• Sonuç bulunamadı

Güncel - 17 Ağustos'un Üçüncü Yılında... TMMOB Olarak Gördüklerimiz, Önerdiklerimiz

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Güncel - 17 Ağustos'un Üçüncü Yılında... TMMOB Olarak Gördüklerimiz, Önerdiklerimiz"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

güncel

17 AĞUSTOS’UN ÜÇÜNCÜ YILINDA...

TMMOB OLARAK GÖRDÜKLERĐMĐZ, ÖNERDĐKLERĐMĐZ

∗∗∗∗

17 Ağustos 1999 günü yaşadığımız Marmara depreminin yol açtığı yıkımların, hasarların, can kayıplarının, kaderleriyle baş başa bırakılan ve çaresizlik içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışan milyonlarca insanın neredeyse unutulduğu Türkiye’de, yaşanan felaketin üstünden üç yıl geçti. Üç yıla karşın, deprem bölgesinde giderek derinleşen sorunlara yeterli çözümler üretilmemiştir.

Geride kalan üç yılda neler yaşandı? Felaketten doğrudan etkilenen iki milyonu aşkın insan aradan geçen bu üç yılda neler yaşadı? Marmara Denizinde olası bir deprem riskinin giderek artmakta olduğu bir süreçte, hangi noktadayız? Durum nedir?

Geride kalan üç yıla ana hatlarıyla baktığımızda,

Birinci yıl:

1- TBMM Araştırma Komisyonu Raporu Yayınlandı.

“Türkiye, bugünkü kurumsal örgütlenmesi ve finans sistemi ile afetlerle mücadele edebilecek ve toplumumuzu

afetlere duyarlı hale getirebilecek durumda ve kapasitede değildir.

Mevcut kurumsal yapının eski afetlerden dolayı afetzede vatandaşlara onbinlerce konut borcu

bulunmaktadır.” tespitinin yapıldığı rapor’ da: “çok eski geçmişe sahip olmasına rağmen, yürürlükteki yasa ve

yönetmeliklere uymama, başta yerel yönetimler olmak üzere, her kademede alışkanlık haline getirilmiştir...”

denmektedir.

TBMM Araştırma Komisyonu’nun 77 sayfalık raporun 70 sayfası; deprem konusundaki kurumsal yapılara, Türkiye’deki afet mevzuatı ve tarihçesine, kurumların görevlerine, komisyon toplantı ve çalışmalarına ayrılmış, öneriler bölümünde şu görüşlere yer verilmiştir :

Yeni bir deprem politikası oluşturulmalı devlet politikası olarak uygulanmalıdır...Gecekondulaşma, kaçak

yapılaşmayı teşvik eden imar affı politikasından kesinlikle vazgeçilmelidir...planlama ve yapı sektöründe görev

alan meslek dallarının uzmanlık alanlarının yetki ve sorumluluklarını belirleyen meslek yasaları çıkarılmalıdır.

Bu yasalarda meslek odaları üyelerine denetleme yetkisi verilmelidir. gereği yerine getirilmezse odalar da

sorumlu tutulmalıdır.

2- 57. Hükümet, 17 Ağustos depreminden hemen sonra “doğal afetlere karşı alınacak önlemler ve doğal afetler nedeniyle doğan zararların giderilmesi için yapılacak düzenlemeler” için 27 Ağustos 1999 günü TBMM’den yetki aldığı yetkiye dayanarak yayınladığı ve sayısı elliye yaklaşan bu Kanun Hükmünde Kararnamelerle:

2.1-Deprem harcamaları Sayıştay denetimi dışında bırakıldı. Deprem vergilerinden elde edilen gelirler, iç ve dış yardımlar, hibe gelirleri genel bütçe içinde kullanılarak sermayeye kaynak transferi sağlandı. Toplanan kaynakların yönetimi açık olmadı ve denetlenmedi.

2.2- 17 Ağustos sonrası kamuoyunda oluşan uygun ortam ve “her şeye yeniden başlamalı” söylem ve beklentilerine karşın, 10 Nisan 2000 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 595 sayılı “Yapı Denetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile yürürlüğe kamusal denetim alanı “özel şirketlere” devredilerek özelleştirildi ve yapı denetiminde yeni bir süreç başlatıldı.

Amacı “yapıda can ve mal güvenliğini sağlamak, kaynak israfına sebep olan plansız, kontrolsüz ve kalitesiz yapılaşmayı önlemek” olan Kararname, bu iddiaya karşın, planlamaya ilişkin tek bir hüküm içermiyordu. Oysa, depremle ilgili farklı kurum ve kuruluşların tümü, yapısal yıkım ve hasarlarda zeminin belirleyici olduğu konusunda görüş birliği içinde olmalarına karşın, planlama yani yer seçim ve yerleşim kararları süreci yine gözardı edildi. Bu durum, plansız ve bilime aykırı bir yapılaşmanın süreceği anlamına gelmektedir.

3- TMMOB’nin “Doğu Marmara Depremleri ve Türkiye Gerçeği” raporu Haziran 2000’de yayınlandı.

17 Ağustos’tan itibaren çalışmalarını deprem bölgesinde yoğunlaştıran TMMOB’nin, yaşanan insanlık dramına tanıklığını, acıların ve yaraların sarılmasına katkılarını, gözlem ve incelemelerini anlatan, görüşlerini dile getiren ve dokuz bölümden oluşan raporun, “17

Ağustos’ u unutmamalı, Türkiye’yi yeniden kurmalıyız” istemiyle başlayan

“Öneriler” bölümünde: “Deprem bölgesinin her yönü ile (insanların ruhsal ve bedensel sağlıklarına

kavuşturulması ile barınma, ekonomik, eğitim, kültürel gereksinimlerinin karşılanması, sanayi, tarım ve hizmet

kesimlerindeki üretim koşullarının) iyileştirilmesine yönelik çalışmaların etkinleştirilmesi ve bu amaçla kamu

yönetim biçimlerinin geliştirilmesi ve işletilmesi”

nin zorunlu olduğu vurgulanarak;

- Toprak ve konut politikalarının, toplum yararına düzenlenmesi,

- Ulusal ve bölgesel planlamanın yapılması,

- Bilimsel çalışmalara kaynak ayrılması ve bilimsel verilerin esas alınması,

(2)

- Toplu ulaşım ve taşımacılık sistemlerinin geliştirilmesi,

- Depremi felakete dönüştüren sorumlular hakkında kamu davası açılması,

- Đşlevsel deprem bütçe yönetiminin oluşturulması,

- Deprem riski her geçen gün artan Đstanbul’u depreme hazırlamak için toplum olarak ayağa kalkmamız

gerektiği,

savunulmaktadır.

“Đstanbul Konut Bina Stoklarının Yaş Durumu”nun ele alındığı rapor’da: 80 yıl ve daha yaşlı bina : 50 000

25-80 yıl arası bina : 122 000 0-25 yıl arası bina : 414 000

Su toplama havzaları, vadi içleri ve yamaçları, dolgu alanları, dere yatakları, sahiller, heyelanlı bölgeler

gibi elverişsiz zeminler üzerine inşa edilmiş, depreme dayanıklı olup olmadığı bilinmeyen ama aşağı yukarı

tahmin edilen plansız, denetimsiz olarak yapılmış herhangi bir mühendislik ve mimarlık hizmetiyle buluşmamış

yüzbinlerce yapısı, sanayi tesisiyle, Đstanbul’ un olası bir depremi karşılamaya hazır olmadığı apaçık ortada

değil mi?”

4- Kalıcı konutların yapımına başlandı. Konutların yer seçimleri “planlama” anlayışından yoksun bir anlayışla, bölgede son kalan tarım alanları, dolgu alanları, meyve bahçeleri elden çıkarılarak yapıldı. Can çekişen Đzmit Körfezi, gözden çıkarıldı.

5- Merkezi ve yerel yönetimlerde, kentleri ve toplumu öncelikle depreme hazırlamak yerine, depremin sonuçlarına hazırlamayı yeterli gören politikalar hakim oldu.

6- 587 sayılı

“Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”

27 Aralık 1999 tarihli Resmi Gazetede yayınlandı. Yayımından dokuz ay sonra yürürlüğe gireceği kararlaştırılan

“Zorunlu Deprem Sigortası”

,

Türkiye’nin imar sistemi ve afet yönetimi ilkeleriyle bağlantı kurmayan bir anlayışla hazırlanmıştır.

Đkinci yıl:

1-Anayasa Mahkemesi’nin 595 Sayılı Kararnameyi Anayasaya aykırı bularak 24.05.2001 tarihinde iptal etmesine karşın, mahkemenin iptal gerekçesini bile beklemeyen 57. Hükümet, TBMM’den jet hızıyla geçirdiği 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunu yürürlüğe soktu. Yasa, yüzölçümünün yüzde 92’si, nüfusunun % 95’i deprem kuşağında olan Türkiye’nin, milli gelirden en yüksek pay alan 19 ilini kapsamakta olup, bu illerin GSMH’dan aldıkları payların toplamı yüzde 67’ye ulaşmaktadır.

Đçinde Afyon’un da bulunduğu ve yakın tarihte büyük depremler yaşayan Zonguldak, Kütahya, Muş, Burdur, Bingöl, Diyarbakır, Van, Erzurum, Malatya, Erzincan ve Tunceli gibi illerimizi yapı denetimi dışında tutarak dışlayan 4708 sayılı Yasayı çıkartanların rantçı anlayışı bir kez daha gözler önüne serilmiştir.

2- Sayıştay Raporu yayınlandı.

13.08.2001 tarihinde yayınlanan Rapor’un “Đstanbul’u Depreme Nasıl Bir Örgütsel Yapı Hazırlıyor?” bölümünde

yapılan önerme şöyledir:

“Daha önce büyük depremlerde yaşananlar, il acil kurtarma ve

yardım komitelerinin ve kriz merkezlerinin deprem zararlarını azaltmada yeterince etkili olamadıkları açıkça

göstermiştir. Bu yüzden, riskleri ve zararları azaltmayı hedefleyen, deprem öncesi, sırası ve sonrasındaki işlere

bütünsellik içinde bakmaya olanak veren, koordinasyon ve işbirliği sağlamada etkin, yeterli yasal yetkiler ve

imkanlarla donatılmış yeni bir örgüte duyulan ihtiyaç ertelenemez hale gelmiştir.”

3- Marmara denizindeki faylar konusunda sürdürülen bilimsel çalışmalar daha belirgin sonuçlar ortaya çıkardı ve riskin ne kadar büyük olduğu bir kez daha görüldü. Giderek fay tartışmalarıyla zaman yitirmek yerine, Marmara Bölgesi ve Đstanbul’u depreme hazırlayacak program ve uygulamaların önemli olduğu vurgulanarak: “Deprem yıkmadan yıkılması gerekenleri yıkalım, güçlendirilmesi gerekenleri güçlendirelim. Bunun için de depremle ilgilenen tüm kurum ve kuruluşların eşgüdüm içinde olmazsa olmaz koşullarını içeren ortak bir teknik ve toplumsal planlama kapsamında harekete geçirilmelidir.” önerileri yapıldı.

4- Kalıcı konutların yapımına devam edildi ve kısmen teslim edildi.

5- Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe girdi. DPT tarafından yayımlanan “Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma (2001-2005) Planı”nın;

476. maddesi - 1999’da yaşanan Marmara ve Bolu-Düzce depremleri, yanlış arazi kullanımı, çarpık yapılaşma gibi nedenlerin de etkisiyle, büyük zararlar meydana getirmiş, bölgesel gelişme politikalarının etkin bir şekilde uygulanması gerektiğini ortaya koymuştur.

532. maddesi - Depremlerin ülkemizin gerek nüfus gerekse ekonomik aktivite bakımından en yoğun bölgesini etkilemiş, özellikle Kocaeli, Sakarya ve Yalova’da ağır can ve mal kaybına yol açmıştır.

(3)

533. maddesi - Kocaeli, Sakarya, Yalova illerine öncelik vermek üzere Marmara Bölge Planı hazırlık çalışmaları başlatılmıştır.

535. maddesi - Bölge planlama; bölgelerin farklı imkanlara, özelliklere ve sorunlara sahip olduğu gerçeğinden hareketle, kapsamlı ve katılımcı bir yaklaşımla ele alınacaktır. Bölge planları, ulusal önceliklere ve yerel talepleri yansıtarak sektörlerarası bağları kuracak, bölge için stratejik vizyon geliştirecek ve dinamik bir yapılanmaya sahip olacaktır.

545. maddesi - Marmara Bölge Planı ile, depremin yarattığı olumsuzlukların giderilmesi, kentsel alanlara yönelik göçün istikrarlı bir yapıya kavuşturulması, tarım, sanayi, ticaret, konut, turizm vb. konulara ilişkin yerleşim alanlarının afet riskleri de dikkate alınarak hazırlanacak bir arazi kullanım planına göre yönlendirilmesi, çevre ve mekan kalitelerinin korunarak kentsel büyümenin denetim altına alınabilmesi ve sosyoekonomik orta vadeli gelişme deseninin belirlenmesi amaçlanmıştır.

Kalkınma Planına göre:

1- Marmara Bölge Planı hazırlık çalışmalarının başlatıldığı,

2- Bölge planlamanın, kapsamlı ve katılımcı bir yaklaşımla ele alınacağı,

3- Marmara Bölge Planı ile tarım, sanayi, ticaret, konut, turizm vb. konulara ilişkin yerleşim alanlarının afet riskleri de dikkate alınarak hazırlanacak bir arazi kullanım planına göre yönlendirileceği kabul edilerek, ilan edilmesine karşın, deprem bölgesinde alınan yerleşim kararları Kalkınma Planının ilke ve hedefleri göz ardı edilerek alınmaya devam edilmiştir.

5- 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri sonrasında Đstanbul/Avcılar’ dan Düzce’ye kadar olan bölgeyi kapsayan yedi yerleşim merkezinde kurulan, Adapazarı, Avcılar Gümüşpala, Bekirpaşa, Düzce, Gölcük, Karamürsel ve Yalova Depremzede Derneği, Cumhurbaşkanına sorunlarını ileterek, “Ortak Đsteklerini” dile getiren 64 konunun yanıtlanmasını istediler.

Cumhurbaşkanlığı, sunulan sorun ve istemleri Başkanlığa ve ilgili Bakanlıklar ile Kurumlara iletmiş, alınan yanıtları istemlere göre tablolaştırarak Derneklere iletmiştir.

“Ortak Đsteklerin” birinci sırasında:

“Deprem nedeniyle toplanan iç ve dış yardımlar toplamı ile ek vergilerin

miktarı ve nerelerde kullanıldığının açıklanması”

yer almıştır

.

Cumhurbaşkanlığı yanıtı:

“Đlgili kuruluş: Başbakanlık; iç bağış ve deprem vergisi tutarı için bilgi

verilmemiştir.”

2. Ortak Đstek:

Đmar affını çıkartanlar, yanlış yer seçimi ile planlama yapanlar, yapı denetimi görevini

yerine getirmeyenler, kat yüksekliği verenler, plan tadilatı yapanlar, yanlış hasar tespiti yapanlar, malzeme

çalanlar gibi tüm sorumluların yargılanması.

Cumhurbakanlığı yanıtı:

Başbakanlık’ tan yanıt alınmamıştır.

34. Ortak Đstek:

Orta hasarlı binaların onarımı için öngörülen kredi miktarı ile sorunun çözümü

olanaksızdır. Bölgedeki orta hasarlı binaların yıkılması, sahiplerinin hak sahibi yapılması, az hasarlı binaların

ise mevcut planlama ile uyumlu duruma getirilip, sahiplerine onarım ve güçlendirme kredisi sağlanması.

Cumhurbakanlığı yanıtı:

Bayındırlık ve Đskan Bakanlığı; orta hasarlı binalar için belediyelik yerlerde

öngörülen 2 milyar tl yardımın artmasına olanak olmadığı, Marmara Bölgesi’nde çok miktarda orta hasarlı bir

çok binanın onarıldığını, orta hasarlı binaların yıkımının milli servetin kaybına neden olacağını...bildirmiştir.

37. Ortak Đstek:

Mevcut kalıcı planlaması, kiracılar lehine genişletilerek kiracıları da kalıcı konut kredisi

ile hak sahipliği tanınması.

Cumhurbakanlığı yanıtı:

Başbakanlık ’tan yanıt alınmamıştır.

62. Ortak Đstek:

Yeni imar aflarının çıkartılmasının anayasal düzenleme ile yasaklanması.

Cumhurbakanlığı yanıtı: Başbakanlık ’tan yanıt alınmamıştır.

Avcılar Gümüşpala Dayanışma Derneği’nin Đstekleri:

Büyükçekmece-Avcılar Bölgesinin 1. Derece Deprem

Bölgesi olmasına karşın Yakuplu Belediye Başkanlığı, Tehlikeli, Yanıcı, Patlayıcı, Yakıcı ve Zararlı Maddelerin

Dolum Depolama Tesisine ruhsat vererek, “Görevini Suistimal Suçu” işlemiştir. Belediyece verilen tüm “Yapı

Ruhsatları”nın iptal edilmesi.

Cumhurbakanlığı yanıtı:

Đçişleri Bakanlığı; Konuyu ilgili Valiliğe ilettiğini bildirmiştir. Çevre Bakanlığı ise,

söz konusu tesislerle ilgili olarak “Çevresel Etki Değerlendirilmesi Olumsuz Kararı” verdiğini ve anılan yerde

bu tesislerin yapılmasını uygun görmediğini bildirmiştir.

(4)

1-Aykut Barka’yı kaybettik. Barka’nın ölümünden önce dile getirdiği “Deprem Konseyi Raporu Açıklansın” talebi, ölümünden sonra TMMOB’de dahil olmak üzere toplum tarafından sahiplenildi ve Konsey Raporu tamamlamak ve açıklamak zorunda kaldı.

“Türkiye’de bir “Ulusal Deprem Stratejisi” geliştirilmesinin ana amaç olduğu belirtilen “Deprem Zararlarını Azaltma Ulusal Stratejisi” raporuna göre:

Deprem ve afetlerle ilgili olarak yürürlükte bulunan mevzuatın

bütünlük ve tutarlık gösteren bir politika ya da strateji oluşturmadığı bir gerçektir. Ayrıca, bunları yürütmekle

yükümlü organ ve kurumların da bir sistem oluşturmak şöyle dursun, kimi durumlarda karşıt işleyişler gösteren

çok başlı bir yapılanma gösterdiği, üzerinde görüş birliği bulunan bir olgudur…

Bu nedenlerle, mevcut sistemde yapılacak iyileştirmelerin, başvurulacak yeni düzenleme alanlarının, yasal önlem ve kurumlaşmaların neler olması gerektiği ve bunların hangi kuruluşlarca nasıl yerine getirileceğinin bilimsel açıdan belirlenmesi bir temel ödev olarak durmaktadır…

2- Aykut Barka ve Ali Er, “Đstanbul, Depremini Bekleyen Şehir” adlı kitabında, tehlikenin boyutlarını bilimsel verilerle açıkça ortaya koyduktan sonra,

“Orta Marmara Fayı Đstanbul’u önemli ölçüde etkileyecek bir deprem

için en az 236 yıldır enerji biriktiriyor. Bu fay parçası üzerinde önümüzdeki 30 yıl içinde 7’den büyük bir

depremle hareket etme olasılığı yüzde 62 olarak hesaplanmıştır. Bu depremin Đstanbul’da meydana getireceği

kayıpların olası boyutları henüz detay çalışmalarla belirlenmemiş olmakla birlikte, can kaybının on binlerce

olacağı, ekonomik zararın ise 50 milyar doları aşacağı, konunun uzmanları tarafından defalarca açıklandı.

Öngörülen bu tablo, bir savaşın sonuçlarından farksızdır. Belki daha ağırdır. Ancak bu uyarılar, -muhtemel

ki, ortada depremin gelmekte olduğunu gösteren gözle görülen fiziksel bir belirti olmaması nedeniyle- yetkililer

üzerinde yeterince etkili olamıyor ve deprem konusu ne hükümetin, ne parlamentonun, ne de siyasi partilerin

gündeminde yer alıyor…”

diyerek tarihi bir uyarıda

bulunmaktadır.

3-17 Ağustos Marmara Depremi 1959 tarihinde hazırlanmış olan; 40 yıllık bir Kanun ve buna bağlı Yönetmelikler ile karşılanmıştır. Afetlere yönelik olarak bilimsel gelişmeleri içermemesi yanında, teknolojik gelişmeleri de dışlayan, ekonomik ve sosyal düzenlemelerle desteklenmemiş bulunan 7269 sayılı Kanun ve Yönetmelikleri; bölgede afet sonrası ikinci bir afet yaşanmasına neden olmuştur.

Ancak, 17 Ağustos Marmara Depremi ardından 3 sene geçtikten sonra; bayındırlık ve Đskan Bakanlığınca Afetler Kanun Tasarısı Taslağı hazırlanarak, 10.04.2002 tarihinde TMMOB ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlardan görüş istenmiştir.

Afetler Kanun Tasarısı Taslağının “Genel Gerekçe” Raporunda: 1959 tarihinde yürürlüğe girmiş olan “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısı ile Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun”un yedi kez değiştirilmiş olduğu ve 17 Ağustos Marmara Depremi ardından da Kanunun pek çok konuda yetersiz kalması nedeni ile yedi maddesinin iptal edildiği, üç yeni, on ek madde eklendiği belirtilerek; çok sayıda değişikliğe uğramış olan Kanunun yürürlükten kaldırılmasının uygun olacağının düşünüldüğü, tekniğine uygun bir Kanun Tasarısı Taslağının hazırlandığı açıklanmıştır.

Taslağa ait Genel Gerekçe Raporunda

“Yurdumuzda, sigorta kapsamı dışındaki genel hayata etkili doğal

afetlerden etkilenen konut sayısı 3000 – 4000 arasında değişmektedir. Halen yatırım programında 14.219 konut

yer almaktadır. Ayrıca geçmiş yıllardaki afetler nedeniyle de konut yapılmasını bekleyen ve bakanlığımız etüt

proje programında 20.215 konut ve 507 işyeri bulunmaktadır. Bu işyeri ve konutların da yatırım programına

alınıp, yapılması gerekmektedir.

Ancak; 9.3.1972 gün ve 1571 sayılı kanunla kurulan Deprem Fonu, gelirlerinin bazı tekel maddelerine

yapılan zammın maktu bir miktarından oluşmuş olması nedeniyle işlerliğini kaybetmiş ve kurulduğu tarihte afet

için çok önemli bir kaynak oluşturan bu fon 23.5.2000 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır.

Afetler fonu yerine genel bütçe içinde ikame edilen afet tertibinin en önemli gelir kaynağını iktisadi devlet

teşekküllerinin ve sermayesinin yarısından fazlası devlete ait olan banka ve müesseselerinin bilanço karlarından

alınan paylar oluşturmaktadır. Özelleştirmeler nedeni ile bu gelirlerde reel olarak azalma beklenmektedir.

Bayındırlık ve Đskan Bakanlığının, kanunun kendine görev olarak verdiği hizmetleri ve konutları yapabilmesi

için afet tertibi kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve arttırılması gerekmektedir.”

ifadeleri yer almaktadır. Bu şekilde

özelleştirme politikalarının kamu hizmet ve yatırımlarında yarattığı Deprem ortaya konulmaktadır.

Raporun devamında;

“Yerel yönetimlerin afetten hasar gören altyapı hasarları 2380 Sayılı Kanuna

göre toplanan kaynaktan ve ilgili yıllar bütçe kanunlarındaki hükümlere göre tahakkuk eden paylardan 4123

sayılı kanuna göre gelir payları arttırılarak karşılanmaktadır. Bu hasarlar önemli miktarlara ulaştığından (1999

yılında 43.4 trilyon, 200 yılında 191.7 trilyon) yerel yönetimlerin gelirlerinde belirsizlikler yaratmaktadır.

(5)

Gelirlerini tam olarak göremeyen yerel yönetimlerin afetten zarar gören alt yapı hasarları başka kaynaklardan

sağlanmalıdır”

ifadesi ile ise, yerel yönetimlerin gelirleri konusunda yaşanan sıkıntılar açıkça ortaya konulmakta,

aktarılan payların hem dağıtım hem de kullanımında yaşanan “belirsizlikler” e işaret edilmekte, ülkemizde mevcut yerel yönetim modelinin ekonomik yönden yetersizliği vurgulanmaktadır.

Böylesi gerçekler ve gerekçeler de ortaya konularak hazırlanan Afetler Kanun Tasarısı Taslağı incelendiğinde; Afetler Kanunun 1-Önleme, 2-Hazırlıklı Olma, 3-Cevap verme, 4-Đyileştirme aşamalarından oluşan Risk Yöntemi temeli üzerinde şekillendirilmesi gerekirken; Taslak içerisinde Afetlere karşı “Önleme” ve “Hazırlıklı Olma” aşamalarının dışlandığı, Tasarının tamamen Afete Cevap Verme ve Đyileştirme üzerinde şekillendiği anlaşılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında mevcut Kanun ile arasında bir fark bulunmamaktadır.

Bu Kanunun, gerçek amacı öncelikle: afetlere karşı kapsamlı bir risk yönetim programı oluşturma hedefine yönelik gerekli yasal alt yapıyı kurmak; üst ölçekli plan ve afete yönelik önleme stratejilerini geliştirerek belirsizlik hallerini en aza indirgemek; plan yapımında dikkate alınacak risk belgeleme çalışmalarının neler olacağını, bu konudaki standart ve yapım – onay – değerlendirme yöntemlerini ortaya koymak; mevcut durum be kaynakların iyi değerlendirilmesini sağlamak; can ve mal kaybını en aza indirgemek ve afetleri önleme-hazırlıklı olma faaliyetlerini öne çıkarmak olmalı iken; Tasarı, afet sonrasında yapılacak acil müdahale ve iyileştirme işlemlerinin düzenlenmesi üzerine kurulmuştur.

Planlama boyutu, sözü geçen ancak içeriği boşaltılmış bir kavram olarak Taslağa dahil edilmiş; yer bilim araştırmaları konusunda özellikle 1990 lı yıllarda dünyada yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, bunlarla ilgili mesleki oluşumlar ve kurumlar-kuruluşlar gözardı edilmiş; Afet tanımı içerisinde teknolojik kökenli afetler ve zincirleme afet türleri yok sayılmış, lokal-bölgesel afet tanımlamaları yapılmamış; hak sahipliliği konusunda, yapı sigortası konusunda yaşanmakta olan sorunlar dikkate alınmamış; 17 Ağustos Marmara Depremi ardından yayınlanan Deprem Konseyi Raporu, Depremzede Derneklerince ortaya konulan sorunlar ve çözüm önerileri vb. araştırma sonuçlarından yararlanılmamıştır. Taslak içerisinde yer alan bazı maddelerin ise sadece 17 Ağustos Marmara Depremi sonrasında Bakanlıkça yapılan bir takım uygulamaları yasallaştırmak için hazırlandığı belirlenmiştir.

Olası bir Đstanbul Depremi gibi “bölgesel” bir afetin ya da ülkemiz coğrafyasının çeşitli türlerde afetlere açık olduğunu düşünürsek, “lokal” bir afetin; bu şekilde hazırlanmış bir Kanun ile karşılanması kabul edilemez bir gerçektir.

Sürmekte olan deprem davaları ve bilirkişilik kurumu...

Deprem bölgesinde süren davalar, TMMOB ve Odalarımız dahil ilgili meslek kuruluşlarınca yeterince izlenmemekte, deprem mağdurlarına yeterli destek verilememektedir.

Yalova Đli Çiftlikköy Đlçesi sahil şeridi üzerinde inşa edilmiş olan YÜKSEL I, II, III Sitelerinin yıkılması sonucunda 300’den fazla insanın ölmesinden dolayı Yalova Ağır Ceza Mahkemesinde sürmekte olan dava ve bilirkişi raporları incelendiğinde, yada Đzmit-Körfez Mahallesindeki METRO apartmanı için TMMOB Đnşaat Mühendisleri Odası Kocaeli Şubesinin hazırladığı teknik raporun ortaya koyduğu bilimsel tabloya rağmen, söz konusu apartmanın % 17’lik bir oturma yaparak, neredeyse tüm kolon ve kirişleri hasar görmesine rağmen orta hasarlı tespitine yönelik bilirkişi raporları ve mahkeme kararları incelendiğinde yargının ve bilirkişi kurumunun hali gözler önüne serilmektedir.

Sorumluların yargılanması için açılan davaların pek çoğu, davanın başlangıç süresi olarak binanın ruhsat aldığı tarih esas alındığından, zaman aşımına uğramış kabul edilerek, düşmektedir. Mahkemelerin sorumlularına verdikleri tazminat cezaları ise kaybedilen insan yaşamı karşısında utanç duyulacak kadar düşüktür.

Can Güvenliğinin olduğu yerleşim alanları ve barınma hakkı

temel bir insanlık hakkıdır...

17 Ağustos 1999’dan günümüze kadar geçen süreçte yapıların ve kentsel yaşamın daha güvensiz olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Milyonlarca insan can güvenliğinin olmadığı mekanlarda yaşama terk edilmiştir.

Ağır hasarlı yapılara orta hasarlı, orta hasarlılara ise az hasarlı olarak raporların düzenlendiği bir süreç yaşanmıştır. Rant kaygısı, can kaygısının önüne geçmiş, kamusal görev ve sorumluluklar yine gözardı edilmiştir. Deprem bölgesindeki okullar, hastaneler ve diğer kamu yapıları bilimsel olarak incelenmemiş, dolayısıyla can güvenliği için gerekli önlemler alınmamıştır. Fabrikalar, işyerleri ve ticarethanelerde de gerekli bilimsel incelemeler yapılmamıştır.

Örneğin Gölcük ve Saraybahçe pilot bölge seçilerek yapılan bir araştırmada orta hasarlı binalardan %50’sinin onarıldığı, diğer %50’sinin ise onarılmadığı halde barınma amaçlı kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Saraybahçe de yapılan araştırma sonucunda ise, 98 tane ağırlı hasarlı binada insanların yaşamak zorunda kaldığı görülmüştür.

Bölge genelinde orta hasarlı onarılmadığı halde, ağır hasarlı olup yıkılmadığı halde, binaların kiralandığı ve insanların buralarda yaşadığı belirlenmiştir.

(6)

Bu bilinen gerçekler karşısında iyimser olmak, alındığı söylenen önlemlere inanmak oldukça zordur. Milyonlarca insan kaderiyle baş başa bırakılmış, temel bir insan hakkı olan sağlıklı ve güvenli yaşam ortamları yerine, can güvenliğinin olmadığı mekanlarda yaşamaya adeta terk edilmiştir.

Ağır ekonomik kriz koşulları da bölgedeki depremin yarattığı ekonomik yıkımı arttırmıştır. Đşsizlik bölgede yaşayan halkın en temel sorunlarından birisi haline gelmiştir.

Gelir düzeyinin çok aşağılara düşmesi nedeniyle, prefabrik konutlarda yaşayanlardan kalıcı konutlarda hak sahibi olanlar, bu alanlara taşınamamaktadır. Çünkü hak sahipleri, bu konutların geri ödemelerini yapamamakta, bu nedenle yasadışı yollardan kalıcı konutlarını kiraya vererek gelir elde etmek zorunda kalmaktadırlar.

Kocaeli Đlinde yer alan ve Đlin Đdari ve Ticari merkezi niteliğini taşıyan, 2000 hektarlık Đzmit Büyükşehir Belediyesi, Saraybahçe Belediyesince gerçekleştirilen Kentsel Risk Analizi I. Etap çalışma sonuçları; afet bölgesinde seçilen bir pilot bölgede yaşanmakta olan sorunları ortaya koymaktadır. Seçilen pilot bölge içerisinde yapılan çalışmanın sonuçları, afet bölgesinin genel durumuna da ışık tutmaktadır. Bu çalışmanın sonuçlarına göre:

Kocaeli Đlinin yüzölçümünün % 4.23’ü üzerinde yerleşim alanlarının (konut, ticaret, sanayi, vb.) mevcut olduğu, bu yerleşimlerin yaklaşık % 70’ inin Đzmit Körfezi çevresinde deprem riski yüksek alüvyon dolgu zemin üzerinde yapılandığı ve bölgede ilk kesin tespit verilerine göre 113.586 daire, 16.620 işyerinin hasar görmüş olduğu belirlenmiştir.

Hasar gören binaların bulunduğu kesimlerin imar planlarının mevcut olduğu ve üst ölçekli planlarının Bayındırlık ve Đskan Bakanlığınca ( ya da Đmar ve Đskan Bakanlığı) hazırlanarak onaylandığı belirlenmiştir.

Bölgede depremin olumsuz etkilerinin artmasına; artan nüfus ve yapılaşma yoğunluğu, yüksek riskli bölgelerde yerleşim, hızlı , plana aykırı ve denetimsiz kentleşme / sanayileşme, artan teknolojik risklerin neden olduğu belirlenmiştir.

Bölgede mevcut kentsel ve kırsal yerleşim alanlarının ve gelişim alanlarının, depremin yanı sıra yangın (sanayi, ticari, konut yangınları, orman yangınları, altyapı ve üstyapı sistemlerinden kaynaklanan yangınlar); meteorolojik kökenli afetler ( heyelan, zemin çökmesi, kaya düşmesi, su ve meyil erozyonu vb.) ve teknolojik kökenli afetlerin de ( zehirli gaz sızıntıları, deniz kazaları, kimyevi madde depolama ve üretim tesislerinde oluşacak yangınlar, baraj ve köprülerde çöküntü vb) tehdidi altında olduğu ve bunlara yönelik bugüne dek bölgesel bir çalışmanın yapılmamış olduğu, bu konuda ülkesel politikaların belirlenmemiş olduğu saptanmıştır.

Bölgenin deprem- yangın veya sel- heyelan, zemin çökmesi gibi zincirleme afet olaylarına da açık olduğu ve bu yönde bir kentsel risk belgeleme çalışmasının yapılmamış olduğu belirlenmiştir.

Kocaeli’ni içeren ve fiziki mekan kararlarını yönlendirecek strateji ve hedefleri içeren, koruma ve kullanma dengesini belirleyen üst ölçekli bir bölge planının bulunmamasının, bölgeye yapılan üst ölçekli yatırımların bütüncül bir plan anlayışı ve şehircilik ilkeleri dışında, Đstanbul Đlinin nüfus ve sanayi desantralizasyonu, gelişme ve büyüme hedefleri kriterinde gerçekleştiği belirlenmiştir.

Đzmit’in toplam konut + işyeri yapı stokunun % 30’unun hasar gördüğü, hasarlı konut ve işyerlerinin % 22’sinin ağır hasar gördüğü belirlenmiştir. Hasar gören binaların % 68’i ve Deprem anında yıkılan binaların % 40’ı Saraybahçe Belediyesi sınırları içerisinde yer almaktadır.

Hasar dağılımları imar planları ile birlikte incelendiğinde; ilk imar planı kararlarındaki hatalar, zaman içerisinde yapılan ıslah imar planları, imar afları ile ruhsata bağlanan kaçak yapılar, kat artışları, emsal artışları gibi düzenlemelerin , yapıların hasar görmesi ile yakından ilişkili olduğu saptanmıştır.

Đzmit’in % 70’inin alüvyon zemin üzerinde yer aldığı, hasarın % 86’sının alüvyon yapıda meydana geldiği belirlenmiştir.

Yüksekliği 0- 50 metre olan alanlarda en fazla yıkımın gerçekleştiği belirlenmiştir. Kamu binalarının % 50’sinin hasar gördüğü belirlenmiştir.

Đzmit- Saraybahçe Belediye sınırları içerisinde;

a- Ağır hasarlı olduğu halde, Depremden bu yana 3 sene geçtiği halde , hala yıkılmamış olan 97 adet bina tespit edilmiştir. Bu binaların bir kısmında ikamet edildiği belirlenmiştir. Bu konuda Bayındırlık ve Đskan Đl Müdürlüğüne gerekli bildirimde bulunulmasına rağmen, herhangi bir müdahale yapılmamıştır.

b- Orta hasarlı olduğu halde hala onarılmamış olan 192 adet bina tespit edilmiştir. 116 adet orta hasarlı binanın ise onarımlarının ruhsatsız olarak gerçekleştirildiği ve bu binalarda yaşanmakta olunduğu belirlenmiştir

c- Aynı binanın farklı katlarına farklı hasar tespitleri yapıldığı belgelenmiştir. Örnek vermek gerekirse; bir binanın beş katı ağır, altıncı yani en üst katı ağır hasarlı tespit edilmiştir ve bu konuda mahkemeye herhangi bir şikayette bulunulmadığından, en üst katı yıkılmak suretiyle kullanılmaya devam edilmektedir.Benzer şekilde birinci

(7)

katı ağır, üst katları orta hasarlı tespit edilmiş, her hangi bir şikayet olmadığından bu hali ile kullanılmakta olan binaların bulunduğu belirlenmiştir.

d- Hasar tespit sonuçlarına yapılan itirazların mahkemelerce sonuçlanması ile ilk hasar tespitlerinde son derece önemli değişikliklerin meydana geldiği anlaşılmıştır. Bakanlıkça, depremin hemen ardından , çoğunluğu bu konuda gerekli mesleki eğitimi almamış olan kişilere ve gözlemsel olarak yaptırılmış olan hasar tespit çalışmalarının sağlıklı olmadığı belirlenmiştir.Yapılan incelemeler;ağır hasarlı bina sayısında düşüş ve orta hasarlı bina sayısında artış olduğunu ortaya koymaktadır.Bu durum; genel olarak binaların Bakanlıkça az- orta ve ağır hasarlı şeklinde nitelendirilmesine ve bunların belirlenme kriterlerine karşı duyduğumuz endişelerin yerinde olduğunu ortaya koymaktadır. Olası bir deprem karşısında orta hasarlı binaların gösterecekleri davranışlar , hasar tespitlerinin Ağır- Orta – Az şeklinde yapılmasının ne kadar sağlıklı ve bilimsel olduğunu,can ve mal güvenliğini riske sokma pahasına ortaya koyacaktır.

e- Belediyemiz sınırları içerisinde, ağır hasarlı olup yıkılan ,ancak enkazı 3 senedir halen tam olarak kalkmamış bulunan binaların ve 139 adet metruk olarak nitelendirdiğimiz, boş ve kullanılmayan, çevresi için de risk ve olumsuzluk yaratan binaların bulunduğu alanlar belirlenmiştir.

f- Metruk olarak belirlediğimiz binaların bir kısmının tescilli binalar olup, kullanım dışı kaldığı, hiçbir önlem alınmaksızın kaderlerine terk edildiği görülmüştür. Bu binaların korunması ve restorasyonunun büyük maliyetler taşıması nedeni ile, Kültür Bakanlığının bu konuda destekleyici tedbirler almaması nedeni ile kentimiz için hem risk alanları hem de kentsel çöküntü alanları olageldiği görülmüştür. Bilindiği gibi Đzmit 3000 yıllık bir kent olup, hem antik döneme hem de Osmanlı dönemine ait eserler Belediyemiz sınırları içerisinde yer almaktadır. Belediye sınırlarımız içerisinde 5 adet sit alanı bulunmaktadır. Bu tür alanların ve yapıların tespitlerinin Kültür Bakanlığına bildirilerek, Kentsel Koruma, Kentsel Rehabilitasyon ve kentsel yaşama kazandırılmaları konusunda proje konusu edilmesi yönünde, bu konuda gerekli kaynağın Belediyemize aktarılması yönünde daha ayrıntılı çalışmaların yapılması, gerekli girişimlerde bulunulması hedeflenmektedir.

g- Belediye sınırlarımız içerisinde 12 adet Akaryakıt Đstasyonu, 29 adet fırın , 7 adet tüp gaz satış birimi bulunduğu , bunların bir bölümünün konut alanları ve konut yapıları ile iç içe geçmiş bir şekilde bulunduğu belirlenmiştir. Bu yapıların taşıdıkları yangın vb. risklerin analizlerinin ayrıca yapılması gerekmektedir. Bu tür işletmelerin yer seçim kriterlerine yönelik standartların ve güvenlik kriterlerinin Đmar Mevzuatında tanımlanmaması nedeni ile nasıl bir müdahale stratejisi izleneceğinin de araştırılması gerekmektedir.

h- Yapılan inceleme sonucunda 2 ve 3 katlı olup, depremden hasar gören betonarme yapıların ya 1950-70 yılları arasında inşa edilmiş olan eski yapılar olduğundan, ya da imar affından yararlanılarak 1980’li yıllarda ruhsat almış olan ve çoğu temelsiz olan kaçak yapılar olduğundan hasar gördükleri anlaşılmıştır. 1985 sonrası inşa edilen ve hasar gören betonarme yapıların ise 4-8 kat arası, zemini ticaret olarak kullanılan ve taşıyıcı sistemine müdahale edilmiş yapılar , yapı standartlarını dikkate almadan inşa edilmiş yapılar olduğundan, ya da kooperatif binaları olup, gerekli standartlara aykırı inşa edildiğinden zarar gördükleri anlaşılmıştır.

i- Dere yataklarının 1980li yıllarda imar affından yararlanılarak, ıslah imar planları yapılmak suretiyle imara açılması sonucunda; bu kesimlerde yüksek hasara rastlanmıştır. Örneğin, Kozluk, Yenidoğan, Serdar , Turgut ve Cedit Mahallelerinde hasarın bu kadar yüksek olma nedeni budur. Aslında bu mahalleler genel olarak sağlam yapıya sahip bir jeolojik formasyon üzerinde yer almaktadırlar. Eski dere yataklarında yer alan imara açılmış olan bu bölgelerde Kentsel Đyileştirme ve Kentsel Dönüşüm Projelerinin gerçekleştirilmesi gerektiği belirlenmiştir. j- Depremden hasar görme oranı yüksek olan Karabaş Mahallesinin bir bölümünde , zeminde sağlam kayanın yakın

olması ve alüvyon alan üzerinde yer alması, bununla birlikte yer altı su seviyesinin de yüksek olması ve dolgu zeminin geçirimsizliği nedeni ile hasar meydana geldiği anlaşılmıştır. Bu alana yönelik ayrıntılı çalışmaların yapılması, yer altı suyunu bina temellerinden uzaklaştıracak, drene edecek tedbirlerin alınması, yağmur suyu kolektör hattının mutlaka gerçekleştirilmesinin gerektiği,bu hattın inşasında bu konunun da dikkate alınması gerektiği belirlenmiştir.

k- Yenimahalle ve Serdar Mahallelerinde Afet Đşleri Genel Müdürlüğünce onaylanmış olan Đzmit Jeolojik-Jeoteknik ve Jeofizik Etüt Raporları ve eki haritalarında yer almamakla birlikte, zeminde mevcut olan ve gözle de izlenebilen potansiyel sel ve heyelan alanlarının varlığı belirlenmiştir. Bu bölgelerde yıkım nedeninin de bu durum olduğu düşünülmektedir Bu bölgelere yönelik daha ayrıntılı çalışmaların yapılması gerekmektedir..Afet Đşleri Genel Müdürlüğünce onaylanan son jeolojik, jeoteknik ve jeofizik etüt çalışmalarında dahi bu tür eksikliklerin belirlenmiş olması, imar planlarına esas olarak hazırlanacak olan yer bilim araştırmalarının standart ve kriterlerinin belirlenmesinin yaşamsal önem arz ettiğini ortaya koymaktadır.

(8)

l- Bitişik nizamda yapılarda deprem salınımından dolayı özellikle köşe binalarda hasar oluştuğu tespit edilmiştir. Karabaş, Kemalpaşa ve Ömerağa Mahallelerinde bu nedenle hasar gören pek çok bina mevcuttur. Binalarda gerekli deprem derz aralıklarının bırakılması kadar, binaların tablo beton hizalarının aynı seviyede olmasının da deprem güvenliği açısından önem arz ettiği anlaşılmıştır.

m- Bitişik nizamda farklı kat yüksekliklerinin bir arada kullanılmasının, alçak katlı binalara zarar verdiği anlaşılmıştır.

n- Kentin yüksek kesimlerinde ve kaya zemin üzerinde yer alan az katlı yığma ya da betonarme binaların zemin hakim titreşim periyodu ile bina titreşim periyodunun çakışmasından dolayı hasar gördüğü saptanmıştır.Bu durum; binaların kat adedi+hasar ilişkisinin ötesinde zemin durumu+bina temel ve yapı sistemi+hasar ilişkisinin ne kadar önemli olduğu ortaya koymaktadır.

o- Özellikle eğimli alanlarda, bina temelinin sağlam kayaya ya da gerekli önlemler alınarak tek bir jeolojik formasyona oturmamış olan binalarda, kademeli temel uygulanan veya temeli iki farklı formasyona oturan binalarda hasar oluştuğu belirlenmiştir.

p- Binalarda simetrik olmayan ve standartlara uymayan çıkmaların yapılmasının hasarları arttırdığı görülmüştür.

q- Binalara sonradan ve ruhsata aykırı olarak yapılan ilavelerin yıkıma ve hasara neden olduğu belirlenmiştir. r- Asma katlı binaların daha çok hasar aldığı belirlenmiştir.

s- Simetrik olmayan binaların daha çok hasar aldığı belirlenmiştir. Örneğin Yıldız Blokları.

t- Binaların taşıyıcı sistemlerinin zemin yapısına bağlı olarak seçilmemesi nedeniyle hasar meydana geldiği belirlenmiştir. Örneğin Körfez Mahallesindeki hasar oranı bu yüzden yüksektir.

u- Deprem öncesi imar planlarına esas olarak 1968-70 yılları arasında hazırlanan jeolojik etüt raporlarında yapı ve ikamet için yasaklı bölgeler olarak belirlenmiş ve bu hüküm plan kararlarına da aktarılmış, ancak Afet Bölgesi olarak ilan edilmemiş ve kamulaştırması yapılmamış olan kesimlerde yer alan yapıların hasar gördükleri belirlenmiştir.

v- Belediyemiz sınırları içerisinde yer alan, D-100 Devlet Karayolu üzerinde bulunan köprülü geçişlerin ve yaya üst geçitlerinin ayaklarının hasar görmüş olduğu, ancak bunlara yönelik olarak ilgili kurumlarca hiçbir önlemin alınmadığı belirlenmiştir.

Yukarıda sunulan ve deprem bölgesinde yer alan bir belediye içerisinde yapılan çalışmaların sonuçları dahi; Planlama, imar, yapı denetim ve yargı sisteminin bütüncül eksikliklerine açıklık getirmekte, bu bölgede can güvenliğinin ne şekilde hiçe sayıldığını ortaya koymaktadır.

Ülkemiz yalnızca deprem afeti riski ile karşı karşıya

değildir.

Ülkemiz, yer aldığı coğrafyanın taşımakta olduğu;deprem, heyelan, kaya düşmesi, çığ, çökme, zemin sıvılaşması, erozyon, sel, fırtına, dolu, vb. jeolojik, topografik ve meteolojik doğal afet türleri yanı sıra teknolojik afet türlerinin de tehdidi altındadır.

Yerleşim alanları içerisinden geçmekte olan ve I. ve II sınıf Gayri Sıhhi Müesseseler kapsamında yer alan Sanayi Tesisleri ile iç içe geçmiş bulunan NATO Boru Hatları, Doğal Gaz Boru Hatları , LPG Boru Hatları, yerleşim alanları içerisinde hiçbir standarda bağlı olmaksızın kurulan ve işletilen Akaryakıt Đstasyonları, Tüp Gaz Satış Bayileri, vb. oluşumlar, bunların taşımakta olduğu yangın, endüstri kazaları, vb riskler ,bu alt yapı tesislerinin yer aldığı bölgelerin taşıdıkları deprem riskleri kentleri patlamaya hazır bomba haline getirmekte, kentlerde yaşam güvenliğini ortadan kaldırmaktadır.

Marmara Boğazları başta olmak üzere, Karadeniz, Marmara ve Ege Denizleri ile Körfezlerinde denetimsiz ve kuralsız yürütülmekte olan uluslararası deniz trafiğinin taşıdığı kaza, yangın, vb riskler yanında; bu denizlere kontrolsüzce boşaltılan atıklar, kıyılarda yer alan sanayi kuruluşları ve petrol türevleri ile kimyevi madde depoları ve bunlara ait işleme- üretme tesisleri, limanlar, deniz altında inşa edilmiş olan yakıt platformları ve boru hatları vb. oluşumlar, sanayi kuruluşları tarafından eşgüdümsüz ve bütüncül bir yönetim modeline bağlı olmaksızın gerçekleştirilen deniz dolguları ve tehlikeli madde transferine yönelik özel iskeleler; bunların yakın çevresinde yer alan yerleşim alanları ve doğal alanlar açısından; çevre kirliliği, can güvenliği kapsamında, insan ve diğer yaşam türleri için pek çok risk taşımaktadırlar.

Bu tür sanayi- depolama- liman vb. tesislerin ve alt yapı tesisleri ile ulaşım hatlarının yer aldığı bölgelerin ,deprem açısından da risk taşıyor olması, pek çoğunun fay hatları üzerinde bulunması; tehlikenin boyutlarını arttırmaktadır.

(9)

Söz konusu oluşumların her biri için mevcut riskler bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya konulmuş ve tanımlanmış olmakla birlikte, bunlara yönelik olarak hiçbir önlem alınmamakta olduğu da bilinen bir gerçektir.

17 Ağustos Marmara Depremi ardından ,depremin etkisi ile Đzmit Körfezinde yaşanmış olan TÜPRAŞ yangını dahi, bu konuda gerekli önlemlerin alınması için yeterli olmamıştır.

28 Temmuz 2002 tarihinde, Đzmit Körfezi, TÜPRAŞ, ĐGSAŞ gibi sanayi tesisleri ile aynı bölgede yer alan AKÇAGAZ Firmasına ait LPG Dolum Tesislerinde bir kara tankerine dolum yapıldığı sırada meydana gelen gaz kaçağının statik elektrik ile tutuşması sonucunda oluşan patlama ve buna bağlı olarak meydana gelen yangın hakkında TMMOB Makina Mühendisleri Odası tarafından yapılan incelemelerin sonuçları, Teknolojik Afetlere yönelik olarak ülkemizdeki standartların ve koşulların ne olduğunu ortaya koyar niteliktedir.

Söz konusu rapor incelendiğinde; TÜPRAŞ ‘a 1.5 km. mesafede bulunan ve Rafineri güvenlik sahasının bitişiğinde kurulu olan tesiste toplam 660 m3 ( 300 ton) LPG yanmıştır. Yangının çıkış nedeninin, LPG dolum işleminin Tesis bekçisi ve tanker şoförü tarafından gerçekleştirilmesi, yani güvenlik ve işletme kriterlerinin önemsenmemesi olduğu anlaşılmaktadır.

Raporda;

“Bu son olayda yaşananlar 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinin yaratmış olduğu kayıplar

örneğinde olduğu gibi 1950’lerden bu yana genişleyerek sürdürülen plansız bir sanayileşme ve kentleşmeyi

kalkınma modeli olarak benimseyen insanları ve kenti sermaye birikimi için ucuz işgücü ve ucuz altyapı aracı

olarak ele alan, bunların sosyal ve kültürel boyutunu ve maliyetini göz ardı ederek, daha fazla para ve kazanç

peşinde koşan bir “anlayışın” kaçınılmaz sonuçlarıdır.

Đnsan yaşamını ve çevreyi hiçe sayarak, daha fazla rant elde etmeyi ön planda tutan, bunun için en basit

emniyet kurallarını dahi yerine getirmeyen bir anlayış son yaşanan “kaza” da çalışanları ve Körfez Đlçe halkını

büyük bir facianın eşiğine sürüklemiştir.

TÜPRAŞ ve ĐGSAŞ gibi tesislerin yakın çevresinde bulunan 30’a yakın LPG Depolama ve Dolum,

Akaryakıt/Kimyevi Madde tesislerinin bulunduğu bölge aynı zamanda 1100 konutluk insan yerleşimini de

kapsamakta ve bölge imar ve iskana açık durumdadır. Bu olgu bile olası bir facianın boyutları hakkında yeterli

bir fikir vermektedir.

Bölgedeki tesislerde değişik standartların uygulandığı, bazı firmaların ise hiçbir standarda uymayan işletme

şartlarında faaliyet gösterdikleri saptanmıştır.

Bölgede bulunan LPG Depolama ve Dolum Tesislerinin Risk Analizlerinin yapılmamış olduğu dolayısıyla

Acil Planların yanı sıra Đyileştirme Planlarına sahip olmadığı, firmaların Đş Emniyeti, Sağlığı ve Çevre

Korunmasına yönelik Yönetim Sistemlerine sahip olmadıkları tespit edilmiştir.

Bu saptamalar ışığında; Deprem bölgesinin önemli bir bölümü için geçerli olan, ancak tesislerin özelliği

nedeniyle Körfez Đlçesi öncelikli, bölgenin Olası Endüstriyel Kazalara karşı önlemleri gündeme getirilmelidir.

Bu da başta çalışanların ve halkın, çevrenin korunması gereği büyük kazalara potansiyel alanlar (tesisler,

bölgeler) için sistematik bir yaklaşım zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.

Bu tür tesislere ruhsat verilmesi aşamasından önce Tank Kapasitesi ve Tank Operasyon Emniyet Mesafeleri

göz önüne alınarak tesis yerleşim planının uygunluğu arazinin büyüklüğü ile birlikte ele alınarak proje

aşamasından başlayarak denetlenmelidir.

Tesisin işletme ruhsatı almadan önce de mühendislik standartlarına uygunluğu denetlenmelidir.

Tüm denetim süreçlerinde bağımsız denetim kurumu işlevindeki kuruluşlara yer verilmelidir. TMMOB ve

Odaları sahip oldukları bilgi birikimleri ve uzmanlık alanlarında kamu çıkarlarının korunması misyonuyla bu

süreçlerde yer alabilmelidirler.

Kaza meydana geldikten sonra alınacak önlemleri içeren Acil Planların yeterli olmadığı unutulmamalıdır.

Bütün firmalar Đş Sağlığı, Emniyeti ve Çevre Yönetim Sistemlerini oluşturmalı, Risk Analizlerini yapmalıdır.

Risk Analizlerinin sonucunda görülen eksikliklerin iyileştirme planları ile giderilmesi sağlanmalıdır.

Tesislerin Đş Emniyeti, Sağlığı ve Çevre konularında uygun ve emniyetli faaliyetlerde bulunabilmeleri için

mutlaka uzman personel istihdam etmeleri sağlanmalıdır. Tesislerin kontrol ve denetimlerinde mutlaka Đş

Emniyeti ve Mühendislik Standartları, Đyileştirici Eylem Planları, Acil Durum Planları ve Eğitim Planları ile

bunların gerçekleştirilme seviyeleri sorgulanmalıdır.

Bölgedeki ilgili kurum ve kuruluşların işbirliğini sağlayıcı çözümü planlı ve koordineli yaklaşımla ele alan

bir anlayışı ön plana çıkartmak gereklidir.

Tesisleri acil durum ekipleri örgütleyerek onların gerekli eğitimi almalarını sağlanmalı, destekleyici

birimlerle ilişkilerini pekiştirmeli, kuruluşlar arası işbirliği şiar edinmelidir. Bu bir fabrika yada tesisin oluşumu

(10)

aşamasında şart kılınmalıdır. Đnsanın, doğanın ve kültür varlıklarımızın korunması, bu ekiplerin yeterliliğine

bağımlıdır.

Çalışanların haklarının korunması, gözetilmeli, çalışma yaşları ve yeterlilikleri etkin bir şekilde

denetlenmeli, iş kazalarının neden ve sonuçlarının tüm çalışanlara doğru ve açık olarak anlatıp anlatılmadığına

da bakılmalıdır.

Sanayi kuruluşlarının saydamlığı benimseyerek kimyasallarına ilişkin veri bankası halka açık olacak şekilde

oluşturma ve bilgi alış verişine girişmeleri, böylece de “Tehlikeli Madde Envanteri” ile “Acil Duruma

Müdahale Ekipmanları Envanter” lerinin oluşturulmasını başarmaları,

Đnsanı, doğayı, ekonomik ve kültürel varlıklarımızın korunmasına yönelik olarak kolektif çalışmayı

benimseyen bir toplumsal iradenin oluşturulması zorunluluğunun anlaşılması, yasaların işletilmesi ve ciddi

denetleme mekanizmalarının yaratılması gereklidir.

Özetlenen bu yaklaşımların eksenini ise en büyük gereksinim olan Bölgesel Stratejik Plan oluşturmaktadır.

Bölgesel gelişme , koruma , kullanma denge ve stratejilerinin belirleneceği Bölge Planının; Sanayi, Tarım,

Turizm vb. sektörlerin yanı sıra, sağlıklı imar, ulaşım, afet ve deprem planları ile birlikte hazırlanması; Afet

Merkezi, Özel Đhtisas (Yanık, Zehirlenme, Mikrocerrahi) Hastanesi, günün teknolojisine uygun, doğruyu bulan

ve kendi kendine yenileyebilen bir Savunma Planı ile ilgili mevzuatın oluşturulması; gerekli sigorta ve risk

değerlendirme mekanizmalarının işletilmesi gereklidir.” açıklamaları yer almaktadır.

Körfezde, petrol türevleri ve kimyevi maddelerin depolanması, transferi, üretimi ve işlenmesine yönelik olarak faaliyet gösteren ve ne kendi aralarında ne de hemen yanlarında yer aldıkları yerleşim alanları ile aralarında hiç bir ayırıcı bant, güvenlik bölgesi oluşturulmamış olan bu 30 sanayi tesisinin , üstelik fay hattı üzerinde yer aldığı bilinmesine rağmen, yer seçim ve yerleşme kararlarını bu şekilde koruma kararında ısrar edilecekse,bu tesislerin bölgeye getirdikleri risk bilindiği halde, ĐTÜ, TÜBĐTAK MAM, GYTE gibi pek çok kurumun raporlarına rağmen tasfiye edilmesi kararı verilmeyecekse , bunun sorumluluğu; ilgili kurum ve kuruluşlardadır, TBMM’dedir, hükümetlerdedir.

Bu sorumluluğu alanlar , söz konusu tesislerin işletme - emniyet kurallarını ve kriterlerini denetleme, bu konudaki standartları belirleme ve geliştirme sorumluluğunu da taşımaktadırlar. Bunun gereğini yerine getirmeleri bir zorunluluktur.

Bu tür tesislerin güvenlik mesafelerinin taşıdıkları risklere göre yeniden belirlenmesi zorunluluktur, bu mesafeler içerisinde yer alan yerleşim alanlarının kamulaştırılması, kamulaştırma işleminin finansının devlet tarafından değil, tesis sahipleri tarafından sağlanması, bu alanların Bakanlar Kurulu kararı ile afet bölgesi, yapı için yasaklı alan ilan edilmesi zorunluluktur. bu bölgelerde “ruhsatlı” binalarda yaşamakta olan insanların konut için hak sahibi edilmeleri zorunluluktur.

Bunun yanında AKÇAGAZ yangınında görüldüğü gibi, bir tesiste çıkacak olası bir yangın, patlama diğer tesislere de sıçrama tehlikesine sahiptir. Bu tür I. ve II. sınıf gayri sıhhi müesseseler kapsamına giren tesislerin birbirlerine güvenlik - yaklaşma mesafelerinin ne olması gerektiği konusunda da gerekli çalışmalar yapılarak, standartlar ve koşullar imar mevzuatına aktarılmalıdır.

Gelecek için ne yapmak gerekir?

Deprem Konseyi’nin hazırladığı “Deprem Zararlarını Azaltma Ulusal Stratejisi” raporuna göre:

“Ülkemizde

1940’ lı yıllardan başlayarak yaşanan hızlı nüfus yığılmaları, kentlerin plan dışı büyümesine, doğanın ve

tarihsel mirasın önemli ölçülerde kaybedilmesine, değerli tarım alanlarının, orman, su havzaları ve sel

yatakları, doğal dolgu alanları ya da heyelan bölgelerinin yapılaşma baskısı altında kalmasına yol açmıştır.

Yapılaşmanın denetlenmesi , bu konudaki yetki-kaynak çelişkisi, mevzuat vb. yaşanan pek çok sorun

yanında, çıkarılan af yasaları ile de olanaksız hale getirilmiştir. Bu tutum, olası tehlikeler karşısında kentlerde

yığılan insan ve ekonomik değerlerin, güvensiz ortamlarda ve niteliksiz bir yapı stoku içinde yüksek riskler

üstlenmeleri sonucunu getirmiştir. Plan ölçeğinde, imar mevzuatının planlamaya esas olacak temel veri olan;

deprem ve diğer afet tehlikesinin belirlenmesi çalışmalarını gözardı etmesi nedeniyle planların hazırlanmasında

basit ve yüzeysel bir jeolojik etütle yetinilmesi , alınan plan kararlarının afete duyarlı olması önünde engel teşkil

etmiştir.

Yapı ölçeğinde ise, ek imar hakları tanınarak tasarlanandan fazla kat ve yüzölçümü elde edilmesi, taşıyıcı

sistemlerde gelişigüzel değişiklikler yapılması yönünde belediyelere ve yetkili diğer kurumlara pek çok baskı

yapılmıştır. Bu davranışlara, ruhsatlı yapı stokunda bile görülen malzeme ve işçilik yetersizliklerinin de

(11)

eklenmesiyle güvenlikten uzak, mimarlık ve mühendislik teknik ve kültürü açısından yetersiz büyük bir yapı stoku

oluşmuştur.

Türkiye’de deprem zararlarının aşırı olmasının başlıca nedeni, gerek imar ve yer seçimi kararlarında,

gerekse yapılaşma işlerinde, planlama- projelendirme ve uygulamanın yetersiz olması ve denetim yapılmasına

olanak verecek koşulların bulunmamasıdır. Oysa, deprem ve diğer afet zararlarının azaltılmasında en etkili rolü

oynayacak önlemler, yapılar, kentsel alanlar ve yerleşme bütünü ölçeğinde başvurulacak değerlendirmelere

dayalı imar kararları içeriğinde yer alır ve bu yolla uygulama bulur. Gerek yerleşime yeni açılan alanlarda,

gerekse yerleşilmiş alanlarda deprem ve diğer afet zararlarını azaltma amaçlı çalışma biçimlerinin hemen hepsi

doğrudan imar etkinlikleri ve mevzuatı kapsamındadır.

Bu nedenle afet zararlarını azaltmak üzere, kentsel risk belirleme ve risk yönetimi konularında teknik

yöntemlerin geliştirilmesi, bunların imar sistemi ile bütünleştirilmesi, ilgili mevzuatta kapsamlı değişikliklerin

yapılması ve belediyelere kent planlaması görevini bu doğrultuda yürütebilmeleri için kaynak, yetkilendirme ve

teknik desteklerin verilmesi gerekmektedir.

Bugün, deprem ve diğer afet türlerinin tehlikesi altında bulunan tüm yerleşim alanlarında, belediyelerce

ve ilgili tüm kurum ve kuruluşların da katılımı ile , yerleşim alanlarının afet güvenliğinin sağlanmasına

yönelik olarak ortak bir programın ve kapsamlı bir iş bölümünün geliştirilmesi zorunluluk arz etmektedir. Bu

programın, yerleşme ölçeğinde yerbilimsel araştırmalara ve kentsel risk belirleme çalışmalarına öncelik

vermesi, bir özel ana plan hazırlanması, uygulamalar için yaptırım gücünün elde edilmesi ve bu uygulamalar

için kaynak sağlama yöntemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla ilgili mevzuat düzenlemelerinin

de yapılması gereklidir.”

Burada yer alan açıklamalara ek olarak;

Afetlere karşı hazırlıklı olmak, afet öncesi riskleri görmek ve bunlara karşı can güvenliğini sağlayacak önlemleri almak birincil önceliğe sahiptir.

Temel insan hakkı ve Anayasal bir hak olan “can güvenliğinin olduğu sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı”’nın sağlanması için:

ÜLKE ÖLÇEĞĐNDE:

1- Devlet Planlama Teşkilatı kanunla kendisine verilen görevi yerine getirerek ülke genelinde bölge planlarını, bölgesel üretim süreci ve bölgenin taşıdığı afet risklerini dikkate alarak yapmalıdır.

2- Đlgili bakanlık çevre düzeni planlarını ülke genelinde hayata geçirmelidir.

3- Belediyeler mevcut yer bilim araştırmaları son teknolojik gelişmeler doğrultusunda yeniden yapmalı, bu doğrultuda üst ölçekli planlara da uygun olarak ülke genelinde tüm kent planları yeni bir anlayışla irdelenmelidir.

4- Marmara bölgesi başta olmak üzere; Türkiye’nin deprem riski altında bulunan Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Ege ve diğer bölgelerin;

• Yerleşim alanlarının yapı stoku envanterinin çıkarılarak, mevcut yapı stoklarının mühendislik açısından bilimsel olarak elden geçirilmeli,

• Can güvenliğini tehdit eden, yıkılması gereken yapılar yıkılmalı,

• Sadece teknik araştırma sonunda belirlenecek yapılar güçlendirilmelidir.

5- Yapı stoku üzerinde yapılan araştırmalara paralel olarak, yapıların yer aldığı yerleşim bölgeleri üzerinde de afet riskleri başta olmak üzere diğer koşullarda dikkate alınarak; tasfiye, iyileştirme, dönüşüm, yenileme ve benzeri sosyal boyutu da olan projeler hayata geçirilmelidir. Bu amaçla mevzuatta gerekli düzenlemeler yapılmalı, Konut Müsteşarlığı gibi kurumlara ek görevler verilmeli ve bu projeler için gerekli kaynak sağlanmalıdır.

6- Afetler konusunda kanun ile verilmiş yetki ve sorumlulukları olan kamu kurumları ve kuruluşları; planlama, denetim, üretim ve düzenleme konularındaki görevlerini yerine getirmeleri konusunda yetki ve kaynaklarla donatılmalıdır.

7- Sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını güvenceye alacak yeni konut ve çalışma alanlarının oluşturulması için insanlığın kollektif aklını ve iradi etkinliğini temsil eden planlamayı toplumsal yaşamımıza sokacak bir sürece girilmelidir. 8- Deprem vergileriyle toplanan kaynakların yönetimi açık olmalı, denetimin, bağımsız bir kurul (deprem mağdurlarının

temsilcileri, bağımsız uzman, akademisyenler, ilgili meslek kuruluşları ve kamu kuruluşları temsilcileri) tarafından yapılmalıdır.

(12)

9- Marmara’daki riskin ortadan kaldırılması için gerekli finans kaynağının sağlanmasında, 1950’den bu yana kentleşme ve sanayileşme sürecinde kamu kaynaklarını sermaye birikim aracı haline getiren çevrelerin katkılarını zorunlu kılan düzenlemeler yapılmalıdır.

10- Bilirkişilik kurumu yeniden ele alınarak, kurumsal düzenleme TMMOB’nin yetki ve sorumluluk alanında bir olgu olarak değerlendirilmelidir.

BÖLGE ÖLÇEĞĐNDE

1- Deprem bölgesinin önemli bir bölümü için geçerli olan, ancak endüstriyel tesislerin özelliği nedeniyle Körfez Đlçesi öncelikli, bölgenin Olası Endüstriyel Kazalara karşı önlemleri gündeme getirilmelidir. Bölgede bulunan LPG Depolama ve Dolum Tesisleri gibi tüm endüstriyel tesislerin risk analizlerinin yapılması sağlanmalıdır. Bu tür tesislerin güvenlik mesafelerinin taşıdıkları risklere göre yeniden belirlenmesi zorunluluktur. Bu mesafeler içersinde yer alan yerleşim alanlarının kamulaştırılması işleminin finansmanının tesis sahipleri tarafından sağlanması, bu alanların Bakanlar Kurul Kararı ile afet bölgesi, yapı yasaklı alan ilan etmesi zorunluluktur. Bu bölgelerde “ruhsatlı binalarda yaşamakta olan bölge halkının konut için hak sahibi yapılması zorunluluktur.

2- Adapazarı’nda zeminin taşıyamayacağı yerlerdeki fazla katların yıktırılarak, yapının projesinin iki kata uygun hale getirilmesi koşuluyla onarımına izin verilmeli, hak kaybına uğrayan mülk sahiplerinin kayıpları telafi edilmelidir. 3- Afet bölgesindeki orta hasarlı olup onarılmayan binaların yıkım kararları alınmalıdır. Ağır hasarlı olup halen

yıkılmamış olan binalar ise bir an önce yıkılmalıdır. Bu binalarda oturanlar hak sahibi sayılmalıdır. Enkazı kaldırılmayan binaların tasfiyesi sağlanmalıdır.

4- Kalıcı konut alanlarındaki sağlık ocağı, okul gibi sosyal teknik donatı alanlarının yapımı tamamlanmalıdır.

5- Kalıcı işyerlerinin yapımı tamamlanmalıdır. Bu yapılar işyeri niteliklerine uygun olarak projelendirilmeli ve tip proje uygulamasından vazgeçilmelidir.

6- Kalıcı konut alanları ile mevcut yerleşim merkezleri arasındaki ulaşım bağlantıları sağlanmalıdır.

Yukarıda belirtilen çözüm önerileri kapsamında TMMOB’nin, mühendislik ve mimarlık alanında kendi üzerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmesindeki kararlılığı siyasi iktidarın engellemelerine karşın sürmektedir.

Ülkemizin baskın seçim ortamına sürüklendiği şu günlerde Marmara Depremi’nin yıldönümü aracılığıyla bir kez daha hatırlatıyoruz.

Deprem bölgesinin sorunlarının çözümünde halkımızın sorunlarına öncelik tanıyacak bir siyasi iradenin varlığı zorunludur. Günümüzün temel sorunu emekten yana, bağımsızlıkçı, temel insan haklarına dayalı, sosyal hukuk devletini temel alan bir siyasi iradenin oluşturulması ve iktidara taşınmasıdır.

Yaşadığımız Felaketi

Unutmadık! Unutturmayacağız!

TMMOB Kocaeli Đl Koordinasyon Kurulu tarafından hazırlanan rapor. Ayrıca konu ile ilgili basın açıklamasına www.mmo.org.tr adresinden ulaşabilirsiniz.

Referanslar

Benzer Belgeler

Öğrencilerin “pansiyonun, öğrenci isteklerine yanıt vermesi‟ne iliĢkin görüĢleri ile ilgili sınıf, ailenin ikameti, babanın mesleği ve babanın eğitim durumuna

Evlilik uyumu beĢ faktör kiĢilik özelliklerinden evli bireylerin sahip oldukları kiĢilik özellikleri ile evli bireylerin zehirleyici ve besleyici iliĢki

Sayın Cumhurbaşkanı Ce lâl Bayardan da bu seneki nut kunda partilerimiz arasında dostluk yaratacak bir temen­ niye yer vermesini bekliyo­ ruz.. Çünkü her memlekette

Bunun yanı sıra gözlemlediği­ me göre yılda 200 TİR çiçek Türkiye’ye dövizle giriyor.” Çiçekçi Kemal Oğurcu'ya gö­ re, bu çiçekler için yılda 6 milyon

Varlıkların doğa görünümlerini karakalem, fırça gibi araçlarla değil, söz­ cüklerle boyayarak, çizerek biçimlendiren Ahmet Haşim; tümüyle bir ressam

ziyetlerin içine düşünce, korku de diğimiz ve gerek iç, gerek dış be­ lirtilerini pekâlâ bildiğimiz, hattâ ölçtüğümüz o heyecan sarsıntısını duyar

ye üye ülkelerin beynelmilel turizm gelirleri duraklama göstermiştir. Son altı sene zarfında senelik ortalama gelişme indeksi % 13 iken 1967 de sadece % 3 ora- nında bir

From the R-value, this correlation is negative as it has a negative value and the scatter plot shows a slight decrease in trendline which means the two data have a negative