»
î
- f
D U şü n celer •••
I
BU MUNBİT TOPRAK
Dünya öyle bir buhran içinde çalkalanmaktadır ki dimağlarımız ya doğrudan doğruya veya bilvasıta si yasî mülâhazaların ve endişelerin inhisarına tâbi kalıyor, muhakeme lerimizde o düşüncelerin tesisatın dan sıyrılariııyoruz. |
Bugün ele aldığım mevzu yarma inanma, ve ona hazırlanma mevzu- | udur. Fakat gene itiraf etmeliyim ki i bir,' takım siyasî mülâhazalar gene tahlilime hâkim olmaktan hâli kal mayacaktır.
Her sahada mefahirle dolu bir ma ziye sahih olan Türk milleti uzun seneler mühmel kaldıktan sonra ken Sine bir yol seçti: Garb medeniyeti ne intibak. Son harbden sonra hür milletler camiası dediğimiz toplu luğun medeniyet anlamına tamamen benimsemiş blarak katıldık ve m a zide kaybetmiş olduğumuz zamanı telâfi için bin işe birden sarılmak zorunda kaldık. Zaruretlerin icabı olarak vücud bulan bu topluluk ge çici bir siyaset ifadesi değildir. Ca mianın içindeki ihtilâflar ne olursa olsun komünist âleminin nefsinde taşıdığı zulüm ve tagallüb, hürriyete âşık milletleri daima onun tahri batından korunmağa sevkedecek ye medeniyetin inkişafı müsbet olduğu kadar bu korunmanın saik olduğu menfi tesirata tâbi kalacaktır.
İnsanlar birbirlerine gitgide yak laşmağa, birbirlerini tanımağa ve yalnız, askerî kudretlerini değil bü tün medenî vasıflarım ‘ mütekabilen tartmağa mecburdurlar. Milletler a- ralarındaki (interdépendance) eski yaşayış şekillerinin bir çoğunu or tadan kaldırmış, idealleri birleştirme yoluna girmiştir.
Bu balcımdan Türk milletinin ha- ricde nasıl görüldüğünü bilmek, bizi tanıtanları tanımak ve onları müm kün mertebe takviye etmek bor- cumuzdur. Bittecrübe sabittir ki yüzlerce ve binlerce sahifelik neşri yat iyi idare olunduğu vakit tesirle rini göstermekten hâli kalmasa bile okuyucuların mühim bir kısmı «bi zim şeyhin kerameti olur menkul kendinden» diyerek iddialara,
ina-0
a z a n
Numan Menemencioğiu
nacakları varsa, inanmamağa tema yül ederler. Halbuki görmek, duy mak, ve tanışmak müsbet veya men fi tesirlerini derhal yapan unsurlar dır. Istanbulu gören güzelliğini u- nutmaz. Şu kadar var ki İstanbulun güzellikleri ya tabiatin eseridir, ya- hud da Türk milletinin mazide ya
artisti dinler hale gelmişlerdi.. İdilin konseri bitince herkes birden konu şuyor ve hislerini birbirlerine anla tıyorlardı. Bu aralık nazarı dikkati mi bir kısa muhavere çekti: «Bu ço cuk ilhamını göklerden alan bir hâ rika» mütalaasına çok salâhiyetti bir şahsiyet cevab verdi: «Evet rattığı hârikaların bir meşheridir. çorak topraklar gül yetiştirmez! İdi- Bu mazi ile her zaman iftihar ede »hında-lim. Fakat istikbale nasıl hazırlan
dığımızı, medeniyet yolunda kaydet miş olduğumuz terakkilerin ne se viyeye vardıklarını araştırmayı ih mal etmiyelim. Bütün bunların bir kısmım ele alırken herkesin bildiği bazı müşahedeleri sıralamaktan baş ka bir şey yapacak değilim. Bununla maksadım dağınık hakikatleri bir
1in ruhu muhitinin tesiratı altında dır». Bu nvütaleayı dinlemek benim için sonsuz bir iftihar, gurur mev zuu olmuştur.
Kemph gibi müzik âleminin her sene sabırsızlıkla beklediği cihanşü mul kudrette bir piyanist İdille be raberce «İki piyanolu» bir konser vermiş ve bütün salon parçanın so nunda «İdil! İdil!» nidalarile yavru -araya toplamak ve Türk milletinin muzu nihayetsiz alkışlara
gaıketmiş-. . , a 1 1 M : i t 1 —. — A i H T u f - l l r ! A 1 Î t i I vı n ı r f a e n 1 ûTVl C11 —
T E Ş E K K Ü R
Ailemiz, büyüğü
ZENNUNE SEÇKIN’in
/efatı münasebctile izhar edilen ya- cın alâka ve acımızı paylaşma husu fundaki samimî ve nazik hislere, ce nazemize çelenk göndermek, iştirak rimek lûtfunda bulunan dost ve mü- esseselere teşekkürler ederiz.
Çocukları ve Torunları
ruhuna, imkân ve kabiliyetlerine dı şandan nasıl bakıldığını göstermeğe çalışmaktır.
Bir musiki memleketi olan Bal yada dünya müzik mabedlerinin en ilerisinde yer alan bir tiyatro var dır: Milâno Scalası.. Orada bir eseri dinlemek için günlerce beklendiği blur, velev figüran olarak sahnesine çıkmak, hele bir kaç nota sesini din letmek erkek kadın yüzlerce artistin rüyalarına giren bir mazhariyettir. İşte bu mabedde bir Türk kızı bi rinci soprano rolünü oynuyor, şid detle alkışlanıyor, yirmi defa perde önüne çağırılıyor ve nihayet de Toscanini gibi bir müzik ilâhının cenazesinde Scala orkestrasının so listliği kendine tevdi olunuyor. Bil mem ajans telgraflarım okuyanlar bu büyük zaferi lâyık olduğu gibi ölçmüşler midir? Herhalde Leylâ Gencerin topladığı alkışlar Türk milletinin kazandığı itimad oyların dan biridir.
Altı yaşında bir çocuk Pariste ça lışmağa geliyor. Bu hârika diye tav sif edilen yavrulardan biridir. İlk konserine Paris sosyetesinin en mümtaz musiki meraklılarım çağır mıştım. Çocuğu görünce biraz du rakladılar ve bir angarya çekecek İnsanlar gibi tevekkülle sıralandı lar., İdilin daha ilk mozörleri duyu lunca nazarlarda bir hayret belirdi, bir iki dakika sonra bütün o müzik meraklıları vecd içinde, büyük bir
tir. Musiki âleminin diğer âlemşü mul bir üstadı olan Bakhaus davet lim olarak İdili dinlemek üzere Bü yük Elçiliğe gelmiş o da başında sep tik bir tavır takınmışken Bach’ın ve Beethoven'in nağmeleri İdilin elle rinden uçarak onu teshir etmiş, ço cuğu daha fazla dinlemek istemiş ve nihayette de İdilin ricasına uyarak piyano başına geçmekten, en sevdi ği eserleri onun için uzun uzun çal maktan kaçınmamıştır.
Çorak topraklar gül yetiştirmez, hattâ kazarğ bir tohum baş verse bi le müsaid havayı bulmazsa çiçek gene yetişemez. İdil Türk milletinin ruhundaki hassasiyet ve kabiliyetin bir ifadesinden başka bir şey değil dir.
Pariste dinlediğimiz Türk virtüöz - lan, Suna’lar, Ayda’lar, aynı top rakta yetişmekte olan müstesna ka
biliyette gene fidanlardır. Yüzlerce virtüoza malik olan Paris müzik muhiti onları beğenmiş, zevk ile u - run uzun dinlemiştir. Viyolonselist
Feyhâ da her sene Avrupada yayın dan çıkan güzel nağmeleri dinlet
mektedir. Kompozitörlerimiz ve bu meyanda Adnan, Ulvi Cemal, Cemal Reşid müzik kültürlerinin derinli ğini herkese kabul ettiren birer üs-
taddırlar.
Ressamlarımızın Paristeki ilk ser gileri hakikî bir alâka uyandırmıştı.
Fakat sonra abstrait ressamlar, men- sub oldukları mektebin henüz im tihan devrini atlatmamış olmasından olsa gerek, ciddî bir kritik hadde sinden geçemediler. Maahaza arala rında mevcud kabiliyetler gitgide belirmektedir. Meselâ gene bir hâ rika çocuk, Haşan Kaptan, takdir ile karşılanmıştır. Heykeltıaşlar içinde her sene hususî bir sergi açan Semiramis (abstrait) yİ sevmiyeııler tarafından bile beğenilen ince ve ma nalı eserler teşhir ediyor. Bu yolda olgunluk enstitüsünü de unutmamak lâzımdır.
Bütün bu bediî tezahürat geçm i şin emsalsiz güzelliklerini bir araya toplayan «Türk sanatının hârikaları» sergisile taçlanmış oldu. O harikalar eminim ki yarın yeni şekillerde ge ne tekrarlanacak ve herkesi teshir edecektir.
Yazımın başında da söylediğim gi bi üzerinde tevakkuf ettiğim göğüs kabartıcı tezahürler bunlardan iba ret değildir. Hepsine işaret edem eyi şim o kadar yerim olmamasından neşet ediyor. Fakat makalemi bitir meden evvel büyük bir zevk ile kay detmek isterim ki romanları dört beş lisana tercüme edilen ve çok beğe nilen Yakub Kadrinin «zoraki» olm ı- yan dehası bu toprakların ne kadar mümbit olduğunu ve ne istidadlar taşıdığını göstermeğe yarayacak d e- lâilin ilerisinde yer almaktadır. Dr. Bülend KöprUlii
1. Ü. Medeni Hukuk ve Toprak Hukuku Doçenti