• Sonuç bulunamadı

Samet Ağaoğlu'nun edebiyat hatıraları:Şekvet kısık bir sesle çok güzel şiir okurdu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Samet Ağaoğlu'nun edebiyat hatıraları:Şekvet kısık bir sesle çok güzel şiir okurdu"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Samet Ağaoğlu’nun edebiyat hatıraları:

Şevket kısık bir sesle

Şevket Hıfzı şiirleri o meyhanelerde bıraktı,

ama onunla sanatın başka sahnelerinde karşılaşacaktık

ve o sanatçı kalmaya kararlı görünüyordu.

çok güzel şiir okurdu

O

NU Şevket Hıfzı olarak tanı­dım. Rado soyadı hafızamda çok sonra yer alıyor. Neden? Ben de bilmiyorum, ama böyle oldu işte. Şevket'ie yal­ nız İstanbul Pasta Salonu'nda de­ ğil, Kavaklıdere Şaraphanesi'nde de buluşur, birçok defa pasta salonun­ dan şaraphaneye geçerdik. Pasta salonunda az konuşurdu. Şarapha­ nede hem konuşur, hem şiir okurdu. Ama yüzü hep aynı. Beyaz, sevimli, dudaklarında hafif gülümseme olan yüz. Evet, yüz değişmiyordu, fakat bakışiar da aynı değildi. Salonda yüzümüze bokardı. şaraphanede iç­ ki dolu bardağına. Salonda gözle­ rinden belli belirsiz alaylı ışıklar a- kar gibi idi. Şaraphanede histen de­ reler. Bir de şu fark var: Salonda hepimizde bir şeyler arıyor, hesap­ lar yapıyor gibi bakardı.

Şevket Hıfzı'nın yüzünden hafı­ zamda kalmış bu değişik izlerin bir sebebi de salonun bol ışıklı, şarap­ hanenin yarı karanlık olması idi. belki. Ama şimdi o zamanlardan ha­ tırladığım değişmez çizgiler bunlar işte. Sonra sesi. Pasta salonunun aydınlığına çok uygun ahenkli sesi meyhanenin gölgelenmiş ışıkları i- çinde ciğerlerin derinliklerinden ko­

pup geliyor gibi kısılıyor, bu da dü­ şündürücü oluyordu benim için. Bu kısıklık bir yorulma işareti mi? Ha­ yır, kendi şiirlerini söylerken de. başkalarının şiirlerini okurken de aynı kısıklık. Sanat heyecanından doğan kısıklık. Sanatkâr olarak Şev­ ket Hıfzı'nın sesi. O Kavaklıdere Şa­ raphanesi yıllarında yazdığı şu şii­ rinde Şevket’in kısık sesini yine duymak mümkün:

«G ü n biter, akşam olur, dalarız zaman zaman. Yapyalnız gönlümüzde sular

kararır gider. Bir ümidi bekleriz, hiç farkına

varmadan Her geçen saat bizden bir şey

koparır gider. Kalplerde bir tükenmez

çırpıntı bizi yerken, Yarına varmak için «bugün de

geçsin» derken Geçmesi istenmeyen zamanları

beklerken Ömrümüz apansızın bir ufka

varır gider, O bitmeyen bekleyiş birden

sararır gider... 6 ekim 1931»

Ş

E V K E T HIFZI şiiri hemen he­men o meyhanelerde bıraktı. Ama edebiyatı değil. Artık o- nunla sanatın bir başka sah- nesinde ve Şevket Rado ola­ rak karşılaşacağız. Bu sahnede sesi kısık değil. Yüzünün aydınlığı yazı­ larında beliriyor, yorucu olmayan bir üslûpla kaleme aldığı yazılarında. İşte örneğin "Eşref Saat", "Ümit

Dünyası” . Sonra ruhunda sanat he­

yecanının yeni akisleri var. Halk şa­ irlerine, halk hikâyelerine eğiliyor:

"Karaca Oğlan”, "Kerem ile Aslı".

Bunların yanında sanat heyeca­ nının başka bir dönüm noktası: E s­ ki yazılarda saklı çizgi ahengini a- rıyor. Şiiri bıraktı, fakat sanatı bı­ rakmadı. Şevket Hıfzı'ya da. Şevket Rado'ya da yaşama tadını veren belki yalnız sanat aşkı.

Ankara’daki beraberliğimiz uzun sürmedi. O daha çok İstanbul’da idi. Sonra da benim sanat dışı gir­ diğim yollara pek sapmadı. Pek sap­ madı diyorum. Çünkü çalıştığı gaze­ telerin temsilcisi olarak siyaset a- damlarımn memleket içindeki ge­ zintilerine de oldukça sık katılıyor­ du. Birçok defa bu gezintilerde kar­ şılaşıyorduk. En son da galiba 1959' da Menderes'le beraber gittiğimiz Kırşehir veya oralarda bir yerde. Bu gezintiden sonra Adnan Bey ba­ na Rado’yu uzun uzun övmüş, 1960 seçimlerinden sonra belki de Mec- lis’te ve aramızda olacak, demişti. Acaba Menderes bundan kendisine de bahsetmiş miydi? (*)

Y

A LN IZ edebiyat hatıralarım arasında değil, hayat hatıra­ larım arasında da yeri olan bir isim, Ahmet Muhip Dra- nas. Şimdi bu satırları yazar­ ken Ankara Lisesi, o zamanki adı ile Taş Mektep gözlerimin önünde. Ben dokuzuncu sınıftayım, O yedin­ ci. İnce, uzun boyu, beyaz yüzü, kirpikleri arasından bakışları hafı­ zamda beliriyor, hafifçe kısık sesini işitir gibiyim. Bu yüzü, bu sesi he­ men hemen hiç değişmeden Genç Türk Edebiyat Birliği toplantılarında, Kavaklıdere Şaraphanesi'nde, Bo- monti Bira Fabrikası’nın bahçesin­ de, arada sırada da İstanbul Pasta Salonu’nda görüyor, duyuyorum. 1934 yılında Ankara'da tek başıma yaşadığım bir odada ağır bir tifo­ nun pençesinde kıvranıyorum.

Doktor, «A z konuşacaksın, yorul­

mayacaksın,» demişti. Cevap ver­

miştim: «Hayır, sevdiğim insanlarla

durmadan konuşacağım. Beni ancak bu kurtarır.» iki arkadaşım, biri şim­

di manen benim için yok olup git­ miş Kâmuran Bozkır, ötekisi Muhip Dranas ölümden kurtuluncaya kadar yanımda idiler. 27 mayıs darbesini sabahın yarı karanlık saatinde ilk haber veren ses onun: «Samet, si­

lâhlar atılıyor. Orduevi’nin önünde kalabalık var.» Oturduğu ev Ordue-

vi'ne çok yakındı. Bir zindanın ka­ fesli görüşme yerinde hıçkırarak ağ­ layan bir ziyaretçi. Muhip Dranas.

Beni Dranas'a bağlayan sebep dostluk sevgisinin yanında şiirinden duyduğum büyük zevkti. Onu bana bağlayan sebep ne idi? Arkadaşlık duygusu, bir de sanatına hayranlı­ ğım belki. Bu hayranlığımda

aldan-RADO, Şevket Hıfzı olarak tanındığı yıllarda. İstanbul Pastanesinin mü- davlmlerindendi ve zamanın sanatçı topluluğunda arananlardan biriydi. Ş E V K E T RADO 1935 civarı yıllarda ressam Saip Muallâ’nın gözüyle. Saip Muallâ o tarihlerde sanatçıların ve Ankara'ya gelen yabancı misafirlerin portrelerini çizmekle ün yapmıştı ve bu işi uzun yıllar sürdürdü.

(2)

madım hiç. Şiirleri üzerinde daha sonra duracağım biraz.

1936'da iktisat Bakanlığı İç T ic a ­ ret Umum Müdür Muavini olarak Anadolu'da uzun bir tetkik gezinti­ sine çıkmıştım. Türk küçük sanat­ larının belli başlı merkezlerini göre­ cektim. Yolum İğdır'a uğradı. Ağrı dağının etekleri. Bir ova üzerinde birdenbire 5 000 küsur metreye yük­ selen dağın görünüşü beni heyecan­ landırmıştı. Döndüğüm zaman Mu- hip’e, imkân bulursan git, sen de gör demiştim. Tesadüf askerliğinin bir kısmını Dranas’a orada yaptırdı. Döndüğü zaman heybesinde büyük bir şiirinin hamurunu da beraber getiriyordu.

Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitir­ dikten sonra birkaç yıl Fransa'da Strazburg Üniversitesi'ne gittim. Orada en çok hasretini duyduğum Dranas ve Selekler’di. Ankara’ya döndüğüm geceyi hatırlıyorum şim­ di. Babam ve aile İstanbul'da idi. Yalnız Tezer ablam Ankara'da. Ben de onun evinde kalacaktım. Muhip'i görmek ateşi yanıyordu içimde. Fa­ kat evlerine hep gündüzleri gitmiş­ tim. Cebeci sırtlarında otururlardı. Ablamın Samanpazarı yolundaki dairesinden bu sırtlar gözüküyordu. Gecenin karanlık saatında ışıklara baka baka sırta vararak evini bul­ dum. Heyecanlı bir karşılaşma oldu. Burada Dranas'ın ailesi üzerinde bir iki satırla durmak istiyorum.

Eğer sanat istidadı aileden gelen bir miras ise bu nitelik Muhip'e an­ nesinin tohumundan geçmiştir bel­ ki. Neden? O da şair miydi? Hayır, ama çizgileri düzgün yüzünde dik­ kati çeken hüzünlü bir otorite ha­

vası vard.. Hemen Dranas'ı hatırla­

tan bu yüz bana eski Yunan heykel­ lerindeki kadın başlarını düşündürü­ yordu. Bu satırları okuyanlara ga­ rip gelir belki, ama Drgnas’ın bir çok şiiri de o eski heykelî^bg özle- rimin önünde canlandırır. KsfîTneler- den, cümlelerden, âhenkten değil, şiire hâkim havadan doğalı bir ha­ yal. Aynı hayal Necip Fazıl'ın, Fa­ zıl Hüsnü’nün bazı parçalarında da beliriyordu, fakat en çok Muhip’in şiirlerinde. İşte bende böylesine bir hayal uyandıran bir şiirinden par-

çalar: ^

«Dön bir gölge gibi geçti TV yanımdan Oydu, bir bakışta tanWmı onu. Rüyalarıma tayf halinde konan. Peşime bir korku gibi düşen o. Ayakları kumda bırakmadan iz Yanıma geldiği hep gecelerdi. Sanki bir lâhitten kalkar ve

sessiz. Uzak bir maziye dönüp giderdi.

1946'ya kadar kâh o İstanbul’da idi. kâh ben. Buluştuğumuz zaman dostluğumuz, arkadaşlığımız eski harareti ile sürüp gidiyordu. 1946' dan 1960'a kadar da hiç sarsılma­ dan ve ailece yürüdü. Sonra sarsıl­ dı mı? 1965’e kadar hayır. O tarih­ ten sonra ise Dranas'ta bir uzak­ laşma havası belirmedi değil. Ne­ den? Belki kusur bende, belki Kay­ seri Cezaevi’nden kendisine yazdı­ ğım şu mektupta:

16/1/1963 «Azizim Muhip,

«B u mektubu neden yazdığımı bi­ liyor musun? Tohm ln etmekte zor­ luk çekeceksin. Belki de farkına var­

madan yaptığın bir iş olduğu için hatta hiç bulamayacaksın. Şunu söyleyeyim, yazıp yazmamayı ben de çok düşündüm. Ama senin kişi­ liğinle, dostluğumuzun derinliğiyle, hele son iki yılda gösterdiğin yakın ilgiyle asla bağdaşamayacak bir ha­ rekete İşaret etmek benim hakkım olduğu kadar vazifemdir, hükmüne vardım ve İşte yazıyorum:

«Geçen cumartesi gecesi radyoda

sesini işittim, okuduğun şiirleri

zevkle dinledim. Sonra sanat ve ya­ zı hayatına nasıl girdiğini anlatmaya

başladın. Benim çok iyi bildiğim, bir kısmını beraber yaşadığımız hi­ kâye. Genç Türk Edebiyat Birliği. Kurucularından biri de bendim. Y a ­ şadığı sürece Birliğin iki başkanın- den birincisi yine ben. Hep Gençlik Mecmuası. Çıkaranlardan biri yine bendim. Yalnız üç sayı yayınlayabil- miştik. Her sayıda başyazılar imza­ sız olarak benimdi. Her sayıda "A d ­

nan Sacit" ismiyle hikâyelerim,

sohbetlerim çıkmıştı. Bunlar doğru değil mi? Tabiî doğru. Sesin radyo­ da Birliği kuranların ve mecmuayı çıkaranların adlarını söylemeye baş­ ladı. Behçet Kemal Çağlar, Hıfzı O - ğuz Bekata (bugünkü sıfatıyla). Ze­ ki Kumrulu (yine bugünkü sıfatıyla), İbrahim Saffet Om ay, Atila Ali Rüş­ tü, Sıtkı Korkmaz. Benim ismim du­

daklarında tıkandı kaldı. Dahası

var. Günün siyasî sahnesinde oyna­

yan eski arkadaşların isimlerini

söyledikten sonra Birliği ve mecmu­ ayı, günün siyasî ortamını hazırla­ yanların daha o yıllarda yanyana gelişi şeklinde tarife kalktın. Haydi şu ve bu sebeple ismimi yad etme­ din, ki, bu da, tekrar ediyorum, he­ le son yıllarda gösterdiğin vefa mi­ salleriyle asla uyuşmuyor, fakat Bir­ liği ve mecmuayı nasıl, hangi dü­ şünce, günün siyasî ortamını ya­ panların gençliklerinde yanyana gel­ mesi diye sana tarif ettirdi Muhip? İşte bunu, senin hesabına hazmet­ mediğimi söylemek isterim.

«Radyoda sesinin yanında Müni- re Hanım'ın tatlı sesini de işittim. İnce, zarif sulüetfni görür gibi ol­ dum. Buna da çok sevindim... Bu mektubum sende bîr hatıra olarak kalsın. Muhip, samimiyetle böyle is­ tiyorum. Gözlerinden hasretle öpe­ rim. Münire Hanım'a saygı ve sev­ giler.»

Evet, ne yalan söyleyeyim, bir ce- azevinin yarı karanlık, dar koridor­ larında bir aşağı, bir yukarı dolaşır­ ken bana teselli ve huzur getiren hatıralar arasındaki bir arkadaşın radyoda dinlediğim sözlerinden ü- zülmüştüm biraz. Yazdığım mektup böyle bir duygunun eseri oldu. C e ­ zaevinden çıktıktan sonra Ankara" da bulunduğum zamanlar Muhip’le yine buluştuk. 1969'dan sonra ise hayır. Sadece son defa üç veya dört yıl önce Ümit Yaşar’ın bürosunda karşılaştım. Yine çekingendi. Yaşlar ilerledi. Belki yüzünü bir daha gör­ meden dünyayı bırakıp gitmek de mümkün!

Yeni icatlar • Yeni buluşlar

( * ) Ş*vket R ad on un notg: Şahsen b ir şey

söylemedi, fakat rahm etli Adnan Menderes M illetvekili Sayın Mithat Perin'İ araya koy­ m uş, bana m illetvekilliği teklif e tm işti. Ben o zaman Hayat mecmuasını yeni çıkarmaya başladığımdan m eşguliyetim i ileri sürerek kendisinden özür dilem iştim . Ş-

P-Gelecek S a y ı:

Y İN E D R A N A S

#

Hem mobilya, hem oyuncak!

H

A FİF yumuşak plastikten yapılmış, parlak cilâlı bir mobilya parçası hem sandalye, hem masa, hem salıncaklı koltuk ve hem de bir mini sandal yeri­ ne geçiyor. «H er derde deva» olan bu mobilya parçası. Alman desinatör Hel- mut Esser'in eseri. Desinatör, çocuk mobilyalarını tasarlarken göz önünde bulundurduğu tüm avantajları bir araya getiriyor: Çünkü yumuşak plastikten yapılmış olan bu mobilya hem belirli bir fonksiyonu yerine getiriyor, hem ha­ yal gücünü, hem de oyun arzusunu tahrik ediyor, birçok maksatlar için kul­ lanılabiliyor, kolayca temizlenip bakımı yapılabiliyor. Mobilyanın bir başka avantajı ise, can acıtan veya yaralayan sivri uçları bulunmaması. Koltuk ya­ lınlınca masa oluyor, bir kere daha çevrilince tahtaravalli halini alıyor, oyun­ cak minik bir ada gibi suda yüzüyor ve nihayet oyun kübü olarak kullanılın­ ca da, ev. tren, kule, tünel, mağara ve benzeri şeyler yapmaya yarıyor. Bu­ nun içindir ki, Helmut Esser'in bu «oyun mobilyası» sayesinde çeşitli ödül­ ler ve dünya çapında bir ün kazanmış olmasına hayret etmemeli. ■

İngilizceyi İngilterede

öğreniniz

İngilizce U luslararası bir lisandır ve bütün

dünya ile olan ticari ve sosyal münasebetlerde

b ir zarurettir.

niçin

İngilterede İngilizce

Çünkü kendi memleketinizde almış olabile­

ceğiniz İngilizce dersleri her ne kadar faydalı

bir temel teşkil edebiliyorsa da ihtiyacınız olan

akıcı lisan hakimiyetini sağlayamaz.

İngilizcenin doğru ve tam olarak öğrenilebi­

leceği yalnız bir tek yer vardır İNGİLTERE.

Size 10 okul tek lif ediyoruz. Broşür isteyiniz

ve birini seçmekte acele ediniz.

MÜRACAAT

ANGLO CONTINENTAL EDUCAT1GNAL GROUP

| İSTANBUL M ERKEZ

To katlıyan işhanı Kat 3 No 13 Beyoğlu Galatasaray Tel

497329-449433

Telgraf A le m po m p - İst. Te le x:

23472

a c s e

ANKARA BUROSU

Şehit Adem Yavuz (Eski Celikkale) Sokak

No 6/26 Kızılay-Ankara

Tel 25 0029

İZMİR BÜROSU

Dotek Kitap Evi Gazi Osmarıpasa Bulvarı N o 12/b (B ıiyü k Efes oteli k arsısı)

Tel

135358

AN D REKLAM : 104- 57

Havat

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi T a h a T o ro s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu tür uygulamalar Facebook ve Google gibi platformların bil- gilerinizi en az düzeyde kayıt altına almalarını sağlaya- cak ayarları ve kişisel bilgilerinizi korumaya yardımcı

Merhum Hâkim Ali KEMAL BEY ile merhume Şayeste Hanım’m oğullan, merhume Semiha EREN, Sabiha KÖSTEM ve Feriha M ORALI’mn kardeşleri, Cumhuriyet gazetesi kurucusu merhum Yunus

Cide Gazetesi, Çınar Yayınlan ve Cideliler tarafından ortakla­ şa düzenlenen Rıfat İlgaz Cide Edebiyat Ödülü’ne katılma sü­ resi 24 eylül günü sona

The most preferred plant designs for the street had spherical form, pink color, slight texture and 1.5-2 meters tall.. In addition, the proportion of closure in the plant

Arvasi, Kuzpınarı ve Uslu (Arvasi, Kuzpınarı ve Uslu, 2010) yarı direkt ayrıĢım yerine kullanarak, için benzer denklikleri tanımlamıĢlar ve 3-

AB Yüksek Öğretimi Kriterleri Bağlamında Türkiye'de İl:1hiyat Öğretimi: Kelam Örneği{>- 17 Türk yüksek öğretimirün Avrupa Birliği yüksek öğretimi

Gelelim restoranda en çok talep gören yemeklere ve fiyatlanna: Patates pesto ve ağır ateşte pişirilmiş domatesle birlikte sunulan bonfile 23 milyon, kağıt içinde limonlu

İş ve eğlence merkezi olan sokakta, her gün İki ayrı hayat yaşanıyor.. pek Sokak'ın