• Sonuç bulunamadı

Unutulan bir yazar Nahid Sırrı Örik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Unutulan bir yazar Nahid Sırrı Örik"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cti)

w

U .

î

-- f V

Nahid Sırrı Örik, ortaya

koyduğu yapıtlarla

edebiyatımızın önde gelen

yazarlarından biri olmasına

karşın, zamanla unutuldu. Son

yıllarda kitaplarının yeni

baskılarıyla yeniden gündeme

gelen Örik, unutulmaktan

kurtularak edebiyatımızdaki

yerini hızla alıyor.

ŞENER ÖZTOP

O

, edebiyatın her dalında ürünler veren çok yönlü bir yazardır. Öy­ külerinde geçmişten gelen yaşa­ ma biçimini, ölmeye yüz tutmuş gelenek ve görenekleri, aristokrat ailelerin zama­ na nasıl yenik düştüklerini, “belli belirsiz bir ironi ile hüzün arası” bir atmosferde anlatır.

N ahid Sırrı Örik yaşadığı dönemde ya- pıdanyla edebiyatımızın önde gelen ya­ zarlarından biri olması gerekirken, gerek­ li ilgi görmemiştir. Rauf M utluay’m da belirttiği gibi “...Kıskanmak romanı (1946), gerekli ilgiyi görmemiş olan N ahid Sırrı Örik, 1957 ele yayımladığı ‘Sultan H am id D üşerken’ eseriyle haket- tiği başarıya kavuşacaktır.” (1) O, ede­ biyatımızın bilinmeyen, kendi kendini ye­ tiştiren, başka bir deyişle, ‘otodidakt’ bir yazardır.

“Baba evinde bir Türkçe hocası ve bir frenk madaması ile öğrenimine başlamış, Beşiktaş’ta ‘Afitâb-maarif’ rüştiyesi (orta- okul)nden mezun olmuştur. Babasının çevresinde okuyarak, dolaşarak ve dinle­ yerek yetişmiş, çocukluktan başlayarak tarihe ve edebiyata merak sarmıştır.” (2) O n üç yıl Avrupa kenderinde dolaşmış ve yaşamıştır (1915-1928). 1928’de yur­ da döndükten sonra Cumhuriyet gazete­ sinde yazarlık ve Milli Eğitim Bakanlı- ğı’nda çevirmenlik yaptı. Hayatını yazı yazmak, çeviriler yapmakla kazanmış ve hiç evlenmemiştir. (3)

Gündelik hayatm içerisinde yazmakla kendi dünyasmın kozasını örmüştür. 1928’den sonra çeşitli gazete ve dergile­ re (Cumhuriyet, Tanin, Tan, Milliyet, Edebiyat ve Sanat Gazetesi, Hayat, M u­ hit, G ürbüz Türk Çocuğu, Aydabir, Ta­ rihte Bu Ay, Varlık, Radyo Haftası, Rad­ yo Dünyası, Yelpaze) öyküler, roman tef­ rikaları, seyahat yazıları, denemeler, ma­ kaleler ve çeviriler vermiştir. Yapıtlarının çoğu kitap halinde yayımlanmamıştır.

"Mazi gözümün Önüne geliyor" Sürekli geçmiş zaman gözünün önüne gelir. Geçmiş zaman peşindedir. Muhay­ yilesi doğurgan, duygu yüklüdür. G eç­ mişten gelen yaşama biçimini, konak ve yalı hayatım, ölmeye yüz tutmuş gelenek ve görenekleri, insan tiplerini, değişen ve gelişen sosyo-ekonomik koşullara ayak uyduramayan aristokrat ailelerin zamana nasıl yenik düştüklerini dramatik bir at­ mosferde kaleme alır.

“O nun asıl dikkati çeken eseri ‘Sanat­ kârlar’ (1932)dır. Bütün malzemesi ger­ çekten, yaşanmış bir hayattan, bize has in­ sanlardan alınmakla beraber günümüz- çevresivean- lavasını dal­ galandırışı, bu hikâyelerine hayâlı bir manzara veriyordu.” (...) (4)

Eserlerine bir göz gezdirirsek onun her şeyden önce bir büyük hikâye (novel) ya­ zarı olduğunu görürüz. En başarılı eser­ lerini de bu alanda vermiştir. (...) En gü­ zel eseri “Bir Osmanlı diplomatı: Perso- nosi Bey’le madamı”dır. Devrimlerin top­ lum yaşayışımızda yaptığı kökten deği­ şiklikleri, bunların geride kalanlar üze­ rindeki etkilerini gerçekçi bir anlatışla, ancak o çevrelerle yakın ilgisi olan kim­ selerin bilebileceği ayrıntılara inebilen de­ ğerli bilgilerle verir.” (5)

Mektuplar dHe gelse

Nahid Sırri Bey’in renkli dünyasını be: den geçmişe doğru uzanan, çe\

latışı ile bir ‘Geçmiş zaman’ ha

U nutulan bir yazar

Nahid S ırrı Orik

M M M IIIIIII1IIIIIII111I1PM 11

lirleyen bir diğer yönü de mektuplarıdır. M ektuplar yaşadığı dönemin belgesi niteli­ ğindedir. Bir bakıma içsel duygulanımlarını, dost edebiyat çevresi­ ni, yazar olma sorum­ luluğunu, beklentileri­ ni, çalışma atmosferini yansıtması yönünden bayii ilgi çekicidir. M ektuplar içten gelen bir ‘eda’yla yazıhr. O nun bilinmezliği, unutulmuşluğu m üte­ vazı kişiliğinin arkasın­ da gizlidir. Yaşar Na- bi’ye 31.5.193 l ’de yaz­ dığı bir mekupta şun­ ları dile getirir:

“...Dâirede olduğu

gibi şimdi evde yalnızım. Beraber oturdu ğumuz zat İstanbul’a vazifeten gitti. Ner de ise tek başıma konuşur olacağım. ” (

ı hepi olduğ düşününce senden başka kimseyi bula

taşımı

Hepinizi fevkalâde özledim. Bu hepiniziLepır dedikten sonra bunların kim olduğunu ama-dım; bu da ayrı mesele. (...) Kenan Hulû- si’den ve mecmuasından ve makalemizin bedelinden hiç ses seda yok. Hayret I (...) mebus namzedi Faruk Nafiz Bey kurum ve azametlerinde hayli iskonto etmiş oldu- u halde arada bir manzuru fakirânem.

..) (6)

Diğer taraftan Ankara’da Dil Encüme- ni’nde çakşırken, sürekli olarak İstanbul ve edebiyat çevresini düşünür, özler. İs­ tanbul Babıâîi Caddesi’ni, önemli kişileri­ ni, Meserret Kahvesi’ni, Löbon Pastane­ sini batırlar. ‘Hakt Bey’in dükkânında ne var ne yok?’, ‘Yeni kitap basıyor m u?’ der. H er şeyden önce kendi edebi dünyasın­ dan kesitler vererek... Kuzum bizim bu biriken hikâyeleri, makaleleri kim basa­ cak? Bunların turşusunu mu kuracağız? Bu ne rezalet, bu ne akamettir? Bu ne bet- siz bereketsiz durum dur böyle?” (7) diye yakınır.

Türk Resmi Üzerine Düşünceleri Nahid Sırrı Ö rik’in duygu ve düşünce dünyası uzun soluklu, geniş ufukludur. O, edebiyatın her dalında ürünler vermeyi yeğler. Roman ve öykü ile birlikte, tarih ve sanatın bütün dallarında (sinema, tiyatro, resim vd.) eleştirel bir bakışla makaleler yazar. O nun bilinmeyen bir yönü de res­ me, güzel sanatlara karşı tutkunluğudur. Bir yazar-eleştirmen kimliği ile dönemin sanatçıları ile içk dışk olmuş, onların yeni ürünlerini görmüş, sergilerine gitmiş, izle­ nimlerini Tanin gazetesinde yazmıştır. Türk resim sanatına olumlu eleştiriler, söy­ lemler getirmiştir. Bir bakıma sanatı ve edebiyatı kendi alanında özümleyerek, öz­ deşleştirerek, değişik janr’da özgün yo­ rumlar getirmiştir.

Diğer taraftan sanata karşı merakı do­ layısıyla “Sanatkârlar” adk öykü kitabın­ da “En güzel eseri” bunun bir belirtisidr. Nahid Sırrı Ö rik, Cumhuryet dönemi Türk plastik sanatlarının gelişmesini, ye­ ni yapıtlar vermesini yazılarıyla destekle­ miştir. O günlerin sanat eleştirmeni yok­ luğunu dikkati çekersek, resim üzerine yaptığı tespitler, eleştiriler bir belgesel ni­ teliğindedir. O nun özgün bir makalesi

“Resmimizin yazılmamış tarihi hakkın­ da” düşünceleri bugün de hayatiyetini ko­

rumaktadır. Bu konuda şu ilginç saptama- yapar: “Türk resim tarihi ne zaman ve imin tarafından yazılacak? Resim tarihi­ mizi Abdülmecid ve nihayet II. Mahmud zamanından m üphem (belirsiz) surette başlatan, hudutları da müphem bir iki etüd, bu boşluğu doldurmak evsafım (ni­ teliklerini) haiz olmaktan tamamıyla uzak­

tır. Memlekette her şe­ ye rağmen resmin da­ ha eskiden başlamış ol­ duğuna, Bektaşi tek­ kelerinden toplanmış bazı iptidai (ilkel) portreler kadar E d ir­ ne’nin bir çarşısıyla bir konağında ve Kayse- ri’nin yine eski evinde

f

örmüş olduğum -bel- i artık tamamen yok olmuş- bazı resimler­ den şahsen kanaat ge­ tirmiştim. (...) (8)

Türk resmi hem en

hemen H am di

Bey’den başlamış (ve bazı zatlara göre de onunla bitmiş sayılır­ ken), onun m uasırlan (çağdaşları) ve hattâ ondan biraz evvel gelmiş kimseler arasın­ da hayretle layık bir sadelikle çok güzel eserler vermişlere rastlıyoruz. (...) Resim tarihimizin bazı köklerini bilmezlik, taas­ sup (bağnazlık), yangınlar, ihmal ve tesey­ yüp (kayıtsızlık, üşenme) çürütüp yok et­ miştir. Ancak kalmışlar üzerinde derhal eğilmezsek, yarın vesikalar (belgeler) da­ ha azalacak, kaim sislere gömülecektir. (9)

Bir Türk resmi toplu bir şekilde ne za­ man vücut bulmaya başladı, hangi tesir­ ler altında bir şelul aldı, Türk resminde Şark minyatürüyle Garp eserlerinin nüfuz çarpışmaları var mıdır? İlk Türk ressamı olarak kimleri kabul edebiliriz. (...) (10)

Peyzajdan portreye kadar resim nevile-ı portreyi rinin (çeşiderinin) hususi (özel) bir inki

lirin nihayet T i

içe;

şaf (gelirim) tarihleri mevcut m udur ve Türk resminin tuttuğu istikâmet , Sami

ese-ri anlatmadan “Hocaları istidadına (yete­ neğine) hayrandı, genç yaşında G irit’te öldü” tarzında hal tercümelerinden (öz

£

tü n bu mevzuları inceleyen b ir tetkik (araştırma) eseridir ve maalesef bu eserin fasıllarını (bölümlerini) tertip edip serlev­ halarım (yazı başlıklarını) koymak üzere de henüz kalemler yontulmamıştır.

Bu kalemleri seferber edecek şeyse, Ba- bıâli caddesindeki arz ve talep şartlarına göre ancak resmî bi makamın karan ve hi­ mayesi olabilir.” (11)

"Resim Kuramcısına ve Resim Beştirmenine Sahip Bulunmaktan

Henüz Çok Uzaktayız"

“Tabiatla kendi arasında özel bir görüş, düzen ve bildiriş koymayan her sanatçı eserinde basit bir fotoğraf olmak tehlikesine maruzdur.” N S.

ÖRİK

Bu bağlamda Kasım 1943’te kaleme al­ dığı “Mevzular Ortasında” adlı makale­ sinde yine sanat çevresinden söz açarak şunları dile getirir: “Resimden en çok res­ samlarımız, fırçalarım bırakarak bahsedi­ yorlar. H atta bunlar arasmda bir-tanesi var ki, velût (doğurgan) fırçasını bırakın­ ca, on parmaği ile on hüner gösterip aym zamanda fıkra, hikâye ve şür yazmaktadır. Diğerleri onun kadar yani (Bedri Rahmi derecesinde) pürhüner (çok yetenekli) ol­ mayabilirler. Ancak Nurullah Berk, Ma­ lik Aksel, Eşref Üren gibi bazı»ressamla- rımızın resim mazisinden, nazariyelerin- den (kuramlarından) ve yeni mahsulle­ rinden (ürünlerinden) dikkatle bahset­ meye muvaffak (başardı) olduklarını söy­ lemek lazımdır.! 12)

Fakat resmin gerek nazariyeleri, gerek

engin tarihi ve gerek yeni mahsulleri hak­ kında, b u işe öm rünü tahsis (ayırmak) ederek bize eser hazırlayan ve veren resini tarihi âlemine (dünyasma), resim nazari- yatçısına ve resim m ünekkidine (eleştir­ menine) sahip bulunm aktan henüz çok uzaktayız.(13)

55 yıl önce geleceğin T ürk resmine, sa­ natçısına ve sorunlarına sahip çıkan Nahid Sırrı Örik, Türk plastik sanatlarının henüz tarihinin ve felsefesinin yazılmadığım

vur-yetiştirilemediğine dikkat çeker. G ü n ü ­ müzde de sanat eleştirmeninin ne kadar az olduğu ve az yetiştiği bir gerçektir. O nun bu yerinde öngörüsü, önsezisi halen ge­ çerliliğini sürdürmektedir.

N ahid Sırrı Örik, Fransızca’ya ‘vukuf’ olması dolayısıyla Fransız edebiyatına ve sanatına karşı da ilgilidir. Birçok çevirile­ ri vardır. Yazılarında, m ektuplarm da yer yer Fransızca sözcükler kullanır. Milli Eği­ tim Bakanlığı’nın Doğu ve Batı klasikleri­ nin çevirilerini “feyizli gayret” olarak ni­ teler ve şu özgün önerisini ortaya atar: “...yazar Eugène From entin’in Felemenk ve Flaman ressamlarına ve resmine dair yazdığı ‘Les Maîtres d ’autrefois’yı dilimi­ ze çevrilerek, irfan hayatımıza büyük bir hizmet olacakur” der. (14)

"Türk Edebiyatı ve Fikir Hayatı Pek Büyük Bir Gelişme İdrak Etmedi" Bir önceki yazısı “Tenkidin Durumuna

Dair Bilânço”ya gönderm e yaparak,

Cumhuriyet’in yirminci yıl dönüm ü idrak edilirken, Türk edebiyatının “yirmi yıl” içindeki gelişim sürecinden söz açarak, eleştirme durum una değgin bir genel de­ ğerlendirm e yapar: “Cum huriyet devri tenkidi ne halde buldu? Yirmibirinci yılı-na ne halde terediyor? Türk edebiyatın­ da, tenkidin; G arp ’tan örnekler almaya başlar ve bu örnekler roman, hikâye ve ti­ yatro gibi o vakte kadar bilinmeyen nevi- lerde (türlerde) eserler verirken ilk nümu- nelerini Ekrem Bey’in tenkit sıfatım ken­ dilerine tevcih vermeye başladığını söyle­ mek yanlış olmaz. Namık Kemal’in veRe- caîzâde Ekrem Bey’in tenkit sıfaunı ken­ dilerine tevcih (yönelteceğimiz) yazıları yok değildir. Lâkın daha objektif bir şekil­ de ve hele bir kitabı, muharririnin hüvi­ yeti kadar o kitabın da bütün ruhunu iha­ ta edip bildirmek üzere anlatmak maksa­ dıyla yazılmış ilk yazıları, Edebiyatı Cedi­ de devrinde Mehrned Rauf’la Hüseyin Ca­ hit Yalçın’ın bazı makalelerinde görürüz. Ü5)

Cumhuriyetin ilanına kadarki devrede, yani 1908-1923 arasındaki onbeş yıllık za­ man esnasında ise Türk edebiyatı ve fikir hayatı pek büyük bir gelişme idrak etm e­ di.!...) Büyük münekkit (eleştirmen) hasıl olduktan sonra büyük bir edebiyatm do­ ğacağı iddiası bir iddia mahiyetini aşma­ dı ve aşamayacaktır. Büyük münekkidin zararsız romanları, vasat şiirleri ve zayıf iyesleri tenkit etmesi sayesinde yeni ve

romancılar, şairler ve piyes m uhar­ rirleri türeyeceği hakkındaki fikri boş bir temenni bulurum.!...) (16)

Eleştirmenin yetişmesi ve etkili olabil­ mesi için de ortam ve koşulların,oluşma- cukkat çeken N ahid Sırrı Örik, bu sına

konuda olması gerekenleri şöyle belirti­ liye.

hip olmalıdır ki, fikirlerini intizamla. ı gere

yor: “Bir m ünekkit her şeyden evvel ser­ best bir kürsüye, müstakil bir şutuna sa-

se-ve çir

batla, hürriyetle bildirebilsin. Münekkit ancak daima istiklâlle söz söyleyebileceği e çok dinleyiciye sahip bir kürsü ele ge- irdiği takdirdedir ki, gerek muharrirler, ;erek okuyucular üzerinde müessir olabi-

(17)

Diğer taraftan N ahid Sırrı Örik, şu ilgi çekici saptamayı da yaparak, eleştirmen kurum unun parasal yönden bir şey getir­ mediğini de vurgular ve yazışma şöyle de­ vam eder: “Yazı, o da birkaç muharriri, ancak her neviden yazı yazdıkları takdir­ de geçindirebiliyor. Fakat sadece m ünek­ kitlikle hiçbir kalemin geçinmesine imkân yoktur.(18)

N ahid Sırrı Ö rik’in yukarıda değindiği

(2)

Eski Zaman Kadın- Bütün Oyunları/ ları Arasında/ Na- Nahid Sırrı Ö rik / bul Sırrı Ö rik / Oğ- Oğlak Yayın ta­ lak Yayıtıları/156 s. rı/371s.

i

K

ötüşlere katılmamak mümkün değildir, lugün de gerek edebiyatta ve gerekse sa­ nat çevrelerinde ‘eleştirmen kıtlığı’ söz konusudur. N e hazindir ki, Türkiye’di fi­ kir taşıyıcılarına, fikir üretenlere karşı bir duyarsızlık vardır. Konuyu açarsak, ede­ biyat ve sanat dünyasını izleyenler; dik­ katli okur-yazarlar bilirler ki, beyin lâbi­ rentlerini zorlayanlar, başka bir deyişle, ‘beyin işçileri’, emeğinin, ürününün m ad­ di yönden karşılığını alamamaktadır ya da bilinen kalemler gündemde tutulm ak­ tadır. - _ „ __

Nahid Sırrı Orık, Namı Diner Adıyla "Cemil Şevket Bey'e" Son Söz

Beyanındadır

Nahid Sırrı Ö rik’in renkli dünyasından kesitleri, araştırmamızın sınırları içinde vermeye özen gösterdik. 65 yıllık (1895- 1960) yaşam serüveninde kendi dönem i­ nin yazarları arasında en verimli edebi ki­ şiliğe sahip... O, edebiyatın her dalında ürünler veren çok yönlü bir yazardır. Ro­ man, öykü, oyun, edebi araştırma, tarih, siyaset ve gezi türünde on üç; yirmiye ya­ kın çeviri kitaba imzasını atmıştır. Bütün bunlara karşın -zamanında- ne hazindir ki geniş okur ilgisi ve yapıtlarını değerlen­ diren çıkmamıştır. Yazılarından anlaşıl­ dığına göre edebiyatımızda ve sanatımız­ da ‘eleştirmen kurum u’nun olmayışın­ dan, kaybolan değerlerin yitip

gitmesin-Yıldız Olmak Kolay m ı?/ N ahid Sırrı Ö rik / Oğlak Yayınları/185 s. Eve Düşen Yıldırım/ N ahid Sırrı Ö rik / Oğlak Yayınları/2 16s.

den dolayı hüzün duyar. Belki de kendi­ sinin de yapıtları hakkında olumlu ya da olumsuz bir eleştiriyi göremediğinden olacak ki, o, bu konularda daha duyarlı davranarak -bu alanda- özgün yorumlar ve eleştiriler yazmıştır.

Kişiliğinde oluşturduğu bir İstanbul beyefendisi tiplemesine uygun düşen in­ sanları seçer. Onlarda bulunan içtenlik, sıcaklık, fedakârlık, nezaketle birlikte, “kıskanmak” içgüdüsünü de öykülerinde işler. Ruhsal yapısındaki mütevazılık, “es­ ki ve solgun resimler üzerinde efendice, sakin ve heyecansız” anlatımı onun özel­ liklerini belirginleştirir. Bununla birlikte, küçük insanların yaşama biçimlerini, dramlarım, haksızlıklara karşı ‘başkaldı­ rı’yı da onaylar. Bu bakımdan Nahid Sır­ rı Bey, insanların zaaf noktalarını yakalar, onlara karşı m uhabbetle bakmaz.

Tarihe ve yakın tarihimize karşı ilgisi ileri düzeydedir. Toplumsal ve siyasal ge­ lişmeleri babası Maarif Nezâreti mektup- çularından, mabeyin mütercimi, “H ukuk M ektebi” hocası, Ö rik Ağası zâde Haşan Sırrı Bey’den duyacak, öğrenecektir. Ba­ basının ve kendisinin bizzat yaşadığı dö­ nemi bir yazar gözüyle gözlemler. Bu ne­ denle yakın tarihimize ilişkin dönüşüm ­ leri, “bireyin duygularındaki öznelleşme- yi” öne çıkarır. Bu konuda dönem, za­ man, mekân ve kişileri bilgi derinliği ve

Kırmızı ve Siyah/ N ahid Sırrı Ö rik / Oğlak Yayınla­ rı/I86s. San’atkârlar- Hikâyeler -I / Na­ hid Sırrı Ö rik / Oğ­ lak Yayınları/278s.

gerçekçiliği içerisinde tahlil eder. Nesnel­ lik iîkesinıkendisine şiar edinir. Bir örnek vermek gerekirse, “Sultan H am id D üşer­ ken” adlı romanın da bir dönemin ülkü­ sünü ve insanlarını tarihsel bir perspek­ tifte irdeler.

Fethi Naci bu roman hakkında şunları yazar: “...Nahid Sırrı Ö rik’in gönlü de, kafası da Sultan H am id’den yana. N e var ki Balzac’ın kralcı oluşu toplumsal ger­ çekliği nesnel gelişmesi, içinde vermesi­ ne nasıl engel olmamışsa N ahid Sırrı’nın Sultan H am id’den yana olması da toplu- mum uzun belirli bir tarihsel kesitini b ü ­ tün gerçekliğiyle yansıtmasına engel ol­ m a m ı ş .(19) Fethi Naci, eleştirisinin so­ nunda N ahid Sırrı’yı, “usta bir rom ancı” olarak nitelendirir.

Gezi yazılarında başka bir deyişle, “yol nodarı”nda gözlem ve izlenimlerini yine tarihle bütünleştirir. N ahid Sırrı Bey’in dili üzerine bir paragraf açarsak: “... anlat­ tığı konulara ve kişilere çok uygun düşen, günümüz sanatçılarına artık yabancı ge­ len biraz eskice, uzun cümleli ama çok akıcı, düzgün bir dili var. Asıl önemli olan, onun diline takılmış kalmış bazı eski ke­ limeler değil, kullandığı konak Türkçesi- nin göze derhal çarpan zenginliğidir.”

(2 0)

Selim Ileri’de “Türk Öykücülüğünün Genel Çizgileri” adlı değerlendirmesinde

şu farklı görüşü dile getirir: “... öykülerin­ de de eşiti yaşayışımız anlatılır. Yazarın dili, yabancı kökenli sözcüklerle yüklü; anlatımı, gelişen öykücülükten oldukça uzaktır. Ama Nahid Sırrı’da saran, çeken bir öykü dünyası da büsbütün yok sayı­ lamaz.” (21)

O, edebiyat dünyamıza bir kuyruklu yıldız gibi parladı, ışıklarını çevresine saç­ tı, çabuk söndü ve unutuldu. Geçmiş za­ man insanlarını ve bıraktığımız eski de­ ğerlerin güzelliklerini, renkliliğini ideali­ ze etmeden anlattı.

Ve sessizce aramızdan 38 yıl önce ayrıl­ dı. Yapıtlarıyla bizleri -tekrar değerlendir­ mek üzere- baş başa bıraktı. Şimdi onu biz “Cemil Şevket Bey” olarak içimizde yaşatmaya ve değerlendirmeye çalışaca­ ğız... ■

Dipnotlar:

1- Rauf Mutluay; 100 Soruda Türk Edebiya­ tı, Gerçek Yayınevi, 1st. 1969, (Birinci Baskı),

S.İ55.

2- Tahir Alangu; Cumhuriyetten Sonra Hikâ­ yeye Roman, Antoloji/Cilt: 1, İstanbul Matbaası, 1st. 1968, (İkinci Baskı), s.239.

3- A.g.e., s .239-240. 4- A.g.e., s.241. 5 - A.g.e., s.242.

6- Türk Dili, “Mektup Özel Sayısı”, s.274, (1 Temmuz 1974), s.287-288.

7- A.g.e., s.289,

8- Nahid Sim Örik: Hayat ile Kitaplar, Kana­ at Kitabevi, 1st. 1946, (Birinci Baskı), s.139.

9- A.g.e., s.139-140. 10- A.g.e., s. 140. 11- A.g.e., s.140-141. 12- A.g.e., s.60. 13- A.g.e., s.61. 14- A.g.e., s.61. 15- A.g.e., s.54-55. 16- A.g.e., s.55. 17- A.g.e., s.56. 18- A.g.e., s.56.

19- Fethi Naci; 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, Gerçek Yayınevi, 1st.

1981, (Birinci Baskı), s.113-119. 20- Alangu, a.g.e., s.242.

21 - Selim ileri; “Türk Öykücülüğünün Gene! Çizgileri”, Türk Dili, Türk Öykücülüğü Özel Sa­ yısı, s.286, (1 Temmuz 1975), s.13.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Yenilen pehlivan döğüşe doymaz, YAZKO dev­ reden çıkınca BİLSAK’ı hayata geçirdi Ağaoğlu; tiyatro ve resim stüdyoları, paneller, sayısız et­ kinlik

[r]

Bizim olgumuzda ise uzun süreli çömelme sonucu peroneal sinir hasarına bağlı tek taraflı düşük ayak tablosu geliştiğini saptadık.. Aşırı kilo kaybı fibula başındaki

Şimdiye kadar yazdığı bütün şiir­ leri, makaleleri, çektirdiği veya kendisinin çektiği resimleri, hak­ kında yazılanları ayrı ayrı dosya­ larda, zarflarda

Halife diğer fotoğrafta Türk şiirinin meşhur bir isminin, Abdülhak Hamid'in yağlıboya bir tablosunu yapıyor ve şair o sırada henüz halife olmamış bulunan

Tablo 1’de öğrencilerin izleme dönemindeki genel vücut hijyeni ile ilgili sorunlarına bakıldığında, saçta kepeklenme, saçların, burnun, kulakların, ellerin, ayakların

Buna örnek olarak Hasan Yâver Dîvânı’nın ilk şiiri olan “Münâcât-ı be-dergâh-ı Kâdîü’l-hâcât” isimli kaside de kafiye olmadığı için farsça ek olan

Uzun b i r seyahatim dolayısıyla,2 aydan beri,Ietanbulda değildim.Dün akşam dönünce birikmiş gazeteleri karıştırırken,sevgili Şevket Rado'nun vefat haberini derin