îstanbula dair notlar:
^lllllllllllllllllllllllllllll!lllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll'’
M uallâ DZMflY
Boğazın şahane ve şairane
güzelliğini, onu en iyi diie
getiren şair ve muharrirlere bırakarak sâdece muhteşem fakat, harap yalılar önünde demirlemek istiyorum.
îş te : Hisar, Kanlıca, Tarab- ya, Büyükdere.. Asırlık çam
larla yarışa çıkmış büyük,
ahşap yalılar.. Tarihî bir hey
betle denizden geçenlere
yüksekten bakıyorlar. Hak lan da yok mu yâ ? Önde, taş basamaklarında köpüren mas mavi sulan, arkada, cam gö beği, zümrüt yeşili, çayır ye şili, çam yeşili, her renkte, her tonda açıklı koyulu yeşil leri, üstünde erguvan, ma nolya, gül, sümbül, lâle mev sim mevsim her renkte koku yu kendine esir eden güzel yalılar..
Boy boy, genişlemesine
yüzlerini sulara çevirmiş,
sırtlarım set set yeşilliklere vermiş, mavinin ve yeşilin üs tünlüğü ortasında, onlara zıt fâkat, tam bir ahenkle yük selen bu, vaktiyle bembeyaz yalılar, kuş kafesi gibi oyma lı balkonlan veyahut sade ce süslü kapı tokmaklan ile hayret ve hayranlığınızı çek meğe kâfidir.. Fistolu, dan telli çatısından tutun da su ların bir kedi mûnisliğiyle ı- çine sokulan kayıkhaneleri ne kadar önünde birkaç de
fa yukardan aşağıya sizi
kendilerine bakmağa mecbur ederler. Bakarsınız, her dal ga çarpışında Boğazın inatçı suları yalının kaçıncı basa mağına yükselmektedir? Dü şünürsünüz, düzenli aralık larla bir kalb gibi çarpan su kabarcıkları, içinde uyuyan ların nefes almalarına en gel olmaz mı? diye..
Her su akışıyla beraber a- kıyormuş, geçiyormuş, yüzü yormuş gibi kayı kayıveren, bu muhteşem renk ve koku cünbüşü ortasında yükselen esrarlı yalılar, bugün sizin büyülenmiş dillerinizi çöz mek söyletmek isterdim. Ne den dünün bembeyaz da olsa bir ressam ustalığı ile sizi bo yayan elleri, kendilerini bize hâlâ düşündürebiliyorlar..
Bugün kararan gövdeleri niz, esmerleşen ellerinizle Bo
ğazın kenarında dize gel
miş, secdeye yatmış, yorgun ve yalvaran bir haliniz var.. Yılların güneşiyle kararmış
tahta gövdelerinizden bir
dalgacık, içeri kaçıverse mu kavemetsizce sizi boğmasın dan korkar gibisiniz.
Çift kanatlı, ağır işlemdi, oymalı, tokmakh kapılarınız hiç mi açılmaz olmuş.. Tek kanatlı servis kapısından gi diş gelişlere bakılırsa sulara açılan bu geniş kapılar ancak belli günler içindir. Kayık hanelerinizin içindeki beyaz, ince, şık ve zarif sandalı arı nız da görünmüyor. İçerde ters çevrili, eski, köhne bir tekne var ki üstünde deniz kuşlan yuva yapmışlar.. Yâ, niye selâmlık odasının dokuz penceresinin beş tanesi ka fesle kapatılmış? Acaba yu- karıki pencerede oturan ihti yara sorsam bana ne cevap verir?.
İhtiyarın ne hazin bir hali var! O yaştaki bütün ihtiyar lar kadar hazin! Başında, kendisine hiç de softa hissi verdirmiyen garip bir takke
var. Üstündeki Şam hırkası nın belinden, çok aşağılara indiğini ve bir kuşakla sıkıl dığını görür gibiyim. Asırlık yüzünde, asırlık bir asalet o-
kunuyor. Belli ki ağzında
tek bir diş bile yok.. Birkaç günlük sık bir sakalla çevre lenmiş yüzü, gülümsiyen, çu kurda gözleriyle her şeye rağ men sevimli görünüyor. Yok sa bana gülümsüyor da on dan mı? Ben de aşağıdan t a şımı yukarı, ta yukarı pence reye kaldırarak ona gülüm süyorum. Gözlerimiz konu şuyor:
— Dede, bu yalı senin mi? diye soruyorum..
— Evet yavrum, diye ce vap veriyor.. Bu yalı beıımı. Hem de senelerden beri be nim. Eskimiş, diyeceksin a- ma, değil mi ? Ee, tabiî yavru cuğum, bak biz de eskidik. Zamana dayanan ne var ki?
Ben:
— Niye her gün ayni nok tada oturursun, ihtiyarcık ? diyorum. Gezsene koca oda nın içerisinde?
— Gezemem, diyor, o.. Sol tarafım tutmaz ki.. Koca ya lı benim, önündeki sular, a r kasındaki koru hepsi benim.. Benim ama, gel gör ki bu pencerenin önünden bir adım öteye gidemem..
— Ee, peki, neden pencere lerin beşi kafesli de ötekiler kaf essiz?
ihtiyar, dişsiz ağzıyla daha derin gülüyor:
— Taassuptan zannetme
sakın, yokluktan çocuğum,
yokluktan, diyor.. Bizimkiler dokuz pencerenin dokuzuna birden bir örnek perde ala madıkları için beşinin kafesi ni yeniden taktılar..
— “Bizimkiler” dediğin kim ler baba?
— Üç oğlumla, iki gelinim. Oğlumun biri evli değildir.
ben çalışırken on beş odamn altmış penceresini atlas per delerle donatmıştan. Şimdi yahnin deniz tarafındaki gi- riş kapısı hurdalaşmış da masraf edip yaptıramadıkla rı için mutbak kapısından iş liyorlar. Ben onlara koca bir yalı yaptırdım evlât, tek başı ma. Onların hepsi, bütün ev çalışıyorlar dâ benim yaptır
dığım yalının tek kapışım yeni baştan yaptıracak kuv veti kendilerinde bulamıyor lar. Şimdi de yalıyı bölüp ki raya verelim diye tutturmuş lar.. Kızdım geçen gün, ba ğırdım, çağırdım onlara.. “Bi riniz evde oturun, bana ba kın” dedim. Bana: “Sen bu namışsın!” dediler.. Bunama dım, bunamadım ama evlât aklım da bir türlü yatmıyor, neden benim tek başıma yap tığımı onlar hep birden ya pamıyorlar?
— Zaman değişti, dede, za man değişti.. Sen penceren de otur, geçmiş zamanı hayal et, bırak onlar istedikleri gi bi çalışsınlar..
— Bırakıyorum, bırakıyo rum ama ânlıyamıyorum, an- hyamıyorum evlât!..
ihtiyar daha yüksek bağı rıyordu sanki...
— Anhyamıyorum, aklım ermiyor, evlât aklım ermi yor.. Bunun için de bana “Bunadın” diyorlar..
Sandalım pencerenin altın dan yavaş yavaş ayrılıyor., ihtiyar çukura kaçmış, kü çük gözleriyle daha ziyade gülümsüyor., ince dudakları gerildi .iyice tam r gibi bakı yor bana. H attâ kuru, soluk, damarlı elini başına doğru kaldırıp selâmlıyor beni. Dik kat ve tereddütle ona bakı yorum. Benimle konuştuğu na, bana selâm verdiğine ba* — Torunların yok mu?
— Var.. Pencerede onları bekliyorum ya.. Gözüm du vardaki asma saatta.. Mek tepten üçte çıkarlar.. Bir sa atta da yalıya gelirlerse dört olur. Ben de dörtte ilâç içe rim. Baş ucumda su var a- ma, ilâç karşıdaki mermer konsolun üzerinde kalmış, ne o bana gelebilir, ne ben ona! gidebilirim. Bekliyorum, bi ri gelsin de versin, diye. A-1 ma sanki verse ne olacak9 içmekle sızılılarımda bir de! ğişiklik olmuyor ki..
— Yalıda bu kadar adam varken seni neden yalnız! bırakıyorlar?
— Hepsi çalışma, para ka zanma sevdasında çocuğum, evde oturan yok ki.. Halbuki! bizim zamanımızda yanlız ben j tek başıma çalışır, bu koca yalıyı döndürürdüm. Kem do uşaklarla, aşçılarla, dadılar la döndürürdüm. Şimdikile ri anlıyamıyorum bir türlü! Hepsi çalışıyor, evde kim var sa, oğullarım, kızlarım, h a t tâ gelinlerim., işçiler, hiz metçiler de yok artık.. F a kat yine de yalıyı çeviremi yorlar. Hepsi de havatmaan
şikâyetçi. Yetişmiyormuş..
Perdeler de onun için eksik
yâ pencerelerde.. Halbuki
kılırsa “zavallıcık sahiden
bunak galiba!” diyorum. Fa kat herşeye rağmen ben de e- limi kaldırarak aşikâr bir za man mefhumunu kavrıyamı- yan bu asırlık ihtiyarı selâm lıyorum.
Tedavi için kullanılacak olan Ko balt Bombası tüpü Paris’in en büyük hastahanesirt? resimde gö
rüldüğü gibi yerleştirilmiştir. ,
\
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi