15 • 12 • 1952
N A C İ Y E
( E N V E R
PAŞA)NIN
HATIRALARI
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
T 7 ^ b L -1 0 /0 /
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
BU HASRET HİÇ
BİTMİYECEK SANIYORDUM!
Naciye Enver Paşa 28 sene sonra nihayet kavuştuğu evinde — 1 —
Bu hasret hiç bitmiyecek sa nıyordum: Memlekete dönmek, çocuklarıma kavuşmak, bana erişilmez bir rüya gibi geliyor du.
Uzun seneler tahakkuku mümkün olmıyan bir hayal pe şinde koşmuştum. Artık ümi dim kalmamıştı.. Günün birin de memlekete dönmek imkâ nının hasıl olabileceğini söy leseler bile inanmıyordum.
Yirmi sekiz sene süren bir ayrılığın verdiği elem o kadar büyüktü ki buna bir türlü alı şamamıştım.
Her gelen dost bana yakın bir zamanda memlekete dön mek ihtimalinin gün geçtikçe kuvvetlendiğini tekrar ediyor du. Ben artık inanamıyordum, belki de inanmaktan korkuyor dum çünkü bu ümit bir kere içime girer ve sonra da buna imkân olmazsa, yaşamak çok daha güç olurdu.
Yakın dostlarımdan birinin gönderdiği mektup bana en kuvvetli ümidi verdi. Bu mek tupta; kanunun çıkmasının ar tık bir gün meselesi haline gel diği yazılı idi.
Dostum bir kaç gün evvel Pa riste idi. Ayrılırken, iyi de ol sa, kötü de olsa, hakikati ya zacağını bana söz vermişti. Bu kadar kuvvet ve kat’iyetle bu nu yazması için muhakkak ki
kanun heıpon çıkacak dtmek- ti. -. * ‘ ■
Mektubu aldıktan sonra ar tık hayal kurmağa başladım. Memlekete dönüşümü düşün dükçe, kalbim heyecan ve se vinçle çarpıyordu.. Çocuklarımı çok özlemiştim. Fazla olarak; tanımadığım!, * yüzünü henüz görmediğim-sevgili bir toru num daha' olmuştu. Mektup tan bir kaç' gün sonra bir sa bah erkenden bir telgraf gel di. Telgraff daha’ açmadan, bu nun çocuklarımdan geldiğini ve bana uzun senelerdenken beklediğini' müjdeyi getirdiğini hissettim. Her nedense telgraf lar ekseriya1 insanlara kötü ha herler ulaştırır.. Fakat çocuk larım bana: «Kanun çıkmadı, gelemiyeceksin» diye telgraf çe kemezlerdi ki...
Onlardan geldiğine emin ol duğum telgrafı korkusuzca aç tım. Bu ancak iyi bir haber o- labilirdi. MÜlclcden emindim. Buna rağmen -ağlıyordum. Fa kat bu döktüğüm yaşlar, uzun senelcrdenberi ■ döktüklerime benzemiyordu.- Sevinç yaşlarıy dı. Telgrafı getiren kapıcı ka din da benimle ağladı. O, vatan
hasreti çekmiyordu, fakat ne de olsa bir.anne .idi, halimden anlıyordu.
Sabahın sekizi olduğunu dü şünmeden, bütün dostlarıma birer birer telefon ettim. On
ları, uykudan uyandırarak ra hatsız edebileceğimi düşünemi yordum.
Sevincimi paylaşacaklarına e- mindim. Nitekim bir kaç saat içinde küçücük apartmanım^ daha doğrusu tek odam çiçek lerle doldu, hepsi birer birer beni tebrike koştular. Gerek uzun ve üzüntülü seneler es nasında, gerekse bu sevinçli anımda bana bütün dostları mın ve bilhassa Büyük Elçimiz Numan Menemencioğlu ile ai lesinin gösterdiği candan alâ ka ve sevgiyi ömrümce unuta mam. Onların evinde daima sanki bir memleket parçasında yaşıyormuşıım gibi bir rahat lık, bir aile havası bulmuştum. Nihayet saadete kavuşmamı ay nı yakınlık ve dostlukla karşı ladılar. Ve benimle sevindiler.
Artık bir an evvel memleke te dönmek için hazırlanmağa başladım. Mümkün olduğu ka dar çabuk dönmek istiyordum. Senelerce bekliyen, beklemeğe alışan bir insan ne de çabuk sabırsız olabiliyor! Haftalar ay, günler hafta kadar uzuyordu. Hele o beş günlük vapur seya hati... Bitmek tükenmek bilme di.
Memlekete ve sevdiklerime bir an evvel kavuşabilmek için tayyare seyahatini tercih ede bilirdim.
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Aşina ve
dost şehir, İstanbul,
uzaktan belirdi!
— 2 —
DÜNKÜ T E F R İK A N IN H Ü LASA SI (N aciye Enver Pasa 28 senelik
hasretten sonra memlekete dö
nerken duyduğu heyecanı anlatı yor, beş günlük vapur seyahati nin bitmek tükenmek bilmediğini söylüyor.*)
Memlekete ve sevdiklerime bir an evvel kavuşabilmek için tayyare seyahatini tercih ede bilirdim. Fakat memleketimi ve çocuklarımı göremeden ölmek ten korktum, hayatta içime hiç bir zaman ölmek korkusu gelmemiştir. Nasılsa günün bi rinde öleceğimi biliyorum fa kat tam bu sırada kötü bir ta lih eserine kurban gidebilmek ihtimalini, pek küçük dahi ol sa, göze alamadım doğrusu...
Beş günlük vapur yolculuğu nun bir türlü sonu gelmiyor du. Vapurda buluııan vatandaş larımın hepsi bana son dere cede yakınlık ve dostluk gös terdiler. Hiç tanımadıklarım bile benimle gelip tanıştı, ko nuştu.
Bende hasretin her türlüsü vardı. Bunu hissediyorlardı. O kadar heyecanlı idim ki vapur da tanıştığım bir doktor bana sükûnet' bulmam için ilâçlar verdi, candan yardım etti.
İçimden taşan sevince kalbi min dayanamıyacağmdan kork tu galiba...
Daha vapura biner binmez kendimi yurdumun bir köşesin
de hissettim. Herkesten sami miyet ve alâka görüyordum. Hele vapur kaptanı sanki uzun bir ayrılıktan sonra dönen bir misafiri kabul ediyormuş gibi çok nazik bir şekilde ev sahip liği yaptı.
Güzel ve güneşli bir günün akşamında İstanbula yaklaştık. Meğer her şeyi ne kadar özle mişim; denizin rengi, güneşin parıltısı bile memlekette bam başka..,
Uzaktan âşinâ ve dost şehir belirdi. Gelişmiş, ve yenileşmiş tarafları olduğu derhal gözüme çarptı.
Dünyanın bir çok güzel şehirlerini görmüş, oralarda yaşamış, iyi ve kötü günler ge çirmiştim. Fakat memlekete dönmenin hazzı bambaşka... Yirmi sekiz sene süren gurbet hayatından sonra bana her şey o kadar daha güzel geliyordu ki...
Vapur rıhtıma ağır ağır yak laşırken, kalbim kopacak gibi çarpıyordu. Buğulu gözlerim, sahilde bekliyen kalabalık * a smda sevgili çocuklarımı seçe- miyordu.
Hiç şüphesiz hepsi orada idi. Sonra dostlarım, sevdiklerim, velhasıl özlediğim herkes ora da olacaktı, fakat ben hiç kim şeyi göremiyecek, seçemiyecek kadar heyecanlı idim.
Vapurun yanaşması çok sür medi. Yirmi sekiz senelik has rete dayanabilmiş olan ben, bu kısa zamana dayanamıyacak kadar sabırsızdım. Gurbet me ğer ne güç şeymiş!
Küçücük torunum Haşanı son defa olarak Pariste iki buçuk yaşında iken görmüştüm. Bir kaç dakika sonra onu bağrıma basabileceğimi düşündükçe zih nim duracak gibi oluyordu.
ise, ya tekrar Paristeki tek o- damda yapayalnız uyanırsam?
Artık buna zavallı kalbimin tahammül edebileceğini sanmı yordum, fakat çok şükür rüya olmadığını hemen anladım.
İşte karşımda çocukları mı görüyorum. Hepsinin benzi solgun, gözleri nemli, fakat hepsi de ne kadar sevinçli ve mesut görünüyorlardı.
Kalabalık arasında âşinâ çeh reler, dost yüzler, sevinçli el hareketleri seçebiliyordum.
Vapur yanaşır yanaşmaz, ta nıdık ve dostların bir çoğu, çocuklarım da dahil olmak üze re, vapura bindiler. İlk bağrı ma bastığım; küçücük toru num Haşan oldu.
Bir iki sene evvel annesiyle beraber beni görmeğe. Parise gelmişti. Onu o zamadan beri görmemiştim. Torunumu ku caklarken içimde birikmiş olan bütün gurbet acılarının ve has retin geçtiğini hissettim.
Beni karşılamağa gelmiş olan dost ve tanıdıkların bir çoğunu yirmi sekiz seneden beri görmemiştim. Küçükler büyümüş, gençler yaşlanmış... Yaşlıların bir kısmı orada, bir kısmı ise her halde göçüp git mişti.
Onlar benim geleceğimi bil dikleri için, çok değişmiş ol mama rağmen, beni tanımak ta zahmet çekmediler. Fakat ben aradan bu kadar zaman geçtiği için bir kısmını çocuk denecek yaşta, bir kısmını genç veya yaşlı olarak bıraktığım, bir daha görmemiş olduğum bu insanları tanımakta epey güçlük çektim.
Çocukluğundan beri görme diğim genç bir kadın, yakm bir dostumun kızı bana sokularak: «Ben falanım» diyor. İki bük lüm olmuş vücudiyle eski bir emektar saraylı yanıma yak- laşarak «hoş geldiniz» diye mı rıldanıyor. Yakın senelerde Paristen ve İsviçreden gelip geçmiş olan dostlarımın hemen hepsi orada...
Bu kadar sevgi ve muhab bete karşı duyduğum minnety tarlığı kelimelerle ifade etme me imkân yok. Sadece: «O an da bütün çektiğim hasret acı larını unuttum» dersem, bu bir
Evde on sekiz senedir
gör
mediğim ihtiyar annemle altı aylık torunum beni bekliyor du, Annem benden daha me tin olarak beni karşıladı. Mini mini Ceyda henüz hiç bir şe yin farkında değildi. Onu bağ rıma basarken .yeniden dünya ya gelmiş gibi, kendimi yep yeni bir âlemin kapı eşiğinde hissettim. Çekilenlerin hepsi unutuldu.
Bütün geceyi uykusuz
ge
çirdim. Evimizin pencerelerin den şehrin her tarafı görünür. Her tarafa ayrı ayrı bakıyor dum. Memleketin ışık ve deni zini o tepeden seyrederek
ge
ceyi geçirdim.
Hâlâ rüya görmekten kor kuyordum. Uyur da uyandı ğım zaman kendimi başka yer de bulurum diye içimde bir ürperti vardı. Uykusuz geçen o uzun gecede uyanık olarak hayal etmeği istedim.
Tenha ve sessiz tepeden et rafı seyrederken içimde eski günler canlandı. Gençliğimi,. ço cukluğumu yeniden yaşadım...
Ortaköydeki doğduğum ev, sevgili babam, beni çok seven ve şımartan babaannem Şelfi- raz kadın, soluk birer hayal gibi, gözlerimin önünde can landı.
Babamı çılgıncasına sever dim.
Büyük babam Sultan Abdül- mecidin yedi erkek evlâdından birisi olan babam Süleyman efendi, tabiat seven, musiki seven, romantik ruhlu bir in sandı. Ata biner, spor yapar, çiftlik hayatından hoşlanırdı.. Baba ve erkek kardeşlerimle Bebek Sırtlarındaki köşkün ge niş bahçelerinde atla gezdiği mizi düşündükçe, çocukluğu mun ne kadar neşeli ve gam sız geçmiş olduğunu bir kere daha hissettim.
Babam Arabi ve Farisiyi çok iyi bilir, Arap ve Fars edebi yatına ait kitaplar okurdu. E- vimizde daima saz çalınırdı. Babam musikiye çok meraklı idi.
Annem Ayşe Tarzıter kadın, babamın ücüncü karısı idi. An nem güzelliği ile meşhurdu. Annem pek küçük iken saraya gelmiş, orada tahsil ve terbi ye görmüş, ve babama eş ol- mak üzere hazırlanmıştı.
K
N A C İ Y E
cE N V E R
PAŞAıNIN
ATIRÂLARI
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Çocukluğuma
ait
hatıralarım dan
birkaçı
1 ve 2 nci tefrikaların hulâsası
(Naciye Enver pasa, vatana kavuş
manın. uyandırdığı heyecandan
donra babasiyle annesini anlatı
yor (Annem bahamın üçüncü ka rısı idi. pek küçük iken saraya alınmış, babama es olmak üzere
hazırlanmıştı) diyor ve anlatma
sına devam ediyor.)
•
— 3 —
Kardeşim Şerafettinle ben, Eiıa baba bir kardeşiz. Babamın annemden başka üç karısı da ha vardı. Bugünkü hayat anla yışına göre, bu dört rakip sa yılan kadın arasında daimî ge çimsizlik olduğu belki hatıra gelebilir. Fakat ben bunların arasında doğup büyüdüğüm ve hepsini pek yakından tanıdığım için birbirlerini ne kadar say dıklarını ve sevdiklerini görü yordum.
Babamın ilk karısı Filisan kadındı. Onu annemden çok de ğilse de, annem kadar sevdiği mi söylersem mübalâğa etmiş olmam. Filisan kadına (Cician- ne) derdim. Kendisi beş, altı sene evvel vefat etmiştir. Örn rü boyunca daima iyilik etmiş, munis, tatlı bir insandı. Ders lerime vardım eder, bana piya nomu çalıştırırdı. Onun yalnız bana değil, büyük kızım Mah- peykere de çok emeği vardır. Büyümesi esnasında ona neza ret etmiş ve çocuğumla candan meşgul olmuştur. İkinci kadın İkbal, merhum ağabeyim Ab dülhalim’in annesidir. Dördün cü kadın Zati Melek’in çocuğu olmamıştır.
Bu dört kadın ortak değil de sanki dört kız kardeş imiş gibi geçinirlerdi. Çocukları, yani erkek kardeşlerimle beni hiç a- yırdetmezler, kendi evlâtları imiş gibi benimserlerdi.
Yaşadığımız yer. Feriye sa rayı idi. Bugün Ortaköydeki mekteptir.
Bu kırk, elli odalı sarayda kalfalar, haremağaları, tabla- kârlar. enderun beyleri de biz lerle beraber yaşarlardı. Kal faların ve haremağalarının dai releri vardı. Yedi enderun be yi, babama arkadaşlık ederdi. Babamla beraber gezmeğe gi derler. beraber otururlardı. A ralarından bir tanesi sarayın malî islerine bakardı. Ekserisi evli idi. Sarayda yatıp kalkar lar, haftada bir, iki defa sıra ile nöbet değiştirerek; evlerine
Naciye Enver Paşanın giderlerdi.
Saray, başlı başına bir âlem di, hususi doktoru, dişçisi, ter zisi ve berberi vardı. Dışarı ile alâkamız hemen hemen yok gi biydi. Her türlü rahatımız, eğ lencemiz ve ihtiyacımız saray
içinde emin edilirdi.
Bizde olduğu gibi, amcaları nım ve diğer ailç efradının da hayat tarzı böyle idi. Aile ara sında ziyaret yapılmazdı. An cak bayramdan bayrama padi şah ziyaret edilirdi.
Yanvaııa olaıı kardeş saray larının ara'inda yüksek duvar lar mevcuttu. Her aile kendi
hususi âleminde yasar, öteki lerle alâkadar olmazdı.
Enderun beylerinden başka altı tane musahip harenıağası ve çocukların da hususi harçm ağalan vardı.
Her çocuğa maaş bağlanır, her çocuğun tablakân. kalfası, arabası, arabacısı, seyisi ve la lası olurdu.
Sarayda babanım hizmetini gören kalfalara hazinedar de nirdi. Bunlardan birisi, hazine dar usta idi. Yedi tanesi bir hafta hizmet eder, sonra nöbet
çocukluk resmi
değiştirir, onların yerine yedi başkası gelirdi. Babam her se ne bunlardan iki tanesini ev- lendirirdi. Her evlenen kıza bir ev alınır, cihazı yapılır ve geçin meşine yardım olsun diye bir dükkân veya irad temin edi lirdi.
Hazinedar kalfalar, yemek esnasında şehzadelere hizmet eden güzel kızlardı.
Saraylarda yemek âdeti çok garipti. Şimdi düşünüyorum da babam, annem ve kardeşlerim le beraber uzun seneler bir ai le sofrası başında toplanmamış olduğumuzu hatırlıyorum. O za man bu âdet bizlere garip gel mezdi. Çünkü başka türlüsünü, bir aile sofrası olabileceğini bilmezdik.
Babamın vefatından vc Hür riyetten sonra annem, karde şimle ve benimle aynı sofraya oturup bize normal bir aile ha vatı nümunesi göstermiştir. Yoksa saraylarda herkesin tab lası ayrı gelir; küçük büyük herkes kendi odasında ve yalnız
başına yemek yerdi.
N A C İ Y E
E N V E R
l>ASA)NIN.
HATIRALARI
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Naciye Enver Paşanın Ortaköy sırtlarındaki evi
Yurda
dönmek sevinciyle
gözüme uyku girmiyordn
1, 2, 3, üncü tefrikaların hülâsası
(Yatana avdet eden Naciye En
ver Paşa çocukluğunu, Feriye
sarayındaki hayatı anlatıyor: An nem, babamın vefatından ve hür riyetin ilânından sonra kardeşim
ve benimle aynı sofraya oturup
bİ7.e normal bir aile hayatı nu
munesi göstermiştir. Yoksa sa
raylarda herkesin tablası ayrı gelir küçük büyük herkes kendi oda sında ve yalnız başına yemek yer di...)
— 4 —
Şehzade saraylarına dışarı dan altı tabla gelirdi. Beylik mutfaktan gelen bu tablalardan evdeki bendegân istifade eder di. Kadınlara, şehzade ve sul tanlara evde ayrı ayrı tablalar hazırlanırdı.
Yine çocukluk hâtıralarım dan birisi de şudur: Bu tabla larda zeytinyağlı ve balık gibi şeyler bulunmazdı. Bunları an cak iştediğimiz zaman evde a- rap bacılara ısmarlar, onların pişirdiği zeytinyağlı dolma ve zeytinyağlı yemekleri pek ca nımız çektiği zaman hususî su rette yaptırırdık.
Kırk, elli odaıık saraylarda yemek odası yoktu. Anlattığım gibi, aile sofrası diye bir şey kurulmazdı.
Babamın yedi hazinedarının sıra ile dizilip kendisine servis yapması hâlâ gözümün önünde, dir. Yedi kalfa birbirinin elin den tabaklan alıp baş hazine dara kadar ulaştırırlar, o da
babamın önüne koyardı. Babam çok defa beni odasın da yemeğe davet, ederdi. Baba mı son derecede çok sevdiğim için böyle günler benim için ayrıca sevinçli ve neşeli günler sayılırdı.
Sarayda kalfalar da tabaka tabaka idi. Her işi görenler başka idi. Saraylıların hepsi çerkez veya Abaza idi.
Doğduğum ve çocukluğumu geçirdiğim bu dekor, uykusuz geçen bu gecede gözlerimin ö- nünde canlandı.
Ondan sonra bu gözler daha neler gördü, ne değişik, ne bir birine zıt dekorlar içinde yaşa dım, neler gördüm, neler çek tim. Bir insan ömrü içine bu kadar değişiklik nasıl sığabili
yor?
Yurda dönmek sevinciyle gö züme bir türlü uyku girmiyor du. Ortaköy tepesindeki köş kün her penceresinden görünen manzara başkadır Bu defa da gözlerimi Bebek sırtlarına çe virdim. Ve babamın o civarda ki çiftliğini ve çiftlik köşkünü
hatırladım.
. Bu köşke Nisbetiye köşkü de nirdi, her yaz oraya çıkılırdı O civarda Sultan Abdülmeci- din üçüncü kadını, baba annem Selfiraz kadının da bir köşkü vardı. Köşklerin geniş bahç? lerinde atla ve araba ile gezi lirdi. Babam ve kardeşlerimle uzun at gezintileri yapardık Ben de kardeşlerim gibi pan- talon ve çizme giyerdim. On
lar kadar iyi ata binerdim. Babamın çiftliğe çok merakı vardı. Hayvanlan çok severdi. ■ Her sabah babamla ya atla
veya araba ile mandraya gider dik. Burada bir çok inek, ko yun, keçi vesaire beslenirdi Mandraya gitmek beni çok eğ- lendirirdi. Çiftlik bir aralık o kadar genişlemiş, hayvanlar ve mahsul o kadar çoğalmıştı ki babam bunları civardaki fa
kirlere ve ihtiyacı olan ailelere dağıtmağa başladı Tabii sat mak hatıra gelmezd. Zevk için yetiştirilen hayvan ve mahsul ziyan olmasın diye ancak bu
şekilde bağışlanabilirdi. Çiftliğin etrafı göz alabildi ğine geniş ekin tarlaları ile çev
rilmişti.
Harman vakti buraya çinge neler gelirdi. İşte o zaman be nim için hakikî bir bayram baş lardı. Çingeneleri seyretmeğe bayılırdım. Fakat ne çare ki onlara uzaktan bakabilirdim. Hastalık bulaşma korkusile yan larına yaklaşmam katiyen ya sak edilmişti.
Fakat ben bu kadarına da razı idim. Onların neşeli neşeli şarkı söylemelerini dinlemeği, rengârenk kıyafetlerini seyret meği çok severdim.
Bu değişikliği görmek hevesi- belki de içimdeki, şuurumun • altındaki serbestlik hasretinin
bir belirtisi idi.
Her istediğimi yapabiliyor sayılırdım. Saray hudutları için de her türlü eğlencemiz vardı. Tiyatro oynanır, saz çalınır, şarkı söylenirdi. Fakat herhal de çocuk ruhum hayatta daha geniş ufuklar olabileceğini sez miş olacak ki çingenelerin o başıboş ve serbest hallerine için için gıpta ederdim.
Meğerse hayar bana ne ka dar maceralar, ne kadar başıboş yaşıyacağım seneler hazırlıyor- muş! Bunu eğer o zamanki kü çük kıza masal olarak bile an latmış olsalardı, iri mavi göz lerini açıp hayretle dinler, bun ların imkânsız şeyler olduğunu düşünerek inanmazdı.
N A C İ Y E
E N V E R
PASA)NIN
HATIRALARI
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Düne
bakınca...
Geriye doğru bakıp da çocuk luğumu düşünmeğe devam e- derken, bir takım çehreler göz lerimin önünde beliriyor. Bun lar arasında kendilerinden fe yiz aldığım hocalarım var. A l fabeyi bana öğreten ve ondan sonra beni okutmağa devam e- den ilk hocam Profesör Ayni- zade Tahsindir. Saraya münev ver zümreden hoca gelmesi ya sak olduğu halde bu şartlara riayet edilmediği için hocam Aynizade Tahsinin İstanbuldan sürüldüğünü de hatırlıyorum.
Ondan sonra okumağa Hafız İhsan Efendi ile devam ettim. Uzun müddet Türkçeyi ondan okudum. Daha sonra muallim Ziya Beyden Türkçe dersleri aldım. Çalışmağı çok severdim. Bende her şeyi öğrenmek için derin bir merak ve alâka vardı.
Fraulein Funke isminde bir Alman kadını da bana Fransız ca dersi veriyordu. Kendisi sonradan Haşan Bey isminde bir zabitle evlendi ve Adile Hanım ismini aldı. Fraulein Funke bana ilk piyano dersimi de vermiştir.
Daha büyüdükten sonra pi yano hocalarım Lange ve He- ge idi. Keman dersimi Braun- dan alıyordum. Bir taraftan Garp musikisini bunlarla çalı şırken, bir taraftan da saz ho cam Udi Andondan Alaturka musikiyi öğreniyordum.
Piyano hocam Hege ile ça lışmağı çok severdim.. Hele o- nunla çifte piyanoda çalışmak benim için ayrıca bir zevkti. Çocukluğum çok neşeli ve bah tiyar geçmiştir. Buna rağmen her nedense Hege benim için «Niçin mahzunsun?» isimli bir Berceuse bestelemiş, bunu bana ithaf etmişti. Bu notayı pek kıymetli bir hatıra olarak hâlâ saklarım.
Hürriyetin ilânından sonra erkek kardeşlerim Galatasaray sultanisine gitmeğe başladılar Ondan evvel şehzadelere mah sus olan mektepte okurlar dı.
Bizler, yâni ailenin kız ço cukları ise ancak hususi ders ler almağa devam ettik. Hürri yete rağmen bizlerin mektebe gitmesine müsaade edilmedi.
Babamın musikiye pek me rakı vardı. Herhalde kendisine bu merak baba annemden geç miş olacaktı. Çünkü babaan nem Selfiraz kadının saray i- çinde kurduğu saz takımları daimî bir faaliyet gösterirdi. Bu takımlar iki tane idi. Bir tanesi Garp musikisi ile meş gul olup Garp havaları çalar dı. Diğeri ise tam tertip bir saz takımı idi.
Günlerce evden çıkmadığı mız, gezmeğe gitmediğimiz hal ele hiç sıkılmazdık. Evin için de daimî şekilde çalınan musi
Osmanlı padişahları içinde inkılâpçılığı ve ıslahatçılığı ile tanınmış bulunan Selim III.
ki bizleri çok eğlendirirdi. Sultan Mecidin üçüncü kadı nı olan babaannem Selfiraz
kadın, yazın Bebek sırtlarında ki köşküne naklederdi. Aynı musiki ve saz âlemlerine ora da devam edilirdi.
Ilışın yaşadığımız Feriye sa rayından Bebekteki nisbetiye köşküne nakletmek benim için bir eğlence ve gezme vesilesi idi. Çünkü başka şekilde dışa rıya çıkılmazdı. Aile arasında birbirini ziyaret etmek diye bir âdet yoktu. Hattâ yanyana sa raylarda oturan kardeşler bile birbirine misafirliğe gitmezdi.
Harem ağaları fevkalâde mü- teassıptı. Saray içinde bir çok eğlenceler tertip edilirdi; Vak tin nasıl geçtiğini anlamazdık Fakat ne de olsa bu âlem ge niş dünya üzerinde yaşıyan diğer insanlarınkinden ayrı ve başka bir âlemdi. Bütün rahatı miza ,ve refahımıza rağmen, serbest hayatın hasretini du yardık. Nitekim hiç bir şey bahasına yeniden bu tarzda bir hayata değil dönmeği, orada bir an bile yaşamağı hatırdan geçirip arzu etmem.
En büyük eğlencelerimizden
birisi de, donanmalar idi. Bü yük amcam Sultan Abdülhamit 29 Ağustosta tahta çıkmıştı. Her sene o gün şenlikler ya pılırdı. Bu donanmayı seyret mek en büyük eğlencemizdi. Bahçeye müzika gelir, saz ta kımları kurulur, lâtarnalar ça lardı. Rum, Ermeni, Yahudi vatandaşlar toplanır, kendi â- detlerine göre eğlenceler ter tip ederlerdi. Bahçeye kurulan çadırlarda limonata, şerbet ve yiyecekler ikram edilirdi. Ço cuk olduğum halde ben bahçe ye çıkamazdım. Bütün bu eğ lenceleri pencereden hattâ pan cur arkasından seyrederdim.
Bu donanma gecelerinde sa ray bahçeleri pırıl pırıl dona nır, gökyüzü tabiî yıldızlardan mâda, rengârenk havai fişek lerinden kopan yıldızlarla be- zenirdi.
Senenin böyle muayyen merasim günlerinde biz leri yeknesak gündelik ha yatımızdan ayıran, hâdise ler olurdu. Bunlardan en çok sevdiğim ve hoşuma gide ni de, Ramazanın on beşinci günü Hırkai Şerife gitmekti.
zu • ı z - iyos
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Hürriyet
bize
saadet getirdi
...~ r—
— 6 —
Böyle merasim günlerinde aile efradı birbirini görürdü. Herkes yaş sırasile dizilir, Hünkâr elinde tuttuğu Pey gamberin mendilini sıra ile hepimize öptürürdü. Padişah selâmlanmaz, bu mendili öp mek bir selâm sayılırdı. Men dil öpüldükten sonra geri geri çekilirdik. Bu merasimden sonra baş musahip ve hazine dar kalfa kırmızı keseler için de herkese atiye olarak para getirirdi. Bundan sonra da he pimizin arabaları kapıya gelir ve herkes evine dönerdi.
Gamsız ve neşeli geçen bu çocukluk günlerinde her hâdi se bizler için bir eğlence mev zuu teşkil ederdi.
Hırkai Şerife gidilirken, yaş mak, ferace giyilirdi. Rengâ renk feraceler, incecik tül yaş maklar, kadınlara pek yakışır dı. Arabaların içinde iken bun ları yolda görmek istiyenler kaldırım kenarlarına sıra sıra dizilirlerdi. Ancak bir çift iri göz görebilmek mümkündü. Çünkü çehrelerin diğer taraf ları ve başları örtülü idi. Fa kat çok defa birçok kimselerin bir çift iri gözün sihirine ka pılıp onları senelerce unutama mış oldukları da vakidi.
Ramazan geceleri her şehza de sarayında teravi namazı kı
lınırdı. Bir imam, üç müezzin ve bir de baş müezzin vardı. Teravi namazını bunlar kıldı- rırdı. Sarayın geniş sofalarına kafesler kurulurdu. Sıkı bir kaç göç olduğu için erkekler orta yerde, kadınlar ise bu kafeslerin arkasında namaza dururdu. Harem ağaları ise a- sayişi muhafaza ederlerdi. Mu zip ve yaramaz genç saraylıla rın kafes arkasından görünme melerine son derecede dikkat ederlerdi.
Fakat harem ağalarını at latmak, onları kızdırmak genç lerin başlıca eğlencesiydi. Na maz kılarken birbirlerinin etek lerine çengel iğneleri koyar lar, bu yüzden yerden kalka mıyanların veya ayağı eteğine dolaşarak düşenlerin haline gü lerek eğlenirlerdi. Bunları sey retmek benim de pek hoşuma giderdi. Tiyatroya gitmiş gibi eğlenirdim.
Sarayda yaşadığımız kapalı hayat içinde mümkün olduğu kadar iyi vakit geçirmeğe ve eğlenmeğe bakardık. Sıkıldığı mız günler olurdu. Fakat ek seriya zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık. Gamsız ve tasasız bir hayat sürerdik.
Çok defa saraya tam kadro tulûat kumpanyaları gelirdi O zaman hepimiz bunları sey retmekten, kanto oynuyan meş
hur Şamran ve Peruz hanım ları görmekten çok hoşlanır dik.
Ben çok neş’eii olduğum için daima güler ve kahkahalar a- tardım. Saraylılar bana çok de fa (Cicim biraz hassas olunuz) demişlerdir. Şimdi düşünüyo rum da hassas ol demekten maksatları, ciddî olmak, her şeye gülmeyip ara sıra man- zun bir tavır takınmak olacak tı. Fakat sanatkâr Şevkinin hoş sohbetçiliği veya Şamram hanımın şakır şakır oynaması karşısında hassas olmak, yâni onların kastettiği mânada cid dî durmak imkânı yoktu. İçten gelen bir neş’e ve sevinçle kah kahayı atar, dururdum.
Hattâ bazan acıklı hâdiseler- den bile bir neş’e payı bulup çıkarırdık. Sarayda ileri gelen bir kimsenin ölümü yeknasak gündelik hayatı değiştiren bir hâdise idi. Kızlar o zaman pen cerelere üşüşürler, sokağı ve saraya bu vesile ile gelen ya bancı kalabalığı seyrederlerdi. Böylece ölümden bile bir eğ lence payı çıkarılırdı. Sanki evde cenaze değil %le, bayram varmış gibi bir hareket, bir u- ğultudur giderdi. Bu hazin man zara, kapalı yaşıyan o cahil genç kızları âdeta eğlendirir- di.
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Her Şehzade'nin 1000
altın maaşı vardı
Naciye Enver Paşanın, Meşrutiyetin ilânından bir sene sonra babasının vefatı üzerine aylarca misafir kaldığı Dolmabahçe sarayı
Hürriyet hepimiz için büyük bir değişiklik oldu. Bu kelime niıı taşıdığı mefhumu tam ma nasiyle kavramamakla beraber buııun hayatıma getirebileceği yenilikleri çocuk ruhum sezi yordu.
Saray içinde çok iyi vakit ge çirdiğimiz ve eğlendiğimiz hal de hürriyetin hepimize yeni u iuklar açacağını hissediyor duk. Nitekim öyle oldu.
Hürriyet bizlere saadet getir di. O zamana kadar aileler li rasında birbirini ziyaret etmek, misafirliğe gitmek âdet değil di. Ancak bayram günlerinde Padişah sarayına ziyarete gidi lirdi.
Artık arabaya binerek mesi re yerlerine gitmek, şehir için de dolaşmak âdet olmuştu dünya yüzünde görülecek birçok
şey olduğunun ancak o zaman farkına varabildik. Aile ziya retlerine gitmeler ve şehir için deki dolaşmalar bizim için yep yeni eğlence mahsulleri teşkil etti. Fakat yine de dükkânla ra gitmek, alış veriş etmek, terziye -gidip leîbise ısmarla mak gibi normal bazı hareket ler bitler için yasaktı.
Terziler saraya gelir, prova yapar, dükkânlardan kumaş ve sair levazımatın örnekleri e- ve gelir, orada seçilir ve ısmar lanıldı. Mücevherciler sarayda çalışırdı. Hatırladıkları örnek
leri ve mücevher çeşitlerini harem dairesine gönderirler, uzun hararetli münakaşalardan sonra bunların arasından be ğendiğimizi seçer ve sipariş e- derdik.
Her şehzadenin bin altın maaşı vardı. Evlenmemiş olan genç sultanlara yüzer altın, ev lenenlere ise sekiz yüz altın maaş bağlanırdı. Düğün masra fı olarak da her bir sultan için altı bin lira düğün tahsisatı ay rılırdı.
Bu paraları ancak şahsî zev kimize harcederdik. Yiyecek ve içecek nasılsa temin edilmiş ti. Gezme masrafı diye de bir şey yoktu. Onun için bu aylık larımızla hoşumuza giden şey leri ısmarlayıp yaptırırdık.
Bolluk ve refah içinde geçen çocukluğumda edindiğim âdet ler maalesef bende en sıkıntılı günlerde bile önüne geceme diğim bir israf huyunu önliye- meıııiştir. Çok defa en lüzum lu eşya yerine o anda hoşuma gitmiş olan en lüzumsuz bir şeyi satın aldığım olmuştur. Bu âni ve içten gelen karsı ların acısını pek feci surette çektim. Fakat insanın tâ çocuk tuğundan kalma bazı öyle huy ları vardır ki can çıkmayınca çıkmaz.
Evin içinde herkes uykuda.. Yalnız ben uyanığım. Bu hali
me uyanıklık demek de ne dereceye kadar doğru olduğu nu bilemem.
Kendimi öyle bir rüya âle mine kaptırdım ki sanki ben. Naciye,, bugün memlekete dö nen yorgun ve pıes'ut, inşan de , ğilim de hâlâ altı yedi yaşla rında savı saçlı, iri- mavi ğöz.- lü bir çocuğum. Bu gece o ço cukluk âlemimden bir türlü sıyrılamıyorum. Karsımda du varda asılı duran bahamın yağ lı hova resmine bakıyorum Gözlerinde öyle tatlı, öyle mah zun bir ifade var ki... Tıpkı bana, babaannem Selfiraz ka,- dının ölümünü haber verdiği günkü kadar mahzun...
Sultan Mecidin üçüncü ka dını olan babaannemin ölli- mii hana hayatta ilk büyük a cı oldu.
Babamı çılgın gibi severdim. Ondan bana hiç bir fenalık gel miyeceğine emindim. O da o yaşıma kadar beni hiç üzme- mişti. Yine de bu acı haberi
verirken mümkün olduğu ka dar beni üzmemeğe çalıştı .
Babam beni kucağına aldı. Öpmeğe, okşamağa başladı. Bundan sonra yavaşça bana bü yük annemi aramamamı ve o- nu ne yapsam bir daha göre- miyeceğimi anlatmağa çalış tı.
İşle o zaman dünyada böy le ayrılıkların mümkün olabi leceğini öğrendim. Bu, ölümle ilk karşılaşmam oldu. Büyük annem, zatür-eeden gelen bir kalb hastalığından ölmüştü.
Altı yaşında elduğum için bu acıyı çabuk unuttum. An nem ve babam beni çok şımart tılar.. Tek kız çocukları ben idim. Biri ağabey, biri benden küçük olan iki kardeşim de beni çok severdi. Aramızda kardeş kıskançlığı yoktu. Kız olduğum için onlar, aıalarındjı âdeta yarış edercesine, beni korumak ve sevmekte birbirle rini, geçmeğe bakarlardı. Ağa beyim Abdülhalim ile ana bir kardeş değildik. O babamın ikinci kadını İkbalin oğlu idi, Fakat onu öz kardeşim Şerafet- tihdeıî hiç ayrı tutmaz, aynı de recede severdim;
22 - 12 • 1952
N A C İ Y E
( E N V E R
PASAıNIN
HATIRALARI
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Sevdiklerim
Naciye Enver paşanın
— 8 —
Kafamın içinde bütün hatı ralar hercümerç halinde. Bun ları sıraya koyup da tarih ve devrelere ayırmak o kadar güç ki..
Şimdi birdenbire aklıma kü çük kardeşim Şerafettinin doğ duğu zaman geldi. Beş yaşında bir çocuk çok şey hatırlıyamaz belki... Fakat ben Şerafettinin
dünyaya geldiği günkü sevin cimi pek güzel hatırlıyorum. Çünkü o gün bana bir çok oyuncaklar hediye edilmiş bana: «Bak sana bunları
kardeşin getirdi.» denilmişti. Ben de ona inanmıştım. Şera- fettin ile aramızda beş yaş fark olduğu halde onu kendimi akran bir kardeş gibi değil de, bir anne gibi severdim. Doğduğu zaman çok küçük ol mama rağmen, onu hiç kıs kanmadım. Derin bir şefkatle karışık olan bu sevgim daima içimde aynı harareti muhafaza etmiştir.
Memleketten ayrılıncaya ka dar kardeşimle hep beraber dik. Bir müddet Pariste de be raber yaşadık. Ondan sonra o Suriyeye gitti. Dokuz sene ken disini görmedim. Bu bana çok acı ve güç geldi. Nihayet has rete dayanamıyarak, ben Nice- te iken bana misafir geldi. Tekrar buluşmak ve görüşmek ikimizi de çok sevindirdi. Bir daha ayrılabileceğimizi düşüne- miyorduk. Fakat bir takım se bepler yüzünden dönmeğe ve Suriyeye yerleşmeğe mecbur oldu. Benim yanımda ancak bir sene kalabilmişti. Kendisini bekliyen zevcesinin ve kızının yanına döndü. On dokuz sene dir kardeşimi görmedim. Fa kat sevgimiz bu ayrılıktan mü teessir olmamıştır. Ayni hara, reti ve samimiyeti muhafaza ediyor.
Memleketten ayrı yaşamağa mecbur kaldığım bu uzun se neler zarfında çok defa geç miş günleri hatırlamış, bütün aile efradımı tek tek andığım, yâdettiğim olmuştur. Fakat bu gece her nedense hepsi, diri leri ve ölüleri birer birer kar şımda bir geçit resmi yapıyor lar ve kendilerini ya sevgi ve ya rahmetle bir kere daha yâ- detmemi âdeta istiyorlar.
Ağabeyim Abdüİhalimi de Şerafettin kadar sevdiğimi söy lemiştim. Onları birbirlerinden ayırt edemezdim. Kardeşim Ab- dülhalim ile uzun seneler gur bette beraberdik. Kendisi bir Siroz hastalığından vefat etti. Onun öldüğü gün eve döner ken amcam Sultan Vahidetti- nin de San Remoda vefat et
miş olduğunu öğrendim. İki acı birden geldi. İki sevdiğim insanı ayni günde kaybetmiş tim.
Zavallı kardeşim zevcesiyle iki çocuğunu öksüz bırakarak, çok genç yaşta, henüz otuz üç yaşında iken, hayata gözlerini kapamıştı. Kardeşim Abdülha- lim memleketini çok seven, ce sur bir askerdi.
Balkan muharebesine gönül, lü olarak iştirak etmişti. Bir müddet dövüştükten sonra ya ralanarak geri gelmişti. Ana dolu hareketinin başlangıcında birçok arkadaşlarına yardım ederek onların Anadoluya geç melerine hizmet etmiştir. Ölü münden sonra Pariste ve İsviç- rede bulunan birçok vatandaş
babası Süleyman efendi lar bana ve yengeme gelerek,
sevgili bir arkadaş kaybetmiş olduklarım söylediler ve ağla dılar. Kardeşimin böyle sevi lip bu tarzda anılması benim için büyük bir teselli olmuş tur.
Ne gariptir! Büyük babam Sultan Abdülmecidi hiç tanı madığım halde onunla yaşa mış gibi sayar ve severdim. Büyük babam, daha babam Uç aylık iken vefat etmişti. Ona ait olan hâtıraları ve menkıbe leri; o zamandan kalma aba ları karşıma oturtarak dinle mesini çok severdim. Evimizin duvarında asılı duran büyük yağlı boya resmine hep durur durur bakardım.
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Sultan Hamid'e öyle bir
meydan okudum ki...
' Ï *
Sultan İkinci Abdülhamit — 9 —
Ona ait hikâye dinlemek ba na büyük haz verirdi. Hattâ şimdi bile o büyük resmin bir kopyasını daima yanımda ta şırım. Seyahatlerimde bera ber alırım, ondan hiç ayrıl mam.
Öteki duvarda da babamın bir resmi asılı duruyor. Ona bakarken babamın hastalandı ğını duyduğum zaman ne ka dar müteessir olduğumu, bu anda ayni acı ile hissettim.
Hayatımız neşe ve sevinç içinde akıp giderken babamın hastalığı bunun seyrini bozdu. Babam hastalandığı zaman ben dokuz yaşında idim. Bütün ai le kendisini çok sevdiği için yirmi dört gün süren hastalığı esnasında evimiz hep misafir le dolup taştı. Sanki hasta yoklamağa değil de bayram zi yaretine gelir gibi herkes seve seve bize geliyordu. Mümkün olduğu kadar, evde bir hasta lık havası yaratmamağa bakı lıyordu. Fakat her şeye rağ men çocuk ruhum işin veha- metini hissediyordu.
Bir gün amcam Sultan Re şat geldi. Onu görünce, baba mın ciddî surette hasta oldu ğunu anladım ve çok ağladım. Nitekim ondan bir hafta son ra sevgili babamı ebedî suret te kaybettik. O ince ruhlu, za rif babamı bir daha göremiye- ceğimi düşündükçe, gözlerim, den yaşlar boşanıyor, hiç bir şey beni oyalıyamıyor, hiç kimse teselli edemiyordu.
Babam hürriyetten bir sene sonra öldü. Artık saraydan sa raya misafir gitmek âdeti ku rulmuştu. Amcam sultan Re şat beni Dolmabahçe sarayına aldırdı.
Orada bana babamın acısını unutturmak için büyük bir şef kat ve muhabbet gösterdi, ba na ikinci bir baba olmağa ça lıştı. Gönlümü almak ve beni mahzun .etmemek için kendi evlâtlarından evvel beni ok şar, onlara göstermediği alâ kayı bana gösterirdi.
Amcam Sultan Reşadı çok severdim. Çok munis, çok şef katli bir hali vardı. Kendisini yakından tanıyanların hepsi nezaketine ve tatlılığına hay ran kalırdı. Velhasıl çocuk kalbimi teselli etmek, bana ha yatta duyduğum büyük acıyı unutturmak için amcam elin den geleni yaptı. Uzun hafta, lar, hattâ birkaç ay Dolma bahçe sarayında kaldım. Fakat artık eve dönmem, yalnız kal
mış olan annemle yaşamam lâ zımdı.
Eve gelmek, babamı bula mamak, onu bir daha göreme mek beni çok ürkütüyordu. Bu fikre bir türlü alışamıyordum. Babam elli bir yaşında vefat etmişti. Uzun zaman da hasta olmadığı için onun ölmüş ol
masına bir türlü inanmak iste miyordum.
Eve dönüp te annemi yalnız görünce, bu acı kaybın haki kat olduğuna artık inandım. Fakat uzun seneler buna bir türlü alışamadım. Acımı unu tamadım.
★
Bu gece geriye doğru bakıp iyi ve kötü hatıraları - yeniden yaşarken bütün aile efradımı ayrı ?âyn=> yâdettim.
Büyük amcam Sultan Abdül- hamide ait te birçok hatırala rım vardır. Sekiz yaşında idim. Her bayram Yıldıza amcama gi derdik. Orada bir gece kalır dık. Amcam her bayram bütün ailesiyle bayramlaşırdı. Bunu seyretmek beni çok eğlendi, rirdi. Orada bütün amcaları- mı ve halalarımı, onların ço cuklarını toplu olarak görür düm. Aileden başka, bayram da Şale köşküne Vükelâ ha nımları da gelirdi. Başka bir âlemden gelen bu yabancı in
sanları seyretmek, benim için bir değişiklikti. Uzun müddet birbirini görmemiş olan aile efradı, amcamın sarayında bay ram vesilesiyle toplanırdı. Ev velce anlattığım gibi, hürriye te kadar ailenin birbirine mi safir gitmesi yasaktı. Hürriyet ten sonraki ilk bayram hepi miz için çok değişik oldu. Dı şarıda esen hürriyet havası sa ray içlerine de sirayet etmeğe başladı. Hepimiz bundan çok memnunduk.
Hürriyetin ilk bayramı am cam Sultan Abdülhamit beni üç gün Yıldızda alakoydu. Bu üç günü ailemden uzak geçir mek bana bayram olmadı, ü- züntü oldu. Annemle babam dan, ayrı kalmağa alışık de ğildim.
Amcamın iki büyük kızı, Ze kiye ve Naime sultanlar, ka dın efendi de dahil olmak üzere bütün büyüklerim; beni eğlendirmek ve oyalamak için ne yapacaklarını bilemiyorlar dı. Hattâ amcam ufak bir ti yatro ve saz hazırlatarak be nim iyi vakit geçirmemi temin
etmeğe çalıştı. Meğer benim bilmediğim ve sonradan öğ rendiğim bir maksatları var mış...
25 ■ 12 - 1952
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
N A C İ Y E
( E N V E R
PAŞA)NIN
HATIRALARI
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Ağabeyim Abdiilhalime gelen
tehdit
mektubu
■aı
m * *
-«4 & * * * 5 ^ : ’
Naciye Enver Paşanın amcası Sultan Reşat Kılıç alayına gitmek
— 10 —
Bu üç gün zarfında amcam benimle bilhassa meşgul olu yordu. Hattâ pek iyi hatırla rım, hatırladıkça da hâlâ güle rim, dünyayı titreten herkesin çekindiği ve korktuğu sultan Hamide bacak kadar bir ço cuk olan ben öyle bir meydan okudum ki buna kendisi bile şaşmıştır. Fakat belki amcam beni çok sevdiği için, belki de iç yüzü zannedildiği kadar sert ve haşin olmadığı için benim bu hareketime hiç kızmayıp, çok gülmüştü.
Amcamın kızı Naime sultan babasının yanında piyano çal mam için çok ısrar etmişti. Amcam da fevkalâde iltifat olarak huzurunda piyano çal mamı istedi.
Bir taraftan evden ayrıldı ğım için üzgündüm, bir taraf tan da o anda canım piyano çalmak istemiyordu. Büyük amcama karşı hiç bir korku ve çekingenlik göstermiyerek: (Ben evime dönmek istiyorum, vallahi' çalmam) diye isyan et tim. Sultan Hamit bu hâle hiç kızmadı, kahkahalarla güldü. Fakat o anda yaptığıma çok pişman oldum. Amcamı kızdır mamıştım, fakat ya kapıda bekliyen abam bu yaptıklarımı gider de evde anneme söyler se halim ne olurdu?
Kudretli bir padişah olan amcamdan değil de, nazlı bir güzel kadın olan annemden korkuyordum.
Amcamın istediklerini yap mamam bununla kalmadı.
Hürriyet senesi Sultan Hâ- mit beni oğlu Abdürrahim E
fendi ile evlendirmek istedi.. Çocuk denecek yaşta olduğum için o aralık bunu benden giz lediler.
Annem bu izdivacın aleyhin de idi. Babam da hiç arzu et mediği halde büyük ağabeyine karşı hayır diyemiyor ve ister istemez kabul etmek mecburi yetinde kalıyordu.
Bütün bunlardan haberim yoktu. Hele Abdürrahim efen di ile evlenmek hiç aklımdan geçmiyordu. Akraba olarak kendisini çok severdim. Uzun ve dertli bir ömür sürdü. Ya kın zamanda Pariste intihar etti. Bunu duyduğum zaman çok üzüldüm. Kendisiyle dost olarak ömrünün sonuna kadar daima görüştüm, fakat o za man ona bir nişanlı diye değil, ancak bir amca çocuğu, ağa bey nazariyle bakardım:
Sultan Hâmidin hal’ı ile Ab dürrahim hâdisesi tabiatile ka pandı. Amcam Reşat Efendi padişah oldu.
Sultan Reşat benim için ikin ci bir baba idi. Babamı kaybet tikten sonra bana gösterdiği alâka, muhabbet ve şefkat öm rü boyunca devam etmiştir. Yüzü ve bilhassa birçok hal leri babama çok benzediği için amcalarımın arasında en çok onu severdim. Çocukluğuma ait tatlı hâtıralar arasında en çok minnet ve muhabbetle yâ- dettiklerim amcam Sultan Re. şada ait olanlardır. Şefkati ve samimi babalık hislerini hiç unutamam. Bana her zaman kendi hususî bahçesinde ve li monluğunda yetişmiş nadide meyvalar gönderirdi. Beni her
üzere saraydan çıkarken.. vesile şımartmağa bakardı. Am cam sultan Reşadın hastalığı bana ikinci büyük bir acı ol du.
Babamın bir huyu vardı. Her akşam bana derslerimi çalıştı rıp benimle meşgul olduktan sonra yatmadan evvel bana avucunu öptürürdü. Amcam da bunu bilirdi.
Hastalandığı zaman kendisi ni sık sık görmeğe giderdim.. Amcamı en son görüşümde ar tık fazla hasta ve halsizdi. Yâ nına yaklaştığım zaman bana yavaşça şöyle dedi:
— Senin kalbin güzeldir. Ba na dua et te iyileşeyim.
Onu bir daha göremiyeceği- mi biliyordum. Ne söyliyeceği- mi şaşırdım, çok heyecanlı idim. Ona kalbimde birikmiş olan bütün bu sevgimi ve min netimi belirtmek için yapabi leceğim en samimî hareketin babama her zaman yaptığım şeyi ttekrar etmek olacağını düşündüm. Avucunu ağlıyarak öptüm ve yanından ayrıldım.
Hayatta ikinci defa olarak bir. baba kaybettiğimi hisset tim. Amcamın ölümüne dair olan bu acı hâtıra, bütün vu- zuhiyle bu gece gözlerimin önünde canlandı. Bir an için hâtıralarımın seyrinden beni ayırdı.
Çocukluğuma ve genç kızlı ğıma ait teferruatı sıraya ko yup bir tarih ve zaman düze niyle anlatmak isterdim. Fakat bazı hâdiseler gözlerimin önü ne ve hafızama bir anda o ka dar canlı olarak geliveriyor ki.. Ne zaman dinliyor, ne de sı
26 ■ 12 ■ 1952
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Hürriyet kahra
i Enver
Amcam Reşat efendi padişah olduktan bir müddet son ra Abdürrahim efendi Selanik- ten döndü ve bu mesele yeni den canlandı. Gidip amcamdan beni istediğini ailem haber al dı. O aralık ağabeyim Abdül- halime bir mektup geldi. Bu mektubun meali çok tehdit- kâr yani şiddetli idi. Eğer kız kardeşinin Abdürrahim Efendi ile evlenmesine mâni olmazsa kendisini vuracaklarını yaz mışlardı. İki kardeş çocuğunun fazla yakın akraba sayıldığını, aile arasında böyle bir izdiva cın ilk defa olacağı ve bunun doğru olmadığını anlatmak is- tiyen bu mektubu ağabeyim derhal annesine verdi.
Babamın ikinci kadını İkbal, bu mektubu hemen Sultan Re- şada götürdü. Oğlunun hayatı na karşı yapılan bu tehditle rin kendisini korkuttuğunu arzetti.
Sultan Reşat mektubu Ma beyin başkâtibi olan Uşakiza- de Halit Ziya beye vererek tahkikat açılmasını istedi.
Uzun boylu tahkikattan son ra bu mektubu kardeşimin kcn di kendine yazmış olduğu ta hakkuk etti.
O aralık bu mektup mesele sine saray mehafilinde çok ehemmiyet verilmiştir. Hattâ türlü türlü tefsirlere yol aç mıştır. Ağabeyim aile arasın daki bu izdivacı muvafık bul madığı için buna mâni olmak çaresini ancak bu suretle bu lacağını sanmıştı. Kız kardeşi nin amca oğlu olan Abdürra him efendi ile evlenmesine, o da, annem ve babam gibi ta raftar değildi.
O aralık hürriyet kahrama nı Enver bey beni amcam sul tan Reşattan istedi. Ağabeyi min Enver beye karşı olan bü yük saygısı ve hayranlığı ona bu mektubu yazdırmış olabi lir.
Enver beyin validesi .çok sevdiğim kayın validem, daha
Naciye Enver Paşanın büyük babamın sağlığında bize gel diği zaman beni görmüş ve oğluna almağı akima koymuş tu. Babamın hastalığını vesile ederek, onu yoklamak bahane siyle sık sık evimize gelirdi.
Babam öldükten sonra bir müddet evlenme mevzuu hiç konuşulmadı. Zaten yaşım da henüz pek küçüktü. Fakat gü nün birinde Enver beyin beni Sultan Reşattan istemesi
üze-babası sultan Abdülmecit rine annem odama geldi
ve
bana dedi ki:
— Kızım artık sen büyüdün, seni, Abdürrahim efendiden başka bir kaç kişi daha istiyor. Bunların arasında hürriyet kahramanı Enver bey de var. İşte hepsinin isimleri ve re simleri... Bak düşün ve karar ver.
(Arkası Var) "J V J
27 • 12 ■ 1952
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Taliplerimin
Enver Beyi
__ ________ ■. t*-*1m marasından
seçmiştim
fEnver Paşa ve harp
— 12 —
Ne kadar güç bir vaziyette idim! Hayatim hakkında esaslı bir karar vermek karşısında bulunuyordum. Buna ne ya şım, ne de tecrübem kâfi idi. Büyüklerimin benim için ka rar vermesine de gönlüm razı olamıyordu. Amcalarıma kalsa, belki de beni Abdürrahime vereceklerdi. Kendisini bir kardeş gibi sevdiğim halde onunla hayatımı birleştirmeği
düşünemiyordum.
Diğer taliplerime gelince, onların arasında da alâkamı ve sempatimi çeken kimse yoktu. Fakat Enver beyi hayat arka daşı olarak kendime lâyık gö rüyordum.
Henüz neye karar vereceği mi bilemediğim bir anda am cam Valıidettin efendi bize gel di. Beni yanına çağırdı. Evve lâ okşadı, sonra gayet ciddî ve sanki büyük bir insanla konu- şuyormuş gibi bana şunları söy ledi:
— Kızım, sana bugün bir amca gibi değil, zatı şâhâne ta- rafından gönderileri bir müsa- hip olarak geliyorum.
Seni Abdürrahim efendi, En ver bey ve diğer şahıslar isti yor. Bunlardan birisini tercih etmeni zatı şâhâne emrediyor. Karar vermen lâzım...
Odada amcam Vahidettin E- fendi ile yalnız değildik. Cici annem Filisan kadın ve annem de vardı. Üçümüz birbirimize baktık. Ne söyliyeceğimi bile miyordum. Taliplerimin resim lerini gösterdiler. Hepsine bi rer birer baktım ve bir tarafa koydum. Sonra içlerinden En ver beyjn resmini tekrar eli me aldım. Bu hareketimle
ve-arkadaşlarımn Bingazi’de receğim kararı onlara anlatı yordum sanki...
Enver beyin yakışıklı ve mert bir delikanlı olduğu, re simlerinden belli idi. Fakat üstelik onun hürriyet kahra manı Enver olduğunu biliyor dum. Memlekette baştan başa başka bir hava yaratmış olan bir insandı. Ona bir kahraman gözüyle bakıyordum. Hayatını böyle bir kimse ile birleştir mek, her hayalperest genç kı zın rüyası olabilir. Kendisinin hayat arkadaşı olarak beni seç miş olması, hem gururumu ok şuyor, hem de bana; içimdeki hürriyet sevdasına yeni ufuk lar açabilecek olan bir hayat yaşatacağını düşünerek sevini
yordum.
Abdürrahim ile evlenmek hayatımda büyük bir değişik lik yapmıyacaktı. Bir saraydan
başka bir saraya nakledecek tim o kadar...
Öteki resimler arasında En ver beyinki kadar hoşuma gi den, beğendiğim bir kimsenin resmi de yoktu.
Amcam Vahidettin efendiye Enver beyi seçtiğimi söyledim. Çok isabetli bir karar verdiği mi ve zatı şâhânenin de ken disi gibi buna çok memnun olacağı cevabını verdi.
Ertesi günü Enver beyin va lidesi Dolmabahçe sarayına geldi. Padişahın yanında bana getirmiş olduğu nişan yüzüğü nü taktı. Nişanlım o zaman Berlinde ataşemiliterdi.
Mektuplaşmağa başladık. Bir birimizi hiç görmemiştik, ben onun resmini görmüştüm. 0- nun benim resmimi dahi gör- müş olduğunu zannetmiyorum. Beni annesinin tarifi ile tanı- yordu. Hayalinde beni nasıl
çekilmiş resimleri
canlandırdığını bilmiyordum, fakat mektuplar sayesinde bir birimizi tanıdık ve görmüş gi bi sevdik.
Bir sene süren bu tatlı ayrı lık bizi birbirimize yaklaştırdı. Enver bey yine uzakta iken 1911 de Dolmabahçe sarayında nikâhımız oldu. Bunu Şeyhis- lâm olan Musa Kâzım efendi kıydı. O zamanın âdetine göre yapılmış olan bu nikâh basit bir merasimden ibaretti. Ni kâhlım yanımda olmadığı için ancak mektupla birbirimizi teb rik edebildik.
Bir gün Berlindeki nişanlım dan bir mektup aldım. İtalya ile memleket arasında harp ilân edilmişti. Bengazi ve ha valisi umum kumandanı ola rak Trablusgarbe gideceğini yazıyordu.
Tehlikeli maceralara atılaca ğını hissederek çok üzüldüm.. Kendisinden mektup alıyor dum. Fakat yol uzak ve zah metli idi. Giriştiği harp te tehlikeli bir çete harbi idi. Kendisi çok mahviyetperest ol duğu için orada neler yaptığı na dair fazla bir şeyler anlat mıyordu.
Sonradan kısmen kendisin den, kısmen yakın dostların dan bu harbe ait birçok tafsilât öğrendim. O zaman hayalimi ne kadar işletmeğe çalıştım ise de bütün öğrenmek istedikle rimi duymak ve bilmek müm kün olmadı. Sonradan bu me rakımı tatmin için birçok dost larla konuştum, bir takım ki taplar okudum.
28 • 12 • 1952
N A C İ Y E
( E N V E R
PÂSA)NIN
W
HATIRALARI
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Enver Bey Bingazi'ye büyük
mtykilâtla geçebilmişi
Enver bey Bingazide A rap kabile reisleriyle — 13 —
Nişanlımın Bingaziye gide bilmesi epey güç olmuş, İtalya denizlere hâkim olduğu için ancak kaçak olarak oraya ka dar gidebilmiş. Yanında Rauf Orbay ve Mardini Ömer Feyzi bey varmış. Bunlardan birisi Tanin, diğeri Tercümanı Haki kat, birisi de Ajans harp mu habiri olarak Pasaport alabil- mişler.Hidiviye kumpanyasının İsmaüiye vapuruna binerek Mı sıra kadar gitmişler. Ömer Fey zi beyin babası orada Melek hanım isminde bir Mısırlı ha nımla evli olduğu için onun Mısıra gitmesi İtalyanların gö- züne çarpmamış. Yalnız yolda bir aksilik çıkmış. İstanbulda o aralık kolera olduğu için yolcuların Mısıra çıkmasına mâni olmak istemişler. Nikâh lım ve arkadaşları bu yüzden epey zahmet çekmişler. Bir müddet Kahirede. Mardini Arif beyin evinde misafir kaldıktan sonra Bingaziye geçebilmiş.
Enver beyin yanında yüz Türk lirası, yüz fişek ve bir tabancadan başka bir şey yok- muş. İtalyan ordularına karşı çarpışmak üzere bu şekilde yo la çıkmış.
Kendisi çok mütevazi oldu ğu için bütün bu tafsilâtı bana ve memlekete ulaştırmamıştı.. Fakat ben seneler sonra bile bu hâdiseleri çok- merak et tim. Büyük kızım Mahpeyker, dostlarımızdan Esat Fuat Tu gayın kütüphanesinde bulunan G. Remond'un Au Camps
Tur-co - Aıabes kitabından bir hay li malûmat bulmuştur. Kızım la beraber bu kitabı büyük bir merak ve alâka ile okuduk.
Kitapta Enver bey hakkında şu kısım vardır:
28 nisan 1917 Aynel Man surdaki kamptan notlar:
Kamp iki kısma ayrılmıştı.. Bir taraftaki çadırlarda Bede viler vardı. Dağ yamacının et rafına serpilmiş olan öteki ça dırlar da Türklere aitti. Bun ların ortasında Enver beyin beyaz erkânıhaıbiye çadırı gö ze çarpıyordu. Arazi taşlıktı.. Yer yer kurumuş yamrı yumru çam ağaçları, bunların arasın da da cılız zeytin ağaçları var dı.
Bu kamptaki faaliyet hiç öteki taraftakine benzemiyor.. Arap memleketlerine ait kar ma karışık, rengârenk, intizam sız ve yolsuz kaynaşma; Türk kampında yoktu. Burada nizam ve teşkilât olduğu belli îdi.
27 nisan padişahın cülus gü nü idi. Trablusgarp İtalyan iş gali altında olduğu için burada donanma yapılmamıştı. Fakat i
Türk askerlerinin kurmuş ol-
j
duğu kamplarda bu donanma gününde büyük şenlikler ya-f pildi. Her taraf ayvıldızlı bay-j raklarla donandı. Orduya men-i sup zabitler gelip Enver beyi tebrik ettiler.Hürriyetin ilânında oynadığı | rol, bu muharebede gösterdiği I yararlık ve sultanla olan ak-! rabalığı yüzünden Enver bey buralarda çok savılıyordu: Ken
dişini tebrike gelen heyetleri çadırında kabul ediyordu. Türk askerlerinin Trablusgarp cep hesinde göstermekte oldukları yararlıkları övüyor. Bu vatan parçasını müdafaa için girişi len zahmetlerin pek yakında semeresi görüleceğini ümit edi yor. Avrupadan gelen son ha berleri arkadaşlarına okuyor... Enver beyin bütün hareketleri ve sözleri alkışlarla karşılanı yor.
Zabitlerden sonra civardaki kabile reisleri, din adamları, mektep çocukları Enver beyi tebrike geldiler. Bundan son ra Enver bey orduyu teftiş et ti. Öğleden sonra Enver bey yanında ağabeyi Nuri bey ve erkânıharp zabiti Reşit bey ol duğu halde donanma münase betiyle yapılan şenliklere işti rak etti. Ben harp muhabiri sıfatiyle yanlarında bulunuyor dum.
Enver bey Trablusgarp cep hesindeki âhenkten şöyle bah setmiştir:
29 - 12 - 1952
Anlatan: NACİYE ENVER PAŞA
Yazan: REZZAN A. E. YALMAN
Enver Beyin cesareti
dillere destan olmuştu
— 14 —
— Bu harbin en tezatlı ta rafı şudur. Memlekette ilk de fa olarak muhtelif kabileler arasında mutlak bir birlik te şekkül etti. Birbirleriyle çar pışan bu kabileler müşterek düşmana karşı cephe aldılar.. Bu cidden büyük bir harika dır. Asırlardan beri aralarında sürüp giden kan dâvalarını; umumî dâva karşısında unut tular. Artık bu hususta hiç bir endişem kalmamıştır. Bu harp kabileleri birbirleriyle barıştır dı. İnşaallah bundan sonra memlekete medeniyet te yerle şecek. Dahili kavgalar sona erecek ve herkes rahat ede cektir. Yakında bu çadırların yerlerine evler inşa edilecek tir. Telgraf hatlarımız işler, mektuplarımız ve haberlerimiz memlekete ulaşabilir. Her kampta mekteplerimiz ve has- tahaııelerimiz var. Hattâ Sol lum ile Bingazi arasında bir telefon hattı bile kurduk. Eğer bütün bunları hayırlısı ile so nuna erdirebilsem, imparator luk için nümunelik bir iş ba şarmış olacağım.
Genç Türkiye evvelâ hürri yetini kazandı, sonra da no de receye kadar teşkilât kurabi leceğini de ispat edecektir.
Kumandana hayranlığımı ifade ettikten sonra ona bir • sual sordum:
Enver bey (Soldaki) Bingazide çadırı önünde, Yanındaki zat, Fuat paşanın oğlu Keşit Beydir.
— Acaba Avrupa bunlar hak kında ne düşünür? Muzaffer olduğunuz takdirde Türkiyenin fazla kuvvetlenmesi onları kor- kııtmıyaeak mı?
Enver bey bana şöyle cevap verdi: «Ben bir askerim ve bir askerden başka bir şey de ol mak istemem. Umumî politi ka meseleleri benim işim de ğildir. Ben ancak buradaki va zifemi görmekteyim.
Biz memleketimizin bir par çasını işgal etmiş olan bir düş manla dövüşüyoruz Başka mil letlere karşı hiç bir kinimiz yoktur. Avrupanın tarafsıziı ğmdan başka bir isteğimiz yek- tur.»
Bir taraftan şenlikler devam ediyor, bir taraftan da biz bu tarzda konuşmalar yapıyorduk.
Enver beyin bütün cephe bo yunca göstermiş olduğu yarar lıklar dillere destan olmuştu. Bir gün bir hücum esnasında Arap kabilelerinden birisinin tereddüt içinde olduğunu gö ren Enver bey, önlerine katıl mış ve: «Cesur olanlar arkam dan gelsin. Harp etmek cesur ların işidir. Ölümden korkanlar çadırlarına dönsünler. Ben şu kırk Türk askeriyle beraber hücuma geçeceğim. Biz erkek çesine ölmesini biliriz. Düş man önünden kaçmak insanlık şanına yakışmaz.» demişti. Ka bile derhal coşarak Enver be yi takip etmiş ve harp meyda nına atılmıştı. Bu kabileler arasında en âsi olan Berasa kabilesi bile yola gelmişti.
Vergi verniyen, durmadan aksilikler çıkaran, çetecilikten vaz geçmiyen bu âsiler kötü âdetlerinden vaz geçmişlerdi.. Eskiden olsaydı böyle serbest serbest buralarda kimse dola- şamazdı. Halbuki bugün Trab- lusgarbı baştan başa yalnız ba- şmadolasan birisine hic kim
se sataşmıyordu.
Ben her tarafa gittim, her yeri dolaştım. En ufak bir hâ dise ile karşılaşmadım. Asayiş tamamiyle yerinde idi. Jandar ma, asker, posta telgraf velha sıl bütün teşkilât kusursuz iş liyordu.
30 birinci teşrin ayında En ver bey bütün kabile ve bedevi aşiret reislerini bir araya top layıp onlara yemin ettirdi. Hep si aralarındaki her türlü kan dâvalarından, kin ve düşman lıktan vaz geçerek müşterek düşman olan İtalyanlarla ölün ceye kadar harp edeceklerine söz verdiler.
Bu birliği teşkil etmek ko lay olmadı. Fakat Enver bey dirayeti Ve basireti sayesinde buna muvaffak oldu.
O aralık en mühim hâdise lerden biri de Enver beyin En- veriye meselesi olmuştur. As kere bu yeni çeşit serpuşu giy- direbilmek ve orduya kabul ettirmek kolay değildi. Fese olan alışkanlık çok kuvvetli idi. Ben ecnebi olduğum hal de şapka veya başımı güneşten muhafaza edecek bir şey giye- miyordum. O biçimsiz kırmızı fesi giymeğe mecburdum. En ver beyin güneşi ve sıcağı ba hane ederek, ortaya attığı En- veriyeler hepimizin canını kur tardı. Askerler çölün o keskin ve yakıcı güneşinden ancak bunlar sayesinde kendilerini koruyabildiler.
Bir ordu kumandanının kuv vet ve dirayeti büyük mesele lerde olduğu kadar, ufak tefek teferruatta da belli oluyor. İn sanların içlerinde kökleşmiş olan âdet ve örfleri birden sö küp atmak çok güçtür. Bunun da münasip bir şeklini bulmak onların hislerini kırmadan ye niliği kabul ettirmek büyük bir hünerdir. İşte Enver bey en ufak teferruatı bile büyük bir zekâ ve dirayetle idare
eden bir başkumandandı.» Bütün bu tafsilâtı kızımla beraber okurken çok heyecan lanmıştık.
Bu ayrılık iki sene 'üröü. Enver bey bana Trablusgarp- ten küçük Arap kızları ve bir de karaca gönderdi Köpek ka dar munis olan tu hayvana (Biş) ismini verdim. Fvıg için de dolaşır, gezer, bana arka daşlık ederdi. Piyano çalarken yanımda yatar, âdeta bir insan gibi musiki dinlerdi.
Nikâhlımdan ayrı geçen bu senelerde en yakın arkadaşım sevgili Bişim olmuştur.
Nikâhlım 25/12/921 de Der- neden memlekete dönmek üze re hareket etti. Takma bir isim le ve kendi hakikî hüviyetini gizliyerek İtalyadan geçip İs- tanbula döndü.
Balkan harbine iştirak et mek üzere memlekete gelmiş olan Enver bey yine tehlikeli maceralara atılmak üzere idi.
(Arkası Var)
Türkiye Cumhuriyeti
Mer'î kanunları tek
metin halinde
yayınlanıyer
Adalet Bakanlığı zat işleri u- mum. müdürlüğü başmuavini Se lâmi Dineer ve Bakanlık Ceza Ve Tevkif Evleri Umum Müdürlü ğü Başmuavini Hayrı Mumcuoğ- lu ile Ceza ve Hukuk işleri umum Müdürlüğünde hâkim olarak ça lışan Fahrettin Öztürk, Sadi Ka zancı, Ahmet Erdoğdu, Cevat Selçuk ve Şevket Özgürden mü rekkep bir heyet tarafından ha zırlanan «Türkiye Cumhuriyeti Mer’î Kanunları» adındaki siste matik neşriyata ocak ayında baş nacağı haber alınmıştır.
Bu neşriyat, hukukçuların ol duğu kadar, kanunla ilgili va tandaşların da ihtiyaçlarına hak kiyle eevan verecpktir