S ŞUBAT 1964* ' M f L L t î E T ' İ T - 4
'O
"5ao Q
i • -T,': . riP R A T İ K D
İ N r~J--vak h ' R V İ •-■■SsSL m ı A l i C D 'V-fJF--D I L U I L C K Á İ k i c i | f 1 / % c k C I , : h .. % f c * î A N j I Iv L O P f e § : íf: 5 X I '•yfa215
İH •MEVLEVÎLİK
( ’ i l l III 11IIIII i m 111111 |i II11 ] ¡ İli
Bir M evlevi dervişi semâ’da... Semâ'da dervişin »ag elinin avucu göğe açık, sol elinin parmak uçla rı da yeri gösterir. Bunun mânâsı Allahın rahmetinin
cağ elle alınıp, tol elle vere indirilmesi demektir.
Mevlânâ Celâlettin-l Rumî'nin oğlu Sultan Velet tarafından kurulan, düzenlenen bir tarikat tır.
Tarikatın başında bulunan zâta «Çelebi» de nirdi. Çelebiler Mevlânâ’nm torunları arasından seçilirdi. Çelebiler Konya’da Mevlânâ’nın türbesi olan dergâhta otururlardı. Çelebilerin Özel bir mev kii ve büyük nüfuzları vardı, hattâ Padişahlara on lar kılıç kuşatırlardı. Osmanlı imparatorluğunun belirli şehirlerinde birer mevlevîhane bulunurdu. İstanbul’da da Mevlevi dergâhları vardı. Dergâhın başmda bulunana «Şeyh» denirdi. Şeyhler «Dede» ler arasından seçilirdi. Şeyhliği, Çelebi’nin onay laması şarttı. «Dede» 1001 günlük çileyi tamam layan dervişe denilirdi.
Mevlevîliğin en İlgi çekici tarafı âyinleridir. Padişahlık zamanmda bu âyinler her dergâhta y a pılırdı. Şimdi yalnız yılda bir kere Konya’da y
a-rif,> besteleri okurlar. Dervişler de bu «Semâ’» da vecd içinde, kendilerinden geçercesine dönerler.
Mevlevi müziği Tasavvuf musikisinin en önem li kısmıdır. Mevlevîhanelerde yüzyıllar boyunca değerli bestekârlar yetişmiş ve Mevlevîhaneler kon servatuar yerini tutmuştur.
MEVLÂNÂ
I I I O I I I I IH I II I It tl I l l ll l ll lM
Mevlânâ Celâlettin-1 Rumî, 1207-1273 yılları arasında yaşamış şair, mutasavvıf, bilgin ve fikir adamıdır. Doğu ve Batı medeniyeti kendisini dâhi olarak tanır. O devrin büyük kültür merkezi olan Belh’de doğmuştur. Babası ve annesi Türk’tür. Ba bası «Sultân-ü l Ulemâ» (Bilginlerin Sultanı) diye tanılan Bahaettin Velet, annesi Harzemşah haneda nından bir preıisestir. Celâlettin-i Rumî Anadolu’da yerleşip şöhretini yaydığı için «Rumî» diye anıl mıştır.
Bahaettin Velet’in manevî ııufuzundan Harzem- şah’lılar çekiniyordu. Bahaettin Velet, Harzemşalı’- hlarla arası açılınca Belh’ten ayrıldı. Mevlânâ o sı rada dört yaşındaydı. Babası ile İran’a, Bağdat’a geçip oradan Mekke’ye gittiler. Babası Hacı olduk tan sonra Anadolu’ya geçtiler. Anadolu’da o sırada Selçuklu İmparatorluğu en muhteşem çağım yaşı yordu. Devlet merkezi Konya’da Bahaettin Velet büyük bir saygı ile karşılandı. Aile Konya’ya ge linceye kadar bir çok Anadolu şehirlerini gezmiş ve Karaman’da Mevlânâ, Şerafettin Semerkandî’nın kızı Gevher Hatunla evlenmişti. Mevlânâ’nın an nesi Mümine Hatun da burada ölmüştü. Mevlânâ Konya’ya geldiği zaman 21 yaşındaydı. Babasmın ilminden büyük istifadeler sağlamış ve her gittik leri yerin bilginlerinden çok şeyler öğrenmiş ve kendisinde bulunan dehâ ile bunları yoğurarak bü yük bir ilim adamı haline gelmişti. Mevlânâ’nm dehâsı ve ilmi ona Konya’da büyük itibar göste rilmesine sebep oldu. Konya’nın en önemli medre selerinde dersler veriyor, öğrencilerine bir hocadan ziyade bir uyarıcı gibi davranıyor, onlara geniş ufuklar gösteriyordu. Ayrıca Selçuk hükümdarım ve vezirleri de aydınlatıyordu.
1244 yılında Konya’ya Tebriz’li Mehmet Şem settin adında yüksek fikirli ve esrarlı hislere sa hip bir derviş geldi. Bu derviş Mevlânâ’nm hayatı nı tamamen değiştirdi. Bu sırada 37 yaşında olan Mevlânâ bir fikir adamı hüviyetinden bir gönül adamı haline geçti. Mevlânâ daha çocukken bu der vişle Şam’da kısa bir süre görüşmüştü. Mevlânâ artık Şems’ ten başka herkesi ihmal ediyordu. Bu hal kendisini sevenleri ve öğrencilerini çok üzdü. İçlerinden bir kısmı Şems’i ölümle tehdit ettiler. Bunun üzerine Şems gizlice Şam’a kaçtı.
Şems’in kaçışı Mevlânâ’yı perişan etti. Şems’in dostluğuna doyamamıştı. Mevlânâ’nm öğrencileri yaptıklarına pişıhan oldular. Şems’i geri getirmek için teşebbüse geçtiler. Mevlânâ’nm mektupları ve oğlu Sultan Velet’in 20 kişilik bir kafileyle Şam’a gidip yalvarmasından sonra Şems Konya’ya döndü. Fakat Mevlânâ yine ders ve vaaz vermiyordu. K en di iç âlemine dalmış duygularının esiri olmuştu. Müritleri Mevlânâ’nm bu halinden de şikâyetçi olunca Şems birdenbire esrarengiz şeküde ortadan kayboldu.
Mevlânâ bundan sonra tamamen bir gönül adamı oldu. Kendini şiir ve semâ’a verdi. Kendi sini Şems’le aynı görmeğe ve şiirlerinde onun adı nı kendi adıymış gibi söylemeğe başladı.
Mevlânâ 66 yaşında Konya’da öldü. Hastalığı yüksek ateşli karaciğer rahatsızlığıydı.
Cenaze törenine Hıristiyan, Musevî bütün Konya’lılar katıldı. Türbesini Selçukî Veziri A lâ mettin Kayşar, mimar Tebriz’li Bedrettin’e yaptır dı. Ondan sonraki Selçukî ve Osmanlı hükümdar ları türbeye ve müştemilâtına ilâveler yaptırdılar Osmanlı Padişahları Konya’dan sefere çıkarlarken Mevlânâ’nın türbesini ziyaret ederler ve sanduka sının örtüsünün saçağını öperlerdi.
Mevlânâ’nm ölümünden sonra yerine müritle rinden Hüsamettin Çelebi geçti. Onun da ölümün den sonra Mevlânâ’nm oğlu Sultan Velet sonradan «Mevlevîlik» adını alan tarikatın başına geçti. Mev- levî tarikatının kurucusu, düzenleyicisi, teşkilâtlan- dırıcısı babası gibi şair, bilgin ve fikir adamı Sul tan Velet’tir,
M E V L Â N A ’NIN KİŞİLİĞİ
Mevlânâ «Efendimiz» demektir. Yaşarken ve öldükten sonra bu lâkapla anıldığı için asıl ismi ikinci plânda kalmıştır.
Mevlânâ bütün dünya tarafından saygı ile anıl mış, takdir edilmiş ve hayranlık duyulmuş büyük bir san’at ve fikir dehâsıdır. İngiliz müsteşriki A J. Arberry onun için şu hükmü vermiştir:
«Dünyanın en büyük şairlerinden biri... Eğer en büyüğü değilse.»
Goethe’deıı başlayarak Batı şairlerinin çoğunda Mevlânâ hayranlığı vardır.
Mevlânâ insanı her şeyden üstün tutmuştur. Kişi hürriyetine, fikir hürriyetine verdiği değer in sanı kutsal hale getirmiştir. Mevlânâ doğuştan ge len hiç bir farlcı ve sonradan edinilmiş maddî de ğerleri tanımadan bütün insaniyete aynı kıymeti vermiştir. Mevlânâ’ya göre en kötü insan bile ba ğışlanmaya ve sevgiye lâyıktır. Mevlânâ bütün eserlerinde Allah aşkının insanı ne kadar yükselt tiğini, andığını kendi dehâsına has bir söyleyiş ile belirtmiştir.
Yüzyıllar boyunca bütün Doğu’lu şairler onun bu içli lirizminin etkisi altında kalmışlardır. Mevlâ
nâ’nm dinamik felsefesi uyanan İslâm âlemine yüz yılların ötesinden seslenmiştir.
Oğlu tarafından kurulan tarikat Türk kültürü ne büyük hizmetlerde bulunmuştur. Mevlânâ’da Türklük sevgisi çok büyüktür. Türk ırkmı daima övmüş, fakat Türk dili yaşadığı yıllarda Anadolu’da bir şiir dili olacak kadar gelişmemiş olduğu için Farsça yazmıştır. Buna Mevlânâ çok üzülmüş ve şöyle demiştir:
«Aslent Türk-est egerçî hindû-gûyem». Bu mıs raın mânâsı «Her ne kadar Farsça söylüyorsam da, aslım Türk’tür.» demektir.
Mevlânâ’nın en büyük eseri Mesnevî’dir. Mes nevi Farsça aruz’uıı «Fâilâtün - fâîlâtUn-fâîlât» vez niyle yazılmıştır. Dünya edebiyatının bu muhte şem eseri çok defa Mevlânâ tarafından irticâleıı söylenmiş v e müridi Çelebi Hüsamettin tarafından zapdedilmiştir. Mesnevî’nin konusu iç içe anlatı lan hikâyelc:, :ıı ve bunların bütün insanlık âle mine seslenecek kadar beşeri bir anlayışla tefsi rinden ibarettir. 6 cilte ayrılan Mesnevî 25.700 be yittir.
Mesnevi:
«Bişnev ez-ney çuıı hikâyet mîküned Ez-cudâyîlıâ şikâyet mîküned»
nıısralarıyla başlar. Nahifi bu mısraları şu şekilde Türkçe’ye çevirmiştir:
«Dinle neyden kim hikâyet etmede Ayrılıklardan şikâyet etmede»
Mesnevî. Kur’ân ve Hadîslerden sonra İslâm âleminde üzerinde en çok durulan eserdir.
DÎVAN -I KEBÎR: 40.380 beyitlik muazzam bir şiir külliyatıdır. İslâm edebiyatının en kalın bir kaç dîvanından biridir. Şiirlerin çoğu Farsça’dır. İçinde Arapça, Türkçe hattâ Rumca parçalara da rastlanır. Mevlânâ’yı yeryüzünün en büyük şair leri arasına koyan eserlerinden biri budur.
Mesnevî ve Dîvân-ı K ebîr’in Doğu ve Batı dillerine sayılamayacak kadar tercümesi vardır. Mevlânâ’nın bu iki eserinden başka «Fîhl mâ Fih», «Mektûlat», «Mecâlis-i Seb’a» adında Fars ça üç eseri daha vardır.
MESH
l l l l l l l l l l l l l l l l l lLügat anlamı bir şeyi, vücudun bir yerini el ile silme, sığı madır. Meselâ abdest alırken ıslak elin avucu ile başın dörtte biri meshedilir. Bir de, bir çeşit fotin olan «mest» ler üzerine meshetmek vardır. Yani abdest alırken ayaktan mestler ç ı- karıbnaz ve ıslak elle üzerine meshedilir. Fakat mestlerle camiden ve seccadeden başka hiç bir ye re basılmaz ve üzerine lâstik giyilir.
Bundan başka kırık olan veya yaralı bulu nan bir uzvu meselâ kolu abdest alırken yıkamak mümkün olmayacağından sargı üzerine meshedilir.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a To ros Arşivi