E s k i , ye
D
Fatih Rtfkı
Yazan
3
Sultan Hamld devrini şöyle böy le hatırlıyorum. Herşey ucuz, fakat halk parasız, İstanbul hayatı ise, yabancı ve hıristiyanların oturduğu semtleT müstesna, hemen hemen köy hayatı sadeliğinde idi. Akşam ezanına doğru uslu' ve efendi bakı mı evlerinde olmalı idi. Kışın, er kekler için, mahalle kahvelerinde toplanmak, kadınlar için, ellerinde fener konukomşuya gitmek, yazın ya hava tebdili için sayfiyelerden birine taşınmak, yahud cuma gün leri kıra çıkıp hava almak... Hepsi bu! Orta halk, ki İstanbulda otu ran Türklerin büyük çokluğu idi, tiyatroyu yalnız Ramazan ayında üç beş defa Direklerarasında görür, sazı gene bir kaç defa oruç bozduk tan sonra dinlerdi. Aylıklar hem azdı, hem de yılda bir kaç maaş «tedahül» e kalırdı. Zabit ve ku mandanların ailelerini aç bırak mamak için her sabah rütbelerine göre bir çiftten bir kaç çifte kadar evlerine tayın ekmeği dağıtılırdı. Bu çöküş devrinin hususiyeti yalnız kazancın azlığında değil, bugünkü medenî ihtiyaçlardan pek çoğunun hissedilmesindedir. Hayat sade o l duğu kadar iptidaî idi. Düşününüz, edebiyat ve şiir bile yasaktı.
Mahalleler akşam kararınca evler gibi kapanırdı. Bir mahallenin k ö pekleri öbür mahalleye geçemez, kendi mahallesinin sokaklarında bir yabancının dolaştığını da hav layarak haber verirdi. Bir semtten, başka semte, çok defa, gece yatı sına gidilirdi.
Meşrutiyet gelince durgun su dalgalandı. Alafranga saat hayatı bir başka türlü ayarladı. Maaşlar aydan aya çıktı, gezip tozma, zevk ve eğlence arttı, yeni ihtiyaçlar , kövkâri yuvanın rahatını kaçırdı.
Rahmetli Haşan Cavid anlatmış tı. On dört yaşlarında iken bir gün dedesinin şöyle bir aözünü duy muş: «— Biz bedava yaşıyoruz
kayeseleri manasızlaştırmaktadır. Sultan Hamid Birinci Dünya Har binde, pahalılık devrinde öldü. O gün İstanbul halkı, tarihi unutmuş tur. Büyük bir kalabalık cenazesi nin arkasından Sultan Mahmud türbesine doğru akıyor, pencereler den sarkan kadmlar:
— Ah kömürü yirmi paraya yak tıran, ekmeği kırk paraya yediren padişahım, bizi kime bıraktın da gidiyorsun? diye ağlaşıp bağrışıyor du.
Bizim zamanımızın büyük mese lesi «değişmez gelir» ve «az ka zanç» dır. Maaşlar, paranın ucuz laması ve eşyanın değerlenmesi nis betinde artmaz. Orta halk kazancı da bir türlü zarurî ihtiyaçları kar şılamaz. Aydın takımında bu zarurî ihtiyaçlar son derece sayılanmıştır. Ramazandan Ramazana bir iki defa tiyatroya giden ve bir kaç defa saz dinleyenler, şimdi, haftada bir iki defa sinemaya gitmeden ve akşam lan evlerinde radyolarını açıp A n kara ve İstanbul yayınlarım takib etmeden yaşamanın ne manası ola bileceğini haklı olarak sormaktadır lar. Değişmez gelir demek, hemen
hemen memleketin zekâsı demektir. A z kazanç, basma fiatları karşısın da ne yapacağım bilmiyen köylüye doğru. Türkiye halkının büyük ka labalığı demektir.
Daha doğrusu bu pahalılıktan fazla bir yaşama meselesidir. Yaşa ma dediğimiz şey, eski iptidailiğin den çıkmıştır. Bir köy öğretmeni, maaşı ile yiyebilir, giyinebilir. Fa kat ona verdiğimiz seviyeye, onda yarattığımız ihtiyaçlara göre bu artık hayat denen şey değildir. Y o l lar ve seyrüsefer köyü de yerinden kımıldatmıştır. Yeni ihtiyaçları, pek uzak yerler müstesna, fakat eski taşranın bir çok bölgelerine taşı mıştır. Bu ihtiyaçlar uyanmadıkça, artmadıkça, ve baskısını hissettir medikçe de bir millet gerilikten kurtulamaz.
Uzun, hayli uzun müddet buhra nım duyuracağına şüphe olmıyan bir «intikal» devrindeyiz. Pahalı lığa göre değişen gelir ve yüksek kazançla, değişmez gelir ve az ka zanç arasmdaki tezad, ekonomi ve finans işlerimizin ayarlanmasında bir dikkat ister. Meselâ, resme, şiire, heykele ve musikiye verilen
aı. a, bu devlet de batar!» Ne de-mek istediğini anlamamış, sormuş: «— Yavrum, bizim bir çiftliğimiz var, çiftlikte evimiz var, şehirde konağımız var, dükkânımız var, hepsi için yetmiş kuruş vergi veri yoruz. Demek ki bedava yaşıyoruz. Ama bu koca devlet de yetmiş ku ruşla dönmez, bir gün batar...» de miş.
Meşrutiyet istikraz yolunu tut muştu. Satarak, rehne koyarak veya yeni imtiyazlar bağışlıyarak para alıyorduk. Onu da yalnız maaşa ve orduya veriyorduk. Dört yıl ka dar böyle geçti. Önce- Trablus, son ra Balkan, nihayet Umumî Harb geldi. Hayat pahalılığı gittikçe bin di, para değeri düştü, çarşıda pa zarda hiç bir şey bulamaz, bulsak da alamaz olduk. Garibdir, ilk Dün ya Harbinde yalnız denizden sarıl mıştık. Balkanzuğ ekspresi ile A v rupa bize açıktı. Buna rağmen y ok luk çekmiştik. Hem karadan, hem denizden sarıldığımız İkinci Dünya Harbinde ise Cumhuriyet devrinin bir türlü beğenemediğimiz endüs trisi yüzünden yalnız sıkıntı çek tik. Fakat artan ihtiyaçlarla bir nisbette artmıyan, orta halkın beii- ni bük/m pahalılık bu türlü
nıu-■
nı
yıllık mükâfatların kaldırılmasını nasıl karşıladınız? Re-.m , şiir, hey kel ve musiki, büyük duyuşların, derin sezişlerin, sinirli ve uyanık ların mesleğidir. Pek az kazançlı dırlar. Bu mükâfatların adı «İnönü Armağanı» idi. Yalnız adı değil, kendisinin de kaldırıldığını gazete lerde okudum. Fikir hayatı, «âğıd fiatlarile vergiler yüzünden pek bü yük bir darlık içindedir. Yalnız şu resmî ilân milyonları, hem bu mü kâfatların tutulmasını, hem bu darlığın az çok ferahlattırılmasın sağlayabilirdi.
Orta halkın geçimi, zekâ ve san at adamlarının geçimi, kupkuru bankacılar ve maliyeciler düşünü şünün çok üstünde; kanadlı ve fel sefî bir anlayışla gözönünde tutul mak lâzım gelir. 141 inci madde bu ıstırabın görünür şekiller almasını önleyebilir. Fakat için için işleme sini önleyemez.
Belli bir paradan, meselâ yarım milyondan yüksek tutar da yapı işlerinden küçük bir yüzdenin gü zel sanatlara ayrılmasını yıllardan- beri söyler, dururum. Kimse ku lak asmadı.
Pahalılık meselesine daha yük sekten bakmalıyız. Uzun bir gele ceğe bağlı ümidli gelişme plânla rından önce, bugünkü Türkiye ha kikatlerine göre alınabilecek ted birler vardır. _____ !