I
HOW
Jak DELEONTam olması gerektiği gibi Fener Meyhanesi,
mütevazı, sessiz ve temiz. Önce yemek müziği,
ardından Itri ya da Dede Efendi... Tekmil mekân
hallice bir oturma odası ebadında. Ama ufak
deyip geçmeyelim, deniz ürünleri ve mezeler,
sofraları süslemek ve damakları tatlandırmak
üzere hazır bekliyor. Hemen ekleyelim, rakı
kıvamında, şarap soğuk, su sebil, hesap hesaplı!
Yeşi iy u rt-Yeşi I kç
sında farklı bir mekan
oooo, kimleri duyu yorum?
“Su P erisi” Mualla Gökçay, Semiramis Orkestrası, Aleko Bacanos (Yorgo’nun babası mıdır, ağabeyi mi, artık orasını bilemem), Rumelihi- sar’lı Müzeyyen Senar, roman tik piyanist İlham Gencer, “Aş k ı gönül kadehinden içen bir daha ayılamaz” diye sesle nen Selahattin Pınar, Mesut Cemil, Kadri Şençalar, Sadi Hoşses, Tanburi Ercüment Ba- tanay, Keman! Sadi Işılay ve yine Keman! Hakkı Derman, Udi Ekrem Güyer ve yine Udî Şerif İçli...
Nasıl? Sizin taş plaklarınız ve borulu gramofonunuz mu yok? Peki, Körting, Aga, Men de, Philips, Schaub, Siemens ya da Grundig marka “dolap eba dm da” ve lambalı radyonuz da mı yok? Siz nasıl “nostalji er b ab ısın ız, kardeşim? Yoksa siz hâlâ annenizin tavanarasmı karıştırmaya başlamadınız mı?
Sözü geri saralım:
Yeşilköy-Yeşilyurt arasında bir noktada “konuşlanan” de niz fenerine doğru yola çıkıyo ruz. Hayır efendim, ne münase bet, “medar ı m aişet” motoru nu yürütebUmek için “part-ti me” fener bekçiliğine soyun muş değiliz, ne haddimize, zi yaları karıştırırız da Fatih Sul tan Mehmet misali gemileri ka rayolu tarihiyle limanlarına göndermeye kalkarız! Efendim, mümtaz biraderimiz Orhan Ol cay Beyefendi’yle güzide hem şiremiz Güzide Yülek Hanıme fendi bizden “keyifli konakla malar” talep ettiğinden beri, o mekân benim, bu mahal senin, tulumba alayının fener neferi
gibi gezer olduk akşamları. Ak şamları ne demek, muhterem, İstanbul gecelerini günaşırı ya rılıyoruz ki, neredeyse güneşi doğurmacasma! Bu satırların yazıldığı anda da Eminönü- Kumkapı üzerinden Yeşilyurt’a doğru yol alıyoruz, solumuzda Marmara’nın karanlık suları, sağımızda Bizans duvarları, otomobilin “teyp”inde Alaad- din Şensoy
NİHAVEND BİR AKŞAM
(Hemen parantez yol arkada şım Mübeccel Hanım dayana madı tabii, elleri direksiyonda, sesini armağan ediverdi fasıla. Aman efendim, bir şakıyor, bir şakıyor, artık “h icazk âr” mı, “b estenigâr” mı, “uşşak ” mı istersiniz, sanırsınız ki, Safiye Tokay, Melahat Pars, Radife Er ten ve dahi Müzehher Güyer bir arada söylüyor.
“Farif olmam meşreb i rin- daneden
Çıkmam Allah etmesin mey haneden.”
Pek de leziz “teganni” edi yor üstadım, gönüllerimizde güller açtırıyor. Bu nasıl ses, Mübeccel hemşirem, bu ne ne fes, biliniz ki muallimdik mes leğini tercih etmeniz hata ol muş, kaderin cilvesi telakki et mek mümkün, ama sizin “aslî”
yeriniz Fevziye Kıraathane- si’nde Keman! Tatyos Efen- di’nin-dizlerinin dibi ya da Da- rü’t-Talim Kıraathanesinde Ka nunî Berber Şemsi’nin yambaşı olsa gerektir, “meçhul mualli me”likten “m eşhur muganni- ye”liğe uzanan meşakkatli yol da oktav oktav ilerliyor olma nız biz hayranlarınızı sadece bahtiyar kılabilir!)
Yeşilköy Feneri’nin kanatlı kapılarını aralayıp nihavent bir akşama adım atıyoruz...
...Atıyoruz da, adet olduğu üzre, bizleri karşılayan Fener nam meyhane değil, İstan bul’un tüm deniz fenerlerinin coğrafyası ve dahi tarihidir. Öy leyse, hemen biraz “m alum at furuş”luk:
İstanbul’da deniz fenerleri dörde ayrılırdı: Kayık fenerleri, iskele fenerleri, gemici fenerle ri, deniz fenerleri. Yüzyıllar bo yunca İstanbul sularında gece seyreden kayıklar fener yak mak zorunda kalmışlardır. Za manla gelişen bu fenerler bir demlerde tenekeden basit el fe nerleriydi ve kayığın baş tarafı na bağlanmadan konulurdu. Şiddetli bir rüzgârda fenerin denize uçtuğu çok görülmüştü. Üç çift kürekli Osmanlı kayığı nın yerini sandallar almıştır bugün; fener takma zorunlulu
ğuysa, hâlâ geçerlidir.
Eskiden Haliç’in ve Boğazi çi’nin iki kıyısındaki iskeleler de mutlaka fener bulunurdu. İlk zamanlar bu iskele fenerleri birer teneke el feneri olup dip tablasından uzunca bir sırığın tepesine çakılı olarak kullanı lırdı. Fener direkleri iskele ba şına dikilirdi. Önceleri içinde mum bulunan bu fenerler, bir süre sonra petrol lambasıyla değiştirildi. Elektriğin gelişi çok sonradır. Gemici fenerleri deyince akla önce balıkçılar ge lir. İlk gemici fenerlerinin orta sında bir “fitil makinesi” var dı, tabla daire şeklindeydi ve petrol haznesi genişti. Lamba şişesi pirinç bir çember içindey di. Şişe bir manivelayla kalkar, fitil yakılır ve şişe (yine mani velayla) indirilirdi.
Sularla çevrili İstanbul’da birçok deniz feneri vardır. Bili nen en eskileri Fenerbahçe, Kızkulesi, Ahırkapı ve Rumeli kavağı fenerleridir. Osmanlı dö neminde yalnız İstanbul değil, Türkiye sularındaki tüm deniz fenerleri “Fener İdaresi” adlı bir Fransız şirketine bağlıydı. Cumhuriyetin tesisinden sonra devletleştirilen deniz fenerleri, 1928 yılında İstanbul Ticaret i Bahriye Müdürlüğü tarafından yayımlanan “İstanbul Limanı” 2 0 SHOW
KEYİFLİ KONAKLAM ALAR
başlıklı kitapta ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Fenerbahçe, Haydarpaşa, Kızkulesi, Yeşil köy, Ahırkapı, Kandilli, Kanlı ca, Umuryeri, Anadolukavağı, Rumeli, Tarabya, Yeniköy, Ru melihisarı, Bebek, Kuruçeşme, Değirmenburnu, Tuzla, Yalova, Balıkçıadası, Heybeliada, Bos tancı, Burazadası, Sivriada, Ha rem Feribot İskelesi, Beylerbe yi, Defterdarburnu, Kireçbur- nu, Dikilikaya, Büyüklimanı, Kilyos Dalyanburnu, Eşekadası, Şile, Çanakburnu fenerlerinin dökümleri yapılmıştır bu çalış mada.
3. Osman devrinde (1754- 1757) yaptırılan Ahırkapı Fene- ri’nin inşaasına bir deniz kaza sının neden olduğu yazılır. Hacı Kaptan adlı tacire ait Mısır ban dıralı kalyon, fırtınalı bir gece de Ahırkapı’da karaya oturmuş tu. Bunun üzerine 3. Osman, Sadrazam Sait Paşa’ya ve Kap- tan-ı Derya Süleyman Paşa’ya emir vererek o noktada bir de niz feneri yaptırmıştı. Kandili kuvvetli, zeytinyağı bol olan bu fenere hademeler ve bekçiler ta yin edilmiş, her gece yanması sağlanmıştı.
Reşat Ekrem Koçu’ya göre, Yeşilköy burnunun doğusunda ve semtin yarım mil uzağında dır Yeşilköy Feneri. Şöyle yazar
Koçu: “Deniz sathından 75 kadem irtifaında, her 2 sani yede beyaz bir şule neşreder,
15 mil mesafeden görünür.”
HESAP HESAPLI
Bizim fener Yeşilköy (eski Ayastefanos) kıyılarından kırp tığı gözle açıktaki denizcilerin yüreğine su serpedursun, siz buyrun sofraya. Tam olması ge rektiği gibi Fener Meyhanesi, mütevazı, sessiz ve temiz. Önce yemek müziği, ardından Itrî ya da Dede Efendi (ama doğru dü rüstünü, taş plaktan banda alın mışını) dinliyoruz. Hemen nos talji, bir zamanlar Udi Abidin Suman da çalardı burada, ka dehlerimiz onun mağmeleriyle dolar dolar boşalırdı. Şef Meh met Görel, servis elemanları İb rahim Akyıldız, Nuri Aşçı ve Hüsamettin Bozkurt her masa ya ayrı ihtimam gösteriyor. Za ten kaç masa var ki, tekmil mekân hallice bir oturma odası ebadında. Ama ufak deyip geç meyelim, her tür balık (pala mut, lüfer, mezgit, çinekop, is tavrit, tekir, karagöz, kalkan) ve meze (midye, kalamar, kari des, süzme yoğurt, lakerda, çi roz, salata ve otlu peynir) sofra ları süslemek ve damakları tat landırmak üzere hazır bekliyor. Tercih (aşçıbaşı Bekir Balcı ma
rifetiyle) keyfinize kalmış. “Spesiyalite” sacda balık. He men ekleyelim, rakı kıvamın da, şarap soğuk su sebil, hesap hesaplı! Zaman azaldı, yer da raldı, az kaldı unutur olduk, bir de Hilmi Pak ustamız var ki, büfeden ve bahçeden so rumlu ’’Genel Müdür Yardım cısı” sayılır.
Bu sevimli yeri 1993 başla rında devraldı Yavuz Selim Ye- ğenağaoğlu ve nezih bir mey haneye tahvil etti. Biz “mey hane” tabir ediyoruz, ama Ya vuz Selim pek hoşlanmıyor bu sözcükten. “Lokanta diyoru- m” şeklinde düzeltiyor. “Çün kü burada yemek ağırlıklı bir eski İstanbul atmosferi yaşatmaya çalışıyorum. Ya ni Fener’e içmeye değil, de niz mahsullerinden tatmaya gelinir öncelikle. Rakı da sofranın süsüdür doğal ola rak, ama ne bileyim meyha ne deyince benim aklıma yalnızca art arda dizilmiş dubleler geliyor! Özellikle mutfağımla övünüyorum ben.”
RUH VE BEDEN TERAPİSİ
Adam haklı ashnda.
Meyhane günümüzde ne ya zık ki “entel üst tabaka” uğ rağı ve “bohemya”mn malu matfuruşluk merkezi olarak al gılanıyor, meyhane adına havi birçok yer de bu “imaj”a uya bilmek için çırpınıyor. Yanlış ve dahi yazlık, meyhane sessiz ve latiftir, gösteriş ve gürültü meyhane adabına asla sığma- yıp alenen “saygısızlık” adde dilir. Peki, ne yapmaksın mey hanede? Biri sazıyla taksim ge çerken mırıldanırsın, can dos tunla kadeh kaldırırsın, mu habbet sofrasına oturup yeri geldi mi, gönülden gülersin. Ne diyor Reşat Ekrem Koçu üsta dımız; “Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Kö çekleri” başlıklı risalesinde?
“Meyhanenin temizliğine çok dikkat edilirdi. Bardak lar ve kadehler temiz bezler le kurulanıp parlatılırdı. Yerler dikkatle süpürülür, sofralar gıcır gıcır silinirdi. Sofralarda akşamcılara hiz met eden uşaklar ve çubuk- tar çocuklar tertemiz giyi nirlerdi. İstanbul akşamcıla rina şakilik, nezafet, neza ket ve zerafetle el ve yüz düzgünlüğü ve güzelliği iste yen ince bir sanattı. Her ki şinin kârı değildi, bilhassa
Sakızlı Rum çocukları mey hane uşaklığında büyük bir kabiliyet gösterirlerdi. Sof ralara toprak şamdanlar ko nulur, mumları dikilip ha- zırlanırdı. Etrafına da meze tabakları dizilirdi; her sof raya büyük bir de tuz kutu su konulurdu. Akşamcılar meyhaneye eli dolu gelirdi, mevsime ve zevkine göre birkaç elma, portakal, bir okka kadar kiraz, üzüm, ba lık yumurtası, havyar, âlâ sından pastırma getirirdi. Ortalık iyice kararınca usta eline bir küçük şamdan (fis ke şamdanı) alır, masaları dolaşarak onun alevi ile sof ra şamdanlarını tutuşturur ve her sofranın mumunu ya kınca da o sofranın akşam cılarına ’Ağalar! Sefa geldiniz’ diye selam verip geçerdi. Her meyhanenin bir büyük orta kandili vardı; en so nunda da o yakılırdı. Ak şamcılar arasında, orta kan dilin yanması meyhane soh betinin gelişmesine bir baş langıç sayılırdı...”
Yetmedi mi, efendi?
Buyur git, “Bar-Amerika- n ”a o zaman!
Sadede gelelim: Pazar kah valtılarıyla ünlü Fener Meyha nesi, hele güzel havalarda, ye şille mavinin harmanlandığı geniş bahçede, kuş cıvıltıları arasmda bir sabah kahvesi yu dumlamak ruhsal ve bedensel “terapi” gibi geliyor insana. Şehr i Kebir’i bir örümcek ağı gibi saran (ve dahi teslim alan) hava kirliliğinden burada (na sıl oluyorsa) eser yok. Ama gündüz ya da gece, sırtım “ye n i” İstanbul’a, yüzünü “eski” Marmara’ya çevirerek huzur almak isteyenlere şiddetle tav siye edilir Fener Meyhanesi. Yok, huzur yetmez, bir nebze de hüzün olsun diyorsanız, iki duble ve iki lokma arası Sadri Alışık ağabeyimizin “Zirgüleli Hicaz’Yyla dalıp dalıp gitmek de var gündemde. Beste Cavit Çağlar imzasını taşıyor, efen dim:.
“İçimde bir yağmur, son bahardan çalınmış
Birkaç eylül bir de sen, senelerin ardında
Tarabya’da bir santur, Ni havend’e gömülmüş
Ümitlerim küçülür, saçla rımın kırında
Birkaç eylül bir de sen, senelerin ardında.”
Fener Lokantası
Fener Çıkmazı, Feneryolu Cad. Yeşilyurt
Tel: 573 25 18-574 48 90 SHOW 21
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi