• Sonuç bulunamadı

Antalya çevresindeki bektaşi tekkeleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Antalya çevresindeki bektaşi tekkeleri"

Copied!
117
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

TRAKYA ÜNĐVERSĐTESĐ

SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ

SANAT TARĐHĐ ANABĐLĐM DALI

YÜKSEK LĐSANS TEZĐ

ANTALYA ÇEVRESĐNDEKĐ BEKTAŞĐ

TEKKELERĐ

GÖKHAN BURKAN

TEZ DANIŞMANI

PROF. DR. ENGĐN BEKSAÇ

(2)

T.C.

TRAKYA ÜNĐVERSĐTESĐ

SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ

SANAT TARĐHĐ ANABĐLĐM DALI

YÜKSEK LĐSANS TEZĐ

GÖKHAN BURKAN tarafından hazırlanan ANTALYA

ÇEVRESĐNDEKĐ BEKTAŞĐ TEKKELERĐ Konulu YÜKSEK LĐSANS Tezinin Sınavı, Trakya Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim Yönetmeliği’nin 12.-13. maddeleri uyarınca 14/02/2011 Pazartesi günü saat 14:00’da yapılmış olup, tezin ………….…... OYBĐRLĐĞĐ/OYÇOKLUĞU ile karar verilmiştir.

JÜRĐ ÜYELERĐ KANAAT ĐMZA

Prof. Dr. Engin BEKSAÇ

Yrd. Doç. Dr. Özkan ERTUĞRUL Yrd. Doç. Dr. Đbrahim DĐNÇERĐ

* Jüri üyelerinin, tezle ilgili kanaat açıklaması kısmında “Kabul Edilmesine/Reddine” seçeneklerinden birini tercih etmeleri gerekir.

(3)
(4)

Tezin Adı: Antalya Çevresindeki Bektaşi Tekkeleri

Yazan: Gökhan BURKAN

ÖZET

Anadolu’nun Türkleşmesi ile kendisine Orta Asya inançları ile karma bir inanç sistemi kuran ve tarikat olarak teşkilatlanan Bektaşilik, II. Mahmud’un, Yeniçeri Ocağı’nı 1826 yılında kapatırken bu tarikatı da yasaklaması ile zor bir sürece girmiş Bektaşi Tekkelerinin bütün gelirlerine ve gayrimenkullerine el konulmuş, Bektaşilere ait vakıflar, belirli aralıklarla satılarak hazineye gelir kaydedilmiştir. Tekkelerin enkazlarının da cami, mescit ve medrese gibi yapılarda kullanılması yoluna gidilmiştir. Bektaşilere yönelik uygulanan takip siyasetinin en büyük zararlarından birisi de, yıkılan Bektaşi Tekkelerindeki birçok yazılı eserin yakılarak yok edilmesi olmuştur.

Bu tarihsel sürecin ışığında Antalya çevresinde yüzey araştırması yapılarak gerçekleştirilen bu çalışma sırasında tekke olarak tabir edilen yapılar topluluğunun azlığı nedeniyle çalışmaya Bektaşi Türbeleri de eklenmiştir. 1826 yılında Osmanlı

Đmparatorluğu’nun sınırları içerisinde büyük kıyıma uğrayan Bektaşi Tekkelerinden, Antalya çevresinde günümüzde varlığını sürdürebilenleri kayda geçebilme imkânının yakalanması için yola çıkılan tezde, bölgede Bektaşi Tekkeleri ile ilgili kapsamlı bir çalışmanın olmadığı görülmüştür. Çeşitli, Alevi-Bektaşi Dernek ve Vakıflarının dar imkânlarla gerçekleştirmeye çalıştıkları organizasyonlar bölgenin Bektaşi inanç sistemi için olan önemini göstermekte yetersiz kalmıştır.

(5)

Title of thesis: Bektashi lodges around Antalya

Written by: Gökhan BURKAN

ABSTRACT

Turkification Anatolia, with its Central Asian beliefs mixed with establishing a belief system and are organized as the Bektashi sect, II. Mahmud, Janice Ocağı'nı closing in 1826 it entered the Bektashi sect, as long as the ban is a difficult Tekkelerinin with all income and real estate confiscated, belonging to Bektashis foundations, to the treasury has been sold at regular intervals. Enkazlarının lodges in the mosque, mosques and madrasas were encouraged to use such structures. One of the biggest damage is applied to follow the policy of Bektashi, Bektashi Tekkelerindeki destroyed in the destruction of many written works have been burned.

Around Antalya in the light of this historical process of survey conducted by the lodge during this study because of the lack of a collection of buildings known as the Tombs of the study also added to the Bektashi. Suffered great slaughter within the borders of the Ottoman Empire in 1826 Tekkelerinden Bektashi, Antalya around the road leading up to today, the existence of the arrest sürdürebilenleri substantial possibility geçebilme thesis, a study was not comprehensive in the region related to the Bektashi lodges. Several of the Alevi-Bektashi organizations, Associations and Foundations in the region trying to narrow the opportunities to realize their importance to the Bektashi belief system was insufficient to show.

(6)

ÖN SÖZ

Yaptığımız bu çalışma esnasında da Bektaşiliğin “Asitâne-i Bektaşiyan” denilen büyük tekkelerden olan ve Bektaşiliği sistemleştiren ilk kuramcısı Abdal Musa tarafından kurulan Elmalı’daki Abdal Musa Tekkesi, Antalya ve çevresinin Bektaşilik açısından önemini bize vurgulamaktadır. Ancak, 1826 yılında Osmanlı Sultanı II. Mahmud’un, Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırırken Bektaşi Tarikatı’nı da yasaklaması ve devamında gerçekleştirilen her anlamda yıkımın bu çevreleri de önemli ölçüde etkilediği görülmüştür.

Tezin konusu itibariyle Antalya çevresindeki Bektaşi Tekkeleri’nin tanımlanması ve aydınlatılması amaçlanmasına karşılık, Bektaşiliğin, 19. y.y.’da bulunduğu zor dönemler itibari ile yazılı kaynaklarını bile kaybetmesinden ötürü bu inanç ve düşünce sistemine sahip insanlarda tam bir arşiv zenginliğinin olmadığı görülmüş, sözlü anlatımların yaygın olduğu anlaşılmıştır. Bölgenin, Yörük ağırlıklı yerleşimine karşılık günümüze az sayıda ulaşabilmiş Bektaşi Tekke ve Türbeleri de, 1826 sürecinin bu bölgedeki ağır tahribatının çalışmamızda görülmesine neden olmuştur.

Antalya’nın fiziki alanının genişliği ve Tekeli olarak adlandırılan coğrafyanın Antalya ile birlikte Burdur ve Isparta’nın da bu coğrafya içerisinde geçmesi çalışmamızın bu illere de genişlemesine ve tezin içerisine dahil olmasını gerektirmiştir.

Söz konusu çalışmada beni bu konuya yönlendiren ve desteğini hiç esirgemeyen değerli hocam Sayın Prof. Dr. Engin Beksaç’a, ulaşamadığım bilgi ve belgeler konusunda her zaman yardımcı olan Abdal Musa Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Başkanı Ali Tören’e sonsuz teşekkürlerini sunarım.

Gökhan BURKAN Antalya

(7)

Đ

ÇĐNDEKĐLER

Önsöz………..……….. I

Đçindekiler………..…….. II

Kısaltmalar Listesi ………..……….. III

Giriş………...………1

I- Antalya’nın Coğrafi Yapısı………..…… 2

II- Antalya’nın Tarihi………3

III- Türklerin Antalya’ya Yerleşmesi………..……….9

IV- Bektaşilik’in Tarihsel Gelişimi………...……….15

V- Bektaşi Đnanç Sistemi………...….41

VI- Tarikat Yapılanması Olarak Bektaşilik………..……..59

VII- Bektaşi Tekkeleri………....67

1- Abdal Musa Tekkesi……….68

2- Kafi Baba Tekkesi………...…..78

3- Sitti Zeynep Türbesi……….……….80

4- Veli Baba Sultan Tekkesi………..…81

5- Sinan Dede Türbesi………..….86

Sonuç………...……87

Kaynakça/Bibliyografya……….………88

(8)

KISALTMALAR LĐSTESĐ

(M.) ……….………..…… Miladi

(M. Ö.)………...………. Milattan Önce (M. S.) ………..….. Milattan Sonra (y.y.) ……….…….. Yüzyıl

(9)

GĐRĐŞ

Bektaşiliğin “Asitâne-i Bektaşiyan” denilen büyük tekkelerden olan ve Bektaşiliği sistemleştiren ilk kuramcısı Abdal Musa tarafından kurulan Elmalı’daki Abdal Musa Tekkesi, Antalya’nın da içinde bulunduğu ve Tekeli olarak adlandırılan Isparta ile Burdur illerini de içine alan coğrafyada Bektaşi inanç sisteminin ne kadar kuvvetli olduğunu bize gösterir. Ayrıca bu bölgeden Antalya’ya bağlı Finike ilçesinde bulunan Gök Liman’dan, Bektaşi inanç sistemini yaymak için Mısır’a kadar dervişlerin gitmesi bize bu coğrafyanın tasavvuf ve entelektüel açıdan da ne kadar kuvvetli olduğunu gösterir.

Bu çalışmada da bölgenin yukarıda bahsedilen tarihsel önemi çerçevesinde ilk önce bölgeyi, Türklerin bu coğrafyaya yerleşim süreçlerini, Bektaşiliğin tarihsel ve tasavvufi anlamını ve gelişmesini açıkladıktan sonra günümüze büyük oranda kendini koruyarak gelebilmiş Bektaşi yapılarının tanımlanmalarına geçilmiştir. Az önce vurgulandığı gibi günümüze büyük oranda kendini koruyarak gelebilmiş Bektaşi yapıları dememizdeki kasıt, 1826 yılında Osmanlı Sultanı II. Mahmud’un, Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırırken Bektaşi Tarikatı’nı da yasaklaması ve devamında gerçekleştirilen Bektaşi Tekkelerinin kapatılması, bütün gelirlerine ve gayrimenkullerine el konulması, yıkılan Bektaşi Tekkelerindeki birçok yazılı eserin yakılarak yok edilmesi, tekkelere ait evrak ve kitapların bazılarına da el konularak imha edilmesi eylemleri sonucunda Bektaşiliğin kurumsal kimliğinden günümüze sağlam gelebilen yazıt ve yapıtların azlığıdır. Öyle sanıyoruz ki, imha edilen eserlerin sayısının binlerle ifade edildiği bu sürecin en büyük zararlarından birisi, Bektaşilik tarihinin yeterince açıklanamayan noktalarını aydınlatması muhtemel ışığı söndürmüş olmasıdır.

(10)

ANTALYA’NIN COĞRAFĐ YAPISI

Antalya Đli, Türkiye’nin güneybatısında olup; ilin güneyinde Akdeniz, kuzeyinde denize paralel uzanan Toros sıra dağları, doğusunda Mersin, Konya, Karaman kuzeyinde Isparta, Burdur ve batısında Muğla illeri bulunmaktadır.

Antalya’nın yaklaşık %80’lik kısmı dağlık geriye kalan coğrafyası ise ova ve engebeli araziden oluşmaktadır. Toros sıra dağlarının Batı Toroslar olarak bilinen kesimi ilin büyük bir kısmını kaplar ve Antalya Körfezi’nin batısından başlayarak güneybatı-kuzeydoğu, doğuda ise kuzeybatı-güneydoğu yönünde her iki yandan uzanır. Burada yer alan sıra dağlardan en önemlileri Akdağ, Susuz Dağları, Alaca Dağ, Beydağları ve Geyik Dağları’dır. Geyik Dağları, Antalya’nın doğusunda Taşeli Platosu üzerinde kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda, Göçembeli Geçidi’nden, Oğuz Yayla’sına doğru uzanarak Konya ve Karaman Đlleri ile Antalya arasında sınır oluşturur. Elmalı ovasının güneybatısında yer alan Akdağ, Muğla il sınırı ile paralel uzanır. Susuz Dağlar, Kıbrıs Deresi’nin doğusundan başlayarak doğuda Avlan Gölü’ne kadar uzanır. Alaca Dağ ise Kohu Dağı’ndan başlayarak güneye doğru uzanarak, Finike ile Kaş’ı birbirinden ayırır.

Antalya Körfezi’nin batısında Teke platosu yer alır. Batı ve Orta Toroslar arasında ise Taşeli platosu bulunmaktadır. Bu iki plato Antalya’nın oldukça engebeli alanlarını oluşturur.

Antalya’nın, Akdeniz’e bakan kıyı kesiminde ise ağırlıklı olarak ovalar bulunmaktadır. Batı Torosların kıyıya paralel olarak uzanması ovaların deniz ile sıra dağlar arasında, kıyı kesiminde sıkışmasına neden olmuştur. Bu ovalardan en önemlileri ise Antalya, Alanya, Demre ve Finike ovalarıdır.

Antalya’daki yer şekillerinde görülen farklılık ise dikkat çekicidir. Bunun başında, ilin içinde bulunduğu coğrafyanın uzun bir zaman diliminde değişik doğal etkilere maruz kalmasının da önemi büyüktür. Đlin oturduğu alanda traverten, kiraçtaşı, dolomit ve kireçtaşı ile dolomit arasında kalan çeşitli geçiş tipi

(11)

özelliğindeki çözülebilen kayaçlar egemendir. Karstik şekillenmede başta tektonizma olmak üzere akarsularında rolü büyüktür. Çoğunlukla kireçtaşından oluşmuş dağlarda ve platolarda çözünme olayları ile şekillenmiş dolin, lapya, polye, mağara, düden ve karstik vadi gibi şekiller oldukça sık görülmektedir. Đlde polyeler verimsiz karstik arazide düz ve geniş ovalar meydana getirerek tarım ve yerleşme için önemli alanların açılmasında rol oynamıştır. Bunlardan en önemlileri Antalya-Burdur arasında yer alan Kestel Polyesi ile ilin güneybatısında yer alan Elmalı Polyesi’dir.

ANTALYA’NIN TARĐHĐ

Antalya’nın fiziki yapısı, iklimi ve deniz kenarında olmasından dolayı ayrıca sahip olduğu uzunca bir kıyı şeridinde yer alan doğal limanları nedeniyle paleolitik dönemden günümüze kadar her zaman diliminde önemini koruyan ve rağbet gören bir yerleşim merkezi olma özelliği taşımıştır. Antalya’da görülen önemli uygarlıkların başında Pisidya, Pamfilya ve Likya Uygarlıkları gelir. Daha sonra Seleukoslar, Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılar bölgede egemen olan önemli imparatorluklardır.

Antalya’nın 30 km. kuzeybatısında Korkuteli yolu üzerinde, Anadolu’da Homo Sapiens’e ait bilinen en eski yerleşimlerinden biri olan Karain Mağarası’nın, Alt Paleolitik Çağ’a yani günümüzden yaklaşık 600.000 yıl öncesine kadar tarihi uzanmaktadır. Bu mağarada Homo Sapiens Neandertalensis’e ait kemik kalıntıları ele geçirilmiştir. Elmalı yakınlarındaki Kocapınar Köyü’nde de Geç Orta Paleolitik Döneme ilişkin buluntulara rastlanılmıştır. Karain Mağarası’nın yakınındaki Öküzini Mağarası, Orta Paleolitik Çağdan, Üst Paleolitik Çağ’a geçişin görüldüğü ve iklimsel değişikliklerin paralelinde çeşitli canlı türlerinin yok olduğu dönemde alet üretimindeki başarısı, sürati ve çeşitliliği ile Homo Sapiens Sapiens’in egemenlik ve yayılma döneminin net olarak görüldüğü, günümüzden 40.000-30.000 ile 12.000-10.000 yıllarını arasını kapsayan verileri içermektedir. Yine, Antalya’da bulunan Beldibi Kaya Sığınağı, Bademağacı ve kısmen Bucak’daki Höyücek bölgenin bilinen en eski Neolitik yerleşimleridir. Antalya bölgesinde Kalkolitik Dönemi’nin izleri ise

(12)

oldukça zayıftır. Bakırın kalayla karıştırılarak elde edilen bronzla birlikte M.Ö. 4000 yıllarının sonları ile 3000 yılının başı Bronz Çağı’nın erken dönemleri bölgede Elmalı yakınlarındaki Karataş-Semayük, Müğren Höyüğü, Hacımusalar ve Bademağacı bulguları ile kuvvetli olarak desteklenmektedir.

Anadolu kökenli halkların tarihi gelişimin başlangıcı olarak ifade edilen Hitit Devleti Dönemi’nde ise bölgenin daha çok deniz faaliyetleri ile meşgul olduğu görülmektedir. Kaş yakınlarındaki Uluburun ve Adrasan açıklarında bulunan Gelidonya batıkları bölgede Tunç Çağı’ndaki deniz ticareti hakkında değerli bilgiler vermektedir. Kumluca yakınlarındaki Gagai ören alanı civarında rastlanılan Tunç Çağı keramik kalıntıları Batı Anadolu sahil güzergâhının Elmalı eksenli bir kültürel doku oluşturduğunu göstermektedir.

Antalya kent sınırları içerisinde belirli bir dil ve arkeolojik vasıfla tanımlanabilen ilk büyük uygarlık Tırmiler’dir. Batı Anadolu’nun Fruglar ve Şfardlar (Sardisli=Ludiyalı) gibi çeşitli halklarının aksine başlangıcından itibaren etkin bir siyasi birlik oluşturamayan Tırmiler, sahildeki veya yayladaki yüksek bir tepeye konumlanmış tahkimatlı kentlere “Beylikler” düzeninde yaşayan feodal topluluklardı. Bunlara ait yüzlerce kaya mezarına, lahite, stele ve dikme anıtlara kentin batı ve kuzeybatı sınırları içinde rastlanılmaktadır. Tırmiler, M.Ö. 546-538 yılları arasında Pers Kralı Kuros’un generali Harpagos’un bölgeyi ele geçirmesine kadar bölgenin tarihindeki yerini almışlardır.

Antalya’nın önemli bir bölümü Helen-Roma çağlarında Pamphylia (Pamfuliya) adıyla anılıyordu. Kabaca sınırları doğuda Kilikiya, kuzeydoğuda Lukaoniya, kuzeyde Pisidiya ve batıda Lukiya ile çevrili idi. M.Ö. 4. y.y.’da yaşamış olan Ps. Skulaks, Pamfuliya kentleri olarak Aspendos, Side ve Sulleion kentlerinin adlarını saydıktan sonra bölge sınırlarını Kibura Minor’dan (Alanya yakınlarındaki Güneyköy) Korakesion’a (Alanya) kadar uzatmakta idi. Düden çayı, Magudos (Karpuzkaldıran), Perge (Aksu) ve Artemis Tapınağı’na kadar olan toprakları ise Lukiya’ya dahil etmektedir.

(13)

Bölgede erken dönem halkı Luvi etkisinde bir Güney Anadolu halkı idi Bunlardan günümüze ulaşan herhangi bir belge kalmamıştır. Ancak varlıkları bölgedeki Helen lehçesi üzerindeki etkiden anlaşılmaktadır. Olasılıkla etkin bir siyasal birlik oluşturamadıkları için zamanla Helenlere karışarak asimile olmuşlardır.

Batı Anadolu’daki Lydia Đmparatorluğu’nun M.Ö. 560 yılında başlayan bölgedeki hakimiyetinin, 546 yılında Orta Anadolu’daki Sard Savaşı’nda Perslere yenilmesi ile sona erdiği görülmektedir. Bundan sonra M.Ö. 466 yılında Atinalı amiral Kimon, Persleri Köprüçay’da bozguna uğratmıştır. M.Ö. 362 yıllarında Satrap

Đsyanı sırasında Pamfuliya’daki Helen kentleri savaşa katılmamışlardır. Büyük

Đskender’in M.Ö. 334 yılında ölümüne kadar Pers hükümdarlığı sürdürülmüştür.

Seleukos Krallığı’nın yenilmesi sonucu M.Ö. 188 yılında gerçekleştirilen Apameia Antlaşması ile Bergama Krallığı hakimiyetine giren bölgede, Bergama Kralı II. Attalos Philadelphos M.Ö. 150 yıllarında kuvvetli donanmasını barındırmak amacıyla Attaleia (Antalya) şehrini kurmuştur. Son Bergama Kralı III. Attalos’un M.Ö. 133 yılında ölmesinden sonra kendi vasiyeti gereği bölge Roma

Đmparatorluğu’na terk edilmiştir.

M.Ö. I. y.y.’da, Akdeniz’de görülen korsanlık faaliyetleri ve Mithridates Savaşları, Lykia, Pamphylia Bölgelerinin en önemli olaylarıdır. Seleukos Krallığı’nın ve daha sonra Rhodos ve Pergamon Krallıklarının çekilmeleri Akdeniz’de korsan faaliyetlerinin artmasına neden olmuştur. III. Antiokhos’un, Apameia Antlaşması’na göre sınırını Doğu Kilikia’ya aktarması otorite boşluğuna neden olmuştur. Roma’nın, III. Makedonya Savaşlarına tepki göstererek Rhodos’un deniz gücünü sınırlandırması ve Delos Adası’nın ticarette ön plana çıkarak Rhodos’un geri planda kalması neticesinde Doğu Akdeniz’deki siyasi ve ticari boşluk artarak korsan faaliyetlerinin çoğalmasına neden olmuştur. Bu nedenle M.Ö. 102-101 yılında Marcus Antonius önderliğinde korsan faaliyetleri ile mücadele için Kilikia Eyaleti kurulmuştur. Bu eyaletin sınırları Cicero’nun belirttiğine göre Milyas, Pamphylia ve Pisidia’yı kapsamaktaydı.

(14)

M.S. 69-79 yıllarında hüküm süren Đmparator Vespasianus zamanında Lykia, Pamphylia eyaleti ile birleştirilerek Lykia-Pamphylia eyaleti olarak anılmaya başlanmıştır. Özellikle, Antalya’nın bulunduğu coğrafyada M.S. 141 yılında meydana gelen ve bu bölgede yer alan birçok şehir devletinde oldukça büyük hasarlara neden olan deprem sonrasında Đmparator Antonius Pius bölgede önemli bir idari değişiklik yapmış, Lykia- Pamphylia Eyaleti, askeri bir konumdan çıkarılarak senato yönetimi altına alınmıştır.

Lykia-Pamphylia kentleri, M.S. 3. y.y.’ın sonlarından, M.S. 5. y.y.’a kadar Isaurialı eşkıyaların düzenlediği çok ciddi boyuttaki yağma akınlarına maruz kalmıştır. Oldukça zayıflayan ve hatta bölünen şehir devletleri neticesinde M. S. 312 yılından sonra Đmparator Constantinus’un reform faaliyetleri neticesinde Lykia-Pamphylia çifte eyaleti resmen birbirinden ayrılmıştır.

Bölge, M. S. 7. y.y.’dan itibaren Arap akınlarına maruz kalmıştır. Roma

Đmparatorluğu bu saldırılarla başa çıkabilmek için bölgede Thema (Operasyon Bölgesi, Görev Yeri) sistemine geçmiştir. Arapların, M. S. 666 yılında özellikle kıyı

şeridindeki şehirlerini yağmalamaları Pamphylia sahillerine oldukça büyük zararlar vermiştir.

Bizans Dönemi’nde de devam eden Arap akınlarına paralel olarak Perge ve Termessos gibi büyük kentleri terk eden insanların Attaleia’ya (Antalya) yerleşmeleri neticesinde şehrin sur duvarları doğu ve güneye doğru genişletilmiştir. Ayrıca oluşturulan su hendekleri ile de şehrin savunma sistemleri güçlendirilmiştir. Tamamen savunma üzerine genişleyen şehirde Roma Dönemi’nin anıt mezarı olan Hıdırlık Kulesi savunma kulesine dönüştürülmüş; yine Roma Dönemi yapısı Hadrian Kapısı’nın ortadaki dar bir girişinin dışındaki girişleri kapatılarak şehrin savunmasının güçlendirilmesine çalışılmıştır.

Türklerin, 1048 Pasinler Savaşı ve 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun içlerine doğru yaptıkları sistematik akınların paralelinde Antalya XI. y.y.’ın sonlarında Türklerin eline geçmiş fakat 1097 yılından sonra I. Haçlı seferi ile

(15)

birlikte tekrar Bizans’ın eline geçmiştir. Daha sonraları II. Kılıçarslan 1182 yılında Antalya’yı kuşatmasına rağmen alamamıştır. Selçukluların, Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında 1207 yılında Antalya’yı, fethetmeleri sonucu bu bölgedeki Bizans hakimiyeti sona ermiştir. Bu dönemde Selçukluların, Antalya’daki hakimiyeti 1214 yılında uğranılan bir baskın sonucu oldukça kısa sürmüştür. Daha sonra 1216 tarihinde Đzzeddin Keykavus’un düzenlediği bir sefer ile şehir yeniden fethedilmiştir.

1220 yılında Alâaddin Keykubat tarafından fethedilen Alanya ile birlikte Antalya geniş bir uc sübaşılığının merkezi olmuştur. Gerçi, Alanya’nın (Alâiye) fethi ve şehrin yeniden imarından sonra zaman zaman orası da merkez olmuş ise de her iki

şehir aynı idari birimde yer almakta idi. Bu idari mıntıka askeri özelliği ağır basan bir uc’dur. Bu uc sadece kara için değil, Akdeniz içinde önemli olmuştur.1

Özellikle, 1243 yılında gerçekleşen Kösedağ Savaşı’ndan sonra o dönem Anadolu Selçuklu Devleti’nin başında olan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ordusundan habersiz geceleyin Tokat yolu ile Konya’ya oradan da Antalya’ya kaçarak burada tehlikeden uzaklaştığı bilinmektedir. Bunu halen Antalya Müzesi’nde teşhir edilen 1244 tarihli ve bizzat II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in yapılmasını emrettiği burcun kitabesinden de anlayabiliyoruz. Yine müzede teşhir edilen bu burç kitabesi Keyhüsrev’in, o dönemde ayaklanmalardan ve istilalardan kaçmak için tercih edilen Alanya ve Antalya havalisine, Kösedağ Savaşı’ndan sonra gelmiş olmasına; Moğol tehdidi altındaki Anadolu Selçuklu Devleti yöneticilerinin de Konya’dan ziyade hiç değilse belli bir süre için bu havalide bulunduğuna işaret eder.2

1300’lü yıllardan sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin sonlarına doğru Anadolu’nun iyice Đlhanlıların hakimiyeti altına girmesi sonucu Anadolu’nun batı uç beyleri bir araya gelerek beylikler kurmaya başlamışlardır. Bu arada önce Isparta’ya bağlı Uluborlu ve daha sonra da Eğirdir Đlçelerini kendine merkez yapan Hamidoğulları’nın Beyi Dündar Bey, Gölhisar (Burdur), Korkuteli (Antalya) ve

1 Prof. Dr. Tuncer Baykara, Antalya 3. Selçuklu Semineri Bildirileri 10-11 Şubat 1989, Antalya Valiliği Yayınları, Đstanbul 1989, s. 44

2 Z. Kenan Bilici, Antalya 3. Selçuklu Semineri Bildirileri 10-11 Şubat 1989, Antalya Valiliği

(16)

daha sonra Antalya’yı zaptederek kardeşi Yunus Bey’in idaresine bırakmış ve bu andan itibaren Hamidoğulları, Eğirdir ve Antalya Merkezleri olmak üzere ikiye ayrılmıştır.

Hamidoğulları’nın, Antalya kolu, Antalya çevresine yerleştirilen ve Üç-oklar’dan Đğdir boyu kethüdasının oğlu devamı Yörük Aşiretlerine verilen ortak isim olan Teke’den dolayı bu Türkmenlerin ağırlıklı yerleşim alanları olan Antalya, Finike, Kaş, Kalkanlı, Gömbe, Elmalı, Korkuteli, Karahisar, Alanya arasındaki sahil bölgesini kapsayan ve Teke-eli olarak adlandırılan coğrafyada kurulu Teke Oğulları Beyliği (1301-1423) olarak anılmış, 1301 ile 1361 yılları arasında 60 sene başkentlik yapan Antalya, 1361-1373 yılları arasındaki Kıbrıs Frankları’nın işgali sırasında Korkuteli’ne bıraktığı başkentlik ünvanını 1373 yılında tekrar geri kazanmış ve bu durum 1390 yılındaki Osmanlı hakimiyetine kadar devam etmiştir.

Antalya, XIV. y.y. sonlarında 1390 yılında Yıldırım Bayezıd tarafından Osmanlı topraklarına katılmış ve oğlu Đsa Bey, Sancak Beyi olmuştur. 1397 yılında da Antalya ile Alâiye arasında tüm bölge Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra bile Antalya’da, Osmanlı yönetimi devam etmiş, Hamidoğulları’nın ve Karamanoğulları’nın bu dönemdeki fetih girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Osmanlı egemenliğinde uzunca bir süre barış içinde bulunan bölgede 1511 yılındaki Şahkulu Đsyanı, XVI. y.y.’daki suhte ayaklanmaları ve Kör Bey Đsyanı önemli siyasi, askeri gelişmelerdir. Tanzimat’tan sonra ise Antalya; Alanya, Akseki ve Kızılkaya ile birlikte Teke Sancağı adı altında önce Karaman’a, daha sonra ise Konya vilayetine bağlanmıştır. 1902 yılında ise Teke Sancağı; Antalya, Akseki, Alanya, Elmalı ve Kaş kazaları ile 11 nahiye ve 524 köyden meydana gelmekte idi.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında görülen Đtalyan işgali, 1923 yılında ilan edilen cumhuriyet ile birlikte ortadan kalkmış ve bölge yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalmıştır.

(17)

TÜRKLERĐN ANTALYA’YA YERLEŞMESĐ

1048 Pasinler ve 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun içlerine doğru dalga dalga ilerleyen Türk akınları neticesinde Antalya, XI. y.y.’ın sonunda Türklerin eline geçmiştir. 1097 yılında gerçekleşen I. Haçlı Seferi sonrasında geçici bir süre için tekrar Bizans yönetimine geçen Antalya, XII. y.y.’ın ilk yarısından itibaren şehir surlarının önlerine kadar gelen Türklerin kuşatması altında kalmıştır.

1176 yılında gerçekleşen Miryokefalon Savaşı neticesinde Anadolu’daki Türk hâkimiyetinin kalıcı hale dönüşmesi neticesinde; 1180 yılında II. Kılıçaslan’nın oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’in, Uluborlu’ya (Borgulu) melik olarak gelmesi Antalya üzerindeki Selçuklu baskısının artmasına neden olmuş, bunun neticesinde 1182 yılında II. Kılıçaslan’ın, Antalya’yı kuşatmasına rağmen şehir fethedilememiştir.

Gıyaseddin Keyhüsrev’in melik olarak Uluborlu’da bulunduğu zaman içerisinde yanında bulunan yakın arkadaşlarından Esedüddin Ayaz Uluborlu batısından, Mübarazeddin Ertokuş ise Uluborlu’nun güneyinden sorumlu hale gelmiş idiler. Selçukluların, Akdeniz’e açılma politikaları kapsamında Gıyaseddin Keyhüsrev’in, Selçuklu tahtına geçmesi ile birlikte Antalya üzerine tekrar bir sefer düzenlenmiş ve 5 Mart 1207 (3 Şaban 603) yılında şehir Selçuklu hakimiyetine geçmiştir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev bu fethinden sonra bölgeye Đğdir Yörüklerini yerleştirerek Antalya’yı bunlara kışlak olarak vermiştir.

Şehrin alınması ile birlikte Mübarazeddin Ertokuş, Antalya’nın Subaşılığına getirilmiştir. Ertokuş’un askerleri ile birlikte Sinop Seferi’ne katıldıkları esnada, Antalya’nın denize olan konumunun dikkate alınmamasından ötürü 1214 yılında denizden yardım alan Hıristiyanların saldırısı sonrasında gerçekleşen savaşta şehir tekrar kaybedilmiştir. Bu sırada Mısır ve Doğu Akdeniz ticareti canlı olan bölgede Türkler, Rumlar, Yahudiler, Frenkler, diğer Hıristiyan gruplar ve Müslüman tacirler iç içe yaşamakta idiler. Türkler hariç (1216 yılında gerçekleşen fetih öncesi) diğer gruplar fetihten önce burada yaşamakta idiler.

(18)

1216 yılında Selçuklu Sultanı Đzzeddin Keykavus’un düzenlediği sefer ile yeniden Türk hakimiyetine geçen şehir ve bölgeye büyük miktarda Teke Yörüğü getirilip yerleştirilmiştir. Özellikle şehrin muhafazasında etkin unsur olan askeri görevliler ve paralelinde aileleri sayesinde Türklerin sayısının artması ile birlikte genişleyen Türk yerleşim alanları sur içinde Rumların yaşadığı kesimin bütün dış bağlantılarının kesilmesine neden olmuştur. Ayrıca şehir surları içerisinde Türkleri ve Hıristiyanları birbirinden ayıran koruyucu bir sur ile iki topluluğun yerleşimleri ayrıştırılmıştır. Bunun neticesinde batı kesim Türk ve Müslümanları, doğu kesim ise Hıristiyan-yerlilerin yerleşim alanı haline gelmiştir.

Antalya’nın merkezinde yukarıdaki gibi şekillenen Türk yerleşimi, sur dışında da olabildiğince hızlı devam etmiştir. Özellikle, Anadolu’nun fetih sürecine paralel olarak Doğudan, Orta Asya’dan gelen Oğuz Boyları fethedilen alanlara yerleştirilmiştir. Bu süreçte Torosları aşan Türkmenler, Çukurova ve Akdeniz kıyılarını kendilerine yurt edinmişlerdir. Bunun neticesinde Antalya’ya da çok sayıda Türkmen Yörük Oymağı ve Obasının yerleştiği görülür. Antalya ve Đlçelerine yerleşen Türkmen Yörükler Karahacılı, Yeniosmanlı, Hacıisalı, Eskiyörük, Honamlı, Çakal, Sarıkeçili, Kırahmetli, Karatekeli, Suyabatmaz, Sülekli, Karakoyunlu, Keşefli ve Ali Efendi Yörükleri ilk göze çarpanlardır.3

XIII. y.y.’da, Üç-okların çoğunluğunu teşkil ettiği Yörük aşiretlerinden getirilen topluluklar ile iskân politikası gerçekleştirilmekte idi. 1300’lü yıllardan sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin son yıllarında Đlhanlı nüfuzu altına girmesi sonucu devletin batı ucundaki aşiret uç beyleri toplanarak beylik kurmaya başlamışlardır. Bu sırada XIII. y.y. başlarında Anadolu Selçukluları tarafından Yalvaç, Borlu ve Eğirdir taraflarına yerleştirilmiş olan Teke Aşireti’nin bir kolunu teşkil eden Türkmenlerde XIII. y.y. sonlarında başlarında bulunan Hamid Bey’in torunu ve Đlyas Bey’in oğlu Feleküddin Dündar Bey’in önderliğinde hüküm sürdükleri göller havzasında bağımsızlıklarını ilan ederek Hamidoğulları Beyliği’ni kurmuşlardır. Kısa bir süre içerisinde Gölhisar, Korkuteli ve ardından Antalya’yı

3 Musa Seyirci, Batı Akdeniz’de Yörükler” I. Akdeniz Yöresi Türk Toplulukları Sosyo-Kültürel Yapısı

(19)

fethetmişler (1301) ve Dündar Bey’in, Antalya’yı kardeşi Yunus Bey’in idaresine bırakması sureti ile Beyliğin Merkezi olan Eğirdir’in yanında Antalya ikinci bir yönetim merkezi olmuştur.

Bu noktada Teke ve Teke-eli adının kaynağını ve kapsadığı bölgeyi daha açıklayıcı bir şekilde ortaya koymanın yararı olacaktır. Teke adının kaynağı olarak bu bölgeye yerleştirilmiş Yörük Aşiretlerine izafeten verilen ortak isim olması gösterilebilir. Teke’nin, Üç-oklar’dan Đğdir Boyu’nun kethüdasının oğlu olduğu, söz konusu bölgeye yerleştirildiği ve bölgenin kendi adları ile anıldığı Neşrinin Cihannumâ’sında, Yazıcıoğlu Ali’nin Tevârih-i Al-i Selçuk’unda ve Đbn-i Kemalin Tevârih-i Al-i Osman adlı eserinde görülmektedir. Teke-eli alan olarak da Anadolu’nun güneyinde Antalya, Finike, Kaş, Kalkanlı, Milli, Gömbe, Elmalı, Korkuteli ve Karahisar ile sahilde Antalya, Alanya arasındaki sahil bölgesini kapsamakta olup, muhtemelen XIV. y.y.’ın ikinci yarısında Hamioğlu Beylerinin devamı Sultânu’s-Sevâhil Emir Mübârizü’d-Din Mehmed Bey’in, Teke Bey lâkabına bakılırsa onun zamanında veya biraz daha önce Teke-eli ve Teke Oğulları olarak anılmaya başlanmıştır.

XIV. ve XV. y.y.’larda da Üç-oklara tabi boy ve oymaklar Teke-eli’ne yerleşmeye devam ediyorlardı. Menteşe, Saruhan ve Karamanoğulları’nın zayıflamaları ve dağılmaları sırasında bazı Yörük (Türkmen) aşiretleri de Teke-eli’ne yerleşmişlerdir.4

Zaman içerisinde Batı ve Güneybatı Anadolu’da yerleşik bulunan Türkmen oymaklarının genel adı haline gelen “Yörük”, yürü ve yörü söyleyiş tarzından türeyerek konar-göçer anlamında kullanılmıştır. Anadolu’da büyük gruplar halinde yer alan Yörük toplulukları kendi aralarında birçok küçük kollara ayrılmışlardır.5 Selçuklularda ve Osmanlılarda fetih sonrasında iskân politikasının temel dayanağı

4Yrd. Doç Dr. Hasan Moğol, Dünden Bugüne Antalya, T.C. Antalya Valiliği Đl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Antalya 2010, s. 113

5

(20)

olan Yörükler özellikle Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli rol oynamışlardır.6 Antalya ve çevresine yerleşen Yörükler için Torosların üzerindeki yüksek alanlar yayla kültürüne paralel olarak yazlık, kıyı kesimindeki ovalar ise kışlık olarak kullanılmıştır.

Antalya’nın yerli Türk halkı hemen hemen bütünüyle Yörüklükten köylüleşmiştir. Yaz aylarını, Korkuteli yaylalarında geçirip kışın Antalya çevresine gelenler, konup göçmeye devam etmekle beraber yaylada ve sahil kesiminde arazi edinerek çiftçilikle uğraşmaya başlamışlar ve zamanla köylüleşmişlerdir. Cıvgalar, Karabayır, Yalınlılar, Karaman, Göçerler ve Duraliler yerleşikliğe erken dönemde geçip köylüleşen Yörüklere örnek teşkil edenlerdendir.7

Konar-göçer Türkmen ahalisinden olarak belirtilen Karamanlu Yörükleri de, Teke Sancağı içerisinde yer almışlardır. Antalya Merkez köylerinden olan Aşağı ve Yukarı Karaman, Asi Karaman olarak bilinen bugünün Yeşil Karaman adlı köylerinin bu Yörüklerden teşekkül ettiği ihmal dahilindedir. 8 Yine bu bölgedeki mücadelelerden Osmanlı-Karamanoğulları çatışmasında Karamanoğullarınıın, Varsaklar, Bozkırlı, Kosun,ve Göğez Yörüklerinin desteğini aldığı tarihi kaynaklarda da geçmektedir.9

Antalya’ya gelen en eski Yörük grubundan biri olan Eskiyörük Oymağı; Saçılmaz, Hacıosmanlı, Kirterlikli, Basırlı, Çıraklı, Bildirli ve Marangozlar obalarından oluşmaktadır.10 Eskiyörük Oymağı’nın obaları büyük oranda Serik bölgesinde yerleşmekle birlikte bugün kendi adlarıyla kurdukları köyleri de bulunmaktadır.

Karakoyunlu Oymağı ise Anadolu coğrafyasında yaygın bir şekilde yer almıştır. Iğdır’da Karakoyunlu ve Tuzluca, Kars’ta Sarıkamış, Urfa’da Siverek,

6

Ziya Kazıcı, Osmanlı’da Toplum Yapısı, Đstanbul 2003, s. 167

7 Macit Selekler, Yarım Asrın Arkasından Antalya’da Kemer Melli-Đbradı Serik, Đstanbul 1960, s. 139-140

8

Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Đmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve

Cemaatler, Đstanbul 2005, s. 412

(21)

Sinop’ta Gerze, Muğla’da Milas, Ordu’da Fatsa, Kayseri’de Pınarbaşı, Van, Gaziantep, Kilis ve Antalya’nın Serik Đlçesinde Karakoyunlulara rastlamak mümkündür.11 Antalya’da bulunan Karakoyunlu Yörükleri ise Teke Bölgesine XIV. y.y.’da gelmişlerdir.12

Teke Sancağı Yörüklerinden olarak Tünküşlü veya Tönküşlü olarak geçen Töngüşlü Yörükleri’de, Antalya içerisinde yer almışlardır.13 Kendi adları ile kurdukları Töngüşlü Köyü dışında, Gebiz Beldesi’ne, Şatırlı Köyü Uzunsakallar Mahallesi’ne ve Koyuncular olarak da bilinen Töngüşlü Grubu ise Nebiler Köyü’ne yerleşmişlerdir.

Gebizli Yörükler, Osmanlı Dönemi’nde, Anadolu coğrafyasının farklı bölgelerinde görülmekle birlikte Teke Sancağı içerisinde Kaş, Manavgat, Alanya, Karahisar-ı Teke ve Aksu’da yerleşmişlerdir. Günümüzde ise Gebizli Yörükler yoğun olarak Antalya’nın Serik Đlçesinde en eski yerleşimlerinden birisi olan ve kendi isimleri ile anılan Gebiz’e yerleşmişlerdir.

Çok eski dönemlerden beri Antalya içerisinde varlıklarını sürdüren oymaklardan birisi de Karahacılı Yörük Oymağı’dır ve bu oymak Galdırıcılar, Solaklı, Çüngüllüler, Hacıhamzalı, Eskiyörük, Hümmetli ve Sarıg Balı Obalarından oluşmaktadır. Genellikle, Serik civarında görülen Karahacılı Obalarını, Elmalı’ya bağlı Çobanisa, Ali ve Dere Köylerinin yaylalarına da çıktıklarından Elmalı ve Finike’de de görmek mümkündür.

Anadolu Yörüklerinden olan Hacıisalı Yörükleri, Osmanlı Dönemi’nde Teke, Alanya Sancakları ile Manavgat ve Đbradı Kazalarında olmak üzere Antalya’nın farklı bölgelerinde yer almışlar ve günümüzde Çandır, Pınarcık ve Abdurrrahmanlar’da bulunan alanlara yerleşerek çiftçilikle uğraşmaya başlamışlardır.

10 Mehmet Eröz, Yörükler, Đstanbul 1991, s. 85

11 Hilmi Göktürk, Anadolu’da Oğuz Boyları, c. II, Đstanbul 1979, s. 33 12 Musa Seyirci, a.g.e., s. 195

13

(22)

Antalya içerisinde yer alan bir diğer Yörük oymağı da Aydın’dan gelen Honamı Yörükleri’dir.14 Bu Yörükler Serik, Antalya Hacıaliler Mahallesi ve Manavgat Kaymaz Köyü’nde yerleşik halkın çoğunluğunu oluşturur.

Bir diğer önemli grup ise Oğuzlardan ayrı bir Türk Boyu olarak kabul edilen Tahtacılardır. Kimi kaynaklara göre M. S. 460’lı yıllarda yaşadıkları, Asya topraklarından Oğuzları izleyerek Kafkasya’daki Gökçegöl ve Kazakistan’a, başka bir görüşe göre de Horasan ve Anadolu’ya geldikleri sanılmaktadır. Ormanlarda kerestecilik işleri ile uğraştıkları için 13. y.y.’da “Ağaçeri”, 16. y.y.’dan sonra Osmanlı zamanında da “Cemaat-ı Tahtacıyan” olarak anılmış, bundan sonra ise “Tahtacılar” ismi ile anılmışlardır.

Tahtacı olarak anılmalarında onların kültürel yapılarındaki Şamanizm’den gelen ağaç, orman kültü ve onla ilgili inanışlarında etkili olduğu kesindir. Etnik olarak Türkmen, dinsel olarak Alevi inancına sahip oldukları kabul edilmektedir. Anadolu’daki Tahtacılar dinsel olarak iki ocağa bağlıdırlar. Bunlardan biri Đzmir Narlıdere’deki Yanyatır Ocağı, diğeri ise Aydın Reşadiye’de bulunan Hacıemirli Ocağı’dır. Dinsel ayinlerini de bu ocaklardan gelen dedelerin önderliğinde yaparlar. Kutsal kitap olarak ise Đmam Cafer buyruğunu kabul ederler.

Antalya’daki, Tahtacı yerleşimleri olarak Merkez’de, Karatepe, Yeniköy; Kemer’de, Kuzdere Değirmendere, Kızılarık ve Duacı Mahalleleri; Serik’te Yediyar,; Manavgat’ta, Gültepe; Elmalı’da, Akçaeniş; Kumluca’da, Hasyurt, Başikçi, Toptaş,; Finike’de Gökbük, Arif Köyü Çatallar Mahallesi olarak sayılabilir.15 Gelenekleri ve yaşayışları itibari ile diğer Alevi guruplarına göre daha kapalı bir topluluk oldukları bilinmektedir. Bugün büyük oranda değişime uğramakla birlikte dıştan evlenmeyen ve dışarıya kız vermeyen bir yapıya sahiptirler.

Antalya çevresine yerleşmiş olan başlıca yörük oymakları ve bunlara bağlı obalardan yukarıda saydıklarımızdan başka Oğuzların Üçok koluna bağlı Salur

14 Ali Tanyılıdız, Honamlı Yörükleri, Isparta 1990, s. 29

15 Öznur Tanal, Dünden Bugüne Antalya, T.C. Antalya Valiliği Đl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Antalya 2010, s. 354

(23)

oymağından devam eden soy kütüğünü takip ettiğimizde Teke kolunun uzantısı Gölken, Burgaz (Buklaz), Akseki, Bahşı (Bahşiş), Karaca (Garaca), Karatekeli, Alseki, Aziz (Aziziye-Kınalı Yörükleri), Daş (Taş), Tongüç (Tonguç), Ayak (Kızılayak-Gızılayak), Ötemiş (Ödemiş-Utamış), Miriş, Tutamış, Karaahmet, Toktamış, Tufaz, Gökçe ve Saçmaz Boyları bölgeyi yerleşim alanı olarak kendilerine yurt edinmişlerdir.16

BEKTAŞĐLĐK’ĐN TARĐHSEL GELĐŞĐMĐ

Müslüman Arapların, Orta Asya’yı işgali ile 8. y.y.’dan itibaren onlarla tanışan Türkler, 10. y.y.’dan itibaren siyasi, sosyal ve ekonomik sebepler ile kitleler halinde Müslümanlığı kabul etmeye başlamışlardır. Bu süreçte batıya doğru ilerlemeye başlayan Türkler, Anadolu’ya girmek için iki yol takip etmişlerdir. Bu yoldan birincisini Yunan-Helen ve Hint düşüncesinin hakim olduğu Horasan Bölgesi oluşturmaktadır. Türklerin, Anadolu’ya girmek için kullandıkları diğer göç yolu ise Orta Doğu ve Şii düşüncesinin etkili olduğu Suriye yolu olmuştur. Her iki göç yolundaki düşünce akımları daha sonra Anadolu’nun dini kültürünün oluşumunda etkili olacaktır.17

M. S. 1000’li yıllardan sonra Büyük Selçuklular Dönemi’nde, Çağrı Bey, Tuğrul Bey, Đbrahim Yinal, Kutalmış, Yakuti gibi komutanlar Anadolu’ya akınlar düzenlemişlerdir. Afşin Bey ise Ege Denizi’ne kadar ulaşmayı başarmıştır. 1071’de gerçekleşen Malazgirt Savaşı ile Türkler, Anadolu’nun kapılarını kendilerine yurt edinmek üzere kesin bir şekilde açmışlardır. Bundan sonra Anadolu’nun içlerine doğru gerçekleşen fetihlerin paralelinde Asya’da birikmiş ve ekonomik, toplumsal, siyasal bunalıma düşmüş Oğuz-Türkmen boyları bu fethedilen yerlere gelerek ya da getirilerek buraları kendileri için yurt edinmişlerdir.

16 Hamit Kemal Türkmen, Dünden Bugüne Antalya, T.C. Antalya Valiliği Đl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Antalya 2010, s. 352

17

(24)

Anadolu, XII. y.y.’dan itibaren mutasavvuf derviş akımına da uğrar. XIII. y.y. Anadolu’su ise artık bir derviş yatağı olmuştur. Bilindiği gibi Ortaasya “Horasan Melamiliği”nin kaynağıdır. Asya’daki siyasal toplumsal çalkantılar düşünce ve inanç çevrelerini yeni arayışlar içerisine iter. Özellikle Moğol istilası yani Cengiz Han’ın egemenlik girişimi kitlelerle birlikte mutasavvuf çevreleri de ürkütür. Kimi kez bireysel, kimi kez grup olarak, kimi kez de kitlelerin öncüleri olarak beraberlerindekiler ile birlikte Anadolu’ya göçer, Anadolu’nun yeni siyasal, toplumsal ve inanç yapılanmasına katılır ve öncülük ederler. Anadolu’daki dağınık Türkmen Boylarının yerleşmesinde, tarıma geçmelerinde, disipline edilmelerinde Selçuklu ve daha sonra Osmanlı düzeni içerisinde yer almalarında, belli bir inanç yapısı dahilinde yoğrulmalarında bu mutasavvuf dervişler temel rol oynamışlardır.18

Bu tarikat yayıcılarının ektiği inanç tohumlarından sonraları adları günümüze değin gelen içimizde yaşayan topluluklar doğmuştur. Bunlar da, Çepniler, Abdallar, Tahtacılar, Köy Bektaşileri gibi başlangıçta Hacı Bektaş Veli’ye bağlılıkları araştırmaların derinleştirilmesiyle anlaşılan, sonraları ayrı bir yol tutan topluluklardır.19

Bunlardan olan Çepniler, Hacı Bektaş Veli’nin ilk müridlerinden sayılırlar. Bir söylentiye göre de daha önce Baba Đshak ayaklanmalarına katılmışlardır. Çepniler’de, Bektaşiliğin diğer kollarından mücerred takımında görülen evlenmeme, kendisini tekkeye adama gibi gelenekler yoktur. Genellikle kendilerinden oluşan topluluklar içerisinde, başkalarıyla pek karışıp, kaynaşmadan yaşarlar. Çepniler, Bektaşiliğin kollarından birine bağlı bir topluluk olarak gösterilirken göz önünde tutulan ilke Çelebiler ve Babaganlar ayrılığıdır. Yoksa, Alevilikte onun özünden çıkan Bektaşilikte, Çepni Kolu diye ayrı bir kol yoktur. Anadolu Alevilerinin, daha doğrusu Bektaşilerin ayrı ayrı yörelerde yaşayan topluluklarından birisidir. Genellikle, Karadeniz Bölgesi’nin Giresun-Ordu-Gümüşhane illeri arasındaki

18 Baki Öz, Bektaşilik Nedir?, Der Yayınları, Đstanbul 1997, s. 24-25

(25)

yaylalarda yaşayan Çepnilerin, Asya’dan Anadolu’ya göçmüş Türkmenlerden oldukları, ayrı bir oymak oluşturdukları söylenir.20

Diğer bir örnek olarak eskiden, “Ağaç Eri” denilen Tahtacılar, ormanlık bölgelerde, Güney Anadolu’nun Akdeniz’e bakan yaylalarında yaşayan, geçimini kereste biçmekle, orman işçiliğiyle sağlayan bir Türkmen topluluğudur. Oniki

Đmam’ın sekizincisi olan Đmam Rıza’ya bağlandıkları, onun gömüldüğü yeri kutsal saydıkları, Ayin-i Cem düzenledikleri, bu törenlerde çalgı, içki, oyun, nefes gibi Bektaşiliğin uyguladıklarını uyguladıkları bilinir. Tahtacılar’da, Ayin-i Cem tarikata giriş töreninden sonra düzenlenir. Ayrıca sohbet, dernek, cem denen üç toplantıları daha vardır. Bunların en küçüğü sohbet, en büyüğü cemdir. Tahtacılarda inancın temelini Oniki Đmam ile Oniki sayısı oluşturur. Bu konuda Bektaşilikten ayrılır bir yanları yoktur. Oniki Đmam, Ondört Masum, Dört Kapı, Kırk Makam, Kerbelâ Olayı, Kemer gibi Bektaşilikte ne varsa Tahtacılarda da vardır.21

13. y.y. Anadolu’sunda nüfus bakımında hakim unsurun Türkler olduğu görülmektedir. Türkler, Anadolu’ya geldiklerinde genellikle Orta, Güney ve Doğu Anadolu Bölgelerinde yaşayan Rum, Ermeni ve Süryanilerle karşılaşmışlardır. Bu cemaatlerin hepsinin kendisine ait ayrı kiliselerin bulunduğu, aralarında inanç birliğinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Türkler bu cemaatlerle ilişkilerini dini hoşgörü çerçevesinde yürütmüşler, onlara Müslümanlığı zorla kabul ettirmeye çalışmamışlardır. Bu durum farklı kültürel unsurların birleştirilerek Anadolu’da yeni bir kültürün oluşumunda da etkili olmuştur.

Anadolu’ya ilk gelen Türkmen Boyları hakkında kesin bir bilgi yoktur. Moğol istilasından önce Oğuz Boylarından yalnızca Kınık, Döğer, Yağma, Salgur, Avşar ve Yıva Boyları’nın Anadolu’ya göç gönderdiği saptanabilmektedir. Moğol istilası üzerine göç artmış ve diğer Türkmen Boylarını da kapsamıştır. Böylece Oğuz Boyları ile birlikte Kıpçak, Peçenek, Moğol, Çağatay ve Harezmli topluluklar da Anadolu’ya gelmiştir.

20 Đsmet Zeki Eyüboğlu, Bütün Yönleriyle..., s. 144 21

(26)

Bu toplumsal ve siyasal gelişmeler paralelinde Anadolu’ya gelen Orta Asya Türklerinin bir kısmı arasında Şamanlık ve diğer Asya inanç sistemleri ile Alevilik görülmektedir. Bu dönemde anlaşılacağı üzere Anadolu, etnik ve dinsel bakımdan karışık bir durumdadır.

Anadolu’da görülen bu ilk göçler esnasında yerli Hıristiyan halk tedirgin olmuş ve Anadolu’nun batısına doğru göç etmişlerdir. Bunun neticesinde Anadolu’nun Doğu ve Orta kesimlerinde geniş boşluklar oluşmuştur. Oluşan bu boşluklara ise Feodal Rum Beyleri sahip olmuşlardır. Kendi fetih politikası açısından bu durumu olumsuz gören Selçuklular, yerli Hıristiyan halkın topraklarına geri dönmesi için çaba sarf etmeye çalışmışsa da başarılı olamamıştır. Dönemin tarihçisi

Đbn-i Bibi’nin yazdığına göre bu dönemde Anadolu coğrafyasında Rumca, Türkçe, Farsça, Ermenice ve Süryanice dilleri konuşulmakta idi. Đşte bu karışık halk kitleleri arasındaki kaynaşmanın sağlanmasında Aleviliğin rolü önemlidir. Anadolu’da karşılaştığı diğer inanç sistemlerine karşı hoşgörülü olan Alevi Đnanç Sistemi bu coğrafyada yaşayan halk kitleleri arasında hoşgörü ile karşılanmıştır. Hatta bu çerçevede Ermeni ve Süryaniler ile Hıristiyan-Ortodoks halklar yer yer Selçuklu ve Danişmentli yönetimlerini Bizans’a karşı tercih eder konuma gelmişlerdir.

Đşte bu ortamda Bektaşilik kendisi için bir zemin kazanır. Bu bağlamda öncelikle Hacı Bektaş’ı biraz daha derinlemesine tanımakta fayda var.

Öz adı Mehmed (Muhammed) Bektaş olan Hacı Bektaş Veli, Horasan’nın, Nişabur kentinde doğmuştur. Babası, Đbrahim Sani’dir. Muhammed mahlası ile anılır. Soy olarak Hz. Ali’ye bağlanır. Annesi, Nişabur müftüsü Şeyh Ahmet Amil Nişaburri’nin kızı Hâteme’nin kızı Hatem (Hateme) Hatundur. Anadolu’daki, Ağuçan Ocağı bu Ahmet Dede’nin soyundan olduklarını savunur. Babası ise Muhammed Vârid-ül-Horasani (Đbrahimüssani)’dir.22 1209/10 – 1270/71 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. Hacı Bektaş’ın yaşadığı tarihin kesin olarak verilememesinin nedeni onun bir yerlere dayandırılma kaygısından kaynaklandığını

22

(27)

söyleyebiliriz. Bunlardan, Hacı Bektaş’ı, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunda yer verme kaygısını örnek olarak verebiliriz.

Hacı Bektaş’ın, Hacı lakabı ise Velâyetnâme’de yer alan bir keramet sonucu Bektaş’ın asıl adıyla anılagelmiştir. Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş’ın hocası Lokman Perende, Horasan’dan hacca gittiğinde Arafat’ta vakfete geçildiği zaman arkadaşlarına; “Bugün arefe, bizim evde şimdi bişi pişirirler” demiş. Bu hal Hacıbektaş’a malum olmuş, Lokman’ın evinde pişirilen bişiden bir tepsiye koyarak bir dakika içinde Arafat’a ulaştırmış, orada bunu yemişler. Hac dönüşü Nişabur halkı kendisini karşıladığı ve tebrik ettiği zaman Lokman; “Asıl Hacı olan Bektaş’tır, hepimiz onu kutlayalım” diyerek onun bu kerametini halka duyurmuştur.23

Aşağıda tekrar derinlemesine olarak ele alacağımız Hacı Bektaş Veli’nin yol gösterici olarak tarih sahnesindeki yerini almasındaki aşamaları kısaca aktarmamızda fayda olacaktır. Kendisine, “Pir-i Türkistan” sanı verilen Ahmet Yesevi’nin ölümünden sonra tekkesine “Ulûmu zahire” ve “Ulûmu Bâtına”da ünlü bir bilgin olan Lokman Perende-i Kâşani şeyh olur. Hacı Bektaş Veli’de ilk kez bu şeyhe baş bağlar. Üç yıl bu dergahta hizmet gören Hacı Bektaş Veli, yetenekleriyle, bilgisiyle hocasının ve öbür dervişlerin ilgisini çeker ve Halife Lokman Perende-i Kâşani,

şeyhinin kendisine bıraktığı emanetleri (Taç, hırka, sofra, çerağ, alem, seccade v.b.) Hacı Bektaş Veli’ye aktararak kendisine icazet verip onu Hilafet makamına oturtur. Aynı yıl Halife Perende-i Kâşani doksan yaşında ölünce Hacı Bektaş Veli “Postnişin” olur. Beş yıl süre ile bu dergâhta şeyhlik eden Hacı Bektaş Veli, Mekke ve Medine’ye gider Hacı olur. Çeşitli yerlerde konaklayarak Anadolu’ya geçer ve bu arada Baba Resul’e kırk gün hizmetle hilafet ve icazet alır. H. 670 (M. 1271) yılında da Kırşehir yakınında bugün Nevşehir iline bağlı Hacı Bektaş’a (Hacım-Suluca Karacahöyük) gelerek oraya yerleşir. Selçuklulara başkaldırarak yenilgiye uğrayarak dağılmış olan Babaileri, Şiileri ve Batınileri çevresinde toplar. Bunlara; Kalenderi, Haydari, Abdal, Şemsi, Edhemi, Câmi, Celâli v.b. topluluklar da katılır ve kurulan

(28)

tarikat “Bektaşilik” adını alır. Hacı Bektaş Veli’ye baş bağlayanlar onu “Kalenderiler Piri”, “Abdallar Serveri” olarak kabul ederler.24

Hacı Bektaş’ın, Anadolu’ya gelişinin bir başka izah tarzında da, yaşadığı zaman dilimi ile bağlantılı olarak Anadolu’ya geliş tarihide tartışmalıdır. Anadolu’ya gelişi Cengiz Han’ın 1220’de gerçekleştirdiği batı seferi sonucunda olmalıdır. Fakat, Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya gelişi hemen bu olay üzerine olmadığı kesindir. Anadolu’ya geldiğinde Kayseri’de bulunan Battal Mescidi’nde Kirmani’nin gözetiminde yetiştiğini yazan kaynaklara göre Kirmani’nin 1234 yılında Anadolu’dan temelli ayrıldığını belirttiklerine göre Hacı Bektaş’ın bu tarihten kısa bir süre öncesinde Anadolu’ya gelmiş olmalıdır.25

Kaynaklar, Hacı Bektaş’ın, Oğuzlar’ın Üçok kolunun Çepni boyundan olduğu konusunda birleşirler. Anadolu’ya boyuyla birlikte dahası boyunun başında gelmiştir. Çepniler ilk olarak genellikle Orta Anadolu’dan, Karadeniz kıyılarına kadar olan yörelere yerleşmişlerdir. Hacı Bektaş’ın çevresinde yer alan kimi önemli isimlerde Çepni’dir. Mesela, Hacı Bektaş kendi boyu olan Çepniler’den Hacı

Đbrahim’i Çukurova, Maraş ve Halep’e göndererek onun yoluyla yöre halkını kazanır, aydınlatır. 1240’larda Babai Alevi-Türkmen olayına katılan Çepniler’in önemli bir bölümü 1277’lerde Sinop yöresine yerleşmişlerdir.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatı hakkında bilgi veren en eski eser, Hacı Bektaş’ın vefatından yaklaşık iki yüzyıl sonra müridleri tarafından kaleme alınmış olan Vilayetname’lerdir. Bu eserler bilimsel olmaktan çok, Hacı Bektaş’ı yücelten ve olağanüstü gösteren menkıbelere dayalı rivayetlerden oluşur. Yine Hacı Bektaş’ın vefatından yaklaşık yüzyıl sonra kaleme alınan Eflaki’nin Menakıbu’l-Arifin’i ile ikiyüz yıl sonra kaleme alınan Aşıkpaşazade’nin Tevarih-i Al-i Osman’ı, Hacı Bektaş Veli hakkında sınırlı da olsa bilgi vermesi açısından önemlidir.

24 A. Nevzad Odyakmaz, a.g.e., s. 12

(29)

Menakıbnameler, Hacı Bektaş’ın seceresini Hz. Ali’ye kadar çıkarırlarken, tarihsel boşlukları makul bir şekilde dolduramamaktadırlar. Hacı Bektaş’ın soyunu Hz. Ali’ye bağlama isteği, dönemin geleneğine uygun olarak dervişe “seyyid” sıfatının verilmesi arzusundan kaynaklanmış olma olasılığını düşündürtmektedir. Diğer taraftan Bektaşiler arasında Hacı Bektaş’ın soyunun Hz. Ali’den geldiğine olan inanç son derece yaygındır.

Hacı Bektaş Veli’nin hayatıyla ilgili olarak neredeyse ihtilaf olmayan tek konu doğduğu yerin Nişabur, öldüğü yerin ise Sulucakarahöyük olduğudur. Özellikle, Hacı Bektaş’ın kimin halifesi olduğu konusu ise görüş ayrılıklarının en yoğun olduğu noktadır. Tarihi açıdan Ahmed Yesevi’nin 1166 yılında vefat etmesi nedeniyle, Hacı Bektaş’ın ilk hocası olması mümkün değildir. Ancak, Yesevi Ocağından feyiz aldığı konusunda, mevcut araştırmalar çoğunluktadır.

“Hacı Bektaş Vilâyetname”si ile 1318-1358 yılları arasında yazılan Ahmet Eflaki’nin “Ariflerin Menkıbeleri”nde, Hacı Bektaş; yaşadığı yıllar çok iyi bilinen Mevlana (1207-1273) ile çağdaş gösterilir ve ilişkilerinden bahsedilir. Yine bu dönem yaşamış ve ilişkiler içerisinde bulundukları bir takım adlar verirler. Seyyid Mahmud Hayrani (Ölümü 1268), Nuraddin Bin Caca (1256-1277 yılları arasında yönetimdedir) ve Hacım Sultan (XIII. y.y.) bunlar arasındadır. Ayrıca kaynaklar Hacı Bektaş ile Ahi Evren ilişkisine de yer verir. Ahi Evren, 1205 yılında Anadolu’ya gelir. 1227/28 yıllarında Konya’ya yerleşir. 1243 yılında gerçekleşen Kösedağ Savaşı’ndan sonra Ahiler ile birlikte Moğol istilasına karşı çıkar. Eşiyle birlikte Moğollara esir düşer. 1247 yılında Kayseri’ye yerleşir. Daha sonra Kırşehir’e geçerek on dört yıl orada yaşar. 1261 yılında Moğollara karşı yaptığı ayaklanmada öldürüldükten sonra eşi ve yanlıları Sulucakarahöyük’teki, Hacı Bektaş’a sığınarak orada yaşarlar. Bu tarihsel bilgiler bize Hacı Bektaş’ın yaşadığı dönem hakkında sağlıklı kanaat uyandırır.26

Hacı Bektaş Necef, Mekke, Medine, Kudüs, Halep ve Elbistan’ı dolaştıktan sonra Sivas, Amasya, Kayseri ve Kırşehir’i gezer. Buralarda belli süreler kalır ve

26

(30)

ardından Sulucakarahöyük’e yerleşir. “Vilayetname” bu inceleme ve araştırma gezilerinin odak noktalarını belirtir. “Kürdistan’da bir kavmin içinde bir zaman eğleşir. O kavmi kendisine bağlar. Rum ülkesine yürür. Elbistan’da Ashâb-ı Kehf mağarasına uğrar. Orada erbain çıkarır. Kayseri’ye doğru yola çıkar. Rum ülkesine Zülkadirli Đlinde Bozok’tan girer. Daha sonra Sulucakarahöyük’e iner.”27

On beş yıla yakın Sulucakarahöyük’te kalan Hacı Bektaş, Moğollara ve Mevlevilere karşı, tarihsel süreçteki olaylara bakarsak Ahileri kendisine yakın görerek onların tarafında durmuştur. Bu nedenle Moğollara karşı verilen Kayseri savunmasına yardımcı olmak amacı ile Ahilere destek vermek için bu şehre geçer. Bu savunma esasında Ahi Evren’in tutuklanması üzerine Sulucakarahöyük’e geçerek buraya yerleşir. Ahi Evren’in, 1261 yılında Kırşehir direnişi esnasında Moğollara

şehit düşmesi üzerine eşi, yakınları ve yandaşları olan tüm Ahiler, Sulucakarahöyük’e geçerek Hacı Bektaş’ın yanına sığınırlar. Bu durum Hacı Bektaş’ın bir merkez olarak görülerek Moğol ve Mevlevi harici Ahi ve Türkmen grupların onun çevresinde birleşmesinde önemli bir etken olmuş ve Hacı Bektaş’ın güçlenmesine sebebiyet vermiştir.

Hacı Bektaş’ın etkilendiği isimlerden biri Ahmet Yesevi’dir. Ahmet Yesevi Türktür. Verdiği ürünler Türkmen halkın düzeyine göre yazılmış, lirik, tasavvufi ve ahlaksal içerikli şiirlerdir. Kendisi, Horasan-Türkistan’ın, Melami-Tasavvufi çevrelerinin insanıdır. Tarikatı heteretoks bir yapı taşır ve Melameti-Kalenderi Sufiliğinin bütün özelliklerini yansıtır. Katı dinci, şeriatçı ve sünni değildir. Ortamı gereği öyle olması da mümkün değildir. Alevi niteliklidir. Başyapıtı olan “Divan-ı Hikmet”te bu ruhu yansıtan izlere rastlanır.

Hacı Bektaş doğrudan Ahmet Yesevi’nin halifesi veya müridi değildir. Hacı Bektaş, Ahmet Yesevi’nin ölümünden çok sonra doğmuştur. Bu nedenle Hacı Bektaş, Anadolu Kalenderiliği içerisinde ötekilere göre daha özeldir. Bektaşilik bu kanaldan doğacaktır. Hacı Bektaş, Yesevilik, Vefailik, Haydarilik üçgenini birbirine bağlayan kilit taşı durumundadır. Bu üç etken Anadolu coğrafyasında siyasal,

27

(31)

toplumsal ve düşünsel koşullarında yardımı ile Bektaşiliği oluştururlar. Hacı Bektaş bu belirtilen etkenlerin, coğrafyanın ve tarihsel koşulların ürünüdür.28

Hacı Bektaş, Asya’da iken Yesevilik-Haydarilik içerisindedir. Anadolu’ya bir Kalenderi-Haydari dervişi olarak gelir. Anadolu’da, Melameti-Kalenderi bir nitelik gösterir. Bu akımlar giderek Vefailik içerisinde yer alırlar. Hacı Bektaş’da bu aşamada Vefailiğin içerisindedir. Vefailiği, Anadolu’da Baba Đlyas ve Babailer temsil ederler. Hacı Bektaş’da, Vefailiğin 1230’lu yıllardan sonra dönüştüğü Babailik içerisinde yerini alır. 1240’lı yıllarda Vefailik yerine (Babailiğin darbe alarak zayıflaması sonucunda) Haydarilik giderek gücünü artırır. XIV. y.y.’da Hacı Bektaş Dergâhı artık bir Haydari merkezidir. Hacı Bektaş, Yesevilik-Vefailik-Haydarilik üçgenini birbirine bağlayan kilit taşı durumundadır. Vilayetname’deki, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş, Kudbiddin Haydar üçlüsü arasındaki ilişkiler bu açıdan anlam kazanır. Bektaşiliğin, Yesevilikten değil ama Yeseviliğin bir kolu olan Haydarilikten doğduğunu bu tarikatlar arasındaki organik bağ ortaya koyar. Yesevilikteki, Kalenderi öğeleri yapısına alarak, Yeseviliği kendi içerisinde eriten Haydarilik, bu tarikatı XIII. y.y.’da eritir. Yalnız, Ahmet Yesevi’nin anısı Haydarilik geleneği içerisinde sürer ve Bektaşiliğe de bu kanaldan geçer. Haydarilik, XV. y.y.’da Hacı Bektaş kültü aracılığı ile kendi içerisinde Bektaşiliği yaratır. Đşte, Hacı Bektaş bu kaynakların ürünüdür.29

Hacı Bektaş-ı Veli ile Babailik hareketinin öncüsü olan Baba Đlyas ilişkisi hakkındaki referanslar bizi Aşıkpaşazade, Elvan Çelebi ve Eflaki’ye çıkarıyor. Aşıkpaşazade Tarihi’ndeki bilgilerden yola çıktığımızda, Abdalan-ı Rum (Babailik harekeitne mensup zümrelerini niteleyen bir kavram) dediğimiz dervişler zümresinin önde gelen Babalarından olan Geyikli Baba’nın, kendini Orhan Gazi’ye tanıtırken “Baba Đlyas müridiyim. Seyyid Ebülvefa tarikatindenim.” demesi önemli bir göstergedir.

28 Baki Öz, a.g.e., s. 117

(32)

Öte yandan henüz ortada “Bektaşilik” diye bir tarikat olmamasına karşın, Hacı Bektaş geleneğinin taşıyıcısı ve yayıcısı olma özelliğini gösteren Abdalların, ehl-i sünnet dışı unsurları bünyelerinde barındırıyor olması; bu geleneğin, Baba

Đlyas’taki ve Babai hareketindeki heterodoks niteliklerle paralellik arz ettiğini gösterir. Ayrıca, Bektaşi geleneğinin önemli isimlerinden Kumral Abdal ve Abdal Murad gibi isimler de kendilerini Vefai diye adlandırmaktadır. Bilindiği üzere Baba

Đlyas, Seyyid Ebü’l-Vefa’nın kurduğu Vefaiye tarikatının Anadolu’daki şeyhidir. Tüm bu veriler bizi, Hacı Bektaş Veli ile Baba Đlyas arasında şeyhlik-müridlik ilişkisi olduğunun tespitine yönlendiriyor.

Irene Melikoff, Hacı Bektaş ile müridi olduğu Baba Đlyas’ın Anadolu’ya birlikte geldiğini söylemektedir. Ancak Aşıkpaşazade, Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya gelişini şu şekilde ifade etmektedir: “Hacı Bektaş Horasan’dan kalktı. Bir kardeşi

vardı, Menteş derlerdi. Birlikte kalktılar. Anadolu’ya gelmeye heves ettiler. Evvela doğru Sivas’a geldiler. O zamanda Baba Đlyas gelmiş, Anadolu’da oturur olmuştu. Meğer onu görmek isteğiyle gelmişler. Bu Hacı Bektaş, kardeşiyle Sivas’a, Sivas’tan Baba Đlyas’a geldiler. Oradan Kırşehir’e, Kırşehir’den Kayseri’ye geldiler. Menteş yine memleketine yöneldi. Hacı Bektaş kardeşini Kayseri’den gönderdi. Vardı, Sivas’a çıktı. Oraya varınca eceli yetişti. Onu şehid ettiler.”

Bu bilgilerden yola çıkarak Hacı Bektaş’ın, Baba Đlyas’tan bir süre sonra Anadolu’ya geldiğini; Anadolu’ya geldiği sırada ilk iş olarak Baba Đlyas’ı ziyaret etmek istemesinden de Baba Đlyas’ı Horasan’dan tanıdığını ya da namını duymuş olmasından ötürü, Amasya’ya gidip müridlik yaptığı sonucunu çıkarabiliriz. Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş’in isyana bizzat katılarak isyan sırasında ölmüş olması, Hacı Bektaş’ı da isyan ile ilişkilendirmektedir. Ne var ki, Menteş’in isyana katıldığı bilinmekle birlikte, Hacı Bektaş için aynı şey söylenememektedir. Horasan’dan Anadolu’ya, dahası Amasya’ya kadar birlikte hareket eden iki kardeşin isyan esnasında ayrılarak birinin Sulucakarahöyük’e, diğerinin savaş alanı olan Sivas’a gidiyor olması tarafımıza anlaşılır gelmemektedir. Menakıbname yazarlarının Hacı Bektaş ile ‘Đsyancı Baba’ olma özelliği gösteren Baba Đlyas’ı ilişkilendirmemesi; Aşıkpaşazade ve Elvan Çelebi’nin -sanırız dedeleri olmasından ötürü- Baba Đlyas ile

(33)

Hacı Bektaş’ı ilişkilendirmekle yetinip, Menteş’in isyanda ölmüş olmasının dışında isyanla ilişkilendirmemesi, Hacı Bektaş’ın isyanda rol alıp almadığı konusundaki

şüpheleri arttırıcı bir nitelik arz etmektedir. Bir öngörü olarak Hacı Bektaş’ın Babai isyanına katılması muhtemel gibi görünmesine karşılık, günümüz kaynakları itibariyle bu konuya ilişkin tarihi bilgi mevcut değildir.

Kimi güncel kaynaklar Hacı Bektaş’ın, Sulucakarahöyük’e yerleştikten sonra burada bir tekke kurduğunu, bu tekkede yetiştirdiği öğrencilerini Anadolu’nun Türk hakimiyetinde bulunan yerlerine gönderdiğini, bu dervişlerin Hacı Bektaş’ın direktifleri doğrultusunda harekete geçtiğini ifade etmektedir. Ancak, Hacı Bektaş bir tarikat kurmamış ve mürid toplamaya çalışmamıştır. Bektaşilik, bizzat Hacı Bektaş tarafından kurulmuş bir tarikat olsaydı, bir zümrenin sıfatı olarak Bektaşilik, daha erken devirlerde ortaya çıkardı. Bektaşilik, Hacı Bektaş’ın ölümünden uzun yıllar sonra ortaya çıkmıştır. Ne, Hacı Bektaş adına düzenlenen menakıbnamelerde, ne de diğer menakıbnamelerde Rum Abdalı terimi kullanılmasına rağmen, henüz “Bektaşi” teriminin kullanılmamış olması son derece anlamlıdır. Bu da XV. yüzyılın sonlarında dahi bu adı taşıyan mevcut bir zümrenin henüz ortaya çıkmadığını göstermektedir. Bektaşilik, başta Kadıncık Ana, Abdal Musa ve Balım Sultan olmak üzere Hacı Bektaş geleneğine bağlı dervişlerin, dağınık olan Rum Abdalları-Kalenderi-Haydari-Vefai gibi zümreleri Hacı Bektaş’ın adı etrafında birleştirmesi ve Hacı Bektaş kültü oluşturup, bunu bir dinsel ritüel haline getirmesiyle oluşturulmuştur. Hacı Bektaş zamanında, tam anlamıyla var olan bir Bektaşi dinsel ritüelinin, erkânının ve tarikat örgütlenmesinin mevcut olduğunu söylemek mümkün değildir. Var olduğunu düşündüğümüz olgu ise heterodoks olmak gibi ortak paydaları bulunan zümrelerinin sahip olduğu ritüeldir.

Tüm bunların paralelinde Bektaşiliğin doğuşunu başka bir bakış açısı ile özetlemekte tarihsel yaklaşımları karşılaştırılması açından yararlı olacaktır. Vefaiye tarikatının piri Tacülarifin Şeyh Ebülvefa’nın M. 1107 yılında ölümünden çok sonra bu tarikata bağlı olanlar Baba Đlyas’ın çevresinde toplanmışlar, şeyhlerine “Baba”, kendilerine de “Babailer” adını vermişlerdir. Sonradan, Moğol saldırısı üzerine XIII. y.y. başlarında Horasan’dan göçerek Amasya’ya yerleşen ve Baba Đlyas’ın halifesi

(34)

Baba Đshak’ın (Baba Resul) çevresinde toplanan ve “Lâilâhe illallah Baba Resûl-Allah” deyip Baba Đshak’ın peygamberliğine inanan bu şii-batıni Türkmenler halka mutluluk, eşitlik, özgürlük, birtakım haklar sağlayacaklarını ve toprakları eşit olarak herkese dağıtacakları, vergileri tümüyle kaldıracakları propagandası ile Selçuklu Saltanatına karşı 3 Ağustos 1239’da başkaldırarak yenilgiye uğramışlar ve yakalanan Baba Đshak 1240 yılında öldürülmüştü. Horasan’dan kardeşi Menteş ile Anadolu’ya göç eden ve Babailiğe katılan Hacı Bektaş, Baba Đshak’ın halifeliğine dek yükselmiş durumdaydı. Babailerin yenilgiye uğramaları üzerine bir süre izini yitiren Hacı Bektaş, ortalık yatıştıktan sonra “Karahöyük” köyüne yerleşerek tekkesini kurup dağılmış olan Babaileri bir araya getirmiştir. Sonuçta, Bektaşiliğin toplumsal bakımdan ortaya çıkışını XIII. y.y.’ın karışık dönemine bağlamak gerekir. Konya Selçuklu Devleti’nin, Moğollarla sürekli çarpışması nedeniyle gücünü yitirmesi ve böylece yönünü bulma ve bir inanca bağlanma gereksinimi duyan Anadolu halkının, Hacı Bektaş Veli’nin çağrısına uyması sonucu Bektaşilin ilk tohumları atılmış oldu.30

XIII. ve XIV. y.y.’lara gelindiğinde, Şiilik, Alevilik, Ahilik arasında derin görüş ve inanç ayrılıkları yoktur. Bunlar birbirlerine oldukça yakın düşünce ve inanç akımlarıdır. Giderek siyasal ve toplumsal gelişmeler karşısında birleşmiş, birbirleri ile kaynaşmış ve dahası Bektaşilik gibi yeni adlarla yeniden kalıba dökülmüşlerdir. Özellikle, Ahiler ve Ahilik 1261 yılında Moğolların, Ahi kırımı nedeni ile Bektaşilik içerisinde yerlerini alarak kaynaşmışlardır. Bu nedenle kaynakların Osmanlıların kuruluşuna katkılarına çeşitli adlar altında değindiği tasavvufi ve tarikatsal çevreler sonradan Bektaşilik içerisinde toparlanan ve yoğrulan Şii, Batıni, Babai, Kalenderi, Haydari, Alevi ve Ahi çevrelerdir. Bu akımların hepsinin ortak noktası Ali ve Oniki

Đmam sevgisi ve bağlılığı üzerinde yapılanmalarıdır. Kısaca bu temelde yer alan inanç ve düşünce akımlarının tümü Alevi-Bektaşi inanç sistemi içerisinde toparlandıklarından günümüzde de bu adla adlandırılmaktadırlar.

Türkmen boylarının çoğunluğunun mensup olduğu popüler mistik bir niteliğe sahip bu heterodoks Đslam, kendini geliştirip kurumlaşma imkânını hiçbir zaman bulamamış bir Đslam tarzıydı. Bununla beraber, kısmen kırsal kesim ve

30 A. Nevzad Odyakmaz, a.g.e., s. 23

Referanslar

Benzer Belgeler

Ancak para sorun olmaktan çıkarıldığı zaman bile çok çok İyi film ler görebilmek için en az beş - on yıl daha beklemek gerekmektedir. Bu bir

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros

“Yaşam Kavgası” adlı ilk kişisel sergisinden bu yana kendine özgü bir sanatsal bir biçek ve varsıl bir imge evreni oluşturarak resim serüvenini sürdüren Habio

Sartre — yazdıkları bir ya­ n a— son yıllarda suç diye yo ramlanması olanağı hayli kuv vetli olan olaylara

Somonlu salata, İtalyan soslu ton-ton salata gibi çeşit­ li salatalardan damak tadını­ za uygun bir salata bulacağı­ nız kesin.. Açık sandvvichler ise hem doyurucu, hem

Hâmid, ikinci devre Tanzimat edebi­ yatının en mühim simalarından

Hat: Çizgi, satır, yazı, Arap alfabesiyle yazılan sanatlı yazı, mektup, ferman gibi anlamlara gelmekle birlikte, sevgilinin yanağındaki ince tüy (ayva tüyü) anlamıyla

Cheryl Thompson,及著名醫療城奧蘭多市(Orlando)Buddy Dyer 市長及分別於 2016 年 3 月 17 日、25 日蒞校參訪、演講;泰國國 王科技大學(King