşliği var" (Adıyaman mitingi, 2014) ifade­ si bütün bir muhalefetin homojen ve türdeş kılınarak fefîleştirilmesiııi örnekle inekledir. Öte yandan paralel yapının haşhaşiler olarak lanımlanınası, Mertti h\ı

Ah I' NİN Kİ M A l l l M ı.lMI I HİNİ M Kİ ı I M AA I SOVLI Mİ

ıngn( şeklimle betimlenmesi ve hatla cemaat ile uluslararası gûçlei arasındaki ilişkiye atılla ima edilen ajanlık suçlaması, paralel yapı üzerinden bulun muini lefeti terörize eden bir dilin yerleşmesine de yol açmıştır.

Anti-komünist mücadelede sağ gelenek, komüniste dair ciddi bir önyargı ya ratmış ve bu önyargıyı temellendirmek adına zengin bir toplumsal/kültürel ine timi devreye sokmuştur. Önyargılar, herhangi bir farklılığından ötürü bireylerin grup aidiyetleri üzerinden değerlendirilmesini ve bu değerlendirmenin ağırlık lı olarak olumsuz dogmatik kanaatler üzerine inşa edilmesini gerektirir. O ia­ denle önyargılar sonucunda oluşan ayrımcılık ya da sosyal mesafe, bireysel de gil ait olunan gruba dair Özellikleri referans alır. B u nedenle ayrımcılık ve dışla ma pratikleri için kategorilerin üretilmesi kaçınılmazdır (Göregenli, 2013: 2ö). Söz konusu önyargılar, aynı zamanda kalıp yargılann üretim süreci için bir ön aşama niteliğindedir. Kalıp yargılar, önyargıdan farklı olarak bireye ya ila gru ha dair "bilgi boşluklannı dolduran, böylece karar vermeyi kolaylaştıran, önce­ den oluşturulmuş bir takım izlenimler, atıflar bütünü olarak zihinde oluştum lan imgelerdir" (Göregenli, 2013: 29). Kalıp yargılar oluşturma süreci, özellik le de "iç grup sempatizanlığmı ve dış grup ayrımcılığını belirgin biçimde artırır" ve bu sayede bize benzemeyen dış grup üyelerinin "inançlan(nı) tek tipleştiri-lir" (Göregenli, 2013: 30). Erdoğan'ın, cemaati, anti-komünist bir dil ile 'tehdit üreten düşman' olarak kodladığı ve cemaat ile arasına mesafe koymayan hatta yolsuzluk-rüşvet iddialannı ciddiye alan bütün bir muhalefeti düşmanlaştııdı gı seçim yanşmda toplumsal önyargı ve kalıp yargıları fazlasıyla kullandığı gö i tilmektedir (Seçim Beyannamesi Tanıtım Konuşması, Yozgat, Kütahya, I K a k . Muğla mitingleri, 2014). Örneğin anti-komünist stratejide ayrımcılık ve duş manlık üretmek adına son derece işlevsel olan haşere türü zararlı böcek ve hay vanlara benzetmek ya da salgın hastalıklar metaforunu yardıma koşmak, ötekini ihanet retoriği üzerinden anlamlandırmak, komplo teorisi dolayımıyla tehdidi somut kılmaya ve rasyonalize etmeye çalışmak, rakiplerini değersiz/sıradan/lu sil nesnelere dönüştürerek insandışılaştırmak, kaynağı dışarda aramak, yoksul •engin polemiği üzerinden popülizme meyletmek, din referansını devreye soka rak muhalifleri dinsel değerlere uzak ya da sapkın olarak nitelemek, düşmanlaş ı irilmiş muhalif unsurların takipçilerini/destekçilerini gaflet içerisinde resmel mek vb. pek çok ayrıntı cemaat başta olmak üzere tüm muhalefeti hedef almış ur Bütün bu suçlayıcı pratikler, düşmanı, şeytani bir karakterle donatarak gtl n.ıh keçisine dönüştürmeye yöneliktir. Bu sayede lider/egemen, kitleye sunduğu sınırsız vaat ve sözlerin yükünden kurtulmak adına yoğun bir suçlama slrate lisine yönelme imkânına kavuşmaktadır. Böylesi bir ortamda, yaşanılan sistem üzerine düşünme ya da reforma tabi tutmak için onu gözden geçirme ıslegı ta hlesnıckle, başımıza gelen her türlü felaket karşısında bir suçlu bulma (( anıp beli, 201 i : 19) zorunluluğu devreye girmekledir. Komplocu kavrayıştan büyük olçude beslenen Türk sağ geleneğinin toplumsal önyargı ve kalıp yargılın teme

(7)

l'.MI I l'AHi AK AR M Af* AN ÖZTURK

Ünde küllür eksenli bir günah keçisi yaratması hem kendisine ilişkin eleştirile ri hem de ciddi reform ve dönüşüm allernaliflerini gündeme getirebilecek yapı­ sal nitelikli meseleleri ötelemesi adma son derece işlevseldir. Başka bir deyişle, önayak olduğu kapitalist sistemle ve modernleşme süreciyle geç ve eksik eklem lenmenin yarattığı yapısal sorunları tartışma dışı tutabilmek adma her mesele­ y i dinden ahlaka, cinsiyetçi tavırdan mağduriyete, ihanetten bölünme retoriği­ ne kadar kültürel çıktılar alanına hapsederek değerlendirmek, Türkiye sağının süreklilik taşıyan karakteristik bir özelliğidir. Bilhassa siyasal ve kültürel temel­ de izlenen ahlakçı tavrın rakip ya da düşmanı insandışı bir varlık olarak kodla-maya son derece elverişli rolünün farkında olan sağ gelenek, bu sayede "makl-nasal bir güç içinde iktidarını sabitleme" (Sustam, 2014: 116) olanağına da ka­ vuşmaktadır. Ayrıca sağ geleneğin üç halinden ikisini oluşturan İslamcı ve mu­ hafazakâr akımların, siyasal kimliğinin, siyasal alan ve olandan ziyade toplum­ sal, kültürel ve bilhassa dinsel ahlak alanında kökleniyor oluşu da tartışmaların yapısal olmaktan ziyade kültürel alana sıkıştırılmasında etkilidir.

Kötülüğü gösteren düşman imgesi o l a r a k k o m ü n i z m

Dost/düşman ayrımı, aslında siyasal olanın/sınırların çizilmesini belirleyen önemli bir ikiliktir. Zira düşman, dışlama ve ayrımcılık içeren işlevle yüklüdür. B u anlamda düşmanın varlığı, korku hali/siyaseti üretmek adına elzemdir. Düş­ man kategorisine bizden ve dosdarımızdan olmayanlar hapsedilir. B u kategoriyi betimleyen en önemli anahtar kavram ise kötülüktür. Kötülük ile hemhal olan düşmana karşı her daim uyanık olmak gerektiği ise sosyalleşme sürecinden in baren öğretilir. O halde denilebilir k i gerek düşmanlar gerekse onlara dair ge liştirilen nefret duygulan, yaşamın aynlmaz bir parçasıdır (Moses, 2010: 100).

Düşman yaratma, biz-öteki kimlikleri arasında sınır çizme kaygısının somut laşmış hali olduğundan her iki taraf da bizi güvenilir, barışçıl, insancıl, inançlı, dürüst, demokratik, üreten vb. değerler üzerinden; düşman kılınan ötekini ise kaostan yana, kavgacı, tüketen, ihanet eden, darbeci, inançsız, yalancı vb. de= gerler üzerinden anlamlandırır. Örneğin anti-komünist mücadelenin güçlü ol­ duğu 1970'ler Türkiyesizde Orgeneral T . Sunalp'in kapanış konuşması yaptığı Devlet Brifingi'nde komünizm, "Allah'ı bulunmayan, mülkiyet tanımayan, ken­ disini kuşkulu ve hürriyetsiz bir yaşayışa mahkûm etmek zorunda kalan ba­ sit insan toplulukları" biçiminde ve "sapık ideoloji hastalığı" (Devlet Brifingi, 1995: 37-38) olarak betimlenir. Maneviyatçı argümanların hayli güçlü olduğu sağ geleneğin nazarında da komünizm, ağırlıklı olarak d i n göstereni üzerinden kötülüğü sembolize eden şeytansı varlıkla eş tutulur. Bunda sağ geleneğe içkin İslamcı kavrayışın payı önemsenmelidir. Zira "siyasal islam'ın tek hakikat anla­ yışı", farklı türden yorumları "sapkınlık" retoriği üzerinden kavramaya ayrı bir öııeın verir Bu nedenle Osmanlı daki modernleşme surecinden itibaren pek çok

AKP'NİN U l M A I I t M ı.lMI I HİNDİ K i l I M A A 1 SflVI I Mİ l ' l /

tartışmalı mesele değişim kavramı üzerinden değil, 'kamusal alana hakim olma mücadelesi" (Sarıbay, 2000: 27) üzerinden yaşanagelmiştir. Bu bağlamda I ııık siyasal kültüründe, ötekiliğe hapsedilmesi düşünülen bir farklılığın düşmanlas ıırılma sürecinde din odaklı bir sapkınlık söyleminin oldukça ciddiye alındı gı belirtilmelidir. Komünizmin yanı sıra C H P ' n i n de, tek partili yıllarda izlediği devrim süreci ve 1990'lardan itibaren takip ettiği katı laikçi politikalar nedeniy le din göstereni üzerinden "millet iradesinin karşısında" yer alan ve bu neden­ le millet tarafından iktidar yapılmayan (Burdur mitingi, 2014) damgalı bir poli tik kimlik olduğu belirtilmelidir. Zira görünmez kılamadığımız bir kimliğin en­ trika, fuhuş, sapkınlık türü bir suçla ilişkilendirilmesinin, damgalama ve günah keçisi kılma stratejisinde önemi büyüktür. Dinsel yorum ve tercihleri de içere­ rek biçimde toplumsal sapkınlık, "toplumsal düzene müşterek bir reddiye" yö­ nelten ve "toplumun kendilerine sunduğu patikalarda ilerleme fırsatına tenez¬ zül etmiyor izlenimi veren"dir. B u nedenle onlar "üstlerine saygıda açıkça kusur eden", "dinsiz olan", "toplumun ıskaladıklarıdır" (Goffman, 2014: 201).

Komünizm ve komünist için kötülüğü din üzerinden temellendirmek, hem teorik hem de pratik açıdan kolaylıklar taşır. Fakat cemaat, kötülüğün göstere ııi olarak kurgulandığında dinsel retorik dinsizlik ya da allahsızlık yerine sap­

kınlık dolayımıyla inşa edilmiştir. B u anlamda A K P ' n i n , en zorlu ve yaygın düş­ manı kendi içinden bulup ortaya çıkarması tesadüf ya da şaşılacak bir durum değildir. Nasıl k i cadı avının Avrupa'da k o l gezdiği zamanlarda bu ava en bü-\ ük güç ve ivmeyi komplo teorileri kazandırmışsa, cadı avcıları nasıl k i "yaban­ cı bir nefret figürü yerine içlerindeki şeytan kılığındaki düşmanı" aramışlarsa ve o cadılar bütünüyle ortadan kaldırıldığında dünyanın tüm kötülüklerden kurtulacağına dair bir zihniyet nasıl üretilmişse (Campbell, 2013: 82), A K P ' n i n ı emaati duşmanlaştırması da benzer bir mantık üzerine inşa edilmiştir. Cema at, A K P açısından, 'bizim içimizde olan ancak bizden gayrı1 bir aktördür. Bu önemli bir noktadır. Zira 17-25 Aralık soruşturmalarına kadar iktidarın en bü <. uk müttefiki olan, İslamcı cenahtan beslenen, bu anlamda benzer bir mağdıı riyet söylemiyle meşruiyetini inşa eden cemaati bir anda şeytansı bir varlığa dö­ nüştürmek zordur. Kaldı k i cemaate ilişkin pek çok eleştiri, dolaylı olarak ikıi darın kendisini hedef alabilecek nitelikte boyutlar da taşımaktadır. B u anlam ila cemaati şeytanlaştırmak bir bakıma ateşle oynamak gibidir. E n başta da is­ lamcı geleneğin yara alma tehlikesi söz konusudur. Fakat bu çelişkili ve çene lil sorunları bertaraf etmek adına A K P iktidarı cemaati iç düşman kategorisine hapsetmiştir. Zira Canetti'nin (2006: 24-25) ifade ettiği üzere "içeriden yapı lan saldırı" bireysel arzulara hitap ettiğinden, bu "ahlaksızca" ve çok daha i r h likeli bir şey olarak görülür. Kaldı k i her kitle kendi içinde "küçük hır ham la şır". Hain, istenilmeyen davranışları "sessizce yaptığı ve bu konutla pek yay gara koparınadıgı sürece, kitle o n u n yaptıklarını sürdürmesine i/in verir A n ı ak hu konuda hu ses çıkarır çıkarmaz, kitle ondan neliel elıueyı v. korkma

(8)

198

l'.Ml I PARLAK A R M A f ı A N O/TURK

ya başlar". Çünkü hainlik damgası, "düşmanın başlan çıkarmalarına kulak vrı miş olduğu" üzerinden üretilir. Üstelik "dışardaki düşmanın surlar üzerinde­ ki faaliyetleri açıktır ve gözlenebilir", oysa içerdeki düşmanın faaliyetleri "gizil ve sinsidir". K o m p l o teorilerinin yoğun biçimde seferber edilişi de, içimizden çıkan hainleri kötülüğe ve şeytanilige hapsetmek adınadır. Zira işler yolunda gitmediğinde bir takım grupların hedef olarak gösterilmesi ancak komplo teo­ rileri dolayımıyla mümkün olabilmektedir (Campbell, 2013: 15-16). T o p l u m u kuşatan gizli komplocuların olağanüstü yeteneklere (Aktay, 2 0 1 1 : 76), serve­ te, bağlantılara, güce, tabana vb. sahip olduğu varsayılır ki şeytani bir kötülük odağı olarak tarifi o ölçüde kolay olsun. Cemaat h e m sayısal olarak kalabalık ve yaygın bir grup olduğu hem de iktidar ve ülkenin gelecek hedeflerini sabote et­ me gücüne erişkinliği itibariyle günah keçileştirilmeye uygun bir aktördür. Bu anlamda cemaat başta olmak üzere neredeyse bütün muhalefetin "kriminalleş-tirme, düşmanlaştırma, şeytanlaştırma" söylemi temelinde dönüştürülmesinin, Türk sağ geleneğinin anti-komünizm üzerinden üretegeldiği stratejilere yaban­ cı olmadığı bir kez daha belirtilmelidir. Komünizm propagandatif biçimde gü­ nah keçisi kılınıp adeta "her türlü aksilikten sorumlu tutulabilecek bir karan­ lık güç" olarak formüle edilmişti. Her türlü suçun ve günahın sorumlusu hali­ ne gelmek, aslında "itibarın bitirilmesi" ve "otoriteyle bir daha mücadeleye gir­ mesini engellemenin" de en etkili ve kestirme yoludur (Campbell, 2013: 120). Nasıl k i komünizm "suçlu, düşman, kötü addedilen bir şey" olarak ele alınmış ve "başa çıkılması gereken bir hasım" olarak değil de "def edilmesi gereken bir bela, kökü kurutulması gereken bir fesat" (Bora, 2014: 14) olarak kavranmışsa; yargı ve emniyete sızarak önemli kurumları ele geçirdiği, türlü devlet sırlarını dinleyip yabancılara sattığı iddia edilen cemaate karşı yapılan da benzer biçim­ de günah keçisi kılarak şeytanlaştırmaktır. Örneğin Devlet brifinginde (1995: 40) komünizmin "...evvela y u r d u n bütünlüğünü bozmak, bilahare devletin te­ mellerini kökünden sarsarak yıkmak gibi bir amaç" güttüğü söylenir ve bunun için mücadelenin "şiddet hareketlerine" dönüştürüldüğü belirtilir. Erdoğan'ın cemaate yönelik suçlamalarında da milli birlik ve bütünlüğü bozmak, bilhas­ sa "milli irade hırsızlığı yapmak" ya da "darbe girişiminde b u l u n m a k " ve hat­ ta Gezi direnişine destek vererek k a m u düzenini bozacak "şiddet gösterilerine kapı aralamak" en başta gelen iddialardandır. Komünist nasıl k i " b u güzel yur­ du bir kızıl cehennem haline getirme p l a n l a n " içerisinde idiyse ve bunun için gerekli planlar nasıl ki "...dış merkezin kasasında" bulunmakta idiyse (Devlet Brifingi, 1995: 4 4 ) ; cemaat de Türkiye'nin gelişmesinden ve demokratikleşme­ sinden rahatsızlık duyan dış güçlerin bir maşası ve içerdeki eski Türkiye özle m i çeken aktörlerin arkasındaki en büyük oyun k u r u c u d u r (Sivas, Yozgat, Kü­ tahya, Burdur, Balıkesir, Kırklareli, Uşak, Muğla mitingleri, 2014).

Pcnnsvha-nia ifadesi ise düşmanın kökünün d işarda olduğuna dair argümanları meşru •aştıran ve somutlaştıran önemli bir metafordur

AKP'NİN Ut M/Ull M ÇİMİ I KİNDİ kl < I M A M S Û Y I I Ml 199 k o m ü n i s t t e n cemaate aldatma vc tertip k u r g u s u

Anti-komünizmdeki \atan fittin/iğini sembolize eden moskoj metalorunun yeri m paralel yapının merkez üssü Permsy/vama almıştır. Moskofluk nasıl k i , "fuka ı a edebiyatı gibi yollarla duygu sömürüsü yaparak yürütülen propagandaya kar­

şı" uyanık olmayı (Bora, 2014: 15) gerektiriyor idiyse; paralel yapı/Pennsylvanıa ifadeleri de makbuzsuz aidat toplamaktan, himmetleri ne yaptığı belli olmayan bir örgüte ya da inzivaya çekilmenin 'saraydan bozma tek oda'lı (!) bir evde ger­ çekleştiği polemiğinden, 'tek ceket' retoriğine kadar cemaati iktisadi temelli kıı

ı esel bir örgüte dönüştürmenin kavram setidir. Tıpkı komünistlerin cahil ve iyi

niyetli Anadolu insanını propaganda yoluyla ve türlü tertiplerle aldatması gibi, cemaat de dindar Anadolu insanının halis dinî duygularını istismar eden lehli keli bir örgütlenme olarak sunulmaktadır. B u iddialar kapsamında A K P iktida­ rının bütünüyle devletçi reflekslerle donanıp, içinden çıktığı çevreden koptuğu ve mücadele ettiği Kemalist devletçi seçkinlerin dilini tersinden yakaladığı söy­ lenebilir. Zira 1980 öncesi dönemde egemen söylem; solcu ya da komünisti, as­ kerî darbe yapmaktan özel girişimi yasaklamaya, sınırsız cinsellik4 peşinde koş­ maktan Allah-din-siyaset ile alay etmeye kadar türlü figürlere dönüştürmüştü, lîu anlamda komünist, sinsice pusuda bekleyen bir öznedir (Özman ve Yakın, 2014: 110) çünkü o, türlü kötülüklerini mistifiye edecek biçimde aldatma stra ­ tejisiyle hareket eder. B u noktada J o h n C . Clews'un kaleme aldığı 1964 tarih­ li Communist Propaganda Techniques adlı eserin, Türkiye'de gerek resmî birim lerin gerekse milliyetçi-muhafazakâr müelliflerin komünistleri aldatma retoriği üzerinden anlamlandırmasında hayli önemli bir kaynak olduğu belirtilmelidir ı) nedenle Türk siyasal yaşamında üniversite gençliği başta olmak üzere muha

lif olan her kesim ve özellikle sosyalist gençler, 'kandırılmış sajve temiz...' yada

ga/iP insanlar olarak anılır. Örneğin Tevetoğlu Türkiye'de Sosyalist ve Komünist

I ualiyetler (1910-1960) adlı kitabında bir virüs ve veba olarak nitelediği komü nizmin; "çeşitli maskeler altındaki kızıl suratı"nı bilmeyen (1967: 7-8), gabi İcri avlamak" (1967: 10) üzere hareket ettiğinin altını çizer. Bütün bu gizli ger « ekleri kavramış önderlerden biri olarak Tevetoğlu kendisini, diğer milliyetçi

muhafazakâr seçkinler gibi halkı bilinçlendirerek, onları bu tuzağa düşmekti n kurtarmakla vazifelendirin iştir (1967: 13). Necip Fazıl (1962: 10, 31) da "zelili dağılım üssü" olarak nitelediği köy enstitülerini 'Anadolu çocuğunu ruh kö kimden ayırmak için kurulmuş yaman bir komünizma tezgâhı" olarak n i t e l e n

dirir. Eğitim k u r u m u adı altında faaliyet gösteren bu komünist teşkilatla! ög re netleri bilim ışığı adı altında aldatmaktadır. 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutan

4 Genelkurmay'ın hazırladığı metinden, seksin aldatma suretinde en etkili ar«ç,l<"d-«ı " I " oldu f)u anlatılıyor. Örneğin aslında mühendis olan evli bir komünist kadın, isçileri devrimci hareke ı«- k.ı/andırmak içi" onlarla cinsel ilişki kurar Güvenlik gutU''' tarafından yakalanana kadar ila ı.ıyıvı/ ı>(,ı bu koıiHİrml kadın aracılığıyla komıirmt nnjııtliTiıı ağına d ı ı y ı örnekler ı<ııı lık/

(9)

İSMİ I l'AHI AK AHM/U,AN ı'l/IIIHK ligi yayını olan Komünistler İşçilerimizi Nasıl Aldatıyorlar? adlı ınciinde d t- ko münizmin aldatarak propaganda yaptığı (1973: 4 ) , özellikle "masum insanla­ rın ekonomik sıkıntılarının"5 istismar edildiği (1973: 5) belirtilmekte ve aldat­ ma eylemi ile ilişkili olarak 'çengel atmak, 'memlekete vatana ihanet etmek\ 'ağı­

na düşürmek', 'propaganda yapmak' ifadeleri çok sıklıkla kullanılmaktadır. Dev­ let Brifingi'nde (1995: 28-29) ise "beyin yıkamanın en i y i metodu; müsait sefa­ let şartları bulmak veya yaratmak; olanağı olmayan güzel, zengin, düzen getiri­

ci ve parlak vaatlerde bulunmak ve genç dimağlara ezberletme ve tekrar yoluyla yalnız yapacağı işlerle, söyleyeceği sözleri istif etmek" olduğu yazar. O halde E r ­ doğan'ın miting alanlarında sıklıkla çocuklarını cemaatin dershane ve okulları­

na göndermemelerine dair ailelere uyarısı ve devlet okullarının eğitim konusun­

da yeterli olduğu iddiası, basitçe cemaatin ekonomik kaynaklarına karşı gelişti­ rilmiş bir hamle değildir. B u yolla cemaat, birer ideolojik araç olarak kullandığı

okul ve dershanelerde propagandatif stratejilerle çocuk ve gençleri aldatan, on­ ları ağlarına çekerek ülkeye ihanet edecek biçimde yetiştiren, fitne ve fesat üre­ tim merkezi olarak damgalanmaktadır.

Anti-komünist söylem ve milliye tçi-mu ha faza kâr zihniyetin önemli bir aya­ ğını oluşturan anti-entelektüalizm de solcu ve komünistin aldatma retoriği üze­ rinden anlamlandırılmasına katkı sunar, Örneğin Devlet Brifingi'nde (1995: 31) askerî idareciler "bolca sol içerikli neşriyat okuyan gençlerin bu o k u m a sü­ reci sonunda komünistIeştigi"ni vurgular. Dolayısıyla okuma eylemi ve mera­

kı, gençleri yoldan çıkaran ve sapkmlaştıran bir tercih olarak değerlendirilmek­ ledir. Çünkü bu okuma süreci sonunda "...beyinler yıkanmakta", gençler ve iş­ çiler "devşirilmekte", "çeşitli..yollardan kirli paralar memlekete" akmakta, her türlü silah ürünü ülkeye "sevk olunmakta", "içerde ve dışarda destekçiler ve kös-tekçiler" bolca bulunabilmektedir. Ülkede "militanlar" cirit atarken, yeraltı da

"köstebek yuvası" dolmuştur (1995: 31). Anlaşılıyor k i , o k u m a eylemi ile 'beyin­

leri yıkama', 'devşirme', 'kirli para', 'silah şevki', 'militanlaşma', 'hainlik', 'kös­ tebektik' arasında doğru yönlü bir ilişki kurulmaktadır. Kaldı k i kitapta en sık kullanılan kavramların başında da tahrik gelir. 'Aldat(ıl)ma', Yıkıcı faaliyetler, yurttaşların ulusal değerlerden uzaklaştırılması', 'sızmak' (devlet kurumlarına

ya da işçi/köylü kiüeleri arasına) da yine en çok zikredilen ve bu anlamda ko­ münisti betimleyen ifadelerdendir. Öyle ki askerî komutaya göre, genç ve işçi­ leri aldatarak suça azmettiren öğretmen "kendisine eğitim için emanet edilen il­ k o k u l çocuklarının körpecik dimağlarını...zararlı düşüncelerle tağşiş" eden ve 5 Kitapta yaşlı bir işçinin anlatımındaki şu ifadeler önemlidir: "...emekliliğimi bekliyordum, ço­

luk çocuğum perişan oldu. Bîr anlık gafletim, hayatımın düzenini bozdu. Anlıyorum ki, dev­ rimci diye İşçi arasına sızan insanlar bizi yoldan attılar. Kaybeden biz olduk" (Genelkurmay Başkanlığı, 1973: 18). Bir başka işçinin sözleri: "...askerler gelince etrafımda kimse kalmadı. Beni çağıran arkadaşları söyledim, hepsi inkar ediyorlar.-.Beni aldatanlar şimdi işleri başında, ben ise cezaevindeyim. Gerçeği anladım. Fakat çoluk çocuk perişan oldu" (Genelkurmay Bat kanlığı, 1973: 18-19).

AKC'NİN 10 M A K İ W ÇİMİ I HİNDİ Kİ ( ı M A A l S Ö Y I I M İ . / O l bu nedenle "en büyük ihanet"i yapandır (1995: 182).5 Komünistın/koınünlz inin kötülükle hemhal olan aldatıcı ve tertipçi yönü aslında özcü bir mantıkin kavranmaktadır. İnsanların, kendilerinden farklı olan bireyleri/grupları 'hu tü ı ün üyeleri" gibi algılaması anlamında örtük yaklaşımları ifade eden özcü kav­ rayış, "sosyal dünyanın sabit, değişmez bir şekilde anlaşılıp algılanmasına yol açar ... sosyal kategorileri, doğal dürtülermiş gibi ele alma eğiliminde oldukla rını savunur". Dolayısıyla her bir kategoriyi sabit bir öz ile temellendirmek, "o kategorinin üyeleri hakkında çıkarsama yapabilmek için, sonuca hızlıca götü ren, zengin bir çerçeve" sağlar (Göregenli, 2013: 3 3 ) . Özcü bakış açısı, Önyar­ gı ve kalıp yargıları da büyük ölçüde şekillendirme gücüne sahiptir. B u anlam da Türk sağ geleneğinin özcü kavrayışında solun her türlüsü 'aldatma', sahlc lik\ 'gizli tertipler içinde olmak'la anlamlandırılmak ta, kısacası solcu, iJuınrr ile ozdeşleştirilmektedir.

Yukarıda ifade edildiği üzere basitçe eğitim kurumları olmanın ötesinde b u n kültürel/politik/dinsel vb. okuma merkezleri olarak faaliyet gösteren, hatla ders dışı etkinlikleri çok daha faal biçimde yürüten cemaatin okulları/dershaneleri bu anlamda, genç beyinleri zehirleyen odaklar olarak anlamlandırılmışım F.r doğan'ın Denizli mitingi ve sonrasında pek çok ilde dile getirdiği "cemaat, gece [eri beddua seansları düzenliyor" iddiasını da bu kapsamda düşünmek gerekli Bu anlamda özcü kavrayışın Erdoğan'ın elinde cemaate yöneldiği ve cemaatin, balkın dinî duygularını istismar eden, bu istismarı gerek ekonomik menfaatlere gerekse politik süreçte güç kazanmaya tahvil eden bir örgüt olarak betimlendiği söylenebilir. B u yargıyı desteklemek için de 'halkın himmetleri'nden dünya ge­ nelinde geniş bir ağa sahip olan 'şirketler'e varıncaya kadar cemaatin ekonomik gücü gözler önüne serilmeye çalışılmaktadır.7 Akçalı işleri takip eden dünyevi ve sıradan bir aktör ile ilahi işlere yönelmiş ve münzevi hayat süren din adamı profilleri üzerinden geliştirilen dikotomi, Gülen'i her türlü ihale işine kala yo­ ran 'sahte/sözde bir alim' olarak betimler. 1970'lerde sol örgütlere katıldığı için duyduğu pişmanlığı (!) dile getiren insanların bu ifadelerinin resmî k u r u m l a n a kullanımına benzer biçimde, Erdoğan da aldatılmanın pişmanlığı retoriğini ce­ maat yurtlarında kalan öğrencilerin 'beddua seanslarından duydukları rahatsı.'. 6 İzmir Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakg'nın 20 Ağustos 2014 tarihinde İzmir'deki imam hatip oı taokulu ve lise müdürleri ile yaptığı toplantıda söylediği iddia edilen "okullarınızda bazı ateiM,

komünist öğretmenler var, çocukları bunlara teslim ederseniz onlar emek harcamazlar, Darvvln teorisini anlatırlar. Derslere komünistler giriyor, çocukların beynini yıkıyorlar. Dinimiz yerler de sürünüyor...Ateist ve komünistlere defol git buradan deyin, defterlerini dürün. Okullarını! da böyle yapanlar varsa, odanıza çekin kollarınızı sıvayın, baktınız olmadı önce siz sonra ben ita desini alacağım" ifadelerinin, 1972'deki Devlet Brifingi'nde askerî erkânın dile getirdiği fikirlerin neredeyse hiç değişmeden bugüne geldiğini göstermesi adına anlamlıdır, <http:/Avww radikal com.tr/politika/ateist_ve_komunistlerin_defterini.durun-1219090>, E.T. 18 Ekim 2014.

7 Dershanelerin kaldırılmasıyla birlikte rant kapısının kapatıldığı (Yozgat mitingi, 2014), hu ne denle cemaatin iktidara karşı darbeye teşebbüse yeltendiği bizatihi Erdoflan tarafındım dili getirilir Bu anlamda pek çok mitingde seçmene "paralel yapının milleti sOmurduğıı'' halıdan l.ııak (Muğla mitingi. /(II4). çotuklarını temaalın derUıanc w okullannılaıı almaları, yine «• maatln ItkVİiyOfl kanalları ve g«etelerlnln takgı etlilıneı.ıe»! uert.gt lemhlhlenmeMe.l»

(10)

t*.MI I PAHI AK 'VII M/U ı AN f l / I I İ K K

ligi' kendisine ilettiklerine dair örneklerle dile getirmektedir. Yozgat mitingin, deki "...bugün Yozgat'ta bir grup geldi, genç kızlarımız... dediler k i ; ... biz ev­ lerde kalıyoruz, onların evlerinde. Ve bu evlerde bizi gece ibadete kaldırıyorlar ve ... size beddua ettiriyorlar" sözleri y a da Muğla mitingindeki "bunlar ablalar yetiştirmişler. O ablalar, gece seansları yapıyorlar. Yurtlarında kalan yavruları­ mızı ayağa kaldırıp oradan Başbakan'a beddua ettiriyorlar" sözleri, öğrencilerin cemaat tarafından aldatıldığını örneklendirir. Beddua seansları, Erdoğan'ın he­ men her mitinginde cemaati, "beddua etmek bir hocaya yakışır mı?" sorusu eş­ liğinde İslam ahlakına aykırı hareket eden bir sapkın örgüt olarak betimleyişin-de betimleyişin-de işlevseldir.

Anti-komünist söylemin komünizme mal ettiği kandırmaca, aldatma, h i ­ lekârlık, yalancılık, istismar vb. haller, Erdoğan tarafından sadece cemaati değil tüm muhalefeti kapsayacak şekilde kullanılmıştır. Özellikle 'yalancılık', 'çark­ çılık', 'döneklik', 'yasakçı', -yokluk', 'zulüm', 'darbeci' vb. tanımlamalar, muha­ lifleri hasımlıktan çıkartıp düşman kategorisine hapseden şeytanlaştırıcı ifade­ lerdir. Bu türlü insandışılaştıncı ya da şeytansı 1 aş tın cı betimlemeler, öteki ola­ na karşı her türlü ahlaki yükümlülük duygusundan arınma olanağı tanıdığı gi­ bi, aynı zamanda bu gibi betimleyici ifadelerin süreklilik kazanmasıyla birlik­ te amaç, "kolektif hafızaya seslenme(ye) ve düşmanı yok edilmeye hazır duru­ ma getirme(ye)" (Öztan, 2014: 164) dönüşmektedir. Erdoğan'ın, Menderes ve Said-i Nursi'yi pek çok mitingde anması, islamcı kesimi de kapsayacak biçimde Türk sağını oluşturan kitlenin kolektif hafızasına seslenebilmedeki araçsal ro­ lü ile ilişkilidir. Sağın kolektif hafızasını oluşturan bu i k i isim üzerinden 'darbe',

Vaşak', 'zulüm', 'laiklik' vb. ilişkiler hem Cemaati hem de C H P ' y i şeytan laştıra-cak kurgunun düğüm noktasını oluşturmaktadır (Afyon, Burdur, Uşak, Muğ­

la ve Niğde mitingleri, 2014). Şöyle k i , 'din düşmanı' ve 'darbeci* CHP'ye karşı mücadele eden ve bu uğurda hayatlarını feda etmiş olan bu i k i ismin en büyük düşmanı C H P ile seçim ittifakı yapabilen bir Cemaat, bizden/iç gruptan olabil­ me şansına sahip değildir. B u noktada C H P gibi tarihsel düşman ve düşmanlık­ lar, bize ait olanı ve olmayanı daha somut biçimde tanımlama imkânı sunmakta­ dır (Çevik, 2012: 70). O nedenle C H P ' y i betimleyecek yasak, zulüm, darbe, dine karşıtlık vb. ifadeler, hem C H P ' y i hem de bu C H P ile işbirliği yaptığı iddia edi­ len cemaati tehlikeli bir düşman olarak kodlamayı ve bu sayede A K P ' l i kimliği­ ni daha kolay ve kestirmeden tanımlamayı mümkün kılmaktadır. Çünkü düş­ mana atfedilenler, iç grubun kendinde kabullenmek istemediği her türlü kötü­ lük ve olumsuzluktur. Düşmanı insandışı bir varlık haline dönüştüren bu suç­ lamalar gerçeklik temeline dayanabileceği gibi, bütünüyle kurgusal da olabilir (Moses, 2010:102). Fakat suçlamalar, bizlerin herhangi bir olay karşısında aci­

len gerekçeler üretme ihtiyacı duymaya (Campbell, 2013: 152), bu ise bizi bir an önce sonuca ulaşma ve başkalarım mesul tutmaya sevk eder. Zira içinde bulu nulan kötü durum hiçbir zaman bizim suçumuz olamaz, her daim başkaları

yü-A K T N İ N IUMyü-AMI M ç I M l l M N I I I K İ t l M yü-A yü-A l '.("»YIIMİ

/miden başarısızlığa uğrarız. Başarılı olmamız ise tamamen kendi kabiliyetleri iniz sayesindedir (Campbell, 2013: 153).

A l d a t m a retoriğinin ahlaki düşüklük ile ilişkisi

i Hckiligi üreten önemli bir alan olarak ahlak, aslında biz ve öteki arasındaki sı ntn çizer. Bizim kimliğimizi karakterize eden ahlaki sınır, bu anlamda "güçlü akarların özellikle de siyasi elitlerin tahakkümlerini sürdürmede" en önemli araçlardan birisidir. O halde ahlaki sınırların iyilikten ziyade kötülük için ine lildigi söylenebilir (Aktay, 2011: 24, 3 1 ) . B u bağlamda anti-komünist söylenuıı komünizmin ağına düşmüş olanları 'ahlaki ve manevi eksiklik' üzerinden an­ lamlandırması, cemaatin düşmanlaştırılma sürecinde devreye sokulan bir baş­ ka önemli stratejidir. Örneğin Erdoğan'a gidip de 'beddua seanslarına zorun­ lu olarak katılmaktan dolayı rahatsızlık ve pişmanlık duyduğunu' ileten genç lerin ifadeleri ile 1970lerde sol örgütlere katıldığı için pişmanlığını dile getiren işçinin şu ifadesi arasında çok büyük farklılık bulunmamaktadır: "...toplumu ınun ve halkımın gelenek, görenek ve gerçeklerini doğru kavrayamadığımı, hal ka hizmeti, soyut teorik düzeyde değil, var olan gerçeklerde aramak ve bunun mücadelesini kanuni yollardan vermek gerektiğini öğrendim...benim bundan sonraki idealim: yeniden doğuş, böylelikle anama, aileme ve milletime yaraşıt hır fert olarak hayata atılmamdır" (Genelkurmay Başkanlığı, 1973: 3 0 ) . Bir baş ka işçidense şu satırları öğreniyoruz: "arlık iyice anlamış olmalıyız k i , beynel milel bir merkezden idare edilen komünizm, içinde yaşadığımız bu cennel yuı du, kızıl karanlığa, köleliğe sürüklemek istemektedir" (Genelkurmay Başkanlı gı 1973: 3 0 ) . Gerek aldatan sol örgütler gerekse aldatılmaya gafilce kanan birey ler açısından temel problem, milliyetçi-muhafazakâr ya da mukaddesatçı cena hin nazarında "manevi eksiklik"tir. Örneğin O s m a n T u r a n (1964: 5) komünü mm "maddi olmaktan ziyade, manevi sefaletle beslendiğini" vurgular. Turan a göre eğer böyle olmasaydı, "komünist cephede mücadele eden varlıklı ve refahlı aydınların çokluk teşkil" etmemesi ya da "patronların" bu cephede yer almama sı gerekirdi. Demek oluyor k i , maddi refah ile maneviyat arasında ters yönlü hu ilişki olduğu kabul edilmektedir. K i bu ilişki, A K P ' n i n C H P ' y i 'kumsalların pat

tisi' olarak damgalamasında ya da cemaati 'tefe ceket' ve 'tek ödü retorikleri üze­ rinden aşagılamasıyla yeniden üretilir. Örneğin tipik bir C H P ' l i , Islamcı-muha lazakâr kavrayışta 'balolara katılan, teknesinde viskisini yudıımlayan. dini de yerlerden uzak ve dolayısıyla halktan kopuk' biçimde tasvir edilir.8

1980 öncesi dönemde üniversiteler ve öğretim üyeleri, gençlerin stil fikirler* meyletmesinde en önemli sorumlular olarak damgalanmışlı. T u r a n a ( 1 9 M I /I

göre "filhakika solcular, ilim ve mefkure bakımından zayii bulunan, unlversile [erde kendi faaliyetlerim' elverişli bu unsurların işbirliği sayesinde unumu ı [kfl!H II Hu konuda hk/ P»rl*k ve Yıldırım, 701-1

(11)

İSMİ t I'AIUAK AMMAt .AN ö/f ÜRK

intikal eden bir çok hâdise ve huzursuzluklara sebep oldular...Üniversitenin ll mî otoriteye sahip olmaması ve böylece manevî buhran içinde bulunması umumi kültür sükûtundaki faaliyetlere cesaret verdi ve solcuların kültür sahasındaki i l -şadlarını kolaylaştırdı." Diğer bir deyişle, manevi değerleri eksik ya da düşük ho­ calar yüzünden solcu ve terörist yetişmiştir. O halde asıl tehlike "komünizmden değil, ona imkân veren bu manevî buhrandan ve onun eseri bulunan bu vasıflara sahip münevverden" (Turan, 1964: 55) gelmektedir. Öyle k i Turan, komünizmi "bu buhranın bataklığında yetişen bir yabani ot" (1964: 60) olarak tarif eder. Ge­ nelkurmay (1973: 9) da sol fikirleri maneviyat eksikliği üzerinden okur: "...bunu fark etmiş olan komünizm de kalenin içinden yıkılması için tarihimizi, atalarımı­ zı, geleneklerimizi, manevi değerlerimizi toptan unutturmaya çalışmaktadır..." Bir düşman olarak kurgulanışında komünizmin yerine ikame edilen cemaat ise 'Islami değer, ahlak ve gelenekler' üzerinden mahkûm edilirken (Elazığ mitingi, 2014), ahlaki ve dinî değerler temelinde adeta sapkın bir topluluk olarak betim­ lenmektedir. Erdoğan'a göre cemaat fitne yaymakta, insanları birbirine düşürüp aileleri ve milleti parçalamaktadır (Kütahya, Burdur, Denizli, Muğla mitingleri, 2014). Erdoğan'ın söylemlerine göre özellikle "bir kısım medya" ile cemaate ait dershane ve okullar, bir zamanlar gençlerin sola meyletmesinden sorumlu tutu­ lan üniversite ve öğretim üyelerinin rolünü üstlenmişe benzemektedir.

Komünizmin şeytansılaştırılmasında manevi eksikliği somutlaştıran önemli bir alt başlık da cinsel değer ve kadın kimliği üzerinden üretilen ahlaksızlık ha­ lidir. Diğer bir deyişle, komünisti ahlaken düşük göstermek adma kadın önem­ li bir gösterendir. Örneğin Devlet Brifingi'nden alıntılanan şu satırlar, milliyet-çi-muhafazakar kesimler ile resmî kurumların kadın bedeni üzerinden sol örgüt­ lenmeleri değersiz ve insan dışı yapılar olarak sunmasına ve bu türlü argüman­ ların sıklıkla gündelik yaşam pratikleri arasına dahil ederek önyargı ve kalıp yargılar üretmesine en somut örnektir:

...filhakika militan haline getirilmiş kız anarşistler örgütün müşterek malı olarak kul­ lanılmıştır. Mahir Çayan'm Maltepe'de yakalanacağı sırada çantasından düşürdüğü ve bol miktarda olan doğum (kontrol) hapları, ahlak anlayışlarını gösterin işli r. Sa­ nık militanlardan bazıları bu tür ilişkilerini açıkça söyleyerek, iffet kavramı diye bir hususu mühimsemediklerini belirtmektedirler ..Bu itibarladır ki, büyük kısmı dev­ rimci nikâhı denilen bir nikahla sahte aile ilişkileri kurarak icra-i sanat yapmışlar­ dır. (1995: 122)

Genelkurmay'ın hazırladığı broşürde de benzer propagandaya sıklıkla rastla­ nılmaktadır. Örneğin kendisinin kolej mezunu ve kocasının da mühendis oldu­ ğu iddia edilen bir kadın 'anarşisr'in itirafları arasındaki şu satırlar dikkat çeker:

...Kartal'da bir fabrikaya işçi olarak girdim. Bir süre sonra da fahrikanın civaruul;ı ev imtıını. Tanıştığım arkadaşlarımı eve davel enim. Bunların arasında bizi- faydalı ola

A K P ' N İ N Mİ MAM ı a ı.lMI t R İ N D İ Kİ t i M A A I V>Yl l M İ

cağını lalımın etliklerimle c insi ilişkiler de kurdum. Nitekim bu sayede epey I H I hım elim. Onlara Devrimci Fikirler aşıladım... (1973: 12)

I ürk sağ geleneğinde son derece yaygın olan 'komünistlerin ahlak ve namus anlayışları düşüktür' algısını doğrulafırçasına kadın komünistin dava için t)C denini bile ortaya koyduğu argümanı, türlü metinlerde somutlaştırılmakladu

Kadın göstereni üzerinden ahlaki değerlendirmeler, daha önce C H P eski gt nel başkanı Baykal ile M H P milletvekillerinin kasetleri üzerinden seçim SOrC nnde Erdoğan tarafından miting alanlarında dillendin İmiş ti. 30 Mart scçimleıl öncesinde benzer bir değerlendirmeye bu kez Gülen muhatap kalmıştır. Bu ko nuda en tipik örnek alüjte9 ifadesidir. 'Alüfte'ler üzerinden Gülen ahlaki konu mu ziyadesiyle düşük bir kişi olarak resmedilir. B u noktada Feurbach uı şu sn. lert anlamlıdır: "Çağımız için kutsal olan tek şey yanılsama, kutsal olmayan irk şey ise hakikattir. Dahası, hakikat azaldıkça ve yanılsama çoğaldıkça çağımız ila kutsal olanın değeri artar, öyle k i bu çağ açısından yanılsamanın had safha sı kutsal olanın da had safhasıdır" (aktaran Sarıbay, 1988: 8 7 ) . Zira cinsellik vt kadın bedeni, modern zamanlar açısından 'yeni bir kutsallık nesnesidir. Çün­ kü "toplumsal düzeyde kimlik edinmenin asgari koşulu, cinsel yaşamın kısıl Ianmasını kabul etmek; yani toplumun tehlikeli kısmını gönüllü olarak unut mak, nihayet kutsallaştırılmış sanal bir gerçekliğe tabi olmak"tan geçmekledir Oysa bireysel düzeyde kimliğin oluşumu için "mevcut toplumsal kontrolün ılı şinda kalabilmek" gerekir (Sanbay, 1988: 88). B u anlamda, hem bir sembolik/ kültürel yapıntı hem de bir denetim aracı ve alanı olarak beden, "öteki ile iliş kımizi tanımlayan, öznel gerçekliğimizin dışavurumudur". "Sosyo-küllürel an lamların üretilmesinde ve yansıtılmasında önemli bir kaynak" olan beden, ay nı zamanda "iktidar ilişkilerinin öznesi ve nesnesidir" de (Sanbay, 1988: ö l ) Hu açıdan düşünüldüğünde Islamcı-muhafazakâr düşüncede cinsellik ve kadın bedeni, herhangi bir farklılığı ötekileştirmek ve daha da önemlisi onu düşman Iaştırmak adına önemli bir araçsalhk sunmaktadır. Erdoğan'ın gerek Gülen in im hana fünıat deyişini 'dinsel değer ve ahlak eksikligi'nin bir kanıtı olarak kul lanması, gerekse alüfteler üzerinden Gülen'i dinî bir liderde olmaması gereken dünyevi işlere dalmış bir sahte hoca olarak sunması, bu anlamda kayda degeı d ı r .1 0 Bu nokta, iddiaların bir tür nefret söylemine dönüşmesi için de çıkış nok lası niteliğindedir. Zira cinsellik ve kadın bedeni üzerinden üretilen söylemleı, otckileştirilmiş grupların toplumun ahlaki ve vicdani sorumluluk alanının dı sına itilmesini, üstelik ötekileştirilen gruplann karşı karşıya kalacakları h a k s u

') TDK'ya göre alüfte, "iffetsiz, oynak, cilveli kadın" olarak tanımlanmaktadır.

İl) Başörtüsüne füruattır demenin "her yol mubah demek" olduğu, özellikle Kırıkkale vc 1 la/ıfj mitinglerinde dile getirilir Buradaki mubah ifadesi aynı zamanda ilkf*%i/IİQr Ijaret #tm*kt»dlr Bu ilkesizlik listesi Ge/i DirenisJ'ni desteklemekten dine kaı>ı mesafeli olan V* hatla t«yum/.

I M . I M Ç S I / D I.ın ( M I1 lir IP<JH H-. .'H Şııh> ıl d.ı.lı.-.mr d f s t f l vr kli'iı I I ylııl tl.ııhc . •

Referanslar

Benzer Belgeler

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi, 2008 yılı sonuna kadar Karadeniz Bölgesi'ndeki tüm kentlerde Kanser Erken Teşhis ve Tarama Merkezi (KETEM) kurulacağını, bu

Bu bağlamda yukarıda sözünü ettiğimiz araştırmacılar arasından, Avrupa Komisyonu çevre Genel Müdürlüğü Genişleme Birimi Başkanı Claude Rouam 'un

Dağları yıllarca bombalanmış, ağaçları taranmış, ormanları yak ılmış ülkenin çevre örgütlerinin bu uygulamalara karşı çıkmaması, öte yanda GSM operatörleri,

İnsanın vejetaryen olduğuna dair görüş ve kanıt bildirilirken en büyük yanılma biyolojik sınıflandırma bilimi (taxonomy) ile beslenme tipine göre yapılan

l~yların sakinleşmesine ramen yine de evden pek fazla çıkmak 1emiyorduk. 1974'de Rumlar tarafından esir alındık. Bütün köyde aşayanları camiye topladılar. Daha sonra

,ldy&#34;ryon ordı, ırnığ rd.n ölcüm cihazlan uy.nş ü.rinc. saİıtrd fıatiycılcri

l, lrah'nın ç!lışıınlmaması vö- n0ndc ıldığ kını saıdikılar tırı-.. find.!ı lcpkiylc

En katı şeriat kurallarını egemen kılmak için mücadele eden bu güçler Suriye ve bölgede de ayn ı amaç için savaşmaktadır” diyen Özaydın, AKP Hükümeti’nin en kısa