K a lh v e y © v@ T firyaklB er® d* ¡ir
(stanbula gelen kahve gemilerinin
altı nasıl delinmişti ?
7 ; s o - c ( r ı- , BKahve içmek eskiden en
sayılırdı, herkes kahveyi
Nevyork sergisinde bir Türk kah vesi açılacak. Bu mesele benim de da hil olduğum sergiye ait bir komisyon da konuşulurken şöyle bir münakaşa oldu:
— Amerikalılar bizim tarzda kah veyi pek beğenmezler...
— Bilâkis... Bu kahve onlar için çok yeni bir şeydir. Merakla içerler ve seveceklerine de eminim...
O zaman aklıma Amerikada bulun duğum sıralarda bazı gördüklerim geldi.
Yeryüzünde en büyük kahve tirya kilerinden biri de meşhur eski dünya boks şampiyonu Jak Dempsey’dir. Jak Dempsey’in lokantasında bir Ermeni garson vardı. Bu adam, Türk kahve sini fevkalâde sanatkâraııe bir tarzda pişiriyordu. Ben Jak Dempsey’le gö rüşürken, bu adam:
—- Size bir Türk kahvesi yapayım mı? dedi.
Dempsey de:
■— Aman yap... Ben de içerim... cevabını verdi.
On dakika sonra köpüklü köpüklü kahvelerimiz önümüze gelmişti.
Dempsey, kahvesinden bir yudum içtikten sonra:
•— Aman... dedi, güzel amma... Çok koyu, çok fazla topraklı...
Bunlar garibime gitmişti. «Çok faz la topraklı» da ne demekti?
Jak Dempsey muhakkak çok telveli demek istiyordu.
Jak Dempsey’in kahveyi beğenme mesine rağmen bir gün Nevyorktaki apartımammızda iki Amerikalı gaze teciye Türk kahvesi yaptık. Daha ilk yudumda:
— Aman... dediler, harikulâde... Nefis, nefis!...
Türk kahvesi bizim için o kadar mü himdir ki Amerikada, Kanadada 30 - 35 sene kalmış Türklere rasgeldim. 30 - 35 senedenberi âdetlerini hiç de ğiştirmemişler, gratsiyel denilen sek sen, doksan katlı asri apartımanla- rında mütemadiyen okkalı, Türk kahveleri pişirtiyorlardı.
Bunlardan biri:
— 35 senedenberi Amerikalıların birçok âdetlerine alıştım. Fakat şu Türk kahvesinden vazgeçemedim.
Şimdi bunları düşünürken bizde meşhur kahve tiryakileri aklıma ge liyor.
Bizde meşhur kahve tiryakileri ara sında gayet tanınmış münevverler mevcuddur.
Bunlar, sarı pirinç cezveler içinde kendi ellerile kahve pişirmeğe bayılır lar. Sarı pirinç cezveden kahveyi kal lâvi fincanlara boşaltırlar, köpüklü köpüklü içerlerdi.
Meşhur kahve meraklıları arasın da şair Abdüllıak Hâmid, Cenap ta vardı.
Sedire uzanarak kahve içen bir kadın
Kahve tiryakisi bir ihtiyar kadar gidiyor. Şeyhislâm şöyle bir fetva veriyor: «Bu kara içkinin içil mesi katiyyen caiz değildir.»
Bunun üzerine bir gece rıhtımdan hareket eden sandallar kahve yüklü gemilere yanaşmışlardı.
Sandallardan çıkan insanlar, gece yarısı kahve yüklü gemileri altların dan delip kaçmışlardı.
Gece yarısı kahve yüklü gemiler kendi kendine battılar. Fakat halk arasında dehşetli bir merak uyanmış tı. Acaba bu «kahve» denilen şey na sıl bir içki idi?... Gizliden gizliye İs- tanbula kahve sokuluyor ve kaçamak bir tarzda içiliyordu.
Bir daha gemilerle ancak 12 sene sonra İstanbula kahve getirtilebildi. Şehrin ötesinde berisinde gizli gizli kahve dükkânları açılmağa
başlanıl-Bizde kahvenin bu kadar rağbet görmesine rağmen İstanbullular bu siyah ve tatlı içkiyi çok geç zamanda tatmışlardır. İstanbula ilk defa kah ve Kanunî Süleyman zamanında gel miştir.
950 senesi içinde bir gün İstanbul limanına birkaç gemi geliyor...
Herkes merak içinde:
— Acaba bu geminin yükü nedir? Şimdiye kadar İstanbula bu gemi lerin getirdiği maldan hiç gelmemiş...
Halk arasında rivayetler dolaşıyor: — Gemide «kahve» denilen bir mad de varmış... Bu madde ateş üzerinde kavrulur, sonra değirmenlerde çeki lir, toz haline getirilirmiş. Bundan sonra da bu siyah toz şekerle birlikte kaynatılır ve içilirmiş...
— Allah Allah, garip şey...
Fakat halk bu garip içkinin İstan- 1 bula çıkarılmasını katiyyen arzu et- :
miyor. <
O vakit meşhur Ebüssuud efendi de Şeyhislâm...
Niiıavet mesele Ebüssuud efendiye
büyük ayıp
gizli içerdi
mıştı. Eski kitapların yazdıklarına göre, bu kahvehaneler hiç te şimdiki lerine benzemiyordu.
Eski kahvehaneler taştan inşa edi liyordu. Bunların gayet güzel bahçe leri vardı. Kahvelerin zemini mer merden yapılmıştı. Ortalarında ekse riya büyük bir havuz vardı.
Havuzdan sular fışkırırdı. Kahvele rin içinde bir sürü güvercin beslenir di. Bu güğercinler etrafa uçuşurlardı. Kahvelerde o zaman peykelerin bu lunduğuna şüphe yok. Fakat bu pey keler âdeta birer divan şeklinde idi. Kahve tiryakileri bu divan yzerinde yan gelip yatarlardı.
Fakat herkes kahveyi ayıp bir şey yapıyormuş gibi gizli gizli içiyordu.
Bir adamın fenalığından bahsedi lirken:
— Bırak şunu... diyorlardı, gizli gizli kahve içer...
Muhakkak ki bizde eski kahve tir yakileri kalmamıştır. Eskiden evlerde likörler, çay muhabbetleri böyle ta- ammüm etmemişti.
Bunun için kahveye rağbet pek faz la idi. Misafire yapılan en büyük ik ram kahve idi. Hattâ halk arasında kahveye dair darbı meseller bile çık mıştı.
Bir dostun vefasızlığından bahsedi lirken:
— Yahu... Acı bir kahvemi de mi içmedin? «Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır» derlerdi.
Bugünkü kahve tiryakilerinden bî ri de Dr. general Berim Ömer Akacın dır.
Besim Ömer Akal ıı, kahvesine son derece meraklıdır. Yalnız üstad kah veyi, herkesin aksine olarak, sıcak de ğil, buz gibi soğutulmuş olarak içer. Meşhur doktor, kahvesini geceden kendi elile hazırlar, buza koyar. Sa bahleyin kalkınca bu buzlu kahveyi soğuk soğuk içer...
Hikmet Feridun Es
Taha Toros Arşivi