• Sonuç bulunamadı

Sözlü Sunumlar .

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sözlü Sunumlar ."

Copied!
97
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

SS-001 [Nörovasküler Cerrahi]

ANTERİOR KOROİDAL ARTER ANEVRİZMALARINDA KLİNİK DENEYİMLERİMİZ

Ergün Dağlioğlu1, İlkay Akmangit2, Tanin Oğur1, Bekir Tunç1,

Egemen Işıtan1, Göksal Günerhan1, Denizhan Divanlıoğlu1,

Özhan Merzuk Uçkun1, Ali Dalgıç1, Anıl Arat3, Ahmet Deniz Belen1

1Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ankara Numune Hastanesi Beyin ve Sinir

Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara

2Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ankara Numune Hastanesi Girişimsel Radyoloji

Anabilim Dalı, Ankara

3Hacettepe Üniversitesi Girişimsel Nöroradyoloji Anabilim Dalı, Ankara

Giriş ve Amaç: Anterior koroidal arter anevrizmaları tedavisi güç anevrizmalar olup tüm intrakranial anevrizmaların % 2 ile 5’ini oluştururlar. Mortalite ve morbiditesi diğer bölge anevrizmalarına göre göreceli olarak yüksektir.

Yöntem: Kliniğimizde 2012 ile 2016 yılları arasında tedavi edilmiş toplam 41 anterior koroidal arter anevrizması çalışmaya alınmıştır. Anterior koroidal arterin tedavi sırasında veya sonrasında açık kalıp kalmaması ve bununla ilgili klinik sonuçlar değerlendirilmektedir.

Bulgular: Primer koilleme dışında stent, bioabzorbable stent, akım yönlendiriciler ile tedavi edilen olgularda klinik deneyim ve postoperatif komplikasyonlar arasındaki ilişki değerlendirilmektedir.

Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak postoperatif dönemde erken antikoagülasyonun uygun hastalarda kullanımı ile komplikasyonlarla daha iyi mücadele edilebilmektedir.

Anahtar Sözcükler: Anterior koroidal arter, anevrizma, endovasküler tedavi

SS-002 [Nörotravma ve Yoğun Bakım]

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU’DAKİ YÜKSEK KİNETİK ENERJİLİ SİLAH YARALANMALARI ANALİZİ ÇALIŞMASININ NÖROŞİRÜRJİ AÇISINDAN SONUÇLARI: ÇOK MERKEZLİ YKE-SİLAH YARALANMALARI ÇALIŞMA GRUBU

Abdurrahman Aycan1, Sebahattin Çelik2, Mehmet Edip Akyol1,

Cihan Adanaş3, Mehmet Eryılmaz4

1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı, Van 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Van 3Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim

Dalı, Van

4Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Ankara

Giriş ve Amaç: 21. YY savaş, çatışma ve terör olayları geçmişte olan cephe savaşlarından günümüzde şehir savaşlara ve bombalamalara evrilmiştir. Bunun sonucu olarak hafif düzeyden ağır yaralanmalara varan hastalarla savaş cerrahisi eğitimi almamış birçok hekimin karşılaşması kaçınılmaz olmuştur. Bu çalışmada, (daha önce erken dönem sonuçlarının sunulduğu) 9 ayda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşanan, yüksek kinetik enerjili silah yaralanmalarının nöroşirürjikal epidemiyolojisinin incelenmesinin sonuçları sunulmuştur.

Yöntem: Çok merkezli, prospektif çalışma olan proje; Ağustos 2015-Mayıs

2016 tarihleri arasında uluslararası kayıt sistemine kaydedilerek toplanan veriler ile yapılmıştır. 9 aylık veriler 6 aylık izlem sonuçları da kaydedilerek değerlendirilmiştir. İki üniversite hastanesi (YYÜ, DÜ), Ankara GülhaneAskeri Tıp Akademisi, Van BEAH çalışmaya dahildi. Yaralıların hasar ciddiyet skorları (Incury Severity Scor) yine doktor tarafından hastaneye varışlarında hesaplandı. Hastalara uygulanan tedaviler, klinik seyir, gelişen komplikasyonlar ve hastanedeki mortalite-morbidite oranları araştırıldı.

Bulgular: 390 hastanın 355 E, 35K, Güvenlik güçleri 172(%43.1), sivil vatandaş 218 (%56.9). Yaralanmaların 204’ü kurşun yaralanması,173 patlayıcı yaralanması,13’ünün nedeni bilinmiyordu. 204 hastada herhangi bir yaralanma yoktu.132 hastada en az bir yaralanma yeri mevcuttu. Mortalite oranı 54 (%13.5).334 hasta ambulans ile, 32 araç helikopter ile 24 hasta ise özel araçlarla hastaneye ulaştırıldı. Kranial fraktür: 14, epidural hematom: 13, subdural hematom: 9, intraparankimal hematom: 11, Kontüzyon: 5, subaraknoid kanama: 21, intrakranial yabancı cisim: 3, spinal injury: 5, Göz yaralanması: 14, Maksillofasial yaralanma: 14. 50 hastada travma baş ve spinaldeydi. Mortalitenin sık sebebi ise beyin-spinal yaralanmaydı. 36/54 İzlem sırasında yaşayan hastaların 182’sinde hâlâ morbidite vardı. Posttravmatik stres bozukluğu, alt extremite disfonksiyonu ve visüel disfonksiyon başlıcalarıydı.

Tartışma ve Sonuç: YKE silah yaralanmalarının artması ve giderek daha komplike hastalar ile karşılaşacağımız kaçınılmazdır. Bu gibi travmalar sonucunda mortalite ve morbiditenin büyük oranda kranial ve spinal yaralanma ile oluştuğu görülmektedir. Hekimlerin bu alanda daha iyi eğitim almaları bu oranları düşürmekte etkili olacaktır.

Anahtar Sözcükler: Yüksek kinetik enerjili silah yaralanmaları, beyin cerrahisi, mortalite

SS-003 [Nöroonkolojik Cerrahi]

HİPOFİZ ADENOMLARINA YÖNELİK ENDOSKOPİK TRANSSFENOİDAL CERRAHİNİN KOMPLİKASYONLARININ SONUÇLARI: 1600 OLGUNUN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ Melih Çaklılı, Burak Çabuk, Atakan Emengen, İhsan Anık,

Savaş Ceylan

Kocaeli Üniversitesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Kocaeli

Giriş ve Amaç: Amacımız radyolojik görüntüleme yöntemleri ve endokrinolojik testlerle teyit edilmiş ve kliniğimizde endoskopik transsfenoidal yaklaşımla opere edilmiş 1600 hipofiz adenomu olgusunda karşılaşılan komplikasyonları sunmaktır. Olguların klinik sonuçlarını, hastanede kalış sürelerini ve hastaların postoperatif dönemde yaşam kalitelerini tartıştık.

Yöntem: Eylül 1997 – Şubat 2017 tarihleri arasında Kocaeli Üniversitesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniğinde endoskopik transsfenoidal yolla opere edilmiş 1600 hipofiz adenomu olgusu retrospektif olarak tarandı. Hipofiz adenomlarına yönelik endoskopik transnazal yaklaşım sonuçları hasta tıbbi epikrizleri, ameliyat raporları, preoperatif ve postoperatif manyetik rezonans görüntüleme raporları, laboratuvar sonuçları ve uzun dönem takipleri değerlendirilerek ortaya konulmuştur.

Bulgular: Büyüme hormonu ve adrenokortikotropin hormon salgılayan adenomlarda amaç mümkün olan en fazla tümör dokusu çıkarıp medikal ve ek tedavilere ihtiyaç duymaksızın hastanın remisyona girmesini

(4)

ilişkisini ortaya koymaktadır. Yapılan çalışmalar limbik sistemin bir parçası olan forniks’in demans hastalıklarında önemini ön plana çıkardığından, çalışmamız HK ve AKL’nin fonksiyonları ile demans içinde muhtemel oynadıkları rolün tanımlanacağı gelecek araştırmalara öncü olabilir. Anahtar Sözcükler: Hipokampal komissür, forniks, alveus, psalterium, aksesuar kallosallif

SS-005 [Diğer]

İNCELEME VE ÖN İNCELEME DOSYALARINDA SAPTANAN HEKİMLERİN HEKİMLERE KARŞI ETİK İHLALLERİ

Feyza Karagöz Güzey

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroşirürji Kliniği, İstanbul

Giriş ve Amaç: Hekimler aleyhine açılan dava sayısı her yıl artmakta ve hekimler kendilerini koruyabilmek için zor girişimlerden ve sorunlu hastalıkların tedavisinden giderek daha fazla kaçınır hale gelmektedir. “Hekim hekimin kurdudur” hukukçular tarafından sık kullanılan bir deyimdir ve hukuki açıdan hekimlere en büyük zararın yine hekimler tarafından verildiğini ifade etmektedir. Gerçekten de sağlık hukuku ile ilgili dava ve incelemelerde hasta ya da yakınlarının hekimi sıklıkla başka bir hekimin suçlaması sonucu şikayet ettiği gözlenmektedir.

Yöntem: 2011-2016 yılları arasında tarafımdan istenen ön inceleme, inceleme ve uzman görüşü dosyalarında hekimlerin hekimleri suçlama oranı değerlendirildi.

Bulgular: Toplam 19 dosya retrospektif olarak incelendi ve 10’unda bir hekimin hastanın daha önceki hekimini suçlayıcı bir ifadesi üzerine hasta ya da yakınlarının ilk hekimden şikayetçi oldukları saptandı. 10 dosyanın 6’sında suçlayıcı ifade kullanan hekim ilk hekimle aynı branştandı. Tartışma ve Sonuç: Bir hekimin meslektaşının uyguladığı tedaviyi hastaya ve yakınlarına farkında olarak ya da olmadan kötülemesi sıklıkla kötülenen hekimin şikayet ya da dava edilmesiyle sonuçlanmaktadır. Hekimlerin başka bir hekimin uyguladığı tedavi hakkında yorum yapar ya da bilgi verirken çok dikkatli konuşması, kullandığı ifadeleri seçerken incelikli davranması, meslektaşının ve hekimlik mesleğinin onurunu kıracak sözlerden kaçınması gereklidir.

Anahtar Sözcükler: Etik ihlal, sağlık hukuku, tıp etiği SS-006 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

LOMBER DEJENERATİF SKOLYOZ VE DEJENERATİF LİSTEZİS CERRAHİSİNDE DİNAMİK ENSTRÜMANTASYONUN KLİNİK VE RADYOLOJİK SONUÇLARI

Orkun Koban1, Ahmet Öğrenci1, Onur Yaman2, Mesut Yılmaz1,

Sedat Dalbayrak1

1Nörospinal Akademi, İstanbul

2Koç Üniversitesi, Nöroşirürji Anabilim Dalı, İstanbul

Giriş ve Amaç: Transpediküler vidalama ile birlikte posterolateral füzyon lomber dejeneratif skolyoz ve dejeneratif listezis cerrahi tedavisinde kullanılan yaygın ve etkin yöntemlerden biridir. Füzyon cerrahisinin sağlamaktır. Nonsekretuar ve dirençli prolaktin salgılayan adenomlarda

amaç ise dekompresyonla basıya bağlı semptomların azaltılmasıdır. Komplikasyonlar endokrinolojik, nörolojik, cerrahi ve sinonazal başlıkları altında değerlendirildi. Serimizde komplikasyonlarda en büyük orana BOS fistülü sahiptir (%2,8). Ardından sırasıyla geçici diyabetes insipidus (%2,2), uygunsuz ADH (%1,6), tümör içi kanama (%1,4), kalıcı diyabetes insipidus (%1,1) ve epistaksis (%0,8) gelmektedir. Bu komplikasyon değerleri hastanın postoperatif dönemde yeni bir cerrahi tedavi veya medikal tedaviye ihtiyacın göstergesi olup yaşam kalitesini azaltan sonuçlardır.

Tartışma ve Sonuç: Endoskopik teknik mikroskobik tekniğe göre geniş bir görüş alanı ile adenomların eksizyonu için büyük katkı sağlar. Ayrıca hastanede kalış süresini kısalttığı gibi komplikasyon oranlarında da daha düşük oranlara sahip bir tekniktir.

Anahtar Sözcükler: Endoskopik, komplikasyon, BOS fistülü SS-004 [Cerrahi Nöroanatomi]

HİPOKAMPAL KOMİSSÜR’ÜN (PSALTERİUM) MİKROCERRAHİ ANATOMİSİ: İNTRAKRURAL BÖLGEDE AKSESUAR KALLOSAL LİF DEMETİ VE ALVEUS

Saime Ayça Kaldirimoğlu1, Fatih Yoldaş1, Adem Yılmaz1,

Ahmet Murat Müslüman1, Necmettin Tanrıöver2

1Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi

Kliniği, İstanbul

2İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi

Anabilim Dalı, İstanbul

Giriş ve Amaç: Çalışmada amacımız forniks’in her iki krura’sının gövde ile birleştiği noktaya kadar uzanan intrakrural üçgendeki hipokampal komissür’ün (HK) mikrocerrahi anatomisini incelemek ve HK’ün aksesuar kallosal lif (AKL) demeti ile ilişkisini araştırmaktır.

Yöntem: Fiksasyon ve dondurma işlemlerinden sonra, 4 hemisfere medial, inferior ve süperior lif mikrodiseksiyonu uygulandı. Forniks takip edilerek, hipokampus kılıfı alveus’un intrakrural bölgede HK’e kadar olan devamlılığı farklı açılardan diseke edildi. Splenium kaynaklı forceps majör ve AKL kalkarin fissür distaline doğru takip edilerek, her iki nöral yapının HK ile ilşkileri araştırıldı.

Bulgular: Hipokampus’u inferomedial kısmı hariç bütünüyle örten kılıf olan alveus’un superiorda forniks krura’sına yönelerek HK’e katıldığı gözlendi. Lateral ventrikül atrium kısmının lif diseksiyonunda; splenium kaynaklı forceps majör liflerinin kuneusa doğru, AKL’nin ise lingulaya doğru uzandığı gözlendi. AKL infrasplenial bölgeden posteriora doğru atrium’un ön kısmına ulaşmakta ve bu noktadan distale doğru daha baskın olarak kalkarin fissür seviyesinde ‘sledge runner’ fasikülünün altına, daha ince liflerle ise perihipokampal bölgeye doğru seyretmekteydi. AKL’nin infrasplenial bölgede posterior parahipokampal girus ile ilişkili singulum isthmus lifleri’nin altında alveus ile birleşip superomedialde forniks kruraları arasındaki HK’e katıldığı gözlendi. HK önde alveus, arkada AKL demeti tarafından oluşturulmakta idi. Buna karşın intrakrural üçgenin ön tarafında kallosal liflerde HK’e katılmaktaydı.

Tartışma ve Sonuç: Çalışmamız, perihipokampal ve oksipital bölgeden lifler alıp intrakrural bölgede alveus kompartmanı ile birleştikten sonra, HK’ün baskın komponentini oluşturan AKL demeti’ni ve forniks ile

(5)

germinom(%5), 2 hipofizit (5%), 2 malign (küçük mavi yuvarlak hücreli) tümör (5%), 1 hemanjioperisitom (2.5%), 1 kapiller hemangiom (2.5%), 1 nörositoma(Grade II) (2.5%), 1 dermoid kist (2.5%) and 1 fibröz displazi (2.5%) olarak bulunmuştur. 4 hasta travmatik rinore nedeniyle opere edilmiştir(%10). 1 hastaya baziller invajinasyon nedeniyle odontoid rezeksiyonu yapılmıştır(%5). 27 vakada gross total eksizyon yapılmıştır (%77). Tüm vakalarda operasyon öncesi ve sonrası dönemde hormonal analiz yapılmıştır. 8-18 yaş arası hastalara operasyon öncesi ve sonrası koku testi ve görme alanı değerlendirilmesi yapılmıştır. 13 vakada operasyona bağlı geçici diabetus insipidus ve hormonal bozukluklar gibi komplikasyonlar gelişmiştir (%32.5). 1 vaka operasyon sonrası ciddi elektrolit imbalansı ve diabetus insipidus nedeniyle kaybedilmiştir (%5). Tartışma ve Sonuç: Endoskopik transsfenoidal cerrahi pediatrik vakalarda güvenle uygulanabilecek bir yöntemdir. Endoskopik transsfenoidal cerrahi yüksek tümör çıkarma oranları, görme ve koku duyusunda operasyon sonrası düzelme sağlamıştır. Komplikasyon oranları kabul edilebilir oranlardadır. Mikroskopik yöntemle karşılaştırmalı araştırmalar gelecekte planlanabilir.

Anahtar Sözcükler: Cerrahi, endoskopik pediatrik serisi, transsfenoidal SS-008 [Nöroonkolojik Cerrahi]

SPİNAL İNTRADURAL TÜMÖR CERRAHİSİNDE NÖRO-MONİTÖRLEMENİN CERRAHİ REZEKSİYON VE NÖROLOJİK SONUÇ ÜZERİNE ETKİSİ; 38 OLGULUK SERİNİN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ

Erkin Özgiray1, Mustafa Serdar Bölük1, Fikret Bademkıran3,

Yeşim Ertan2, İzzet Övül1

1Ege Üniversitesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir 2Ege Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir

3Ege Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir

Giriş ve Amaç: Omurga çoğu primer malignitenin metastaz yaptığı, metastazların sık görüldüğü bir yapıdır. Ancak omurga içerisinde intra-dural yerleşimli tümörler daha az sıklıkla görülürler. Omurga cerrahisi sırasında nöro-monitörleme (NM) kullanımının yeri özellikle ülkemizde son yıllarda tartışma konusudur. Bu çalışmada, kliniğimizde 2011-2016 yılları arasında tek cerrah tarafından opere edilen spinal intra-dural yerleşimli tümör olgularının retrospektif olarak incelenmesiyle, intra-operatif nöro-monitörlemenin (İNM) sonuç üzerine etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Yöntem: Kliniğimizde Ekim 2011-Aralık 2016 tarihleri arasında aynı cerrah tarafından opere edilen pre-op spinal yerleşimli intradural tümör tanılı erişkin olgular derlenmiş ve dosyaları retrospektif olarak değerlendirilmiştir.

Bulgular: Çalışma aralığında toplam 38 erişkin olgu opere edilmiştir. Olguların 24’ü kadındı. Hastaların en genci 18 en yaşlısı 79 yaşındaydı. Ortalama yaş 46’ydı. Olgulardan 22 tanesinde İNM kullanıldığı saptandı. Bunlardan 11’i servikal, 15’i torakal, 12’si lomber yerleşimliydi. 20 olguda pre-op nörolojijk defisit yoktu. 11’i ependimom, 9’u menenjiom, 8’i schwannomdu. Diğer patolojiler daha azdı. 29 olguda total rezeksiyon sağlandı. Post-op en ağır ek nörolojik defisit gelişen olgu İNM kullanılan servikal intramedüller bir astrositom olgusuydu. Ancak pre-op dönemde de quadriparetikti ve İNM kullanılan ilk beş olgudan birisiydi.

özellikle yaşlı grupta komplikasyon oranı yüksektir. Bu yazıdaki amacımız lomber dejeneratif skolyozu ve dejeneratif listezisi olan ve dinamik stabilizasyon (peek rod) uygulanan hastalarda cerrahi öncesi ve sonrası klinik ve radyolojik sonuçları incelemektir.

Yöntem: 146 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 110 kadın, 36erkekti. Ortalama yaş 61.3 idi. (16-86) Hastaların tanısında lomber dejeneratif skolyoz ve dejeneratif listezis mevcuttu. Hastalarında hepsinde mutlaka koronal ve ya sagital dizilim mevcut idi. Hastaların klinik değerlendirilmesi (Visual analog skalası, Oswestry Disability Index) ile yapıldı. Hastaların radyolojik incelemeleri ise ayakta ön-arka, lateral skolyoz grafileri ile yapıldı.146 hastaların tamamında posterior transpediküler enstrümantasyonla beraber peek rod ile dinamik stabilizasyon yapıldı. Hastaların cerrahi sırasında kanama miktarı ve cerrahi süreleri belirlendi. Hastaların cerrahi öncesi ve sonrası ayakta skolyoz grafisinde ön-arka, lateral grafileri incelendi.

Bulgular: Hastalar ortalama 24 ay boyunca takip edildi. (14-39 ay) Hastaların klinik olarak sonuçları füzyon cerrahisi yapılan hastalarla aynı bulundu. Skolyoz açısının düzeltilmesi ve lomber lordozun sağlanmasında transpediküler stabilizasyonla beraber füzyon cerrahisi daha üstün olduğu bildirilirken, skolyoz açısının düzeltilmesi ve lordozun sağlanmasında dinamik enstrümantasyonun da etkin olduğu görüldü. Komplikasyon oranları ve revizyon cerrahisi oranları dinamik enstrümantasyonda literatür incelendiğinde daha düşük olduğu tespit edildi.

Tartışma ve Sonuç: Dinamik enstrümantasyon yapılan hastalarda daha kısa cerrahi süresi ve daha az kanama miktarı mevcuttu. Skolyoz eğriliğinin ve lomber lordozun sağlanmasında transpediküler enstrümantasyon ve füzyon daha etkili olarak bulundu. Ancak klinik olarak farklılığın olmadığı tespit edildi. Ayrıca dinamik enstrümantasyonun komplikasyon ve revizyon oranlarının çok daha düşük olduğu tespit edildi.

Anahtar Sözcükler: Dejeneratif skolyoz, dinamik enstrümantasyon, peek rod

SS-007 [Pediatrik Nöroşirürji]

PEDİATRİK ENDOSKOPİK TRANSSFENOİDAL CERRAHİ - ANKARA ÜNİVERSİTESİ VAKA SERİSİ

Gökmen Kahiloğulları1, Süha Beton2, Murat Zaimoğlu1,

Hazan Başak2, Cem Meço2, Ağahan Ünlü1

1Ankara Üniversitesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara 2Ankara Üniversitesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Ankara

Giriş ve Amaç: Endoskopik transsfenoidal cerrahi (ETSC) pediatrik vakalarda mikroskopik yönteme bir alternatif olarak güvenle uygulanabilecek bir yöntemdir. Çalışmanın amacı Ankara Üniversitesi Beyin Cerrahi kliniğinin pediatrik vakalardaki endoskopik transsfenoidal cerrahi serisinin tartışılmasıdır.

Yöntem: Ocak 2012 ile Kasım 2016 arasında Ankara Üniversitesi Beyin Cerrahisi Kliniğince 40 pediatrik vaka (ort. yaş 10.4) endoskopik transsfenoidal cerrahi ile opere edilmiştir. Operasyonlar pediatrik beyin cerrahi ve kulak burun boğaz ekibi tarafından 18 cm lik 0° pediatrik endoskop ile gerçekleştirilmiştir.

Bulgular: 40 adet vaka opere edilmiştir. Kraniofarengiom en sık görülen patoloji olmuştur (12vaka-%30). İkinci en sık patoloji hipofiz adenomudur (8vaka-%20). Diğer patolojiler 4 meningosel(%10), 2

(6)

SS-010 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

TEK SEVİYE LOMBER DEJENERATİF HASTALIKLARDA TRANSFORAMİNAL LOMBER İNTERBODY FÜZYON İÇİN UYGULANAN BİLATERAL VE UNİLATERAL PEDİKÜL VİDA FİKSASYONU KARŞILAŞTIRILMASI VE LİTERATÜRÜN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ

Hasan Serdar Işık1, Özerk Okutan2, Timur Yıldırım1, Elif Akpınar2,

Ali Yılmaz1

1Ordu Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Ordu 2KTO Karatay Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim

Dalı, Konya

Giriş ve Amaç: Lomber Dejeneratif Hastalıkların tedavisinde literatürde en çok kabul gören algoritma, medikal tedavi, fizyoterapi ve minimal invaziv ağrı giderici tedavinin ardından, eğer gerekli ise cerrahi girişimlerdir. En sık uygulanan prosedür, nöral yapı dekompresyonu sonrası, füzyon girişimleridir. Füzyon amacı ile pedikül vida fiksasyonu (PVF) ile stabilizasyon ise en sık kullanılan enstrüman sistemidir. TLIF ile birlikte unilateral versus bilateral pedikül vida fiksasyonu ile füzyon uyguladığımız hastalarımızın klinik ve radyografik takip ve sonuçlarını inceledik.

Yöntem: Çalışmamızda TLIF ve unilateral pedikül vida fiksasyonu veya bilateral pedikül vida fiksasyonu yapılan 54 hasta incelendi. Hastalardan 33’ü bilateral PVF ve TLIF, 21’i ise unilateral PVF ve TLIF uygulanan hastalardı. Fonksiyonel açıdan Vizüel Analog Score ve Oswestry Disability Index ile pre-operatif, post-operatif 15. gün, 6. ay, 12. ay ve hastaların son muayene edildikleri zaman itibari ile (tüm hastalar için ortalama 38 ay) kontrolleri yapılarak değerlendirildiler. Füzyon oranları için fleksiyon/ ekstansiyon lateral X-ray görüntüler ve 3 boyutlu BT görüntüleme yapıldı. Bulgular: Operasyon süreleri unilateral PVF uygulanan grupta, bilateral PVF uygulanan gruba göre daha kısadır ve kan kaybı daha azdır ve bu sonuçlar istatistiki olarak da anlamlıdır. Unilateral PVF grubunun hastane kalış süresi, bilateral PVF grubuna göre istatistiki olarak daha kısadır. Füzyon oranları her iki grup için benzerdir, aralarında istatistiki fark yoktur. Komşu segment hastalığı gelişme oranları her iki grup için benzer bulunmuştur. Fonksiyonel değerlendirme VAS ve ODİ (%) skorları ile yapılmış, her iki grup için de, pre-operatif dönem ile post-operatif dönemdeki skorlarda istatistiki olarak anlamlı, klinik iyileşme sonuçları tespit edilmiştir.

Tartışma ve Sonuç: Lomber Dejeneratif Hastalıkların cerrahisinde, nöral dekompresyon sonrası, füzyon amacıyla unilateral pedikül vida fiksasyonu ve TLIF uygulaması, uygun, güvenli ve efektif bir seçenektir. Daha güvenli sonuçlar için, daha çok hasta sayısı içeren, prospektif randomize çalışmalara ihtiyaç vardır.

Anahtar Sözcükler: Lomber dejeneratif hastalık, interbody füzyon, bilateral fiksasyon, unilateral fiksasyon

Tartışma ve Sonuç: Spinal yerleşimli intra-dural tümör cerrahisinde İNM kullanımı hala tartışmalıdır. İNM’nin arzu edildiği şekilde yol gösterici, koruyucu olabilmesi için cerrahi ekibin bilgi ve tecrübesi kadar nöro-mönitörlemeyi yapan hekim yada ekibinde bilgi ve tecrübesi önemlidir. Hastanın pre-op nörolojik durumu, mevcut defisitleri, tümörün yerleşim yeri-büyüklüğü, cinsi, sınırlı olup-olmaması post-operatif sonuç üzerinde etkili faktörlerdir. Cerrahi ekibin tecrübesi ve teknik donanımın optimal olduğu hallerde, tecrübeli bir ekibin değerlendirdiği nöro-monitörleme sonuç üzerine olumlu etkilerde bulunabilir. Daha somut değerlendirmeler için iyi planlanmış prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.

Anahtar Sözcükler: Spinal intra-dural tümör, intra-operatif mönitörleme, nörolojik defisit, sonuç

SS-009 [Stereotaktik, Fonksiyonel Ağrı ve Epilepsi Cerrahisi] SUBTALAMİK NUKLEUS DERİN BEYİN STİMÜLASYONU UYGULANAN PARKİNSON HASTALARINDA İNTRAOPERATİF MİKROELEKTROD KAYITLAMANIN MOTOR SEMPTOMLAR ÜZERİNE AKUT LEZYON ETKİSİ

Dursun Aygün1, Onur Yıldız1, Önder Taşkın2, Yasin Temel3,

Ersoy Kocabıçak2

1Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Samsun 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim

Dalı, Samsun

3Maastricht Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı,

Maastricht

Giriş ve Amaç: Subtalamik nukleus (STN) derin beyin stimülasyonu (DBS), doğru seçilmiş ve uygun Parkinson hastalarında iyi bir tedavi seçeneğidir. Mikroelektrod kayıt yöntemi (MER), DBS ameliyatlarında hedef çekirdeğin tespiti ve postoperatif iyi klinik sonuç için günümüzde halen çoğu merkez tarafından kullanılmaktadır. İntraoperatif MER’in Parkinson hastalarının motor semptomlarında akut lezyona bağlı iyileştirici etkisi bilinmekle birlikte günümüze kadar objektif kriterlerle ölçülmemiştir. Çalışmamızda MER eşliğinde STN DBS uygulanmış 30 Parkinson hastasında intraoperatif akut lezyon etkisini değerlendirdik.

Yöntem: Tüm hastalara lokal anestezi altında MER eşliğinde STN DBS uygulandı. Hastaların preoperatif med off dönem tremor, rijidite ve bradikinezi puanları intraoperatif MER sonrası - test stimülasyonu öncesi değerleriyle karşılaştırıldı.

Bulgular: İntraoperative MER sonrası-test stimülasyonu öncesi tremor, rijidite ve bradikinezi değerlerinde, preoperatif dönem değerleriyle karşılaştırıldığında akut lezyon açısından anlamlı düzelme vardı (p<0.05). Yaş ve hastalık süresi lezyon etkisi için anlamlı değildi. Kullanılan mikroelektrod sayısının da lezyon etkisi üzerine anlamlı etkisi yoktu. Tartışma ve Sonuç: Lokal anestezi altında STN DBS ameliyatlarında kullanılan MER’in, intraoperatif dönemde motor semptomlar üzerine iyileştirici etkisi vardır.

Anahtar Sözcükler: Derin beyin stimülasyonu, subtalamik nukleus, mikroelektrod kayıt, lezyon etkisi, parkinson hastalığı

(7)

Giriş ve Amaç: Anterior bant ile gerdirme (ABG) Adölesan İdiyopatik Skolyoz’lu(AIS) hastalara torakoskopik uygulanan yeni minimal invazif bir cerrahi tekniktir. AIS’li hastalarda var olan büyüme potansiyelini kullanarak, büyümeyi ve hareket kabiliyetini kısıtlamadan operasyon sırasında ve sonrası omurgayı düzeltmeyi hedefler. Bu çalışma ile hastanemizde ABG tekniği ile tedavi edilen hastaların erken dönem radyografik ve klinik bulgularını incelemeyi amaçladık.

Yöntem: ABG operasyonu geçiren ve en az 6 ay takibi olan 12 ardışık hastamızın operasyon öncesi, operasyon sonrası ilk ayakta, 6 hafta, 3, 6, 9, 12, 18, 24 ve 36ay takip radyograflarındaki düzelmeyi inceledik. Tamamı kız olan hastalarımızın yaş ortalaması 12.2 (11-13) idi. Hastalarımızın ortalama torasik ve lomber Cobb eğrilikleri sırası ile 46° (35°-59°) ve 27.6° (8°-35°), ortalama takip süresi 14.9 ay (7-36) idi.

Bulgular: Operasyon sonrası ortalama torasik Cobb eğriliği %52 azalarak 22° (12°-26°) ye geriledi. Takip süreleri boyunca torasik eğrilikler ortalama 3.9° (-6° – 14°) iyileşerek toplamda %61 düzelme sağlandı. Lomber eğrilikler de operasyon sonrası %43 ve takiplerde ilaveten %7 olmak üzere toplam %50 iyileşme gösterdi(ortalama Cobb 14°, (2°-27°). Hastalarımızın ameliyat sonrası hastanede kalma süreleri ortalama 3 gün (3-5) okula dönüş süreleri ise 11 gün (7-15) oldu. Operasyonlarda herhangi bir nörolojik, enfeksiyöz veya materyale bağlı sorun yaşanmadı. 2 hastada pulmoner atelektazi görüldü.

Tartışma ve Sonuç: ABG operasyonu ile erken tecrübelerimiz başarılı sonuçlar ortaya koymuştur. Operasyonun başlıca avantajları minimal invaziv yöntem olması, füzyonun önlenmesi ve büyüme ile hareketin korunması ve düşük komplikasyon riskidir.

Anahtar Sözcükler: Minimal invaziv, adölesan idiyopatik skolyoz, torakoskopik, füzyonsuz düzelme

SS-013 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

ANTERİOR LİMBUS VERTEBRALI KADINLARDA KEMİK MİNERAL YOĞUNLUĞU DURUMU

Mustafa Yavuz Samancı1, Mehmet Yaman1, Yalçın Hacıoğlu2,

Hikmet Demirkol3, Suat Erol Çelik4

1Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi,

Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, İstanbul

2Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi,

Aile Hekimliği Kliniği, İstanbul

3Karabük Üniversitesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Karabük 4Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,

Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, İstanbul

Giriş ve Amaç: Anterior limbus vertebra tipik olarak asemptomatik olsa da, bildirilen anterior limbus vertebra vakalarının büyük çoğunluğunun semptomatik hastalar olması klinik önemini arttırmaktadır. Bu çalışmanın amacı, anterior limbus vertebralı kadınlarda kemik mineral dansitesini değerlendirmek ve yaş ve vücut kitle indeksi açısından eşleştirilmiş sağlıklı Türk kadınları ile yaş açısından eşleştirilmiş sağlıklı Amerikalı kadınlarla karşılaştırmaktır.

Yöntem: Bu çalışma anterior limbus vertebrası olan 171 (40-69 yaş) kadında gerçekleştirildi. Demografik, klinik ve densitometri değişkenleri toplandı. Çalışma popülasyonu alt gruplara bölünmüş ve değerler referans çalışmaların popülasyonlarının değerleri ile karşılaştırılmıştır. SS-011 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

A NEW RADIOLOGICAL CLASSIFICATION SYSTEM OF SPINAL MENINGIOMAS APPLIED ON A COHORT OF 61 CASES

Ahmed B Bayoumi1, Zafer Orkun Toktas1, Burhan Yokus1,

Ibrahim E Efe2, Ceren Karaali1, Turker Kilic1, Deniz Konya1,

Ekkehard M Kasper3

1Department of Neurosurgery, Bahcesehir University, Istanbul, Turkey 2Department of Neurosurgery, Charite Universitatsmedizin, Berlin, Germany 3Department of Neurosurgery, Harvard Medical School, Boston,

Massachusetts, USA

Background and Aim: 1) To precisely describe spinal meningiomas radiologically in anatomical and quantitative method to generate a common language among the neurosurgeons. 2) To identify the clinicoradiographic predictors for early outcomes following surgery. Methods: We retrospectively reviewed the recordsof 61 surgical cases of spinal meningioma patients recruited from two different hospitals. (Staging and Typing) were created based on axial post-contrast MRI. The ratio between cross sectional area of the tumor to the spinal canal was used for Staging. Spinal canal was divided into nearly equal four quadrants to categorize the cases into Types and Subtypes. Multiple Regression Analysis Models involving the clinicoradiographic features were assessed to predict the early improved functional outcome 3 months postoperatively.

Results: Our suggested “staging” system showed 71% of tumors were either a stage 4 (>75% of spinal canal; n=27) or stage 3 (50% - 75% of spinal canal; n=16). Regarding the suggested “typing” system, 36% of the tumors were type IVa. The rest of the tumors were divided over the different subtypes with the following distribution: Ia (5%), Ib (8.5%), IIa (0%), IIb (5%), IIc (15.5%), IIIa (3.5%), IIIb (12%) and IVb (14%). Pre-surgical motor deficit (OR =5; p=0.005), pre – surgical sensory deficit (OR=3.5; p=0.026), and pre-surgical myelopathy (OR=3.5; P=0.026). A prognostic model was built with (ROC showing an AUC=0.74).

Conclusions: Spinal meningiomas can be radiologically described in a precise fashion based on post contrast axial MRI. The predictors of early improved functional outcomes were related to the severity of cord compression and the non-cervical location of the tumor.

Keywords: Spinal meningiomas, classification system, radiological classification, typing, staging

SS-012 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

ADÖLESAN İDİYOPATİK SKOLYOZ TEDAVİSİNDE MİNİMAL İNVAZİV FÜZYONSUZ UYGULAMA: ANTERİOR BANT İLE GERDİRME TEKNİĞİ

Barbaros Omer Cebeci1, Gokhan Ergene2, Nuray Sogunmez3,

Binnaz Ay1, Caglar Yilgor4, Ahmet Alanay4

1Acibadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul, Türkiye

2Acibadem Üniversitesi Göğüs Cerrahisi Bölümü, İstanbul, Türkiye 3Omurga Sağlığı Merkezi, Acıbadem Maslak Hastanesi, İstanbul, Türkiye 4Acıbadem Üniversitesi, Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü, İstanbul, Türkiye

(8)

SS-015 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

BOZYAKA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ’NDE OPERE EDİLEN ÜST SERVİKAL TRAVMALI HASTALARIN RETROSPEKTİF ANALİZİ Murat Aydın, Ozan Durmaz, Emrah Akçay, İsmail Akkol,

Alaattin Yurt

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahisi Kliniği, İzmir

Giriş ve Amaç: İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma hastanesi Beyin Cerrahisi Kliniğinde 2012- 2015 yılları arasında opere edilen üst servikal travmalı hastalarının retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Hastalar retrospektif olarak taranmıştır. Tüm hastalar preoperatif nörolojik olarak değerlendirilmiş, direkt grafi, BT ve MR görüntülemeleri yapılmıştır. Postoperatif erken dönem ve 12 ayda BT görüntüleme, 3 ve 6. aylarda direkt grafi ile kontrolleri yapılmıştır. Tüm hastalar 6-8 hafta Philadelphia boyunluk kullanmıştır.

Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 47 olup 10’u erkek ve 3’ü bayandı. Transvers ligaman rüptürü, odontoid tip 2 ve 3 kırığı, hangman kırırğı ve C 2-3 kompleks kırığı tespit edilen patolojilerdir. Anterior odontoid vida ile opere edilen dört adet tip 2 odontoid kırıkları hariç tüm vakalar posterior enstrumantasyon ile tedavi edilmişlerdir. Vertebral arter ve dura zedelenmesine rastlanmayıp iki vidada komplikasyona yol açmayan ve yer değiştirlmesi gerekmeyen vida malpozisyonu görülmüştür. Preoperatif onbir hasta ASIA E, iki hasta ASIA C skorundayken postoperatif olarak defisit olan iki hasta ASIA D skoruna yükselmiştir. Hiçbir hastada enstruman disfonksiyonu görülmezken tümünde solid füzyon saptanmıştır.

Tartışma ve Sonuç: Oransal olarak üst servikal travmalar alr servikal bölgeye göre daha az sıklıkla görülmektedir. Genellikle hastalarda nörolojik defisit görülmediğinden dolayı direkt grafi ile rahatlıkla atlanabilmekte olup özellikle şiddetli boyun ağrısı olan hastaların 3 eksenli BT ve MR görüntüleme ile taranması gerekliliğini vurgulamak istedik.

Anahtar Sözcükler: Üst servikal, travma, odontoid SS-016 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

BURST FRAKTÜRÜ OLAN HASTALARDA OKSİDATİF STRES DÜZEYİ VE BAZI ANTİOKSİDAN ENZİM AKTİVİTELERİNİN ARAŞTIRILMASI

Fetullah Kuyumcu1, Abdurrahman Aycan1, Mehmet Edip Akyol1,

Mehmet Arslan1, Halit Demir2

1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı, Van 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Van

Giriş ve Amaç: Spinal kolon ve spinal kord travmaları, belirgin nörolojik hasara yol açan oldukça kötü sonuçlarla ilişkili travmalardır. Modernizasyon sürecinde sıklığı giderek artış göstermektedir. Spinal travma hızlı ve belirgin bir oksidatif stres artışına yol açmaktadır. Burst kırıkları sıklıkla spinal kord yaralanmasıyla sonuçlanmaktadır. Ciddi spinal kord yaralanmalarında görülen sekonder lezyonların başlıca nedeni serbest radikallerin fazla üretimi ve inflamatuar kaskadın aktive olmasıdır. Bu çalışmada burst kırıklarında oksidatif stres ve bazı antioksidan enzim seviyelerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Bulgular: Çalışmamızda tüm yaş gruplarında ortalama kemik mineral yoğunluğu değerleri Türk kontrollerden anlamlı olarak düşüktü (p <0.0001). Ortalama T-skoru değerleri 50-59 yaş grubunda anlamlı olarak daha düşüktü (-1.51 ± 1.419 karşı -0.86 ± 1.2, p = 0.009). Ortalama tek ve toplam lomber kemik mineral dansite değerleri, tüm yaş gruplarında Amerikan kontrol değerlerine kıyasla belirgin olarak düşüktü; ancak, anterior limbus vertebranın bulunduğu lomber vertebra seviyesi kemik mineral yoğunluğu değerleri aynı seviye Amerikan lomber vertebra değerleri ile karşılaştırıldığında tüm yaş gruplarında L4 vertebralarda (p <0.0001) ve 60-69 yaş grubunda L3 vertebralarda (p = 0.011) anlamlı bir farklılık bulundu. Çalışmamızda osteoporoz sıklığı %30.4 idi.

Tartışma ve Sonuç: Anterior limbus vertebra kadınlar, kemik mineral dansite değerleri ve yaş ve beden kitle indeksi eşleştirilmiş kontrollere göre daha yüksek osteoporoz oranına sahiptir. Limbus vertebralı kadınlarda bozulmuş kemik oluşumu görülebilir ve osteoporoz özellikle genç hastalarda değerlendirilmelidir.

Anahtar Sözcükler: Anterior limbus vertebra, kemik mineral dansitesi, osteoporoz

SS-014 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi] ANTERİOR ODONTOİD VİDA İLE FİKSASYON

Hüseyin Bozkurt, Ünal Özüm, İsmail Kaya, Çağrı Canbolat, Ayşegül Irmak

Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Sivas

Giriş ve Amaç: Odontoid kırıklar sık görülse de tedavisi yönünde tartışmalar mevcuttur. Bazı yazarlar erken fiksasyon imkanı, boyun hareketlerinde rahatlık ve az psödoarteoz riski nedeni ile erken anterior fiksasyonu önermektedir. Diğerleri ise konservatif yöntemlerin güvenli olması ve cerrahinin tecrübe gerektirmesi nedeni ile beklemeyi, gerekirse posteriyor stabilizasyonu önermektedir. Çalışmamızda anterior odontoid fiksasyon yaptığımız 7 olgunun sonuçlarını sunduk.

Yöntem: Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniğinde 1 Ocak 2016 ile 1 Ocak 2017 tarihleri arasında ameliyat edilen 7 anterior odontoid fiksasyon olgusu hakkındaki deneyimizi retrospektif olarak analiz ettik. Hastaların demografik verilerini, kırık sebeplerini, nörolojik prezentasyonlarını, kırık özelliğini ve radyolojik sonuçlarını sunduk.

Bulgular: Yedi hastanın 4’ü hastahanemizin hizmet verdiği yörenin dışından kabul edildi. Beş tanesi Tip II odontoid kırık, 1 tanesi kompleks kırık, 1 tanesi Tip III odontoid kırık idi. Ameliyat edilen hastalarımızda istenen radyolojik sonuç sağlandı ve komplikasyon gelişmedi.

Tartışma ve Sonuç: Anterior odontoid fiksasyon etkili ve komplikasyonsuz olarak uygulanmıştır. Seçilmiş olgularda anterior odontoid fiksasyon güvenle uygulanabilir.

Anahtar Sözcükler: Odontoid kırık, anterior odontoid fiksasyon, servikal travma

(9)

and early and late postoperative SSEPs values. Tibial nerve latencies were prolonged in the early postoperative, but shortened in the late postoperative period. Contrary, median nerve latencies were shortened in the early postoperative, but prolonged in the late postoperative period. There was no significant difference between the TCS and SIT groups based on the surgical intervention.

Conclusions: Tibial nerve latency may be prolonged in early postoperative period of TCS and SIT patients. But electrophysiological changes were not predictive for these patients. Further studies with more patients are needed for other spinal lesions.

Keywords: SEP, tethered cord syndrome, spinal intradural tumors

SS-018 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

CORRELATION OF MATRIx METALLOPROTEINASE (MMP) 1, 2, 3, AND 9 ExPRESSIONS WITH DEMOGRAPHIC AND RADIOLOGICAL FEATURES IN PRIMARY LUMBAR INTERVERTEBRAL DISC DISEASE

Recep Başaran1, Mehmet Şenol2, Şeyma Özkanlı3,

Mustafa Efendioğlu1, Tuncay Kaner1

1Istanbul Medeniyet University Goztepe Education and Research Hospital 2Erzurum State Education and Research Hospital, Department of

Neurosurgery

3Istanbul Medeniyet University Goztepe Education and Research Hospital,

Department of Pathology

Background and Aim: Degeneration of IVD is a progressive and irreversible process and can be evaluated with immunohistochemical examination or radiological grading. MMPs are a family of proteolytic enzymes and involved in the degradation of the matrix components of the IVD. We aimed to compare MMP 1, 2, 3, and 9 expressions with demographic features, visual analogue scale (VAS), Oswestry Disability Index (ODI) and radiological (MRI) grades.

Methods: The study involved 60 participants. We recorded data about age, complaint, radiological imaging, expression levels of MMP 1, 2, 3, and 9, ODI and VAS for back pain retrospectively. Intervertebral disc degeneration was graded on a 0-5 scale according to the Pfirrmann classification.

Results: The median age was 52.09±12.74 years. There were statistical significances between age and MMP-1, and MMP-2. There was a close correlation between grade and MMP-9. We found correlation between the VAS and the MMP-9 expression. In addition, there were relation between expression of MMP-2 and MMP-1, MMP-3, MMP-9.

Conclusions: The expressions of MMP-1 and 2 are increased with aging. There was no relation between radiological evaluation of IVDD and aging. But increased expression of MMPs affected IVDD positively. The pain and disability of the patients have very close relationship. The relation with MMPs is not explained. We needed larger study about MMPs to understand the relation with each other and with symptoms and signs of the patients.

Keywords: Degeneration, grade, intervertebral disc, matrix metalloproteinase, oswestry

Yöntem: 20 burst kırıklı hastada ve cinsiyete göre eşleştirilmiş 20 sağlıklı kontrolde, lipit peroksit içeriğinin göstergesi olan serum malonaldehit (MDA), antioksidan savunma mekanizmasının göstergesi olan glutatyon peroksidaz (GPx), redükte glutatyon (GSH) ve süperoksit dismutaz (SOD) aktiviteleri spektrofotometrik yöntem ile ölçüldü. Değerlendirmeler hasta grubunda yaralanmadan sonra en geç 2 gün içinde yapılmıştır.

Bulgular: Burst kırığı olan hastalarda MDA(Malonaldehit) seviyeleri sağlıklı kontrollerden yüksek bulunurken (p<0.001), GSH (Redükte glutatyon) ve SOD (Süperoksit dismutaz) aktiviteleri daha düşük (sırasıyla p<0.001, p<0.001) bulundu. Gruplar arasında GPx (Glutatyon peroksidaz) aktiviteleri açısından anlamlı farklılık görülmedi (p=0.482).

Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda ilk defa yüksek enerjili travmalarla ortaya çıkan burst tipi spinal kırıklarda oksidatif stres düzeyinin arttığı gösterilmiştir. Bulgularımız major travmalarda özellikle de geç dönemde MDA’nın artışı, SOD ve GSH’ın azalması gibi antioksidant etkisinin yavaşladığını göstermekteydi. Spinal kord yaralanmasının sıklıkla eşlik ettiği burst kırıklarında özellikle de erken dönemlerden itibaren uygulanan antioksidan tedaviyle birlikte serbest radikallerin oluşumu önlenerek veya seviyelerinde azalma sağlanarak hastaların fonksiyonel durumunda iyileşme sağlanabilir. Yapılacak olan prospektif, randomize kontrollü çalışmalarla burst kırıklarında elde ettiğimiz bulgularımız doğrulanabilir, oksidatif strese odaklanan yeni terapotik yaklaşımlar ortaya çıkarılabilir.

Anahtar Sözcükler: Burst fraktürleri, antioksidan enzimleri, oksidatif stres düzeyi, prospektif çalışma

SS-017 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

COMPARISON OF ELECTROPHYSIOLOGICAL OUTCOMES OF TETHERED CORD SYNDROME AND SPINAL INTRADURAL TUMORS

Serhat Pusat1, Cahit Kural2, Mehmet İlker Özer2,

Mehmet Can Ezgü2, İlker Solmaz2, Özkan Tehli2, Nail Çağlar Temiz2,

Ahmet Murat Kutlay2, Mehmet Kadri Daneyemez2, Yusuf İzci2

1Department of Neurosurgery, Haydarpasa Sultan Abdulhamid Training

and Research Hospital, Istanbul, Turkey

2Department of Neurosurgery, Gulhane Training and Research Hospital,

Ankara, Turkey

Background and Aim: Electrophysiological evaluation of the outcomes of spinal procedures is important for neurosurgeons. Somotosensorial evoqued potentials (SSEPs) are used for electrophysiological evaluation of tethered cord syndrome (TCS) and spinal intradural tumors (SIT). The aim of this study is to document the electrophysiological outcomes of surgery for TCS and SIT and to compare the results based on the preoperative diagnosis.

Methods: The data of 30 patients, who were operated for TCS and SIT between 2011 and 2013, were reviewed retrospectively. Surgical release of the spinal cord was performed for TCS and tumor removal was performed for SIT. Median and tibial nerve SSEPs at the left and right sides were measured at preoperative, early and late postoperative periods and compared statistically based on the diagnosis and the time of electrophysiological assessment.

Results: The diagnosis was TCS in 12 (40%) patients and SIT in 18 (60%) patients. There was a significant difference between preoperative,

(10)

Tartışma ve Sonuç: Spinal stenoz tedavisinde uzun yıllar dekompresyon tek başına kullanılmıştır. Dekompresyonla birlikte enstüman kullanılıp kullanılmaması her zaman tartışma konusu olmuştur. Çok seviyeli enstrümantasyon özellikle osteoporotik bu yaş gurubunda belirgin majör ve minör morbiditelere yol açmaktadır. Uygun hastalarda tek taraftan bilateral çok seviyeli dekompresyonun morbiditesi düşüktür, sonuçları anlamlı olarak iyidir, hasta memnuniyeti yüksektir.

Anahtar Sözcükler: Dekompresyon, lomber spinal stenoz, unilateral girişim SS-021 [Nörovasküler Cerrahi]

ADENOSINE TO FACILITATE CLIPPING OF INTRACRANIAL ANEURYSMS AND AVM RESECTION: INITIAL CASE SERIES AND REVIEW OF LITERATURE

Alaa Almousa, Gehan Bose, Kathrine Hunt, Ahmed Toma

University College of London Hospitals, UK

Background and Aim: Large cerebral aneurysms in complex anatomical locations and intraoperative rupture of aneurysms continue to be challenging for neurosurgeons and anaesthetists alike. Non-mechanical techniques like rapid ventricular pacing, hypotension and/ or adenosine-induced cardiac standstill are emerging strategies to tackle such challenging situations. The aim of this study is to report the initial experience of a tertiary referral centre in the use of adenosine in aneurysm clipping and AVM resection.

Methods: The authors retrospectively reviewed the records of patients who had intracranial surgery since its first use in November 2015; the records were scrutinised for patients’ all relevant data. A literature search on Embase and PubMed was conducted for the terms “adenosine and clipping”, “adenosine and aneurysm” and “adenosine and AVM” The abstracts were reviewed and relevant papers were collected.

Results: 10 patients were identified,6 males and 4 females. 8 had anterior circulation aneurysms and 2 AVMs.50% of the aneurysms were emergency clipping for rupture aneurysm while the rest were elective. The 2 AVM ruptured intraoperatively. There were no reported complications related to adenosine at one month. The literature search found 17 case series were found all were analysed for the relevant data.

Conclusions: The use of adenosine is helpful and safe adjuvant to other techniques to facilitate aneurysm clipping and AVM resection especially in case of rupture or complex aneurysms. We do acknowledge the shortcomings of case series and retrospective nature of our report. However, there is a paucity of data in literature to help in populating a high level evidence based conclusion

Keywords: Adenosine, subarachinoid hemorrhage, aneurysm, clipping SS-022 [Nörovasküler Cerrahi]

ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROŞİRÜRJİ ANABİLİM DALI SUBARAKNOİD KANAMA YILLIK VERİ ANALİZİ

Ali Yılmaz1, Abdullah Topcu1, Ayça Özkul2

1Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı, Aydın 2Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Aydın

SS-019 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

ÇİFT LEADLİ DORSAL KORD STİLÜMASYONU YAPILAN 15 OLGUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ

Sida Doğan, Hasan İdiz, Zafer Erdoğan, İbrahim Orhan Bilek, Murat Altaş

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi, Antalya

Giriş ve Amaç: Yetersiz spinal cerrahi operasyonu geçirmiş hastalardaki bel ve bacak ağrıları hastaların sosyal aktivitierini kıstlayan durumlardır. Bu soruna çözüm için fizik tedavi yöntemleri medikal yöntemler revizyon cerrahilerine rağmen hastalarda halen kronik ağrılar devam etmektedir. Bu tür hastalarda dorsal kord stilümasyonu iyi bir seçenektir. Bu nedenle kliniğimizde 15 hastaya uygulanan dorsal kord stilümasyonu literatür eşliğinde tartıştık.

Yöntem: Hastalara T12-L1 arası yapılan hemilaminektomi ile Torakal 8 korpus düzeyi hedeflenerek skopi kontrolünde çift leadli elektrotlar gönderilmiştir..

Bulgular: Bu hastaların 12 tanesi lomber cerrahi geçirmiş, 3 tanesi 3 servikal cerrahi operasyonu geçirmiş. Hastaların 2sinde revizyona gidildi. Bu hastaların bir tanesi servikal ve bir tanesi lomber bölgedeydi. Tartışma ve Sonuç: Bu hastaların geliş VAS skoru ortalama 4 iken post op VAS skoru 8 olarak görüldü. Bu bulgular eşliğinde spinal kord stilümatörü başarısız bel cerrahisinde ve servikal cerrahide ağrı üzerinde etkili opsiyonel bir metottur.

Anahtar Sözcükler: Spinal kord stilümatörü, başarısız bel cerrahisi, spinal

SS-020 [Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi]

ÇOK SEVİYELİ LOMBER SPİNAL STENOZDA UNİLATERAL GİRİŞİMLE BİLATERAL DEKOMPRESYON SONUÇLARIMIZ

Kudret Türeyen1, Mehmet Seçer2

1Serbest Hekim, Bursa

2Medicabil Hastanesi, Nöroşirürji Kliniği, Bursa

Giriş ve Amaç: Spinal stenoz tedavisinde dekompresyonun enstrümanlı veya enstürmansız olması hep tartışmalıdır. Çok seviyeli spinal stenoz tedavisinde ise enstrüman kullanımı çok yaygındır. Bu çalışmamızda 4 ve 5 seviye lomber spinal stenoz nedeni ile opere edilen ve sadece unilateral girişimle bilateral dekomresyon yapılan hastalarımızın retrospektif sonuçlarını değerlendirdik.

Yöntem: Üç seviyeden daha fazla spinal stenoz nedeniyle kriterlere uygun seçilerek unilateral girişimle bilateral dekompresyon uygulanan 21 olgu değerlendirilmiştir.

Bulgular: 15’i kadın, 6’sı erkek, yaş ortalaması 71,75 idi. 5 olguda 5 seviye, 16 olguda 4 seviye olmak üzere toplam 89 seviyeye unilateral girişimle bilateral dekompresyon uygulanmıştır. Ortalama takip süresi 33 aydır (5-49 ay). Hastalar her yıl MR ve ayakta hareketli lomber grafiler ile takip edildi. Bel ve bacak ağrıları için VAS skorları değerlendirildi (anlamlı iyilik görüldü). Yürüme mesafelerinde anlamlı artış saptandı. Erken ve geç dönem kontrollerinde ek cerrahi gerektirecek instabilite, komşu segment sorunu, tekrar daralma gözlenmedi.

(11)

SS-024 [Nörovasküler Cerrahi]

ANEVRİZMA CERRAHİSİNDE PREOP BT ANJİYOGRAFİ

GÖRÜNTÜLERİNİN, KİŞİSEL BİLGİSAYARLARA İNDİRİLEBİLİNEN BİR RADYOLOJİK YAZILIM PROGRAMI KULLANILARAK ÜÇ BOYUTLU DEĞERLENDİRİLMESİ

Rifat Akdağ, Ali Kırdök, Uğur Soylu, Ahmet Karaoğlu, Selehattin Biçer, Yusuf Tüzün

Yüksek İhtisas Eğitim Araştırma Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, Bursa

Giriş ve Amaç: Anevrizma cerrahisinde preop vasküler yapıları ve etrafındaki dokuları uzaysal olarak tam anlayabilmek önemlidir. Klipleme esnasında anevrizmanın üç boyutlu kompleks yapısı hassas manevralar gerektirir. Anevrizmanın şekli, yönelimi, boyun ve domun boyutunun yanısıra komşu vasküler yapıların uzaysal konumlarına da hakim olunmalıdır. DSA tüm bunlar için halen altın standart olmasının yanında, invaziv bir girişim olması ve ulaşılabilirliğinin kısmen zor olması son yıllarda üç boyutlu Bilgisayarlı Tomografi(BT) Anjiografinin önemini artırmıştır.

Yöntem: Kliniğimizde aksiyal kesit BT anjiografi görüntüleri kullanılarak yapılan 25 anevrizma vakasını sunmaya çalıştık

Bulgular: Ortalama yaşları 50,9(26-75) olan,13erkek(%52), 12(%48) kadın 25 hastanın 17(%60,7) kanamış, 11(%39,3) kanamamış toplam 28 anevrizması kliplendi. Lokalizasyonları başlıca; 10(%35,7) AComA, 9(%32,1) MCA Bifurkasyon, 6(%21,4) İCA idi ve en sık kanama 9 (%52,9) ile AComA anevrizmalarında görüldü. Postop kanamamış anevrizma hastalarında mortalite gözlenmez iken, kanamış anevrizmalarda 2(%11,7) hasta mortal seyretti. Taburcu olan hastaların 21’inde (%87,2) mRS 1-2 olarak tespit edildi. Tüm hastalara 128 kesit BT Anjiografi ile alınan aksiyal kesitler kisişel bilgisayara indirilen RadiAnt DICOM Viewer software (Medixant Company, Poland) ile 3D rekonstrüksiyonlu hale getirildi. Yine kişisel bilgisayar üzerinde cerrahi posizyon verilerek anevrizmanın morfolojik özellikleri ve komşu yapılar incelenerek sanal ortamda planlamalar yapıldı. Postop operasyon görüntüsü ve BT anjiyo görüntüleri karşılaştırıldı. Postop kontrollerinde klips artefaktı olan hastalara DSA uygulandı.

Tartışma ve Sonuç: Hızlı ve noninvaziv bir tetkik olarak BT anjiyografi özelikle ilk tetkik olarak subaraknoid kanamada kullanılabilir. Kişisel bilgisayarlara indirilen radyolojik yazılım programları ile nörocerrahlar ameliyat öncesi değerlendirmelerini kendileri yapabilir. 3mm altındaki küçük damarları ve kemik komşuluğundaki yapıları göstermedeki yetersizliği akılda tutularak BT anjiyografi negatif olgularda ve gerekli olgularda dijital anjiyografi yapılmalıdır.

Anahtar Sözcükler: 3 Boyut görüntüleme, anevrizma, BT anjiografi, klips SS-025 [Nörovasküler Cerrahi]

ANEVRİZMA CERRAHİSİNDE SODYUM FLOROCEİN’İN KULLANIMI

Özhan Merzuk Uçkun1, Rifat Akdağ2, Denizhan Divanlıoğlu1,

Ahmet Deniz Belen1

1Ankara Numune E.A.H., Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, Ankara 2Yüksek İhtisas E.A.H., Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, Bursa

Giriş ve Amaç: Subaraknoid kanamalar (SAK), anevrizma nedenli olsun veya olmasın yüksek mortalite ve morbiditeye sahiptir. Hastaların klinik özelliklerinin iyi değerlendirilmesi prognozu da etkiler. Biz de bir sene boyunca hastanemize SAK tanısıyla izlenmiş hastalarımızın demografik, klinik özelliklerinin analizini yaptık.

Yöntem: Bu çalışmada 2016 yılında üniversitemiz nöroşirürji servisinde izlenen SAK tanılı hastalar ele alındı. Hastaların demografik ve klinik özelliklerinin yanısıra anevrizmatik SAK hastalarında anevrizma yerleşimi, boyut ve özelliklerinin kanama şiddeti ile ilişkisi değerlendirildi.

Bulgular: 152 SAK hastası (99 kadın, 53 erkek) anevrizmal (n: 99) ve nonanevrizmal (n: 53) olarak iki grupta ele alındı. Hastaların yaşları 15-91 (54.8±12.7) arasında değişmekteydi. Hastaların demografik özellikleri, komorbiditeleri, ilaç kullanımı, ve klinik profilleri açısından fark izlenmedi. Fisher skorları (3.28±0.97 vs. 2.6±1.3, p=0.00) anevrizmal SAK grubunda daha yüksek saptandı. Anevrizma yerleşimi açısından değerlendirildiğinde en sık lokalizasyon anterior kommunikan arterde izlendi (n: 31, %20.39). Anevrizma boyutunun kanama şiddeti üzerine bir etkisi izlenmedi. Bununla birilkte erken dönem exitus olan hastalarda (n: 33) anevrizma varlığı daha sık izlendi (n: 27, %81.8 vs n: 72, %60.5, p: 0.02) Tartışma ve Sonuç: Hastalarımızın Fisher skorları anevrizmal SAK hastalarında daha yüksek saptandı. Mortalite izlenen hastalarımızda da anevrizma daha sık izlendi. Rüptüre anevrizmalar en sık Anterior kommunikan arterde izlendi. Rüptüre anevrizmaların yerleşim ve boyutlarının kanama şiddeti üzerine etkisi saptanmadı.

Anahtar Sözcükler: Anevrizma, subaraknoid kanama, mortalite SS-023 [Nörovasküler Cerrahi]

ANEVRİZMA CERRAHİSİ EĞİTİMİNDE YENİ BİR BOYUT: SANAL GERÇEKLİK

Kaya Kılıç, Emre Ünal

Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul

Giriş ve Amaç: Serebral anevrizma cerrahisi, beyin ve sinir cerrahisinde bilinmesi gereken temel bir girişimdir, ancak öğrenme eğrisi çok yavaştır. Sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik teknolojileri ile öğrenme eğrisini düşürmek amaçlanmıştır.

Yöntem: Bu bildiride anevrizma cerrahisi eğitiminde kullanılacak sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik teknolojilerinin yer aldığı ve üniversitemizde çalışmaları devam eden proje sunulmaktadır.

Bulgular: Özel gözlük ve basınca duyarlı eldiven takmış cerrahın, tüm el ve baş hareketlerini algılayacak bir cihaza bağlanarak, önceden yüklenmiş, gerçeği ile birebir aynı beyin ve ameliyathane ortamında ameliyatı yaparak tecrübe kazanması planlanmaktadır. Günlük hayatımıza oyun olarak giren bu teknolojinin eğitime uyarlanması üniversitemizde çalışma aşamasındadır.

Tartışma ve Sonuç: Bu teknolojinin önce anevrizma cerrahisi eğitimine, daha sonra da tüm cerrahi branşlarda uzman eğitimine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

(12)

sahip intrakranial vasküler yapılarda 10’luk mikrokateterlerden kullanım amaçlanmıştır.

Yöntem: Ağustos 2015 ile Kasım 2016 arasında tedavi edilen 101 anevrizma çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmaya dahil edilen anevrizmaların 36’sı MCA ve 32’si ACoM da lokalizedir. 20 olgu akut SAK döneminde tedavi edilmiştir. Diğer lokalizasyonlar ICA, PCoM, Baziler tepe, SCA, PCA, ACA, PICA, servikal ICA ve baziler gövdedir.

Bulgular: Tedavi edilen olgularda 5 olguda inme ve 3 olguda işlem sırasında ruptür görülmüştür. Toplam 2 mortalite ve 1 olguda ağır morbidite izlenmiştir.

Tartışma ve Sonuç: Atlas intrakranial stent sonuçları literatür ile uyumlu olmakla birlikte komplikasyonların önemli bir kısmı akut SAK ile başvuran olgularda görülmüştür.

Anahtar Sözcükler: Neuroform atlas intrakranial stent, serebral anevrizma, endovasküler tedavi

SS-027 [Nörovasküler Cerrahi]

ANTERİOR SEREBRAL ARTER HİPOPLAZİSİ/AGENEZİSİ VE ANTERİOR KOMÜNİKAN ARTER ANEVRİZMA KANAMALARI İhsan Doğan, Serdar Solmaz, Fatih Yakar, Ümit Eroğlu, Onur Özgüral, Melih Bozkurt

Ankara Üniversitesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara

Giriş ve Amaç: Anterior serebral arter(ASA)’deki doğumsal aplazi/ hipoplazi varlığında anterior komünikan arter(Akom) kompleksinde anevrizma sıklığı ve subraknoid kanama(SAK) sonrası komplikasyon sıklığının arttığı bildirilmesi üzerine kliniğimizde opere edilen 42 Akom anevrizması değerlendirilmiştir.

Yöntem: Kliniğimizde Akom anevrizması nedeniyle opere edilen 42 hastanın preoperatif bilgisayarlı tomografi anjiyografileri(BTA) ve klasik anjiyografilerinde(DSA) A1 segmentleri ve perioperatif bulguları değerlendirilmiştir.

Bulgular: 42 hastanın 20(%47.6)’si erkek, 22(%52.4)’si kadındı. Hastaların yaş aralığı 45-68 yaş arasındaydı. Hastaların 15’inde A1 segment kraniyal BTA’larda hipoplazik, 2’i ise aplazik olarak saptandı. A1 hipoplazisi olan hastaların 10/15’sı(%66) kadın, 5/15’sı(%34) erkek ve aplazisi olan hastaların kadın/erkek oranı 1 idi. Hipoplazisi olan 15 hastanın 6’sında sağ A1, 9’unda sol A1 hipoplazikti ve 2 hastada sağ A1 aplazikti. Hastaların 30’unda(%72) SAK mevcuttu ve 12 hasta(%28) kanamamıştı. SAK, hipoplazisi olan hastaların 13’ünde(%94) ve aplazik olan hastaların her ikisinde(%100) mevcuttu. Kanamış hastaların ortalama anevrizma çapı 8,2 mm(aralık 3,5-16 mm) olarak hesaplandı. Tüm hastalarda intraoperatif nörofizyolojik monitörizasyon yapıldı. Postoperatif dönemde 8 hastada vazospazm izlendi; vazospazm izlenen hastaların 7 kanamış, 1’i kanamamış Akom arter anevrizmasıydı. Kanamamış ve vazospazm gelişen tek hasta sağ a1 hipoplazik olup sağ serebral hemisferde iskemi bulguları saptandı. Vazospazm gelişen 7 kanamış hastada yaygın bilateral iskemi saptandı. Vazospazm gelişen 5 hasta A1 hipoplazisi olan hastalar olup 3 hastada A1 hipoplazi/aplazi yoktu. Vazospazm gelişen hastaların 4’ünde sağ, 1’inde sol A1 hipoplazisi mevcuttu. 3 hastada postoperatif geçici olarak hemiparezi izlendi.

Tartışma ve Sonuç: A1 segment hipoplazisi veya doğumsal agenezileri Akom kompleksinde berry anevrizma sıklığını arttırmaktadır ve bu Giriş ve Amaç: Sodyum-Flourescein(SF), oftalmolotojide retina

angiografisi amaçlı geniş bir kullanım alanına sahiptir. Nöroşirürji pratiğinde de intratekal uygulanarak BOS kaçağı tespitinde, intrakranyal arteriovenöz malformasyon, anevrizma, by pass ve tümör cerrahisi esnasında kullanım alanlarına sahiptir. Anevrizma cerrrahisinde, perop parent arterler, perforanlar ve anevrizma domunun anjiografik kontrolü oldukça önemlidir. Sodyum-flourosceinin bu alanda kullanımı son yıllarda yaygınlaşmıştır. Bu bildiride Yellow 560 entegre florsans modülü ile donatılmış OPMI PENTERO 900 operasyon mikroskobu (Zeiss Meditec) kullanılarak intraoperatif videoanjiografi kılavuzluğunda ameliyat edilen hastalarla ilgili deneyimlerimiz sunulmaktadır.

Yöntem: Toplam 5 hastada mikroskoba entegre modül(Yellow 560) kullanıldı. Hastaların karekteristik özellikleri tablo 1’de özetlendi. Ortalama yaşı 56 olan 3 kadın, 2 erkek hastada, 2 kanamış AComA, 1 kanamamış A1, 1 kanamış MCA ve 1 kanamamış MCA anevrizması opere edildi. 75 mg intravenöz Na-Flourescein İV bolus olarak uygulandı. gereğinde doz tekrarlandı.

Bulgular: Tüm vakalarımızda SF etkin bir şekilde kullanıldı. SF uzun etkili bir floresan madde olduğu için parent arteri, dallarını ve perforanlarını klipaj öncesi ve sonrası göstermede oldukça faydalı idi. Floresan mod altında mikroskop okülerleri boyunca intraoperatif vasküler yapılar ve anevrizma domu beyaz mikroskop ışığına geçme ihtiyacı olmadan manüple edilebildi. Bu manüplasyon sayeside sarı ışık altında iken diğer nörovasküler dokular altında kalan perforan damarların akım paternleri kontrol edilebildi. Özellikle AComA anevrizmaları gibi domun sakladığı karşı A1, A2 ve Heubner Arterini klipaj sonrası değerlendirilmesinde oldukça etkindi. Tartışma ve Sonuç: SF, kolay bulunabilinen, ucuz, konvansiyonel dozlarda etkin ve güvenlik marjı yüksek, uzun etkili ve perop manuplasyona izin veren bir floresan ajandır. Sarı ışık altında manüplasyona izin vermesi sayesinde diğer dokular altında kalan vasküler yapıların akım paternleri kontrol etmede oldukça etkili bulunmuştur.

Anahtar Sözcükler: İntrakranyal anevrizma, sodyum fluorescein, yellow 560

SS-026 [Nörovasküler Cerrahi]

ANEVRİZMA TEDAVİSİNDE NEUROFORM ATLAS İNTRAKRANİAL STENT İLE İLGİLİ KLİNİK SONUÇLARIMIZ

Ergün Dağlioğlu1, İlkay Akmangit2, Özhan Merzuk Uçkun1,

Vedat Açık4, Tanin Oğur1, Oğuz Karakoyun5, Bekir Tunç1,

Egemen Işıtan1, Denizhan Divanlıoğlu1, Ali Dalgıç1, Anıl Arat3,

Ahmet Deniz Belen1

1Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara

2Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Girişimsel Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara

3Hacettepe Üniversitesi Girişimsel Nöroradyoloji Anabilim Dalı, Ankara 4Sağlık Bilimleri Üniversitesi Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Adana

5Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gaziantep Ersin Aslan Devlet Hastanesi Beyin ve

Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Gaziantep

Giriş ve Amaç: Anevrizma tedavisinde Neuroform Atlas intrakranial stent 2015 yılında kullanıma sunulmuştur. Özellikle 2-4 mm arasında çapa

(13)

Giriş ve Amaç: Ekstrakranial karotid arter aterosklerozu ileri yaş grubunda önemli bir morbidite ve mortalite sebebidir. Doğru tanı sonrası uygulanacak tedavi ile morbidite ve mortalite oranları düşürülebilir. Yöntem: Bölümümüzde karotid arter stenozu ön tanısıyla angiografi yapılan 76 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.

Bulgular: Hastalardan 51’i erkek, 25’i kadın olarak tespit edildi. Hastaların yaş ortalaması 69.04 olarak bulundu. 76 hastanın 38 tanesinin daha önce serebrovasküler olay geçirmiş olduğu tespit edildi. Hastaların 43 tanesinde ek dahili hastalıkl olduğu tespit edildi. 34 stent hastasından bir tanesinde postoperatif geçici iskemik atak görüldü. Bir hasta ise taburculuk sonrası postoperatif 9. günde intrakranial kanama nedeniyle kaybedildi. Sağ karotidi tam tıkalı 10 hastanın 4 tanesinde sol taraf stenozu > % 50 olarak tespit edildi. Sol karotidi tam tıkalı 5 hastanın 3 tanesinde sağ taraf stenozu > % 50 olarak tespit edildi. Cerrahi işlem hastalardan 18 taneside sağ karotid artere, 21 tanesinde ise sol karotid artere yapıldı. Bu hastaların stenoz oranları sağ taraf için % 83.1 (70-98), sol taraf için ise % 80.6 (50-99) olarak tespit edildi. Karotid endarterektomi yapılan 5 hastanın stenoz oranı % 96.2 olarak tespit edildi. Karotid arter stentleme işlemi yapılan hastalar incelendiğinde 16 hastanın sağ taraf ve stenoz oranı ortalamasının % 81.5, 18 tanesinin ise sol taraf ve stenoz oranının % 78 olduğu tespit edildi.

Tartışma ve Sonuç: Karotid arter stenozu hastaları çoğunlukla 60 yaş üstü ve beraberinde ek dahili hastalığı olan kişilerdir. Çoğu hastanın tedavisinde karotid arter stentleme tatbik edilebilir. Stentlemenin uygun olmadığı hastalara karotid endarterektomi yapılmalıdır.

Anahtar Sözcükler: Karotid arter stenozu, karotid endarterektomi, karotid arter stentleme

SS-030 [Nörovasküler Cerrahi] DACA ANEVRİZMALARI; 12 OLGU

Gökhan Çavuş, Okan Arslan, Yurdal Gezercan, Celil Yalman, Emre Bilgin, Ali Arslan, Zeki Boğa, Vedat Açık, Ali İhsan Ökten

Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroşirürji Kliniği, Adana

Giriş ve Amaç: Biz bu yazıda kliniğimizde 2012-2017 yılları arasında opere edilen 286 anevrizma hastası arasında saptadığımız 12 Distal Anterior Serebral arter (DACA) anevrizmasını sunduk.

Yöntem: Kliniğimizde 2012-2017 tarihleri arasında 12 DACA anevrizması opere edildi. Hastaların 2 tanesi insidental olarak saptandı. Kalan 10 tanesi subaraknoid kanama (SAK) nedeni ile acile başvurmuştu.

Bulgular: Hastaların 5’i erkek 7’si kadındı. Yaş aralığı 30-72 arasında idi. Hastaların 4’ü Fischer Grade 3, 2’si Fischer Grade 4, 6’sı Fischer Grade 2, 3 hastanın Glaskow koma skalası (GKS) 10-12, 5 hastanın GKS 12-13, 4 hastanın ise GKS 14-15’di. Hastaların yapılan anjiografilerinde anevrizma boyutları oratalama 4-7 mm olarak saptandı. Bir hastada DACA anevrizmasına diğer anevrizmaların eşlik ettiği görüldü. Multipl anevrizması olan hastaya pterional, diğer hastalara interhemisferik yaklaşım uygulandı. Hastaların hepsinin anevrizması klipe edildi. Erken post operatif dönemde hastalarda ek nörolojik defisit saptanmadı. Hastalardan multipl anevrizması olan hasta eksitus olurken diğer 11 hasta defisitsiz olarak taburcu edildi.

Tartışma ve Sonuç: DACA anevrizmaları anevrizmalar içinde nadir görülen bir gruptur. Tek başlarına olabilecekleri gibi diğer anevrizmalarla hastalarda SAK sonrası komplikasyonları arttırmaktadır. A1 segment

anomalisi ve Akom anevrizması bulunan hastalarda daha dikkatli olunmalı ve tedavide daha agresif davranılmalıdır.

Anahtar Sözcükler: A1 hipoplazisi, anevrizma, SAK, vazospazm SS-028 [Nörovasküler Cerrahi]

ARCUS AORTA DALLANMA PATERNİNDEKİ VARYASYONLARIN ANJİYOGRAFİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ

Ümit Kahraman, Önder Okay, Nurettin Batıhan Üye, Gürkan Uzun

Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Erzurum

Giriş ve Amaç: Arcus aorta ve dallarında embriyolojik gelişimi dönemindeki farklılıklar arcus aorta ve dalları ile ilgili varyasyonların oluşmasına yol açar. Bu çalışmamızda arcus aorta dallanma tiplerinin görülme oranı araştırıldı.

Yöntem: Mart 2016 - Aralık 2016 tarihleri arasında ana femoral arterden Seldinger yöntemi ile girilerek arcus aorta ve supraaortik damarlara yönelik dijital subtraksiyon anjiyografi (DSA) yapılan SAK ön tanısı ile kliniğimize yatırılan 90 hasta (33 erkek,57 kadın) arcus aorta varyasyonları açısından değerlendirildi.

Bulgular: Tip 1 Klasik veya normal olarak adlandırılır. Arcus aortadan sağdan sola sırasıyla trunkus brakiyosefalikus (TB), sol ana karotis arter (LCC) ve sol subklavyan (LS) köken almaktadır. TB daha sonra sağ subklavyan (RS) arteri ve sağ ana karotis arteri (RCC) olmak üzere iki dal vermektedir. Çalışmamızda 74 hastada (% 82,22) Tip 1 Arcus aorta saptandı.45 ‘i kadın (% 60,81) ve 29‘u erkekti. (% 39,19)

Tip 2 LCC de TB’den köken almaktadır. Çalışmamızda bu tipe 15 hastada (% 16,66) rastlanıldı. Bunların 11’i kadın (% 73,33) ve 4’ü erkekti.(% 26,67). Tip 3 Arcus aortadan köken alan üç dal dışında dördüncü dal olarak sol vertebral arterin LS yerine doğrudan arcus aortadan köken aldığı şeklidir. Çalışmamızda 1 kadın hastada (% 1,12) gösterildi..

Tartışma ve Sonuç: Kadavra üzerinde yapılan bazı çalışmalarda. kadavraların Tip 1 olanlarının %12’sinin ölüm nedeninin serebrovasküler hastalıklar olduğu, buna karşın Tip 2 ve Tip 3 olanlarında %23,5 olduğu gösterilmiştir. Arcus aorta tipi, supraaortik ve serebral tanı-tedavi amaçlı damar içi girişimsel işlemler için önemlidir. Tip 1’den Tip 3’e doğru gidildikçe supraaortik damarların kateterizasyonunu ve yapılması planlanan işlemleri zorlaşmaktadır. Daha nadir tiplere sahip Arcus Aorta varyasyonları daha çok kadınlarda görülmektedir.

Anahtar Sözcükler: Arcus aorta varyasyonlar, subaraknoid kanama, insidansı

SS-029 [Nörovasküler Cerrahi]

BÖLÜMÜMÜZDE KAROTİD ARTER STENOZU ÖN TANISI İLE ANJİYOGRAFİ YAPILAN HASTALARIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ

Fatih Ersay Deniz, Özgür Demir, Erol Öksüz

Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Tokat

Referanslar

Benzer Belgeler

Baş-boyun bölgesi tümörü tedavisi için radyoterapi uygulanan hastalarda, uzun dönem vasküler komplikasyonların, ışınlanan damarlardaki hızlanan ateroskleroza

Türk Nöroşirürji Derneği, Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi Öğretim ve Eğitim Grubu sonbahar Sempozyumu &#34;Alt servikal travmalarda cerrahi yaklaşımlar&#34; 09–12

Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 1 Ocak 2013-1 Aralık 2015 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji servisinde idrar

[3] have said that various diseases of mango leaf such as leaf gall, alternaria leaf spots, leaf webber, leaf burn and anthracnose are taken for prediction.1200 images

Finally, the result produced by two algorithms (Cuckoo using SVM and M-Cuckoo using SVM) are compared and proved that M-Cuckoo Search based SVM opinion mining produced more

Transvers ligament ve alar ligamentlerin uzunluklarına göre kalınlıklarının oranı chiari hasta popülasyonda normal popülasyona göre istatistiksel olarak anlamı

Yazın dünyamızın bu renkli ve ünlü ka­ lemine daha üst basamaklara çıkmasını ve ulaşmasını içtenlikle dilerken, onun “ Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” başlıklı

Yazarı tarafından &#34;Sevgili Şair, büyük dost Melih Cevdet Anday'a çok kıymetli eşi Yaşar Anday a, genç Anday, İdris'e yılların dostluk duygularıyla Necati Cumalı,