Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2016, (1),DOI:10.1501/sbeder_0000000118
227
Sömürge Sonrası Dönem İngiliz Romanında Büyülü Gerçekçilik
Nazan Tutaş1
Büyülü gerçekçilik, en geniş ifadeyle, doğaüstü olayların doğrulukları sorgulanmaksızın ve herhangi bir açıklamaya yer verilmeden günlük gerçekliğin bir parçasıymışçasına tasvir edildiği anlatı biçimi olarak tanımlanabilir. 1920’lerin başlarında Almanya’da resim sanatında ortaya çıkan büyülü gerçekçilik, çok geçmeden edebiyat alanında da kabul görmüş ve hızla yayılmıştır. 1960’lı yıllarda, Alejo Carpentier, Jorge Luis Borges, Isabel Allende ve Gabriel García Márquez gibi Latin Amerikalı yazarların eserleriyle altın çağını yaşayan büyülü gerçekçilik, sömürgecilik sonrası dönemde ortaya çıkan ulus devletlerin edebiyatlarının dünyada kabul görmesinde de kilit bir rol oynamıştır. Doğaüstü ile gerçek olanı aynı metinsel düzlemde buluşturan büyülü gerçekçilik, yazarların kültürel ve ulusal kimliklerini tanımlayan mitleri, efsaneleri ve söylenceleri çağdaş bir anlatı biçimi olan roman türüne eklemlemesine izin vermiştir. Diğer bir deyişle büyülü gerçekçilik eski kültürel anlatıların çağdaş roman sanatıyla buluşmasını sağlayarak yeni ortaya çıkan ulus devletlerdeki yazarların ulusal ve kültürel kimliklerini ifade edebilmelerine olanak vermiştir.
Taner Can’ın İngilizce olarak yayımlanan ve başlığını, “Sömürge Sonrası Dönem İngiliz Romanında Büyülü Gerçekçilik: Tarih, Ulus ve Anlatı”2 olarak çevirebileceğimiz kitabı,
büyülü gerçekçiliğin sömürgecilik sonrası dönemde kurulan ulus devletlerin edebiyatlarındaki yerini tespit etmeyi amaçlıyor. Yazarın doktora tezinin gözden geçirilmiş ve güncellenmiş hali olan kitap dört ana bölümden oluşuyor. İlk iki bölümde yazar başlangıcından günümüze kadar büyülü gerçekçilik üzerine yürütülen kuramsal tartışmaları, Alman resim sanatından Latin Amerikan romanlarına kadar birçok farklı sanat ve edebiyat eserine göndermeler yaparak inceliyor. Büyülü gerçekçiliğin kültürel öğeleri yansıtmadaki başarısı ve ulus devletlerin edebiyatında oynadığı rol söz konusu iki bölümün temel izleğini oluşturuyor. Kitabın son iki bölümünde ise yazar sömürgecilik sonrası dönemde Afrikalı ve Hint yazarlar tarafından kaleme alınan dört romanın ayrıntılı bir incelemesini sunarak, varmış olduğu kuramsal sonuçları örneklendiriyor. Can kitabında şu sonuca varıyor: “büyülü gerçekçiliğin sömürgecilik sonrası dönem edebiyatındaki en önemli işlevi kuşkusuz romanı Batı edebiyatından öykünülen bir anlatı türü olmaktan çıkarak, onu suskun toplumların kendilerini ifade edebilecekleri, yerel kültürden beslenen ve siyasi çağrışımları olan bir araca dönüştürmüş olmasıdır. Büyülü gerçekliğin çok farklı kültür coğrafyalarında kabul görmesi sömürgecilik sonrasında ortaya çıkan ülkelerin milli edebiyatlarının oluşmasında oynadığı bu işlevsel rolün sonucudur”3
.
1
Doç. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı.
2 Can, Taner. (2015). Magical Realism in Postcolonial British Fiction: History, Nation, and Narration.
Stuttgart: ibidem-Verlag
3
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2016, (1),DOI:10.1501/sbeder_0000000118
228 Büyülü gerçekçiliğin tarihi gelişimini anlaşılır bir dille özetleyen kitabın bu yönüyle konu hakkında temel bir referans kaynağı niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Hindistan’da ve Afrika ülkelerinde ulusal edebiyatın doğuşunun ve seyrinin kapsamlı bir tarihi arka plan okumasıyla aktarıldığı kitap, söz konusu alanlarda çalışma yürüten araştırmacılar için temel bilgiler içeriyor. “Büyülü gerçekçilik,” “sömürgecilik,” “sömürge sonrası edebiyat” gibi kavramlar üzerine yürütülen çeşitli kuramsal tartışmaların karşılaştırmalı olarak ele alınması ise eserin diğer bir güçlü yanını oluşturuyor. Yazarın kitabın son iki bölümünde yaptığı metin incelemelerini daha çok kültürel ve sosyolojik okumalar üzerinden geçekleştirdiği görünüyor. Bu bölümlerdeki tartışmaların biçembilim ve söylem analizi teknikleri kullanılarak yürütülmesi, varılan sonuçların somut metinsel verilerle desteklenmesini sağlayarak esere kuramsal bir derinlik kazandırabilirdi.