• Sonuç bulunamadı

Özal herşeyi biliyor muydu?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Özal herşeyi biliyor muydu?"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

'

---

f a 4 ■

SEKİM 1994 ÇARŞAMBA

B

ir dönemin yolsuzlukları, suistimalleri, nüfuz ticaretleri konu olduğunda herkesin aklına bir soru takılıyor:

Acaba, rahmetli Turgut Özal bütün olup bitenleri biliyor muydu?..

Yoksa, pekçok şey, O'nun bilgisi dışında mı gelişiyordu?

Bana göre, rahmetli bugün konuştuğumuz olayların birçoğunu biliyordu. Bazılarını ise hiç bilmediğini... Hatta bildiği takdirde, çok büyük tepki göstereceğini sanıyorum. Bunun en somut örneklerinden biri, Asım’la Zeynep’in Jaguar

olayıdır. Mehmet Barlas’ın dizisinde, bu konu,

çok net bir biçimde ortaya konulmuştu.

Jaguar olayını öğrenen Turgut Özal, Semra Hanım’a belki, evlendikleri günden o güne kadar yağdırmadığı, en ağır hakaretleri yağdırmış.

Yine bir qur• gun gazete Genel Yayın Müdürleri ile bir basın1— ‘‘ - 1---- ’ *

oğluna getirmiş;

yaptığı bir basın toplantısında, sözü kızına ve

Ben Iı bir babayım. Hepinizin çocuğu var. Sız de biliyorsunuz ki, ailelerde her zaman her şeyi kontrol edemiyorsı Ne yapayım ben de, alıp döveyim mi?”

demişti.

Pragmatik mantık

<*

Anılarından ve hakkında yazılanlardan Öğrendiğimiz ve tanık olduğumuz kadarıyla Ozal, Amerikan “pragmatik felsefesine” ... Yani "faydacı kafa yapısına” çok yatkın bir insandı. Şöyle düşünüyordu: “Türkiye gelişmek

zorunda bir ülke. Şu ya dş bu nedenle, bu gelişmenin önü kesilmiş. İnsanların girişim ruhları köreltilmiş. Bunun açılması gerek. Türkiye lafla değil, gerçekten büyümek zorunda.”

İşte bu kadar yalın bir düşünce.

Özal bunu başanyla uyguladı. O’nun için önemli

olan işin yapılmasıydı. Q’nun dillere dolanan ünlü

“Işbitirici” deyimi de bunun

somut bir örneği değil miydi?

Özal, ekonomik rotadaki dönüşün ve hızlı kalkınma modelinin... Bir enflasyonu yükselteceğini... iki gelir dağılımında dengesizlikler yaratacağını... Üç yolsuzluklara neden olacağını bilmiyor muydu? Biliyordu elbette. Ama,

kendi rpantığı içinde bunun da başka çaresi yoktu. Işlşr yapılacaktı. Arada çalan çırpan da

olacaktı, işte bu nedenledir ki, örneğin hayali

ihracatı çok önemsemedi. “Hayali ihracat” ... O'nun dilinde “Fiktif ihracat”tı. Ama, rakamı küçük görürdü. 20 milyar dolar sınırına kadar

yükseltilen, ihracat potansiyeli içinde 250- 300 milyon dolarlık hayali ihracatın önemsiz olduğunu düşünürdü. Çünkü bu 250-300

milyonu önlemek isterken, 8-9 milyar dolarlık ihracat engellenebilirdi. Yine

örneğin, Türkiye’de otoyolların yapılması gerektiğine inanıyordu. Ancak, bunu dört dörtlük yapmaya kalktığında, işin asla bitmeyeceğini ve milyarların toprağa gömüleceğini düşünüyordu. Sözüne gerçekten çok güvendiğim ve sağlığında Ozal’a çok yakın olan bir gazeteci dostum aynen şöyle söylemişti:

“Turgut Bey otoyollardan başının ağrıyacağını biliyordu. ‘Ne yapalım birkaç

kişi yolunu bulacak bu işten. Hızlı iş yapmaya kalkarsan böyle olur, çaresiz çekeceğiz’ derdi”

Yeter ki Türkiye büyüsün

Özal büyük kentleri güzelleştirmek istiyordu. Güzel bina projelerine teşvik verilmesi O’nun döneminde çıktı. Özellikle Ankara’da çok güzel ve modern binalar yapıldı. Ama, bu binalar Ankara’yı güzelleştirirken, yeni yetme zenginler de yarattı. Ozal “Ölsün” diyordu. “Aksi taktirde

hiçbir iş yapamayacağız1'

Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Bütün bunlar doğru mu yanlış mı? Açık bir söyleyeyim mi, karar vermek zor geliyor bana. Hırsızlık ve yolsuzluk,

haksız kazançlar, nüfuz ticaretleri asla ve asla bağışlanacak suçlar değil. Ama, öte tarafta da 60 milyonluk ülkenin kalkınması var. Tam bir paradoks... Yani çelişki, değil mi?

Hata nerede?

Bana göre Özal'ın bu mantığındaki en büyük hata yakın çevresinin bulaştığı bazı işlere müdahale itmemesinde, hatta bunları teşvik etmesinde.

Ülkenin çağı yakalaması için televizyon kurulması gerekiyorsa. Bunu ille de oğlunun yapmasında ısrar etti. Yine Türk

Cumhuriyetlerine açıldığımız dönemde, en büyük payın oğlu tarafından kapılmasında büyük rol oynağı. Gelişmesine herkesin taraftar olduğu Borsa'ya destek vermek için, küçük oğlunu teşvik etti. Bununla da yetinmedi, eşini soktu. Bunlar son 10 yılın yakışık almayan gerçeklerinden bazılan...

Can alıcı son nokta

Şimdi gelelim işin can alıcı noktasına. Özal nasıl böyle düşünüyordu ve bu büyük kaynaktan kendine de pay ayırdı mı?

Evet ayırdı..

Bunun ayrıntısını da, dünyadaki bazı örneklerini de size yarın anlatacağım..

Herkesin bildiği

ış milyon

ılar kredi

Can Ataklı

yazdı

Salih Memecan

gizdi

30 milyar verirsen

ihale senin olur!

|Ünlü bir m üteahhit girdiği

büyük bir ihaleyi

kazanm ak üzereydi ki

her şey değişti. Çünkü

ihale iptal edilmişti O nca

em ek boşa gidecekti.

A

dam müteahhit... Ama, aynı zamanda a-

dam önemli. Bir zamanlar özellikle uçan

kuşların, yüzen balıkların iyi tanıdığı bi

müteahhit.

Çok büyük işler başarmış. Ankara’da İstan­

bul’da dev yapılara, önemli merkezlere imzasını

atmış.

Kamuoyu O’nun müteahhitliği de bilir; ama,

asıl başka yerden tanır.

Pek sosyal olduğu için Başkanlıkları da bol­

dur. Bu başkanlıklar O’na çeşitli olanaklar da ta­

nımıştır. Devletin en tepesındekilerle görüşebil­

me gibi örneğin...

, Onlarla da, ilişki kurulabilinee “Yürü ya ku­

lum” vecizesi kendini gösteriyor tabii...

Büyük bir inşaat

Efendim, bir zamanlar, Türkiye’nin dışa açılan

kapısının, artık ihtiyacı karşılamadığını görmüş

büyüklerimiz. Çare burayı biraz büyütmek... Ya­

bancıların da beğeneceği bir hale getirmek.

Raporlar hazırlanmış, ön çalışmalar bitmiş, sı­

ra işin birine ihale edilmesine gelmiş...

Ajılı şanlı müteahhitler projelerini hazırlamış­

lar... Dünyanın masrafım yapmışlar... ihale şart­

larına kendilerini uydurmuşlar ve katılmışlar.

Teknik heyet incelemelerini tamamlamış; i-

hale birine kalacak artık. Bizim müteahhit,

kendinden emin. Çünkü, içerden de öğrenmiş

ki, kendisinden daha iyi teklif veren yok.

Ani bir iptal

Derken akşam saatleri olmuş... İhale sonucu­

nun açıklanması gerekiyor. Herkes heyecan i-

çinde.

Aaa... O da ne!.. Bir açıklama:

“Görülen lüzum üzerine, ihale iptal edilmiş­

tir. Şartlar yemden hazırlanacak ve yeni ihale

açılacaktır, ilgililerin dikkatine.”

Olacak iş mi, şimdi bu!.. Onca emek, onca pa­

ra, heba olup gidiyor. Yapacak bir şey yok tabii

ki!.. Oturup bekleyeceksin.

Bizim ünlü müteahhit de çaresiz beklemeye

başlamış. Bu arada eli de boş durmuyor... Sağı

solu arıyor; hani bu işin bir oluru var mı, diye

Araştırıyor açıkçası.

Ne yapsın?

Garip bir telefon

Aradan birkaç gün geçmiş... Pat bir telefon.

Ttelefondaki ses tanıdık değil de, ismini bildiği

bir bayan. Daha doğrusu, eğer sekreter yanlış

anlamadıysa, bildik bir isim, arayan.

Demiş ki; “Seni bir ziyaret etmek istiyorum.

Ne zaman boşsun?”

Müteahhit şaşırmış biraz... Öyle ya!.. Adını bi­

liyor: ama, tanımıyor. Daha, “Selamünaleyküm,

¡aleykümselam” demeden, senli benli konuşma

Öa ne oluyor, diye geçirmiş içinden,

i Neyse... “Buynm” demiş tabii.

Bir saat sonra, telefondaki Küçük Hanım arz-ı

ndam etmiş. Hoş-beş sohbet etmişler. Küçük

'anım aynı... Yine senli benli... Canındı, haya­

tındı.

“Ne oldu sizin iş”

Müteahhit merakla bekliyor. Hani sebeb-i zi­

yaret yani...

i Küçük Hanım lafı fazla uzatmadan girmiş ko­

nuya.

“Yahu” demiş; “Şu şey ihalesinde sen de var­

dın değil mi?”...

“Yaa” diye iç geçirmiş müteahhit. “Ama, ne

oldu anlamadım, son dakikada iptal oldu. Hal­

buki benim kazanmam kesin gibi bir şeydi.”

Küçük Hanım bilgiç bilgiç başım sallamış.

“Canım kaybedilmiş bir şey yok ki. Yine senin

olabilir.”

“Nasıl yani, yine benim olabilir. Açıkçası be­

nim biraz canım sıkıldı; bu işte bir bit yeniği

HA&BAHÇE'DFN MAtötöftLAfc

MOtah'tlef siVyiİı A aylegin kevjci i —

(erine

b eh erk en .

Birkaç gün sonra Küçük H anım aradı. O turup konuştular.

Küçük Hanım sanki bakkaldan peynir alırmış gibi “ver 30

milyan ihale senin olur” diyordu. Ünlü m üteahhit b u

konuda tecrübeliydi a m a böylesine ilk kez rastlıyordu.

var. Her halde yeni ihaleye katılmam” demiş

müteahhit.

Küçük Hanım işi fazla uzatmaktan yana de-

ğil... Ağzından baklayı çıkarmış:

“Hayatım” demiş; “Şimdi biliyorum ki, sen

bu ihaleyi istiyorsun. Bunun kolayı var. Eğer 30

milyar lira verirsen, ihale senin olur.”

' Müteahhit küçük dilini yutacak gibi olmuş...

Şimdi, bu tür işlerde, “birinin görülmesine”

pek yabancı değil. Hatta, biraz daha ileri gide­

lim... Bu tür işleri yapmamış da değil. Ama...

Bakkaldan yarım kilo peynir ister gibi, para is­

tendiğine ilk kez şahit olmuş.

30 milyar dediğin, 1990’lı yılların öncesindeki

30 milyar... Dile kolay!

Bizim müteahhit donmuş kalmış. Biraz şa­

şırmış da!.. Donup kal­

ması pek şaşırmaktan

değil... Tilki gibi kafasın­

da hesap yapıyor. “30

milyan verirse, kendine

bir şey kalacak mı?” di­

ye.

Para çok fazla

O zamanlar, ceplerde

taşınan minik hesap ma-

kinaları, henüz çok yaygın değil. Ama, bizim

müteahhit, Karadenizli olmanın pratikliği ile ra-

kamlan kafasında bölmüş, çarpmış, çıkarmış,

toplamış, sonra da “Iıh” demiş. “Kurtarmaz”...

Küçük Hanım, biraz bozuk, “Nasd kurtarmaz

hayatım. Koca iş senin olacak.”

Bizim müteahhit, “Birincisi bu kadar parayı

verirsem, bana bir şey kalmaz” demiş... Sonra

da eklemiş; “İkincisi garantisi ne olacak?”

Küçük Hanım bu sözler üzerine biraz yumu­

şamış; “Bak hayatım, senden bu parayı istiyor­

sak, senin yapacağın iş çok basit; ihale bedeli­

nin üzerine ekleyeceksin. Garantisi de benim.

Tamam mı?”

Olacak iş mi?..

Küçük Hanım’ın teklifi inanılmaz, bir şey... “30

milyarı ana paraya ekle” diyor. İhaleyi açan

kim? Devlet... Fkzla para kimden alınacak? Dev­

letten... Bu para nereye gidecek? Küçük Ha-

nım’a...

Vah benim memleketim vah!..

‘Yaz bakalım çeki’

Müteahhit de, dedik ya, tilki gibi... Taş atıp da

kolu mu yorulacak. Kendi istediği parayı alacak.

Ötekinin istediğini de, ihale bedeline ekleyecek.

O parayı da, Küçük Hanım’a verecek. Ballı bö­

rek yani...

“Peki” demiş. “Teklifini kabul ediyorum. A-

ma, ihale ne zaman sonuçlanır?”

Küçük Hanım’ın gözleri parlamış. “Hayatım

* i

i

• ,

-i

i

merak etme. En

Aslında istenen para verilecekti,

kısa zamanda bi­

tiririz. Zaten bu i-

halenin bekleme­

ye

tahammülü

yok ki!..”

Ehh... İster iste­

mez müteahhitin

de gözleri

parla-_________

mış. Allah bilir

som a da şöyle dü­

şünmüştür: “Bunun istediği 30 milyar. Biraz da

ben eklerim. Nasıl olsa ihale benim. Hem bana

yarar hem ona.”

“Ihm am mesele yok, anlaştık” demiş müteah­

hit.

Demiş demesine de, Küçük Hanım’m güm di­

ye söylediği laf karşısında neye uğradığım şaşır­

mış.

“O zaman yaz bakalım çeki...”

“Ne, ne yapacağım. Çek mi yazacağım. Şimdi

mi?” diye sormuş müteahhit.

“Ne sandın canım, sana iş senin diyoruz. Ne

zaman verecektin ki?” diye cevaplamış Küçük

Hanım.

‘İyi de” diye karşılık vermiş müteahhit;

“He-. 4

-Ama Küçük Hanım işin

sonunda öyle bir şey talep etti

ki, ünlü müteahhitin “raconu”

buna asla uymazdı.

nüz iş olmadı. Ayrıca beni bilen bilir, biz de söz

senettir, ihalenin bana verileceğine dair kararı

alayım, anında öderim. Ben sözümden dön­

mem.”

“İmkanı yok olmaz”

Küçük Hanım’ın parlayan gözlerindeki fer bir

anda sönmüş. “Aaa, ama, sen işi sulandırdın

hayatım. Biz çeki görmeden bu işi yapamayız

ki” demiş birden.

‘Hangi biz?” diye dü­

şünmüş müteahhit. Biraz

da sıkıntılı olarak, “Ama

her işin bir raconu vardır.

Böyle de olmaz ki, bunlar

güven işidir. Ben hiçbir

garanti almadan nasıl bu

kadar büyük bir çek yaza­

yım” demiş.

“Valla hayatım sen bilir­

sin” diye kesip atmış Kü­

çük Hanım. “İşine gelirse.

‘Teklif benden, düşünmek

senden. Eğer bu işin olma­

sını istiyorsan çekin imza­

lanması gerek.”

Ve çıkıp gitmiş...

Almış mı, bir düşünce

bizim müteahhiti.

Bunca yıldır, bu işlerin i-

çinde. Böylesini ne duy­

muş, ne görmüş... “Bunu

bana bir başkası anlatsa,

yalan söylüyor diye düşünürüm” diye geçirmiş

içinden.

Müteahhit biraz da kabadayı adam... Gün gör­

müş biri... Bileği de kuvvetli hani.

Yakınlarına “Yediremedim kendime” demiş.

“Bacak kadar bir kız gelip 30 milyar istiyor.

Üstelik, onu da peşin istiyor. Yediremedim.

Vermedim o parayı. İhaleyi de almadım.”

Acaba kim aldı dersiniz?..

YARIN

25 bin dolarlık

heykel

Be:

dol

acaba neden

verildi?

Bundan birkaç yıl önceye dönelim...

O zamanların modası, banka kurmak. Büyük özel bankalarda, genel müdürlük yapanlar, sıranın kendilerine de geldiğini düşünerek, banka kurmaya başlamışlardı...

Şimdi bu Türkiye, garip bir memleket.

Diyelim ki, genelev işletiyorsunuz. Pek itibarlı değilsiniz; ama, paranız maaşallah gani... Eğer bir banka satılıksa, rahatlıkla satın alabilirsiniz.

Üstelik hakkınızda fazla araştırma da yapılmaz. Alan razı, satan razı ise mesele yok... Bir anda, Türkiye’nin finans çevrelerinin saygın ismi oluverirsiniz.

Ama, ‘Yok ben kendi bankamı

kuracağım” derseniz; iş değişir.

Öncelikle, yüksek bir makamın onayı gerek... Çünkü son imza onda. Ayrıca, Merkez Bankası’ydı, Hazine’ydi, şuydu buydu, bir yığın inceleme, araştırma... Bunalabilir ve “Aman kalsın” bile diyebilirsiniz.

işte o sıralarda, modaya uyan genç ve yetenekli bir bankacı da sıkı ortaklar bulup, bankasını kurmaya karar verdi... Ancak, önünde sıra bekleyen başkaları da vardı. Gittiler geldiler; bankaya izin bir türlü çıkmıyor.

Sonra... Her nasılsa, bir gece, bir anda izin çıktı. Sıradaki, banka kurma izinlerinin hepsi verildi.

En arka sıradaki, ekspres gibi hızlı hareket ederek, iş yapmaya başladı. Kısa sürede, saygın bir yer edindi.

Bu bankanın, ilk işlerinden biri neydi biliyor musunuz? Bizim büyük oğlana, 5 milyon dolara yakın kredi vermek.

Banka izni verilirken, büyük makamda oturan biri ricada bulunmuştu; “Şu bizim oğlanın işini

hallediver” demişti.

Elbetteki halledilecekti. Sonuçta bankayı kurma iznini oradan almamışlar mıydı?

Ama, zaman çabuk akıp gitti. En büyük iktidar sahibi, uzun bir yolculuğa çıktı. Yeni gelenler, müthiş bir ekonomik kriz yarattılar. Ekspres hızıyla

finans dünyasına giren banka zora düştü. Tam

kapatılıyordu ki, Yeniköy’lü sarışın bir bayan, büyük bir holdinge ricada bulundu; “Şunu alıverin bir

zahmet. Yazıktır, kapanmasın” diye...

Bu rica kırılamazdı elbette. Doğuş’undan bu yana

büyük işler yapan holding bankayı satın almak için masaya oturdu. Ama, bir sorun vardı.

Bankanın alacaktan arasında büyük oğlanın da adı vardı... Holding patronu biliyordu ki, büyük oğlandan parayı almak çok zor. “O halde” dedi.

“Biz bankayı şu kadara alırız. Ama, o adamın borcunu kabul etmeyiz. Biz size parayı verilim. Geri kalanını, siz ondan alırsınız.”

Genç bankacının başka çaresi mi var? “Kabul” dedi. Bankanın satışı yapıldı... Büyük oğlanın borcu, bankanın eski sahiplerinde kaldı. Genç bankacının çaresi yoktu. Bu parayı almak zorundaydı. Eski bankasında, ne de olsa biraz sözü geçiyordu. Hukuk bürosunu büyük oğlanın peşine taktı.

Ama, büyük oğlan da dişliydi hani... Baktı ki, elinde avucunda ne var, eski arkadaşı genç bankacı haczettiriyor; “El mi yaman, bey mi yaman” dedi ve “binlerini” gönderdi üzerine.

“Ayıp olmuyor mu?” dediler, büyük oğlanın

“ricada” bulunduğu arkadaşları. “Şu haciz işi

midemizi bulandırıyor. Biraz soluklansan hele, borçsa borç, ödenir elbet, biraz beklesen, herkes için iyi olur”

Ne yapsın genç bankacı. Para gitti gider de,

topuktan olmak da var.

Yaa işte böyle.

Güzel zamanlarda, ekspres gibi hızlı bir şekilde bankacılığa soyunmak için “kınlamayan bir rica” sonunda ne işler açıyor başa.

Okul yerine

20 katlı bina

Şu sıralarda da adı çok bilinen bir milletvekili var. Şu döne döne başı dönenlerden. Geçtiğimiz haftalarda yine yuvasına döndü.

İşte o adam Hanımefendi’lerin iktidar günlerinde sıradan bir müteahhitti. Ama, her nasılsa kendisini Hanımefendi’ye göstermiş ve çevreye girmişti. Hanımefendi’nin yanında

yürüyor... Gerektiğinde çantasını taşıyor... Boş zamanlarda güldürüyor... Akıl almaz yağcılıklar yapıyordu...

Sonra iş anlaşıldı. Meğer bu müteahhitimizin

şimdi yolsuzluk soruşturmalarının yapıldığı binanın bulunduğu semtte bir arsası varmış. Ama, alçak belediye, bu arsanın yerini okul yeri

olarak saptamış. Sanki memleketin

okula ihtiyacı varmış gibi...

Hem okul olsa ne olacak; kaç para kazanılır ki?

Bizim müteahhit alttan girmiş, üstten çıkmış, “Okul yerine iş hanı olursa

hepimiz iyi kazanırız” demiş. Tabii ki,

bu görüş kabul görmüş.

Derken efendim, buraya 20 katlı bir bina çıkmamışlar mı?

Şimdi o bina, İstanbul’un güzide semtinde bir utanç abidesi olarak duruyor. Beyimiz yeni iktidar

döneminde de, aynı numarayı yapmak için parti değiştirdi. Ama, nedense,

Yeniköylü sarışın bayandan “beklediği ilgiyi göremediğini” ileri sürüp eski yerine döndü.

Kuyumcu aradı

“Zora düşen kuyumcu” başlıklı yazıdaki kuyumcu dün aradı. Gerçi ismi geçmiyordu ama Arif olan anlar tabii.

Kuyumcunun canını sıkan iki şey varmış. Birincisi “zorda” lafı. “Hiç zora düşmedim. O

aile için de düşmem” diyor. İkincisi de

yüzüğün fiyatını söylememesi için talimat almadığını belirtiyor. Aslı şöyleymiş:

“Hanımefendî’nin eşi bizzat aramış ve Yahu

bizimki bir halt etmiş. Şimdi gazeteciler de senin peşinde. Lütfen onlara birşey söyleme’

demiş.”

Kuyumcu diyor ki "Zaten onlar bana talimat

verecek durumda değildi. Bana kimse talimat vereme*. Ben değişik bir kuyumcuyum. Öyle herkese benzemem. Üstelik politikaya da onlardan önce başladım. Onlar sonradan öğrendiler.”

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Siz bu ülkenin sivil toplum örgütleri, siz sözde demokrat burjuvazinin hem de medya patronu ba şkanları, siz Uluslararası Basın Enstitüsü yöneticileri, üyeleri iken

İmparatorluğun suiistimal edici gücünün özelliğini daha iyi anlamak için lütfen ABD hükümetinin 22 Ocak 2009 tarihinde Obama başa geçtiğinde resmi internet

-Mert ve Efe, hafta sonunda Armağanlara geleceklerdi. Armağan, çok heyecanlıydı. Arkadaşları evlerine ilk kez geliyorlardı. okulda Efe’ye evlerinin adresini yazıp vermişti.

Tedavilerinde dirençle karşılaşan çok sayıda farklı branş hekimleri, artık regülasyon tıbbı ve nöralterapi başta olmak üzere şelasyon, manuel terapi,

Bu çalışmada mobil araçlar için geliştirilecek tek cümle uygulamasının kayıttan sahte doğrulama ataklarına karşı dayanıklılığını test edebilmek için yeni bir

Müslüman tüccarların etkisiyle İslamiyeti kabul etti..Batu Han zamanında Moğollar tarafından yıkıldılar.

diyerek okumadıktan sonra kitap biriktirmenin manasız olduğunu söyler. Kesinlikle doğrudur ve bunun örnekleri hemen her devirde olmuştur. Bu- nunla birlikte edebiyat tarihleri;

Bu özel adla ilgili okuma sorunu ise metinde hep şeklinde yazılmış olan kelimenin, yukarıdaki tabloda da görüldüğü gibi çalışmalarda Büre veya Püre şek- linde