15 O C A K 1998 P ER Ş EM BE CUMHURİYET
_________________________________________KÜLTÜR___________________
Nâzım Hikmet’in 96. yaşında, ‘Piraye’ye Mektuplarının tümü ilk kez yayımlanıyor
Bir tanem , her şeyim , karını
“Kancığım, anneciğim, sevgilim, çocuğum, ablam ve küçük kardeşim. Sana hasretim. Geberiyorum senin için. Büyük adamım ve kusurian bile harikulade kadınım benim.”
MEMETFUAT
Nâam’ın, 1933’ten 1950’ye
kadar, on yedi yıl boyunca, çe şitli cezaevlerinden kendisine yazdığı mektuplan, Piraye bir tahta bavulda saklardı. Ceviz ağacından yapılmış 41 x 26 x 14 cm boyutlarında küçük bir tahta bavul. Küçük olduğu için belki “çanta” demek daha doğru. Bu ceviz çantayı ona Nâzım sanınm Çankırı Ceza evindeyken yapmıştı.
1975’te Nâzım ile Piraye ad lı kitabı hazırlarken, o çantanın içindeki mektuplardan yarar lanmıştım.
Annem kendisiyle ilgili ya yın yapmamı istemezdi. Ku laktan dolma bilgilerle yalan yanlış şeyler yazanlara yanıt vermemi de engellerdi.
“Kim ne derse desin, önem li değil, sen karışma!”
Bayağı baskı yapardı... Nâzım ile Piraye’yi ondan gizli hazırlamıştım. Kitap ya yımlandıktan sonra pek bir şey dememiş, kızı gibi sevdiği ge lini tzgen’e okutup dinlemiş, bir yerde bir yanlışımı sapta mıştı:
Pendik yöresindeki gözler den uzak bir evlendirme daire sinde, oradan buldukları tanık larla değil, Kadıköy Evlendir me Dairesi’nde Orhan Ezine ile Vedat Başar’m tanıklığıyla nikâhlanmışlar Nâzım’la. Be nim anlattığım gene ailemiz çevresindeki başka bir nikâhlanma imiş.
İkinci basımda düzeltmiştim bu yan lışı.
Nâzım ile Piraye’yi hazırlarken, ama cım özellikle Nâzım’ın şiiri ile yaşamı arasındaki iç içeliği vurgulamak, aşk gi bi yoğun duyguların çarşı pazar mantı ğıyla değerlendirilemeyeceğini göster mekti.
İnsanların Nâzım’a boşu boşuna çek tirdikleri acıların derinliğini anlamala rını, oynanan küçük oyunların ne büyük yıkımlara yol açtığını görmelerini isti yordum.
Büyük bir aşkı deyimleyen şiirlerle, o şiirlerin arkasındaki yaşam gerçekle riyle, basımevinde çalışanlardan başla yıp okuyan herkesi çok etkilemişti Nâ zım ile Piraye.
Bu arada bir eleştirmen arkadaşım, ne yapmak istediğimi anlamamış,
“Mektuplar az gelince, şiirleri doldur muşsun kitaba”, demişti.
Mektuplar az olur mu!.. Mektuplar bir çanta dolusu!.. Piraye ölünce hepsi nasıl olsa yayım lanacaktı...
► Nâzım’ın on yedi yıl boyunca çeşitli cezaevlerinden Piraye’ye yazdığı
mektuplan Memet Fuat derledi. Piraye’nin yıllardır bir tahta çantada
sakladığı, ‘yoğun bir duygusallık içeren ve birçoğu başlı başına bir
çığlık’ olan mektuplar iki cilt olarak Adam Yayınları’ndan yayımlanacak.
Burda yeni bir
sanat öğrendim
7 M art 1934 Karıcığım,
Kancığım, zarfının üstündeki posta damgasından 5 ta rihli olduğunu anladığım mektubunu aldım. Sana bir tane değil birçok pulsuz mektup gönderdim. Fakat pulsuz mek tuplar geç geldiği ve gittiği için daha almamış olacaksın. Şunlan alınca bana yaz.
Pipomu, tütünü, tulumu çoktan aldım. Tulumu giyiyo rum, senden geldiği senin ellerinin arasından geçtiği için sana dokunmuş gibi oluyorum. Pipoya dolduruyorum tü tünü, eski güzel günlerimizi ve gelecek kavuşma saadeti ni basık tavana doğru yükselen, kokulu, mavi dumanların arasından görüyorum.
Sen meğerse nasıl her şeyimmişsin benim... Seni sevmek benim içimde, toprağı, suyu, güneşi, hayatı ve fikri sevmek le birbirine karıştı. Sen ciğerlerimdeki nefes, gözlerimde ki ışık, kalbimdeki çarpıntı ve beynimdeki düşünce gibi sin. Neyi düşünsem, seni düşünüyorum. Neyi görsem, se ni görüyorum.
(...)
Ben burda yeni bir sanat öğrendim. Karakalem, büyük, oldukça benzeyen portreler yapıyorum. Ne tuhaf şey, me ğerse bende resim istidadı varmış... Derhal senin fotoğra fından bir resmini yapıp sana gönderirim. İstersen, bana se nin sevdiğin benim fotoğraflarımdan birisini gönder. Ken di kendimin resmini, kocaman yapıp sana göndereyim.
“Ben öldükten sonra ne isterseniz ya pın, yaşarken olmaz”, diyordu...
Öldüğünde, onun için bir şeyler yap ma isteğini yeğinlikle duyduğum gün lerde, mektup çantasını önüme almış, yeniden okumaya başlamıştım. Çoğu ta rihsizdi, ama zarflarında tarihler vardı. Yıllara göre ayırılıp bağlanmıştı büyük çoğunluğu.
Bu işi annemin günü gününe yaptığı nı sanmıyorum. Herhalde sonradan otu rup okuyarak, içindekilere göre sırala mıştı mektuplarını.
Yer yer güvensizlik duyuyordum. Bir takım karışıklıklar var gibiydi. Mektup ların zarflan değişmiş de olabilirdi.
Hepsini baştan sona okuyup, notlar alıp, kullanılan kâğıtlara, kalemlere, daktilolara, daktilo şeritlerine bakarak daha sağlıklı sıralamak gerekiyordu. . .Çok güç bir iş... . . .. J ı
Ne zaman yapabilirim?
(...)
Derken 1996’nm son günü bir solu num yetersizliği...
Kendimden geçtiğimde hastanede ol masam, hemen yoğun bakıma almasa
lar, “gülmek, ağlamak bitti ço cuğum...”
On beş gün sonra burnum dan oksijene bağlı eve döndü ğümde iki şey vardı kafamda. Sonuna çok yaklaştığım ço cukluk, gençlik anılarımı, Göl gede Kalan Yıllar’ı bitirmek, bir de çantadaki mektupları derleyip toparlamak...
İyi kötü çalışmaya başlayın ca, fazla zorlanmadan birinci sini kotarabileceğime inanı yordum, az kalmıştı, ama İkin cisini yapabilecek gücü gör müyordum kendimde.
Ne yapsak diye yayınevin- dekilerle birlikte kara kara dü şünürken Semih Gümüş’ün bir arkadaşı, Belgin Sunal, bu gö zümde büyüdükçe büyüyen işi üstlenebileceğini, mektuplan gelip bizim evde, benim dene timimde yazacağını söyledi.
(...)
Piraye’nin yaptığı sıralama ya, kuşkuya düşsek de, pek do kunmadık, yeri belirtilmemiş, dışarda bırakılmış bazı mek tupların yerini bulmaya çalış tık, o kadar.
Yer yer sıralamada birtakım yanlışlar olduğunu düşünebi lirsiniz. Bize de öyle geliyor.
Bazı bölümlerde çok tedir gin olduk. Ama bunlan içerik teki ipuçlarına bakarak düzeltmeye ça lışırken her şeyi büsbütün kanştırmak- tan da korktuk.
Elinizdeki mektuplantı birçoğu başlı başına bir çığlık... Yoğun bir duygusal lık içeriyorlar...
Varsın sıralamalan biraz bozuk ol sun...
Bu iki kitaptakiler, Nâzım’ın Pira ye’ye yazdığı mektuplann hepsi mi?
Çantadakilerin hepsi...
Belki bir gün başka yerlerden de bir şeyler çıkar, bilemem.
Kimi dostlannııı, sanatçı mektuplan- nı, anı olarak saklamak üzere, yürüttük leri çok görülmüştür.
Başkalannın elinde de Nâzım’ın Pi raye’ye yazdığı birkaç mektup olabilir.
Ben, bildiğiniz gibi, yıllardır, anne min koruduğu, sakladığı Nâzım Hik met ’le ilgili her şeyi okurlara ulaştırma ya çalıştım. De YaytncVipnde başlayan bu özel görev. Adam Yayın lan’nda so nuna yaklaştı gibi...
Herkese sevgiler...
Kitabın önsözünden
Dış dünyada yegâne
reel imkânım sensin
Çankırı, 23.2.1940
Kancığım.
Ayın 20’sinde Erenköy’den attığın mek tubu, 23 cuma sabahı saat on birde aldım. Demek mektuplarımız üç, azami dört gün de gidip gelecek. Aramızda bu hesapla gi dip gelme bir haftalık yol var. Sesimiz bu bir haftalık yolu aşıp birbirimize kavuşacak. Mektubunu hayretle okudum. Sende eski den beri yazı yazmak kabiliyetinin varlığı nı bilirdim. Fakat bu bana gönderdiğin mek tubu yazabilmek için bütün yazıcılık mazi min yansını verirdim. Görüyorsun ya, oku duğum mektubunda bende ilk hareketi ya pan şey sanatkâr tarafi oldu. Muhakkak ki, yüksek ve samimi ve ol
gun sanat eseri, bir kadı nın hapisteki kocasına yazdığı hususi mektup da olsa, bütün şahsi duy guların, tesellilerin, ümitlerin üstünde, başka kanunlara tabi bir hadi se olarak ortaya çıkıyor. Halbuki öyle yalnızdım ki, kancığım, mektubu nu, karımın, Piraye’min mektubunu bana insan- lan, kalabalığı, tabiatı, hürriyeti, bana kendini, kendimi getirecek sırf şahsıma ait bir hadise di ye öyle bekliyordum ki, onda bu kadar göz ka maştıran bir sanat pınltı- sı olmasaydı emin ol ki, mektubuma böyle başla mak aklıma bile gelmez di.
Mektubunu bir daha okudum. Ve hayatımda
ilk defa, bir mektuba cevap verirken düşün mek mecburiyetini duydum. Sen on sene de benim sana yazabileceklerimin en iyisi ni, en güzelini bir günde, bir tek mektupta bana yazmışsın. Seni seviyorum, seni sayı yorum, karıcığım. Sen rastladığım ve rast layabileceğim dostlann, insanların en mü kemmelisin. Senden hiçbir fenalık görme dim. Sen kolum kanadım oldun. Azami se vebilmek, azami çalışabilmek, azami eser verebilmek aşkını, kabiliyetini senden al dım. Dünyada seni kaybetmek ihtimalin den başka korkum yok. Sana yaşadığım odanın resmini ve hatları değil belki ifade si bana, benim buradaki halime benzeyen bir krokimi gönderiyorum. Bu odanın için de bu adam yapyalnızdır. Fakat ümitsiz de ğildir, kuvvetsiz değildir, insanları her gün
biraz daha anlamaya çalışarak, kendi zaaf larının muhasebesini yaparak sana ve insan lara layık olmaya çalışmaktadır. Yalnızlık bazen lazımmış. Ancak böyle bir yalnızlık içinde insan hayatın, kalabalığın ve sevdik lerinin takdiri kıymetini riyazi bir katiyyet- le yapabiliyor. Mamafi ilk mektubun gel di, artık yalnız değilim. Sesin, ümidin, kuv vetin benimledir.
(....)
Sabah saat sekizde kalkıyoruz. Dokuza kadar çay içiliyor ve gazete okunuyor. Son ra cimnastik. Saat ondan on ikiye kadar okumak, yazmak, resim yapmak, düşün mek. On ikide yemek... Sonra saat yediye kadar aynı işler. Yedide yoğurt, buranın ye
gâne ucuz ve iyi şeyi yo ğurdu ve pekmezi. Gece saat dokuzda yatak. On ikide uyku. İşte ömrü mün mekanizması bu. Bu yeknesak yolda se nin yüzün, kulağımda sesinden kalan akisler, kör olası hafızamın ma- alesefbütün teferruatıy la saklayamadığı hatıra larımız. Ümit ve iman.
Kırk yaşma giriyo rum. Bu fizyolojik ve psikolojik bir dönüm noktasıdır. Bu dönüm noktasını burada geç mekte bulunduğuma memnunum.
Neşemi kaybetme dim. Sadece kahkaha at mayı unutuyorum. Her şeyde olduğu gibi neşe ve sevinçte, keder ve dertte de dış tezahürler den, nümayişlerden uzaklaşıyorum. Bu suretle neşeyi de, kede ri de daha derinden, daha kuvvetle duyma ya başlıyorum. İhtiyarlamadım. Bilakis ol gun bir gençlik çağına basmaktayım. Bu suretle ihtiyarlamadan ölebilmek mazhari yetine kavuşabileceğimi sanıyorum.
Şimdilik hiçbir şeye ihtiyacım yok. Yal nız eğer Pastemak'ın şiir kitaplarını aldm- sa bana birinci cildini gönder. Güzel şiir okumak ihtiyacı hâlâ aynı kuvvetle devam ediyor. (...) Artık karımdan mektupların dan başka bir şey istemeyeceğim diye ver diğim karan farkında olmayarak bozdum. Ne halt edeyim, bir dış dünya var ve o dış dünyada yegâne rcel imkânım yalnız sen sin. Sen olmasaydın ben de olmazdım.
(...)
Sana hasret kocan. (Tarihsiz)
Kancığım,
Beni pazartesi günü belki lü zumundan fazla sinirli buldun. Ne yapayım, öyleydim. Çünkü sen lüzumundan fazla güzeldin. Ben senden uzakken senin lüzu mundan fazla güzelleşmene ta hammül edemiyorum.
Kıskançlık mı? Evet.
Egoistlik mi? Evet.
Zaten geç geldin. Seni ancak yirmi dakika görebildim. Belki yakında Sinop'a sürüleceğim ve seni aylarca göremeyeceğim.
Velhasıl seni kızdırdtmsa se ni lüzumundan fazla kıskandığı ma, lüzumundan fazla sevdiği me, lüzumundan fazla hasretli ğime bağışla.
15 Ocak 1902’de doğan Nâzım Hikmet Ran, 3 Haziran 1963’te Moskova’da yaşamını yitirmişti.
Sen benden daha iyi şairsin
9 3 3 / 1 0 / 1 5 Sevgili!
Bütün bir uykusuz geçen geceden sonra sana bu mektubu sabah sabah yazıyorum. Oğlumla beraber çıka rıp gönderdiğiniz resim uyutmadı beni. Niçin uyutmadı? Bu “niçin”e cevap vermek için baştan başa bir şi ir kitabı yazmak lazım. O kitap gü nün birinde yazılacaktır. Şimdi mu hakkak olan bir şey varsa bütün bir gece uyuyamadığımdır.
“Bana aşk mektubu gönder” di
yorsun. Şimdiye kadar gönderdikle rimin çoğu neydi zaten. Sen benim gözlerimin içine bakarak bir kerre olsun, “Seni seviyorum,” dememiş- sindir. Ben, her yerde, her zaman, yıldızlı bir denizin üstünde, çanı ağaçlı bir balkonda olsun, karanlık, yalnız senin gözlerinin ışıltısını gör düğüm ılık bir odada, bir hapisane- nin görüşme yerinde olsun, mektup la olsun, mektupsuz olsun, nesirle olsun, şiirle olsun, içimden her ge lişte sana, “Seni seviyorum” demi şimdir.
“Ben aşk mektubu yazmasını be ceremedim. Sen yaz da bana model olsun,” diyorsun. Senin aşk mektu
bun harikuladeydi. Buranın ölçüsüy le. böyle bir mektup için üç sene ya tılır billahi... Zati sen benden daha iyi şairsin, sen senden çok daha de rinsin, yavrum. Ben belki daha sa natkârım.
Benden emin olman beni öyle bahtiyar, öyle mağrur kıldı ki... Bir binbir gece şehrinin altın kakmalı kapılarından muzaffer girmiş bir es ki zaman kahramanı gibi hissediyo rum kendimi.
Kancığını,
Yakında gözlerinin içinde kendi mi boylu boyunca seyredebileceğim galiba. Evet işin bir galibası var. Me sele şu:
Gazeteler boyuna siyasi mahkûm lar serbest bırakılacaklardır, deyip duruyorlar. Halbuki ben siyasi mev kufum. Şimdi sen hemen tevkifha nede Avni Beye, Cumhuriyet Hayat Ansiklopedisi’ndc Sabiha Hanıma, Akşam’da Avnl’ye telefon et ve siya si mevkutların vaziyetini öğren. Me
sela bizimle aynı zamanda Adana’da tevkif edilenlerin mahkemesi bitti, şimdi onlar siyasi mahkûmlar. Hal buki biz hâlâ siyasi mevkufuz. Tele- fonlannın ve süratle bu hususta öğ rendiklerinin neticesini bana derhal telgrafla bildir...
★ ★★
Sevgilim benim... Hesap ettim, i- ki gün sonra senden ayrılalı tanı 7 ay olacak. 7 ay! Dile kolay!
Biriciğim! Verdiğim müjde, müj delerin müjdesidir benim için. Bütün insanlann yüzüne karşı: İşte benim karım! diyebilmek zevki... Biz yıl dızların, tabiatın şahitliği ile evlene li yıllar oldu. Şimdi de insanların ka rarıyla evleneceğiz. İlk düğünümü zü bir gecenin açıklığında yapmıştık. Yalnız ikimizdik. İkincisini Lala’da yaparız ve dostlarımız da yanımızda olur.
Mektubunu ve telgrafını bekliyo rum. İçimde bir galiba var. Bu gali- banın silinmesi senin elinde.
Seni kucaklarım, kucaklarını, ku caklarım.
Nişanlın
ı
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi