2006 yılının son ayında "Hindistan'ın Ganj Nehri deltasında bulunan 2 adanın sular altında kalması" rastlantı değildir.
Sıcaklık artıyor, sular yükseliyor, buzullar eriyor. Özellikle 1965 yılından bu yana dünyanın çeşitli yerlerinde doğal felaketlerle birlikte, fiziksel, biyolojik, ekonomik ve sosyal değişiklikler son derece belirginleşti. Bu durum dünya siyasetçilerini de hareketlendirdi. Ekosistemle ilgili yatan tehlikeyi görebilen çoğu ülke, araştırmalarına hız verdi.
Artık pek çok dış ülkenin muhalefet ya da iktidar partilerinin, ülkeleri için netleştirdikleri programların büyük kısmını
"çevre politikaları" oluşturmaktadır. Ülkelerindeki çevre politikaları çalışmalarına yön veren bazı araştırmacılar, ayrıca gelişmekte zorlanan ülkelerle ilgili de araştırmalar yapıp öneriler sunabilmektedirler.
Her ne kadar artık ülkemizde, dış rüzgârlarla gelen önerileri süzmeden almamak yönünde, akıllar başa gelmeye başladıysa da, ardında canavarlar yatmayan doğru bilgilere kulak vermemizde yarar var. Bu bağlamda yukarıda sözünü ettiğimiz araştırmacılar arasından, Avrupa Komisyonu çevre Genel Müdürlüğü Genişleme Birimi Başkanı Claude Rouam 'un incelemesini önemsediğimiz için aktarmakta yarar görüyoruz.
***
Rouam, Çevre mühendislerimizle ilgili konuda, özetle şöyle diyor:
"Türkiye'de, çevre mühendisi olanlar için üç alan görüyorum. Bunlardan birincisi, çevresel Etki Değerlendirme'dir. Bu, altyapı yatırımlarının temelini oluşturur. İkincisi, Eko Dizayn'dır. Bu da çevreye zarar vermeyen ve çevreyle uyumlu ürünlerin tasarlanmasında aktif rol oynar. Üçüncüsü, doğal enerji kaynaklarının korunması yönünde, kent
düzenlemelerinde gerekli müdahalelerin yapılması."
Bunları yayıp anlatarak Çevre mühendisliğinin Türkiye için ne kadar geleceğe yönelik değerlendirilmesi gereken meslek grubu olduğunu ortaya koyuyor.
Söylenenler çok yerinde. Aslında, ülkemizde eksik olan ve üzerinde durulması gereken önemli bir alan. Ama bunca yıldır bu olgu hiç düşünülmediği içindir ki ne bu meslek grubu yönlendirilip geliştirilebiliyor ne de doğal
kaynaklarımızı koruma, kullanma, geliştirme ve denetleme görevleri yerli yerine oturtulabiliyor.
2007 yılına girerken manşetlere giren kara haberleri izlediğimizde...
24 yıldan bu yana, tüm tepkilere rağmen hâlâ çevreye kükürtdioksit gazları savrulan; köy baraj suyunda kadmiyum, cıva vb. ağır metallerin yoğunlaşmasına yol açılan Yatağan Termik Santralı'nın filtresiz çalıştırılmasından söz ediliyorsa;
Pendik'te bir araba hırsızı, çaldığı arabadaki radyoaktif "iridyum 192" maddesi içeren "gamagrafi" aracının üzerindeki
"ölüm tehlikesi" işaretini fark edip de arabayı terk etmeyi akıl edebiliyor ve buna karşın hâlâ ilgili ve sorumlu
kurumlar, iç içe olduğumuz tehlikeler önünde, kaçırdıkları ipin ucunu bulmakta geriden geliyorlarsa, bu düzenin ortak eksenine yapışmış olan yeni dünya siyaset düzlemi konusunda kendilerini yenileyemeyen siyasi partileri sorgulamak gerek.
***
İktidarıyla, muhalefetiyle 51 partiye, siyaset anlayışları içinde "çevre, ekoloji ve yaşanabilirlik konularının ne şekilde yer aldığı" sorulduğunda, çok acıdır ki pek çoğundan bilimsel, toplumsal ve doğal varlıklardan yana, ne bütünleyici bir siyaset ne de titiz bir araştırma ve üretkenliğe dayalı bir yanıt alabilmekteyiz.
Çoğu partinin, kenara itip de yan bir konu ya da uvertür olarak gördükleri çevre konusuna, siyasetleri bütününde yer verememiş olduklarını görüyoruz.
ABD'den, AB'den bağımsız bir ülke için yola çıkan partilerin de bütüncül çevre politikalarına, "mevcut sistem öğretilerinin" dışında, araştırıcı bir titizlikle yaklaşamadıklarını, kulaktan dolma ve naklen söylemler içinde
olduklarını, üzülerek izlemekteyiz.
Örneğin, yabancı araştırmacının bile gözünden kaçmayan, üzerinde araştırma yaptığı konuyla ilgili olarak merak ediyoruz: İktidara gelmeye aday bir parti, bunca çevre mühendisini nasıl ve nerede, amaca uygun değerlendirecek?
Bunun için üzerinde çalıştıkları bir projeye sahipler mi? Tabii bu, siyasi partilere çevre politikaları konusunda sorabileceklerimizden sadece biri. Şunu belirtmeliyiz ki seçim sınavları artık daha zor. Partiler derslerini, farklı bir yöntemle iyi çalışmak durumundalar.
Son günlerde pek çok tartışılan, acaba seçimlerde hangi partiye oy verirsek yaşanan çıkmazların önünü açabiliriz sorusuna, çoğu yurttaş gibi biz çevreciler de yanıt bulamıyoruz. Böyle bir soru bize sorulduğunda, doğrusu, 51 partiden 1'ini dahi "İşte bu parti" diye işaret edemediğimizi görüyoruz.
Oysa bunun tersini yapabilmek isterdik. Neden böyle? çünkü ülkemizde partiler, mevcut sistemin bozulmuş damgasını sinelerine öyle bir gömmüşler ki yeni dünya düzeni için özgün bir üretkenlik yapma değişimini göze alamıyorlar.
Dünyanın en çok önemsediği çevre politikalarını sadece geriden izlemekle yetiniyorlar.
Türksen Başer KAFAOĞLU- Cumhuriyet 30.12.2006