• Sonuç bulunamadı

Her Devirde Kağıthane

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Her Devirde Kağıthane"

Copied!
48
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

I DEVİRDE KAĞITHANE

Kâğıthane. Memleketimizin beş asırdan beri bir mesire ve istirahat yeri Her asırda bir K^ıthane yaratmışız. Meselâ onbeşinci asırdaki onalttnct yüzyılda yok. ama söyleniyor. Bittabi burasının bir Perikles devri diye birçok geçmiş medeniyetlerin zirvelerini hatırlatan bir de­ yimle Kâğtthanemizin örnek bir onsekizinci asır yaşantısı var O bugün­ lere kadar dillerde ve gönüllerde yaşamış. Bizim nesil, bunun ancak çok karab ve buna rağmen gününde aranan ve bu perişanlık içinde baharlar­ da ve yazm bir defa bile olsa mutlaka gidilmek arzusunu gönlünde ya-şatırdu ArUk buna elvedâ. Neden?

Kâğıthane sırtlan gecekondularla gayet çirkin ve utanç verir şekilde kaplandı. Yalnız derenin iki tarafı ve eski meşhur şâhâne çayırlar sâha-tan kurutuldu. Ne sâyede?

Cihet-i askeriyenin iki mühim garnizonu bu sâhayı ve dereyi möcip sebeplerle ikiye bölerek askerî bölge yaptılar ve hele buralara yakın ve İçine aldığı yamaçlarda ancak devriyeleerte gecekondu istilâsını önleye-bÜdÛer.

Artık bu sâhada hergün adedi azalan kalıntıları olsun sırf merakla dolaşmak da mümkün değildir. Askeri faaliyet sâhasına girmediğinden maalesef malûm sebeplerle başıboş bırakılan ok meydanı ve havâlisî de yok oldu. Hiç olmazsa oradaki düzünelerle - tam sayısını dahi bilmiyo­ ruz - nişan taşlan da ileride başımıza dert açar, düşüncesiyle işgâl eden­ ler tarafından yok edildi. Yalnız IÇâğıthane derecesi ve çayır çok şükür bundan nmm Jcpldh

Kâğttheme'de bm tarihî binaların bugün yerinde kalmaması sebep­ lerinden Iriri de oHşap oirnalandtr. 4sd Kağıthane'de Sultan Rziz devri yapısı Sa'dâbâd Kasn bu cihetle askeri İstihkam Okulu gamizonunca yıkılarak yerine bir kârgir bina yapıldı. Fakat Çağlayanlar bu binanın yeninde. Peerişan ve yıkık durumu olsun onanlamadı. Çayırda mevcut çeşmeler, nişan taşlan ve diğer binalann da mevcûdiyetini artık resim­ lerden görebileceğiz. Yerlerinde kalabilenler aynen muhafaza edilirse şerefli olur. Bazı ufak tefek onanmlar da utanç vericidir. Bütün eski ve yeni hâttralanyla tarihine karışan Kâğıthaneyi ancak böyle derlemeler­

de bulunabilen ve toplanan resimleriyte bir rehber mâhiyetindeki yayın­ lardan öğrenebileceğiz.

fejc çskilerç gidemiyerek ançak iki buçuk asnnı bu esercikle canlan dtrabileceğiz. Bu toplamamızda perişan durumda binalarla dolu Kâğıt­ hane ve Alibeyköy'lerinden bahsetmiyeceğiz. Hele Silahdarağa ve KarOr ağa çsâhü semti ağaçlanna kadar eskiliğinden hiç bir şey saklamıyor. Asırların ihmâli buralan fakirlerin zevksizliklerine göz yumularak kur­ ban edümiştir.

(2)

436 S O H I Y L O N V E R

. • UfAh^l» daha yazüanlar at değildir. Şâirlerin

tav-tirmiştir.

VAihthane hakkında yapüan resimler ve çıkarılan fotoğraflar çok

.e ç^^t n^Pn ^önce yapüan pullara da ilham vermiştir. vry ««r İstanbul nesU Kâğiithane'yi çok yakından tanırlar.

Bura-yTn^r^

Tkozm'b^^^^^' ^<^rihimize mâloU smı bit 'If-'^'^f'^^^^ Kâğıthane'de birleşire yoktur, gidi-S i i ^ ^ e r e sahne olduğunu bunda görecek ve okuyabileceğiz.

(3)

H E R D E V İ R D E K A C I T H A N E

437

E S K Î K A O I T H A N E

Bizanslılar zamanında da çok su­

lak olan bu semtte el tezgâhlarında ka­ ğıt imâl edildiği rivâyet olunur. XV. asırda Türkler de burada kağıt yap­ mışlardır denir. Bu cihetle oraya

Kâ-ğıthâne semt ismi olmuştur, t kinci Sultan Bayezid zamânında İstanbul'un

başlıca mesirelerinden biri de Kâğıthâ-ne'dir. Yavuz Sultan Selim'in nişancı­ sı TâcizMe Cafer Çelebi meşhur

He-vesnâme'sinde İstanbul'un zevk köşe­

lerini sayarken onu şu cümlelerle met­ hediyor :

«Geniş, çepeçevre bir kır. Yanı dağlık. Her taraf çimenler ve güllerle

süslenmiş. Geniş gölgeler yapan ağaç­ lar o kadar sık ki, dallar birbirine girmiş, serv ile şimşad elele tutuşmuş, rüzgâr onların üstünden koşakoşa ge­ çip gidiyor. Ar'ar'daki taze yeşillikleri yaprak sanma. Onlar birer dildir ki bu yere felâket gelmiesin diye Allah'a yal­ varıyorlar. Çimenlerin arasından bir de ırmak akıyor. Çimendeki güller bi" rer ateş parçasına, lâleler kıvılcımlara benziyor. Güllerle koncalar ırmağın macerasına gizlice gülüşüyorlar. Çünki su ile söğütler arasında eski bir aşk var. Rüzgâr estikçe, ö sevgiliyi koru­ mak için, titreyen söğüt dallan

(4)

438 SÜHEYL ÜNVER

K A N U N İ S U L T A N S Ü L E Y M A N Z A M A N I N D A K A G İ T H A N E

Kâğıthâne Sultan Süleyman

asnn-da asnn-da bir mesîre yeri. Karaağaç taraf­ ları da meskûn. Orada en güzel çam ağaçlan ile dolu vehavuzlu bir bağçe-de güllü ve bülbüllü Kasr-ı Dilâra bağçe-dev­ rinin devamlı Şeyhü'l-tslâm't

Ebüs-Suud Efendi'nindAr. Çok meşhur ve

makbûl tefsirini burada istirahate çekildiği zamanlarda yazmıştır. Evliya

Çelebi XVII. asırda bu bağçeye gitmiş

ve gördüklerini yazmıştır. Evliya Çele­ bi Ebus-Suud âilesinin rızasıyla bağçe-nin millete hediye edildiğim ve halka açık tutulduğunu da yazmaktadır. Ya­ ni bu taraflar Kanûnî zamanında ma­ ruftur. Peçevî der k i :

«Sultan Süleyman'ın oğuUannın

sünnetleri için İstanbul'da At Meyda-«ı'nda iki defa düğün olmuş. 1 Şevval 936 (1529) dan başlayıp yirminci gü­ nünde Şehzâdeleri Mustafa, Mehmed ve Selîm, Damat ve Sadrazam İbrahim

Paşa sarayında sünnet olunmuşlar. Dü­

ğünün sonunda Kâğtthâne sahrasmda at koşulan tertip edilmiştir. Bir de ga­ yet uzun sink dikilip ve en üstüne bir gümüş tas dolusu altın ok atıcılardan kim önce vurdu ise mükâfat olarak onu almıştır. Sonra yine aynı yerde

Lütfi Paşa'nm sedâretinde 5. Zilkâde

946 (1539) da yalnız Şehzâde Bayezid'-in sünneti içBayezid'-in azim masrafla 13 gün süren düğün yapılmıştır.

XVI. asırda Kâğıthâne ehemmiye­

tini kaybetmemiştir. / / / . Sultan Murad zamanında yapılan çeşmelerden birin­

de Mimar Koca Sinan'ın Tezkiretü'l

Bünyân'mı yazan şâir Sal'în dokuz

be-yıtU kitâbesî vardır. Son misralan:

«Saî-i dâî dedi târihini,

Nûş-icân olsun içen müminlere.» 998

Kâğtthâne havalisi İstanbul suları­

nın Ktrkçeşme ve Turunçla sulan gibi en mühim geçit yerlerinden olduğun­ dan dikkat nazanndan kaçmamıştır.

Kanûnî zamanında Kâğıthâne'de. bir

köşk var. Hükümdar arada gelir, İstan­ bul su yollan ile yakından ilgilenir. Burası aynı zamanda Biniş Mahalli'âir.

Kanûnî, Kâğıthâne ilerisinde Kırkçeş. me kemerlerini yaptırdığında Hoca Nişancı Bey bu târihi söylemiştir.

«Nişânı fikr ederken bu binanın sâli-gan-asın, Dedi mulhim anın târihini di hay-n sutahay-nî»^

Kâğıthâne civarında ikinci bir do

re daha vardır ki o da Ali Bey deresi adı ile anıhr. Burada daha Sa'dâbâd'-dan önce Husrev-âbâd kasrının mev­ cudiyeti bilinmektedir.

Bu kasır yıkıldıktan sonra arsa­ sında Bizans'ddLTi kalma kadîm eserler bulunduğu görülmüştür. Fakat bu kı­ smı asla Kâğıthâne kadar m e ş h u r ola­ mamıştır. Çağlayanların ilerisinde Kâ­

ğıthâne köyü bulunduğu gibi Alibey

deresinin ilerisinde de bütün asırlar boyunca yoğurdu ile meşhur Alibey kö­ yü mevcuttur. Fransızlar her iki dere­ yi birlikte sayarak bunlara «Les Eaux

Douces d'Europe» derler.

Kâğıthâne'de düğünler bile tertip

edilirdi. Demek toplantılan sık s ı k olurdu. Evliyâ Çelebi kuyumcuların her yıl burada toplantı yaptıklarım^ Padişaha hediye verdiklerini yazar.

(5)

HER DEVİRDE KAOnHANE

439

^ SAFALARI

«EVLİYA ÇELEBİ Y E GÖRE»

«Recep Ayı başından Ramazan'ın ay'ı görülünceye kadar tam iki ay bu çimenli ve lâleli bahçelerde öyle eğlen­ ce ve işretler olmuştur ki, dil ile söy­ lenmesi ve kalemler ile yazılması im­ kânsızdır.

İstanbul'un bütün âyân ve eşrâfı ve mirasyedi hoppa çelebileri bu

Kâ-ğıthâne kazasında üç bin kadar nakış­

lı çadırlar «sehabe» ve «Nâmûsiye»leT ile vadiyi süsleyip her gece bütün ça­ dırlar nice kerre bin kandiller, bal ve yağ mumlarla çırağan ederlerdi.

Her gece hânende ve sâzende ve mutribler çeşit çeşit mûsikî fasıUariyle' sabaha kadar bir hây, huy olurdu ki gûyâ «Deccah çıkmış, denirdi.

Yatsudan sonra nice yüz bin fi-şenk havaya kanşır «Berkiler, bahriler, kelebekler, bedaluçkalar, delice ve ge­ beşler ve horozlar» adlı çeşitli fişenkler ateşlenür, gûyâ Kâğıthâne zeminini nemrûd ateşi içinde bırakırlardı.

Nice «şahî, enikli sarbozan» top­ lan ateşlenerek berr ü semâyı yıldırım sadâsiyle inletirlerdi.

Bu çadırlardan başka Kâğıthâne

Deresi iki tarafında yedi - sekiz bin ça­

dır, ehram ve kilimden ve «külbei ah-zandan» gölgelikler kurup gören Kâğıt hâne sahrasmda asker toplanmış zan­ nederlerdi, tki binden fazla dükkanda yemek ve içmekten başka her kıymetli şey mevcuttu. Kâğıthâne Deresi'nde bir çoklan da «$e«aver»lik ederdi. Böyle ârifler cem'iyyeti hiçbir târihde olma­ mıştır.»

Evliya Çetehi, Haliç kıyılarmın

bahçeler, bostanlaf, yalılarla süslendi­ ğini ve zamanmda nekadar rağbet ka­ zandığım canlı ve renkli lisaniyle meş

hur Seyahatnâme'sinde uzun uzadıya anlatır.

Kâğıthane'de, bu asırda da lâle var.

Evliya Çelebi burada «Lâlezâr

Mesire-5t»nden bahseder. «Lâle-i Gûnâgûn»

Kâğıthâne lâlesi olarak meşhur. «Lale

vakti burayı görenin aklı perişan olur» der.

Yine Evliyâ'mız der k i :

«Kâğıthâne Deresi kenarındaki

İmrahor Kasrı dere kenarında ahşap

bir binadır. ÂUi Osman padişahlarının atları burada çayırlar. Isteınbul âmiri burada oturur. Dünyâda nezîri olma­ yan bir teferrücgâhdır. Nice azîm çı­ narları vardır.

Yine derki:

«... Ey gussa vu gamda perişan hatır olan bîçâre, aklını fikrini bitir­ miş âvâre. Niçin gam sahrâsmda mec­ nûn mahzûn olup bu câyı pür havâyi Kâğıthâne'ye âgâh değilsin. Bu Devlet-i

Âl-i Osman zuhûr edeli hiç bir

teferrüc-gâhda bu Kâğıthâne şadümanlığı gibi bir şadümanlık olmamıştır. Bu îydgâ-hı görmiyen adam arzda birşey görmüş değildir».

Yine Evliyâ'naza göre Arap, Acem.

Hind, Yemen ve Habeş seyyahları ara­ sında bile rağbette «Benzersiz bir

Me-sîre» olarak kabul ediyorlar.

İstanbul kuyumcuları dahî eski bir âdete uyarak her sene burada toplanıp yirmi gün kalarak türlü eğlencelerle vakit geçirdikleri, güzel eserlerini or­ taya koyup. Padişaha hediye ettikleri­ ni yine J5v/iyâ'mızdan öğreniyoruz.

O devirde Kâğıthâne'de iki yüz: ka­ dar bağçe ve bağlı evler, Daya Hâtûn' tm bir mescidi, latif bir hamamı, yir­ mi kadar dükkânk bir çarşısı varmiş.

(6)

S O H E Y L O N V E R

440 .

Y E N İ K A G I T H A N E D E S A A D A B A D ' I N K U R U L U Ş U Ü Ç Ü N C Ü S U L T A N A H M E T D E V R İ N D E (1703 - 1730)

Istanbul halkmm Kâğtthâne'ye iti ban senelerce devam etti. Damat îb'

rahim Paşa'mn sadâreti hengâmmda

da Kâğıthane «Tenezzühgâh-t Hass u

Am olan Mesîre-i dilnişîn-i Hâtır

Kü-şâ, bir kişverde nazîri olmayan mevkii behçet afza ve mevzii nüzhet peymâ'-dan» madûd idi. Binaenaleyh, istan­ bul'un mevki, ve manzara itibâriyle mühim noktalanna Neşat Âbâd, Âsâf

Âbâd, Husrev Âbâd, Şeref Âbâd, Emn Âbâd gibi kasırlar inşa olunurken Kâ-ğtthâne'de de bir kasr inşa edilmesi

muvafık olacaktı. Fakat İbrahim Paşa bu kasnn hepsine fâik olmasını arzu etti. Harem dâiresi müştemilatiyle pek geniş bir büyüktü.

Esasen Eyiip civân bu devirde ga­ yet mergûbdü. Bahariye sahilleri muh­ teşem sultan sarayları ile müzeyyendi.

İbrahim Paşa inşaatı daha ilerlere gö­

türmek isterdi.

Fransa ile aramızda sefirier teâti-si ile münâsebetler düzeldiğinden Da­

mat İbrahim Foça'nın samîmi dostu

Fransız elçisi Marguss de Bonnac'ın ' verdiği plânlar üzerine deVrinin muk­ tedir Hdssa Baş Mimân Mehmed ve mühendislerini bu vazifeye meihur et­ ti. Evvel emirde Kâğtthârıe Deresi'nm aktığı yeri temizletti. Mimar ve sâîr üstadlarfa birlikte Oİıf/uîtte'ye gitti. (22 Şaban 1134) «1722».

O gün, yapılacak kasnn ilk temel. taşı törenle konuldu. Oglffelne Ka^rt'^ •

nın inşası için lüzumu olan malzeme pek kolay tedarik edildi. Dosyalan, herşeyde olduğu gibi, defteri hâlen

Başvekâlet Ar^ivi'ndedir.

O sırada Çengeîköyü'nde, Kuleli

Bağçe, Sultan Süleyman zamanındaki

şöhretini kaybetmişti. Bağçedeki kule yıkılmış, harap bir hâle gelmişti. İbra­

him Paşa, Kuleli Bahçe'deki traş edil­

miş mermerleri çektiri sefineleri ile Kâğıthâneye getirtdi.

Kasnn mümkün mertebe süratle inşâsı için mimârlar, taşçılar, amele, toplattı. Kâğuhâne Deresi'nin eski mecrasını değiştirtti. Dere Bahariye sâ-hiUerini ta'kib ediyordu. İbrahim Pa­

şa Hamherahâne tarafından da eski

mecradan daha geniş ve muntazam bir mecra açtırdı.

Hamberahârıe'den sekiz yüz zira,

mesâfeye kadar iki tarafı memer rıh­ tımlarla düzeltti. Şehrin kenarına otuz sütun dikildi. Bu sütunların üzerine bir Kasr-t Hümâyûn inşâ edildi.

Kasnn önüne çağlayanın aktardı­ ğı s ü ile dolacak gayet cesîm bir havuz yapıldı. Nehrin havuza döküleceği ma­ halde cesîm sedler, mermer teknelerle çağlayanlar yücude getirildi. Kâğuhâ­

ne Köyü. Hurrerrı Âbâd diye anılırdı.

Oraya'bir mermer çağlayan kondu. Bu deMirde Karaağdğ Bağçesi ma -mürdü. Üçüftcü Sultan Ahmed ekseriya bu bağçede vakit geçirîirdi.- İbrahim Pa­

(7)

l>o-HER DEVİRDE KAĞITHANE

nılarla mermer şedden Kasr-ı

Hümâ-yûn'MD. beri tarahna geçirtti. Cesîm

havuzun ortasma yapılan ejder ağızlı fıskiyenin suyunu bu sûretle temin et­ ti. Havuzun içinde ayrıca iki fıskiye, nehrin kenanna da iki çeşme yapıldı,

Kâğıtkâne Kasrı ve havıızları bu

suretle inşâ edildikten sonra. Kasır­ dan Baruthâne'ye kadar dere kenan na yalı tarzmda köşkler, aynca ha-mamlan havî bir harem dâiresi inşa edildi. Amele gece gündüz çalışıyorlar­ dı. O sûretle ki, bukadar inşaat, sırf

ibrahim Paşa'mn gayretiyle altmış gün­

de hitam buldu. Bu sür'ate herkes, hatta Nedim bile hayret ediyor.

cÇend mâh içre bu denlû eseri vâlâmn. Hele bilmem nice tecviz oivmur

imkânı.» diyordu. Kâğtthâne kasrının itmamı, şâirlere lâtif bir sermaye teşkil etti. Kasnn itmamına târihler söyleniyor,

Sadna'zam İbrahim Paşa'ya takdim

ediliyordu. Fakat tbrahim Paşa bu gü­ zide eserinin itmam tarihini hiçbir şâi­ re bırakmadı; bizzat kendi:

«Mübârek ola Sultan Ahmed'e dev-leüe Sa'dâbâd» târihiyle bu muallâ kasra «Sa'd Abadı» nâmım verdi. Artık kasrın her kısmın­ da, köprülere, havuzlara, hap şâirâne olmak üzere, birer at konuluyor. Ede­ biyatta olduğu gibi. bu tesmiyelerde bi­ le İran tesiri kendini gösteriyordu.

Gerek Sa'd Abâd'âııki kasırlar, ge­ rek dere üzerindeki köprüler, civarda­ ki tekyeler, hep şâirâne isimlerle teev-sîm ediliyordu : Kasr-t Neşâd, Kas-ı CV

nân, Çeşme-i Nûr, Hurrem Abâd, Ces-r-i Sürür, Cedvel-i Sîm, CesCes-r-i Nûrânî, Hayr Abâd, Nev Peydâ gibi isimler,

pür sükûn sular üzerinde, yeşil çınarlar altında, Sa'd Abâd ve teferruatım teş­ kil eden kasırlara, köprülere ve tekye-lere verilen namlardır.

441

tbrahim Paşa Sa'd Abâd'ı inşâ et­

tirdikten sonra, küşad resmi parlak bir sûrette icra edildi. 27 Şevval 1134 (1722).

Ogün kasnn iki tarafma müzeyyen ve muhteşem otaklar, Kumbarahâne civarına sırma işlemeli çadırlar kurul­ du. / / / . Sultan Ahmed Parlak bir alayla Şa'dâbâd'ı teşrif etti.

Küşâd resminde devlet erkânı he­ men kâmilen hazır idi. Onlara ziyâfet-ler verildi. At koşuları yaptırıldı. Ko­ şuda kazananlara «Öndü namma ku­ maşlar», altunlar verildi. Aynı ve Sam­ sun güreşleri seyredildi. Atlı cirid, Pi-yâde koşulan tertib olundu. Akşamla ra kadar ziyâfetler, oyunlar verildi. Devlet erkânına serâser kaplı erkân kürkler ihsan olundu.

Ogün Damad İbrahim Paşa için şanlı bir muvaffakiyet günü idi. Padi­ şahın Kâğıthâne'yi teşrifi şâirler tara­ fından tebcil ediliyordu :

«Ey şehinşâh-ı cihân lütfunla Sa'-dabad'ı çok Eyleyip teşrif verdin tâze revnak

şanına Lâlezârın da acâyip şevki var has­ rettedir Ol da yüz sürmek diler

Hunkân-mın dâmânına Çünkü Sa'dâbâdı seyrettin

Şehin-şâha buyur

Xzz u devletle çırâğânın dahî sey­

rânına.»

Sa'dâbâd civan az zamanda şen­

lenmişti. Derenin iki sahili zarif ve be­ yaz kökşlerle dolmuştu. Bu köşkler hep saray erkanmm idi. XIV. Louis'nin

(Versailles) ine Sa'dâbâd adeta nazire

teşkil ediyordu.

Fransa sefirinin Padişah'a takdim ettiği kırk kadar portakal ağacı, koyu

(8)

442 S Ü H E Y L O N V K R yeşil, parlak yapraklariyle büyük sak­

sılar içinde Sa'dâbâd'm kıymetdar mü-zQryenâtuu teşk!l ediyordu.

Sa'dâbâd'm inşâsı mUhim bir hadi­

se idi. Sefirler kırallanna yazdıktan raporlarda bu mualla kasırdan bahset­ tikleri gibi Paris'de intişar eden Mer­

kür gazetesi bile Sa'dâbâd'm tasviri hakkında İstanbul'dan gönderilen bir mektubu dere ediyordu. Fakat bütün bu tasvirler içinde en güzidesi yine millî şâirlerimizin eserleri idi*.

Kâğıthâne'mn en güzel târihlerin­

(9)

HER DEVİRDE KAĞITHANE 443

S A D Â B Â D M I , S A Â B A D M I ?

Lügât-t Târihiyye ve Coğrafiyye'de

şöyle bir kayıt vardır:

cDersaadet'de Kâğtthâne mesiresi­ ne Sedâhâd tesmiyesi sahih değildir.

Sahihi Said Âbâd'tır. Zîra Kâğıthane'­

yi ve çaglayanlan sard-ı esbâk Sait Pa­ şa 1740' 1153 târihinde Fransa'da gör­

düğü ^Versailles' çağlayanlarına taklî-den yaptırmış ve onun namına nisbet-le şöhret bulmuştu».

Muhakkak ki, böyle ^Said-Abâd^ lâfzını ancak bu kayıttan öğreniyoruz. Taa Sultan III. Ahmed zamamnda bu­

rası «Sâdâbâd» diye anılmakda. Devrin şâiri Nedîm de «Sâdâbâd» demektedir.

28 Çelebi Mehmet Efendi Paris'e

sefaretle gnderildiğinde refakatenide bulunan oğlu Said Paşa ile birlikde

Versailles'! de görmüşler ve avdetlerin­

de bunu hikâye etmişlerdir. Her devir­ de târihimizde gözden kaçmayan gizU kıskançlıklar burasmm «Sâid-&bâd» olarak adlandırılmasma mâni. Sonra

1153 târihi de doğru değildir. Başka hiç bir kaynakta da «SMd-âbâd* tesmi­

(10)

444 SOHEYL O N V B R

in S U L T A N A H M E D Z A M A N ı N D A K A Ğ ı T H A N E S A * D A B A D

«Bak Sıtanbul'un şu Sa'dâbâd-ı nevbünyânına Âdemin canlar katar âb u havâsı

cânma Ey sabâ gördün mü mislin bunca

demdir âlemin Pûştüpâ urmaktasm Iran'ma

Tu-ran'ma» (Nedim)

Ayvansarâyî Hüseyin Efendi,

Mec-mûa'smda Sa'dâbâd'a. şöyle diyor: «Saadetin ma'mûr eylediği mahal yani bir nuhûsetsiz ve seâdetli mahal ol-malka ânm te'sîri imâr edilmesine se-beb olmuştur».

28 Çelebi Mehmed Efendi'nia

Pa-ris'den getirdiği Marly Şatosu plânı günün birinde çabuk ve gayret verecek bir sûrette İstanbul'un en gönül alıcı mevki'lerinden birine. Kâğıthâne vadi­ sine naklolundu.

Kâğtthâne'nin o gönül açıcı vadi­

si, tepelerine kadar birkaç hafta için­ de kâmilen köşklerle örtüldü. Padi­ şah'm kurdurduğu o muhteşem bina-nm yambaşmda sarayın ileri gelen me" murlan tarafmdan altun yaldızlı, ya-hud boyalı tahtalarla inşâ etttirilmiş köşkler yükseldi. Artık baş vurmadık­ ları ziynet yoktu.

«Topcübaşt» kapısımn üstüne tunç

renginde ağaçtan yapılmış bir top ko­ yuyor. tŞâhinlik Zabitleri» evlerinin üzerine kuşlar koyduruyorlardı.

«Kaptan Paşa» ya gelince o da

del-hizini, içerisinden top atılan bir «çek­

tirme» ile süslemişti.

Çayınn ortasında sâkin sâkin akan küçük derenin sahilleri beyaz mermer­ lerle döşenmiş olduğu gibi bu su ka-nalımn iki sahili arasmda geçmeyi köp­ rüler temin ediyordu.

Versay'sL olan benzerliği tamamla­

mak için Fransız sefiri Padişah'a kırk dane portakal ağacı vermiş, o da ken­ disine âid köşkün etrafma sandıklarla beraber koydurmuştu.

Bu sûretle şekli ve görünüşü deği­ şen Kâğtthâne Üçüncü Sultan Ahmed'-in okadar hoşuna gitti ki ismAhmed'-ini değiş, tirmeğe karar verdi. Kâğtthâne yerine öğünden itibaren «Sa'dâbâd» denilme­ ğe başlandı.

Artık şâirlere târihler söyleme sı­ rası gelmişti. İbrahim Paşa en başta

«Mübarek ola Sultan Ahmed'e devletle

Sa'dâbâd» târihini söylemişti.

Bunu pek çok kasideler, şarkılar ve târihler ta'kib etmişti.

Bugün bu sarayın bütün iç taksi­ mat ve teferruatım, Padişah'm fevkânî dâiresini, velhasıl her tarafını resim­ siz olarak bilmekteyiz. Topkapı Sara-yt'ndaki Üçüncü Sultan Ahmed'in ka­ labilen odalarından Sa'dâbâd Kasrı tez-yînâtı ve mimârisi hakkında tamamla" yıcı bilgilere sahibiz.

Sa'dâbâd'ı korumak için birkaç

hafta yettiği halde ismini ve orasını da yok etmek için de birkaç saat kâfi gel­ di. Anî ihtilallerden birinde Sultan tah­ tından indirildi. Bir insansızlık süm-sü arkalannda harabeden başka bir şey bırakmıyarak Kâğtthâne vadisin­ den geçti.

Bu fâciadan kısa bir zaman önce

Damad İbrahim Paşa'nm balık avına

gittiği ve bir balığın sandalına atladığı söylenir. Bunun üzerine paşa: «İkba­

limiz galiba sona erdi», demiş. Şark'ta

însanlann en fena yorumlan ile kendi­ lerine yaptıklannm acı misâllerinden biridir.

(11)

HER DEVİRDE KAĞİTHANE

445

KAĞITHANE KÖŞKLERİ

Eskidenberi sembolik bir değeri olan XV inci asrm sonlannda başla­ yan Kâğtthâne'nin zaman zaman ve çok defa mahdud ölçüde devam eden hayaü Üçüncü Suttan Ahmed zamamn-da zamamn-daha câzib bir hâl alnuştır. Yalnız bir sultanm sevdiği bu yerde vücude getirilen çağlayan yanmdaki kasn bu güzel yeri şenlendirmeğe kâfi gelmedi­ ği için devlet ve ordu ve saray erkâ­ nından 200 kadar zâte dere kenarmda arsalar gösterilmiştir. Onlar da hü-kümdarm bu lutfuna teşekkür edip bir çok masrafa girerek birbirinden a'la mükellef kasırlar yaptırmışlar. Bu sû-retle Kâğtthâne Deresi'nin eski boş byılannı canlandırmışlar ve süslemiş­ lerdir.

Bu köşklerin sayısı 60 ile 120 ara­ sındadır derler. Birer büyük salon ve iki aralıktan başka müştemilâtı yoktur. Fakat birşey yaptırmayıp da bir saye-ban denen çadırlı bir gölgeliği olanlar

da bu meyana dahildir.

Bir yerde bunlara (bahariye köş­

kü) de deniliyor.

Bu köşk ananeleri beşyüz senedir İstanbul'da vardır. Bunlar bağ köşkle­ ri tek ve büyükçe bir odadır. XV inci asırdakilerden mevcud bir binâ hatır­ lamıyoruz. Amma Çinili Köşk mevcud-du diyebiliriz.

XVI mcı asırdakilerin kârgir olan­

lardan biri İstanbul haricinde Baktr

köy kara taraflannda halen Baktrkö-yü akıl ve sinir hastahanesi hizasında

arkada Siyavuş Paşa çiftliğinde bir ha­ vuz ortasında ufak bir yatak odası ve bir büyükçe kubbeli bir salondan ve

bir de ayakyolundan ibarettir. Emsal­ lerinden birşey kalmamıştır.

Gülhâne'ye karşı deniz kenarmda

surun üzerinde İncili Köşk (Sinan Pa­ şa) resimlerinden beğendiğimiz hatıra lardan biridir. Bunlarda kahnmaz. Bir­ kaç saat oturulabilir. Bu kabil müste-kil odalara geçen asırda ve kısmen bu asrm başlarında Boğaziçi'nde Leb-i

Deryâ'da yalılar da epiy yapılmıştır.

Adeta Boğaziçi ve Haliç yalılarında ve bilhassa Haliç'te Aynalı Kavak sahil sa­ rayında bir an'ane halini alacak kadar yer etmiştir.

XVII inci asnn yegâne hatırası

sonlarma doğru Sadrta'zam Amcazâde

Hüseyin Paşa'nm herhâlde yalısı bah­

çesindeki salondur. Yegâne ahşap ve devrin klasik süsleriyle haınkulâde bir odadır. Bunlarda günlerle yatılmaz, ve haremin de bulımduğu sayfiyeler değil­ dir.

İşte bu an'ane XVIII inci asırda devam ediyor. Topkapt Sarayt'nda kâr-girlerinden birkaç örnek vardır. Bo­

ğaz îçi'nde küçük çapta âbâdlar da

bunlara misâl gösterilebilir. Bunların ahşap olanlanndan birkaçı Topkapt

Sa-rayı bağçesinde gösterilebilir. İstanbul

taraflannda bağlarda ahşap olanların­ dan birkaçı Topkapt Sarayı bağçesin­ de gösterilebilir. Hele Kâğtthâne'de)ıı\-lerden bir eser dahi kalmamıştır.

Yalnız / / / , Sultan Ahmed zamanın­ da sünnet düğünlerinden birisini re­ simleyen ressam Levrii, şâir Vehbî'nin

Surnâme'sinde esnaf geçit resmi esna­

sında köşk yapıcılarının maketleri ara­ sında sırf böyle bir iki odalı tenezzüh

(12)

446

kasırlanndan dokuz kadaxmm maket­

leri soTiİimektsdeir. Ve bu, kasırlar

hakkında fikir vermektedir.

Kâğtthâtte'de bunlar dere

kenar-larma veya yakuundaki hakim tepele­

rin eteklerinde birbirine benzememek

şartiyle mevcut olanlar hakkmda bu maketler emsalsiz birer örnektir. ///.

Sultan Ahmed zamamnda Sa'dâbâd

bahsinde birkaçı ve verilen isimleri hakkmda bilgi verilmiştir. Süslenme­ leri mimftıi şekilleri gibi çok değişik­ tir. E n azmdan yüz kadar olan bu gü­ zel ve küçük olduğu kadar da zarif köşkler ve yalılar herhalde harikulâde

parçalardı.

îşte bunlar ihtilal sonunda yıktı-rdmışür. îzzi Târihi bunları; «Reziller ve sefiller üç günde yıkmıştır» diyor. Ama bir müddet sonra /. Sultan

Mah-mud zamamnda kısmen ihya edilmiş­

tir denmekte ise de târihte medenî ya-şayışmııızn bu yanm asırhk devrinin haturalan maalesef bir yerde resimleri ile geçememiştir. Bahçelerimizde böyle ufak ve müstakil yerler her devrimizde mevcuttu. Bunlann sahipleri belirli günlerde dostları ile giderler birkaç saat kalu-lar beraberlerinde gönderilen yemeklerle yanm gün olsun eğlenirler­ di...

(13)

m SULTAN SELİM ve ADLÎ MAHMUD ZAMANLARINDA

Kâğtthâne'de lII. Sultan Ahmed

samanından kalan ve sonra /. Sultan

Mahmud zamanında da onarımına iti­

na olunan Sâdâbâd sarayı / / / , Sultan

Sdim'ia himmetiyle 1206 (1791 - 92) de

yenilenmiş ve padişah 8 Zilkade 1207 (1793) de giderek dokuz gün ve gece burada kalmıştır. Bu devri gösteren birkaç resim elimizdedir. Tavsifleri bunlardan yapılabilir.

Ayni zamanda at koşulan da bu tâ­ rihlerde meşhurdur.

Sultan 1803 de burada yeni bar ta­ mir daha yaptmnıştu-. Usûlen bu gibi kasurlar hazırlanan keşif defterleri mû-cibince hemen her sene ilerde daha bü­ yük işler açmasm diye ufak tefek ta­ mirlere sahne olmuştur. Bu eski kasır­

lar ve saraylanmızm bakım ve muha­ fazaları an'anesinden geliyor.

1809 da Adlî Sultan Mahmud Çağ­ layanları, sarayları ve hepsi «resm-i

ce-dîd üzerinde yapılmış ve süslenmiştir.»

Yine harem dâiresi ve Hünkâr Köşkü' nü de ihtiva ediyor. Haremin bir kısım odalan dere üstüne bakmaktadır, bir kısım odalan da orta yerde geniş av­ luya nazırdır.

Haremle, harem ağalanna mahsus koğuş arasında «Su üzerindeki fevkânî

oda» bulunmaktadır. Yanmda bir ha­

mam, dere üstünde bir oda, bir setli sofa, aynca odalar yer almıştır. Diğer bütün odalarm veçheleri sayılan ile malûmdur.

(14)

448 S Ü H E Y L O N V E R

i n . SULTAN SELİM ZAMANINDA EYÜP SULTAN V E

KARAAĞAÇ YALELABI

Evi bir san'at müzesi hâlinde olan

Şura-yt Devlet azasından Keçecizâde Sadna'zam Fuat Paşa'nm torunu Re­

şat Fuat Bey ile 1919-1920 yıllan ara­

sında sık sık teşerrüf eder ve bu san'at sever zâtin lavhalanndan arzu ettikle­ rini tezhîb eylerdim. Bu cihetle sohbet­ lerinde bulunur ve Rahmetli Babam'-dan görerek Ressam Ali Rtza Bey Ho-ca'mdan tekemmül ettirerek devam et­ tiğim bir usul ile söylediklerini not ederdim.

Birgün dedi ki : «Üçüncü Sultan

Selim Boğaz'da ve Haliç'in iki sâhili

önünden geçerken arkasında oturan baş muhafızı Bostanctbaşı'yai, bu ki­ min yalısı Bu ne camü? Burası ne is­ kelesi? diye sorarmış. Bostanctbaşt bunlan nereden bilsin. Emrederek Bo­

ğaziçi ve Haliç sahillerinde neler var­

sa sıra ile yazdırmış; tezhîb ettirerek cildlettirmiş. Sultan sordukça bulun-duklan yerin sahifesinden okur, filan kulunuzun yalısı, filan cami', filan is kele... diye cevabını verirmiş.

tşte buna «Bostanctbaşt Risâîesi* derler.

Reşat Fuat Bey merhûmdan Ali Emtrî Efendi istiyerek bizzat istinsah

etmiş. Hâlen kütüphânesindedir. Ben de rahmetli Osman Ergin dostumdan bir sûretini almıştım. îşte Eyüp Sultan ve Karaağaç yahlan kısmını buraya sı ralariyle alıyorum.

Eyüp Sultan iskelesinden Bahari

ye'ye sıra ile:

— Cebeci Halîfesi yetimlerinin ya

lısı,

— Bekirağa Zâde Yalısı,

— Sabık tmam-t Sanî Efendi Ya­ lısı,

— Kayıkhâne, — Bostan İskelesi, — Valde Sultan Yalısı, — Esma Sultan Yalısı,

— Esma Sultan'ın Hangerli Yalısı, — Şâh Sultan İskelesi,

— Şâh Sultan Tekkesi,

— İbrahim Han Zâde Halil Bey Yalısı,

— Üçler İmamı Yahst, — Mütevelli Kadın Yahst,

— Eyüp Mollası Ali Efendi Yalısı,. — Hacı Osman Efendi Yalısı, — Bahâriye Saray-t Hümâyûn'u.

Karaağaçtan Sütlüceye sıra ile: — Karaağaç Saray-ı Hümâyûn'u, — İbrahim Hanzâde Bey Yalısı, — Zuamâdan Bahiri Efendi Yalısı^

(15)

449

S Â D A B A D C A M İ Î ve S A D A B A D Bânisi sultanın damadı ve

Sâdrtâ-Zfttn'ı Nevşehirli İbrahim Paşa'dır ki 13

sene bu makamda kalmış ve şehzâde-lerin sünneti için muazzam bir düğün yapılmıştır. 1132 Zilkadesinde (1720) Okmeydanında 15 gün ve gece devam eden bu d ü p n d e Süleyman, Mehmed,

Mustafa ve Bayezid adında dört şehzâ­

de sünnet edilmiştir. Sâdâbâd'da Da­

mat İbrahim Paşa gayreti ile bitirilmiş,

vezirler, âlimler, devlet ve asker erkâ­ nı davet edilip ziyafet verilmiştir.

Sâdâbâd Camii 1135 (1723) de

mi-nâre ve minberiyle tamamlanmıştır. 15 Rebiülevvel 1143 (1730) da Pat­

rona ve Mıs/i ihtilalinde devlet büyük­

lerinin Sâdâbâd'Ati yaptırdıkları 120 kasır yıktırdmıştır.

Lâkin / / / . Sultan Ahmed Sâdâbâd mı ihtilalcileri ortadan kaldırdıktan sonra /. Sultan Mahmud ihyaya gayret ettiyse de 1206 (1791-92) de II. Sultan

Selim himmetiyle yenilenmiş. 1224

(1809) de Adlî Sultan Mahmud emriyle çağlayanlar, kasırlar, saray ve güzel tarzda minâresiyle câmii yenilenmiş hatip ve müezzinler tayin olunmuş biı vaaz *dînî konferans» kürsüsü konmuş ve beş gün kadar oturmuş ise de sara­ ya mensup bir cücenin havuzda boğul­ ması ve bir câriyenin de ölümü üzeri­ ne dönülmüştür.

, «1234 (1818) Adlî Sultan Mahmud birgün atla Çtrağan yalısından Yıldız

Köşkü'ne. gelmiş ve orada durmadan

yola revan, dağlan ve sahraları Mek

terhâne dinleyerek geçilmesi devlete

mahsûs bir şan ve heybetli sadâsı «Mu

hît-i tâk âsumân» olduğu halde çağ­

layanların yanma inmiş, öğle namazını kıldıktan sonra pehlivanlar güreştiril­ miş ve çağlayanm etrafı seyre geleen halk ile dolmuş ve yine avdet atla ol­ muştur.»

(Letâif-i Enderûn) SULTAN MAHMUD DEVRİNDEKİ

ÇAĞLAYAN KASRI Çağlayan ciheti dört şahnişin üze­

rine binâ olunmuş ve bir kattan ibaret­ tir. Şahnişînlerin altları dört yuvarlak mermer • sütundur. Kaideleri bütün kârgirdir. Ağaçlar her tarafını örtmüş­ tür. Asıl çağlayan şelâleleri bir kattan ibaret ve ortalarmda üç büyük sütün ve kasr önündeki büyük havuzun orta­ sında da büyük burmalı bir sütün var­ dır ki üzerinde bir uçar kuş görülüyor. Kâğıthâne âlemlerinde (1838) de dere kenarları tabiî, sivri uçlu sandallar feraceli kadınlar. Sultan Mahmud fesli erkekler ve sarıklı yaşlılar, bir iki yer­ de ufak köşkler ve dere kenarlarında asır görmüş ağaçlar sıralanmıştır.

Adlî Sultan Mahmud'na oğlu ve

halefi Sultan Abdülmecid ve Kâğıthâne de sünnet edilmiş, bu münâsebetle ça­ yır çadırlarla donatılarak yer yer bü­ yük eğlenceler tertiplenmiştir.

(16)

450

SOHEYL C N V I R

KAEAAÖAÇ V E SABAYI

Karaağaç İstanbul'un taksimatma göre Sütlüce'ye bağlıdır. En parlak za­ manlarından birisini de XVI mcı yar şamıştur. Kanutâ Sultan Süleyman'la

22 sene Şeyhü'l-tslâmîtğtm yapan meş­

hur allame Ebussuud Efendi'tâa çok beğenilen bir eser olan Kur'ân ı Kerîm tefsirini telif ettiği bağçe de buradadır

Ebussuud Bahçesi diye meşhur. Zama-nmda bir de kasn varmış. Çam ağaçla riyle süslü, güUü ve bUlbüllü bir bağ.

Buna bitişik «Bezirgânbaşı bağı» müteaddid oturma yerleri olan kezâ süslü bir bağ.

Kanunî Sultan Süleyman, İkinci Sultan Selim ve Üçüncü Sultan Murad Sadna'zam't Sokullu Mehmed Paşa'nm ha^ da zamanında burada. Bahçesin­ de çeşitli meyveleri ve çiçekleri diğer bağlarda görülemiyecek derecede mü­ him bir bağçe. Buradaki yalıya «İbra­ him Hanzâde Yalısı» derlermiş.

Keza «Derviş Şamizâde Yalısı ye­ ni yapılmış bağçesiz bir yah «Kental Efendi Yalısı» basit ve lâkin giizeholf. Karaağaç't&, Silahdarağa'çLsi yaz mevsimleri her gece sabahlara kadar köçek oynar, hokkabaz, dürlü rakıslaı Kâğıthâne eğlenceleri arasmda sayılır. Karaağaç'a zaman zaman «Kırk­ ağaç» da dendiği birkaç kaynakta gö­ rülmüştür. Fakat daha ziyâde Karaağaç diye anılır.

Karaağaç semti tarihimizin hemen beş asırlık imtidadmda gezme ve bü-yüİderin oturma yer|erindei| biri. Ve-jelrleFiii bı^rada saray denen köş)^ v<> yalılan var. Vezir saraylanndan birisi­ ne «Karaağaç Yalısı» diyorlar. Deniz kenannda ve bir koru ile çevrihniş.

Yeri vaktiyle Defterdarzâde tbrahinı Paşa bağçesi imiş. Bu bağçenin havasi ve suyu Dördüncü Sultan Murad'tn (1622 -1648) hoşuna gittiğinden bu cen­ net bağı itlak olunan bü yere gelip eğ­ lendiği vaki' olur ve binlerce insanın kayıklarla Kâğtthâne'ye rağbet ettikle­ rini zevkle temaşa edermiş. Senelerle burası IV. Sultan Murad'm bahçesiyle beraber padişahların sık sık uğradıkla­ rı yerlerden biri olmuştur.

Burada da eskiden bir büyük sa­ ray vardı. Karaağaç Bağçesi Kasrı Tâ­ rihi : dediler, Evliyâ bu câye Târih -Zehî Hasr-ı Serefrâzi Hümâyûn 1083 (1672).

Üçüncü Sultan Selim'e gelinceye kadar padişahlar ilk ve sonbaharlarda gelip kalırlardı. Bu cihetle daima ma'-murdur. Fakat sonra itibar edilmez ol­ duğundan harabe yüz tutmuştu. Adlî Sutan Mahmud Kâğıthâne'nin yenilen­ mesi emrini verince Karaağaç Sarayı'-nın enkazı kaldırılarak temamen yıktı-nlnuştı.

1242 Muharreminde (1826) yeni ku­ rulan «Asakir-i Mansûre-i Muhamme-diyye» için binâ olunan kışlarlara di-varları taşlan konmuş ve sarayın yeri boşahnışür. Bostancıbaşı Halil Ağa bu raya bir kışla yaptırmıştır. Karaağaç Camii yakininde sarayı hizmetçileri için binâ olunan harem harab olarak yakın zamanlara kadar durabilmiştir. üçüncü Sultan Ahmed binâsı olan Karaağaç Sarayı Haremi bir kapısı üzerinde mezkûr Padiş&Juıi ş u beyti ya­ zılı imiş:

«Kaddi dilber gibi dil eğlencesi Gam küsanm Karaağaç Bağçesi»

(17)

HER DEVİRDE KAĞITHANE

451

SULTAN AZİZ DEVRİNDE KAĞITHANE

Sultan Aziz (1890-1976) Kâğıtha­ ne'de artık önündeki Çağlayan'la

adlan-dınlan sarayı yıktırarak yeniden yap­ tırmıştır. Biz buna yetiştik. Sultan

Azizin buraya gelişlerini tahkika im­

kân bulamadık. Fakat Çağlayanın he­ men yanında her tarafı açık, yalnız üstü kapalı yazılak kısmında Sultan

Aziz'in kızarmış kuzu yemesi dillere

destan olarak söylenmiştir. Fakat ha­ lefi Besinci Sultan Murad'm çok kısa süren saltanatında gelebildiği duyulma­ mıştır. Sultan Hamid buranın semtine bile uğramamış, Lâkin Hazine-i Hassa emlâkinden bulunduğu cihetle bekçiler marifetiyle muhafazasına itina olun muştur. Senelerle de metruk kalmıştı.

1908 Meşrutiyetinden sonra hâ-nedan mensubları teferrüç için bel­ ki geliyorlardı. Fakat Birinci Cihân

Harbi'nde (1914-1918) arasında bura­

da Kastamoni Mebusu tsmail Mahir

Efendi nezaretinde İstanbul'un muh­

telif kasır ve saraylarında

Darüleytam-lar açılırken burada da yetim kızDarüleytam-ların

mühim bir kısmı banndırılmıştır.

Darüleytamlar kapanınca Çağla­ yan Kasrt yine metruk kalmış ve niha­

yet İstihkâm Okulu olmuştur. Binanın

Sultan Aziz devrinde saray mimarisi

esas tutularak divarları kargir, içi ah­ şap olarak, geniş divanhâneleri ve oda^ lan vardır. Asıl dış şekli muhafaza olunarak içi yeni ihtiyaçlara göre böl­ melerle yapılması gerekirken maalesef

temamen hatta resimleri alınmadan ve plânları çıkarılmadan yıktırılarak şim-dük binâ daha gerilere alınarak yapıl­ mış ve Kâğıthane Târihi bu suretle ebediyyen kapanmıştır.

Sarayın selamlık dış kıısmmda de­ re kenarında yer alan câmi de Sultan

Mecid tarafından yaptırılmıştır. Çağla­ yan Câmii diye anılır. Devrinin zarif

eserlerindendir. Ortaköy Câmii'nm ufak bir modelini andırır. Padişaha mahfeel kısmı camie bitişiktir.

Kitabesi yazısı inşâ târihi olan 1279 (1862-63) de meşhur hattat ve hak-kâk Abdülfettah Efendi'mndir.

Kâğıthane deresinin iki kenan çı

nar ve kavak ağaçlariyle süsül idi. Ke­ narlarına rıhtımı Sadrıa'zam,

Keçecizâ-de Dr. Fuat Paşa yaptırmıştır B u ma­

mur kıyılar Karaağaca kadar uzanır. Tatil günleri Peremeye binmiş nice genç ve yaşlılar gelip eğlenirler, Dere ye girip oyalananlar da işidilir.

Kâğtthâneye gidenler sazlarla da

eğlenirler. Hanendeler dinlenir.

Sultan Abdülhamid zamanında bu

Köşk ve diğer kasırlar Bahriye Nezâ'

reti tarafından tamir edilirdi. Bozca-ada'h. Hasan Paşa'mn nazırlığı zama­

nında yapılan esaslı tamirinden sonra vücûde getirilen albümü Sultan'a tak-tim olunmuştur. Hâlen istanbul Üni­

versitesi Kütüphanesinde Yıldız al­

(18)

452 SÜHEYL ÜNVER

ŞAİRLER KAÖITHANE İÇİN N E L E R SÖYLEDİLER?

Deryâdan Katreler Hâlinde:

Gülelim oynayalma kâm alalım dünyâdan Mâi Tesnîm içelim çeşme-i nev peydâdan

(Nedim)

Geh varup havz kenarmda hiramân olalım Geh gelüp kasn cinan se3rrine hayran olalım Bir mezhere kim olmuş idi sa'd-ile-abâd Enva-i safâ cilvesine mevkii bünyâd Sahnmda bugün eşkim ider çağlayan icâd Kasnndîiki sükkânı, yetamayı düşündüm

(Ahdülaziz Mecdi:

Mahşer olmuş Sahni Kâğıthâne, dünya bundadır Cennete dönmüş, güzellerle temaşa bundadır. Bu da bir gündür kıyametten nişanı âşikâr îşte gör! 01 âfitâb ara bundadır.

Bilberin bâlâ bülendi âşıkm üFtadesi

Bir yire gelmiş bugün alâ vü ednâ bundadır. Anmasun sofî dahi kesrette vahdet âlemin Yari tenha avlayan uşşakı şeydâ bundadır. Cümleden ol güne sermestam sahib hâl'den Nef'îi şûride-i bî pâki rüsvâ bundadır*.

(NefV

Namı gibi olmuştur o hem sa'd hem âbâd İstanbul sermaye-i hafr olsa revâdır Gühsârlan bağlan kasırları hep Güya ki bütün şevk-u zevk-u safâdır.

(Nedim)

Düşermi ictinâb etmek seninçün ağlayanlardan Sirişk-i çeşmimin farkı var mı çağlayanlardan, îyd irişsün bâis-i şevk-i cedîd olsun da gör Seyr-i sa'dâbâd'ı sen bir kere iyd olsım da gör

(Nedim)

Neşve verdim cûşişimden devr-i Ahmed hâne de

(Yahya Kemal Beyatlt)

Tutayım zinde iken cennet-i âlâda makam Varaymı hâki abnâkine yüzler süreyim. Birgün olsun alayım bari felekten bir kâm

(19)

HER DEVİRDE KAĞITHANE 453

Bir kalem kaşlı, mürekkep kaşlı kâtib dilberi Halkı mecnûn îde yazdı sahn-i Kâğıthâne'de*

Bir sen ve bir ben ve bir mutrib-i pakize edâ iznin olursa eğer bir de Nedim-i Şeydâ Gayri yaranı bugünlük idüp ey şûh fedâ Gidelim servi revânım yürü sa'dâbâd'e

(Nedim)

Cennet-i Rûyi Zemîni görmek istersen eğer Ey nihali bâği işve bâğı sa'dâbâd'e gel

Her taraf olmuş müzeyyen nahl-i gülden serbeser Ey nihali baği işve baği sa'dâbâd'e gel

(İstanbullu Hezarî)

Bak Sıtanbul'un şu sa'dâbâdı nev bünyânına Âdemin canlar katar âbu havası cânına

(Nedim)

SÂ'DÂBÂD ŞARKıSı

tyd irişsün bâis-i şevk-i cedîd olsun da gör Seyri Sa'dâbâd'ı sen bir kerre iyd olsun da gör Kûşe kûşe mihrier mehler bedîd olsun da gör Seyri Sa'dâbâd'ı sen bir kerre iyd olsun da gör Anda seyret kim ne fırsatlar girer cânâ ele Gör ne dilcûlar ne mihrûlar ne âhûlar gele Tıflı nâzım sevdiğim bir iki gün sabret hele Seyri Sa'dâbâd'ı sen bir kerre iyd olsun da gör Gerç kim vardır anm her demde başka ziyneti Rûze eyyâmında da inkâr olunmaz hâleti

Şimdi anlanmaz hele bir hoşça kadr ü kiymeti. Seyri Sa'dâbâd'ı sen bir kerre iyd olsun da gör Dur zuhur etsün hele her kûşeden bir dilrubâ Kimi gitsün bağa doğru kimi Sahradan yana Bak nedir dünyâda resm-i sohbet-i zevk ü safâ Seyri Sa'dâbâd'ı sen bir kerre iyd olsun da gor Tıflı nâzım «cümle gördüm» deyu aldatma beni Görmedin bir hoşça sen dahî o dilcû gülşeni Servi nâzım gel Nedimi z â n gezdirsin seni

Seyri Sa'dâbâd'ı sen bir kerre iyd olsvm da gör.

(Nedim)

Kİ) Süleyman F a i k Mec. İstanbul Ünlvensitesl K . T . Y . 4100 Sen, 12S1 (1816)

(20)

454 SÜHEYL ONVER

K A Ğ I T H A N E K Î T A B E L E R Î

Üçüncü Sultanahmed Çeşmesinde :

Menba-ı cûy-i saadet âb-ı Rûyu saltanat Hazret-i StJtan-ı Ahmed Ham

îskender sıfat Yaptmp bu kasn Sa'dâbâd'ı çün

nassı fekin Şöyle bir su verdi kim hayrette

kaldı kâinât Yani bir nev çeşme-i pâkîze

bünyâd etti kim Lüleli ibrik-ı şerbettir suyu sükker nebât Şevketin efzûn edüp hak ömrü

Hızr ihsan ede. Devlet ü şan ü şükûfu haşredek

bulsım sebât Abım nûş eyleyüp Vehbi dedi

târihini Dehre Sultan Ahmed icra etti

mâül hayât (1) 1134

Yine o mahalde Adlî Sultan Mahmud'un nişan taşmm son tarih beyti:

Sezâ cevher-i kalemle yazsalar târihini Vâsıf

Hünerverlikte avni,hakla taş dikti şehi mümtaz

(2) .1227

Bu târih 25 beyitten mür«kkep ve aynı zamanda iki metrodan ziyâde tül­ de yekpare bir mermere ta'lîk yazı il« oyulmuştur.

Üçüncü Sultan Selim devrine aid

diğer ufak bir taşta tarih beyti: Tüfenkendazlığı vermiş ağayı

pişkire Allah Dikince sengi bu menzilde aldı

feyzi Feyzullâh (3) 1204

En sonunda böyle yazılıdır : Ser

çuhadan Şehriyarî Hüseyinağa'mn ka­

dem mahallidir, 1138 buçuk adımdır. Diğer bir taşta Başta Adlî Sultan

Mahmud Tuğrası::

Son târih mısra'ları:

«Çatlasun a'dâ topla Mahmud Han kırdı sebû Destiyi urdu topla Sultan Mahmud ul Fial (2) 1227»

Bu târih yine büyüktür. Ayni za­ manda Çağlayan kasrı camiinin karşı­ sına tesadüf ediyor.

— TArihi Vehbi Efendi berayi çeş­

me der Kâğtthâne

Abını nûş eyleyüp Vehbî dedim târihini Dehre Sultan Ahmed icra eyledi

mâi hayât 1134 (1722)

Târihi Vasıf Efendi berâyi mabey-yni cedid der Kâğtthâne

Bendei Dergâhı Vasıf söyledi târihîni Oldu şimdi bi misil hakka bu

mabeyni cedid 1228 (1818)

(21)

HER DEVİRDE KAĞITHANE

455 Çağlayana yakın çayırın ortasında

bir dört köşe çeşme vardır. Süslemele­ ri Üçüncü Sultan Selim devri rokoko­ suna benziyor. Dört köşesinde kurna ve musluklar var. Dört tarafı iki ayak­ lıdır. Biraz da küçük su kasn yanın­ daki çeşmeye benzer. Sultan Hamid tuğralan. Kitabesinde «Hamid» ismi kazmmıştır.

Tarih Beyti:

Arzeder Feyzi Kulu inşasına tarihi tam

Yaptı lütfü padişahî çeşmei maül hayat

(22)

456

S Ü H E Y L O N V E R

BAZI KAĞITHANE ALEMLERİNE BİR BAKIŞ

Dün eski Sa'dâbâd çok kalabalıktı. 1924 de Turnam Şarktst oraya da yetişti.

Her sene Martın son günlerinde

Kâğıthâne eğlencesine giden tstanbu)

halkı, bu seneki soğukların uzaması yüzünden bu eğlencelerini ancak Ni-san'da yapabildiler.

îşte dün. havanm bir ilkbahar gi­ bi ılı kve güneşli, aym zamanda Cuma olması münasebetiyle sepetini ve çan-tasmı alan Kâğtthâne'ye koştu. Eski

Sa'dâhâd'm bugün yalnız ismini taşı­

yan bu mesire yine dün coştu.

Sandallar, kayıklar denizde çalka nırken araba ve otomobiller bir yjldı-nm süratiyle Kâğtthâne'ye yolcu taşı­ yordu. Kâğıthâne'jân geniş çayınna

takım takun yayılan neş'eli insanlaı mütemadî ve yeknasak bir sesle çınla­ yan davul zurnanın ahengine uymağa çahşıyorlardı. ötede beride kıptilerden mürekkep ince saz hey'etleri de aynca oynak havalarla kuzu çevirenlere hoş dakikalar yaşatıyordu.

Son zamanlarda halkın dilinden hiç düşmiyen «Turnam» şarkısı dün Kâğıthane'nin de umumî ahengini teş­ kil ediyordu.

Akşam geç vakte kadar devam eden bu çılgm ahengin güneş kaybol­ duktan sonra bir khle hâlinde Kara­

ağaç açıklanndan tstanbul'a doğru ak­

mağa başladı. Akşam geç vakit köprü­ nün üzerine yayılan insanlar ellerinde­ ki kır çiçekleriyle Kâğtthâne dönüşü­ nü anlatmış oluyorlardı. Dün aynı za­ manda Şaban'm son haftası olması mü­

nasebetiyle Eyüpsultan tarafları da çok kalabalık olmuştur (4 Nisan).

Kâğtthâne mesiresinin vakti

tlk-bahar'da başlar. Sontlk-bahar'da da bazen tekrar olunur.

Hıdrulyabis - kuruluktan yeşilliğe geçme vaktin - Hıdırellez değil - den başlayarak halk kayıklarla veyahud karadan arabalarla bilhassa tatil gün­ lerinde Kâğtthâne'yi âdeta istilâ ediyor lardı. Yaya gidenler de pek çoktur. Usulen Eyüpsultan'dan geçildiğinden

Hazret-i Hâîid'in türbesine de teveccüh

olunur. Cuma'ya rastlarsa erkekler ce­ maatle namaz kılarlar, kadınlar da ya orada dolaşırlar ve yahud gidecekleri vasıta veya sandalda beklerler.

Yiyecekleri Eyüpsultan çarşısın dan tedârik olunabilir.

Kadmlann bulunduğu gruplarda yanlannda al bir yer örtüsü, taslariyle su sürahisi, çocuklanna salınacak kur­ mak için kuvvetli bir ip ve yiyecek ola­ rak ta yalancı dolma, pilav, s ö ğ ü ş ve irmik helvası alırlar.

Şu eski manzûme bu ziyâretîeri höyle tavsif ediyor :

Kimi Hentuye biner. Kimi salıncaktan iner Kimi kayıkla gezer Sırmalı ehram serilmiş Biri oturup kurulmuş Gören ona aşık olmuş Çalmıyor bir tarfda saz Mâni ve şarkı yekâvâz Bir tarafda da hokkabaz Bir bölük güzel hanımlar Dedim acep bunlar kimler

(23)

HER DEVİRDE KAĞİTHANE

457

O meşrebe tas simler Ferâceler yeşil al renk Çingâneler eyler ahenk Başıma oldu cihan tenk O güzel güzel çocuklar Ellerinde yaylar oklar Bir tarafda da oyunlar İrdi şâhdâne leblebi O şekerli mahallebi Şekerli şerbet buz gibi Kavrulmuş fındıkçı haci O şekerli dondurmacı Aman o sakız helvacı Bir tarafda ayı oynar Bir tarafda maymun oynar.

Bir muharrir de şöyle yazıyor : tKâğıthâne mesiresi İstanbul'da

ilkbahar'da başlıyor. Letâfeti ancak birkaç hafta devam eder. Havada ha­ raret, çimende tarâvet zail oldu mu

Kâğtthâne'de letafet bulunmadıktan

başka baharın cenneti, yazın cehenne me döner».

Kâğtthâne'de en zevkli âlem Çağ­

layanların mehtabıdır.

Kâğtthâne'ye gidiş sevinçli olursa

da dönüş aynı saatte olduğundan san­ daldan sandala temaşalar da çok cün-büşlü olur.

Kâgtthâne'nin en hoş eğlencesi saz­

dır. Ayrıca çeşitli yiyecek satan yerler de bulunur.

Dönüş Kâğtthâne'ye gider gibi de­ ğil, bir aradadır. Hele kayıkta avdet pek keyiflidir. Herkes akşam üstü kayıkla­ ra binmeğe başladı mı derede kayıklar pek sıklaşır. Üstlerinden karşıya aşıla­ bilir. Bazen kürek işlemez. Diğerlerine tutuna tutuna geçerler.

Hanendeler dönüşte sandalda yine şarkılara ve hatta gazellere devam ederler. Hele birbirlerine naz ve niyaz'-da bulunanlar, göz süzenler de az de­ ğildir. Bunlarda tasaddî olmadığından görülmüyormuş gibi hoş karşılanır.

Bu akıntı cemiyeti Eyüpsultan'a kadar sürer. Oradan herkes gideceği semte ayrılır.

Kâğıthane aynı zamanda her sene

baharı sonlarına doğru muhtelif zennat ehli esnafın yetiştirdikleri çıraklarına peştamal kuşatmaları törenlerine de sahne olmuştur. Şarka ilim ve fende gibi insan usta «üstad» çırak olarak yetişir. Bugünkü mütehassıs ve asista­ nı yerindedir. Peştamal kuşatma diplo­ ma vermek demektir. Ziyafetleri de şöyle olur:

Herkes evinden bir yiyecek hazır­ lar getirir. Bunları bir araya koyarak birlikte yerler. B u usule ehli hirefe mensub olduklarından (hanfâne) der­ ler. Harif ehli zenaat demektir. Gide gi­ de herife dönmüştür ve kötüleme maksadiyle dilimize girmiştir. Meselâ şu herifi, herif-i nâ şerif, gibi

Herkesin evinde birşey hazırlayıp gitmesine harifane derler. B u da Ari

fâneye çevrilmiş, halk dilinde Erfaneye

dönmüştür, tşte Kâğıthane bu sanat­ kâr esnafın diploma verme törenlerine de sahne olmuştur. Bu törenler için 5aizlerce çadır kurulduğu olur, İnsan kalabalığından geçilmezmiş.

Bazı yabancı elçilere Kğıthâne'de ziyâfetler de verilmiştir. 1808 de Alem­

dar Mustafa Paşa'nm davet ettikleri

devlet ve hükümet erkânına Hanedan'-dan ve Eşraf-t Belde'den olan zevât toplanarak Senet ittifakı'nı düzenle­ mişlerdir.

(24)

458 SÜHEYL ÜNVER

(30 sene önce istanbul)

DİLLERDE DESTAN OLAN ESKt KÂĞITHANE

ÂLEMLERİ NASILDI, BURADA NASIL EĞLENİLÎRDİ?

Lüks kupalarda yaşmak fareceli, kocaman yelpazeli, elmaslara mustag-rak saraylılar, arkada at üstünde eli kırbaçlı harem ağaları...

Bir zamanlar Kâğıthane, istan­ bul'u en iyi temsil eden mesire idi. Bâ.

bil kulesi gibi, her tabakadan, her

milletten, her cinsten, boyboy, türlü türlü eşhas;

Sultanlar, şehzadeler, mabeyn er­ kânı, mahdumlar, damatlar, kalem bey­ leri, miras yediler... Hanımefendiler hanımlar, meşhureler, Beyoğlu yosma­ ları. Sonra, bilhassa kayıklar, her çeşit­ ten adam.

Şeyhü'l-îslâm kapısında kâtip, Defterhânede mümeyyiz, kereste güm­ rüğünde mukayyit, Şirket-i Hayriyede (enspektör), Uzun çarşılı. Yorgancı. Tersaneli, Haddaneli, Çeşmemeydanlı..

Her milletten nümune : Arap, Acem, Arnavut... Musevî, Ermeni, Rûm... Her türlü satıcı : Helvacı, ma­ cuncu, şerbetçi, oyuncakçı, baloncu..

Çifte nara zuma, göbek atan çin-gâne kızları, hampur ç e ^ n çocuklar, sazdan külâh satanlar... dilenciler...

Araba piyasalarıma yapıldığı ta­ rafla kayıkların bulunduğu cihet ara­ sında büyük fark vardı. Arabalar tara­ fı güya mevkii mahsus, öbür tarafta umumî yer.

Kâğıthâne mevsimi pek kısa ömür­ lü idi. Mart dokuzundan sonra yavaş yavaş canlanır, Hıdrellezde kemâlini bulur, çayırlar biçilince tavsamağa baş­ lar ve modası geçerdi.

Kâğıthâneye gitmenin şartı, şurtu, usûl ve erkânı vardı. Hop dedik m» gitmek ne mümkün.. Kimin haddi?

Evvelden dakik hazırlıklar şarttı : Elbiseleri itina ile ütületmek, hatta icap ediyorsa lekeciye vermek. Yeni kostüm iki katlıekmek kadayıfUdır. Kolalı gömleği erbabına kolalatmak. Fese mükemmel kalıp, potinlere boya gümüş, altın yaldızlı, nikel her ne ise, baston sapını, sigara tabakasını, göz­ lük çerçevesini, saat göstegi, ucundaki şak şukayı âyine gibi parlatmak. Yüze sinek kaydı tıraş, bıyıklara kozmetik, saçlara losyon, üste başa bol lavanta.

Sonra en büyük mesele iyi bir ara­ ba bulmak... Beyoğlu tarafında,

(Pera-palas)m önünde, İstanbul cihetinde

ise, Sultan Mahmud Türhesi'rün veya

Şehzade Camii'mn yanındaki arabalar­

dan tedarik edebilirseniz ne mutlu. Arabacının kılık, kıyafetini de gözden kaçırmamak, ihmal etmemek şarttı. Sünepe, üstü başı pek berbat İse bir az olsun çeki-düzen verdirmek, evde ki giyilmeyen bir ceketi veya köşeye atılmış kamseleyi o günlük iğretiden sırtına giydirivermek âdetti.

Ekseriyetle paytonun veya kupa­ nın karşıki oturacak yeri kırık olur, ikide bir vidası çıkar. B u sebeple ön­ den muayene ile bir vida yahut altına bir destek elzemdi.

Araba parası iki ile ü ç mecidiye arasında tahalüf ediyordu. Ü ç mecidi-yelik arabanın fırçası, toz alacak tüyü, ekseriya yeşil çuha setreli, parlak düğ­ meli arabacısı ve temiz boyası olurdu.

(25)

459 Bu arabacı, ağa tavırlı, tecrübeli, Jep

demeden leblebiyi çakar, halbuki öbür arabacı, bir omuzunu yukarı öbür omuzunu aşağıda tutar, külhanbeyvari yerinde oturur, içeridekilerle lüzumlu lüzumsuz lâubali olur, kalıp sigarası isteyip birini kulağının arkasına koyar, arabayı bir yerde durdurdumu, hay-vanlann boynuna yem torbalarını ge­ çirirdi. Bu haller arabadakileri kan ter içinde sokacak ayıp şeylerdi.

Şişlide köşedeki karakolu, daha ileride, münasebetsiz isimli, köhne yı­ kık kır kahvesini geçtikten sonra, şim diki Hürriyet Tepesinin hizasından yo­ kuş aşağı, doğru boylanınca toz duman deryasma karışırdınız.

Burada göz gözü görmek yoktu. Bütün siyah ve lâcivert esvap (gri) ren­ gine girer, arabanın yağız atları kırla-şır, saç bıyık, sakal, kirpik, kumralla-şır, toza, toprağa bulanmış bir sinema komiği kadar feci bir vaziyette araba­ cının gözün kandilinden başlayarak, bini bir paraya envai küfür, melül, mahzun, aşağıya, vadiye inerdiniz.

Evvelâ, Kâğtthâne Köyü tarafında­ ki yola doğru biraz gidilir, tenha bir kenarda durulup üst baş süprülür, saç­ lar taranır, bıyıkların kozmatiği tazele­ nir, (opoponaks), (miîfîör) lavantala­ rından yine mebzulen üste, başa, men­ dillere serpilir di.

Tathirat ameliyesi bittikten sonra, sanki hiç bir şey olmamış gibi kendini neşeli göstere, göstere, devrana, piya­ saya dahil olunurdu.

Bu esnada daha ortalık tenhaca olur, kodamanlardan eser görülmezdi.

Araba piyasasının sahası muayyen­ di. Paydos oluncaya kadar bu saha içinde, ya yol üstünde, bir kenarda du­ racak, yahut arabanızla dolaşacaksınız. Mütemadiyen beş on dakikada bir dur­

ma ve sonra dolaşma. Boyuna aym hal...

Akşama doğru kalabalık artar fevç fevç saray takımının, bazı mabeyn erkânının, mahtumlann, damatların, genç hünkâr yaverlerinin, Beyoğlu dil­ berlerinin sökün ettikleri görülür Lüks kupalarda, yaşmak feraceli, ko­ caman yelpazeli, elmaslara, incilere müsteğrak saraylılar,,. Arabacının ya­ nında, kolları çaprazvari göğüsüne ka­ vuşturmuş, genç gidiş ağaları; arkada at üstünde, eli kırbaçh, aksi harem ağalan... Dikkatli bakmağa, şakaya gelmez; kırbacı yapıştırır.

Diğer kupa arabalarda, çarşafların, guguruklu başları aradan görülen bu-luzların envai, kaşlarda rastık gözlerde sürme, yanaklarda allık, yüzde püskü-re ben. Dudak boyası daha keşf edil­ memişti. O zaman tepe topuzu herke­ sin başını koskocaman bir hale sokar­ dı. Hanımların kupadan gayrı arabaya binmeleri de yasaktı. Hâttâ arabalar perdeli olacak, bir karıştan fazla perde indirilmiş bulunacaktı.

Arabada oturmanın da adap ve er­ kânı vardı. E n muvafıkı iki kişi bin­ mek; bir üçüncü de varsa onu ortaya almak. Daima mevkii pek rahatsız olan bu zavah, hesaplı kitaplı, bir az ileriye doğru, muvazeneli oturmağa mahkûm bir muztaripti.

Alınacak pozlarda çok dikkat lâ­ zımdı. Hep vakarlı, ciddi durulacak. Neşesiz, abus görünmeyecek kadar ara sıra tebessüm... yılışma hududuna yak­ laşmak memnu... yanmızdakilerle tek tük, kısa heyacanlı kelimeler :

Meselâ yavaşçacık : «Hakikaten

taravettar bir simayı lâtif!. Yahut : «Levendasa bir endam-ı diîruba!» falan

gibi.

O zaman, nefis enfes kelimeleri,

Referanslar

Benzer Belgeler

Subfoveal koroidal kalınlık ile aksiyel uzunluk ,kırma kusuru, göz içi basınç arasında anlamlı herhangi bir korelasyon saptanmadı.. Cinsiyet, göz rengi ile subfoveal

醫療衛教 糖尿病患的眼睛保養 返回醫療衛教 發表醫師 林英欽主任 發佈日期 2013/03/15 糖尿病患的眼睛保養

Yapılan araştırmalar öğrencilerin çeşitli yöntem ve teknikler kullanıldığında akademik başarılarının, hatırlama düzeylerinin arttığını ve kavramlaeın

Edebiyatçılarımızı kısa bir za­ manda yıpratan ve yeni nesiller tarafından anlaşılmaz, bu se­ beple de daha sağlıklarında unu­ tulmuş hale getiren Türk

Eğer ik­ tidar hükümeti Helsinki me­ selesini Halk Partisine hü­ cum işi gibi ele alsaydı, bey­ hude enerji sarfı yerine mem­ lekete hiç değilse şeref

and London that French ports and German military Of course it goes without troops have been moved to- aircraft to operate from his saying that the United

Sonuç olarak, burada bilgisayarlı tomografi ve bronkoskopik bulguları ile santral bronş tümö- rünü taklit eden ve anti-tüberküloz ilaç tedavisi ile tedavi edilen EBTB

akşam kendisini ziyarete gittik­ leri vakit bu kara haberle karşı­ laşmışlar, ailesini teselli etmiş­ lerdir. Reisicümhur