• Sonuç bulunamadı

Darülbedayi'den Şehir Tiyatrosu'na 70 yıl

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Darülbedayi'den Şehir Tiyatrosu'na 70 yıl"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Tiyatroları para

babalan kurtardı

B

ATI modeli ilk konser- vatuvarın nasıl açıldı­ ğına geçmeden önce, oraya nasıl ve nerelerden ge­ lindiğini kısaca gözden geçi­ relim.

Tiyatronun belediye ya da devlet eliyle desteklenmesi ihtiyacı 1870’den bu yana sık sık duyulmuştu. Âli Paşa’nın, sadrazamlığı zamanında, dev­ rin en göz dolduran tiyatrosu Güllü Agop Topluiuğu’na ba­ zı imtiyazlar sağladığı malum­ dur. Yine 1870 yılında Beyoğ- ‘ lu’nda bir Tiyatro-yu Sultani tesisi düşünülmüş, bunun İçin bir dernek bile kurulmuş, bir şirket gibi aksiyonlar çıka­ rılarak para toplanması ve hü- ' kümetten bir arsa İstenmesi I tasarlanmış, ama bu hevesin f arkası getirilememişti.

»YOLU AÇANLAR

İstanbul’un Şehreminleri içinde Mazhar Paşa’nın zama­ nında yine tiyatroculara bazı yardımlar yapılmış, mesela, o tarihte Leblebici Horhor Ope- reti'ni sahneye koyan Dikran Çuhacıyan Topluluğu beledi­ ye rüsumundan muaf tutul­ muştu.

Yine Mazhar Paşa ve onun 6. Daire Belediye Başkanı f Blaque Bey, şehre Tepeba- şı’r.daki Dram Tiyatrosu'nu kazandırmışlardı.

Tiyatroyu kanadının altına atan devlet adamları içinde Ahmet Vefik Paşa’nın elbette en başta bir yeri vardır. Paşa, Hüdavendigâr Valiliği'ne sü­ rüldüğü zaman oraya turneye gelen Tomas Fasulyeciyan Kumpanyası’nı Bursa’da tu t­ muş, onlara bir bina yaptır­ mış, hepsini maaşa geçirmiş, düzenli tem siller verdirmiş, seyirciye tiyatroyu sevdirmek için büyük çaba sarfetmiştj.

Orada kurduğu (Tiyatro M uhipleri Cemiyeti)'nin üye­ lerine sanatçılara ders ver­ mek, tiyatronun yönetimine katılmak gibi ödevler yükle­ m işti. Kendi de Moliâre’den adapte ettiği komedileri biz­ zat sahneye koymak husu­ sunda Fasulyeciyan’a yar­ dımcı olur; he îyrıntı ile uğ­ raşır, tiyatronun nasıl seyre­ dilmesi gereğini broşürlerle seyirciye öğretirdi. Paşanın, memurları tiyatroya gidenler, gitmeyenler diye ayırıp değer- : lendirdiği bile rivayet edilir.

Mollöre’in Tartuff’ünü “ Ri­ yanın Encamı” diye çeviren şair Ziya Paşa da Adana Vali­ si iken vilayet konağı yanında güzel bir tiyatro binası yaptırt- mış, buraya İstanbul’dan top­ luluklar getirtm işti.

BAŞIBOŞLUĞA SON

VERMEK İÇİN

ikinci Meşrutiyet’in ilanın­ dan sonraki hürriyet havası her alanda olduğu gibi tiya t­ ro alanında da bir rahatlama, bir coşku yaratmış ise de bu coşku bir saman alevi gibi parlayıp sönmüştü. İrili ufak­ lı birçok tiyatro, çoğu hayır kurumlan yararına olmak üze­ re, tem siller veriyor, bir - iki temsilden sonra da dağılıyor­ du. Bu batıp çıkan trupların çoğu amatör truplardı. Biraz tutunabilenleri de Temaşa Vergisi ve benzeri vergilerle bellerini doğrultamıyorlardı. 1909’da bu başıboşluğa bir son vermek ihtiyacı kendini duyurdu. Comedie Francaise gibi, Burg Tiyatrosu gibi mer­ kezi ve milli bir tiyatro kurmak için bazı teşebbüsler görüldü. Recalzade Ekrem Bey’ le Müze-yi Hümayun Müdürü Hamdi Bey başta olmak üze­ re, Burhanettin Bey’ln de bü­ yük katkısı ile harekete geçildi.

Bir yönetim kurulu, birde edebi heyet saptandı. Edebi heyette Ahmet Hikmet, İsma­ il Müştak, Hüseyin Suat, Ali Kemal, izzet Melih, Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf, Cenap Şahabettin, hasılı tiyatronun önemini bilen o devrin ünlü yazar ve gazetecileri bulunu­ yordu. Aaı bile hazırdı. Sahne- I Osmanî. Ne yazık ki, 31 Mart Vakası yüzünden gerçekleşe­ medi. Bunun üzerine İzzet Mefih Bey’ le Eddy Clliclan B e /in başı çektiği bir başka kurul Maarif Nezareti’ni

hare-Başlarken

Darüibedayi-i Osmani adlı tiyatro ve Musiki Mektebi’nin kuruluş tarihi 24 Ekim 1914.

0 günden bugüne 71 yıl geçmiş.

Darülbedayi adı, d aha sonra o okul öğrencilerinin kurduğu batıp çıkan tiyat­ roların da adı oldu. Şehir Tiyatroları bu çekirdekten oluştu. A nkara Devlet Kon- servatuvarı, Tatbikat Sahnesi ve Devlet Tiyatroları da bu örnekten gelişti.

Darülbedayi-i Osmani Tiyatrosu ve Musiki Mektebi’nin kültür tarihimizde önemli bir yeri var.

M eşhur fıkradır: Ünlü Fran- / ¿ s , r

sız Rejisörü André Antoine Istan- "

bul’a çağrılıp da bu okul ilk açıldığı zam an komik-i şehir Kel

Haşan Efendi’ye sormuşlar: —Haşan Efendi, bak artık oyuncular mektepten yetişecek­ miş, buna ne dersin?

Haşan Efendi:

— Hiç fiitur getirmem, demiş. Asıl seyirciler mektepten yetişir­ se halimiz o zaman duman olur.

Darülbedayi sade oyuncular için değil, seyirciler için de bir çe­ şit okul oldu. Batılı tiyatronun ül­ kemizde yerleşmesine, sevilmesine büyük katkıda bulundu.

Kel Hasan

Andre Antoine

Haldun T A N E R

\ Ahmet Vefik Paşa

,

tiyatroyu seyirciye

sevdirmek için büyük

çaba harcamıştı.

Memurları

‘tiyatroya

gidenler

-

gitmeyenler

*

diye ayırıp

değerlendirdiği bile

söylenir

tiyatroların finansmanı

tüm girişimlerin belini

büküyordu. Binemeciyan

Topluluğu ve Yeni

Sahne gibi tiyatroların

arkasında Banker

Küpeliyan ve İsmail

Faik Bey gibi para

babaları olmasa onların

da batması işten değildi

İzzet Melih, Darülbedayi’den önce, resmi ve merkezi bir tiyatro kurulması İçin, önayak olmuş ama, bu girişimlerin sonunu

getirememişti. İzzet Melih o dönemdeki bir fotoğrafta. (Haldun Taner'in özel arşivindenl

İttihat ve Terakki 'nln Unlll Maliye Nazın Cavlt Bey, İzzet Melih Bey'İn tiyatro girişimleri İçin 2 bin 500 liralık bir tahsisat çıkarmıştı.

BİR ANEKDOT

Otello Kâmil’in azizliği

Tiyatro tarihi biraz da anekdotlardan oluşur diyenler ne kadar haklı. 0 dönemin alaydan yetişme yetenekli sanatçılarından olan Otello Kâ­

mil de bir ara Burhanettin Trubu’nda roller almıştı. Yeteneği ile ol­

duğu kadar, şakacılığı ile de meşhur olan Kâmil’in ustasıyla oynadığı zamana ait şöyle bir anekdotu vardır:

Burhanet'in Bey, Napoleon rolünü oynuyor. Çok tutunduğu ka­

nısında olduğu için rolünü baştan sona kadar ezberlemek gereğini duy­ mamış, bazen elindeki dosyalara, kâğıtlara bakar gibi yap'p bazı pasajlan okuyarak oynamakta. Oyunun bir yerinde çavuş rolünü ya­ pan Kâmil, Napoleon’a bir generalinden yazılmış bir mektup getire­ cek, Burhanettin Bey bu mektubu iri harflerle güzelce yazdırmış. Mektup nasılsa elime veriliyor, oradan okurum diye güveniyor. Nitekim bir kere, iki kere, beş kere her şey aksamadan gitmiş. Ama yazılı kâğıt getirmekten usanan ve belli ki, biraz da patronuna kızan Kâmil, ona bir oyun oynamış. Bir keresinde boş bir kâğıt getirmiş. Burhanettin Bey tam yüksek sesle okumaya hazırlanırken birden sararmış. Kâğıt bomboş-Her gün okumasına karşın o sırada içeriği de aklından uçup gitmiş. Ne yapsın?

—“ Al çavuş, oku şunu bakalım’’ demiş, “ Generalimiz ne yaz­ mış?“

Tersoya düşen Kâmil bunun da hazırlığını tasarlamış bulunduğu için kâğıdı saygıyla tekrar imparatora uzatmış.

—“ İmparator hazretleri şaka ediyorlar herhalde. Çok iyi bilirsi­ niz ki. benim okumam yazmam yoktur haşmetmaab” demiş.

İlk edebi heyetlerin, değişmez başkanı olan Recalzada Ek­ rem Bey, Türkiye’de cid d i tiyatro kurulması çalışmalarının da, başında yer aldı. Recalzade Ekrem Bey’in hoca ve piyes

yazarı olarak, tiyatroya pek çok yararları oldu.

Darülbedayi'den önce, piyasanın en ciddi tiyatrosu olan Mınakyan Efendi’nin, "Osmanlı Dram Kumpanyası", çoğu zaman yukarda, "Slmone ve Marie’’de ol­ duğu gibi, Fransız melodramları ve bazen de te lif oyunlar sahneye koyardı.

kete geçirmeyi başardı.

Mali-Burhanettln Bey, Sylvain’in Şakird i Ma­ rifeti olarak bilinirdi. Fransa’da da kalan Burhanettin Bey, ciddi ve ağır piyesleri tercih eder, gençlere hocalık yapmaktan

da mem nunluk duyardı.

ye Vekili Cahit Bey’den 2.500 lira bağış da kopardı. Ama ge­ reken sermaye toplanamadı. Girişim yarıda kaldı.

DARÜLBEDAYİ'DEN ÖNCE

"MANZARA-I UMUMİYE”

Tiyatroların finansmanı tüm girişimlerin belini büken husus oluyordu. Ayakta du­ ran Binemeciyan Topluluğu, Yeni Sahne gibi tiyatroların arkasında Banker Küpeliyan gibi, İsmail Faik Bey gibi pa­ ra babaları olmasa onların da batması işten değildi. Bu dö­ nemde gişe hasılatı jle aktör­ lerine maaş verebilen, hatta kâr da eden İki sürekli tiyat­ ro vardı: Mardlros Mınakyan’ ın Osmanlı Dram Kumpanya­ sı ve Kel H asan’ ın

Eğlence-hane-l Osmani Kumpanyası. Mınakyan Efendl’nin say­ gın imajı ve vakur oyun üslu­ buyla ağırbaşlı rolleri seçip bunları kendine özgü dekla- masyonu ile oynayışı o zama­ nın seyircilerini çok duygu­ la n d ırıcı. Daha çok melo­ dramlar oynardı. La Dame aux Camélia, Ekmekçi Kadın, De­ mirhane Müdürü. Arada bir - iki te lif piyese de yer verdiği olurdu. Celal Esad ve Salah C lm coz Bey’ lerin yazdığı Sellm-I Salis bütün bir rama­ zan boyu kapalı gişe oynaya­ rak rekor kırmıştı.

YARIN:-"OYUNCU OLMUŞ,

TÜKÜRÜN SURATINA'

Vasfl Rıza Zobu televizyondaki bir söyleşimizde şöyle demiş­ ti: "Burhanettin Bey’in büyükler nezdlnde İtibarı büyüktü. İs­ tese daha o günden Devlet Tiyatrosu’nu kurdurur başına da

(2)

10 M illiy e t

Darülbedayi’den

Şehir

Tiyatro

H aldu n T A N E R

] ARULBEDAYI-İ Osma- ni'nin Kuruluşunu baş- -*— * lıca üç Kişiye borçlu­ yuz. Bunlardan biri zamanın Şehremini Cemil Paşa, öbürü esKi Şehreminilerinden Rıd­ van Paşa'nın tiyatro meraklı- sı oğlu Reşat Rıdvan Bey ve bu iş için Paris’ten çağrılan ünlü rejisör Andre Antoine’ dır.

KöKlü ve varlıKlı bir ailenin yeteneKli oğlu olaraK dünya­ ya gelen Cemil Topuzlu, As­

keri Tıbbiye’den yüzbaşı rüt­

besiyle mezun olduKtan son­ ra Paris’e Prof. Pöan’ ın yanı­ na gidereK hariciye ihtisası yapmış, yurda döndüğünde döneminin en gözde opera­ törlerinden biri olmuştur. MeKteb-i Tıbbiye’de hocadır. Başta bizzat II. Abdülhamit ol- maK üzere eKâbirin özel doK- torudur. Rütbeleri hızla at- layaraK hanedan mensupları­ na yaptığı her ameliyattan sonra bir yıldız daha taKaraK otuz beşinde müşir olmuştur. Ünlüdür, saygındır, zengindir. Zamanın Şeyhülislamı Cema- lettin Efendi’nin damadıdır. Mesleği dışında İstanbul Şeh- rem inliği’ne atanışı Kendisi için de sürpriz olmuştur.

Paşa, Tıp Fakültesi mima­ rı Valaury’ye Çiftehavuzlar’da bahçe içinde “ Art nouveau” üslubunun İstanbul’a uyarlan­ mış bir örneği olan bir köşK yaptırmıştır. Sadrazam Gazi Ahmet Muhtar Paşa bu bina­ yı ve bahçeyi görür; “ evin içinde ve dışında küçük bir Avrupa yaratan adamı Şehre­ mini yaparsam İstanbul'u imar eder” diye düşünür. Pa- şa'nın Şehremini atanışı böy­ le bir emrivaki ile başlar ( * ) .

TAM AVRUPALI TİYATRO

ADAMI

Reşat Rıdvan’a gelince o da devrin okumuş yazmış, dil bilen bir paşa çocuğudur. Ti­ yatro bir insanın kanına gir­ meye görsün. Babası ve evi ile bu yüzden bozuşmuştur. Dersaadet’e turneye gelen Fransız ve İtalyan truplarının oyunlarını kaçırmaz. Sanatçı­ larla dostluk kurar. Kendini “ Silvain’in şakird-i m arifeti” (çırağı) olarak tanıtan Burha- nettin Bey Paris’ten gelip temsiller vermeye başlayınca Reşat Rıdvan Bey onunla bir­ leşir. Hem aktör hem rejisör olarak çalışır.

Ertuğrul Muhsin ( * * ) ilk olarak bu trupun Odeon’da verdiği temsillere, evinden kaçmış on yedi yaşında bir hevesli olarak küçük rollerde sahneye çıkmıştı. Bu iki ilk ustası hakkında şöyle diyor:

“ Burhanettin Bey, aydın insandı. Çok şey öğrendik on­ dan. Reşat Rıdvan Bey’den de çok istifade ettik. Tam Avru­ pai) bir tiyatro adamı idi. Ba­ tılı rejisör denince akla ne gelirse odur Reşat Rıdvan Bey.”

Andre Antoine ise Paris’ teki Odeon Tiyatrosu’nun re­ jisörüdür. Birkaç kere turne­ ye İstanbul'a gelmiş, alkış toplamış, şehri de sevmiştir. O sıralarda İstanbul Belediye­ si için Paris’ten itfaiye ve şe­ h ircilik uzmanları getirten Cemil Paşa, Antoine’ ı da bir tiyatro okulu kurdurmak için davet etmeyi düşünmektedir. Bu projesini en çok destekle­ yenler de Burhanettin Bey’le Reşat Rıdvan Bey olurlar. Pa­ ris Büyükelçisi Rıfat Paşa va­ sıtasıyla temasa geçilir ve Andre Antoine üç ay için Der­ saadet’e çağrıhr.

LETAFET APARTMANI NDAKİ

İLK KONSERVATUVAR

Antoine geldi. Şehzade- başı’nda Letafet Apartmanı’ nın birinci katında hem tiyat­ ro hem musiki mektebi, yani konservatuvar olacak bir yer •tutulur. “ Güzellikler Evi” an­ lamına gelen Darülbedayl ke­ lim e s i de iş te o sırada bulunu;. Bu isim babasının Recaizade Ekrem Bey olduğu söylenir.

Gazetelere hemen ilanlar verilir. Şehremaneti tarafın­ dan açılan, hocası da Fransız olan bu okula birçok hevesli genç müracaat eder. Bunların içinde iyi kötü arkalarında

bir-• Halit Fahri, sokakta uğradığı

hakaret üzerine tiyatroyu bıraktı

“ Oyuncu olmuş,

tükürün suratına! ’ ’

Antoine'ı Türkiye'ye çağıran, DarUlbedayi'yi kurduran Cemil Paşa’nın (Topuzlu)Şehremaneti’ne getirilişi Çiftehavuzlar’daki köşkü ve bah­ çesi yüzünden olmuştu. Bu köşk, daha sonra Banker Kastelli’nin oldu.

IŞehir Tiyatrosu’nun kuruluşunu

3 kişiye borçluyuz. Şehremini

(Belediye Başkanı) Cemil

Topuzlu Paşa, Rejisör Reşat

Rıdvan Bey ve Fransız tiyatro

adamı Antoine

i Şehremini Cemil Paşa

,

Paris \ten

şehircilik ve itfaiye uzmanları

getirirken bir tiyatro okulu

kurmak için de ünlü Rejisör

Andre Antoine’ı davet etti

*Ertuğrul Muhsin, ustası Reşat

Rıdvan için şöyle der: “Tam

Avrupalı bir tiyatro adamı idi.

Batılı rejisör denilince akla ne

gelirse odur Reşat Rıdvan Bey ”

ilk sınav, kazananlardandı. "Mehmet Fahri Paşa'nın oğlu oyuncu olmuş. Tükürün suratına" diyen kom­ şulardan ürküp oyunculuktan vazgeçti, ama tiyatro­ dan vazgeçmedi. Darülbedayi’nin oynadığı ilk te lif

piyes olan Baykuş'u yazdı.

kaç yıllık yarı amatör tiyatro deneyimi bulunan Ertuğrul Muhsin, Behzat Haki, İsmail Galip’in yanı sıra Peyami Sa­ fa, Faik Sabri, Elif Naci, Ali Naci (Karacan), Halit Fahri gi­ bi gençler de vardır. Açılan gi­ riş sınavında Ertuğrul Muhsin Ham let’ten oynadığı bir sah­ ne ile ilgi çeker. Behzat Haki ile İsmail Galip de kazananlar arasındadırlar. Adı onlar ka­ dar Darülbedayi'nin çağrışımı olan Raşit. Rıza başlarda bu okula rağbet etmemiştir. Ka­ zananlardan biri de Halit Fah­ ri (Ozansoy)’dur. Sonradan aktörlükten niye vazgeçtiğini bir konuşmamızda bize şöyle anlatmıştır:

“ Koşup ilk kaydolanlar arasında idim. Ama bir gün Beşiktaş’ta yokuştan iniyo­ rum. Kafesler açıldı ve ihtiyar bir kadın,"Paşa’nın oğlu — babam doktor Mehmet Fahri Paşa’yı kastediyor— oyuncu olmuş.Tükürün suratına!” di- ye suratıma tükürdü. Bu ka­ dar geri bir muhitte o gün cesaretim kırıldı. Aktörlükten vazgeçtim. Toplumun oyuncu makulesi diye hor gördüğü aktörlüğü göğüsleyecek ka­ dar cesur olamadım. Muhsin ve arkadaşları bunu göze al­ mışlardı. Ben alamadım. Ama çok sevdiğim tiyatrodan uzak kalmamak için tiyatro yazarı olmaya karar verdim” ' ★ ★ *).

Reşat Rıdvan Bey, Antonie’in çağrılması ve Darülbedayi Tiyatro ve Musiki Okulu’nun kurulması için Cemil Paşa’ya

yardımcı olmuştu. Antonie, gittikten sonra, mektebi derleyip topladı.

Darülbedayi adı “ Güzellik­ ler Evi” anlam..ıa geliyor. Bu adı Letafet Apartmanı’nın bi rinci katında kurulan bu kon servatuvara kim koymuştu? En çok duyulan söylenti bu nun Recaizade Ekrem Bey ta rafından konulmuş olmasıdır Recaizade Ekrem Bey Da rülbedayi’nin ilk edebi heye ti için seçilen insanlardan biridir. Edebiyat hocasıdır. Ti yatronun meselelerine büyül ilgisi vardır. Daha önce kurul muş olan çeşitli edebi heyet lerde Müze-i Hümayun Müdü rü Osman Hamdi Bey’ le bir likte giriştikleri yine Darülbe dayi’ye benzer bir hükümet ten destekli tiyatro teşebbü sünde de adı geçer. Diğer ze vatla birlikte bu heyet içinde düşünülenlerden biridir. Re­ caizade Ekrem Bey’le birlikte edebi heyete düşünülen diğer kimseler Yahya Kemal Bey, Halit Ziya Bey, Abcîülhak Ha- mit Bey, Tahsin Nahit Bey, Hüseyin Suat Bey, Hüseyin Rahmi Bey, M üfit Ratip Bey, Rıza Tevfik Bey, Cenap Şaha- bettin Bey gibi devrin tanın­ mış yazarlarıdır. Cemil Paşa, Belediye Encûmeni’nden 3 bin Türk liralık bir tahsisat çı­ kartmıştır. Konservatuvar fa­ aliyete geçer.

Bu tedrisat programında bulunan dersler şunlardır Te­ laffuz, tecvit, inşâd, takrir, aruz, edebiyat tarihi, tarih-i haile, dram.mudhikeyani ko­ medi, raks, adab-ı muaşeret, eskrim, mimik, işmizaç yani yüz mimiği.

Dram kısmının müdürü Reşat Rıdvan Bey’dir. Bu kı­ sımda ders veren hocalar: Madros Mınakyan Bey, edebi­ yat hocası Yahya Kemal Bey, yine edebiyat hocası Filozof Rıza Tevfik, işmizaç hocası ve komedi bölümünün hocası Ahmet Fehim Efendi, edebi­ yat tarihi hocası Hüseyin Su­ at Bey vs.den oluşur.

DarCİİbedayi-i Osmaui Ti­ yatro ve Musiki Okulu bir müddet devam eder. Üç ay İçin Türkiye’ye getirilmiş olan Antoine o sırada 1. Dünya Sa- vaşı'nın patlaması yüzünden derhal ülkesine dönmek zo­ runda kalır. Bir ay sonra oku­ lu Reşat Rıdvan Bey’e “ Bu şekilde devam edin” direkti­ fi ile bırakarak memleketine döner. Kendisi yine Sirkeci garından geçirilir. Okul bir sü­ re devam eder, daha sonra Madros Mınakyan Efendi’nin yönetiminde tatbikat sahnesi olarak küçük tem sillere baş­ lar.

Daha sonra bu tem siller de,okul da duralar, fakat okul­ lu oyuncular Darülbedayi adı­

"RaşidRıza ve Arkadaşları" adıyla ayrı gruplar kuran Raştd Rıza, daha sonra barışıp eski yuvası Darüibedayi’ye kısa süre için dönmüştü. Raşid Rıza bu fotoğrafta, Halide Pişkin ile birlikte

"Seni Tanımıyorum" adlı oyunda görülüyor. (Haldun Taner’in koleksiyonundan).

Darülbedayi’nin açtığı aktör olma imtihanına o zamanın bir­ çok genci gibi Vefa idadisi talebelerinden E lif Naci de katıl­ mıştı. Antoine’ın önünde Tevfik Fikret’in "F e rd a " şiirini coşkulu bir şekilde okuduysa da, yeterli not alamadı. Resim dünyamızın değerli üstadı, bu konuda şöyle diyor: "Gerçi imtihanı kazanamadım ama, bütün yaşamım boyunca hayat sahnesinde bir vodvil a rtisti g ib i rol kesip durdum ."

Fotoğrafta, 1914’teki ve bugünkü E lif Naci...

nı kullanarak yine bir trup teşkil etmeye başlarlar. Bun­ dan sonra bu okuldan geçmiş tiyatrocular hep Darülbedayi sanatçıları diye anılacaktır ve Darülbedayi sanatçıları sıfatı bir nevi edebi, nezih, Batılı ti­ yatronun etiketi olacaktır.

Darülbedayi sanatçıları­ nın ilk resmi oyunu 20 Ocak 1916’da sergilenen Çürük Te­ mel adlı oyundur. Hüseyin Suaf Bey’ in Emile Fabre’dan çevirdiği La Maison d’ArglI adlı oyunun Türkçe adı, Çü­ rük Temel olarak sunulur. Bu­ rada Ertuğrul Muhsin başrolü oynamaktadır.

(★) Cemil Topuzlu: 80 Yıllık Hatıralarım. Sayfa: 86 (★★) Gerek Ertuğrul Muhsin’­ in gerek diğer sanatçıların isimleri, o tarihte “ Soyadı Kanunu” henüz çıkmadığı için o zamanki şekliyle bıra­ kılmıştır. Beşinci, altıncı ve yedinci dizilerde bugün b ili­ nen adlarıyla anılacaktır. (*★★ ) Haldun Taner'in ses arşivinden.

YARIN:

ERTUĞRUL MUHSİN ADINDA

BİR GENÇ

(3)

Darülbedayi9 den

■ ilil

Şehir Tiyatrosu ’na

I

II

m

ı

ili

7

o > ,/

Haldun T A N E R

• işte, Ertuğrul Muhsin adında bir genç

Genç Ertuğrul Muhsin, (1912) ilk rollerinden birinde P.H. Loyson’ un “ M ıicte h id " adlı oyununda. “j = r ] RTUĞRUL Muhsin

JO^ soylu ve varlıklı bir ai- --- lenln çocuğudur. Ti­ yatro uğruna ailesi onu en gözde okullarda okutmuştur. Hariciyeci olması istenir. O tutar, on yedi yaşında tiyatro­ cu olmaya karar verir. “ Ya biz, ya tiyatro” ültimatomuna kar­ şı “ Kuru bir ekmeği nerde ol­ sa bulurum” der, kapıyı çeker, gider. Burhanettin Bey’in ti­ yatrosunda küçük roller alır. Oda arkadaşı Vahram Papaz- yan’ın “ Tiyatroyu Fransa’da öğrenmelisin” öğüdüne uya­ rak Paris’e gider. Tiyatrolarda en mütevazı işçiliklere razı olur. Mounet Soully’nin, “ Co­ médie Française’Mn ve Pa­ ris ’e gelen yabancı trupların oyunlarını kaçırmayarak gör­ gü ve bilgisini artırmaya çalı­ şır. Özellikle Mounet Soully’ nin oynadığı Hamlet’in çok etkisinde kalır. 1912’de İstan­ bul’a gelince Hamlet’i sahne­ ye kor ve başrolü oynar. Yine Burhanettin’ln trupuna geçer. 1913’te Kemal Emin(Baran), İs­ mail Galip (Arcan), Behzat (Bu- tak)ve Celal Tahsin’le “ Ertuğ­ rul Muhsin ve Arkadaşları Topluluğu” nu kurar. Tekrar Paris'e gider, Lugne Poe’nin yönetiminde Suzanne Despe- re’ nin oynadığı “ Kadın Ham- let” i, Jeaques Copeau’nun Vi­ eux Colombier ve Antoine’ ın “ Odeon” tiyatrolarında çalış­ m alarını yakından izler. 1915'te İstanbul’a dönünce yine arkadaşları ile temsiller verir.

işte Darülbedayl-I Osma- ni'nin kurulması için getirtile­ cek olan “ Antoine” ) uzaktan da olsa Paris’te izlemiştir. Bu tiyatro hazırlık çalışmalarına katılan Reşat Rıdvan Bey’i Burhanettin Trupu’nda çalış­ tığı günlerden tanıyordur. “ Antoine ” m İstanbul'a getiril­

mesi için çok çaba gösteren

Reşat Rıdvan, Burhanettin beyler ve aktris Sara Mannik Hanım'la birlikte Fransız reji­ sörü Sirkeci Garı’nda karşıla­ maya giden heyetin içinde o da vardır. Açılan sınavı, “ Hamlet’ten bir pasaj” oy­ nayarak kazanır. Antoine da­ ha ilk günden bu yetenekli genci hem öğrenci hem de asistan olarak Darülbedayi’ye sekiz lira maaşla atar.

Bir süre hem öğrenci, hem asistan gibi çalışır. An­ toine gittikten sonra arkadaş­ larının elebaşısı haline gelir.

Ertuğrul Muhsin, bu tarih­ ten sonra artık Oarülbedayi’ nin çağrışımı haline gelecek­ tir.

ELİZA BİNEMECİYAN

ilk Darülbedayi temsilleri­ nin en gözde kadın sanatçısı hiç şüphesiz Eliza Binemeci- yan Hanım’dır. Türkçe’yi hiç­ bir lehçeye kaçmayan mü­ kemmel bir İstanbul şivesi ile konuşan ve aileden gelme köklü sanat gücü yanında za­ rafeti ile de seyirciyi etkileyen bu seçkin sanatçının partner­ leri çoğu zaman Raşit Rıza, bazen de Muvahhit olur.

RAŞİT RIZA

Darülbedayi denince akla ilk gelen isim ler ilk Darülbe­ dayi temsillerinin sanatçıları­ dır. Bunlar başta Ertuğrul Muhsin olmak üzere İsmail Galip, Eliza Binemeciyan, Mu­ vahhit, Raşit Rıza, Şadi Fikret ve genç oldukları İçin ekibe daha sonra katılan Hazım, Hüseyin Kemal, Küçük Ke­ mal, Vasfi Rıza, Bedia Muvah­ hit ve Şaziye Moral gelir. Ra­ şit Rıza okul ilk açıldığı za­ man pek ilgi göstermemişti. Ama, o da Ertuğrul Muhsin gi­ bi daha Darülbedayi kurulma­ dan çeşitli gruplarda başrol­ ler oynamış bir sanatçıydı. O zamanın unutulmaz jönlerinin başında muhakkak ki, Raşit Rıza geliyordu. Bu büyük sa­ natçı Darülbedayi’de olduğu gibi Darülbedayi dışında da birçok piyeslerde oynadı. Ar­ kadaşlarıyla bozuşup ayrıldı; tekrar barıştı. Darülbedayi' den çıktı. Kendi başına “ Ra­ şit Rıza ve Arkadaşları” diye gruplar kurdu, turnelere gitti. Ankara'da bir süre oynadı. Reşat Nuri’nin “ Taş Parçası” adındaki uyarlamasındaoyna- dığı başrol, o zamanın seyir­ cilerinin hatırından çıkmaz. Bir aktör olarak doğmuş gi­ biydi. Yapısı, kişiliği, hal ve tavrı, erkek sesi ve “ under­ play” oyunu ile her girdiği ro­ lü asilleştiren bir sanatçıydı.

Eski Darülbedayi kadrosu içinde oynadığı unutulmaz rollerden bir başkası da “ Sekizinci” adlı oyundaki Ha- bip Neccar rolüydü. Bu rolü hiç abartıya kaçmadan çok öl­ çülü bir Arap taklidi ile oyna­ yışı ibnürrefik Ahmet Nuri’nin bu eserine, Şadi Fikret kadar yararlı olmuştu. Yıllar sonra. Şehir Tiyatroları Rejisörü Max Meinecke’ nin sahneye koy­

Şadi Fikret'in M illi Sahnesi’ nde bir oyun. Soldan: Nurettin Şefkati, ortada elleri beline dayalı Şadi Fikret, en sağda Kınar Hanım. Kınar ve Aznif hanımlar, o dönemdeki komposizyon rollerinin unutulmaz sanatçı­

larıydılar. ikisi de Mınakyan Tiyatrosu ndan yetişmeydi. (Haldun Taner’ in özel arşivinden)

Darülbedayi sanatçıları bir turne sırasında. Soldan sağa: 1. Ahmet Mu­ vahhit Bey, 2. Bedia Muvahhit Hanım, 3. Muammer Ruşen (daha sonra­

ki Karaca), 4. Behzat Haki (Haldun Taner'in özel arşivinden)

Bedia Muvahhit eşi Ahmet Muvahhit ile.

0

Soylu ve varlıklı bir ailenin

çocuğu Ertuğrul Muhsin *den

hariciyeci olması istenince, “Kuru

bir ekmeği nerde olsa bulurum

dedi ve evinin kapısını çekerek

tiyatro dünyasına girdi

0

Sahneye çıkan ilk Türk kadını,

Hüseyin Suat Bey'in bir

uyarlamasında kendisine rol

verilen Afife Hanım'dır. Ancak o

zamanlar Türk ve Müslüman

hanımların sahneye çıkması yasak

olduğu için zaptiyelerin sık sık

tiyatroyu basmasından sinirleri

bozuldu ve sahneyi terketmek

zorunda kaldı

Q

Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir

hanımların sahneye çıkışları ise,

Atatürk'ün önerisi üzerine

gerçekleşti. Bedia Muvahhit ilk

kez “Otello”

temsilindeki

'Dezdamona

’ *

rolüyle halkın

büyük beğenisini kazandı

İSMAİL GALİP 0 zamanki adıyla İsmail Galip. Da­ ha sonraki kuşaklar onu i. Galip Ar­ can olarak tanıyacaklardır. Ertuğrul Muhsin Avrupa'ya gittiği zaman ele­ başılığı o alırdı. Fransızca bilirdi. Sahnemize başardı adaptasyonlar ve

çeviriler kazandırmıştı.

Eliza Binemeciyan: Darülbedayi’ nin ünlü kadın sanatçısı. Bedia Muvah­ hit ve Neyire Neyir'den önce tüm oyunların başoyuncusu. Türkçe'yi mükemmel İstanbul şivesi ile konuş­ ması ve zarafeti ile meşhurdu. (Haldun Taner’ in özel arşivinden)

duğu Jean Anouilh’un “ Beyaz G üvercinindeki yaşlı aktör rolü ise belki sanattaki olgun­ luğunun doruğu sayılabilirdi. Çok kısa olan bu rolü, o kadar yoğun ve derinlemesine bir gerçekçilikle oynamış, o rol­ le öylesine canıgönülden öz­ deşleşm işti ki, adeta gerçek­ le oyun sınırını ortadan kaldır­ mıştı.

İLK HANIM SANATÇILAR

Türk ve Müslüman hanım­ ların sahneye çıkması uzun zaman dini nedenlerle yasak­ tı. Antoine, ilk geldiği zaman kadın oyuncu eksikliğinden yakınır. Gayrimüslim vatan­ daşlarımız dışında Türk ka­ dınlarının sahneye çıkama­ ması bu konuda onun hayli canını sıkmıştı. Sahneye çı­ kan ilk Türk kadını, Hüseyin Suat Bey’ln bir uyarlamasın­ da kendisine rol verilen Afife Hanım’dır. Ama bir ihbar üze­ rine zaptiyeler tiyatroyu bas­ mış ve Afife Hanım kapıdan kaçırılmıştır. Esasen sinir sis­ temi zayıf olan Afife Hanım, tiyatroya arka kapıdan gelip gitmek ve her dakika tu tu k­ lanmak korkusu içinde oyna­ mak yüzünden bir müddet sonra sahneyi terk etmek zo­ runda kalmıştır. Bedia Muvah­ hit ve Neyyire Neyir hanımla­ rın sahneye çıkışı ise şöyle o lm u ş tu r: Halide E dib’ in Muhsin Ertuğrul tarafından çevrilen “ Ateşten Gömlek” film ini seyreden Mustafa Ke­ mal Paşa, Darülbedayi sanat­ çılarından Muvahhit Bey’e, “ Eşinizi niçin kendiniz gibi sahneye çıkarmıyorsunuz?” diye bir öneride bulunmuştur. Türk kadınına her alanda eşit haklar tanıyan, uygar düşün­ cenin simgesi olan Mustafa Kemal Paşa, böylece Türk ka­ dınlarının sahneye çıkışını destekleyen en büyük güç ol­ muştur. Şaziye Moral da bu şekilde sahneye çıkmıştır. Bedia Muvahhit Hanım ilk

“ O tello” tem silinde Raşit Rı­ za ve Muhsin Ertuğrul ile be­ raber “ Dezdamona” rolünü oynayarak halkın takdirlerini kazandı. Ondan sonra birçok rollerdfe Türk tiyatrosunun çok başarılı, cazip bir hanıme­ fendisi oldu. Bugün de İng'ı- lizlerin tabiri ile tiyatromuzun "F irs t lady” sidir.

BABA BEHZAT

Behzat Butak’a gelince... O zamanki adıyla Behzat Ha­ ki ve kendisinden çok genç olan Ercüment Behzat’tan ay­ rılmak için “ Büyük Behzat” diye anılan bu gerçekten bü­ yük sanatçı Ertuğrul Muhsin’ in yakın arkadaşıydı. İlk adı­ mını Burhanettin Bey’in tiyat­ rosunda atm ıştı. Ertuğrul Muhsin, hatıralarında şöyle diyor:

“ Behzat’la Mercan idadi- si’nden arkadaştık. Behzat g itti, Burhanettin Bey’le gö­ rüştü. Kumpanyasına girdi. Ben de isterdim ama gidip Burhanettin Bey’e beni al d i­ yemezdim. Mesire yerlerinde oynarlardı. Uzaktan onları seyrederdim. Daha sonra onun sayesinde ben de Bur­ hanettin Bey Trupu’na gir­ d i m . ”

Behzat Butak, lokom otif rollerde olduğu kadar küçük kompozisyonlarda da aynı şevkle oynar, hatta bu İkinci­ leri erişilmez bir ustalıkla ebe- dileştirirdi. Taklit ve mimik kabiliyetinin yanı sıra role gir­ mekteki psikolojik özdeşleş­ mesi İnsanı şaşırtacak kerte­ de idi. Büyük bir de makyaj ustasıydı. Yaşlı rolüne çıka­ caksa elinin üstündeki da­ marları bile boyardı. Elbisele­ rine havı gitm iş bir hal ver­ mek gereğini duyunca üşen­ mez saatlerce külle ovardı.

ilk başarısı “ Kayseri Gül- leri” ndeki rolü ile olmuştu. Diyalekt konuşan bu başrolü üstlenecek babayiğit çıkma­ yınca Borazan Tevfik, Paskal

Sami gibi tiyatro dışındaki ko­ mikler aranmış ama, deneme­ ler doyurucu olmamıştı. O sı­ rada Edirne’de askerliğini ya­ pan Behzat, tesadüfen İstan­ bul’a gelince onda karar kılın­ mıştı. Behzat Butak, Darülbe­ dayi Tiyatrosu’nun duayeni idi. Ertuğrul Muhsin’den bir baş büyüktü. Bundan ötürü de haklı olarak tiyatronun “ Baba” sı idi.

İSMAİL CALİP

İsmail Galip’e gelince; İ. Galip (Arcan) da tıpkı Behzat Butak) gibi, Emin (Baran) gibi ve arkadaşları Doktor Celal Tahsin gibi “ Muhsin Ertuğrul ve Arkadaşları” truüunda çalı­ şan bir sanatçıydı. Darülbeda­ yi’nin kurulacağını duydukları zaman hep birlikte oraya aday olmuşlardı. İsmail Galip ba­ riton sesi ile dram rollerinde olduğu kadar komedi rollerin­ de de başarılıydı. Ahmet Fe- him E fe n d i’ nin ta le b e s i olmakla övünürdü. Paris’e git­ miş, oradaki tiyatroları yakın­ dan izlemiş ve tiyatro gör­ güsünü artırmış bir sanatçıy­ dı. Sahne edebiyatımıza çe­ ş itli çeviriler, uyarlamalar yaptı. Bu arada Marcel Pag- nel’den çevirdiği “ Topaz” en akılda kalanıdır.

ŞADİ FİKRET

Şadi Fikret Bey tiyatrocu olmak için tıpkı Ertuğrul Muh­ sin gibi, Burhanettin gibi, Re­ şat Rıdvan g ib i eviyle bozuşmayı, arkasındaki köp­ rüleri yakmayı göze alrmş bir sanatçıdır.Şadi Fikret,Beyler­ beyimin tanınmış ailelerinden Şeyh Hacı Zihni Efendi’nin to­ runu oluyordu. Ayrıca sonra Meclis Başkanlığı yapacak olan Ali Rana Tarhan Bey’in de yeğeniydi. Galatasaray Li- sesi'ni bitirmiş, zamanın yük­ sek bürokrasisine aday ola­ bilecek bir eğitimden geçmiş­ ti. Dil biliyordu. Buna karşın bütün bu güvenceli ve rahat

hayatı tepmiş, tiyatrocu ola­ cağında tutturmuştu. Doğuş­ tan s e v im li b ir İnsandı. Komedilerde kendini daha iyi gösterebiliyordu. Bir süre Da­ rülbedayi sanatçılarıyla oyna­ dı. Eşi (zabel Hanım da çok sevimli bir komedi yıldızıydı. Daha sonra Şadi Bey kendi adına “ Milli Sahne” adını ver­ diği bir kumpanya kurdu. En beğenilen rolleri olan ibnürre­ fik Ahmet N uri’ nin “ Sekizin- c i” sini bu tiyatroda oynadı. Yine ibnürrefik Ahmet Nuri Bey’in Fransızcadan dilimize ustalıkla uyarladığı “ Hisse-i Şayia” daki “ Bican Efendi” ro­ lü ile meşhur oldu.

Vasfı Rıza Bey, Darülbe­ dayi ekibine “ Ferah Tiyat­ rosu” döneminde katıldı ve daha ilk günden sahne sem­ patisiyle seyircileri kendine bağladı.

Hazım Körmükçü’yle be­ raber Türk komedyalarının aranılan oyuncusu oldu. Uzun yıllar komedi tiyatrosunun ba­ şında özellikle Musahipzade Celal komedyalarında ve her çeşit yerli, bizden olan oyun­ larda hem rejisör, hem aktör olarak büyük başarı gösterdi. Onu daha büyük kitlelerin al­ kışına mazhar eden kompo­ zisyonlardan biri de “ Pay- dos” taki rolüdür.

HAZIM

Hazım’a gelince... “ Sahne sem patisi” denen şeyin en belirgin örneği olan bu sanat­ çı, hiçbir rol yapmasa, vapur- tarifesinl okusa bile, seyirciyi güldürebilen eşsiz bir kome­ di ustası idi.

Bugün, ellisinin üstünde bulunanların çoğu, onu aşan böyle bir yeteneği, bir daha görmediklerini söyleseler ye­ ridir. Hazım, Musahipzade pi­ yesle rin in ekseni olurdu. Operetlerdeki büyük başarıla­ rı da kolay unutulamaz.

YARİN: . . . .

FERAH DÖNEMİ

(4)

8

M illiyet

O

Darülbedayi'den

Şehir Tiyatrosu'na

H aldun T A N E R

m

1

924-25 Ferah Dönemi olarak adlandırılan dö­ nem, Türk tiyatrosu­ nun en canlı, en devrimci yıl­ larından b irid ir. T opluluk halka çok geniş bir repertuar sunmaktadır. Ramazan ayı için özel program hazırlar, yerli yazarlara önem verir. Dü­ zenli bir iş bölümü içerisinde amatörce, hevesle çalışan gençler bir ekip havası yara­ tırlar. Metinleri en ince ayrın­ tılarına kadar inceleyip ekip oyunu üzerinde dururlar. Per­ desini tam zamanında açan ilk tiyatro burasıdır. Yarının seyircilerini yetiştirm ek üze­ re ilk kez öğrencilere indirimli matineler düzenlerler. Salona eğitici pankartlar asar, tiya t­ ro bilgisi veren bedava bro­ şürler dağıtırlar. i. Galip, Beh- zat Haki, Mim Kemal, Vasfi Rıza, Neyire Neyir, Kınar, Emin Beliğ, Prenses Mevhi- be, Necla, heykeltıraş Zühtü Mürütoğlu, Ercüment Behzat, Muammer Ruşen ve Celal de bu ekipte çalışmaktadırlar. “ Ertuğrul Muhsin ve Arkadaş­ ları” topluluğunun Ferah’ta oynadıkları oyunlar şunlardır: L. Andreyef’ten “ İhtilal” , Strinberg'den “ Baba” , H. Ib- sen'den “ Bir Halk Düşmanı” , Tolstoy’dan “ Kreutzer So­ n a t” , C harles M ere'den “ Hümma” , Shakespeare’den “ Othello” , Lenkiyel’den “ Tay­ fun” , Ahmet Vefik Paşa’nın Mollere’den bir “ Cimri” uyar­ laması olan “ Azarya” , yine Ahmet Vefik Paşa’nın Molie- re’den George Dandin uyarla­ ması “ Yorgaki D a n d in i” , Vedat Örfi’den “ Vefaen Fera” Vedat Nedim Tör’den “ İşsiz­ ler” , Birabeau-Dolley’den “ Sı­ rat Köprüsü” , Eckerman'dan “ Bekâr Ali Bey” uyarlaması, Sermet Muhtar’dan “ Duvar Aslanı” , Mahmut Yesari’den bir G. Feydeau uyarlaması “ Bir Artı Bir, Müsavi Bir” , Os­ man Cemal Kaygusuz’dan “ İstanbul Revüsü” , Münire Eyüp’ten “ K âşif E fe n d i” , Aleksandra Dumas’tan “ Ka- melyalı Kadın” .

Ferah Dönemi’nden son­ ra Darülbedayi, Tepebaşı'nda- ki Dram Tiyatrosu'na taşındı. Vali ye Belediye Reisi M uhit­ tin Üstündağ, tiyatroyu kıs­ men belediyenin kanadının altına almıştı. 1935’te de Da- rülbedayi’yi İstanbul Şehir Ti­ yatrosu adıyla belediyeye tamemen bağlayacaktı.

ATATÜRK, TİYATROYA

SAYGINLIK GETİRDİ

T iy a tro c u lu ğ u halkın önünde saygınlaştıran insan­ ların başında Mustafa Kemal Paşa’nın geldiğini söylemiş­ tik. Ankara'ya geldiklerinde

Cehenneme

gidiyorum,

geç kalırsam

yer bulam am .

“ içtihad” dergisini çı­ karan Abdullah Cevdet dinsizdi.

Bundan ötürü yakındı­ ğı da yoktu. Bir ramazan gecesi Darülbedayi Tiyat­ rosu, Muhsin Ertuğrul’un çevirip yönettiği Cehen­ nem piyesini oynamakta­ dır. Dr. Abdullah Cevdet de Hamlet'in ilk çevirisini yapmış bir tiyatrosever ol­ duğu için bu piyesi gör­ mek ister. Vezneciler’den Şehzadebaşı’na doğru gi­ derken yolda Süleyman Nazif’e rastlar. Süleyman Nazif onun acelesini gö­ rüp, sorar.

— Üstat bu ne acele? der. Nereye gidiyorsun böyle pürtelaş?

Dr. Abdullah Cevdet, piyesi ima ederek:

—“ Cehennem” e g id i­ yorum. Geç kalırsam yer bulamam diye acele edi­ yorum, der.

Süleyman Nazif, dok­ torun dinsizliğini telmi- hen:

—Acele etme üsta­ dım, der. Cehennemdeki yerin her zaman hazırdır.

Turk tiyatrosunda devrim:

‘ ‘Ferah Dönemi’ ’

Şehir Tiyatrosu sanatçıları Dram Tiyatrosu'nun holünde. Soldan sağa: Şa­ ziye Moral, Vasfi Rıza Zobu, Hüseyin Kemal GUrmen, Bedia Muvahhit, İsmail Galip.

Fe ra h Dönemi nde

öğrenci temsilleri

E

RTUĞRUL Muhsin, öğrenci temsilleri üzerine şöyle diyor­du:

“ O zamanlar, hafta tatili cumaydı. Okullara başvurduk. Cuma sabahlan saat onda, bir öğrenci matinesi vereceğimizi, bi­ letlerin de biteviye yirmi kuruş olduğunu bildirdik. İlk günden başlayan hücumla, Ferah Tiyatrosu aşağıdan yukanya kadar kol- tuklanyla localanyla tıklım tıklım, balkonuyla, paradisiyle sal­ kım salkım doldu, taştı. Biz, bu cuma günleri, bu erken öğrenci matinesinden başka, biri üçte, biri dokuzda olmak üzere halka iki temsil daha veriyorduk. Böylelikle o piyes, bir günde üç defa oynanıyordu. Bu ilk öğrenci temsillerinin topladığı ilgi, bütün tah­ minlerimizi aştı. Sabah temsillerimizi seyreden bin öğrencinin bir tek insan duygusuyla, nefes bile almadığını söylersem, inanın öv­ mekte gerçeği aşmış olmam. Büyük bir tapınakta toplanmış, sa­ nat ve güzellik tanrısına yönelmiş, kendinden geçmiş bir gençlik kitlesinin sahneye bakışını, piyes dinleyişini görmek. Almanya’ dan gayri, herhangi bir medeni memlekette eşine az rastlanır, iç açıcı bir müjdeydi.” (*) Türk Tiyatrosu Dergisi.

sanatçıları çoğu zaman Çan­ kaya’daki evine davet eder, yemeğe alıkoyardı. Başka kimselerin de davetli olduğu böyle bir toplantıda herkesin önünde söylediği şu söz tari­ he geçmiştir:

—“ Efendiler hepiniz me­ bus olabilirsiniz, vekil olabilir­ siniz, ama sanatkâr olamaz­ sınız. Bu çocukları sevelim, sayalım” .

O devirden sonra hiç? de­

ğilse görünüşte aktöre, sanat­ çıya bir saygı ister istemez başladı. Yine A tatürk’tü r ki, ilk defa Türk kadınına sahne­ lerin kapısını açtı. O zamana kadar hep Ermeni hanım va­ tandaşlarımız tarafından üst­ lenilen kadın rollerini önce Afife, daha sonra başkaları ve “ Ateşten Gömlek” filmindeki başarısından sonra Bedia Mu­ vahhit ve Neyyire Neyir ha­ nımlar almaya başlamışlardı.

D r a m T İ y U t r O S U : Mazhar Paşa’ nın şehreminliği za­ manında 6. Daire Belediye Başkanı Blaque Bey'in kurnaz bir taktiği ile inşa ettirilm işti. 0 dönemde eski bir mezarlık arsası olan Tepebaşı Bah- çesl’ ne çingenelerin çergi kurmasına müsaade eden Blaque Bey, karşı taraftaki varlıklı aileler bu gürültü ve pislikten rahatsız olup yakınmaya başlayınca, “ Bana, bu arsaya bir tiyatro kurmak için yeterince para hibe edin. Bunları ancak o zaman çıkarabilirim ” demişti. 1874’te yeni açılan “ Tünel” in topraklarını taşıma ücreti olarak da belediyeye bir m iktar pa­ ra girm işti, işte Dram Tiyatrosu bu iki kaynaktan gelen paralarla yapıldı.

1

“Ertuğrul Muhsin ve

Arkadaşları

” topluluğu, 1924-25

yılları içinde tam bir ekip havası

yaratarak, halka çok geniş bir

repertuar sundular

) Halkın tiyatro eğitimini de

üstlenen topluluk, bu dönemde ilk

kez öğrencilere indirimli matineler

düzenledi

ı

Mustafa Kemal Paşa, iki kez

Dram Tiyatrosu'na giderek

“Akın”

ve

“Yalova Türküsü

adlı oyunları izledi

>

Hamdullah Suphi Tanrıöver

;

bir

gün Dram Tiyatrosu'na telefonla,

Gazi Paşa’nın 10-15 dakikalık

gecikmeyle oyunu izleyeceğini

bildirir.

Ertuğrul Muhsin, Behzat

Hakinin

telaşlandığını görünce,

tepkisini belli ederek,

“Biz,

perdeyi her gece saat 9'da açarız.

Bu gece de 9’da açılacaktır.

Benim bildiğim Gazi Paşa

,

temsile

zamamnda gelecektir”

der. Dediği

çıkar. Tam 9’da gong çalar,

perde açılır ve o sırada Atatürk

locaya girer

Dram Tiyatrosu'nun İçi

: Dram Tiyatrosu’ nun içi muhakkak ki İstanbul’ un en zarif, en güzel tiyatro salonu idi. Jean Cocteau.1954’(e İstanbul'a geldiğinde tiyatrolarımızı görmek istemiş, kendisini oraya götürdüğümüzde bu salonun yapısına büyük hayranlık göstermişti.

Gazi Paşa, iki defa bizzat Dram Tiyatrosu’na gelerek iki oyunu izledi. Bunlardan biri “ Yalova Türküsü” idi. Öbürü ise “ Akın” adlı manzum tari­ hi piyesti. Yıllar 1931 ’i göste­ riyordu. Gazi Paşa, o sıralarda Yalova’yı uygar bir kaplıca şehri haline getirmek İçin imar faaliyetlerini bizzat ya­ kından izliyordu. Bir Avustur­ ya oyunundan çevrilip, ora­ daki kaplıca şehrini sözüm ona Yalova’ya yerleştiren mü­ zikli oyunu bunun için merak etmiş olsa gerekti. Gerçekten de, oyunun içinde Gazi’nin hoşuna gitsin diye, “ Yalova suyuna girenin ateşler tu tu ­ şur kanında” diye bir parça da vardı. Müzikleri Ferit Alnar bestelem işti. “ Renklerin Rü­ yasıdır Tango” adlı şansonun söz yazarı da Nâzım H ikm et’ ti. Bu oyunda Vasfi Rıza Zo­ bu büyük alkış topluyordu. Bir ara rahatsızlanınca onun yerini alan sanatçı da büyük alkış almıştı. Çoğu kimse, Muammer Ruşen adındaki bu genç sanatçıyı henüz tanımı­ yordu. Ama o genç, “ Ferah Dönemi” nde Ertuğrul Muh­ sin’in yanına sokulmuş, tiyat­ roya katılmış, Ferah Dönemi’ nin en zor işlerini üstlenmiş bir sanat âşığı idi.Daha son­ raki dönemdekiler, onu ünlü kom ik Muammer Karaca ola­ rak tanıyacaklardır.

"PERDE HER GECE

SAATİNDE AÇILIR..."

Bir gün Hamdullah Suphi Tanrıöver acele telefon ede­ rek Gazi Paşa’nın tem silin başlangıcından 10-15 dakika sonraya gecikebileceğini b il­ dirir, perdenin açılmamasını ister. Bunu duyan Ertuğrul Muhsin’in reaksiyonu şu olur: “ Biz, her gece perdeyi saat 9’da açarız. Bu gece de 9’da açılacaktır ve benim bildiğim Gazi Paşa temsile zamanında gelecektir” der. Tiyatroda Behzat Haki, son derece te­ laşlıdır. M uhsin’e “ Çocuk o l­ ma, on dakika beklemekten bir şey çıkmaz” der. Karşıla­ yıcılar kapıdadırlar. Behzat Haki de oradadır. Dış kapıda antrede beklemektedirler. Sa­ at 9 olur, gong çalar ve perde yavaş yavaş açılır. Tam perde­ nin açıldığı sırada da Atatürk’ ün locaya girmesi bir olur.

Gazi Paşa’ nın Darülbeda­ yi ile olan ilgisi Faruk Nafiz Çamlıbel’in, Türklerin Orta Asya'dan göç etm elerini ko­ nu edinen manzum piyesiyle daha da artar. Mustafa Kemal Paşa, bu piyesin yazılışıyla yakından ilgilidir. Temsil sıra­ sında da tekrar Şehir Tiyatro­ la rın a gelerek oyunu İzler. Muhsin Ertuğrul’u oyundan sonra locasına davet ederek tebrik eder, mennunluk izhar eder.

M l l

, YARIN:

Muammer

Ruşen

0 zamanki adıyla Muammer Ruşen, daha sonraların ünlü komedi sanat­ çısı Muammer Karaca. Güldürü ti­ yatromuzun unutulmaz kom iği.

Vali ve Belediye Reisi M u hittin ( tündağ, Darülbedayi'yl belediyeı kanatları altına almış, 19 35’te ! bir Tiyatrosu’ na dönüşmesini sı lamıştı. Artık tiyatronun bir tüzü i resmi kadrosu vardı. Sanatçı muntazam maaşa ve güvenceye I vuşmuşlardı.

Bir Shakespeare tutkunu

H a m d u lla h S u p h i T a n rıö v e r A tatürk’ ün yanı­ na ilk koşan aydınlardandı. Daha ön­ ce Türkocaklarını yöneten Tanrıöver, hatipliği ile ünlüydü. Cumhuriyet dö­ neminde bir ara Maarif Vekilliği de yapmıştı. Sonra büyükelçi olarak va­ zife gördü. Sanatçıları iyi tanırdı. Ya­ zıda sözü geçen dönemde sanat çevreleri ile Gazi Paşa'nın ilintisini kuran başlıca kişi idi.

(5)

Şehir Tiyatrosu’na

H aldun T A N E R

UHSİN Ertuğrul’da “ Hamlet” tutkusu on sekiz yaşında Paris’te Mounnet Soully’yi bu rolde görmesiyle başlar. İstanbul'a geldiğinde b irtru p kurup Ab­ dullah Cevdet’ in çevirisi ile “ H a m le f’i bir hayır cemiyeti yararına ilk defa oynar. 60. sa­ nat yılında kendisiyle yaptı­ ğım bir röportajda, “ Başucu kitaplarınız nelerdir?” soru­ ma, “ Epiktetos’un Düşünce ve Sohbetler’i, Hamlet ve Kuran” cevabını verm işti. Hamlet, Darülbedayi’de ikin­ ci oynanışında iki hafta, Talat Artem el’e oynattığı oyun da bir ay sürm üştü. 1956’da A m erika'dan dönen genç oyuncu Engin Cezzar’ ın baş­ rolünü üstlendiği Hamlet ise arka arkaya 150 kere oynamak suretiyle büyük bir rekor kırı­ yordu. Bu, ilk başlarda Türk seyircisi tarafından yadırga­ nan Shakespeare’i Türkiye’de iyice yerleştirm iş ve sevdir­ miş olmanın zaferiydi. Muh­ sin Ertuğrul, Türk Tiyatrosu Dergisi’nde “ 150. Hamlet” ad­ lı bir başyazısında sevincini şöyle dile getiriyordu:

“ Şimdi bunun hesabını görelim. Sahnemizde Shakes- peare oynanmasına sataşan­ lar, o zamanın aydın geçinen yazarlarıydı. Bu arkadaşlar ya­ nılıyorlardı. Ama, o günlerde bunu anlatmanın imkânı yok­ tu. Çünkü giriştiğim iz iş uzun süreli bir kültür savaşıydı. Bu savaşı hangi tarafın kazana­ cağını ancak (zaman) damga- layacaktı. Dünyanın ve haya­ tın en önemli yargıcı olan za­ man! Tanrı’mn dünyayı yara­ tışından, insanı üretişinden tutun da bir buğdayın başak, bir kurdun ipek oluşuna kadar her şeyde son ve kesin hük­ mü veren işte bu zaman!

“ Biz o günlerde inancımı­ zı savunmadık, yırtınmadık, yaygara koparmadık, çünkü almayı tasarladığımız tohu­ mun yeşermesi, gelişmesi için (zaman) gerekiyordu. O tohum un meyvesi (zaman)la olacaktı. Çok değil bir kuşak- lık zaman. Kim derdi ki, ara­ dan otuz yıl geçtikten sonra, Shakespeare bu memlekette, yeni yazarların bile üstünde, en çok oynanan, beğenilen bir dram yazarı olacak!...”

Shakespeare, tiyatronun muhakkak ki, kralıdır. Piyes­ lerindeki aksiyonla, seyircileri ve felsefi içeriği ile de en güç- beğenir aydınları aynı anda kavrar. Birer özdeyiş yalınlığı ve yoğunluğuyla çoğu replik­ leri zihinleri teshir eder, bel­ leklere yapışıp kalır. Muhsin Ertuğrul, Darülbedayi’nin da­ ha erken dönemlerinden iti­ baren Shakespeare’i İstanbul halkına tanıtma çabası için ­ dedir. Onca, Shakespeare, hem oyuncular, hem seyirci­ ler için en yüce okuldur. Ken­ di oynadığı Hamlet’ten sonra el attığı ikinci Shakespeare oyunu “ O thello” dur.

Raşit Rıza’nın Othello, Neyyire Neyir ve Bedia Mu- vahhit’in münavebeli olarak “ Dezdemona” yı tem sil e ttik­ leri bu oyunda kendisi de “ la- go” yu üstlenir. ________

1929-30 sezonunda “ Hır­ çın Kız” ı sahneye koymuştur. 1934-35’te Hamlet, 1935-36’ da “ Ölçüye Ölçü” yü, ertesi sezon “ Macbeth” i, 1938-39’ da “ Yanlışlıklar Komedyası” nı, 1940-41’de “ Othello” yu, 1941-42 sezonunda yine Ham- le t’i, 1942-43 sezonunda “ Kış Masalı” nı, sonraki yıllar “ Na­ sıl H oşunuza G iderse” yi, “ Atinalı Tim on” u, “ Coriola- nus” u, “ Jül Sezar” ı sahneye koyar. 1959’da yukarda sözü geçen 150 te m sillik Hamlet. 1964’te Shakespeare’ in 400. doğum yıldönüm ünü kutla­ mak için beş tiyatroda beş ay­ rı Shakespeare oyunu ser­ gilenir. “ Romeo J u lie t” , “ Ve­ nedik Taciri” , “ Bir Yaz Ge­ cesi Rüyası” , “ On İkinci Ge­ ce” , “ Kuru G ürültü” . Muhsin Ertuğrul, Shakespear’i “ O ve Ben” adlı yazısında bakınız nasıl değerlendiriyor:

“ Nasıl olur da Shakespe­ are, 37 büyük eserinde yüzler­ ce insan yaratır, kralından esi­ rine kadar hepsine can ve ruh verir, kemiklerini kenetler, şe­ killerini işler, sinirlerini örer ve dünyanın ayrı ayrı bölgele­ rinde, doğumlarından ölümle­ rine kadar, hiç birbirine ben­ zemeyen kaderleriyle onları karşı karşıya bırakır. (...) Dani­ markalI Hamlet, Afrikalı Ot­ hello, Italyalı Romeo, Atinalı Timon bugün de doğru yolla­ rında dümdüz ve sekmeden gidiyorlar. Halbuki ben, boca­ layıp duruyorum, tâ toprağa girinceye kadar...

“ Peki Shakespeare insan­ sa ben neyim? Ben insansam Shakespeare ne?”

YERLİ OYUNLARA

ÖNEM

Darülbedayi’nin ilk reper­ tuarını Fransızca’dan uyarla­ nan 2., 3. sınıf bulvar komedi­ leri oluşturm uştu. Gerçek Türk Tiyatrosu nun, Türk so­ runlarını, Türk insanlarını yan­ sıtan Türk oyun yazarları o l­ maksızın yaratılamayacağı ise ortadaydı. Önce ilk edebi heyet, sonra bu tiyatronun beyni olan E. Muhsin, bu ger­ çeği gözönünde tutarak im ­ kân buldukça te lif oyunları yüreklendirmişlerdir.

Darülbedayi’de ilk temsil edilen telif eser, “ Baykuş” un yazarı Halit Fahri’den sonra ibnürreflk Ahmet Nuri’yi de bir uyarlayıcı olmasına rağ­ men anmak zorundayız. Ib- nürreflk Ahmet Nuri, Ahmet

Yabancı uzman getirme geleneği Türk

Tiyatrosu'nda zaman zaman uygulandı

Altın Devri

£ ■ ■ a f e t i. '

>Muhsin Ertuğrul “Tiyatronun Kralı "

Shakespeare'in tutkunudur. O’ha göre

Shakespeare hem oyuncular, hem

seyirciler için en yüce okuldur.

ENCIN CEZZAR

Robert Kolej de tiyatro hocası Hilary Boyd un yonetımınoeKi tiyatro grubunda çeşitli dönemlerde, Nur Yalman, Tunç Yalman, Engin Cezzar, Genco Erkal, Çiğdem Selışık gibi profesyonellere parmak ısırtan cevherli gençler yetişmişti. Engin Cezzar da bunlardan biriydi. Amerika’ya gide­ rek tiyatro tahsil etmiş, “Actor Studio” da Paul Newman’ la birlikte öğ­ retmenlik yapmış genç bir sanatçıydı. Yurda dönüşünde, Muhsin Ertuğrul, tereddüt etmeden ‘ Hamlet” rolünü kendisine verdi. Bu rol, Engin Cez­ zar için unutulmaz bir başarı oldu. Aynı oyunda, Hüseyin Kemal Gürmen, Gülistan Güzey ve Sami Ayanoğlu da çok büyük alkış toplamışlardı.

1952-1957 arası genel sanat yö­ netmenliğine, AvusturyalI Meinecke getirilmişti. Mesleğini çok seven bir rejisör olarak, “ Liliom” ve “ Co­ lombe” gibi unutulmaz rejiler yap­ tı. Konservatuvarda birçok öğrenci yetiştirdi. Sahneye koyduğu oyun­ ların dekorlarını da kendisi yapardı.

>

Darülbedayi’de

Türk

yazarların

oyunlarına

ağırlık

veren Muhsin

Ertuğrul

,

Türk

Tiyatrosu'nun

yerli

yazarlarla

oluşacağına

inanırdı.

■-Ä.

r

r

i

A X W ß 'c r t r

r

m

EFSANE KJİDİN CAHİDE SONKU

SABRI ESAT SIVAVUŞGIL

Edmond Rostand’ dan çevirdiği 'Cyrano de Bergerac” , oyunla öz­ deşleşmenin ve Türkçe'ye tasarrufun bir şaheseri olarak sahne tarihine geçti. Siyavuşgil’ in “ Karagöz” üzerine de değerli araştırmaları olmuş­

tu. Siyavuşgil eleştirmen olarak da Türk tiyatrosuna hizmet etti.

Neyyire Neyir, ne kadar kültürlü ve bilinçli bir sanatçı ise, Cahide Sonku da o kadar pratik bir oyuncu idi. Kültürsüzlüğüne karşın, anlatı­ lanı çok iyi kavrar, pratik zekâsı ile en karmaşık rollerin üstesinden ge­ lirdi. Bu şaşılacak özdeşleşme yeteneği sayesinde klasik oyunlarda bile başarıya ulaşırdı. En çok alkış topladığı oyunlar, “ Cyrano de Bergerac", “ LA iglon” ve “ S ukuşu” idi. Fotoğraf onu, Avni DilligilTe beraber, ba­ şarıyla oynadığı Emilia Galotti oyununun bir sahnesinde gösteriyor.

Veflk Paşa gibi çok büyük us­ talıkla yurdumuza yerleştirdi­ ği Fransız komedilerini Darül­ bedayi’de oynatarak büyük seyirci kalabalığını yabancı değil de bizden insanların sı­ cak muhitine çekmiş oldu. “ Hisse-i Şayia” , “ Sekizinci” Ve “ Ceza Kanunu” bunlardan sadece birkaçıdır. Musahipza- de Celâl de te lif alanında bi­ ze yerli konulan başarıyla sundu. Ferah döneminde te­ lif eser düzeni kendini daha da gösterir.

Vedat Nedim’in “ İşsiz­ ler” !, Vedat Örfi’ nin “ Vefaen Ferağ” adlı eseri, Sermet Muhtar’ ın “ Duvar Aslanı” , Mahmut Yesari’ nin “ Bir Zait Bir Müsavi Bk” i, Osman Ce- m al’ in “ İstanbul Revüsü” , Münire Eyüp’ün “ Kâşif Efen- d i” si bu arada sayılabilir. Da­ ha sonraki dönemlerde yine Vedat Nedim’in “ Kör” adlı pi­ yesi, “ Üç Kişi Arasında” adlı piyesi, Abdülhak H am it’in “ Tezer” i sahneye kondu. 1930-31 sezonunda o zaman henüz çok genç bir şair olan Cevdet Kudret’in “ Rüya için ­ de Rüya” sı, Nâzım Hikm et’in “ Kafatası” adlı piyesi, Faruk Nafiz’in “ Akın” ı, ertesi yıl.yi- ne Nâzım H ikm et’in “ Bir Ölü Evi” , Yusuf Ziya Ortaç ve Muhlis Sabahattin’in “ Aşk Mektebi” , Necip FazıPın “ Bir Adam Yaratmak” adlı eseri, Musahipzade Celâl’in “ Ayna- roz Kadısı” , Sedat Simavi’nin “ Ceza” adlı oyunu, Cemal Na- dir’in “ Yüz Karası” , Musahip­ zade Celâl’in “ Bir Kavuk Dev- rildi” si, Cevat Fehmi’nin “ Bü­ yük Şehir” i, “ Küçük Şehir” i, “ Paydos” u, halkın büyük rağ­ betini gördü.

Bunlar dışında daha genç kuşaktan Sabahattin Kudret Aksal, Melih Cevdet, Turgut Özakman, Necati Cumalı, Aziz Nesin, Recep Bilginer, Turan Öflazoğlu, Oktay Rifat, Orhan Asena, Oktay Arayıcı, Bilgesu Erenus ve daha nice­ lerinin eserlerini de oynama­ ya önem verdi.

DARÜLBEDAYİ VE YABANCI

UZMANLAR

André Antoine’ la açılan yabancı uzman getirme

gele-neği Şehir Tiyatroları’nda da­ ha sonraki dönemlerde de za­ man zaman uygulandı. 1930' da Joseph Max, tiyatro öğret­ meni olarak Konservatuvar’a çağrıldı. 1930’da açılan Tiyat­ ro Okulu’nda Muhsin Ertuğ- ru l’dan başka eskrim hocası Grotovski ve Selim Sırrı Tar- can’ın kızları Azade ve Selma hanımlar da beden eğitimi ho­ cası olarak yer alıyorlardı.

Prof. Fahrettin Kerim Gö- kay’ın valilik ve belediye reis­ liği zamanında da Şehir Tiyat­ rolarımın başrejisörlüğüne ya­ bancı bir uzman getirilm esi düşünüldü. İstanbul’da çıkan “ Türkische Post” gazetesinin sahip ve başyazarı Türkolog Prof. Duda’ nın tavsiyesine uyularak Viyana'da dekoratör olarak ün yapmış olan Max Meinecke, İstanbul’a çağ­ rıldı. Dinamik ve coşkulu bir tiyatro adamı olan Max Mei­ necke, Şehir Tiyatrosu’na ye­ ni bir hava getirdi. Emektar dekoratör beyaz Rus Perof’un da Avrupa düzeyindeki dekor­ larından sonra İstanbul

seyir-cileri. Meinecke’nin de nefis dekorlarını alkışladılar. Mei­ necke, yönetmen olarak da başarılı mizansenler yaptı. Özellikle Franz Molnar’dan “ Liliom ” , Jean A nouilly’dan “ Beyaz Güvercin” mizansen­ leri unutulmaz izlenimler bı­ raktı. Meinecke’nin bir büyük hizmeti de genç sanatçılara çalışma disiplini ve coşkusu aşılaması oldu. Provalar b it­ tikten sonra bile çoğu oyun­ cunun gönüllü olarak hocaları ile çalışmalarını sürdürdükleri görülüyordu.

Bu yabancı uzman gele­ neği daha sonra Ankara Dev­ let Konservatuvarı ve Devlet Tiyatro ve Operası’nın açıldı­ ğı zaman da devam etti. Kari Ebert başta olmak üzere Re- mato Mordo gibi hocalar Türk Tiyatrosu’na Batılı çalışma metotları getirdiler. .

YENİ REJİSÖRLER

Şehir Tiyatrosu yeni reji­ sörler yetiştirmek konusunda da büyük gayretler sarfetti. Muhsin Ertuğrul ve Vasfı Rı­ za, Max Meinecke gibi tanın­ mış rejisörler dışında genç kuşaktan başarılı rejisörlere imkânlar verdi. Bir süre için Şehir Tiyatroları’nda vazife gören Ulvi Uraz’ ın başarılı

re-ULVİ URAZ. FAZİLET ECZANESİ NDE

Ulvi Uraz, coşkulu, şevkli, klavyesi çok zengin bir tiyatro ustası idi Sahneye eloktrik katar, yönettiği sanatçılar zorluk çektiği zaman, rolleri­

ni onlar kadar özdeşleşip oynayarak yol gösterirdi

jieri halkı çok etkiledi. Ulvi Uraz, hem usta bir oyuncu hem de titiz bir rejisör olarak “ Fazilet Eczanesi” ni, “ Mine” yi ve diğer oyunları sahneye koyarak Türk yazarlarını Türk seyircilerine sevdirdi. Ameri­ ka’dan dönen Beklan Algan, eşi Ayla Algan’la birlikte “ Tar­ la Kuşu” adlı reji ile Şehir Ti- yatrosu’nda ilk vazifelerini üstlenmişlerdi. Daha sonra “ Sinekler” adlı rejide de ba­ şarılı bir örnek sundular. Ba­ şar Sabuncu, tiyatro oyuncu­ su, tiyatro yazarı niteliklerine bir de yönetmenlik ekledi.

Şehzadebaşı Tiyatrosu’- nun yönetimini bir süre o üst­ lendi; daha sonra da Tepe- başı’ndaki “ Deneme” Sahne- s i’nde Shakespeare’in “ Yaz Gecesi RüyasT’nı çok başarılı ve modern birşekilde sahne­ ledi.

UNUTULMAYAN

OYUNLAR

Şehir Tiyatrosu’nun hafı­ zalarda iz bırakmış bazı oyun­ ları vardı ki, bunların başında Reşat Nuri Güntekin’in “ Yap­ rak Dökümü” gelir. Bu eser oynandığında çok büyük rağ­ bet görmüştü. “ Paydos” yine çok büyük alaka toplayan Vasfi Rıza Zobu’ nun sondaki tiradıyla seyircileri duygulan­ dıran bir oyun olarak hafıza­ larda kaldı. Engin Cezzar’ ın oynadığı “ Hamlet” , Muhsin Ertuğrul’un sahneye koyduğu “ Ham let” , arka arkaya 150 kez oynayarak bir rekor kır­ mıştı. ilk oynandığı zaman da­ ha Darülbedayi açılmadan ev­ vel Muhsin Ertuğrul’un bizzat, oynadığı “ Hamlet” ancak bir­ kaç gün oynayabiliyordu.. Da­ ha sonraki devirlerde de çe­ ş itli zamanlarda oynandı.

Max Meinecke’nin sahne­ ye koyduğu “ Liliom ” da çok büyük bir ilgi topladı. Sabri Esat Siyavuşgil’in Edmond Rostand’dan manzum olarak çevirdiği “ Cyrano de Berge­ rac” önce nefis Türkçesı, sonra da Hüseyin Kemal Gür- men’in oyunu ile olağanüstü başarı kazandı. “ Eksik olsun istem em ” tiradı dillerden düşmedi.

YARIN:

AKTÖR YETİŞTİRME

Referanslar

Benzer Belgeler

baktığımızda, çoğunun gezegen benzeri uydulara sahip olduğunu görüyoruz. Bu uydulara ‘gezegen benzeri’ denilmesinin sebebi, sahip oldukları manyetik alan ve

Çölaşan ısrarla, Barlas a- leyhine Sabah Gazetesi’nde yer alan “ fiıale Takipçisi Genel Müdür Kim?” başlıklı haberi gösterirken, bu gaze­ tenin Barlas

In other cases (embedding additional atoms in surface positions (Sİ29E6, Sİ38E6, Sİ59E12) correspond to a tetrahedral interstitial positions in bulk silicon, or

Ödül müzeye eski bir köşkün aslına uygun olarak restore edilip yenilenmesi ve arkeolojik eserler müzesi olarak açılması nedeniyle verildi.. Törende kısa

This research was conducted to determine the effects of different seaweed doses on yield and nutritional values of hydroponic wheatgrass (Triticum aestivum L.) juice in the

En meş ■ hur eserleri

Yöntem: Marmara Üniversitesi Hastanesi Acil Servisi’ne 01.06.2005-31.12.2006 tarihleri arasında başvuran olguların kayıtları geriye dönük olarak tarandı, olguların

Grif- fith’ten beri yerleşmiş olan klasik sinema­ nın estetik öğeleri Godard tarafından ters­ yüz edilmiştir...” “..Godard, yeni bir estetik çizgiyi gerçekçiliğin