• Sonuç bulunamadı

16. yüzyıl batı (Oğuz) Türkçesindeki Arapça unsurlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "16. yüzyıl batı (Oğuz) Türkçesindeki Arapça unsurlar"

Copied!
107
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI TÜRK DİLİ BİLİM DALI

16. Yüzyıl Batı (Oğuz) Türkçesindeki Arapça Unsurlar

Yüksek Lisans Tezi

Danışman

Dr. Öğr. Üy. Perihan ÖLKER

Hazırlayan

Adam Mohamad Bashar MOSTOOR 154201041014

(2)
(3)
(4)

i

İÇİNDEKİLER

ÖZET ... ii ÖNSÖZ ... iv GİRİŞ ... 1 I. SUDAN TARİHİ ... 1

I.I. Antik Çağda Sudan ... 1

I.II. Sudan Adının Kökeni ... 1

I.III. Kûş Krallığı ... 1

I.IV. Nûbe’nin Hristiyanlık Tarihi (yaklaşık 350–1500) ... 2

I.V. İslam Dininin Sudan’da Yayılması ... 3

I.VI. Emeviler ve Abbasiler Döneminde ... 3

I.VII. Memlûkler Dönemi ... 4

I.VIII. Afrikada İlk İslam Devleti: Func Sultanlığı “es-Saltanatü’z-zerkā” ... 4

I.IX. Func Devleti İle Osmanlı Devleti Arasında İlişkiler ... 6

I.X. Dȃrfûr Sultanlığı ... 9

I.XI. Sudan’da Arapçanın Yayılması ve Resmi Dil Olması ... 10

I.XII. Bugünkü Sudan (1956) ... 10

I.XIII. Sudan’daki Diller ve Dinler ... 11

I.XIV. Sudan Lehçesinde Türkçenin İzi ... 11

II. Osmanlı Türkçesi ... 14

II. I. Fuzûlî ... 14

II. II. Şemseddin Sivâsî ... 15

II. III. Bâki ... 16

III. Yöntem ... 16

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 18

IV. ARAPÇA UNSURLAR ... 18

SONUÇ ... 96

(5)

ii

ÖZET

Batı Türkçesi, 13. yüzyıldan itibaren gelişerek yazı dili hâline gelmiştir. Daha sonra yerini klasik Osmanlı Türkçesine bırakmıştır. Doğuda Çağatay, Kuzeyde Kıpçak Türkçesi ile temsil edilen Orta Türkçe dönemi Türk lehçelerinin Batıdaki temsilcisi Oğuz Türkçesidir.

16. Yüzyıl Batı (Oğuz) Türkçesindeki Arapça Unsurlar adlı çalışmada, 16. yüzyılda yazılan eserler incelenerek eserlerde geçen Arapça unsurlar tespit edilmiştir. Çalışmada, Fuzûlî Divanı, Bâkî’nin Meâlimü’l-Yakîn adlı eseri ve Şemseddin Sivasî Divanı taranmış ve adı geçen eserlerde Arapça unsurlar ortaya konulmuştur.

Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde 16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin himayesinde olan ülkelerden örnek olarak Sudan seçilmiştir. İkinci bölümde şairler ve eserleri ile ilgili genel bilgilere yer verilmiştir. Son bölümde ise eserlerde geçen Arapça unsurlar terkipler, atasözleri, ayetler, hadisler ve dua cümleleri Türkiye Türkçesine çevrilmiştir.

Bu eserlerin incelenmesi ve eserlerde geçen Arapça unsurların ortaya çıkarılması ve bilim dünyasına kazandırılması 16. yüzyılda Arapçanın Türkçeye ne derece nüfuz ettiğini ortaya koyması bakımından ayrı bir değer taşımaktadır.

(6)

iii SUMMARY

Western Turkish developed from the 13th century onwards and became a written language. Later, it was replaced by classical Ottoman Turkish. Cagatay in the east, Kipchak Turkish in the north and the Middle Turkic dialects in the west are represented by Oguz Turkish.

In the study of Arabic Elements in the 16th Century Western (Oghuz) Turkish, the works written in the 16th century were examined and the Arabic elements in the work were identified. In this study, the Divan of Fuzuli, the Meâlimü’l-Yakîn of Baki and the Divan of Şemseddin Sivasî were searched and Arabic elements were put forward in these divans.

The study consists of three parts. In the first part, Sudan was chosen as an example from the countries that were under the protection of the Ottoman Empire in the 16th century. In the second part, general information about poets and their works are given. In the last chapter Arabic elements compound, proverbs, verses, hadiths and praying phrases have been translated to the Turkish of Turkey.

Examining these works and revealing the Arabic elements in the works and bringing them to the world of science have a different value in terms of revealing to what extent Arabic has penetrated into Turkish in the 16th century.

(7)

iv ÖNSÖZ

Fuzûlî, Bakî ve Şemseddin Sivasî Türk edebiyatının, özellikle 16. yüzyılda, iz bırakan büyük şairleridir. Oğuz Türkçesinin Osmanlı Türkçesi döneminde yazılan eserlerde Arapça kelimeler ve ibareler yaygın bir şekilde etkisini göstermiştir. Türkçe 16. yüzyılın öncesinde Farsçanın etkisi altında kalmış ancak bu yüzyıldan itibaren Farsçanın etkisi gittikçe azalması Arapçanın etkisi altına girmiştir. Diller arası etkileşimler değerlendirilerek hem siyasi hem sosyolojik tespitler ortaya koymak mümkündür. Dil canlıdır ve sürekli gelişen bir varlıktır. Bu doğrultuda dil incelemeleri vasıtasıyla bir toplumun tarihini, kültürünü ve hatta coğrafyasını tespit etmek, değerlendirmek mümkündür. Arapça, İslamiyet’in yayıldığı toplumların diline sirayet etmiş, dinin açtığı yolda kutsal bir kabul görerek dilleri etkisi altına almıştır. Benim de ülkem, Sudan’da, resmi dil olarak Arapçanın kullanılıyor olması, bu dilin Türkçe üzerinde nasıl bir etki yaptığını merak etmeme ve çalışmama bu şekilde bir yön çizmeme sebep oldu. Böylece İslam dininin ve Arap Müslümanların Sudan’a gelişleri ve Sudan halkının kültür ve dillerine olan etkisini de çalışmama dâhil ettim. İslam dininin ve Arap aşiretlerin Sudan milletlerinin yayılmasında büyük bir rolü vardır. Sudan’da Arap olmayan en kalabalık nüfusa sahip milletler hakkında bilgiler, Arapçanın bu dilleri nasıl etkilediği de çalışmada ele alınmıştır.

Fuzûlî, Bakî ve Şemseddin Sivâsî üzerinden 16. yüzyılda Arapçanın sadece sözcük bazında Türkçeye etki etmediği bir gerçektir. Burada ayet, hadis ve kalıp sözlerle de Arapçanın Türkçeye ve Türk edebiyatına nüfuzunu tespit etmeye çalıştık. Dilerin ilim âlemine cüzi de olsa bir katkı sunmuş oluruz.

Bu tezin hazırlanmasında, bana her türlü yardım ve desteği sunan, fikirleriyle beni yönlendiren ve değerli zamanını, bilgisini ve kaynaklarını benimle paylaşan çok değerli danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Perihan ÖLKER’e teşekkür etmeyi borç bilirim.

Adam Mohamad Bashar MOSTOOR Konya

(8)

1

BİRİNCİ BÖLÜM

GİRİŞ

I. SUDAN TARİHİ I.I. Antik Çağda Sudan

Sudan’da Taş Çağı’ndan beri Zenci cinsine ait kafatasları bulunmuştur. Bu dönemde, tarım öncesi bir toplumun özelliklerine sahip olan Sudan'da yaşayan insanlar taş aletler kullanmıştır. Nil’in batısında insan gruplarının yaşadıkları, kültürlerini ve medeniyetlerini kurdukları ortaya çıkmıştır. Sudanlılar yerleşik yaşam ve gıda işleme bilgisine yaklaşık M.Ö. 8000-7000 yılları arasında adapte olmaya başlamış ve M.Ö. 4000-3000 yılları arasında tarımcılık ve hayvancılık yapmaya başlamışlar (Gaberel, 2017: 1).

I.II. Sudan Adının Kökeni

Tarihi kaynaklarda Sudan denirken kastedilen alan bugünkü Sudan’ın topraklarından çok geniş bir alandır. Araplar Afrika'ya girdikten sonra siyahilerin yaşadığı ve Kızıldeniz kıyılarından başlayarak Batı Afrika’ya kadar uzanan geniş bir alana Biladu's-Sudan (Siyahların Ülkesi) adını vermişlerdi. Daha sonra "Bilad" kelimesi atılarak bu bölgeye sadece Sudan denmiştir. Geçmişte Yunanlar tarafından Sudan’a Etiyopya, Kara/siyah ülkesi, Kûş ve Nûbe ülkesi ve çok isimle adlandırılmıştır (Kavas, 2009: 459).

I.III. Kûş Krallığı

Nûbe ülkesi, birinci ve dördüncü şelale arasında yer almaktadır. Ve tarihte Nûbe ülkesi, pek çok isimle adlandırılmıştır. Tevrat'a göre Nuh, Ham’ın babasıdır, Ham Kûş ve Mısrayım’ın babasıdır, Mısrayım, Mısırlıların babasıdır ve Kûş, Nûbelerin babasıdır. Nûbe ülkesi Yunanlılar tarafından Eteobia adı verilmiştir. Eteobia kelimesi siyah anlamına gelmektedir. Nûbe kelimesi Neb kelimesinden, Nûbe dilinde Altın demek hem de Nûbe ülkesi “Altın ülkesi” demektir. Tarihçi Diodore, Mısırlıların kökeninin güneyden göç eden bir Nûbe topluluğu olduğunu söylüyor. Tarihi çağlardan önce Mısırlıların ölülerinin başlarını güneye doğru yöneltmişlerdir. İbadetlerinde tütsü kullanılmıştır. En ünlü Mısır Tanrılarının Nûbe bölgesinden olduğu da söylenmektedir. Mesala Osiris Mısır'ı barbarlıktan kurtaran, halkına tarım öğreten, kanunlar koyan ve Teyba şehrinde binalar inşa eden tanrıdır ve İsis, Mısırları vahşilikten çıkartan, meşru

(9)

2

evlilik kurallarını kuran Tanrıdır. Horus, Mısır'ı kötülükten ve çaresizlikten çıkartan ve Amon ise Mısır’a güneş veren en ünlü Tanrılarındandır (Uçar Nurcan, 2015: 56).

Kûş krallığının Mısır medeniyetiyle pek çok benzerliği bulunmaktadır. Charlis Bone gibi arkeolojik âlimler tarafından, eski Mısır medeniyetinin çoğunun Kûş Krallığından geçtiğini söylenmektedir. Hem de keşfedilen kalıntılarla kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Bu medeniyetin insanları birçok gelenek ve göreneğe sahiptir; Ölülerin mumyaları ve mezarları için piramitleri inşa ediyorlar ve farklı tanrılara farklı şekilde tapıyorlardı (Gaberel, 2017: 2).

Mısır etkisi, M.Ö 3000 yıldan sonra Sudan kültüründe görülmektedir. Mısır Hanedanları ile Sudan Kralları arasındaki ilişki, Hristiyanlık döneminden önceki son 2500 yıl boyunca, barışçıl ticari ilişkiler ve sömürge savaşları arasında değişmiştir. Mısır kültürünün Afrika halkı üzerindeki etkisi, Asvan'ın güneyindeki Yukarı Nûbe bölgesinin Mısır Hanedanlığı tarafından ele geçirilmesiyle başlamıştır. Son yüzyıllarda, Mısır askeri saldırıları, esasen köle arayışı ve kralın mezarları için yapı malzemeleri bulmak amacıyla ve aynı zamanda bölgeyi Mısır'ın sanat, kültür ve din açısından etkisine maruz bırakma amacıyla devam etmiştir. Bu süreden sonra Nûbe genellikle Mısır firavunu tarafından yönetilmiştir. Bununla birlikte, Nûbe halkı kendi kültürlerini ve geleneklerini korumaya devam etmiştir. Bu sebeple Nûbe’nin iki kültür sahibi olduğu anlaşılmaktadır. M.Ö. 11. yüzyılda Mısır Krallığı zayıfladıktan sonra Kûş valileri, Nûbe ordularının yardımıyla bağımsızlıklarını kazanmıştır. M.Ö. 8. yüzyılda Nûbeler Mısır kralları ile akrabalık bağını kestikten sonra Kral Kaşta döneminde Kûş krallığı güçlenerek Mısır'ın güney kıyılarına hâkim olmuş ve onun oğlu Piankhi döneminde (MÖ 750-719) Mısır’ın tüm Akdeniz sahillerini işgal etmiştir. Kûşlular zamanla eski güçlerini kaybederek Mısır’dan çekilmiş başkentlerini Napata’dan, Şendi yakınlarında Meroe’ye taşımışlardır. 350 yılında Kûş Krallığı Habeşistan tepelerinden gelen Aksum Krallığı tarafından 350’de yıkılmıştır (Yol, 2016: 3).

I.IV. Nûbe’nin Hristiyanlık Tarihi (yaklaşık 350–1500) Nobatia, Makarra, Aleve

Kûş krallığı yıkıldıktan sonra Kuzeyde üç küçük krallık Nobata, Makurra (başkenti Dongola) ve Aleve (başkenti Soba) ortaya çıkmıştır. Mısır ve Habeşistan'ın etkisiyle, bu üç devlet yavaş yavaş Hristiyanlığı kabul etmeye başlamıştır. 575 yılında 1. Roma İmparatoru

(10)

3

Justinian’ın Hristiyan misyonerlerini Nûbe'ye göndermesi ile bu bölge tamamen Hristiyanlaşmıştır. Bu krallık yaklaşık 6. yüzyıldan 16. yüzyıla dek sürmüştür (Yol, 2016:3).

İmparator Justinian, 545 yılında İskenderiye’den elçi göndererek Nûbe halkını yeni Hristiyanlık dinine davet ederek başlamıştır. Pelec, tapınaklarını yıkıp rahiplerini hapsedip tanrılarının heykellerini Konstantinopolis'e göndermiştir. 577'de Romalılar İsis tapınağını kiliseye çevirmişler ve Theodoros adında bir piskoposluk kurmuşlar ve o zamandan itibaren Hıristiyanlık Nûbe'de yüzyılın sonlarında hızla yayılmıştır (Hussein, 2012: 69).

I.V. İslam Dininin Sudan’da Yayılması Baht Antlaşması

MS 651'de Sudan'ın kuzeyindeki Nûbe kralı ile Müslüman lider Abdullah ibn Abi al-Sarh arasında Baht Antlaşması imzalanmıştır. Osman Bin Affan ve Sudanlı Hıristiyan Nûbe krallığının ardında gelişmekte olan İslam devleti arasındaki siyasi ilişkiyi şekillendiren bir antlaşma yapmıştır. O andan beri, Müslüman Arap hareketi Nûbe bölgesi içinde serbestçe akmaya başladı ve sonra İslam'ın yayılması hareketi şekillenmeye başlamıştır (Jamie, 2012: 8).

Daha ziyade ticarî ilişkileri esas alan bu anlaşmanın bir maddesi, Dongola’da inşa edilmiş olan Cȃminin korunması ve orada ibadet edenlere dokunulmamasıyla ilgilidir. Bu maddeden o sıralarda bölgede az sayıda Müslüman bulunduğu veya o sırada yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Anlaşmada Müslüman tüccarlara Makarra ülkesinde ticaret serbestliği ve iki taraf vatandaşlarına sürekli kalmamak şartıyla karşılıklı gidiş geliş izni verilmesi Müslümanlara bu ülkenin kapılarını açmıştır. Hişâm İbn Abdülmelik döneminde benzeri bir anlaşma Nil ile Kızıldeniz arasında yaşayan Becȃ kabilesiyle yapılmıştır. Kaynaklarda Mısır fethinin ardından Cüheyne ve Rebîa’ya bağlı Arap kabilelerinin Becȃ ve Nûbe topraklarına doğru göç etmeye başladıkları bildirilmektedir. Bu göç hareketi sayesinde Mısır’ın güneyindeki bölgede İslâmlaşma süreci başlamıştır (Kavas, 2009: 459).

I.VI. Emeviler ve Abbasiler Döneminde

Emeviler döneminde bölgede önemli bir sorun yaşanmamıştır. 819-822 yılları arasında Mısır'a vergiyi göndermeyen Nûbe ve Becȃ birlikleri Abbasi idaresine saldırmıştır.

868-905 yılları arasında Mısır ve Suriye'ye hâkim olan Oğuz Türklerinden Ahmed bin Tolun tarafından kurulan ‘Afrika’daki ilk müstakil Türk siyasi teşekkülü’ olan Tolunoğulları’nda

(11)

4

ordu, Türk ve Sudanlılardan meydana gelmiştir. Ahmed b. Tolun’un ordusunda 7.000 özgür savaşçı (muhtemelen Arap), 24.000 Türk köle ve 40.000 Sudanlı köle vardı. Tolunoğulları ordusunda Sudanlı kölelerin kullanılması, Sudanlılarla Türklerin ilk kurumsal temasını teşkil etmiştir. Tolunoğulları’nın başlatmış olduğu bu uygulama Mısır’da hüküm süren sonraki devletler tarafından da sürdürülmüştür. Özgür Araplar yerine hususi sadakat ile hanedanlara hizmet eden köle askerlerin cazibesi, Akşidler’i de Sudanlı kölelerden ordu kurmaya yöneltmiştir (Kavas, 2009: 459).

I.VII. Memlûkler Dönemi

Sudan’da İslam’ın daha geniş olarak yayılması Memlûkler dönemine rastlamaktadır. Memlûk Devleti’nin resmi ismi “Ed-Devletü’t Türkiya/Türkiye Devleti”dir. Memlûk devletinin gerçek kurucusu El-Melikü’l Zahir unvanıyla 1260 yılında tahta çıkan sultan Baybars da Sudan’a (Nûbe) bir sefer düzenlemiştir (Zengin, 2013: 11).

I. Baybars tarafından Nûbe’ye ordu gönderilip Dongola Kralı David tahtından alınmıştır. 674/1276 yılların arasında Şikenda, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra kendisine bağlı bir vali olarak hüküm sürmesi şartıyla Baybars tarafından tahta çıkarılmıştır. 716’1316 yılları arasında Muhammed b. Kalavun tarafından, Nûbe hükümdarının vergiyi ödemediği için Mısır’a gelerek İslâmiyet’i kabul eden Abdullah Berşembû’nun emrine bir ordu vererek Nûbe tahtı ele geçirilmiştir. Bir süre sonra Abdullah Berşembû Kenzitler tarafından öldürülmüş ve bölgeyi Kenzilerin ellerine düşmüştür. Bunun üzerine gönderilen birlikler bölgede kontrol sağlamıştır. Ancak Cüheyne kabilesinin ayaklanmaları nedeniyle, istikrar yeniden kırıldı ve bağımsız şeyhler ortaya çıkmıştır. Bu dönem, 15. yüzyılın başlarında, Sennâr'da kurulan Func Sultanlık, bu şeyhlerin büyük bir kısmını ele geçirene kadar yaklaşık iki yüzyıl boyunca devam etmiştir (Kavas, 2009: 459).

I.VIII. Afrikada İlk İslam Devleti: Func Sultanlığı “es-Saltanatü’z-zerkā”

Çağdaş Sudan’ın dini ve siyasi tarihi, büyük İslami devletlerin hâkimiyet kurması ile başlamıştır. Bunlardan 1504 yılında Func Devleti ve başkenti (Sennar) ve Darfûr Sultanlığı başkenti (El-Faşhir) 1650’de kurulmuştur. (Yol, 2016:3). Func Sultanlığı, Sudan’da kurulduğu için “es-Saltanatü’s-sevdâ’ (kara sultanlık) diye adlandırılmıştır. Func sultanlığı, Mavi Nil kıyısında hüküm sürdürdüğü için de “es-Saltanatü’z-zerkā” (mavi sultanlık) adıyla bilinmektedir (Aykaç, 1996: 216)

(12)

5

Func Sultanlığı, Mavi Nil ve Beyaz Nil arasında kurulan İslami bir devlettir. Bu toprak bugün Sudan eyaletinde yer almaktadır. Funçlar, 1504'te, bu bölgede yaşayan göçebe bir topluluk idiler daha önce Sudan'a göç etmiş olan bazı Arap kabilelerinin desteğiyle Hristiyan Aleve Krallığı'nın bağımsızlığını ilan etmişler. Güneydeki Sennar şehrini almışlar ve başkent yapmışlar. Funclar’ın lideri Amâre, İslam’ın kabul edilmesinden sonra, İslam’ın bölgede hızla yayılmasında büyük katkısı olmuştur. Func Müslümanları, İslam’ın Etiyopya’da ve Sudan’da yayılmasında büyük gayret göstermişlerdir. Hristiyan Aleve Devleti yerine Func Sultanlığı'nın kurulması, İslam'ın kitlelere yayılmasını sağlamıştır (Gaberel, 2017: 6).

Bölgedeki ilk İslam devleti, Func Sultanlığı 16-17. Yüzyıllar arasında bugünkü Sudan sınırları içinde büyük bir siyasi ve dini güç haline gelmiştir. 18. yüzyılın ilk yarısında en parlak dönemini yaşayan Func sultanlığı sınırları doğuda Kızıl Deniz'e, batıda Kordofan'a kadar uzanıyordu. Bu, İslamiyetin Sudan'a yayıldığı bir dönemdi. 18. yüzyılın ortalarından itibaren, Abdellab kabilesinin bazı kolları kendi bölgelerinde bağımsızlıklarını ilan etmeye başladı. 1782'de Dongola Kralı Abdullah, Func'un ülkesindeki nüfuzuna son verdi. Func Sultanlığı ile Dongola Krallığı arasındaki mücadele 1820’de Osmanlı Devleti’nin Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın Func devletine ayak basmasıyla sona ermiştir (Kavas, 2009: 460).

Func Sultanlığı'nın kurulduğu yıllarda, Osmanlılar Mısır'ı ve Nûbe'nin bir kısmını ele geçirmiştir. Osmanlılar, bu fetihlerden sonra İslam'ı Sudan'a yaymaları için birçok âlimi Sudan topraklarına göndermiştir. Func sultanları, bu âlimlere toprak tahsis etmişler; Kur’an ilimleri ve fıkıh öğretilmesi için birçok medrese yapmışlardır. Mısır ile çok iyi ilişkiler kurmuşlar ve birçok öğrencinin Ezher'e gönderilmesi için zemin hazırlamışlardır. Özellikle I. Bâdî, Mısır ulemâsı ile çok iyi ilişkiler kurarak onlara çeşitli hediyeler göndermiştir. Üstelik Kuzey Afrika ve Endülüs’ün bu hususta önemli katkıları olmuştur. Hicaz’a gidip hac görevini yerine getirmenin yanı sıra dinî ilimleri de tahsil eden bazı Funclar memleketlerine döndüklerinde zâviye kurup halkı irşada çalışmışlar; Hicaz, Mağrib, Mısır, Kuzey Afrika ve Irak’tan gelen öğrenci ve tebliğciler de onlarla ortak faaliyette bulunmuşlardır. Böylece, 16. yüzyılın başından beri, Doğu Sudan'daki Hristiyanlık etkisini kaybetmiş ve İslam hızla yayılmıştır. Bu süreçte Sufiler büyük bir etkiye sahip olmuşlar, onların çabalarıyla, Sennâr'daki birçok kişi Kādiriyye ve Şâzeliyya mezheplerine girmiştir. Çok sayıda zâviye (din okulu) kurulmuş, Şeyh Havicelî Abdurrahman el-Muhassî, bu bölgedeki Şâzeliyya Tarikatı'nın lideri olmuştur. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak,

(13)

6

Sennar, Doğu ve Batı Sudan'ın bilim merkezi haline gelmiştir. Tüm bunlar Func bölgesinin İslamlaştırılmasına ve Araplaştırılmasına sebep olmuştur (Kavas, 2009: 460).

I.IX. Func Devleti İle Osmanlı Devleti Arasında İlişkiler

1517'de Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethettikten sonra, Sudan topraklarının bir kısmı (Nûbe bölgesinin kuzey-batı bölgeleri) Osmanlı yönetimine geçmiştir. O sırada, Sultan Selim Kahire'den fazla uzaklaşmak istememiş, Mısır'da Osmanlıların ilk beylerbeylik Vezir-i Azamı Yusuf Paşa olmuştur, ancak kısa süre sonra Hayırbey onun yerine geçmiştir. Hadım Süleyman Paşa’nın Mısır Beylerbeyliği sırasında Özdemir Paşa, Sudan’ın kuzeyindeki bazı şehirleri ele geçirir. Osmanlı himayesinde olmayan bazı Memlük hükümdarları güneye Sudan'a taşınıp ve orada yaşam alanları tesis ederler. Memlükler Dongola'ya yerleşip burada kendi yönetimini kurarlar. Memlüklerin Func Saltanatına karşı mücadelesi, 1821'de Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın Sudan'ı ele geçirmesine kadar devam etmiştir (Kavas, 2006: 40).

Yavuz Sultan Selim, Sudan'ı pek önemsememiştir. Fetihten sonra Osmanlılar kısa bir süre Mısır'ın idaresi için yoğunlaşmışlardır, bölge uzun yıllar süren güçlü bir Memlük askerî ve idarî yapısına sahipti ve yönetimde söz sahibi olacakları bir yapının kurulması kanunname ile belirlenmiştir. Baron de Tott bahsi geçen Kanunname hakkında:

“Sultan Selim Kanunnamesi okunduğunda, bu hükümdarın Mısır’ı Memlüklerden fethettiğine değil de sanki onlara teslim ettiği sonucuna varılabilir. Gerçekten de krallığı yöneten yirmi dört beyi yerlerinde bırakırken onların otoritesini, genel vali ve meclis başkanı olarak atadığı tek bir paşanınkiyle dengelemekten başka bir şey düşünmemiştir....”.

Bu nedenle, Osmanlı İmparatorluğu, Mısır'ı fethederek Memlük beylerini tasfiye etmek istememiş, aynı zamanda itaat etmeleri şartıyla idarede de onlardan faydalanmıştır (Yol, 2016: 18).

Osmanlılar, Mısır'da Osmanlı idarî yapısını oluşturup halkı Osmanlı kurallarına alıştırmışlar, Memlükleri bulundukları yerlerde bırakmışlardır. Ancak, Memlüklerin Mısır'ın fethinden sonraki etkisi Osmanlı idare döneminde kırılmamış olması bu eyaletteki isyanların kaynağı olarak görülmüştür. Mısır'ın fethinden sonra, bazı güçlü yerel yöneticiler Sudan’a Osmanlı temsilcileri olarak atanmışlar, çoğunlukla kabile hanedanları, Osmanlı İmparatorluğu

(14)

7

adına kendi alanlarından daha geniş alanları yönetmişlerdir. Ayrıca I. Selim döneminde Dongola taraflarına kaçan Memlük ve Boşnak askerlerinin yerli kadınlarla evlenmeleri buranın da İslamlaşmasına sebep olmuştur. Bu sistem 1821'de Osmanlı Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından değiştirilmiştir (Afyoncu, 2001: 193).

Memlük Türk beylerinden olup Osmanlı’nın Mısır’ı fethiyle Osmanlı’da Yemen ve Habeş Beylerbeyi olan Özdemir Paşa, Nil Nehri üzerinde güneye iner. Arap kabilelerini, Osmanlı’ya, itaat ettirmeyi başarmıştır. İbrim, Derr, Mağrak ve Say gibi şehirler güneyde Func Devleti’nin etkisi altındaydı. Özdemir Paşa, İbrim ve Derr kalelerini, Mağrak ve Say kentlerini ele geçirerek Say’da bir kale inşa etmiş ve güney sınırlarını güvence altına almıştır (Yol, 2016: 20).

Evliya Çelebi'ye göre, Sevakin de Özdemir Paşa tarafından ele geçirilmiştir. Ancak, Osmanlı Devleti'nin resmi belgelerine göre, Sevakin daha önce 1554'te Osmanlı Devleti'nin yerel yönetimine tâbi olmuş, Abdülbaki Bey ilk vali olarak atanmıştır. 1556'da, Sevakin’e Özdemir Paşa görevlendirilmiştir (Yol, 2016: 20).

Özdemir Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun güney sınırlarını Mısır'da genişletti ve onu Sudan'ın yerel yöneticisi olan Funç Sultanlığı'nın kuzey topraklarına kadar uzattı. Bu, iki devlet arasındaki ilişkilerin başladığı anlamına gelmekteydi (Gaberel, 2017: 6).

Func ve Habeşistan bölgesinin fethi ile ilgili olarak bu dönemlere ait olduğu düşünülen bir Osmanlı belgesi şöyledir:

“Sa’adetlü padişaha bir diyar feth edüp zahmet çekilmekden murad ism-i şerifleri içün hutbe ve sikkedir. Hâliyâ Habeş diyarında beğlerbeği ve defterdar ve kadı ve asker ola ve sikkeye kabil altun dahi ola. Hâliyâ terazu ile mu’amele ederler ol diyarda sikke lazımdır. Mısır diyarında Sa’id’de olan Şeyh-i Arap Ömer oğluna ve Mısır beğlerbeğisine birer hüküm sadaka olursa kim Func’a varup feth edesün. Hidmetin tamam oldukta sana sancak verilsün deyü hazineden bir akça ve bir habbe gitmez ve padişah kullarından asker dahi istenmez. Vilayet-i Func inşallah külliyen feth olunmak mukarrerdür. Bir beğlerbeğlik yerdür, beş sancak olmağa kabildür. Böyle olucak her sene de mezbur memleketi 60.000 sikke altun iltizam eder yarar Ȃdemler vardur. Kanun üzere 200 Ȃdem yazılmağa emr-i şerîf-i inâyet olundu kim ol diyâr vâsi’ memleketdür Ȃdeme muhtacdur (Yol, 2016: 23).

(15)

8

Tarihi olmayan bu belgeye göre, Habeşistan’da madeni para olmadığı için altının terazi ile muamele edildiğinden bahsedilmiştir. Func eyaleti, yılda 60 bin sikke altın geliri olan ve beş sancak olmaya müsait geniş bir beylerbeylik olduğu ve hüküm verildiği takdirde fethinin mümkün olduğu padişaha arz edilmektedir.

Bölgedeki en fazla geliri sağlayan Sevakin limanından Batıya giden karavan yoluydu. Bu yol hem ticaret hem de ulaşım sağlamıştır. Arap yarımadası ve Mısır'dan Afrika'nın içine geçiş rotaydı. Özellikle Batı Afrika'dan gelen Müslüman Zenciler, Kahire üzerinden veya Masavva veya Sevakin limanlarını kullanarak Hac ziyareti için Mekke'ye giderlerdi (Topuz, 1971: 151).

Özdemir'in bu bölgeyi ve Sevakin limanını satın almasının sebeplerinden biri, Mısır eyaletinin gelirlerini artırmaktı. Karavanlıların vergi ve askeri kaynakları için Sevakin limanı ve gümrük gelirleri gerekliydi. Ayrıca Hindistan yolunun güvenliğini, Portekizlerin Kızıldeniz'den çıkarılmasını, Cidde'nin savunmasını ve Hint Okyanusu'ndaki Müslümanların İngiliz, Fransız ve Portekiz saldırılarına karşı korunmasını sağlamak için stratejik olarak önemli bir liman şehriydi (Holt-Daly, 2000: 26-27).

Sevakin limanı, Biladus, Masavva ve Beylül, Sudan'da doğu-batı yönünde önemli duraklardı. Önemini ve değerini uzun süre koruyan baharat ve esir ticareti de onlar için geçerliydi. Hindistan'dan baharatla yüklenen gemiler, ziyaret ettikleri her limanda yüklerini düşürürlerdi. Gümrük ücretleri kayda değer bir gelir sağlamıştır. Ticaret yollarının ve limanların tutulması bu gelirin devamlılığı için önemliydi. Bu yolların açık ve güvenli olması, gelirin sürekliliğini sağlamıştır. Bu nedenle, Func Sultanlığı ve Habeş krallığı Sevakin ve Masavva limanını korumak için zaman zaman Osmanlılarla savaşmak zorunda kalmışlardır (Zengin, 2013: 15).

Doğu ticareti iki rotada gerçekleştirilirdi. Bunlardan biri Pers Körfezi'ne Hindistan'ın batısından, oradan da Suriye limanlarına Dicle ve Fırat yoluyla karavanlarla ulaşmışlardır. Diğer rota ise Kızıldeniz'den Süveyş'e, oradan İskenderiye'ye karadan ve oradan İskenderun ve Akdeniz limanlarına giden rotaydı. Bu ticaretin en önemli maddesi şeker, hurma, fil dişleri, değerli taşlar, cassia, narenciye, pamuk, mayın, çeşitli boyalar, uzun elyaf yünleri ve baharatlardı. Bundan Sevakin limanından Cidde'ye özellikle hac yemekleri, develer ve sığır

(16)

9

ihracatı yapıldı. Öyle ki Sevakin civarında yaşayan bedevilerin ürettiği paspaslar da buradan sevk edilirdi (Orhonlu, 1996: 139).

Sevakin limanının ticaret malları Hindistan ve Doğu ticaretiyle karşılaştırılamaz şekilde sınırlıydı. Ancak, Habeşistan ve Sudan, daha önce altın ihracatı yapılan bölgelerden bahsediyordu. Kızıldeniz'den çıkarılan incinin hem avı hem de ticareti önemli bir gelir kaynağıydı (Zengin, 2013: 15).

I.X. Dȃrfûr Sultanlığı

Dȃrfûr Arap dilinde “Fûrlar’ın ülkesi” anlamına gelen bir isimdir. Bölgenin Dârfûr olarak adlandırılmasından anlaşılacağı gibi, Fûr kabilesi, Dârfûr bölgesinde Arap olmayan büyük bir kabile olarak kabul edilmektedir. Bunlardan Meydûb ve Birkid, Nil yoluyla Mısır dolaylarından, Bidâyât ve Zegāve ise Sahra yoluyla Kuzey Afrika’dan gelmişlerdir. Dȃrfûr'a Arap göçü, Mısır ve Kuzey Afrika'da, Tolunoğulları, İhşîdîler, İdrîsîler, Memlükler, Merînîler ve Hafsîler gibi bağımsız devletlerin kurulmasının ardından, özellikle Nûbe ve Çad arasındaki ovalar ve çöllerden olmuştur. Genelde ilk yerleşimcilerin ve ilk devlet kurucularının Dâcû kabileleri olduğu kabul edilmektedir. 13. ve 14. yüzyıllarda, Dâcûlerin yöneticileri daha sonra Tuncûrlara olan ticari tahakkümlerini ele geçirmişler ve böylece 15. yüzyılda orta bölgedeki durum tamamen Tuncurların lehine olmuştur. Tuncurların Dârfûr ve vadinin diğer bölgelerinde gücünün 15. ve 16. yüzyılın sonlarında da etkili olduğu söylenmektedir. Tuncurların kökeni hakkında farklı görüşler öne sürülmüş ve bunların Bidâyât, Dongola bölgesindeki Abbâssîler’den veya Benî Hilâl kabilesi ya da Tîybû’nun soyundan Bidâyât ile aralarında ilişki bulunduğu söylenmektedir. Bazı araştırmacılar ise Tuncûrlarla ilgili olarak Dârfûr’da çoğunluğun konuştuğu Arapçanın yanında on iki ayrı dil kullanan ve Arap olmayan on sekiz sülâlenin yaşamakta olduğunu söylemişlerdir (Hasan, 490: 1993).

16. yüzyılda, bölgedeki kabileler arası karışıklıklar ortaya çıktıktan sonra, Kayra kabilesi Süleyman Solong'un hâkimiyeti ile Fûr Saltanatını kurmuştur. Fûr Sultanlığı 1916 yılına kadar siyasi varlığını sürdürdü ve bu tarihte İngilizler tarafından sonlandırılmıştır (Hasan, 490: 1993).

(17)

10

I.XI. Sudan’da Arapçanın Yayılması ve Resmi Dil Olması

Günümüzde Sudan'da Arapça yeni ve modern bir dil olarak kabul edilmiştir. Türklerin Sudan’a gelmelerinden sonra, Arapça yayılmaya başlamıştır. Sennar Sultanlığının nüfusunun çoğunlukla (1503-1821) ana dilleri Arapça değildir. Bazı tarihsel görüşlere göre, 1700'lü yıllara kadar Sennar halkı ve yöneticileri putperest kalmış ve bazıları yakın zamana kadar İngasana dağlarında ve belki de bugüne kadar birkaç kişi antik ayinlerle ibadet etmektedir. Günümüze kadar Arapçanın, Sudan halkının çoğunun ana dili olmadığı bilinmektedir. Bazı kabilelerin, Becȃ, Kuzey Nûbe, Güney Nûbe, Juba, Fȗr, Zegave, Masalit, Berti, Volani, Hausa, Func, Angsana, Birgid, Meidob, Denka, Şuluk, Nuer ve Güney Sudan’ın tüm etnik unsurları ve kabileleri, Arapça ana dilleri olmamasına rağmen Arapça konuşmaktadır (Abakar, 1989: 133).

Bazı gruplar ve kabileler, Kuzey ve Batı Afrika, Yemen ve Hicaz’dan hayat koşulları uygun olmadığı için Sudan'a gelip ilk önce Darfûr ve Kordofan'a yerleşmişler, aynı zamanda Memlüklerin büyük grupları ve Endülüs'ten Sudan'a kaçanlar olmuştur. Bu medeniyet grupları ve kabileleri merkezde, Kuzey Kordofan ve Darfûr'a yerleşmiştir. Daha sonra Sudan’da Arap lehçelerinin ortaya çıkmaya başladığı ve Türkler döneminin sonunda yoğunlaştığı tespit edilmiştir. Böylelikle Arapça edebiyat, sanat ve bilimin siyaset ve ticaret dili olarak geçmesini sağlamıştır. Çok sayıda Sudanlı kabilenin Arap dili ve Arap ırkını benimsemeleri, demografinin bileşimi yeniden ve şimdi gördüğümüz gibi şekillenmiştir. Dilbilimi de bunu tespit etmiştir. Ancak Sudan'ın tüm parçalarının ana dilleri kaldı, ayrıca nüfusun çoğu ana dilinin yanında Arapçayı da kullanmışlardır (Abakar, 1989: 136).

I.XII. Bugünkü Sudan (1956)

Sudan Cumhuriyeti (Cumhûriyyetü’s-Sûdân), başkenti Hartum’dur. Resmî dili Arapça ve İngilizce olmasına rağmen farklı yerel diller de konuşulmaktadır. Sudan Afrika’nın en büyük ülkelerindendir. Komşuları doğudan Kızıldeniz, Eritre ve Etiyopya, güneyden Güney Sudan Cumhuriyeti, batıdan Çad, Güneybatıdan Orta Afrika Cumhuriyeti, kuzeybatıdan Libya ve kuzeyden Mısır’dır. Bu bölgenin doğu yarısı Kızıldeniz'e uzanan Nûbe (Nübye) Çölü olarak bilinmektedir. Batının kalan kısmı Libya çölünün bir parçasını oluşturmaktadır. Kırsal kesimde % 70’i yaşayan nüfusun yaklaşık, % 52'si Afrikalı zenciler, % 39'u Arap asıllı, % 6’si Kûşî kendi dillerini konuşan Kûşî kökenli Becâlar ve % 3'ü diğer milletlerdendir (Avacı, 2009: 458).

(18)

11

I.XIII. Sudan’daki Diller ve Dinler

Sudan’da İngilizce ve Arapça eğitim dilidir. Halkın çoğunluğu Arapça bilmekle birlikte, çoğunluğun ana dili Arapça değildir. Nûbe, Becȃ, Fûr, Ingessana gibi diller konuşulur. (Hussein, 2012:36). Resmi din İslam’dır. Ülke nüfusunda Müslümanlar % 90, Hristiyanlar % 5 ve geri kalan kısmı animistler. Müslümanların çoğunluğu Sünni ve Sünnilerin bir kısmı Şafii ve öbür kısmı da Maliki’dir (Avacı, 2009: 459).

I.XIV. Sudan Lehçesinde Türkçenin İzi

Sudan Arapçasında Türkçenin izleri pek çok kez araştırılmıştır1. Biz de “Sudan

Lehçesindeki Türkçe ve Türkçe Vasıtasıyla Geçen Kelimeler” adlı yüksek lisans seminerimizle bu alandaki çalışmalara bir katkı sağlamaya gayret etmiştik. Ancak çalışmamızı somut bir kaynağa, Avni Şerif Kasım’ın, ilk baskısı 1972, son baskısı Sudan’da 2002 yılında yapılmış, “Sudan Lehçesi Sözlüğü”ne dayandırmış ve Günay Karağaç tarafından hazırlanan “Türkçe Verintiler Sözlüğü” ile kıyaslamıştık. Bu doğrultuda yukarıda bahsettiğimiz üzere Tolunoğulları, Memlükler ve Osmanlı dönemlerinde gelişmiş olduğunu düşündüğümüz, yani Türk hâkimiyetinde ortaya çıkan, Türkçenin, Sudan lehçesine etkisi sadece konuşma dilinde değil, yazı dilinde de sabittir. Çalışmamızda Avni Şerif Kasım’ın, sözlüğünde, köken bakımından Türkçe olarak belirttiği kelimeleri taradık. Aşağıda bu kelimelerin listesini, Türkçede kullanılan hangi kelimeden gelişmiş olduğunu parantez içerisinde göstererek, vermiş bulunmaktayız. Bu listedeki kelimelerin bazıları Türkçe ya da Türkçe vasıtasıyla geçen alıntı bir kelimeden gelişmiş olmakla birlikte anlam açısından farklılık gösterebilmektedir. Bu konuyu başka bir çalışmada ayrıntılı bir şekilde değerlendireceğiz. Aşağıya tespit ettiğimiz kelimelerin sadece bir listesini vermeyi uygun bulduk:

abadiye abaza abahana-adabhana abla

acana (iğne) aczacı aczahana afandim (Efendim)

afyun Afranci (Frenk,

Osmanlıcada Efrencî şeklindedir)

Aga akşı (aşçı)

araba (arma) afarim (aferin) ataşci (ateşçi) aragos (Karagöz,

gölge oyunu)

alaca arabaci-arbaci Arnavut avanta

azma (kazma) baba baga (bir tür kap) bahana

baht bakbaşı (binbaşı) baklava bakşiş (bahşiş)

bala (pala) ballur (billur) balta baltaci

baltu (palto) baluze (palude, paluze

“bir tatlı türü”)

bambi (pembe) banafsac (menekşe)

banyo bara (para) barbat bardu (bir de, hem de)

1 Bu konudaki çalışmalar için bkz. Zeki Kaymaz, “Sudan Arapçasındaki Türkçe Söz Varlığı Üzerine” Turkish-Sudanes Relations

From Past to Present and Opportunities For The Futura, 08-11 Şubat 2016 Hartum-Sudan; Younis Ahmed Adam Yahya, “Sudan Arapçasındaki Türkçe Kökenli Kelimeler: Fonetik ve Semantik Değişimler” https://www.afam.org.tr/sudan-arapcasindaki-turkce-kokenli-kelimeler-fonetik-semantik-degisimler/ (Erişim Tarihi: 19.08.2019)

(19)

12

barşam (perçin) baru-barut barvaz (pervaz) basma

basta (pasta) bastona (baston) basturma

(pastırma)

baş

başa (paşa) başbuzuk başşaviş (başçavuş) başka

baştamarci

(baş+damarcı/hemşire)

batiska (patiska) beş bereg-berek (bayrak)

bey bimbaşı (binbaşı) birnci (birinci

“sigara markası”)

bisiklet

bişkir (peşkir) biyada (piyade) bogaşa (poğaça) bosta (posta)

bostaci (postacı) boş bugaz (denizde

boğaz)

buhya (boya)

buhyaci (boyacı) bukça (bohça) buluk (bölük) bumbar (mumbar)

buri (boru) burgul (bulgur) buşavra

(paşavra/paçavra)

buz (boğaz)

buza (boza) cabahana (cephane) canabu (cenap) caviş (çavuş)

cazma (çizme) Cerkes (Çerkez) cift (çift) cinzir (zincir)

cumruk (gümrük) cunbaz-cumbaz

(cambaz)

cuzlan (cüzdan) dabal (debelenmek)

dabaş (dü+beş) dabbasa-dabbus

(topuz)

dada (dadı) daftar (defter)

daftardar (defterdar) damardaş (demirtaş) damga darabukka-derbukka

(darbuka)

darabzin (tırabzan) darin (derin) darman (derman) dasta (deste)

dastur (destur) dibşik (dipçik) dingil dirvüş (derviş)

dis (diz) dolab (dolap) doş (döş) dubara

dubci (topçu) dugri-duhiri (doğru) durduma-dandurma

(dondurma)

duşman (düşman)

fahlava (pehlivan) fanar (fener) fanila fanus

farman (ferman) fasulya fatura fayiz (faiz)

fişink-fişik-faşank

(fişek) furşa (fırça) furun (fırın) fustan (fistan)

ham hana (hane) hanaci (hancı) hanım

Hantabli (Antepli) hargela (hergele) hastek (hasta) hazandar (hazinedar)

hazuk (kazık) hebyek (hep yek) hidevy (hidiv) hovvaca (hoca)

hudurci (hudar+ci, yeşillik satan, sebzeci)

hukmdar hurda huşaf (hoşaf)

ibrik iskela istimara (stimare

İt.)

işlak (kışlak)

kabab (kebap) kabbut (kaput) kadisa (kedi) kahba (kahpe)

kahraba (kehrüba) kahraman kakul (kakül) kalbaş (kelepçe)

kamandan (kumandan) kamar (kemer) kanar (kenar) kanca

karahana (karhane, ticaret yeri)

karakun-karkun (karakol)

karraka (kürek) kart (kart, yaşlı)

karvana (karavana) kavuk-kavik kavurma kayş-kaş (kayış)

(20)

13

olan)

korek (kürek) Al-komsanci

(komisyoncu)

kubri (köprü) kubuk (kabuk)

kufta (köfte) kuftan (kaftan) kuhna (köhne) kuavun-kakun

(kavun)

kumşa (kepçe) kunafa (künefe) kunbula

(kumbara/hunbara)

kurbac (kırbaç)

kurnas (kurnaz) kusa (köşe) lamba Lavundi (levend)

liyaka (yaka) luebanci (lubancı,

şakacı, laubali)

lokunda (loca) mahna (meyhane)

mahzanci (mahzenci) maşşa (maşa) maymun mecidî (mecidiye)

mobilya narcile (nargile) narcis (nergis) narmin (nermin)

naşadir (nişadır) nay (ney) nazik nimra (numara)

nisrin (nesrin) nişan oda Osmalli (Osmanlı)

raşitta-rişitta (reçete) sabanih (ıspanak) sabat (sepet) sade samkarcı (simkarcı,

gümüş işi yapan)

samsarcı (simsar) sanbusa (senbuse tatlısı)

sancak

sardar (serdar) saray-saraya savari (süvari) sinca (süngü)

sac sagsalim sanfara (zımpara) sarmaya (sermaye)

sıvan (sayvan, çadır) sonki (süngü) sucuk susta

şafahane

(şifahane/hastahane) şahin şamdan şakuş (çekiç)

şal şalabi (çelebi) şankal (çengel) şanta (çanta)

şatranc (satranç) şaviş (çavuş) şavurma (şavarma,

döner)

şazırvan (şadırvan)

şerkes (çerkez) şeşme (çeşme) şiş şişe

şiyle-beyle/şayla-bayla (şöyle-böyle)

şorba (çorba) şunu/şinu (şu ne?) şurrab (çorap)

şuruk (çürük) şuval (çuval) taban tabanca

tabaşir (tebeşir) tabur tabya takim (takım)

tanka (teneke) tavva (tava) taza (taze) tromba (trampet)

tub (top) tura turşi (turşu) tuz

vabur (vapur) yafta yasmin yay

yek yuzbaşi (yüzbaşı) zambarak

(zemberek)

zanzana (zindan)

(21)

14

İKİNCİ BÖLÜM

II. Osmanlı Türkçesi

12. yüzyılın sonundan itibaren Moğol istilası ve göçlerin etkisiyle geniş bir coğrafyaya yayınlan Türkler yeni yazı dilleri geliştirmişlerdir. Oğuz ağzına dayalı Batı Türkçesi Selçuklu dönemi ile şekillenmeye başlamış, Beylikler dönemiyle birlikte siyasi iktidarın verdiği güçle gelişmiş, Osmanlı Devleti’nin kurulup büyümesi ile birlikte Klâsik Osmanlı Türkçesi adını almıştır.

XVI. ve XIX. yüzyıllar arasında, Oğuzca temelindeki yazı dili; o dönemin kültür yapısını oluşturan etkenlerden dolayı, yoğun ölçüde Arap ve Fars dillerinin etkisinde kalmış; bu dillerden hayli söz varlığı ve ekler almıştır. Saray ve aydınlar topluluğunda Osmanlı-İslam sisteminin egemen olması, “klâsik devir” ve “Osmanlıca” diye adlandırılan bu dönemin edebî dilini Eski Anadolu Türkçesini kesin sınırlarla ayırmış; Arapça, Farsça ve Türkçenin karışmasından oluşmuş karma bir yazı dili biçimine sokmuştur. Arapça ve Farsçanın Türkçe üzerindeki bu yoğun etkisi, yalnız söz varlığında kalmamış; bu sözlerle birlikte adım adım dil bilgisi kuralları ve ekleri de yerleşmiştir. Böylece Eski Anadolu Türkçesinin dilin içyapısındaki özleri silinmiş, nazım ve nesir dili genellikle üslup açısından sanat oyunları ile süslenmiş ağır ve ağdalı bir dil durumuna gelmiştir (Korkmaz, 2013: 111)

XVI. yüzyılda Osmanlıcanın nazım dili çok işlenmiş ve hayli eser verilmiştir. Kaside ve gazel tarzında Zatî, Hayalî, Fuzulî ve Bâkî devrin en büyük şahsiyetleridir. Bunların şiirleri nazım dilinin gelişmesinde başlı başına bir aşama sayılır. Klâsik Osmanlıca Bâkî’nin şiirleri ile üstün bir olgunluk derecesine erişmiştir (Korkmaz, 2013: 113).

II. I. Fuzûlî

Türk edebiyatının özellikle 16. yüzyılda iz bırakan büyük kişiliklerinden biridir. Fuzûlî'nin hayatı hakkında az bilgi bulunduğu anlaşılmaktadır ( Turan, 2015: 11). Doğum tarihi ve yeri kesin ve tam olarak bilinmemektedir. Ama 1480’lerin başında Kerbelâ’da doğduğu söylenmektedir. Fuzulî’nin asıl adı Mehmed, babasının adı Süleyman’dır. Bayat Türkmenlerindendir. Bilindiği gibi ve şiirlerine göre hayatı boyunca Bağdat’tan çıkmamış ondan dolayı Fuzulî-i Bağdâdî nisbesiyle de tanınır. Bütün bu ihtimaller arasında, özellikle Türkçe ve Farsça divanlarının mukaddimelerinde yer alan ifadelerle bir kısım şiirleri dikkate alınarak

(22)

15

Kerbelâ’da doğmuş olacağının gerçeğe daha yakın bulunduğu söylenebilir. Fuzûlî kelimesi, hem “kendini ilgilendirmeyen işlere karışıp lüzumsuz sözler söyleyen kimse” hem de “yüce, üstün, erdemli” anlamına gelmektedir (Karahan,1996: 240). Bu bölge Bağdat’ın 1508’de Şah İsmail tarafından alınmasına kadar Akkoyunlu, 1536’da Kanunî’nin Bağdat’a girmesine kadar Safevîler elindeydi. Fuzulî, 1556’da taundan, muhtemelen Kerbelâ’da vefat etmiştir. Fazlî adlı bir oğlu olduğu söylenmektedir (Karahan, 1996: 240). Fuzulî’nin sunduğu eser Osmanlı ve Safevî idarecilerinden beklediği iltifatı görememiştir. Dili Azeri Türkçesi olmasına rağmen, Osmanlıcadan çok farklı değildir. Bir divan şairi olan Fuzulî, dikkate değer bir şair olup eserleri halkın farklı katmanlarında geniş bir coğrafya tarafından geniş bir şekilde okunmaktadır. En bilinen eserleri arasında Türkçe Divanı, Leylâ ve Mecnûn mesnevisi ve Hadîkatüâs-Süedâ’dır (Saraç, 2018: 10).

16. yüzyıla kadar, değerli âlimler dini ve mistik büyükleri yetiştiren Bağdat, İslam medeniyetinin önemli kültür merkezlerinden biri olarak bilinmektedir. Türk edebiyatının önde gelen şairleri arasında en büyük lirik şair olarak kabul edilen Fuzûlî'nin bir diğer özelliği, şiirinin yanı sıra, genç yaşta benimsediği mistisizme bağlılığıdır. Ona sanat ve fikir alanında ilk ilham verenlerin Mevlânâ, Attar ve Câmî gibi müthiş sufi insanlar olduğu bilinmektedir ( Turan, 2015: 11) Türkçe eserleri arasında Divanı, Leyla vü Mecnun mesnevisi, Beng ü Bâde mesnevisi, Hadîs-i Erbaîn Tercümesi, Hadikatü’s-Süedâ ve Mektupları yer alır. Rind ü Zâhid, Sıhhat ü Maraz, Risale-i Muammeyât, Enîsü’l-Kalb Farsça eserlerindir. Matla’ul-İtikâd fî Ma’rifeti’l-Mebde ve’l-Me’âd Arapça eseridir.

II. II. Şemseddin Sivâsî

Tokat'ın Zile ilçesinde doğmuştur. Esmer olduğu için Kara Şemsî veya Kara Şemseddin olarak da adlandırılmıştır. Doğum tarihi hakkında farklı görüşler olmakla birlikte 1520 yılında doğduğu söylenmektedir (Toparlı, 2015: 17). Yedi yaşındayken babasıyla Amasya'ya gitmiştir. Sonra Tokat’a giderek Arakiyecizâde Şemseddin Efendi’den ilim tahsil etmeye başlamıştır. Daha sonra İstanbul'a gelen ve eğitimine başlayan Şemseddin Sivasî, sahn müderrisliğine kadar yükselmiştir. Zamanla büyük ün kazanmış olan Şemseddin, hacca giderken Sivas’a uğramış, daha sonra ders ve vaaz vermek için İstanbul'a dönmüştür. Zile ve Tokat'a tekrar dönen Sivasî, Sivas Valisi Hasan Paşa tarafından yaptırılan caminin tamamlanmasının ardından Sivas'a gelerek pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bütün kaynaklar onun Eğri seferine katıldığını ve savaşta şahsen

(23)

16

bulunduğunu yazmaktadır. Şemseddin Sivasî, Sivas'ta 1597 yılında vefat etmiştir (Toparlı, 2015: 18). Kırka yakın manzum ve mensur eseri bulunan Sivasî Farsça ve Arapçadan tercümeler de yapmıştır.

II. III. Bâki

Bâkî, 1526 yılında İstanbul'da doğmuştur. Asıl adı Mahmut Abdülbaki’dir. Medrese eğitimini tamamlamış, zamanının ünlü şairleri ve bilim insanlarıyla tanışmıştır. Onlardan ders almış ve Zati'nin dikkatini çekmiştir. 18-19 yaşlarında ünlü bir şair olmuş ve eğitimini medresede tamamladıktan sonra İstanbul medreselerinde müderris olarak çalışmaya başlamıştır. Sonra kadı olmuş, Anadolu ve Rumeli’de kazasker olarak görev yapmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, Selim, III. Murat ve III. Mehmet döneminde Sultanüş-Şuârâ (Şairlerin Sultanı) olarak biliniyordu. Bâki, henüz 19 yaşındayken İstanbul'da genç şairler arasında şöhret kazanmış bulunmaktaydı (Erdoğan, 2007: VII). Hayatı boyunca çeşitli dönemlerde devlet hizmetinde bulunan Bâkî 1599’da vefat etmiştir. Divan, Meâlimü’l-Yakîn Fî Sîreti Seyyidi’l-Mürselîn, Fezâilü’l-Cihâd, Fezâil-i Mekke, Tercüme-i Hadis-i Erbain onun eserleridir.

III. Yöntem

Buraya kadar ülkem Sudan’da İslamiyet’in, özellikle, Türklerin etkisiyle yayıldığını ve yine bu yolda Arapçanın resmî dilimiz olma sürecini izah etmeye çalıştık. 16. yüzyıldan itibaren artık Osmanlı’nın hâkimiyeti altında olan Sudan toprakları bir yandan da Osmanlı Türkçesinin gelişimine ve Arapçanın kuvvetli etkisi altında kalışına tanıklık etmiştir. Biz de bu bağlamda 16. yüzyılın önde gelen şairlerinin dilinde Arapça unsurların; ayetler, hadisler, dualar, kalıp sözler ve tamlamaların, ne derece etkin olduğunu ortaya koymak istedik. Osmanlı Türkçesinde nazım dilinin 16. yüzyılda nesir dilinin 17. yüzyılda klâsik bir şekle büründüğünün genel kabul görmesi nedeniyle de 16. yüzyılın ayrı bir önemi bulunmaktadır. Ayrıca klâsik Osmanlı Türkçesinin başlangıcı da 16. yüzyıl olarak kabul edilmektedir.

Bu doğrultuda Bâkî, Fuzûlî ve Şemseddin Sivasî çalışmamıza kaynaklık etmiştir.

Fuzûlî Divanı mensur bir mukaddimeden sonra kaside, gazel, musammat, kıt’a, rubai nazım şekilleri ile yazılmış şiirlerden oluşur. Divan’ın ilki 1244’te Tebriz’de olmak üzere Bakü, Hive, Kahire, İstanbul, Ankara’da yapılmış elliden çok baskısı bulunmaktadır. Bunlardan Abdülbaki Gölpınarlı (1948), Kenan Akyüz, Ali Nihat Tarlan (1950), Süheyl Beken, Sedit

(24)

17

Yüksel ve Müjgan Cumbur’un (1958) yaptıkları yayınlar en iyi nüshalardır. Ayrıca Ali Nihat Tarlan, “Fuzûlî Divanı’nın Şerhi” adlı çalısmasında şairin sadece gazellerini şerh etmiştir.

Şemseddin Sivasi Divanı’nda nazım şekillerinden sadece gazel, murabba, muhammes, kıta ve müfret yer almıştır. Şiirlerinin çoğunluğunu gazeller teşkil etmektedir. Şemsî, na’tlarını dahi gazel nazım şekliyle yazmıştır. Divan bir tevhitle başlamaktadır ki murabba şeklinde yazılan bu tevhit 13 beytten oluşmaktadır. Bu tevhidi gazel tarzında yazılmış 5 na’t takip etmektedir. Divanda 104 gazel, 5 murabba, 2 muhammes, 1 kıta ve 8 müfret yer almaktadır. Şemseddin Sivasî Divanı üzerinde Recep Toparlı (2015) ve Fatih Ramazan Süer (2017) çalışmıştır.

Bâkî’nin, Şehâbeddin Ahmed bin Hatîb el-Kastallânî'nin "El-Mevâhibü'l-Ledünniye Bi'lminâhi'l- Muhammediyye" adlı siyer kitabından Sokullu Mehmet Paşa'nın emriyle tercüme ettiği eserinin adı "Me'âlimü'l-Yakîn Fi Siret-i Seyyidi'l- Mürselin’dir. Eserin asıl konusu Hz. Muhammed’in hayat hikâyesidir. Hz. Peygamber manevî ve beşerî konumuyla geniş bir çerçeve içinde ele alınır. Kitap eserin yazılma sebebi, kimin yazdırdığı, eseri tercüme ederken nasıl bir yol izlendiği gibi hususların anlatıldığı mukaddime bölümüyle başlar; âlemin ve Ȃdem'in yaratılışı, ruhlar âlemi, ilk yaratılan ruhun Hz. Muhammed'in ruhu olduğu, kâinatın onun nurundan yaratıldığı, Ȃdem ve Havva'nın macerası, İblis'in Ȃdem'e secde etmeyişi, Hz. Peygamberin henüz ruhlar âlemindeyken peygamber kılındığı, nübüvvet silsilesinin son halkası (hâtemü'l-enbiyâ) ve devamı olduğu, soyu ayrıntılı bir biçimde anlatılır (Tergip, 2010).

(25)

18

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

IV. ARAPÇA UNSURLAR

IV. I. FUZÛLÎ DİVANI

GÖLPINARLI, Abdülbâki (1985); Fuzûlî Divanı, İstanbul: İnkılap Kitabevi.

Arapça İbare Tercümesi

Gazeller

Kad enare'l ışku li'I uşşaki minhace'l-hüda (9/1/1).

Aşk, âşıklara hidayet yolunu aydınlattı (Şiir). Ya men ahâtâ ilmüke'l-eşyâe

küllehâ (9/2/1).

Ey ilmi, bütün eşyayı ihata eden Allah, ey bilgisi her şeyi kapsayan Tanrı (Şiir).

“Hel min mezid” (9/2/6). Daha var mı? Kâf 50/30. Aşrakat min feleki'l-behceti

şemsen ve behâ

Mele'e'l-âlemi nûren ve sürûren ve behâ. (11/5/1).

Sevinç feleğinden bir güneş doğdu ve âlem onun yüzünden nûr, sevinç, Şuur ve idrak ile doldu (Şiir).

Şükr lillah (19/21/1). Allah’a şükür ( Dua). vallahü ‘alem bi's-sevab

(23/30/7).

Doğrusunu Allah bilir. (Güzel Söz) Sübhȃne ḫâlik ḫalek'al-mevt-i

ve'l-hayât (27/38/1).

Ölümü ve hayatı yaratan Halıkım her türlü noksandan münezzehtir (Güzel söz).

Tûbâ li men yüsâadet-is sabru ves-sebât (27/38/2).

Sabır ve sebatın yardım ettiği insan ne güzel insandır (Dua). Mâ şâe men erâde bihi'l-fevzi

ve'n-necât (27/38/3).

Arzuları, maksatları elde etmek ancak senin lütfunla mümkündür onunla kurtulmayı isteyenin istediği şeydir (Şiir).

Men enzele'l-miyâhi ve ahyâ bihe'n-nebât (27/38/4).

Gökten suları indirip onunla nebatatı dirilten Cenab-ı Hak (Şiir).

(26)

19

mükevvenât (27/38/5).

A'lâ kemâli zâtike fi ahseni's-sıfât (27/38/6).

Zatının kemalini sıfatların en güzelleri içinde yükseltti (Şiir).

Kemmelte bi's-selâmi ve tememte bi's-salât (27/38/7).

Bu vazifeni ona salavat ve selâm getirerek tamamla (Şiir).

Fi'l cümle (126/39/2). Nihayet anlamına gelen (terkipler). Lâmekan (34/51/4). Mekânla sınırlı olmayan (terkipler). Belliğ sabâ selâmen

miskiyyetür ravâyıh (37/57/1).

Ey, sabah rüzgârı! Ona misk kokulu selamlar götür (Şiir). lâ taktair resâil lâ tektümis

sarâyıh (37/57/2).

Mektupları kesme ve açık şeyleri gizleme (Şiir).

Kad tazharal maânî bil hattı bil levâyıh (37/57/3).

Manalar, levhalar, yazı ile belirir (Şiir).

Kel ömrü keyfe mâ kân mislür riyâhi râyıh (37/57/4).

Ömür ise, nasıl olsa, rüzgâr gibi geçip gidecektir (Şiir).

Yâ ârifen bimâ sâr lâ teksirin nasâyıh (37/57/5).

Ey, olup bitenleri bilen! Fazla, öğüdü bırak (Şiir).

Fi'l-mesel (41/65/6). Örneğin demektir (terkipler). Bihamdillah (41/65/6). Allahın hamdıyıla (terkipler). Küllü sırrın câvezel inseyni şâ

(80/144/4).

İki kişiyi aşan bütün sırlar yayılır (Atasözü).

Ferric-illâhümme hemmî neccinî mimmâ eḫâf (84/151/5).

Ey, Tanrım! Üzüntümü gider; korktuğum şeylerden beni kurtar ( Dua).

Mâ lehu fi’d-dehri matlûbun ye maksûdun sivâk (85/154/7).

Onun, ömrü boyunca, senden başka bir istediği yoktur (Cümle).

Nevverullahu lekel ardu seka 'llahu serak (87/157/1).

Allah sana yeryüzünü aydınlatsın ve toprağını sulasın (Dua).

Azzamallahu lekel ecru alel 'lahi cezak (87/157/2).

(27)

20

Tâle mâ ânesenel kalbu caalnâhu fidâk (87/157/3).

Biz, kalbimizi teselliye çalıştık ve onu sana feda ettik (Cümle).

Hîne mâ halle nefel gayru anil kalbi hevâk (87/157/4).

Senin aşkın gönlümüzden senden başkasını yok etti (Cümle).

Feizâ şi’te refikan elemül ışkı kefâk (87/157/5).

Eğer arkadaş istiyorsan, aşkın acısı sana yeter (Cümle). Fâze men nâle safal vasli ve

mâ hâbe sivâk (87/157/6).

Temiz bir vuslata sahip olan kazandı; bu hususta senden başka başarısızlığa uğrayan olmadı (Cümle).

Enkerel hikmetu men lâmeke cehlen ve nehâk (87/157/7).

Bilmediği bir şeyi inkâr etmek akıl ve hikmete aykırıdır (Cümle). Eyyûhel uşşâk kuumû inneküm

lâ tesma’ûn (128/237/1).

Ey, âşıklar kalkın: siz onu duymuyor musunuz (Cümle).

Yâ eyyühel müstağfirûn (128/237/2).

Ey, tövbe edenler! (Cümle).

Lâ bişey'in ahsenû illâ kalîlen şâkirûn (128/237/3).

Çok az bir şey de verseniz biz yine teşekkür ederiz (Cümle). Velâ hum yahzenûn

(128/237/4).

Ve onlar üzüntü duymazlar. Bakara 2/38. İnnâ ileyhi râciûn (128/237/5). Biz yine ona döneceğiz. Bakara 2/156. Salli ve sellim ale’n-nebiyyi ve

âlih (139/259/1).

Peygamber ve onun soyundan olanlara selam ve selamet götür (Dua).

Fe’ti bi mâ şâe min sıfatı kemâlih (139/259/2).

Onun olgunluğunun vasıflarını sayıp dök (Dua). Ahrakanî nâru iştiyâkı visâlihi

(139/259/3).

Onun vuslatına şiddetli istek ateşi beni yaktı (Cümle).

Müftekiren fî cemâlihî ve celâlih (139/259/4).

Onun lutfeden güzelliğini kahreden azametini daima düşün (Cümle).

Vaktebesen nûri min şuâî cemâlih (139/259/5).

Onun güzelliği ve parlaklığıyla aydınlan (Cümle).

(28)

21

hisȃlih (139/259/6). etmiştir (Cümle).

Yesserekallâhu iktidâu lifiâlih (139/259/7).

Allah, onun hareketlerine uymanı kolaylaştırsın (Cümle).

Cealâllahu fidaen leke umumî ve ebî (140/262/6).

Allah, annen ile babanı sana fedâ etsin (Dua).

Rubailer

El hamdu li men enâre kalbi ve hedâ

Veş şükrü li-mâ fîhi mineş şevki bedâ

Mâ emdahu1 vâhiben sivâhu ebedâ

Lâ eşrikü fî Senâi Rabbî ebedâ (196/1).

Övgü gönlümü ışıtana, doğru yola götürene. Gönlümde özleyiş belirdiğinden dolayı şükürler olsun. Ondan başka bir vereni hiç mi, hiç görmedim; Rabbimi övgü kimseyi ortak etmedim (Dua).

El hamdu li-men azze kemâ'en ve alâ

Men kaame bi emrihî ve men nâzaa lâ

Sümmes salavâtu vet tahiyyâtu âlâ

Men faddalahullahu bi izzin ve alâ (196/2).

Tüm olgunlukta, tüm yücelikte en üstün olana hamd her va yok demeden buyruğuna uyduğu Tanrı’ya hamd. Sonra rahmetler, iyilikler, Tanrı'nın yücelttiği, üstün ettiği Peygamber’e (Dua).

Yâ men besatal arza ve ecrel eflâk

İdrakü kemâlihî kemâlül idrâk Fil arzı ve fissemâi lâ rabbe sivâk

Mâ na’budu yâ vâhıdu illâ iyyâk (206/60).

Ey yeryüzünü döşeyen, gökleri yürüten, onun olgunluğunu anlamak, anlayış olgunluğudur. Yerde de senden özge Tanrı yok, gökte de. Ey bir Tanrı, senden başkasına tapmayız biz (Dua).

Yâ men bike ilticau men kâne sivâk

Senden başka ne varsa sana sığınır; râzı olduğun şeylere uyana ne mutlu. Ululuğuna delil şu yeter: Sen olmasaydın gökler dönmezdi;

(29)

22

Tûbâ li men iktedâ bi mâ fîhi nzâk

Burhânüke fil kemâli yekfî levlâk

Levlâke lemâ dâre medâr-ül eflâk (20761).

hiçbir şey var olmazdı (Dua).

Kad enkazanî devâmu re’yi dâim

Ma lî cesedün alel maâsî kaaim Yâ lâimu lev vaka’te fi mâ ene fîh

Vallâhi lemâsahte ve lümtel lâim (208/70).

Şunu - bunu yapma dileğinin yükü altındayım. Bir bedenim var; boyuna suç işlemede. Benim bulunduğum hâle düşseydin beni kınayan, kınaman doğru olmazdı; kınayan, seni kınardı, sana öğüt verirdi (Dua).

Kad şcırefekellâhu bi tavfil haremeyn

Min ru’yeti Meşhedeyni karret leke ayn

Tûbâ limen elkaake li ennet tahkıyk

Men zâreke kad zâre Aliyyen ve Huseyn (209/72).

Alî’nin, Hüseyn’in haremlerini ziyâret ettin de gözün aydınlandı. Tanrı, seni bu sûretle yüceltti. Ne mutlu seninle buluşana; çünkü gerçekten de seni ziyâret eden Alî’yle Huseyn’i ziyaret etmiş olur (Cümle).

AKYÜZ, Kenan-BEKEN, Süheyl-YÜKSEL, Sedit-CUNBUR, Müjgan (1990); Fuzuli Divanı, Ankara: Akçağ Yay.

MUKADDİME Kıt’alar

“Bismillahirrahmanirrahim”, (11).

Rahmân - Rahîm olan Allah’ın adıyla. “Ve'ş-şu'arâu yettebi'uhümü'l-

gâvün”, (11).

Şairlere, ancak, doğru yoldan ayrılmakta fazla azıtanlar uyarlar. Şuarâ 26/224.

“İllellezîne âmenû”, (11). Ancak inanlar müstesna. Şuarâ 26/227.

(30)

23

ilel münâ

Ve kaddere eşkâlel umûrı ve hallehâ

Nukaddisu men levlâ inayeti fadlihî

Lemâ allemel esmâu Ȃdeme küllehâ (11).

bağlayıp çözeni noksan sıfatlardan ayrı biliriz. Liûtfu yardım etmeseydi Ȃdem’e eşyânın adlarını belletmez, o da bilemezdi (Dua).

“Ve mâ allemnâhuş şi’re ve mâ yenbagıy leh” (11).

Ona şiir öğretmedik, zaten şiir, ona lâyık da değildir. Yasîn 36/69. İnne mineş şi’ri lehikime (12) Şüphe yok şiirin bir kısmı da hikmettir (Hadis).

Ena' afsah.(12). Ben Aarapların en fasihiyim (Hadis).

Esna âlâ hayr-il enȃmı Muhammedin

Keşefed duca bi zıyâi bedri cemâlihî

Bi senâihî rufıat medâricu kadrunâ

Hussat tahhıyyetunâ aelyhi ve âlihî (12).

İnsanların en hayırlısı Muhammed’i överim. Karanlıklar, onun dolunay yüzünün ışığıyla aydınlandı. Değer derecelerimiz, onu övmekle yüceldi. Övgülerimiz ancak ona ve soyuna aittir (Şiir).

Ammâ ba’dü (12). Bundan sonra (Terkipler).

“Lâcerem”, (14). Şüphesiz. Elbette.

Elkıssa (15). Hikâye.

Ellhak (16). Allah.

Tebbet yedâ kâtibin levlâhu mâ haribet

Ma’mûretin üssiset bil ilmi vel edebi

Erdâ minel harmri fi ifsâd-i nüshatihî

Yestazhirül aybe tagyîren minel inebi (18).

Elleri kurusun o kâtibin ki o olmasa ilim ve edeple kurulan mâmur’e harab olmaz. Yazdığını öyle bozar ki bu bozuş, şaraptan da kötü tesir eder, ineb (üzüm) kelimesini bozar da ayıp halinde göstermeye kalkışır, öyle bir berbat hale sokar (Şiir).

(31)

24

Kem min lisânin sakîmin min tasarrufihî

Sâret leâli ukûdin nazmı menşûrâ

A’rel hazâyâ anil intâci mantıkıhî

Tasrîfihî kallebel mazmûmi meksûrâ (18).

Konuşmayı beceremiyen insan vardır, onun kelimeleri değiştirmesinden nâzım gerdanlıklarının incileri dağılır; nazım, nesir haline gelir. Onun mantığı kaziyeleri 24stünlüğe bırakır. Dildeki tasarrufu, ötreyi esre yapar, kelimeleri değiştirir (Şiir).

Meâsimu hussâdil kelâmı asîmetün

Basiretühüm mahz-ıd dalâleti fil melâ

Tazyî’u murâtis sanâyi’i beynehum

Tüseddedü minhâcil vusuli ilel ulâ (19).

Başkalarının sözlerini kıskananların suçları büyüktür. Onların basiretleri, insanlar arasında dalâletin ta kendisidir (Şiir).

Vallâhü’l-müste’ân ve ‘aleyi’t-tekelân bi-mennihi ve keremihi (20).

Tanrı, kendisinden yardım umulandır. Ancak ona dayanılır. Sözümüz, Tanrı’nın lütfu ve keremi ile sona erer (Dua).

Kaside

2 Fetahtü ayne ricâi

bi-seyfike'1-kâhir

Kad istecertü bihi min aduvvike'l-makhûr (30/2)

Ümidimin gözünü kahir kalıcınla açtım. Senin kahredilmiş düşmanından o kılıcın himayesine sığındım (Dua).

Bi-ke'l-melâzu ve ente'l-me'âzu fi'd-dâreyn

Ale's-sırâti izâ hane li'l-enȃmi ubûr (30/2)

Sen hem dünya hem ahiret için bir sığınalsın. İnsanlar, sıratı geçmek vakti geldiği zaman sana sığımırlar (Dua).

(32)

25

Recu'tu inneke takza'l-umûr fi-yevmin

Bi-emri rabbüke kad terteci'i ileyke umûr (30/2)

Birçok meseleyi bir günde halledeceğini ümit ederim. Rabbinin emriyle, bazı işlerin yapılması senden beklenir (Dua).

Lezimtü zeylike ercû rizâke fi'd-dâreyn

Kefâ vüsûku bi-lutfike'l-mevfûr (30/2)

Dünya ve ahirette rızanı dileyerek eteğine yapıştım. Büyük lütfuna olan timidimin sağlamlığı bana yeter (Dua).

Elhamdülillahi'llezi halaka's-semâvâti'l-'ulâ (42/8).

Yüksek gökleri yaratan Tanrı’ya hamd olsun (Dua).

Avzu bi-rabbi'l-âlemin estaizü mimmâ neha (42/8).

Âlemlerin Rabbi'ne sığının, yasak kaldığı şeylerden sakının (Dua).

Ebedallahümme fi'l-ȃlȃki emni'l-müslimin (48/10).

Tanrım, din sultanının ebedi devleti devamınca Müslümanların emniyetini her yerde daim et (Dua).

Nevȃrallahümme fi'l-islȃmi misbâhü'1-bekȃ (48/10).

Tanrım, yeryüzü padişahın haşmeti sürdükçe İslam'da beka kandilini ışıklandır (Dua).

Halladallahamme sultânen bihi bȃhi'z-zamȃn (48/10).

Tanrım, zamanın kendisiyle övündüğü sultanını ebediyen yaşat. Onun sağladığı bereketle memleket seması cennet döndü (Dua).

Ekberu'l-ensȃri li'd-din el-kavimü'l-müstakim

A'zamü'l-a'vani li's-seri'-mu alliyü'l-metin (48/1).

O, sağlam ve doğru bir dini koruyanların en büyüğüdür. O, yüksek ve sağlam şeriatin yardımcılarının en ulusudur (Şiir).

Mebdel'l - İhsani min ânin bedâ fi - külli ân

Mensed'l-eşfȃki min hinin neşa fi-külli hin (48/1).

O, doğduğu günden beri her an için tyiliftin kaynați ve şefkatin menşei olmuştur (Şiir).

Kad ifâde'r-rûh cismen kâne min mâin ve tin (49/10).

O ruha daha ünce su ve çamur balinde olan-bir vücut verdi (Şiir).

(33)

26

Innehu ḫayrün lenâ zikrün ve kur'ânün Mübin (49/10).

İşte elimizde bulunan kesin hükümlü Kur'an bizim için bir hayırdr (Şiir).

Innehüm ashâbün kehfin innehu hisnün haşin (49/10).

Onlar Ashab-i Kehf'tirler, o da müstahkem bir kaledir (Şiir).

Ahsenü'1-ahvâli fi'l-erhâmi ahvalü'l-cenin (49/10).

Durumların en iyisi çocukların ana rahmindeki durumlarıdır (Şiir).

Aznuhu azmün azimün re'yuhu reyün metin (49/10).

Onun azmi büyük, görüşü sağlamdır (Şiir).

Külli azmin fihi makrünun bi-tevfiki s-sevâb

Külli re'yin fihi tevfikun min Allahi'l-mu'min (49/10).

Onun her azmi isabetin başarısıyla sonuçlanır; her görüşü, yardım edeci Tanrı’san gelen bir başarıdır (Şiir).

Hazihi cennâtü adnin fedhulûhâ hâlidin

İşte Adn cennetleri sonuna kadar kalmak üzere girin (Şiir).

Kahruhu milhün icâcün lütfuhu mâun me'în

Onun lutfunun ve kahrının cennetinde iyi ve kötünün karışlığı olarak kahrı yakıcı tuz lutfu ise durmadan akan su gibidir (Şiir). “lȃ yeziullahu ecre'l-muhsinin”,

(50/10).

Tanrı iyilik yapanlar emeğini boşa çıkarmaz. Hûd 11/115.

Halladallahümme sultânen sakȃ erze'l- Irak

Hiynema iztarret bi-irsâli's-sehâbi ke'l-behâr (52/11).

Tanrım, susuz kaldığı zaman Irak topraklarını denizler gibi bulut- lar gönderip sulayan Sultan'ı ebedi kıl! (Şiir).

Muktedün levlâh mâ-sirrenâ ilâ sahni's-sürûr

Muhtedün levlâh mâ-nimnå ala mehdi l-karar (52/11).

O Sultan Tanrı'ya uymuştur. O olmasaydı, biz neşeler avluna gidemezdik. O Sultan doğru yolu bulmuştur; O olmasaydı, biz sükûnet yatağında uyuyamazdık (Şiir).

(34)

27

Adluhu min nâibâti'd-dehr kehfün li'l-enȃm

Mâlehüm illâ bihi't-teskîn inde'l-iztirâr (52/11).

O Sultan'ın adaleti insanlar için zamamın felåketlerine karşı bir sığınaktır. Bu insanlar zorda kaldıkları zaman ancak Onunla sükûna erebilirler (Şiir).

Seyfuhu min hadisâti'd-devr hisnün li'l-'adâ

Mâlehüm illâ karârün fihi min havli'l-firâr (52/11).

O Sultan'ın kılıcı zamanın olaylarına karşı düşman için bir kaledir. Onların firar korkusundan ancak bu kalede aman bulurlar (Şiir).

Stytuhu bi'l-adli li'l-islâmi aslü'l-intizâm

Zikruhu bi'l-mecdi li'l-eslâfi vechü'l-iftihâr (52/11).

O Sultan'ın adillik ünü İslam için, düzenin ta kendisidir. Onu san ve şerefle anmak kendinden önce yaşamış olanlar için bir iftihar vesilesidir (Şiir).

“Yuhyi'l-izâm” Kemiklere can verir. Yasin 36 /78.

Halladallahümme tekrîmen lenâ ibâlehu

Ahsenallahümme fi-eyyâmihi hâle'1-enâm (61/14).

Tanrım, bize ihsan olmak üzere, onun ikbalini ebedi kıl. Tanrım, onun devrinde halkın durumunu iyileştir (Dua).

Fenzurû ûlû'l-ebsâr (72/17). Ey basiret sahipleri bakınız. Azzemallahu kadruhü'l-ali

Refe'allahu sânehu'T-a'lȃ

Tanrı onun üstün değerini yüceltsin. Tanrı onun yüce daha da yükeltsin (Dua).

Zeyedallahu izz ü ref'atihi Neffezallahu hükmühu ebedȃ (82/21).

Tanrı onun şerefini artırsın. Tanrı onun hükmünü ebediyen devam ettirsin (Dua).

İnnehu müsted'î istibkâüküm beyne'l-enâm

(35)

28

Eşrakat min-küm ale'z-zulmâi envârü'1-hüdȃ

Halledet âsâru envârin behâ zâle'z-zulâm (112/35).

Hidayet nurları sizden karanlıklara saçıldı. Karanlığı yokeden ışıkların eserleri esebi olarak kalsın (Şiir).

“Keyfe yuhyi’l-arz”, ( 284/2/). Toprağa nasıl can verir. Rûm 30/50. “Tahtühe’l-enhar”, (285/4/). Altında nehirler. Bakara 2/25. Libeyne makâmeyni makâmun

sâlis (316/9/).

İki makam arasında benim için üçüncü bir makam vardır (Güzel söz).

TOPARLI, Recep (2015); Şemseddin Sivasî Divanı, Sivas: Sivas Belediyesi Yay. TEVHİT

Lillâhilhamd (37). Allah’a hamdolsun.

Lâilâheillallâh (37). Allah’tan başka ilah yoktur.

(fezkurûnî) (37). Beni aklınızdan çıkarmayın. Bakara 2/152.

Na't-i Şerîf

“Ve’l-leyl”, (44). Yemîn olsun (karanlığı ile herşeyi) örttüğü zaman, leyl'e (geceye). Leyl 92/1.

“Ve’d-duhâ”, (44) Yemîn olsun duhâ'ya (kuşluk vaktine)! Duhâ 93/1.

“Mâ-zâğa”, (28). Ne kaydı. Necm 53/17.

“Mâ rameyte iz rameyte”, (44). Attığın zaman sen atmadın. Enfâl 8/17. “El-fakru fahrî”, (47). Fakr benim övüncümdür (Hadis).

“Yâ leytenî küntü türâb”, (47). “Ah! Keşke ben toprak olaydım!” der. Nebe’ 78/40.

GAZELLER

“Tûbâ lehüm hüsne meâb”, (54).

Ne mutlu onlara! (Nihayet) dönüp gidilecek güzel yurt da (onların). Ra’d 13/29.

Allâhu a'lem (62). Allah bilir (güzel söz).

Eâzallâhu iyyânâ (82). Allah bize yardım etsin (Dua).

Referanslar

Benzer Belgeler

948’de Bulcsú ve Termacsu, daha sonra Gyula adlı Macar beyleri Bizans’ta Hıristiyanlığı kabul etmişti.. Hatta Gyula ile beraber bir Bizanslı piskopos da

Hayâlî Bey ile birlikte Kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat seferine katılan asker şair hem Bağdat’ta Fuzûlî ile tanışmış olması hem de devrin şartlarında -

4 Şair hakkındaki bilgiler “Abdülkadir Karahan, Fuzûlî: Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, Đ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, Đstanbul 1949.” ve “M. Fuad

A–202 No’lu Bursa Şer’iyye Sicili 70 sayfadan oluşmaktadır. Bu sicil ise, Bursa Merkez Kazasına aittir. Defterin tarihi, Milli Kütüphane Katoloğu’nda 971

Burada, yani biricik balkonunda, uzun gecelerin ölüm sessizliğine aralandığı bu yerde, yaşadığı hayatın dış dünyaya olan bu uzamsal limanında, ömrünün

Çalışma alanında yaşlıdan gence doğru Permo-Triyas yaşlı Tokat Masifi, Geç Jura-Erken Kretase yaşlı Amasya Grubu'na ait Ferhatkaya ve Carcurum formasyonları, Orta Eosen

Çalışma alanında 430 m kalınlıkta olduğu saptanan bi- rim, 1/25.000 ölçekli ÇorumH35 b4 paftasında yeralan Hacılar köyü batısında, haritalanamayacak ölçekte yüzlek

Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 20/ ARALIK 2019.. isteyen şair, bu tarz kişileri, feleğin yüzleri ay gibi olanları bir ay