Cti)
wU .
î
-- f V
Nahid Sırrı Örik, ortaya
koyduğu yapıtlarla
edebiyatımızın önde gelen
yazarlarından biri olmasına
karşın, zamanla unutuldu. Son
yıllarda kitaplarının yeni
baskılarıyla yeniden gündeme
gelen Örik, unutulmaktan
kurtularak edebiyatımızdaki
yerini hızla alıyor.
ŞENER ÖZTOP
O
, edebiyatın her dalında ürünler veren çok yönlü bir yazardır. Öy külerinde geçmişten gelen yaşa ma biçimini, ölmeye yüz tutmuş gelenek ve görenekleri, aristokrat ailelerin zama na nasıl yenik düştüklerini, “belli belirsiz bir ironi ile hüzün arası” bir atmosferde anlatır.N ahid Sırrı Örik yaşadığı dönemde ya- pıdanyla edebiyatımızın önde gelen ya zarlarından biri olması gerekirken, gerek li ilgi görmemiştir. Rauf M utluay’m da belirttiği gibi “...Kıskanmak romanı (1946), gerekli ilgiyi görmemiş olan N ahid Sırrı Örik, 1957 ele yayımladığı ‘Sultan H am id D üşerken’ eseriyle haket- tiği başarıya kavuşacaktır.” (1) O, ede biyatımızın bilinmeyen, kendi kendini ye tiştiren, başka bir deyişle, ‘otodidakt’ bir yazardır.
“Baba evinde bir Türkçe hocası ve bir frenk madaması ile öğrenimine başlamış, Beşiktaş’ta ‘Afitâb-maarif’ rüştiyesi (orta- okul)nden mezun olmuştur. Babasının çevresinde okuyarak, dolaşarak ve dinle yerek yetişmiş, çocukluktan başlayarak tarihe ve edebiyata merak sarmıştır.” (2) O n üç yıl Avrupa kenderinde dolaşmış ve yaşamıştır (1915-1928). 1928’de yur da döndükten sonra Cumhuriyet gazete sinde yazarlık ve Milli Eğitim Bakanlı- ğı’nda çevirmenlik yaptı. Hayatını yazı yazmak, çeviriler yapmakla kazanmış ve hiç evlenmemiştir. (3)
Gündelik hayatm içerisinde yazmakla kendi dünyasmın kozasını örmüştür. 1928’den sonra çeşitli gazete ve dergile re (Cumhuriyet, Tanin, Tan, Milliyet, Edebiyat ve Sanat Gazetesi, Hayat, M u hit, G ürbüz Türk Çocuğu, Aydabir, Ta rihte Bu Ay, Varlık, Radyo Haftası, Rad yo Dünyası, Yelpaze) öyküler, roman tef rikaları, seyahat yazıları, denemeler, ma kaleler ve çeviriler vermiştir. Yapıtlarının çoğu kitap halinde yayımlanmamıştır.
"Mazi gözümün Önüne geliyor" Sürekli geçmiş zaman gözünün önüne gelir. Geçmiş zaman peşindedir. Muhay yilesi doğurgan, duygu yüklüdür. G eç mişten gelen yaşama biçimini, konak ve yalı hayatım, ölmeye yüz tutmuş gelenek ve görenekleri, insan tiplerini, değişen ve gelişen sosyo-ekonomik koşullara ayak uyduramayan aristokrat ailelerin zamana nasıl yenik düştüklerini dramatik bir at mosferde kaleme alır.
“O nun asıl dikkati çeken eseri ‘Sanat kârlar’ (1932)dır. Bütün malzemesi ger çekten, yaşanmış bir hayattan, bize has in sanlardan alınmakla beraber günümüz- çevresivean- lavasını dal galandırışı, bu hikâyelerine hayâlı bir manzara veriyordu.” (...) (4)
Eserlerine bir göz gezdirirsek onun her şeyden önce bir büyük hikâye (novel) ya zarı olduğunu görürüz. En başarılı eser lerini de bu alanda vermiştir. (...) En gü zel eseri “Bir Osmanlı diplomatı: Perso- nosi Bey’le madamı”dır. Devrimlerin top lum yaşayışımızda yaptığı kökten deği şiklikleri, bunların geride kalanlar üze rindeki etkilerini gerçekçi bir anlatışla, ancak o çevrelerle yakın ilgisi olan kim selerin bilebileceği ayrıntılara inebilen de ğerli bilgilerle verir.” (5)
Mektuplar dHe gelse
Nahid Sırri Bey’in renkli dünyasını be: den geçmişe doğru uzanan, çe\
latışı ile bir ‘Geçmiş zaman’ ha
U nutulan bir yazar
Nahid S ırrı Orik
M M M IIIIIII1IIIIIII111I1PM 11lirleyen bir diğer yönü de mektuplarıdır. M ektuplar yaşadığı dönemin belgesi niteli ğindedir. Bir bakıma içsel duygulanımlarını, dost edebiyat çevresi ni, yazar olma sorum luluğunu, beklentileri ni, çalışma atmosferini yansıtması yönünden bayii ilgi çekicidir. M ektuplar içten gelen bir ‘eda’yla yazıhr. O nun bilinmezliği, unutulmuşluğu m üte vazı kişiliğinin arkasın da gizlidir. Yaşar Na- bi’ye 31.5.193 l ’de yaz dığı bir mekupta şun ları dile getirir:
“...Dâirede olduğu
gibi şimdi evde yalnızım. Beraber oturdu ğumuz zat İstanbul’a vazifeten gitti. Ner de ise tek başıma konuşur olacağım. ” (
ı hepi olduğ düşününce senden başka kimseyi bula
taşımı
Hepinizi fevkalâde özledim. Bu hepiniziLepır dedikten sonra bunların kim olduğunu ama-dım; bu da ayrı mesele. (...) Kenan Hulû- si’den ve mecmuasından ve makalemizin bedelinden hiç ses seda yok. Hayret I (...) mebus namzedi Faruk Nafiz Bey kurum ve azametlerinde hayli iskonto etmiş oldu- u halde arada bir manzuru fakirânem.
..) (6)
Diğer taraftan Ankara’da Dil Encüme- ni’nde çakşırken, sürekli olarak İstanbul ve edebiyat çevresini düşünür, özler. İs tanbul Babıâîi Caddesi’ni, önemli kişileri ni, Meserret Kahvesi’ni, Löbon Pastane sini batırlar. ‘Hakt Bey’in dükkânında ne var ne yok?’, ‘Yeni kitap basıyor m u?’ der. H er şeyden önce kendi edebi dünyasın dan kesitler vererek... Kuzum bizim bu biriken hikâyeleri, makaleleri kim basa cak? Bunların turşusunu mu kuracağız? Bu ne rezalet, bu ne akamettir? Bu ne bet- siz bereketsiz durum dur böyle?” (7) diye yakınır.
Türk Resmi Üzerine Düşünceleri Nahid Sırrı Ö rik’in duygu ve düşünce dünyası uzun soluklu, geniş ufukludur. O, edebiyatın her dalında ürünler vermeyi yeğler. Roman ve öykü ile birlikte, tarih ve sanatın bütün dallarında (sinema, tiyatro, resim vd.) eleştirel bir bakışla makaleler yazar. O nun bilinmeyen bir yönü de res me, güzel sanatlara karşı tutkunluğudur. Bir yazar-eleştirmen kimliği ile dönemin sanatçıları ile içk dışk olmuş, onların yeni ürünlerini görmüş, sergilerine gitmiş, izle nimlerini Tanin gazetesinde yazmıştır. Türk resim sanatına olumlu eleştiriler, söy lemler getirmiştir. Bir bakıma sanatı ve edebiyatı kendi alanında özümleyerek, öz deşleştirerek, değişik janr’da özgün yo rumlar getirmiştir.
Diğer taraftan sanata karşı merakı do layısıyla “Sanatkârlar” adk öykü kitabın da “En güzel eseri” bunun bir belirtisidr. Nahid Sırrı Ö rik, Cumhuryet dönemi Türk plastik sanatlarının gelişmesini, ye ni yapıtlar vermesini yazılarıyla destekle miştir. O günlerin sanat eleştirmeni yok luğunu dikkati çekersek, resim üzerine yaptığı tespitler, eleştiriler bir belgesel ni teliğindedir. O nun özgün bir makalesi
“Resmimizin yazılmamış tarihi hakkın da” düşünceleri bugün de hayatiyetini ko
rumaktadır. Bu konuda şu ilginç saptama- yapar: “Türk resim tarihi ne zaman ve imin tarafından yazılacak? Resim tarihi mizi Abdülmecid ve nihayet II. Mahmud zamanından m üphem (belirsiz) surette başlatan, hudutları da müphem bir iki etüd, bu boşluğu doldurmak evsafım (ni teliklerini) haiz olmaktan tamamıyla uzak
tır. Memlekette her şe ye rağmen resmin da ha eskiden başlamış ol duğuna, Bektaşi tek kelerinden toplanmış bazı iptidai (ilkel) portreler kadar E d ir ne’nin bir çarşısıyla bir konağında ve Kayse- ri’nin yine eski evinde
f
örmüş olduğum -bel- i artık tamamen yok olmuş- bazı resimler den şahsen kanaat ge tirmiştim. (...) (8)Türk resmi hem en
hemen H am di
Bey’den başlamış (ve bazı zatlara göre de onunla bitmiş sayılır ken), onun m uasırlan (çağdaşları) ve hattâ ondan biraz evvel gelmiş kimseler arasın da hayretle layık bir sadelikle çok güzel eserler vermişlere rastlıyoruz. (...) Resim tarihimizin bazı köklerini bilmezlik, taas sup (bağnazlık), yangınlar, ihmal ve tesey yüp (kayıtsızlık, üşenme) çürütüp yok et miştir. Ancak kalmışlar üzerinde derhal eğilmezsek, yarın vesikalar (belgeler) da ha azalacak, kaim sislere gömülecektir. (9)
Bir Türk resmi toplu bir şekilde ne za man vücut bulmaya başladı, hangi tesir ler altında bir şelul aldı, Türk resminde Şark minyatürüyle Garp eserlerinin nüfuz çarpışmaları var mıdır? İlk Türk ressamı olarak kimleri kabul edebiliriz. (...) (10)
Peyzajdan portreye kadar resim nevile-ı portreyi rinin (çeşiderinin) hususi (özel) bir inki
lirin nihayet T i
içe;
şaf (gelirim) tarihleri mevcut m udur ve Türk resminin tuttuğu istikâmet , Sami
ese-ri anlatmadan “Hocaları istidadına (yete neğine) hayrandı, genç yaşında G irit’te öldü” tarzında hal tercümelerinden (öz
£
tü n bu mevzuları inceleyen b ir tetkik (araştırma) eseridir ve maalesef bu eserin fasıllarını (bölümlerini) tertip edip serlev halarım (yazı başlıklarını) koymak üzere de henüz kalemler yontulmamıştır.
Bu kalemleri seferber edecek şeyse, Ba- bıâli caddesindeki arz ve talep şartlarına göre ancak resmî bi makamın karan ve hi mayesi olabilir.” (11)
"Resim Kuramcısına ve Resim Beştirmenine Sahip Bulunmaktan
Henüz Çok Uzaktayız"
“Tabiatla kendi arasında özel bir görüş, düzen ve bildiriş koymayan her sanatçı eserinde basit bir fotoğraf olmak tehlikesine maruzdur.” N S.
ÖRİK
Bu bağlamda Kasım 1943’te kaleme al dığı “Mevzular Ortasında” adlı makale sinde yine sanat çevresinden söz açarak şunları dile getirir: “Resimden en çok res samlarımız, fırçalarım bırakarak bahsedi yorlar. H atta bunlar arasmda bir-tanesi var ki, velût (doğurgan) fırçasını bırakın ca, on parmaği ile on hüner gösterip aym zamanda fıkra, hikâye ve şür yazmaktadır. Diğerleri onun kadar yani (Bedri Rahmi derecesinde) pürhüner (çok yetenekli) ol mayabilirler. Ancak Nurullah Berk, Ma lik Aksel, Eşref Üren gibi bazı»ressamla- rımızın resim mazisinden, nazariyelerin- den (kuramlarından) ve yeni mahsulle rinden (ürünlerinden) dikkatle bahset meye muvaffak (başardı) olduklarını söy lemek lazımdır.! 12)
Fakat resmin gerek nazariyeleri, gerek
engin tarihi ve gerek yeni mahsulleri hak kında, b u işe öm rünü tahsis (ayırmak) ederek bize eser hazırlayan ve veren resini tarihi âlemine (dünyasma), resim nazari- yatçısına ve resim m ünekkidine (eleştir menine) sahip bulunm aktan henüz çok uzaktayız.(13)
55 yıl önce geleceğin T ürk resmine, sa natçısına ve sorunlarına sahip çıkan Nahid Sırrı Örik, Türk plastik sanatlarının henüz tarihinin ve felsefesinin yazılmadığım
vur-yetiştirilemediğine dikkat çeker. G ü n ü müzde de sanat eleştirmeninin ne kadar az olduğu ve az yetiştiği bir gerçektir. O nun bu yerinde öngörüsü, önsezisi halen ge çerliliğini sürdürmektedir.
N ahid Sırrı Örik, Fransızca’ya ‘vukuf’ olması dolayısıyla Fransız edebiyatına ve sanatına karşı da ilgilidir. Birçok çevirile ri vardır. Yazılarında, m ektuplarm da yer yer Fransızca sözcükler kullanır. Milli Eği tim Bakanlığı’nın Doğu ve Batı klasikleri nin çevirilerini “feyizli gayret” olarak ni teler ve şu özgün önerisini ortaya atar: “...yazar Eugène From entin’in Felemenk ve Flaman ressamlarına ve resmine dair yazdığı ‘Les Maîtres d ’autrefois’yı dilimi ze çevrilerek, irfan hayatımıza büyük bir hizmet olacakur” der. (14)
"Türk Edebiyatı ve Fikir Hayatı Pek Büyük Bir Gelişme İdrak Etmedi" Bir önceki yazısı “Tenkidin Durumuna
Dair Bilânço”ya gönderm e yaparak,
Cumhuriyet’in yirminci yıl dönüm ü idrak edilirken, Türk edebiyatının “yirmi yıl” içindeki gelişim sürecinden söz açarak, eleştirme durum una değgin bir genel de ğerlendirm e yapar: “Cum huriyet devri tenkidi ne halde buldu? Yirmibirinci yılı-na ne halde terediyor? Türk edebiyatın da, tenkidin; G arp ’tan örnekler almaya başlar ve bu örnekler roman, hikâye ve ti yatro gibi o vakte kadar bilinmeyen nevi- lerde (türlerde) eserler verirken ilk nümu- nelerini Ekrem Bey’in tenkit sıfatım ken dilerine tevcih vermeye başladığını söyle mek yanlış olmaz. Namık Kemal’in veRe- caîzâde Ekrem Bey’in tenkit sıfaunı ken dilerine tevcih (yönelteceğimiz) yazıları yok değildir. Lâkın daha objektif bir şekil de ve hele bir kitabı, muharririnin hüvi yeti kadar o kitabın da bütün ruhunu iha ta edip bildirmek üzere anlatmak maksa dıyla yazılmış ilk yazıları, Edebiyatı Cedi de devrinde Mehrned Rauf’la Hüseyin Ca hit Yalçın’ın bazı makalelerinde görürüz. Ü5)
Cumhuriyetin ilanına kadarki devrede, yani 1908-1923 arasındaki onbeş yıllık za man esnasında ise Türk edebiyatı ve fikir hayatı pek büyük bir gelişme idrak etm e di.!...) Büyük münekkit (eleştirmen) hasıl olduktan sonra büyük bir edebiyatm do ğacağı iddiası bir iddia mahiyetini aşma dı ve aşamayacaktır. Büyük münekkidin zararsız romanları, vasat şiirleri ve zayıf iyesleri tenkit etmesi sayesinde yeni ve
romancılar, şairler ve piyes m uhar rirleri türeyeceği hakkındaki fikri boş bir temenni bulurum.!...) (16)
Eleştirmenin yetişmesi ve etkili olabil mesi için de ortam ve koşulların,oluşma- cukkat çeken N ahid Sırrı Örik, bu sına
konuda olması gerekenleri şöyle belirti liye.
hip olmalıdır ki, fikirlerini intizamla. ı gere
yor: “Bir m ünekkit her şeyden evvel ser best bir kürsüye, müstakil bir şutuna sa-
se-ve çir
batla, hürriyetle bildirebilsin. Münekkit ancak daima istiklâlle söz söyleyebileceği e çok dinleyiciye sahip bir kürsü ele ge- irdiği takdirdedir ki, gerek muharrirler, ;erek okuyucular üzerinde müessir olabi-
(17)
Diğer taraftan N ahid Sırrı Örik, şu ilgi çekici saptamayı da yaparak, eleştirmen kurum unun parasal yönden bir şey getir mediğini de vurgular ve yazışma şöyle de vam eder: “Yazı, o da birkaç muharriri, ancak her neviden yazı yazdıkları takdir de geçindirebiliyor. Fakat sadece m ünek kitlikle hiçbir kalemin geçinmesine imkân yoktur.(18)
N ahid Sırrı Ö rik’in yukarıda değindiği
Eski Zaman Kadın- Bütün Oyunları/ ları Arasında/ Na- Nahid Sırrı Ö rik / bul Sırrı Ö rik / Oğ- Oğlak Yayın ta lak Yayıtıları/156 s. rı/371s.
i
K
ötüşlere katılmamak mümkün değildir, lugün de gerek edebiyatta ve gerekse sa nat çevrelerinde ‘eleştirmen kıtlığı’ söz konusudur. N e hazindir ki, Türkiye’di fi kir taşıyıcılarına, fikir üretenlere karşı bir duyarsızlık vardır. Konuyu açarsak, ede biyat ve sanat dünyasını izleyenler; dik katli okur-yazarlar bilirler ki, beyin lâbi rentlerini zorlayanlar, başka bir deyişle, ‘beyin işçileri’, emeğinin, ürününün m ad di yönden karşılığını alamamaktadır ya da bilinen kalemler gündemde tutulm ak tadır. - _ „ __Nahid Sırrı Orık, Namı Diner Adıyla "Cemil Şevket Bey'e" Son Söz
Beyanındadır
Nahid Sırrı Ö rik’in renkli dünyasından kesitleri, araştırmamızın sınırları içinde vermeye özen gösterdik. 65 yıllık (1895- 1960) yaşam serüveninde kendi dönem i nin yazarları arasında en verimli edebi ki şiliğe sahip... O, edebiyatın her dalında ürünler veren çok yönlü bir yazardır. Ro man, öykü, oyun, edebi araştırma, tarih, siyaset ve gezi türünde on üç; yirmiye ya kın çeviri kitaba imzasını atmıştır. Bütün bunlara karşın -zamanında- ne hazindir ki geniş okur ilgisi ve yapıtlarını değerlen diren çıkmamıştır. Yazılarından anlaşıl dığına göre edebiyatımızda ve sanatımız da ‘eleştirmen kurum u’nun olmayışın dan, kaybolan değerlerin yitip
gitmesin-Yıldız Olmak Kolay m ı?/ N ahid Sırrı Ö rik / Oğlak Yayınları/185 s. Eve Düşen Yıldırım/ N ahid Sırrı Ö rik / Oğlak Yayınları/2 16s.
den dolayı hüzün duyar. Belki de kendi sinin de yapıtları hakkında olumlu ya da olumsuz bir eleştiriyi göremediğinden olacak ki, o, bu konularda daha duyarlı davranarak -bu alanda- özgün yorumlar ve eleştiriler yazmıştır.
Kişiliğinde oluşturduğu bir İstanbul beyefendisi tiplemesine uygun düşen in sanları seçer. Onlarda bulunan içtenlik, sıcaklık, fedakârlık, nezaketle birlikte, “kıskanmak” içgüdüsünü de öykülerinde işler. Ruhsal yapısındaki mütevazılık, “es ki ve solgun resimler üzerinde efendice, sakin ve heyecansız” anlatımı onun özel liklerini belirginleştirir. Bununla birlikte, küçük insanların yaşama biçimlerini, dramlarım, haksızlıklara karşı ‘başkaldı rı’yı da onaylar. Bu bakımdan Nahid Sır rı Bey, insanların zaaf noktalarını yakalar, onlara karşı m uhabbetle bakmaz.
Tarihe ve yakın tarihimize karşı ilgisi ileri düzeydedir. Toplumsal ve siyasal ge lişmeleri babası Maarif Nezâreti mektup- çularından, mabeyin mütercimi, “H ukuk M ektebi” hocası, Ö rik Ağası zâde Haşan Sırrı Bey’den duyacak, öğrenecektir. Ba basının ve kendisinin bizzat yaşadığı dö nemi bir yazar gözüyle gözlemler. Bu ne denle yakın tarihimize ilişkin dönüşüm leri, “bireyin duygularındaki öznelleşme- yi” öne çıkarır. Bu konuda dönem, za man, mekân ve kişileri bilgi derinliği ve
Kırmızı ve Siyah/ N ahid Sırrı Ö rik / Oğlak Yayınla rı/I86s. San’atkârlar- Hikâyeler -I / Na hid Sırrı Ö rik / Oğ lak Yayınları/278s.
gerçekçiliği içerisinde tahlil eder. Nesnel lik iîkesinıkendisine şiar edinir. Bir örnek vermek gerekirse, “Sultan H am id D üşer ken” adlı romanın da bir dönemin ülkü sünü ve insanlarını tarihsel bir perspek tifte irdeler.
Fethi Naci bu roman hakkında şunları yazar: “...Nahid Sırrı Ö rik’in gönlü de, kafası da Sultan H am id’den yana. N e var ki Balzac’ın kralcı oluşu toplumsal ger çekliği nesnel gelişmesi, içinde vermesi ne nasıl engel olmamışsa N ahid Sırrı’nın Sultan H am id’den yana olması da toplu- mum uzun belirli bir tarihsel kesitini b ü tün gerçekliğiyle yansıtmasına engel ol m a m ı ş .(19) Fethi Naci, eleştirisinin so nunda N ahid Sırrı’yı, “usta bir rom ancı” olarak nitelendirir.
Gezi yazılarında başka bir deyişle, “yol nodarı”nda gözlem ve izlenimlerini yine tarihle bütünleştirir. N ahid Sırrı Bey’in dili üzerine bir paragraf açarsak: “... anlat tığı konulara ve kişilere çok uygun düşen, günümüz sanatçılarına artık yabancı ge len biraz eskice, uzun cümleli ama çok akıcı, düzgün bir dili var. Asıl önemli olan, onun diline takılmış kalmış bazı eski ke limeler değil, kullandığı konak Türkçesi- nin göze derhal çarpan zenginliğidir.”
(2 0)
Selim Ileri’de “Türk Öykücülüğünün Genel Çizgileri” adlı değerlendirmesinde
şu farklı görüşü dile getirir: “... öykülerin de de eşiti yaşayışımız anlatılır. Yazarın dili, yabancı kökenli sözcüklerle yüklü; anlatımı, gelişen öykücülükten oldukça uzaktır. Ama Nahid Sırrı’da saran, çeken bir öykü dünyası da büsbütün yok sayı lamaz.” (21)
O, edebiyat dünyamıza bir kuyruklu yıldız gibi parladı, ışıklarını çevresine saç tı, çabuk söndü ve unutuldu. Geçmiş za man insanlarını ve bıraktığımız eski de ğerlerin güzelliklerini, renkliliğini ideali ze etmeden anlattı.
Ve sessizce aramızdan 38 yıl önce ayrıl dı. Yapıtlarıyla bizleri -tekrar değerlendir mek üzere- baş başa bıraktı. Şimdi onu biz “Cemil Şevket Bey” olarak içimizde yaşatmaya ve değerlendirmeye çalışaca ğız... ■
Dipnotlar:
1- Rauf Mutluay; 100 Soruda Türk Edebiya tı, Gerçek Yayınevi, 1st. 1969, (Birinci Baskı),
S.İ55.
2- Tahir Alangu; Cumhuriyetten Sonra Hikâ yeye Roman, Antoloji/Cilt: 1, İstanbul Matbaası, 1st. 1968, (İkinci Baskı), s.239.
3- A.g.e., s .239-240. 4- A.g.e., s.241. 5 - A.g.e., s.242.
6- Türk Dili, “Mektup Özel Sayısı”, s.274, (1 Temmuz 1974), s.287-288.
7- A.g.e., s.289,
8- Nahid Sim Örik: Hayat ile Kitaplar, Kana at Kitabevi, 1st. 1946, (Birinci Baskı), s.139.
9- A.g.e., s.139-140. 10- A.g.e., s. 140. 11- A.g.e., s.140-141. 12- A.g.e., s.60. 13- A.g.e., s.61. 14- A.g.e., s.61. 15- A.g.e., s.54-55. 16- A.g.e., s.55. 17- A.g.e., s.56. 18- A.g.e., s.56.
19- Fethi Naci; 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, Gerçek Yayınevi, 1st.
1981, (Birinci Baskı), s.113-119. 20- Alangu, a.g.e., s.242.
21 - Selim ileri; “Türk Öykücülüğünün Gene! Çizgileri”, Türk Dili, Türk Öykücülüğü Özel Sa yısı, s.286, (1 Temmuz 1975), s.13.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi