• Sonuç bulunamadı

Machiavelli ve Nizamülmülk'ün siyaset anlayışlarının karşılaştırılması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Machiavelli ve Nizamülmülk'ün siyaset anlayışlarının karşılaştırılması"

Copied!
160
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI

MACHİAVELLİ VE NİZAMÜLMÜLK’ÜN SİYASET

ANLAYIŞLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Gökbörü ÖNALP

(2)

T.C

ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI

MACHİAVELLİ VE NİZAMÜLMÜLK’ÜN SİYASET

ANLAYIŞLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Gökbörü ÖNALP

Danışman: Yrd. Doç. Dr. Abdulsemet YAMAN

(3)
(4)
(5)

ÖN SÖZ

Yüksek lisans tezi olarak sunulan bu çalışma; adları Dünya Siyasi Tarihi’ne altın harflerle yazılan ve döneminin önemli siyasi kişilikleri olan Machiavelli ve Nizamülmülk’ün, eşsiz deneyimler sonucu oluşan siyasi fikirlerinin, karşılaştırmalı olarak incelenip analiz edilmesini amaçlamaktadır. Birbirine oldukça zıt siyasi fikirler ileri süren bu iki düşünürün karşılaştırmalı incelenmesi, üzerinde daha önce durulmamış bir çalışmadır. Bu nedenle Machiavelli ve Nizamülmülk’ün eserlerinde geniş bir tarama yapılmış ve elde edilen bilgiler nesnel bir yaklaşımla değerlendirilmiştir.

Bu tezin hazırlanması sırasında karşılaştığım güçlüklerde devamlı yanımda bulunan, bana maddi ve manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen, her zaman bana inanan, güvenen ve en büyük destekçilerim olan, manevi zenginliğim annem ve babama bu yüksek lisans tezimi ithaf etmek benim için büyük bir mutluluk ve vefa borcudur.

Tez çalışması sürecinde daima her türlü desteği sağlayan, kıymetli mesaisinden feragat ederek engin bilgi ve tecrübelerini paylaşmakta son derece cömert davranan, ilminden istifade ettiğim tez danışmanım Sayın Yrd. Doç. Dr. Abdulsemet YAMAN’a çok şey borçluyum, dolayısıyla kendilerine şükranlarımı sunarım.

Ardahan Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimim boyunca kendilerinden ders aldığım Sayın Prof. Dr. Hakkı BÜYÜKBAŞ, Sayın Yrd. Doç. Dr. Zafer AYKANAT ve Sayın Yrd. Doç. Dr. Ahmet UYANIKER’e şahsıma kazandırdıkları değerli bilgiler için müteşekkirim.

Ayrıca tez yazım dönemimde engin ufkuyla yolumu aydınlatan Sayın Yrd. Doç. Dr. Atıl Cem ÇİÇEK, Sayın Yrd. Doç. Dr. Selçuk AYDIN, Sayın Yrd. Doç. Dr. Yüksel KOÇAK, Sayın Yrd. Doç. Dr. Necip YILDIZ, Sayın Doç. Dr. Sebahattin YILDIZ ve Sayın Öğr. Gör. Cemal IŞIK’a yardımlarından dolayı buradan teşekkürlerimi sunarım.

Gökbörü ÖNALP Ardahan, Temmuz 2016

(6)

ÖZET

ÖNALP, Gökbörü. Machiavelli ve Nizamülmülk’ün Siyaset Anlayışlarının Karşılaştırılması, Yüksek Lisans Tezi, Ardahan, 2016.

İnsanoğlunun toplu halde yaşamaya başlamasından itibaren meydana gelen siyaset kavramı, düşünce tarihinin en eski dönemlerinden beri tartışılan bir konu olarak gündemdeki yerini korumuştur. Gerek Batı gerekse Doğu dünyasında siyaseti anlamak, en iyi şekilde yapılandırmak ve düzenli bir sistem üzerine oturtmak için uğraşlar verilmiştir. Siyaset konusunda tarihte sayısız önemli eser bulunmasına rağmen, insanların düşünüş tarzındaki farklılıklar sebebiyle günümüzde bile tam olarak açıklığa kavuşmuş bir kavram değildir.

Batı dünyasında Antik Yunan döneminden itibaren etkili bir biçimde gündemi meşgul eden siyaset kavramı, Ortaçağ’ın sonlarına doğru bambaşka bir şekil almıştır. Uzun yıllar boyunca ideal siyaseti tartışan Avrupa, artık yaşanan siyaseti tartışmaya başlamıştır. Bu dönüşümün fitilini ateşleyen kişi, Floransalı devlet adamı, yazar, filozof, tarihçi ve siyaset bilimci Niccolo Machiavelli’dir. Ülkesinin içinde bulunduğu sefillikten ve iki yüzlülükten büyük üzüntü duyan ve feodal sistemin her türlü kötülüğüne bizzat şahit olan Machiavelli, bu ızdırabı sonlandırmak ve İtalyan halkının mutluluğunu sağlamak için siyaseti, İtalyan birliğini oluşturmak amacıyla yeni baştan yorumlamıştır.

Machiavelli’nin yazar olarak ünü günümüze özgü olmamıştır; daha hayattayken yazarlık konusunda kendisini ispatlamıştır. On dört yıllık siyasi yaşamının tüm tecrübesini ve hayatını adadığı amacının izinde yapılması gereken bütün eylemleri açık bir dille eserine yansıtan İtalyan düşünür, fikirleriyle asırlar boyu sübjektif düşünüş tarzına sahip kişilerce acımasızca eleştirilmiştir. Oysaki Machiavelli’nin şartları, onun düşünüş tarzına hakim olan en önemli unsurdur. Onun hayatını, koşullarını, deneyimlerini ve vatanseverliğini anlamlandırmadan, kendisini eleştiri oklarına maruz bırakmak bilim dünyası için yapılması gereken son şey olmalıdır.

(7)

Doğu dünyasında ise siyaset fikirlerini, ilk kurulan Türk devletleri olan Kimmerler (M.Ö. 3000) ve Sakalar (M.Ö. 670)’ın öncesinden başlatmak doğru olacaktır. Daha sonraları Dünya Tarihi’ne damgasını vurmuş eşsiz büyük imparatorluklar ile bu fikir dalgaları devam etmiştir. İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte siyaset olgusu farklılaşmalar göstermiş ve din, siyaseti büyük ölçüde etkileyen bir öğe olmuştur. Bunun açık örneklerinden birisi olarak, Büyük Selçuklu Devleti’nin en önemli veziri Nizamülmülk’ün siyasi fikirleri gösterilebilir. Büyük vezir, siyasi görüşlerini topladığı Siyasetname adlı eserinde, dindar ve ideal bir sultanın prototipini sunmuştur. Yüzyıllardır devlet başkanlarının kütüphanesine değer katan bu eser ile Nizamülmülk, Doğu Dünyası’ndaki siyasete yön vermekle kalmayıp, aktardığı tarihsel bilgilerle de yöneticilere kılavuzluk etmiştir.

Bu çalışmada; Doğu ve Batı Dünyası’nı, siyasi açıdan oldukça etkileyen Machiavelli ve Nizamülmülk, siyaset anlayışlarıyla karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Birbirine oldukça uzak görünen siyasi fikirleriyle Machiavelli ve Nizamülmülk’ün karşılaştırılması literatürde bir ilk olma özelliğini de taşımaktadır.

(8)

ABSTRACT

ÖNALP, Gökbörü. Machiavelli and Nizamülmülk’s Comparative of Political Understanding, Postgraduate Thesis, Ardahan, 2016.

The concept of politics which has occurred from the beginning of human being living sociable , has remained in the agenda as an issue that has been debated from the oldest times of the history of thought. There has given efforts for understanding the politics of both the Western world and the Eastern, to organize the politics ideally and build it on a planned system. Even though there has been numerous substantial works on the subject of politics in the past, in the present time it is not a concept that has been clarified completely just because of the differences of styles of human thinking.

The concept of politics that has occupied the agenda influentially beginning from the Ancient Greek Periods, has taken a quite different shape in the Western World late in Middle Ages. Europe that has discussed the ideal policy through long ages has begun to discuss the social politics now. The dynamite of this is someone who is a Florentine politician, writer, philosopher, historian and political scientist; Niccolò Machiavelli. Machiavelli, who feels sorry about the destituteness and hypocrisy that have been in his country and, who is witness himself all kinds of darkness of the feudal system, has interpreted politics all over again in order to build the Italian union, to end up the suffering and lead the happiness of the Italian society.

Machiavelli’s fame as a writer has not been contemporary; he has proved himself as a writer still he has been living. Italian philosopher who reflects the whole experience of his political life of 14 years and all the movements that have to be done following his sacred cause, in a plain English to his work, has been cruelly criticized by the individuals that have the subjective thinking style within their ideas for centuries. However, Machiavelli’s conditions are the grand factor that possesses his style of thinking. Without making sense of his life, his conditions, his experiences and his

(9)

patriotism, to lay him open the arrows of criticism should be the last thing to be done for the science world.

As for the Eastern World, it will be right to introduce the ideas of politics before Scythia (B.C 670.), the first constituted Turkish community. Afterwards the great unique emperors that have left their marks in the world history, have gone forward with these waves of ideas. Together with the spread of Islam, the fact of the politics has differed and religion has become a factor that affects the politics in a large extend. As one of the clearest examples to this , the vizier of Great Seljuk Empire Nizamülmülk’s political opinions may be demonstrated. The Great vizier has presented the type of a devout and ideal sultan in his literary work that he incorporate his political views as called ‘‘Siyasetname’’ by his work that cherish the library of presidents for centuries , Nizamülmülk does not only shape the politics of the Eastern world but he has guided the executives though within the historical information he conveys.

In this study; Machiavelli and Nizamülmülk who quite affected politically the Eastern and the Western World, will be examined in comparison by the political understanding. Comparative analysis of Machiavelli and Nizamülmülk with political ideas those seem quite far to each other, has the characteristics of being first in the literature.

(10)

İ

ÇİNDEKİLER

ÖN SÖZ ... ÖZET... i ABSTRACT ... iv İÇİNDEKİLER ... vi KISALTMALAR ... viii GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM ... 4 1. MACHİAVELLİ ... 4 1.1. MACHİAVELLİ’NİN HAYATI ... 4

1.2. MACHİAVELLİ DÖNEMİNDE İTALYA ... 11

1.3. MACHİAVELLİ VE RÖNESANS ... 15

1.4. MACHİAVELİZM ... 20

1.5. VİRTUE-FORTUNA ... 22

1.6. MACHİAVELLİ DÜŞÜNCE YAPISI ... 26

1.6.1. Machiavelli’de Birey ve Toplum ... 26

1.6.1.1. Birey ... 27 1.6.1.2. Toplum ... 31 1.6.1.2.1. Elitler ... 32 1.6.1.2.2. Halk ... 33 1.6.2. Machiavelli’de Din... 33 1.6.3. Machiavelli’de Devlet ... 37 1.6.3.1. Devlet Yönetimi ... 38 1.6.3.1.1. Monarşi ... 41 1.6.3.1.2. Cumhuriyet ... 44 1.6.3.2. Ordu ... 46 1.6.4. Machiavelli’de Siyaset ... 49 İKİNCİ BÖLÜM ... 62 2. NİZAMÜLMÜLK ... 62 2.1. NİZAMÜLMÜLK’ÜN HAYATI ... 62

(11)

2.3. NİZAMÜLMÜLK’ÜN SİYASETNAMESİ ... 71

2.4. NİZAMÜLMÜLK’ÜN DÜŞÜNCE YAPISI ... 74

2.4.1. Nizamülmülk’te Toplum ... 75

2.4.2. Nizamülmülk’te Din ... 76

2.4.2.1. Nizamülmülk Döneminde Dini Yapı ... 77

2.4.2.2. Nizamiye Medreseleri ... 80

2.4.3. Nizamülmülk’te Devlet ... 85

2.4.3.1. Devletin Görevleri ... 85

2.4.3.2. Nizamülmülk’te Devlet Yönetimi ... 86

2.4.3.3. Ordu ... 88

2.4.3.4. İstihbarat ... 92

2.4.3.5. Adalet ... 96

2.4.4. Nizamülmülk’te Siyaset ... 99

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 116

3. SİYASET ANLAYIŞLARIYLA MACHİAVELLİ VE NİZAMÜLMÜLK ... 116

3.1. SİYASET ... 116

3.2. SİYASET ANLAYIŞLARININ KARŞILAŞTIRILMASI ... 119

4. SONUÇ ... 134

KAYNAKÇA ... 140

(12)

KISALTMALAR

age. : Adı geçen eser

C. : Cilt Çev. : Çeviren Doç. : Doçent Dr. : Doktor Gör. : Görevlisi Haz. : Hazırlayan Öğr. : Öğretim Prof. : Profesör s. : Sayfa ss. : Sayfa Aralığı vb. : Ve benzerleri vs. : Vesaire Yrd. : Yardımcı

(13)

GİRİŞ

İnsanoğlu yaratılışından beri yaşadığı dünyayı anlamlandırmaya çalışmaktadır. En önemli özelliği olan düşünebilme dürtüsünü, bu amaç doğrultusunda fazlasıyla kullanmaktadır. Gelişen tarihsel süreçte meydana gelen yeni sistemler ve kurumlar, düşünme alanlarını genişletmiş ve giderek karmaşıklaşan bir yapıda anlamlandırma faaliyetini derinleştirmiştir. Bu anlamlandırma faaliyetleri sonucu ortaya çıkan önemli kavramlardan biri de ‘‘siyaset’’tir. Siyaset, pek çok yönden toplumun hayatına müdahale edebilme yetisiyle gerçek bir güç alanıdır. Tarih boyunca insanoğlu bu güce ulaşmak için teoriler geliştirmiş, zamanla bununla yetinilemeyeceğini anlayıp gücün sürekliliği hakkında akıl yürütmüştür.

Siyaset, genel olarak, bireylerin yaşamlarını düzenleyen genel ölçekli kuralları oluşturmak, oluşturulan bu kuralları korumak ve zamanı geldiğinde de değiştirmek için gerçekleştirilen faaliyetlerdir. Bu anlamda bir çatışma ve işbirliği platformudur. Rakipler ve farklı isteklerin meydana gelmesiyle çatışma, ihtiyaç ve çıkarların bağdaşmasıyla da işbirliği ortamı oluşmaktadır. Aynı zamanda evrensel bir süreçtir. Tüm insanlığın hayatını etkileyen bir faktördür. Tüm bu sebeplerden dolayı hemen hemen her filozof siyaset kavramına düşüncelerinde yer vermiştir.

Siyasi tarihte önemli bir yere sahip olan Machiavelli ve Nizamülmülk de bu filozofların başında gelmektedir. Sözü edilen iki devlet adamının önemi, düşünceleriyle siyasete yeni bir boyut kazandırması ve siyasi fikirlerini bir eserde birleştirerek günümüze miras bırakmasından gelmektedir.

Birçok düşünür tarafından oldukça sert eleştirilen Machiavelli’yi kendi döneminin zorunlu bir ifadesi olarak ele almamız gerekmektedir. Aslında Machiavelli’yi Machiavelli yapanın, zamanının koşulları ve gereklilikleri olduğunu görmek pek de zor olmamaktadır. İtalya’daki feodal devlet yapısının meydana getirdiği olumsuzluklar, Papalığın yüzyıllardır oluşturduğu kötülükler ve çevrede güçlenen işgalci ulus devletler Machiavelli tavrının temel yapı taşlarıdır. Güçlü bir ulus devlet hayaliyle yola çıkan siyaset adamı Machiavelli, İtalyan birliğini sağlayacak ve onu yaşatacak Prens’e

(14)

deneyimlerinden yola çıkarak öğütler aktarmıştır. Bu öğütlerdeki acımasızlık gelecek güzel günler için mazur görünmüştür. Böylesi bir düşüncenin getirdiği, amaca giden her yolun mubah sayılması da Machiavelli fikirlerinin ana temasını oluşturmaktadır.

Machiavelli, on dört yıl boyunca sürdürdüğü diplomatik görevinde diğer Avrupa devletlerini görme ve tanıma fırsatı bulmuştur. Dönemin güçlü ulus devletleriyle tanıştıktan sonra kendisini bir ‘‘vatansever kıskançlığı’’ sarmıştır. Hayran kaldığı yapılara kendi ulusunun da sahip olabilmesi için stratejiler geliştirmiş ve bu yolda önündeki engelleri aşmak için çabalamıştır. Düşüncelerinde ve yazılarında şahsi bir menfaate değinmemiş ve kamusal menfaati hedeflemiştir. Gerçekleşecek kamusal menfaatin sonucunda, bireylerin mutlu olacağı kanısına varmıştır. Düşüncesinde amacını kutsal olarak niteleyip, bu yolda kullanılan araçları ise meşru kılmıştır.

Batı Dünyası’ndaki Machiavelli gibi, Doğu Dünya’sında siyaseti bir hayli etkileyen isim olan Nizamülmülk, yirmi dokuz yıllık siyasi yaşamının meydana getirdiği tecrübelerini sultanına aktarmış ve yazdığı Siyasetname adlı eseriyle Türk-İslam medeniyetine büyük bir katkıda bulunmuştur. Görevde bulunduğu dönemde Büyük Selçuklu Devleti’ne en parlak devrini yaşatan Büyük Vezir, oluşturduğu eserle de siyaseti İslam dini ile bütünleştirmiş ve yönetimi dinsel bir perspektifle ele almıştır. İdeal dinsel siyaseti oluşturmayı amaçlamıştır. Kendi görevini de bu düşüncelerinin ışığında ifa etmeye çalışan Nizamülmülk, ahret kaygısını ön plana çıkarıp icraatlarında Allah rızası gözetmiştir. Büyük Selçuklu Devleti’ne siyasal, askeri ve toplumsal kurumlar kazandırmış ve tarihi akış içerisinde kurulan diğer devletlere örnek teşkil etmiştir.

İslam dinini hayatının her anına sindirmiş biri olarak Nizamülmülk, dindar bir yönetim ve devlet hayal etmiştir. Bu ideali sebebiyle de din düşmanlarıyla ve dinsel sapkınlıklarla mücadele etmiş, mezhep sürtüşmelerine son vermeyi amaçlamış, dinsel eğitime önem verip medreseler kurmuş ve İslam dinine uygun bir yönetim anlayışını öğütlemiştir. Eserinde siyaset konusunda bilgi verirken, dönemi ve Eski Arap tarihi hakkında aydınlatıcı hikayeler de sunmaktadır.

(15)

Machiavelli ve Nizamülmülk’ün siyasi açıdan karşılaştırılmalarının sebebi, iki devlet adamının Doğu ve Batı dünyasında siyaset açısından kırılma noktalarını temsil etmesinden kaynaklanmaktadır. Machiavelli Batı Dünyası’nda modern siyasetin başlangıç noktalarından biridir. Nizamülmülk ise Türk devlet yönetimine, geleneklerden ziyade İslam dinini ön plana çıkartarak yeni bir siyaset anlayışını getiren isimdir.

Çalışmada, Machiavelli ve Nizamülmülk’ün siyaset anlayışlarının karşılaştırmalı analizi amaçlanmıştır. Bu sebepten, incelemenin daha kolay ve anlaşılır yapılabilmesi için ilk olarak Machiavelli, Nizamülmülk ve siyaset konuları ayrı ayrı ele alınmış, daha sonra siyasi fikirleri ön planda tutularak karşılaştırma yoluyla incelenmeye çalışılmıştır.

Çalışmanın birinci bölümünde Niccolo Machiavelli kapsamlı olarak ele alınmıştır. Sırasıyla hayatı, dönemi, Rönesans ve düşünceleri irdelenmiştir. İkinci bölümde ise aynı şekilde Nizamülmülk’e yer verilmiştir. Son olarak üçüncü bölümde siyaset kavramı açıklanmış, ayrıca Machiavelli ve Nizamülmülk’ün siyasi fikirleri karşılaştırma yoluyla incelenmiştir. Çalışmaya konuyla ilgili değerlendirmelerin bulunduğu sonuç kısmıyla son verilmiştir.

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM

1. MACHİAVELLİ

Bir filozof düşünün ki; hayatımızın her anına etki etsin, her alanında derin izler bıraksın ve düşünceleri yaklaşık 500 yıldır anlatılmaya ve tartışılmaya devam etsin. Böyle kişilikler insanlık tarihinde az görünen karakterlerdendir. Machiavelli de bu emsalsiz düşünürlerin arasındaki yerini almıştır. Siyasetten felsefeye, tarihten askeri kuramlara kadar birçok alanda karşımıza çıkmakta ve düşünceleri kişilerin fikirlerine göre olumlu ya da olumsuz karşılık bulmaktadır. Sadece akademik çalışmalarda değil günlük sohbetlere bile konu olan bir isimdir.

Düşüncelerini kaleme aldıktan sonra genellikle kötü anılan bir isim olmuştur. Anlaşılmadan, koşulları bilinmeden, amacı sorgulanmadan, acımasızca ve önyargılarla dolu eleştiri oklarına maruz kalmıştır. Oysaki Machiavelli’nin tarihsel bir amacı vardır ve bu amaç uğruna her yolu mubah görmüştür. Bu amaç; bencillikten uzak, kişisel çıkarı bir kenara bırakan, toplumsal huzuru ve birliği hedefleyen bir tablo görünümündedir. Machiavelli’yi daha iyi anlamak için, içinde bulunduğu dönemi, şartları, hayatının önemli noktalarını, onu ve düşüncelerini şekillendiren ortamı bilmemiz ve iyi analiz etmemiz gerekmektedir.

1.1. MACHİAVELLİ’NİN HAYATI

Niccolo di Bernado dei Machiavelli, 3 Mayıs 1469 yılında Toscana’nın Floransa şehrinde doğmuştur. Annesi amatör şair Bartolea de’Nelli, babası orta gelirli bir hukukçu olan Montespertoli kökenli Bernardo Machiavelli’dir. Machiavelli ailesi, Floransa’da 13. yüzyıldan beri devlet hizmetinde önemli mevkilere yükselmiş, zengin ve saygın bir aile olarak tanınmıştır. Fakat bu büyük ailenin Bernardo Machiavelli’ye uzanan kolu, zenginlik yönünden diğer akrabalara oranla pek gerilerde kalmıştır. Ellerinde artık, geliri geçinmelerine yetmeyen, Floransa yakınlarında bulunan Rocca San Casciano’daki küçük bir ev ve araziden başka kayda değer mal bulunmamaktaydı.

(17)

Üstelik Bernardo, mevcut borçlarını ödeyemediği için kamu haklarından yasaklanmış bulunduğundan; hukuk doktoru unvanına sahip olmasına karşın, yasal olarak avukatlık yapması da mümkün olmamıştır. Ne var ki günlük gereksinimlerini ancak, gizlice yürüttüğü mesleğinin, kaçak yollardan sağladığı kazanımlarıyla karşılamıştır (Anıl, 2010, ss. 66-67).

Haklarını kaybetmiş olan hukuk doktoru Bernardo, maddi sıkıntılar çekmesine rağmen manevi açıdan oldukça zengindir. Öğrenim gördüğü Floransa Üniversitesi’nden geniş bir çevresi bulunmaktadır. Bu dostlarının arasında yüksek makama sahip kişiler de vardır. Bernardo, oğlu Niccolo Machiavelli’yi bu dostlarının sayesinde okutabilmiştir. Çünkü o zamanlar çocukların okutulması bir ayrıcalıktır ve çok fazla masraf gerektirmektedir. Üniversite eğitimi ise başlı başına bir servetti ve ancak zengin gençler gidebilmektedir.

Niccolo Machiavelli, 7 yaşında Matteo isimli bir öğretmenden özel olarak Latince dersleri almaya başlamıştır. 12 yaşında da bir Hümanist olan Paola da Ronciglione’nin okuluna devam etme fırsatını bulmuştur. Marcello Adriani’den de Yunan ve Latin edebiyat ve sanatını özümsemesine olanak sağlayacak klasik eğitim alarak kültürel düzeyini yükseltme yolunda ilerlemiştir. Babası sayesinde kurduğu bu ilişkiler ona bir süreliğine Floransa Üniversitesi’ne devam etme imkanı da sağlamıştır (Anıl, 2010, s. 71). Machiavelli, babasının yapabileceği tahsil masraflarının ailenin yaşamını fazlasıyla etkileyebileceğini görerek ve belki de bir an evvel rahat bir geçim düzeyine ulaşabilmek amacıyla, bulduğu bir banka veznedarlığında çalışmak üzere Roma’ya gitmeyi tercih etmiştir (Skinner, 2004, s. 132).

O tarihlerde Floransa’yı yöneten Medici ailesi yönetimden uzaklaştırılıp sürgüne gönderilmiştir (Medici ailesi madencilikten elde ettikleri servetle İtalya’nın en zengin ailelerinden biri olmuştur. Sermaye gücünü de arkasına alarak iktidara yerleşmişlerdir). Yönetimden indirilen zengin Medici ailesinin yerini Savonarole adlı Dominiken bir rahibin teokratik cumhuriyeti almıştır. Ancak Savonarole uzun ömürlü olamamıştır ve onun yönetimi de 1489’da yıkılınca, Floransa’yı ‘‘Onlar Kurulu’’ yönetmeye başlamıştır (Şenel, 2008, s. 331). Bu kurul Cumhuriyet’in iç ve dış siyasetini

(18)

yönetmekle yükümlü kılınmıştır. Geçmiş yıllardan gelen çevresi sayesinde Machiavelli, bu cumhuriyet yönetimi altında 19 Haziran 1498 yılında Floransa başbakanının, daha doğrusu Floransa’yı yöneten ‘‘Onlar Heyeti’’nin katibi olarak göreve başlamıştır. Böylelikle Machiavelli aniden Floransa’nın üst düzey memurlarından birisi durumuna gelmiştir.

Görevde kaldığı 14 yıl boyunca çeşitli diplomatik hizmetlerde bulunmuştur. Machiavelli önceleri meclis tarafından, İtalya’da bulunan diğer cumhuriyetler ve hükümdarlar nezdinde elçi olarak gönderilmiş ve birçok sorun onun aracılığıyla çözülmüştür. Kendisine çok güvenilmiş ve bu görev sayesinde birçok yere gitme şansı yakalamıştır. Diğer İtalyan şehir devletlerini, İsviçre, Almanya ve Fransa’yı bilhassa siyaset yönüyle yakından inceleme fırsatı bulmuştur.

1502’de Marietta Corsini ile evlenmiş ancak hiçbir zaman sadık bir eş olamamıştır. Corsini’den altı çocuğu olmuştur. Eşinden yana oldukça şanslıdır. Çünkü hayatı boyunca; en tepedeyken de sürgün yıllarındayken de onu asla yalnız bırakmamıştır. Sabırlı ve bir o kadar da vefalı bir hayat arkadaşı olmuştur (Anıl, 2010, s.77).

Aynı tarihte Papa VI. Alexander’ın oğlu olan Cesare Borgia’ya elçi olarak gönderilmiştir. Borgia, Volationis dükasıydı ve çalışmaları Floransa Cumhuriyeti’nin pek hoşuna gitmiyordu. Amacı, babasının da destekleriyle İtalya’da büyük bir devlet kurmaktı. Onu göz hapsinde bulundurarak planlarını öğrenme görevi de Machiavelli’ye verilmiştir. Dört ayını burada geçirmiştir. Özellikle Cesare Borgia’nın siyasal alandaki cesareti, soğukkanlılığı, düşmanlarına karşı beslediği kini gizlemek konusundaki yeteneği ve onun yerli halktan oluşan karmaşık bir orduyu idare etme konusundaki becerisi Machiavelli’de derin izler bırakmıştır (İşçi, 2004, s. 205). Borgia’yı mükemmel bir şekilde idare etmiş ve bu görevini de başarıyla tamamlamıştır.

Cesare Borgia; tam bir eylem adamı olduğu gibi, hırslı ve kibirli bir insandır. Üstelik yaşadığı dönemde Avrupa’daki birçok kötülüğün hazırlayıcısı olarak da bilinmektedir. Kardeşi Juan’ı öldürdüğü ve babasını kötü yönde etkilediği söylenmektedir. Birçok siyasal cinayetin sorumlusu durumundaydı. Nitekim biriken bütün bu vukuatları

(19)

nedeniyledir ki, babasının ölümünden sonra Papa seçilen II. Julius tarafından görevlerinden azledilmiş ve daha sonra da hapsedilmiştir (Anıl, 2010, s. 79). Kısa süre sonra da hayatını kaybetmiştir.

Bu arada Machiavelli, Pisa’nın tekrardan kazanılması için teşvikçi bir rol oynamıştır. Papa II. Julius nezdinde elçi gönderilmiştir. İmparator Maximillian’ın taç giyme merasimine katılmak üzere Bolzano’ya gitmiştir. Almanların giyim-kuşamlarını anlatan bir kitap yazmıştır. Fransa’da bulunduğu sırada Fransız monarşisi üzerine küçük ama önemli bir eser de kaleme almıştır (Ekinci, 1996, s. 214).

Machiavelli bir yandan kendisine verilen dış görevlerle uğraşırken, bir yandan da içerde Floransa’nın milis örgütünü düzenlemek için çalışmaktadır. Machiavelli büyük bir orduya sahip olmayan Floransa Cumhuriyeti’ni, düşmanlarına karşı savunmak için ücretli askerler yerine milis orduyu uygun görmüş, bunun hakkında çeşitli çalışmalar yapmıştır. Floransa’nın paralı askerleri Pisa’ya karşı savaşta başarısız olunca, Machiavelli’nin ‘‘bir yurttaşlar ordusu kurulması gerektiği’’ görüşü kabul görmüş ve 1505’te uygulamaya sokulmuştur. Yurttaşların askere alınması işlemlerini denetlemek amacıyla kurulan Dokuzlar Kurulu’nun başına da Machiavelli getirilmiştir. Ancak en büyük hayallerinden biri olan ‘‘ulusal ordu’’yu görevinden zamansız alınmasından dolayı kuramamıştır (Anıl, 2010, ss. 79-80).

Almanya’dan 1508 yılında döndüğünde Floransa Cumhuriyeti; İspanya ile Fransa arasında tehlikeli bir çekişmenin tam ortasında bulunuyordu. Floransa’yı yöneten Sodorini hükümeti de kendi iç sorunlarıyla uğraşıyordu ve eski gücünü bir hayli kaybetmişti. Medicilerin taraftarları gün geçtikçe güçleniyorlardı. Sonunda 1 Eylül 1512’de Papa X. Leon adını alacak olan Kardinal Giovanni de Medici tarafından kumanda edilen İspanyol orduları yönetimi ele geçirdi. Böylelikle Mediciler tekrar iktidara sahip olmuşlardır.

Eski başkan Soderini’ye sadık kalan Machiavelli, Mediciler ile anlaşamamış ve ters düşmüştür. Böylelikle görevinden alınmıştır. Medicilere karşı düzenlenen bir suikasta karıştığı şüphesiyle 19 Şubat 1513’de Floransa cezaevinde hapsedilmiş ve orada çeşitli

(20)

işkencelere maruz kalmıştır. Üç hafta sonra serbest bırakılmıştır; eşi ve dört çocuğuyla birlikte San Casciano’daki çiftlik evine sürgüne gönderilmiştir. En önemli eserlerini de bu sürgün yıllarında oluşturmuştur (Anıl, 2010, ss. 82-83).

Acıklı bir hayat geçirdiği sürgün döneminde bol bol Polybus, Titus Livius, Dante, Petrarca, Tibbulus, Ovidius’un klasiklerini okumuştur; burada Nutuklar, Harp Sanatı gibi eserlerle birkaç da komedi yazmıştır. İtalya’nın kurtuluşunun birleşik bir devletin kurulmasıyla gerçekleşeceğine kanaat getirmiştir. Bu iş için de Papa X. Leon’un küçük kardeşi Giulio de Medici’ye ümit bağlamıştır. Bu sırada Prens adlı eserini Giulio’ya, onun ölmesi üzerine de yeğeni Lorenzo’ya ithaf etmiştir. Burada lisan üzerine çalışmalar yaparak Floransa lehçesini edebiyat dili olarak lanse etmiştir. 1520’de Floransa Üniversitesi tarafından Floransa tarihini yazmakla görevlendirilmiş ve Istorie Fiorentine’yi yazmıştır. 1526’da affedilerek Papa VIII. Clementus tarafından basit bir memuriyete, sonra da elçiliğe getirilmiştir. 1527’de Floransa’da cumhuriyet kurulunca yeni rejim, artık Medicilere yakın birisi olan Machiavelli’ye güvenmediği için kendisine yeni bir görev vermemiş, fakirlik ve unutulmuşluk içinde 22 Haziran 1527’de ölmüştür (Ekinci, 1996, s. 214). Santa Croce Kilisesi’nde gömülüdür.

Machiavelli, arkasında dünya tarihine damga vurmuş eserler bırakmıştır;

1513 yılının Temmuz-Aralık aylarında kaleme aldığı, siyasal düşünce tarihinin en güzide kaynakları arasında yer alan ‘‘Prens’’ adlı eser, en çok ses getiren yapıtı olmuştur. Siyaset konusunu oldukça farklı irdelemiş ve devleti yönetecek olan idareciyi kendi fikirleriyle analiz etmiştir. Tüm bunları incelerken de tek bir amacı gütmüştür; İtalyan Birliği. Bazı eleştirmenlere göre Machiavelli, Muhteşem Lorenzo di Medici’ye adanmış olan Prens adlı kitabını, Medicilerin gözüne girmek ve yeni yöneticilere yaranmak için yazmıştır. Ancak buna karşın, Machiavelli’nin tam bir İtalyan Birliği aşığı olması ve İtalya yarımadasının düştüğü kötü bunalımların yaşattığı üzüntü, kitabın yazılış amacını büyük oranda ortaya koymaktadır.

Machiavelli, kitabının ilk bölümünde, devlet biçimlerini sınıflandırmıştır. Daha sonra sırasıyla hükümdarlıkların nasıl kurulduklarını, yıkılmaması için alınması gereken tedbirleri, ordu ve askerlik meselesini, hükümdarın iktidarını korumak için nasıl bir

(21)

strateji oluşturması gerektiğini anlatmıştır. Machiavelli, eserinin son bölümünde amacının bağımsız ve birleşik bir İtalya kurmak olduğunu açıklamıştır (Çıvgın, 2007, s. 76). İlk olarak 1532 yılında basılan eser, Machiavelli’nin acımasızca eleştirilmesine yol açmıştır. Haydutlukla, dinsizlikle, şeytanlıkla suçlanmıştır. Ancak yalnızca siyasal içeriğiyle değil, edebi üslubuyla da klasik edebiyatın ölümsüz metinleri arasına giren bu benzersiz kitap, yazarını modern siyaset kuramcıları arasında tepeye taşımıştır.

Prens’ten sonra, 1513–1517 yılları arasında ‘‘Titus Livius’un İlk On Kitabı Üzerine Söylevler’’ adlı eserini yazmıştır. Bu yapıtında Romalı tarihçi Titus Livius’un (İ.Ö. 59- İ.S. 17) ‘‘Kentin Kuruluşundan Bu Yana’’ adlı yapıtı üzerine bir analiz yapmıştır. Söylevleri üç kitaba ayırmıştır; genel itibariyle, birincide Roma’nın içişleri, ikincide Romalıların egemenliklerini yaymaları, üçüncüde ise Roma Cumhuriyeti’nin bireylerin davranışları üstündeki etkisini ele almaktadır (Tunçay, 2005, s. 44). İçeriğinde ise Machiavelli, Prens’deki gibi sadece İtalyan birliğini sağlamak gibi sınırlı bir amaca bağlı olmaksızın, siyaset üzerine genel görüşlerini öne sürmektedir. Daha çok eğilim duyduğu ‘‘Cumhuriyet’’ yönetimi üzerinde durmuştur (Şenel, 2008, s. 164). Machiavelli’nin açık ve yalın bir dille yazdığı bu çalışma, birçok tarihçiyi etkilemiş ve Roma tarihinin yönlendiricisi olmuştur.

1518 yılında yazdığı güldürü türündeki ‘‘Adamotu’’ piyesi de önemli eserlerindendir. İtalyan Rönesans tiyatrosunun en iyi komedisi kabul edilmiştir. Bu oyunda, yaşadığı dönemdeki Floransa toplumunun ikiyüzlü ahlak anlayışını, budalalığını, din adamlarının sahtekarlıklarını komedya türünde ve üç birlik kuralı içinde sergilemiştir. İlk kez 1520’de Floransa’da Bernardino di Giordano’nun evinde Cazzuola topluluğunca sahnelendiği söylenmektedir.

1519 yılında kaleme aldığı ‘‘Savaş Sanatı Konusunda’’ adlı eseri, yedi kitaptan oluşmaktadır. Dönemi için farklı bir özellik taşıyan diyalog formunu seçmiştir. Askeri sorunları, dönemin ünlü komutanı Fabrizio Colonna, genç yaşta ölen dostu Cosimo Rucellai ve birkaç arkadaşı ile söyleşerek analiz etmiştir. İlk olarak Floransa’da 16 Ağustos 1521 yılında basılmıştır.

(22)

Machiavelli’nin kitabında savunduğu tezlerin bazılarının günümüz askerlik sanatı ile karşılaştırıldığında tamamen yanlış oldukları ortaya çıkmaktadır. Ancak onun burada bahsettiği bazı temel hususlar bugün bile kullanılmaktadır. Machiavelli’nin diğer bir önemli yanı ise kendisinden sonra gelen Napoleon, Saint-Cry ve Clausewitch gibi birçok askeri dehaya ilham kaynağı olmasıdır. Bunun yanında askerliğin, daha doğrusu savaşın politik unsurlarla iç içe kullanılması ve savaşın politikanın devamı olarak görülmesi fikrinin doğması da bir diğer önemli etkisidir. Machiavelli, savaşın bir sanat olduğu ve sınırları olmayan bir mücadele olarak nitelendirilmesi gerektiği fikrindedir. Ona göre disiplin büyük öneme sahiptir. Zafer, diğer bütün düşüncelerin kendisine tabi olacağı bir hedeftir. Bu amaçla Machiavelli, kendi dönemine kadar neredeyse hiç duyulmamış olan bir oluşumun sistematik düşüncesini kurmuştur (Machiavelli, 1999, s. 11).

Machiavelli, sürgünden döndükten sonra Floransa şehrinin günlük tarihini yazmakla görevlendirilmiştir. Yazarlık yaşamındaki tek zorunlu çalışması olarak, yazımı 5 yıl süren ‘‘Floransa Tarihi’’ gösterilebilir. Başlangıç aşamasında, devlet hizmetine dönüş olarak algıladığı bu çalışmaya büyük bir hevesle başlayan Machiavelli, zamanla bu sipariş çalışmadan sıkılmıştır. Üstelik İtalyanca’yı yine mükemmel bir şekilde kullanan Machiavelli, bu çalışmada siyasi düşüncelerinin metne sızmasını engelleyememiş ve tarihçi kimliğinden uzaklaşmakla suçlanmıştır. Floransa Tarihi, bu anlamda tarih kitabından çok edebi bir deneme olarak değerlendirilebilir (Machiavelli, 2015, ss. 12-13).

Machiavelli’nin ölümünden önceki son temel eseri, ‘‘Floransa’da Komplolar ve Karşı Komplolar Tarihi’’dir. Floransa’da bozuk yurttaşlık düzeni hakkında kurumsal ve bilimsel bir araştırmadan daha fazlası olan bu eser komplo ve karşı komployu tanımlar. En iyi düzenlenmiş cumhuriyette bile Machiavelli, komplo tehlikesinin daima var olduğunu söyler. Cumhuriyet düşmanlarına karşı yurttaş ve askeri liderler, disiplini sürdürmeli ve yandaşlar arasındaki komplo ve isyanı önleme sorunuyla mücadele etmelidir. Örnek ve benzetmelerinde Roma İmparatorluğu’nu kullanarak, zamane prens ve cumhuriyetlerine, ‘‘nasıl ayakta kalacaklarını’’ ve ‘‘iktidarın inceliklerini’’

(23)

öğretmeye çalışmıştır. İktidarda kalmak isteyenlerin dini nasıl kullanmaları ve halka karşı nasıl bir yaklaşım sergilemeleri gerektiğini de bir bir dile getirmiştir.

Ayrıca Machiavelli’nin; Askerlik Sanatı, Piyadeye Öneriler, Elçilikler, Luccalı Castruccio Castracani’nin Yaşamı, Başdiyakoz Belfagor, Başşeytan, Altın Eşek ve Kaprisler adlı eserleri de bulunmaktadır.

Görüldüğü üzere dolu dolu geçen bir hayatın ardından gelen dramatik bir sonla ölümsüzlüğe uzanan bir hayat hikayesine sahiptir Machiavelli. Yazdıkları aslında sadece hayat tecrübesidir. Yaşamı ona ne öğrettiyse onu yazmış, onu hayal etmiştir. Hayalleri gerçekleşememiş biri olarak hayattaki en değerli şeylerini insanlığa miras bırakmıştır. Bunlar tabi ki de fikirlerinden başka bir şey değildir. Mirası, onu nesnel bir şekilde yorumlayamayanlar tarafından çok olumsuz eleştirilse de düşünce tarihine damgasını vurmuş bir kişiliktir.

1.2. MACHİAVELLİ DÖNEMİNDE İTALYA

Machiavelli’nin fikir dünyasının şekillenmesinde çok önemli bir yeri olan dönemin İtalya’sını genel hatlarıyla analiz etmek, filozofu anlamamıza rehberlik edecektir. Buradan hareketle genel olarak İtalya’yı, İtalya’nın bir feodal kenti olan Floransa’yı ve Machiavelli’nin yurtdışı gezilerinde oldukça etkilendiği Almanya ve Fransa’daki durumun bilmesi daha sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı sağlayacaktır.

Avrupa’nın orta-güney kesiminde Akdeniz’e doğru uzanan yaklaşık 300.000 kilometrekarelik bir yarımada olan İtalya, yeryüzünün dev cüsseli ülkeleri yanında oldukça mütevazı görünümdedir. Yüzeyinin çoğunu kapsayan dağlık arazileri, dar ovaları, kısacık nehirleri ve ılıman iklimiyle de tipik bir Akdeniz ülkesidir. Onun diğer Avrupa ülkelerinden farklılığı, özgün bir yapılanmayla Papalık Devleti’ni içinde barındırmasıdır. Ama İtalya’nın esas büyüklüğü ve önemini hazırlayan en önemli unsur, kuşkusuz ki onun Batı Uygarlığını yapılandırdığı pek görkemli tarihidir (Anıl, 2010, s.19).

(24)

İtalya, 14. ve 15. yüzyıllarda Avrupa’nın en zengin ve en entelektüel ülkesidir. Nüfusu 10 milyona yakındır. Ticaret, bankacılık, sanat, edebiyat, gemicilik ve zanaatta bu yüzyıllarda altın devrini yaşamıştır. Ancak siyasi bakımdan paramparçadır; feodal beylikler şeklinde dağılmıştı. Papalık, Napoli, Bolonya, Milano, Cenova, Ferrara, Venedik ve Floransa beylikler içinde başı çekmişlerdir. Bu ekonomik zenginlikle beraber şehir devletleri kendi arasında bir rekabete girmişti. Zamanla rekabet öyle bir hal almıştır ki, yönetimde güç ve zenginlik uğruna halka zulüm eden tiranlıklar oluşmaya başlamıştır. Ancak bu tiranlıkların da ömrü uzun sürmemiştir. Zenginliğin getirdiği yeni düşsel dünyanın altında ezilmişlerdir.

İtalya’nın incisi Floransa’dır. Yaklaşık 120.000 nüfuslu bir şehir olan Floransa, Avrupa’nın bankacılık ve sanayi merkezi haline gelmiştir. Bir zenginler oligarşisi tarafından yönetilen Floransa’da, yüksek bir zanaat topluluğunda bulunmayan kimse devlet hizmetine de girememiştir. Bu zenginler arasında Medici ailesi halkın da desteğiyle sivrilerek nüfuz sahibi olmuştur. Cosma’nun oğlu Pietro, Pietro’nun oğlu Giulio ve Lorenzo, arasıra sürgün ve hatta cinayetlere uğramak pahasına Floransa’yı yönetmişler, ancak zamanla halk desteğinden mahrum kalmışlardır. Bu esnada Hieronimo Savonarole isminde bir Dominiken papazı vaazlarıyla halkı etkilemektedir. 1494’de Fransa Kralı VIII. Charles işgallerine dur denilememiş, Pisa ve diğer şehirlerde Fransız destekli isyanlar çıkmıştır. Mediciler bunlara engel olamadıkları için toptan sürülmüşlerdir. Floransa’da cumhuriyet ilan edilerek, tüm bu olup bitenlerle nüfuzunu arttıran Savonarole, Floransa’nın lideri olduysa da ağır bir dille eleştirdiği Papa VI. Alessandro tarafından aforoz edildikten bir süre sonra 1498’de Fransiskenler tarafından yakılarak idam edilmiştir. Bunun üzerine Floransa’yı, ‘‘Onlar Heyeti’’ adı verilen burjuva temsilcileri 1512’de Medicilerin dönüşüne dek idare etti (Ekinci, 1996, s. 214).

Floransa’yı Floransa yapan Medici Ailesi’dir. 13. ve 17. yüzyıllar arasında Floransa’da yaşamış en güçlü ve en etkin ailedir. Aile üç papa (X. Leo, VII. Clement, XI. Leo), çok sayıda Floransa hükümdarı ve daha sonra Fransa kraliyet mensupları yetiştirmiş, Rönesans’ın hamiliğini yapmış ve Floransa Rönesans’ını başlatmıştır (Kamözüt, 2015, s. 28). Yıldızları 14. yüzyılda parlamıştır. İpek, madencilik ve kumaş ticaretinden çok para kazanmışlar ve böylelikle banka kurmuşlardır. Medici Bankası, kısa zamanda

(25)

Avrupa’nın en başarılı ve saygın bankalarından biri olmuştur. Mediciler zamanla Avrupa’daki bankaların kurumsallaşmalarının öncüsü haline gelmişler ve Vatikan’ın bankeri olmuşlardır. Vatikan’ın bankeri olunca Papa çıkarmamak düşünülemezdir zaten.

Giovanni di Bicci de’Medici bankacılık işine giren ilk Medici’dir ve Floransa devlet yönetiminde etkinleşmiştir. Daha sonra oğlu Cosimo de’ Medici 1434 yılında Gran Maestro olarak Floransa şehir devletinin gayri resmi başı olmuştur. Alessandro de’Medici 1537’de ilk Floransa dükü unvanını almıştır. Dönemin sanatçılarına hamilik yaparak dünyanın en önemli sanat koleksiyonunu oluşturmuşlardır. Tarihteki birçok ünlü sanatçı, Medici Ailesi tarafından korumuştur. Michelangelo, Mediciler’in manevi evladı gibiydi. Ferdinando Medici (1610-1670) döneminde, Floransa’nın ilk resmi resim sergisi ve resmi sergi kataloğu yapılmıştır. Mediciler’in Floransa’daki görkemli iktidarları yaklaşık 400 yıl sürmüştür. Kuşkusuz bu iktidarları boyunca yenilgiler, sürgünler, ekonomik düşüşler yaşamışlardır (Anıl, 2010, ss.51-52).

Toplum yapısına baktığımızda, burada da bir parçalanmışlık söz konusudur. Toplumun yaklaşık %95’inin siyasi hakları yoktur. Bu haklardan sadece soylular ve zenginler faydalanmaktadır. Yani demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Toplum yapısını ekonomik yapı belirlemektedir. Burjuvaya dahil olabilen zengin aileler, haklar kazanabilmektedir. İtalya’nın ekonomik haritası da oldukça farklıdır. Kuzey İtalya, Güney İtalya’ya nazaran daha zengin ve refah bir hayat sürmektedir.

Bu dönemlerde Papalık da dini amaçlardan uzaklaşıp siyasi amaçlar edinmeye başlamıştır. Hatta sadece İtalya sınırlarıyla kalmayıp tüm Avrupa’da siyasi bir erk olarak yükselmek için faaliyetlerde bulunmaktadır. Bundan hem siyasi otoriteler hem de halk oldukça rahatsız olmuştur. Ancak yeni yeni gelişen düşünce hareketleriyle birlikte, Papalığın gücü de eskisi kadar baskın değildir. Din-bilimsel değerlerden uzaklaşılmış ve akıl ön plana çıkmaya başlamıştır.

İtalyan Kent Devletleri’nin hepsi, kendisini Kutsal Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak görmektedir. Sınırları çerçevesinde refaha ulaşan kent devletleri, bu seferde birbirleriyle çatışmaya girmişlerdir. Bu kargaşayı gören diğer komşu devletler ise

(26)

İtalya’yı işgal etmeye başlamıştır. İspanya Napoli’yi, Avusturya Lombardiya’yı, Fransa da Savoia’yı himayesi altına almıştır. Floransa da Ghibellini’lerle Guelfen’ler, yani İmparator ve Papa taraftarları arasında ortaya çıkan burjuvazi-aristokrasi mücadeleleriyle gitgide yıpranmıştır (Ağaoğulları, 1986, s. 23). Soylu ama fakir bir aileden gelen Machiavelli, gruplardan hiçbirisine dahil olamamıştır. İtalya bu sorunlarla uğraşırken, dünyada olan yeniliklere yabancı kalmıştır. Ekonomisi, coğrafi keşiflerle değişen ticaret yolları ve sanayide geri kalınmışlıkla birlikte zayıflamıştır.

Tüm bunların yanı sıra İtalya kültürel açıdan bir hayli gelişmiş durumdaydı. Eski Yunan kaynakları büyük ilgi görmüş ve dini öğreti yerine modern felsefi görüş hakim olmaya başlamıştır. Doğa bilimleri ve teknik araçlar geliştirilmeye başlanmıştır. Yani İtalya tam bir entelektüel tsunami evresindedir. Görüldüğü gibi Machiavelli, orta çağın bazı temel fikir ve kurumlarının reddedilmesiyle temayüz eden bir dönem olan Rönesans döneminde yaşamıştır (Tannenbaum ve Schultz, 2008, s. 187).

Machiavelli görevi gereği sadece İtalya sınırlarında kalmamış, Avrupa’nın büyük devletlerini de görme şansı yakalamıştır. Bu gezileri, onun zihin dünyasının şekillenmesinde önemli izler bırakmıştır.

Machiavelli elçi olarak, ilki 1500 yılının Temmuz ayı olmak üzere dört kere Fransa’ya gönderilmiştir. Bu ülkedeki mutlak monarşi oldukça ilgisini çekmiş ve Fransa devlet kurumlarını incelemiştir. Yönetim şekli olarak, devletin kuruluş aşamasında monarşiyi benimsemiştir ve bunu da Prens adlı eserinde dile getirmiştir. Ayrıca Fransa’nın ulus devlet anlayışı, İtalya için en üst hedefi olmuştur.

1507 yılında Almanya’ya gönderilmiştir. Tam bir Alman hayranı olarak da Floransa’ya geri dönecektir. En başta Almanya’nın zenginliğinden ve silah gücünden etkilenmiştir. Ayrıca, paralı askerlerin yerini ulus ordunun aldığını görmesi hayranlığını daha da arttıracaktır. Yazılarında Alman ordusunu göklere çıkarmıştır. Ordu mensuplarından donanımlı, korkusuz, çevik, yapılı ve yakışıklı olarak bahseder. Machiavelli’yi Alman halkı da derinden etkilemiştir. Onları ülkesine bağlı, çalışmayı ve biriktirmeyi seven, savaş zamanında bile disiplini elden bırakmayan kişiler olarak betimlemiştir (Machiavelli, 2000, ss. 112-119).

(27)

Bunların yanında dönemin önemli ve güçlü devletleri olan İngiltere, İspanya ve Osmanlı’ya da hayranlık beslemiştir. 1453 yılında İstanbul’u fetheden Osmanlı’ya Prens adlı eserinde yer vermiştir. Özellikle yönetim biçimini, padişahın konumunu ve halkın yöneticilere olan tutumunu konu etmiştir. Osmanlı iktidarının değiştirilemeyeceğini ve yönetim gereği topraklarının fethedilemeyeceğini söylemiş, bu durumdan övgüyle bahsetmiştir.

Machiavelli’nin hayatı böyle bir coğrafyada şekillenmiştir. Yaşadığı her dönemde İtalya’nın içinde bulunduğu durumdan oldukça rahatsızlık duymuştur. Bundan dolayı derin bir üzüntü yaşamıştır. O, değişik bölgelerde gördüğü ve hayran kaldığı yapıları İtalya üzerinde hayal etmiş ve fikirlerini bu eksende oluşturmuştur. Yaşadığı dönem, insanların akla yöneldiği ve modern düşüncenin yayılmaya başladığı bir devre denk gelmektedir. Bu özellik Machiavelli düşüncelerini daha da önemli hale getirmiştir.

1.3. MACHİAVELLİ VE RÖNESANS

Machiavelli, Rönesans döneminde yaşayan ve politikaya Orta Çağ’da kaybettiği eski itibarını yeniden kazandıran klasik dönem sonrası politika teorisyenidir (Arendt, 2006, s. 24). Aslında Machiavelli’yi Machiavelli yapan da yaşadığı dönem olmuştur. Tepeden tırnağa bir Rönesans insanıdır (Batur, 1988, s. 22). Yeni ve alışık olmadık fikirler üretip düşünce uçurtmasını biraz yüksekten uçurmuştur. Onlarca Rönesans düşünürünün arasından bu sayede sıyrılmış, zirveye oynamıştır. Peki, Rönesans tam anlamıyla nedir, ne zaman başlamıştır ve doğmak için niye İtalya’yı seçmiştir?

Rönesans, İtalyanca ‘‘rinascimento’’ kelimesinden türemiştir ve dilimizde ‘‘yeniden doğuş’’ anlamına gelmektedir. 15. yüzyıl sonlarında İtalyan kent devletlerinde ortaya çıkan, öncelikle edebiyat, resim, mimarlık gibi sanat alanlarında beliren, sonra da Batı Avrupa ölçeğinde yayılan bir yenileşme hareketidir (Ağaoğulları ve Köker, 1997, s. 155). Ancak zamanla sadece sanat alanında kalmayıp, ekonomi, sosyal, kültür ve siyaset alanlarını da kapsamıştır. Sanattaki yenilenme sadece bir kıvılcım olmuş ve tüm düşselleri etkilemiştir. James Franklin Rönesans’ı çok daha geniş bir şekilde

(28)

tanımlamıştır (Franklin, 2005, s. 12); ‘‘bin yıllık karanlıktan sonra dünyada yeni bir manzaranın aniden doğması, skolastiklerin semeresiz (steril) tartışmalarının yerini alan reel dünya araştırmaları, Amerika’nın keşfi ve bilimin ilerlemesi yoluyla dünyanın genişlemesi, dinde reform’’

Ortaçağ, ‘‘fikir evreni’’ için çok talihsiz bir dönemdir ve dinsel dogmalar devrin en büyük kabusudur. Bilimsel düşüncenin baskı altına alındığı ve bu yüzden bilim hayatının sönük geçtiği bir dönemdir. Siyasal olarak feodal sistem hüküm sürmüştür. Halk sınıflara ayrılmış, papazlara oldukça fazla yetkiler verilmiştir. Hıristiyan din adamlarının ortaya çıkardığı Skolastik Düşünce devre damgasını vurmuştur. Bu düşünceye göre din ile ilgili esaslar değişmez kabul edilmiştir. Dini düşünceye aykırı fikir belirtenler Engizisyon mahkemelerince yargılanmışlardır. Deney ve gözlem yasaklanmıştır. Ayrıca bu düzeni sürdürmek için din adamlarının elinde aforoz, enterdi ve endüljans belgesi gibi kozlar bulunmaktadır. Kilise birçok sefer din savaşlarını başlatmıştır. İnsanlar tarihin hiçbir döneminde Ortaçağ’da olduğu kadar dindar ve Tanrı korkusuyla dolu olmamıştır.

Ancak bu düzen zamanla din adamlarının alehine değişmeye başlamıştır. Antik Yunan ve Roma düşünceleri okunmaya ve yayılmaya başlamış, akıl inanca göre üstün tutulmuştur. Birey önem kazanmış ve her şeyin üstünde olduğu kabul edilmiştir. Yeniliklere ilgi duyulmuş, doğa ve dünya keşfedilmiştir. Takas ekonomisi yerini para ekonomisine bırakmıştır. Tüm bunların sonunda dinsel bağnazlığın egemenliği kırılmıştır.

Genel olarak Ortaçağ ile Rönesans arasındaki ilişki bir karanlık çağ-aydınlık çağ ilişkisi olarak yorumlanır (Ağaoğulları ve Köker, 2008, s. 150). Oysa Rönesans’taki birçok dönüşümün kökenleri ortaçağ düşüncesi içerisindedir. Ayrıca ortaçağ ile yeniçağ arasındaki eklemleme o denli ileri düzeydedir ki ortaçağ sonu dönem rahatlıkla bir Erken Rönesans Çağı olarak kabul edilebilir (Öztürk, 2013, s. 183). Rönesans, insanlık tarihi bakımından bir devrimdir ama her devrimi oluşturan unsur, devrim öncesi durumdur. Bu iki çağı birbirinden kesin çizgilerle ayırmak eti tırnaktan ayırmak gibidir.

(29)

Rönesans’ın temelinde, düşüncelerin din bilimden dünyevi araştırmalara kaymasını ifade eden hümanizm yatmaktadır. Çünkü Rönesans’ın en önemli sorunu insandır. İnsanın yeniden keşfi söz konusudur (Gökberk, 1994, s. 190). Birey toplumdan ayrı bir varlık olarak görülecektir artık. Bu bir anlama kişilerin toplum hapishanesinden özgürlüğe doğru yürüyüşüdür.

Rönesans 15. yüzyıldan itibaren, Avrupa’da meydana gelen düşünsel ve toplumsal değişmelerdeki genel sürecin tanımlanması olarak ele alınan modernleşmenin düşünsel alt yapısını oluşturmuştur (Deniz, 2000, s. 110). Fikri ve sosyal değişmeyle birlikte Batı toplumu, geleneksellikten kopup bireyi merkeze aldığı bir ‘‘Seküler İnsan Krallığı’’ inşa etmiştir. Bunun için de tabiatıyla bir ‘‘Seküler İnsan Profili’’ gerekmekteydi. Rönesans içinde yer alan hümanizm, geniş anlamıyla ‘‘modern insanın yeni anlayışını ve duygusunu dile getiren akımdır.’’ (Gökberk, 1994, s. 190).

Hümanizm, her ne kadar Thales, Xenophanes, Anaksagoras ve onun öğrencisi Perikles’in oluşturduğu düşünceyi kapsamış olsa da Antik Yunan ve Roma’dan farklı bir insan profili çizmektedir. İnsan geleceğini kendisi belirler ve bu konuda kimseden emir almaz, özgürdür. Özgür insanların yaşadığı kent de özgürdür ve kendi kendini yönetir. Burada da cumhuriyetçi çağrışımlar söz konusudur. Ancak ilerleyen zamanlarda bu düşünceden uzaklaşılmıştır. Burjuva sınıfının krallara destek vermesiyle birlikte mutlak krallıklar hüküm sürmeye başlamıştır.

Rönesans’ın başlangıcında, para ekonomisinin yavaş yavaş takas ekonomisinin yerini alması süreci de bir hayli etkili olmuştur. Buradan hareketle Rönesans’a hızını veren asıl gelişme kent burjuvazisinin yükselişi olmaktadır. Feodal yapı ve kapalı lonca ekonomisi cazip olmaktan çıkmış, buna paralel olarak bireysel kapitalist ekonomi sistemi eskinin yerini almıştır. Bu ekonomik alt üst oluş içerisinde sanatçılar, yazarlar, öğretmenler, doktorlar, avukatlar hizmetçilikten yöneticiliğe terfi etmiş, çıraklar işçileşmiş, büyük şirketler loncaları yutmuştur. Tabi ekonomik etkinliğin doğasındaki bu farklılaşma kapalı dünya imajının enginlik dünyası lehine güç kaybetmesine de yol açmıştır. İşte hümanizmacı özgürlük anlayışı bahsi geçen bu enginlik duygusunda somut bir içeriğe kavuşur (Bloch, 2010, s. 7).

(30)

Coğrafi keşifler de Rönesans’ı ayağa kaldıran bir unsur olmuştur. Yeni kıtanın keşfi Avrupa’yı zenginleştirmiş, bir burjuva sınıfı ortaya çıkmış, Uzakdoğu ile kurulan ilişki Avrupalıların zihin haritasını değiştirmiştir. Meraklı Rönesans insanları Asya’daki icatlardan oldukça memnun kalmıştır. Rönesans’ı uçuran ise, matbaacılık konusunda Avrupa’daki yeniliklerdir. Bu sayede bilim ve düşünce yayılmıştır. Eski Mısır ve Yunan eserleri yayımlanmıştır. Bilgiye ve okumaya aç olan halk, bu yeniliklerle kendini apayrı bir dünyada bulmuştur.

Tüm bu yenilikler, sekülerizmin gelişmesine de yol açmıştır. Kelime anlamı ‘‘dünyacılık’’ olan sekülerizmi, toplumun ahretten ve diğer dini meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanılması yönündeki hareketi olarak tanımlayabiliriz. Bununla beraber, dünyevi veya çağa uygun olanı belirtir ve dünyanın nesnel halinin göz önünde tutulması demektir, ancak dinsizlik demek değildir. Siyasi anlamda ise, din ve devlet işlerinin ayrılması anlamındadır (Köçer ve Egüz, 2014, s. 1448). Buradan hareketle modern devlet yapısının çekirdeğini oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Peki İtalya’nın, Rönesans’ın ana yurdu olması bir tesadüf müydü? Tabi ki de hayır. Acaba neden Rönesans denilen gelişmeler İslam dünyasında olmadığı gibi Hıristiyan Kuzey ve Doğu Avrupa’da da olmamıştır? Rönesans’ı anlamamız için bu soru oldukça önem arz ediyor aslında. Öncelikle o dönemdeki Avrupa’ya göz gezdirsek hiçte yanlış bir yol izliyor olmayız.

16. yüzyılda Avrupa’da, nüfus hızla artmıştır. Ticaret, teknoloji, sanat, eğitim, kültür ve sosyal alanlarda yaşamı olumlu yönde değiştiren yenilikler gerçekleşmiştir. Bu yenilikler, özellikle kentlerde yaşayanların, yani burjuvanın toplumsal ve politik taleplerine yol açmıştır. Ayrıca Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu eski gücünde değildir. Birleşik Avrupa ütopyası da can çekişmektedir. Ayrıca Kilise de güç kaybetmektedir. Siyasi olarak bir dağınıklık vardır, feodalizm yaygındı. Portekizliler ve İspanyollar tarafından başlatılan coğrafi keşifler İngilizler, Fransızlar ve Hollandalılar tarafından devam ettirilmiştir. Bunun sonucu olarak Avrupalı devletler sömürgeciliğe başlamıştır.

(31)

Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu ile Papalık, İtalya topraklarında nüfuzlarını etkin bir şekilde hissettirememiştir ve bu da toprakların yaklaşık 150 yıl boyunca bağımsız siyasi yaşama sahip olmalarını sağlamıştır. İtalya’da o dönemde 5 büyük siyasi birim vardır; Napoli, Venedik Cumhuriyeti, Milano, Floransa Cumhuriyeti ve Papalık. Zaman zaman yönetim şekilleri değişen bu beş birim, İtalya siyasetine yön vermiştir. İtalya o dönemde Avrupa’daki en yoğun kentleşmeye sahiptir. Napoli en büyük kentidir, Papalık yani Roma ise en güçlüsüdür. Floransa yenilik, kültür ve sanat merkezidir.

İtalya’daki şehir devletleri arasında tam bir denge politikası söz konusudur. Bu denge politikası sayesinde İtalya kısmen huzur ve barışı yaşamıştır. Ticaretin de bu ülkede gelişmiş olması sebebiyle ülke yeni gelişmelere kucak açmak için son derece elverişlidir. Ülkede siyasi karışıklıklar şüphesiz ki vardır. Beş siyasi birim sürekli birbirleriyle savaşıyorlardı. Bununla birlikte savaşlar genellikle paralı ordular arasında gerçekleşiyor, bu yüzden fazla kanlı olmuyordu (Mattingly, 1988, s. 185). İtalya siyasi hayatı oldukça karışık, entrikalı ve güç oyunlarının sahne aldığı bir platformdu.

İtalya, Avrupa’da meydana gelen bilim, sanat ve edebiyattaki değişimlerin kavşak noktasıydı. Bunun en büyük nedeni, İtalya’nın eski çağlarla olan temasını kaybetmemiş olması ve o dönemdeki entelektüel canlılığı kent devletleri aracılığıyla o güne taşımış olmasıdır. Adeta geçmişin ihtişamını haykırıyordu. İtalya, diğer birçok Avrupa devletinden daha farklıydı. En azından burada, o alışık olduğumuz feodal sistemin bunaltıcı havası yoktu (Deniz, 2000, s. 110). Avrupa geneline göre ekonomik açıdan çok iyiydi. Akdeniz ticareti İtalyanların eline geçmiş ve bu sayede büyük sermaye birikimleri ortaya çıkmıştı. Bunun sonucunda İtalya’da ‘‘burjuva’’ sınıfı oluştu. Bu toplumsal sınıf, bilimi ve sanatı destekledi. Bilimin ve sanatın olduğu yerde de özgür düşünce meydana geldi.

Floransa, bu dönemde sanayi ve bankacılık bakımından Avrupa’nın en ileri bir modeli idi. 15. yüzyılda bu gelişim devam etti. Floransak kapitalistler, İngiltere’den yün alıyor, bunu ince kumaşlar haline getirerek bütün Doğu Akdeniz ülkelerine satıyorlardı. Floransak bankerler, Avrupa’nın her tarafında para işlerini üzerlerine alıyor, prenslere ve Papa’ya borç veriyorlardı. Papalığın, Hıristiyan dünyasının her tarafında sahip

(32)

olduğu paraların toplanmasına aracı oluyorlardı. Avrupa’da para ticaretinin ve bankacılığın merkezi, 16. yüzyıla kadar Floransa’ydı. Batı’da ilk altın para olan ‘‘flori’’yi Floransa bastırmıştır. Floransa’nın bu gelişmiş ekonomik hayat ve zenginliği Floransa’ya yalnız İtalya tarihinde değil, bütün uygarlık tarihinde üstün bir konum sağlamıştır (İnalcık, 2011, s. 35).

İtalya’daki bu kültürel ve ticari hareketlilik, İtalya’yı çepeçevre saran çekişmeler yüzünden gölgede kalıyordu. Birçok şehir devleti, savunmasını paralı askerlere yaptırıyordu. Kimin kime güveneceği belli değildi. Her an güç dengeleri değişebiliyor, bir hanedanlık kanlı bir şekilde sonlandırılabiliyordu (Deniz, 2000, s. 111). İtalya topraklarında bir birlik olmadığı için çeşitli siyasal sorunlar her zaman mevcuttu.

İşte tüm bu sebeplerden dolayı, Rönesanssın annesi İtalya olmuştur. Machiavelli düşüncelerini bu yapıda yoğurmuş ve İtalya için bir gelecek çizmiştir. Bünyesinde tam olarak Rönesanssın karakteristik özelliklerini taşımaktadır; yenilikçidir, akılcıdır. Bu yönleriyle bir anlamda modern dünyayı tasarlamıştır. Tüm bu sebeplerden dolayı Machiavelli asla Rönesanssız düşünülemez.

1.4. MACHİAVELİZM

Machiavelli’yi anlamak ve anlamlandırmak için burada öncelikle hayatından ve düşüncesini çevreleyen ortamdan bahsedilmiştir. Çünkü dönemi, ona sahip olduğu tüm donanımları kazandıran en önemli unsur olmuştur. Onu ölümsüz kılan öğeler ise tarih bilgisi ve tecrübeleridir. Böylesi gerçekçi ve etkileyici düşünmesinin sebebi, onu diğer düşünürlerden ayırt eden özellikleridir. Machiavelli’nin tarih bilgisinin genişliğini ve derinliğini, başta Floransa Tarihi, Savaş Sanatı, Titus Livius’un İlk On Kitabı Üzerine Söylevler olmak üzere hemen hemen tüm eserlerinde görülmektedir. Machiavelli’nin politik hayatın tam ortasında geçirdiği 14 yılı ise tecrübenin en üst noktasıdır. Görevi sayesinde, dönemin politik ilişkilerini her boyutuyla takip etmiştir.

Şüphesiz ki Machiavelli’nin en önemli eseri Prens’dir. Bu eser düşüncelerinin özüdür. En büyük derdi olan ‘‘İtalya’’yı, hayatının merkezine oturtturmuş ve disiplinini onun

(33)

iyiliği ve geleceği için yapılandırmıştır. İlerleyen dönemlerde Prens’teki düşünceleri kendi adı ile anılır olacak, bu ikili ayrılmaz bir bütün olarak akıllarda yerini alıp Machiavelizm adı altında dile getirilecektir.

Siyasal amaca ulaşmak için her türlü ahlaksızlığın yapılabileceği savı olarak bilinen Machiavelizm, devleti yaşatmak için her türlü kötülüğün yararlı ve iyi olduğunu ileri sürmesinden ötürü günümüzde de genellikle siyasal hayatta ve özellikle her türlü girişimde amaca ulaşmak için bütün araçların meşru olduğu şekliyle anlaşılan fikirlerdir (Hançerlioğlu, 1993, ss. 36-37). Machiavelizm genelde ‘‘Prens’’ adlı kitabında yer alan düşünceler üzerine kurulu bir yaklaşımdır (Demirtaş ve Biçkes, 2014, s. 101).

Machiavelizm kavramı, çıkarları her şeyin üzerinde tutma, amaçlara ulaşmak için diğerlerini kullanma ve sömürme olarak tanımlanmıştır. Ayrıca kavram, bireylerin pragmatik olma, duygusal mesafe koyabilme ve elde edilecek sonuçların, seçilecek yolları haklı kıldığına inanma derecesi olarak da tanımlanabilir.

Machiavelli, siyaseti ahlakın dışına taşımıştır. Siyaseti ahlak ilkelerine göre işleyen ideal çerçeveden ayırarak gerçekçi zemine oturtma noktasında siyaset teorisine önemli bir katkı yapmış olan Machiavelli, siyaset alanındaki eylem ve davranışları ahlakın ilke ve kurallarından ayırarak siyasetin kendisine özgü rasyonel ilke ve kuralları bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu alandaki ahlakı akılla tanımlamaya ve onu bağımsız konumundan bağımlı hale getirmeye yönelmiştir. O, siyaseti ahlak ilkelerine göre kurmayı ve ideallere göre yapılandırmayı değil siyasetin gerçek hayatta menfaat güdüsüyle işlediğini dikkate almıştır. Machiavelli’ye göre siyasette başarının yani eylemin kendisine yöneldiği menfaatin temel ölçütü iktidarı ele geçirmek, iktidarda tutunmak ve mümkün olduğu kadar uzun zaman bu gücü kullanmaktır. Bunun için yapılması gereken, menfaate karşı olan ve önceden belirlenen bir takım soyut ‘‘eylem kılavuzları’’na uygun davranmak değil ‘‘başarılı’’ olmaya hizmet edecek eylemlerde bulunmaktır. Bu konuda kılavuz, vazife olarak sunulan erdeme ve fazilete yönelen soyut ahlak ilkeleri değil amacı gerçekleştirecek olan rasyonel eylem ve tecrübelerdir (Dursun, 2005, s. 22).

(34)

Siyasi bir bütünlüğü olmayan İtalya’da her geçen gün kent devletlerinin çeşitli entrikalarına şahit olan Machiavelli’nin, çağının amaçları için her araca başvuran politikacılardan bir farkı vardır. Çağının politikacıları, sadece başarılı olmak ve kişisel çıkarları için kendilerini hiçbir olguya bağlı görmeyen siyasetçilerdir. Amaçları da kullandıkları araç kadar ahlaka uygun değildir. Oysaki Machiavelli kendine İtalyan birliğini sağlamak gibi tarihsel bir amaç için her türlü aracı meşru görmüştür (Şenel, 2008, s. 334).

Machiavelizme göre ortada bir hedef vardır. Bu hedefe ulaşmak için de ne gerekiyorsa yapılmalı ve öndeki engeller bir şekilde yok edilmelidir. Her türlü yola başvurulabilir, çünkü elde edilecek sonuç kişisel bir menfaat yerine toplumun huzuru ve bekasıdır. Bu yolla dönemin kötülüğü bitirilebilir, yaşanılan ülke devrinin güçlü yönetimleri arasına girebilirdi. İtalya’nın hayli çalkantılı bir döneminde yaşayan Machiavelli’nin düşüncelerini, yaşadığı yıllara göre değerlendirmek ve yorumlamak en doğru analiz olacaktır. Machiavelizm; 19. yüzyılda pozitivist, materyalist ve pragmatist düşüncelerin ilham kaynağı olmuştur.

1.5. VİRTUE-FORTUNA

Machiavelli’nin siyasete ilişkin fikirlerini anlamak için onun felsefesinin temelinde önemli yere sahip iki kavram olan ‘‘fortuna’’ ve ‘‘virtue’’ kavramlarını iyi anlamak gerekmektedir. Düşünürün siyasal kurumlara, cumhuriyetçiliğe ve liderliğe bakışı yoğun biçimde bu iki kavramın koşullanması altında şekillenmiştir. Her iki kavram da Roma mirasının parçası olarak kabul edilebilir (Öztürk, 2013, s. 187).

Machiavelli Prens adlı eserinde iktidarı ele geçirmenin dört yolundan bahseder; erdem, talih, cinayet ve seçim. Ancak erdem ve talih en önemlileridir. Virtue; genel olarak insanların kendi iradeleri dahilinde harekete geçirebilecekleri güç, kabiliyet, cesaret gibi ‘‘şahsi’’ meziyetlerin tümünü içeren bir kavramdır. Fortuna ise virtue’nin tam tersine kişinin iradesiyle değiştiremeyeceği, tamamen dış kaynaklı etkenlerin toplamı olarak, kısaca talih şeklinde tanımlanabilir (Ağaoğulları ve Köker, 2001, s. 300).

(35)

Kavramlar ilk olarak Machiavelli tarafından ele alınmamıştır. Romalılar fortuna’yı kadına, virtue’yi erkeğe benzetirlerdi. Antik Roma mirasını takip eden Machiavelli virtue’den erkek olmanın nitelik ve koşullarını anlar; onun için virtue irade, cesaret, cömertlik, bilgelik, dürüstlük ve kurnazlık anlamlarına gelir. Fortuna yani talih ise, kadınla özdeşleştirilmiştir. Kadını etkileyip ondan istediğini elde etmeye çalışan erkek ile iradesiyle yazgıyı kendi lehine çevirmeye çalışan kişi aynı resmin iki farklı görünümü gibi durur Machiavelli düşünüşünde. Bu son hatırlatma bağlamında Machiavelli’nin virtue anlayışının güçlü bir şekilde etkenlik ve iradecilik vurgusuyla donatıldığı söylenebilir (Tunçel, 2010, s. 180). Machiavelli’nin ortaya koymuş olduğu erdem-talih karşıtlığı tam anlamıyla gerçek bir karşıtlık değildir aslında. Çünkü talih kadın tanrıçadır, yani dişidir; erdem ise cesareti ya da erkekliği simgeler. Dolayısıyla talih de daima bir kadın olarak güçlü erkeklerden yanadır (Skinner, 2004, s. 47).

Machiavelli’nin asıl üzerinde durduğu virtue’dir. Çünkü tarih ve deneyimleri ona açıkça, ‘‘talih’’ ile başa geçenlerin eğer virtue’leri yoksa iktidarlarının kısa süreli olacağını göstermiştir. Bu açıdan İtalya’yı kuracak kişi sadece talihe güvenemez, talih iyilikler getirebileceği gibi kötülükleri de getirebilir. Yardımla iktidar olanlar ya da iktidarını koruyanlar, aynı kişilerin desteklerini çekmeleriyle dengelerini kaybeder, düşerler. Bu nedenle iktidarı talih-şans sonucu dahi elde etmiş bulunan kişi, kendi virtue’sini sağlayacak hamleleri yapmalıdır. Machiavelli, Prens’de iktidarı korumak için virtue’nin gerekliliğine sık sık vurgu yaparak bu kavrama verdiği önemi göstermektedir (Karslı, 2016, s. 7).

Machiavelli açısından önemli olan erdem olduğu için, eğer bir şehir ya da devlet ihtişama ulaşmak istiyorsa, vatandaşların hem şehrin iç işlerinde en yüksek erdem ile hareket etmelerini sağlayacak doğru yasa ve kurumları geliştirmesini hem de yurttaşların dış işlerinde de benzer bir erdem ile hareket etmelerini sağlayacak yeni bir ordini dizisi oluşturmasını gerekli görür (Skinner, 2004, s. 106). Machiavelli virtue’yi; bir hükümdarın talih’in darbelerine karşı koymasını, tanrıçanın desteğini kazanmasını ve hem kendisini hem de yönetiminin güvenliğini tesis etmesini sağlayan bir nitelik olarak değerlendirmiştir (Skinner, 2004, s. 57). Yani Machiavelli virtue’yi en yüksek siyasi erdem olarak tanımlamıştır.

(36)

Machiavelli, virtue’nin, bir hükümdarın talih ile ittifak yapmasını ve onura, görkeme, şöhrete ulaşmasını sağlayan nitelikler bütününü temsil ettiği biçimindeki geleneksel varsayımı desteklemiştir. Ancak bu terimin anlamı ile temel ve hükümdarlara ilişkin erdemler arasındaki zorunlu bağı koparmıştır. Bunların yerine, gerçekten erdemli olan bir hükümdarın ayırt edici özelliğinin, en temel hedeflerine ulaşmak üzere, zorunluluğun gerektirdiği her şeyi yapılacak şey olarak görmesidir. Dolayısıyla virtue, tam anlamıyla, bir hükümdarın sahip olması gereken ahlaki esnekliğe tekabül etmektedir (Skinner, 2004, s. 62). Yani, buradan da anlaşılacağı üzere virtue sahibi iyi bir liderin, etik ilkelere göre davranmasına ve eylemlerinde ahlaksal erdemleri gözetmesine hiç gerek yoktur.

Machiavelliye göre, virtue sahibi lider her şeyden önce devletin iyiliğini düşünmelidir. Bu hedefi gerçekleştirmek amacıyla her türlü yolu ve yöntemi kullanabilir. Söz konusu yol ve yöntem kötü ve etik dışı da olabilir. Bu yolda en önemlisi de virtue’nin sürekliliğidir. Devletlerin tarihine baktığımızda birçok prenslik kısa ömürlüdür. Virtue’li prens öldüğünde ardından gelen kişi de virtue sahibi olmalıdır ki krallık iyi bir durumda devam edebilsin. Eğer arkadan gelen prens erdem sahibi değilse iyi durumdan söz etmek olanaksız olacaktır.

Machiavelli, yazgının dünya işlerinde büyük bir gücü olduğunu kabul eder. Ancak yazgıyı anlama tarzı açısından çağdaşlarından farklı bir görüşe sahiptir. Yazgı ona göre katlanılması gereken bir zorunluluk değil aşılması ve mücadele edilmesi gereken bir durumdur. Dünya işlerinin sadece Tanrı’ya, rastlantıya terk edilip insan zihninin ve gücünün bunları kavrama ve aşmada saf dışı bırakılmasını doğru bulmaz. Ona göre yazgıya inancı benimseyip, istemediğimiz şeylerin olmaması için çabalamalıyız. Hiçbir şey yapmadan kendimizi yazgının kucağına bırakmamalıyız. O; insanların, olayların gidişini etkileyebileceğini, tikel istenç sahibi olduğuna inanmıştır. Yazgının eylemlerdeki rolünü yarıya indirmiş ve diğer yarısını insanların istençleriyle müdahale edilebilir bir alan haline getirmiştir. Hatta yazgının gücünü yarıdan da aşağı çekerek gelen selden sonra baraj ve set yaparak gelecekte meydana gelebilecek başka felaketlerin önlenebileceği görüşündedir (Şenel, 2008, s. 331). Machiavelli bu tür

Referanslar

Benzer Belgeler

25 yıl önce, gazetenin kapısın­ dan birlikte girdiğimiz arkadaşlarımızın çoğu emekliydi artık.. Bizde üç ay önce “em ekliler”

Evlerden ve fabrikalardan çıkan çöpler, su ve hava ile gelen maddeler, tarım alanlarında kullanılan kimyasal ilaç ve gübreler toprak kirliliğine neden olmaktadır..

Yolda Tristan ve Isolde kraliçe- nin kendi k›z› ve Kral Mark için haz›r- lam›fl oldu¤u aflk iksirini yanl›fll›kla içerler.. Böylece bütün güçlüklere kar- fl›

Pozitif psikoloji çerçevesinde gerçekleştirilen araştırmalarda tevazu, daha ziyade bir karakter özelliği (disposition/trait) olarak ele alınmaktadır. Ancak bununla

Ebeveyn tutumları farklı olan öğrencilerin toplam psikolojik iyi olma puan ortalamaları arasındaki farkı belirlemek amacıyla yapılan varyans analizi sonucunda,

Gelir düzeyleri farklı olan öğrencilerin arasındaki farkı belirlemek amacıyla yapılan varyans analizi sonucunda, öğrencilerin bireysel gelişim, diğerleriyle olumlu ilişkiler,

Ebeveyn tutumları farklı olan lise öğrencilerin topluluk hissi düzeyleri açısından puan ortalamaları arasındaki farkı belirlemek amacıyla yapılan varyans

[r]