• Sonuç bulunamadı

Mina Urgan, anılarından sonra gezileriyle de baskı rekoruna gidiyor:'Bir Dinozorun Anıları'ndan 'Gezileri'ne yolculuk

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mina Urgan, anılarından sonra gezileriyle de baskı rekoruna gidiyor:'Bir Dinozorun Anıları'ndan 'Gezileri'ne yolculuk"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

^

<0 if o

M în a U rgan, a n tla rın d a n son ra g ezileriyle de baskı reko ru n a g id iy o r

'ndan

ık

'B ir Diı

'Ge

lozor

zileri

1

um

ne

Un

yo

ilan

ılculı

Mîna Urgan’ın gerek

‘anılarından’ ve gerekse

‘gezilerinden’ öğrendiğimize

göre onun dünyasını süsleyen

ya da belirleyen öğeler şunlar:

Deniz tutkusu, okumak ve

yazmak, Anadolu’yu tanımak,

“Mavi Yolculuk”a çıkmak ve

Bodrum sevgisi... Kendi

renkli kişiliğini belirleyen

öğeler ise damak zevkine,

tadına düşkünlüğü, sigara

tiryakiliği, ‘beyaz süt’ rakıya

karşı duyduğu sempati...

ŞENER ÖZTOP

U dalar” şairi Tahsin Nahit’in

I 1 öz, Falih Rıfkı Atay’ın üvey V _ y kızı; aktör-şair Cahit Irgat’ın eşi; şair Mustafa Irgat’ın annesi Ingiliz Edebiyatı öğretmeni Mîna Urgan 83 yıl­ lık bir ömrün tanıklık ettiği gözlem ve iz­ lenimlerini; “Bir Dinozorun Gezileri” (1) adlı yapıtında anlatıyor.

“Bir Dinozorun Anıları”nı büyük bir

merakla ve zevkle okuduğumu söylemek isterim. Çünkü, M. Urgan’m renkli kişi­ liğinin yanı sıra, uzun süren yaşam serü­ veninde edebiyat ve sanat dünyasından nice şair, yazar, sanatçı ve bilim adamla­ rı ile birlikte olmuştur. Yaşanmış ‘anı’ ya da günleri onun perspektifinde bir bü­ tün olarak görüyor, insanların ruhsal ve fiziksel değerlerini en ince ayrıntılarıyla okuyucuya anlatıyor. Kıvrak bir zekâ ve işlek yalın bir dille okuyucu ile kontak kuruyor, bazen hüzün, bazen de alaycı bir gülümseme ile olayları ve insanları anlatıyor. Daha doğrusu bizlere “İnsan­

lık Komedyası”ndan esintiler sunuyor. Mine G. Kırıkkanat’ın da belirttiği gi­

bi, “...Mîna’ya dinozorluk pek yakışı­

yor ama, aslında o da bir turist. Pespa­ yeliği, bayağılığı, ucuzluğu, hak edilme- mişliği bir türlü sindirememiş içine. Üs­ tünlüğü ise, turist olduğu bu ülkenin kendi değerlerine aykırı rüzgârlarına ye­ nik düşmemiş olması. Meğer ne kadar ihtiyacımız varmış, seksen yılın deneyi­ miyle bize, hem de yaşanmış öyküler, insan masalları anlatan, akıllar öğreten, öğüder veren bir nineye, Mîna Urgan’ı okurken, gerçek bir insan yaşamının ne olduğunu ve muduluğun ne olması ge­ rektiğini de öğreniyorum.” (2)

Mîna Urgan anılarında dile getirdiği

insanları ve olayları yer yer ideolojik ay­ rım ve seçmelerde bulunur. Dolayısıyla nesnel olmayı, beceremez. Olduğu gibi daha doğrusu (dobra dobra) içinden gel­ diği gibi yorumlar. Hocası Sabahattin

Eyuboğlu gibi (dünyaya hep insanla bak­

maz) hoşgörür bir edası yoktur. Sivri dil­ li bir anlatımı yeğler. Sadece dünya gö­ rüşüyle insanları ve olayları kategorileş- tirir.

Yazarı üniversite yıllarından tamyan Türkiyat öğrencisi Osman Şirvan, nes­ nel bir biçimde M. Urgan’ın anılarını eleştirir ve bazı bellek zayıflıklarım orta­ ya çıkarır. O. Şirvan bu konuda şunları dile getirir:

“Bir Dinozorun Anıları’nı büyük bir lezzetle okuduğumu itiraf etmeliyim, Mîna Hanım, samimiyetle yazıyor ve hiçbir şeyi gizlemek gereğini duymuyor!

(Eşi, aktör ve şair Cahit Irgat’la ilgili anıları müstesnâ...) Bu, nadir bulunan bir hususiyet. Onun için, kimilerini de tanımak bahtiyarlığına eriştiğim bazı hocalarımızı ve edebiyatçıları anlatma­ daki yapmacıksız, içten; ama yer yer acı­ masız (mesela Yahya Kemal veya Necip Fazıl ile ilgili bölümlerde olduğu gibi, acımasız) üslûbu beni etkiledi.”!...)

“Hafızası Mîna Hoca’yı yanıltmış, 1960’ta Atatürk’ün naaşı, tam yedi yıl­ dan beri Anıtkabir’de bulunuyordu. Na- aşın, Etnografya Müzesi’nden Anıtka­ bir’e nakli, 10 Kasım 1953’tedir. Bu du­ ruma göre Fethi Giray’ın şiiri, 1953’ten önce yazılmış olmalıdır. Mîna Hoca, Gi- ray’ın bu şiiri 27 Mayıs 1960’a tekad- düm eden öğrenci olayları münasebe­ tiyle yazmış olduğu zehabına kapılmış olmalı...” (3)

Bir mavi deniz tutkununun

yol yazıları

Mîna Urgan kelimenin tam anlamıyla

bir kitap kurdudur. Araştırmacı, incele­ meci ve çevirmen kişiliklerini üzerinde toplayan bir bilim kadimdir. Yıllannı bi­ lime, özellikle İngiliz Dili ve Edebiya­ tın a adamış... Thomas Malory, Henry

Fielding, Balzac, Aldous Huxley, Gra- ham Grene, William Golding, John Galsworthy, Herman Melville ve Sha- kespeare’den çeviriler yapmıştır. Saba­ hattin Eyuboğlu ile birlikte aynca dilimi­

ze yapıtlar kazandırmıştır. Önün en ta­

nınmış bilimsel in­ celemesi beş ciltlik

İngiliz Edebiyatı Tarihi (1986-1993), Virginia Woolf (1995) ve D.H. Lawrence (1997) adlı incelemeleridir. “Bir Dinozorun Anıları” (1998), onun yaşantısında

bir dönüm noktası olmuş ve bu kitabın arka arkaya birçok baskı yapmasından dolayı şaşkınlığını şöyle dile getirir:

“...Bir Dinozorun Anıları’nın çok satan kitaplar listesine girmesine, bilmem kaç baskı yapmasına afalladığım kadar hiç­ bir şeye afallamadım bu uzun ömrüm boyunca, İngiliz edebiyatıyla ilgili zarar­ sız kitaplar yayınlayan bir kocakarı, sek­ seninden sonra ortaya çıkıyor. (...) Akıl­ lara sığmayacak kadar şaşırtıcıdır bizim insanlarımız.” (s.7)

İşte burada bir parantez açarak kita­ bın baskısı hakkında bir değinmede bu­ lunacağım: “Bir Dinozorun Gezileri”ni 22 Ekim 1999’da aldım. Kitabın dördün­ cü sayfasında, 1. Baskı: Ekim 1999, 17. Baskı, Kasım 1999 olarak yazılmış. Na­ sıl oluyor da kasım ayma gelmeden 17. baskısı olabileceğini halen anlamış deği­ lim. Aynı M. Urgan gibi... Artık kitapse­ ver bu durumda yayınevine nasıl inana­ caktır. Yanlış anlaşılmasın sadece bu du­ rumlar diğer yayınevleri için de geçerli- dir. Bizce bir kitabm çok satışı değil,

ka-TT -

f i iM-âü

lıcılığı önemlidir. Okurun negatif yönde enforme edilmesiyle kişiler birtakım ‘acaba?’, ‘sahi m i?’, ‘doğrumudur?’ söz­ cüklerini biteviye kendi kendilerine sor­ mak durumunda kalıyorlar.

Kitap, ‘önsöz’ ve ‘sonsöz’ dışmda on iki bölıimden oluşuyor. Sırasıyla: “Kü­

çük Mutluluklar”, “Deniz Tutkusu”, “Eski ve Yeni Bodrum”, “Mavi Yolcu­ luk”, “Anadolu”, “Avrupa’ya Yolculuk­ lar”, “Paris”, “İngiltere”, “İtalya ve Ba­ zı Avrupa Kentleri”, “Sovyet Rusya ve Doğu Bloku Ülkeleri”, “Amerika-Los Angeles ve Meksika”, “Amerika-New York ve San Francisco”. Kitapta ayrıca

gezi yazılarının ayrılmaz bir parçası olan Fotoğraf yerini almış. 34 anı fotoğrafmı içeren yirmi bir sayfalık ‘albüm’ eklen­ miş.

Mîna Urgan’m gerek ‘anılarında’ ve

gerekse ‘gezilerinden’ öğrendiğimize gö­ re onun dünyasını süsleyen ya da belir­ leyen öğeler şunlar: Deniz tutkusu, oku­ mak ve yazmak, Anadolu’yu tanımak, “Mavi Yolculuk”a çıkmak ve Bodrum sevgisi... Kendi renkli kişiliğini belirle­ yen öğeler ise damak zevkine, tadına düşkünlüğü, sigara tiryakiliği, ‘beyaz süt’ rakıya karşı duyduğu sempati... Satır ara­ larından şöyle seslenir: “Mideme düş­

künlüğümden ötürü bir yemek cenneti olan Paris’te ne acılar çektim!..” der

(s. 17). Bununla birlikte, günlük hayatın­ da sevimli, konuşkan, insanları konuş­ turmasını bilen; öte yandan zaman za­ man haşin, kızgın, sert tavırlı, düşünce­ lerinden (siyasal) ödün vermeyen disip­ linli bir öğretmen... Öğretici kimliğini sezinlettiren, ayrıntıları ve anlık mutlu­ luklardan hoşnut olan; fikrini, zikrini gizlemeyen bir entelektüel...

Diğer taraftan Tahsin Nahit ve Falih

Rıfkı gibi tanınmış iki edebiyatçının kı­

zı olmak ve onların yakın çevreleriyle ta­ nışma ve konuşmalar. Leylî (yatılı) özel kolej yılları... Aristokrat bir aile gelene­ ğinden gelerek varlık ve yokluğu içinde duyumsayan, yaşayan ve acılarıyla, se­ vinçleriyle yaşamı bir bütün olarak gö­ ren, yalnız “küçük mutluluklar” üzerine kurulmuş bir aile düzeni... Ve mütevazı bir bilge kişilikli büyük anne!.. Satır ara­ larında okuruna şöyle seslenir: “Ey oku­

yucu! ...Mutsuz olmak bir marifet değil­ dir. Çektiğin acıları gözler önüne ser­ memek, büyük kişiselmudulukların pe­ şinden koşmak ayıbından vazgeçip, kü­ çük mutluluklara sığınmak, onlarla ye­ tinmektir asıl marifet.” (s.9) Hemen ar­

kasından şu bilgilendirmeyi yapar: “Ben

elime, dilime, belime egemendim. İçki­ yi de az içer, asla sarhoş olmazdım”

(s.22) der.

Okuyucuyu o tılsımlı üslubuyla kendi­ sine bağlar ve kitap meraklılarına, deniz tutkunlarına da şunları sövler: “Küçük

mudulukların dışında, iki büyük mudu- luk kaynağım vardır. Biri kitap okumak, öteki de deniz. Gerçi o da hoştur da, ‘deniz’ derken, denize uzaktan bakmak­ tan değil, denize girmekten ya da bir tekneyle gezinmekten söz ediyorum”

(s.25).

Kitap ve deniz tutkusu

Mîna Urgan “kitap dostlarına” da gön­ derme yaparak şu önemli gerçeği dile ge­ tirir, içi burkularak... “...ömrümü oku­

makla geçirdiğim, büyüteçler yardımıy­ la hâlâ hep okuduğum halde, değil bü­ tün kitapları, istediklerimin yarısının ya­ rısını bile hâlâ okuyamadım; okuyama­ dıklarımın arasında öyle önemli kitap­ lar var ki, gözüm arkada kalacak o hiç inanmadığım öteki dünyaya gidince.”

(s.26) Evet bu hazin sonucu gördükçe in­ san kendi kendisine sormadan edemi­ yor. Hâlâ siz de kitapsever misiniz diye... Yazarın küçük mutluluklarınım en bü­ yüğü dediği “deniz tutkusu” onun ya­ şantısını süsleyen hobisidir. Çocuklu­ ğunda deniz hep düşlerine girer. Her ko­ şul altında denizi sever. Hava kapalı, **

(2)

■ puslu ve kurşuni yağmur bulutlan altın­ da yüzmek onun için bir keyiftir. Deniz onun dünyasında öyle bir yer eder ki, şunları söylemekten kendini alamaz:

‘Karada ölmek kolay, ama denizde as­ la ölmem” der.

Bodrum, Bodrum...

Yazar, 1972 yılından beri sessizliğin, sükûnetin hâkim olduğu mevsimlerde Bodrum’da kalmayı sever. Fakat o güze­ lim mavi cennetin büyüsü bozulmuştur. Martı beyazı kireç badanalı evlerin yeri­ ne betonarme binaların yapıldığım, do­ ğanın içlere verdiği ferahlığı yok etmek için çaba sarf edildiğini şöyle betimler:

“Eskiden Türkiye’nin dışında küçük bir cennet olan Bodrum Türkiye’leşti. ü l­ kenin üstüne çöken vahşi kapitalizmin en vahşisi, Bodrum’da yaşanıyor şim­ di.!...)

Yalnız yanmadada değil, Bodrum’un içinde de hızla sürüp giden çirkin bir ya­ pılaşma var. İki katlı eski Bodrum evle­ ri yıkılıyor, onların yerine üç, hatta dört kadı çirkin apartmanlar dikiliyor. (...) Pa­ ra hırsı Bodrumluların gözünü öyle bü­ rümüş ki, hepsi elinden geleni yapıyor o güzel eski evlerinin tarihsel sayılmaması için.” (s.54)

“Eskiden otobüsler gürültülü, Bod­ rum sessizdi. Şimdiyse tam tersi oldu: Otobüsler sessiz, Bodrum gürültülü.” (s.58)

Yazar, Bodrum’un tarihi ve doğal do­ kusunu yok edenlere ve tüm bu olum­ suzluklara karşı isyan eder. Fakat Bod­ rum sevgisi, özlemi onu sımsıkı sarar ve ondan ayrılmak istemez. Bodrum’un do­ ğal ve mimari dokusunu değiştirmek is­ teyenlere ya da değiştirenlere karşıdır. Önları sözle, yazı ile uyarır ve eleştirir. Fakat bütün bu olumsuzluklardan ken­ disini sıyırmak ister ve hayatın giz dolu şiirsel yanım keşfeder, ruhuna huzur ver­ mek ister. İki ekstrem ucu ne güzel be­ timler: “Bodrum kalabalıklaşıyor, Bod­ rum bayağı taşıyor, Bodrum biçimsiz ya­ pılanıyor, Bodrum çirkinleşiyor. Bodrum fazla gürültülü, Bodrum şöyle kötü, Bodrum böyle kötü oldu filan. Bunların hepsini biliyoruz; hepsi de doğru. Gel- geîelim, Bodrum İstanbul’a benziyor ba­ na kalırsa: Onu çirkinleştirmek için ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar uğraşır­ larsa uğraşsınlar, gene de güzel kalmanın yolunu buluyor her nedense. İşte bu yüz­ den, güneş batarken kumsalda oturup Kale’ye bakarken, Bodrum hâlâ ne kadar güzel diyorum kendi kendime.” (s.59- 60)

'Mavi Yolculuk' ya da

Anadolu'yu dile getirmek

Mîna Urgan “Mayi Yolculuk” üzerine ilginç şeyler söyler: “İlk mavi yolculardan biri olduğum halde ‘Mavi Yolculuk’ de­ viminden hoşlanmaz hale geldim. Çün­ kü ‘Mavi Yolculuk’ lafı, önce entel züp­ pelerin, sonra da herkesin diline düştü.” (...) (s.61)

Oysa ilk mavi yolcular, Sabahattin Eyuboğlu’nun özenle seçtiği, çoğu genç

S

1 ılardı. Sadece gezmek tozmak için

, Ege ve Akdeniz uygarlıklarının ka- Lntdan konusunda bilgi edinmek ve bu arada o güzel kıyılan kendi gözleriyle görmek için katıiınırdı bu gezilere (...) Gerekli kitapları okuyup araştırmalarda bulunan yetkili biri, gideceğimiz yerler üstüne bir konuşma yapar, o antik ken­ tin tapmakları, anıdan filan konusunda ön bilgi verirdi.” (...)

“Mavi Yolculuk”un müdavimleri za­ man ve mekân içinde değişebiliyor. Baş­ tan Sabahattin Eyuboğlu, Müntekim

Oktnen, Sadi Çalık, Melih Cevdet, Gen- co Erkal, Oktay Rıfat, Engin Cezzar, Be- hice Boran, Mîna Urgan vb. ünlü yazar,

şair ve sanatçı gruplarından oluşuyor. M. Urgan bir dipnotu düşerek Mavi Yolcu­ luk hakkında şunları ekler: “...Eskiden

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 1 6

Sabahattin, mavi yolcuları kendi seçer­ di, biz de onun seçtiklerini kabul eder­ dik. Ama daha sonraları (S..Eyuboğ­

lu’nun ölümünden sonra/Ş.O.), yolcu

sayısı on ya da on ikiye düşünce, bizim­ le gelecekleri ince eleyip sık dokumaya başladık.” (s.71) Bu konuda yazar, Azra

Erhat’a gönderme yaparak, Mavi Yol-

culuk’a merak duyanlara Azra Erhat’m

“Mavi Yolculuk” adlı kitabına başvur­

malarım salık verir, (s.75)

M. Urgan, Anadolu’nun insanlarımız tarafından yeniden nasıl keşfedildiğini yine o yalın anlatımıyla şöyle açıklar: “...İstanbullular, kentlerinin dışına hiç mi hiç çıkmazlardı eskiden. Kendi ülke­ lerini, yani Anadolu’yu görmeyi akılları­ nın kenarlarından bile geçirmezlerdi! (...) İç turizm denilen olay, ancak 1970’li yıllarda başladı. Bodrum, Marmaris, An­ talya’ya tatile gidilirdi” diyor, (s.84)

(...) daha yirmi yaşmdayken, Anado­ lu ’ya merak duydum. Çünkü Trab­ zon’da yetişen hocam Sabahattin Eyu­

boğlu, Zigana Geçidi’ni ya da Karadeniz

yaylalarını bana anlatmıştı. (...)” (s.85) Ve böylece yazar, 1938 yazında Anado­ lu gezilerine çıkmış olur. Uludağ, Bursa, Balıkesir, Edremit ilk duraklarıdır. Da­ ha sonra bu geziler arkası sıra devam edecektir.

Mîna Urgan’ın Anadolu gezilerinden

duyarlıkla yaklaşır. Gezginci bir ruhla günlükler, notlar tutar. Başka bir deyiş­ le, yaşanmış bir gerçekliğin anlatıcısıdır. Ve böylece Anadolu gerçeklerini gör­ mek, taşra insanının doğa ile birlikteli­ ğini gözlemlemek onda birtakım değişik duygulanımlar yaratır. Anadolu gezileri­ nin sonucunu da şöyle bağlar: “Anado­ lu’da yolculuklarıma altmış yıl önce baş­ ladığım halde, bu uzun süre içinde gör­ mediğim yer pek kalmadı diyemeyece­ ğim gene de. Gözümden ırak kalan ve artık iş işten geçtiği için bundan sonra hiç görmeyeceğim daha nice güzel köşe­ ler vardır orada kim bilir” (s. 117) der.

Avrupa'ya ve

'Yeni Dünya'ya satır

aralarında yolculuk

Mîna Urgan’ın Anadolu içlerine, sahil kentlerine yaptığı gezilerde bir kadın du­ yarlılığının içtenliği, sıcaklığı vardır. Oy­ sa Avrupa’ya Sovyet Rusya ve Doğu Blo- ku ülkelerine ve Amerika’ya karşı eleş­ tirel bir gözle bakar. Oralarda ‘olması gerekenleri’ dikkatli bir biçimde etüt eder. 1937’de, yirmi bir yaşındayken yurtdışına çıkar ve uzun yıllar gezginci, serüvenci ruhunu sürdürür. ‘Paris’e bir insana âşık olurcasma vurulur.’(s.!19)

"Bir Dinozorun Gezileri", merakla, zevkle, gülümseyerek okunacak, okurken düşünecek bir yapıt.

birinde unutamadığı anısı şudur; lokan­ tada yemek yerlerken, karşı masada otu­ ranların Cumhuriyet gazetesi okumala­ rı dikkatini çeker. Ortak paylaşımların­ dan dolayı karşı tarafa laf atmaya başlar. Böylece aralarında bir dostluk bağı ku­ rulur. Ve bu ‘gazete dostluğundan’ çı­ kardığı ‘kıssadan hisse’ şudur: “Cumhu­

riyet okurları arasındaki bağ eskidir. Birbirlerine yakınlık duyarlar öteden beri. Aralarındaki bağ, herkesin sandı­ ğı gibi siyasal değil, kültüreldir daha çok. Nice keskin solcular bilirim ki, ça­ nak çömlek dağıtan boyalı basını Cum- huriyet’e yeğ tutarlar. Pek solcu sayılma­ yacak kimi aydınlar da, kültürel sorun­ lara iki tam sayfa veren bu gazeteden vazgeçmezler.” (...) (s.96)

S. Eyuboğlu hakkında da M. Urgan şu hakseverliği ve mütevazıkğı elden bırak­ maz, der ki: “S. ’Eyuboğlu, Fransızca-

dan çevirilerini sürdürmekle birlikte, bir süre sonra, Anadolu’nun sanat ve kültür tarihine adamıştı kendini. Bütün kalıntıları, ören yerlerini ayrıntılı ola­ rak incelemekle kalmıyor, eski ve yeni, bütün söylenceleri, bütün masalları da biliyordu. Bense karacahildim bu konu­ larda. Her zaman olduğu gibi, Sabahat­ tin anlattı, ben de öğrendim.” (s.97)

Mîna Urgan, Anadolu’ya yaptığı yol­ culuklarına titiz bir gözlemci, estet bir

“Paris’in gerçek büyüsü sokaklarında- dır” (s,131) der. Fakat İstanbul sevgisi ve özlemi her zaman onu etkiler.

“Yurtdışma yolculuk edebihnemin ne­ deni de Uluslararası İngiliz Edebiyatı Üniversitesi Profesörleri Derneği’nin üç yılda bir toplanan kongresiydi” (s. 122) der. En güzel yolculukların vapurlarla yapılacağım da ihmal etmez. Fakat bu­ nunla birlikte, otobüslerle, trenlerle de gidilebileceğini de ekler.

Eski kitapları satan sahafları uzun uzun inceler, çoğu zaman yaşlı olan sa­ hafla keyifli pazarlıklara girişir. Asıl ama­ cının fiyatı indirmekten ziyade, kitapla­ rın başında ‘pinekleyen’ yaşh adamlarla konuşma ve insanca ilişki kurmaktır, (s. 195)

Genellemeler hiç de doğru değildir (...) Fransız edebiyatına, Fransız kültü­ rüne (bu kültürün bir parçası saydığı Fransız yemeklerine) hayranlık duydu­ ğu halde; “ Avrupa'nın hiçbir burjuvası, bir Fransız burjuvası kadar sevimsiz ola­ maz” (s ./ 136) der.

İstanbul gibi, Roma gibi, San Francis­ co gibi, tepeli inişli çıkışlı kentleri sever.’ (s. 159) “Avrupa’da bildiğimiz anlamda köylüsü olmayan tek ülkedir İngiltere! ” (s.162)

James Joyce Müzesi’ni ziyaret eder.

Joyce’un elyazısı örneklerini, mektup­

ları, fotoğrafları ve onunla ilgili bazı ki­ tapları görür, inceler. Fakat onu en çok duygulandıran ve gururlandıran “Türk­

çe bir kitap, Murat Belge’nin bir çeviri­ sini görmek” çok hoşuna gitmiştir,

(s.179)

Madrid’de onun ilgisini çeken, daha doğrusu garibine giden şey de: “...umu­ mî bir yerde, parklarda, kahvehaneler­ de, otobüslerde hiç kimsenin kitap, der­ gi, gazete okumamasıydı.” (s.192)

Rusya gezisinden ise çarpıcı bir örnek verir: “...Nâzım Hikmet’in mezarına

gitmek söz konusu olunca, bizim gru­ bun solcularıyla sağcıları arasında, şa­ şılacak bir ‘milli birlik ve beraberlik’ durumu ortaya çıktı.” (s.203)

“Leningrad’da geçirdiğimiz iki günün en mutlu anlan, sevgili arkadaşımız Ser-

ver Tanilli’yi görmeye gitmemiz oldu.

(...) Bizleri görünce, Server’in gözleri se­ vinç gözyaşlarıyla doldu. Ben de eğil­ dim, onu sevgiyle kucakladım.” (s.209) “Kiev’de beni en çok etkileyen şey, kentin dolaylarındaki Babi Yar oldu. Bir uçurumun adıymış bu.” (...) (s.210)

“Varşova’da unutamadığım bir şey de,

Chopin’in, kentin merkezinden elli ki­

lometre kadar uzakta olan evinin bahçe- siydi.” (s.213) “Avrupa’da en çok a d ç e ­ ken ülke Polonya’dır, kuşkusuz.” (s.2 İ3)

“Los Angeles bana ne kadar itici gel­ diyse, San Franciscoda o kadar çekici geldi.” (s.215) “San Francisco’nun en aşırtıcı yanlarından biri, yokuşlarının

olluğu ve dikliğidir. Amerikan polisiye lefe- rıldigı iç oraya gitsek de gitmesek de, o dimdik filmlerinin arabayla kovalama sahne] rinde bunlardan hep yararlanıldığı için yokuşlarm farkındayızdır?” (s.252)

...Ve Mîna Urgan, Sonsözü’nde duy­ gulanımlarını şöyle ifade eder: “...Bu di­

nozor öyle bir yaşa geldi ki artık, bun­ ca genç, bunca çocuk ölürken, daha faz­ la yaşamak biraz ayıp gelmeye başladı ona. isteği, çevresine ve kendisine bir başbelâsı haline gelmeden, bu dünya­ dan göçüp gitmek. Kalanlara sonsuz sevgiler.” (s.257)

'Kendisiyle alay etmeyi

bilen zeki kadın'

Mîna Urgan, kafasında ve gönlünde olduğu gibi düşünür. Sivri dilli, hırçın, hoşgörüsüz mizacma karşın, yine de her küftür ve sanat adamında olduğu gibi, kendini belli etmeyen sıcak bir ana du­ yarlığı ve bilimsel kuşkuculuğu ile örtü- şen ‘titizliği’, ‘saf yürekliliği’ onun İnsa­ nî özellikleridir.

Araştırmacılığından gelen ‘tecessüsü’ (bilsemesi), gözlemciliği, küçük ‘enstan­ taneleri’ zevkle okunacak duruma geti­ ren ‘tılsımı’; dilinin canlılığı, doğallığı ve tatlılığı, kendine özgü yalın bir üsluba sahip olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, okur için meraklı birtakım olay­ ları, renkli insan tiplerini de kitabına alı­ yor. Yazar, gezi kitaplarının yalnız dış gözlemlere, günlük notlara dayanmadı­ ğım, aynca “ruhumuzun gezginci ve se­ rüvenci” yanım da bekitmeyi ihmal et­ miyor.

Böylece merakla, zevkle, gülümseye­ rek okunacak, okurken düşünecek bir yapıt ortaya çıkıyor. Denilebilir ki, “Bir Dinozorun Gezileri”, gezi edebiyatımı­ zın son halkasını teşkil ediyor ve yerini alıyor. ı

(l)M în a Urgan, Bir Dinozorun Gezi­ leri, Yapı K redi Yayınları, 17. Baskı, İs­ tanbul 1999, 257 s+21 s Albüm (34 f o ­ toğraf).

.. (2) Mine G. Kırıkkanat, Ölçüsüzlüğün Ölçüsü, Radikal, 3.8.1998.

(3) Osman Şirvan, "Bir Dinozorun Anılan Üzerine Bir Dinozorun Notları’’ Kitap Zamanı, s:l, (8 Mayıs 1998) s. 6.

Bir Dinozorun Gezileri/Mîna Urgan /Yapı K redi Yayınları / 280 s.

S A Y F A 17

Referanslar

Benzer Belgeler

Bireyin bu tavrı onun aynı zamanda tüm insanlığa olan sorumluluğunu da ifade eder, aydın bir bilinçle ge- leceğe yönelmesiyle de kendi kimliğini biçimlendirir.. Korkmaz, “

Secondary objectives included the analysis of listserv use in relation to subscriber demographics and rates of participation to support travel health educational

Denizlerdeki do¤al hayat›n biraz daha iyiye gitmesi, okyanuslardaki di¤er canl›lar ara- s›ndaki iliflkilerin daha iyi olmas› ve ayn› za- manda da canl› kaynaklar›n

Araflt›rma, de¤ersiz “sembolik” hediye su- numunun, en az›ndan baz› türlerde erkek- lerin, diflilerin besleyici hediyeler konusun- daki “açgözlülü¤ünü” istismar

This year air monitoring equipments were renewed and naturally occurring and manmade radio nuclides and heavy metals were started to determine on a routine basis.. Wet and dry

Ancak başta beşeri ve ekonomik coğrafya konularını gösteren fotoğraflar olmak üzere ders kitaplarındaki birçok fotoğrafın eski ve güncelliğini yitirmiş olması

Kasım efendi bizi anasıra yoklar­ ken görünmez oldu. Meğerse Mevlâsı- na kavuşmuş. Hacı hanım da sırra kadem basmıştı. İstanbulda çarh çe­ viren, kırk

gını anlatırken, rüzgârın fazla olmasından dolayı ateşin pek zi­ yade tahribat yaparak kârgire de zarar verdiğini ve esnaf için bu hasarın bizzat telâfisi