• Sonuç bulunamadı

[Arif Nihat Asya'ya ait şiirler]

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "[Arif Nihat Asya'ya ait şiirler]"

Copied!
15
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MIRIL MIRIL

Böyle çıtır çıtır

Çıtırdamazdı ocaklar

Sen olmasan

Mırıl mırıl

Ninni bilmezdi dudaklar

Sen olmasan

Neye yarardı oyuncaklar

Sen olmasan

Ve soğurdu yavrum, kucaklar

Sen olmasan.

(2)

A m a z o n

«Ok görmeli, der atılmadan mahrekini!» Dostum, daha kılken Amazon, sağdakini Dağlar iki olgun, iki dolgun yemişin Bir erkeğe kâfi görerek b 'r tekini

(3)

r

K A D E H L E R

Bir kadeh ki ömrü M eze beklemekle geçti...

«

İçiyor., içiyor..., dediğiniz adam, Yıllar yılı, böyle içti.

Geceyle gündüz gibi Koymuşlar sıraya: Sofrasında rakıyla meze Gelmedi bir araya

Mırıldanıp dişlerinin arasından Dedi:

«

Böyle de olur.»

Ardında bir mezarlık şimdi: Taşları billur

Bilirim duman savurmakta da Bir hayli eskidir o..

Ben deyim on, sen de yirmi yıllık Tiryakidir o.

Nedense kibritle paketi, Paketle kibriti

Bir araya getiremedi.

«Elin ateşine yanmaktan Yanmamak iyi...» dedi.

Çocukluk, çocukluk, çocuklukmuş.: Naralar göğüs fazlası

Bir solukmuş...

)

y Artık başlanabilir masalına:

« Bir varmış., bir yokmuş...»

Fakat buradayım., buyursun Güvenen, kadehinin sırçasına: Bu sefer tokuştururuz Kırmacasına!

Belki senin de budur Demek istediğin:

Havaya kalkmaz, şerefe kalkar Kadeh dediğin!

Bense bıraktım içkiyi.. Şimdi içiyorum rüyada; Ne yapalım, şerefine içilecek Kimse kalmamış dünyada

...

Arif Nihat A SY A

Şimdi arkasında

Raf rayla döşeli bir cadde vardır; Bir de kibrit kutularından Abide vardır.

Kanının köpürüp Kaynamışlığım bilirim; Onun tüfekle, tabancayla Oynamışlığını bilirim...

Ki hâlâ konuşur o dilden; Hâlâ yazılarını noktalar: Tabancasından kalma virgüllerle Tüfeğinden kalma noktalar.

Tak... tak... tak... Üç el

...

Yazsın, yazabilirse, notalar!

Tak.. Tak... tak....

Ki dünyada budur, varsa eğer, Erkekçe konuşmak.

Geçti delikanlılık.. Oyuncaklar çocuklara Kalmalı artık.

Attıkların, nasıl olsa, Varmış hedefine...

Adını kurşunla yazan sen değil miydin Sevdiğinin gergefine?

(4)

G E R Ç E K H A Y A L İ AŞ T U*

a r i f

(Ebcetle Tarih: 1969)

N İ H A T A S Y A

Çınarlı’m böyle söyler, yazar - yazdıkça - böyle!

Demek: Elden değildir, elindendir misâli.

Çağırmış yâri aşka.. Duyup - elbet • gelir yâr...

Kanat ondan olunca aşar gerçek

hayâli-(* ) Mehmet Çınarlı'nın ikinci şiir kitabıdır.

(5)

Y I L A N L A R

Bizi, ömürlerdir, anlam iyonlar

Toprakta sürünen varlığımızdan Anlıyabilirler Burmalıtaş’ta Çın çın öten billur ıslığımızdan.

Ocakta, yangında, ateşgedede Alev, ancak, bizim kadar kıvraktır.. Yerde son kadının beli de bizden Öğrendiği gibi kıvranacaktır.

Yılanlar ki tarih boyunca bir gün Bilekte b il e z ik birgün belde kol... Sarıl, ey yasemin, şu sütunlara: Bize baka baka sen de bizden ol!

Havva’yı elinden tutup götüren, Âdem’in koynuna yatıran biziz..

Erkeğe dişiyi tattıran biziz.

Yollara, asmaya ve sarmaşığa İbretle bakanlar bizi görürler.. Duman bizim gibi tüter bacadan, Akar sular bizim gibi yürürler.

Süzüle süzüle ineriz suya; Gece yolumuzu aydınlatır ay... Ne tarafa dönsen bizi bulursun: Atılışta okuz, gerilişte yay.

Ya hâle hâle dağ başlarındayız. Yahut yıldızların taçlarındayız; Eski yazıların kıvrımlarında, Eski dilberlerin saçlarındayız.

Yılanlar, yılanlar., ki ipiydiler İlk koğa’nm da, ilk salıncağın da... Ey ip atlıyan kız, neden bu tadı Bulamadın başka oyuncağında?

Kıvrım kıvrım olur, görebildinse. A teşte körpe dal, rüzgârda etek.. Gülden emedursun südünü kovan; Seklimizden alır şeklini petek.

Mavi gümüşlerle mor çeliklerin Menevişi bizden, savatı bizden.. Su yılanlarından kalma hâreler Açılıp gülümser mavi denizden.

Çöreklenişlerde, kıvranışlarda Oku geçmişleri, gelecekleri.

Yılanlar, yılanlar, bedbaht yılanlar., ii dünyanın altın zemberekleri.

Bizi, ömürlerdir, anlamıyanlar Toprakta sürünen varlığımızdan Anlıyabilirler Burmalıtaş’ta Çın çın öten billûr ıslığımızdan. Arif Nihat A SY A

(6)

Y A L A NL A R

«İyisin, hoşsun!» dediler... Hayır, iyi değilim ben.. Bu dünyanın, bu zamanın İstediği değilini ben: Ağızlar yalan söylüyor!

Uğurlular, uğursuzlar; Yedili, ikili kozlar; Cokeyler, oğlanlar, kızlar, Papazlar yalan söylüyor!

Günler dümen, etek yelken.. —Kimi geç, kimi çok erken— Gövdeler teslim olurken Omuzlar yalan söylüyor!

Pişirilmiş cezve cevze Ocakta, mangalda kahve.. Ki okunur telve telve... Dudak artığı karalar, Beyazlar yalan söylüyor!

Ağızlarında sakızlar, Ton anıyor kaygısızlar.. Üçler, altılar, sekizler, Dokuzlar yalan söylüyor!

Kimisi haber çizgisi, Kimisi sefer çizgisi...

Ellerde kader çizgisi Şu izler yalan söylüyor!

Yazdırılıp dizdirilen Çizdirilip bozdurulan, Baş üstünde gezdirilen, Duvralara kazdırılan Dövizler yalan söylüyor!

Bakla döker, fal bakarmış.. Adı varmış, sam varmış! Serip döktü baklasını:

Deniz deniz kısmet görmüş.... Gördüğü doğruysa şayet Denizler yalan söylüyor!

Yalan yalanı kovalar.. İşte (Aslan)lar, (Boğa)lar. Derken (Başaklar)lar, (Kova)lar,

(İkiz)ler yalan söylüyor!

Burda papatyalar, orda

Yıldızlar yalan söylüyor!

«İyisin, hoşsun» diyorlar... Hayır, iyi değilim ben.. Bu dünyanın, bu zamanın İstediği değilim ben: Ağızlar yalan söylüyor! A r if N ih a t A S Y A

(7)

Kubbe-i Hadrâ

A R İ F N İ H A T A S Y A

Buraya yabancı gelenler, burçla yerli olur. Buraya tel, rübâb olmaya gelir.

Buraya ışığın, okşayacak kadarı girer; ondan fazlası girmez.... gölgenin, huzûr verecek kadarı girer, korkutacak kadarı girmez.

Buraya bulanık gelen, burdan duru gider.

Buraya çirkin giren, güzel; ağır giren, hafif çıkar.

Bu kapıdan sıcağın, ısıtacak kadarı girer; incitecek kadarı girmez.

Bu eşiğe âlim gelen, burda kendini arif olmuş bulur.

Buraya inciler tespih, kamışlar ney, yürekler kudüm, kanad- Iar tennûre olmak için girer.

Buraya kelebekler, kanadlarmm yaldızını dışarda bırakır da girer.

Buraya melekler, sema’ öğrenmeye gelir.

Buraya gelen lâle, fesleğen, zambak, nergis, menekşe demet­ leri; kapıda adlarını ya «destegül», ya «gül - deste» diye verirler.

Buraya altın, kimi görmek istediği sorulacak olursa, — Salâhaddin’imi!

diyerek girer.

Buraya güneş, adını «Şems» diye verir; öyle girer.

Buraya pırlantalar, elmaslar, zümrütler, kantaşları; adlarını «Gevher» diye verir; öyle girerler.

(8)

r

D O Ğ M A K

Pek te sert vurma kapıya... Sağır değiliz, duyduk. Geciktin mi randevuya? Bekle çocuk., bekle çocuk... Ne yiyip ne içeceksin? Memeye süt inmedi daha. Gözü yolda anaların.. Babalar dönmedi daha. Bir gün önce doğmak m ı; Ne hakla çocuk?

Ne kazanırsın çiçeklerden, Erken açılmakla çocuk? Bekle çoğalsın

Yuvanın kazancı.. Yorganına henüz, Başlamadı yorgancı. Bekle bir gün daha, Hayat eşiğini...

İşte marangoz da hâlâ, Bitirmedi beşiğini. Gelme çağrılmadan, Hırsız gibi..

Doğacaksan göklere doğ, Bir adsız yıldız gibi. Burda hangi kapıyı, Çalsan kapalı... Oynamaya geliyorsan, Oyuncaklar da pahalı. Annelerin, karnından, Daha sıcak değil kucağı, Ve dünya nüfusu tamam.. Taşırma bardağı!

Ben de böyle güzel, Bir anadan doğmuştum; Üzmeden, ağlatmadan. Ve ağlamadan doğmuştum; Niyetim yoktu kalmaya.. Şöyle şakadan doğmuştum. O gün bugün otururum, Şunun şurasında.. Adresimi sorarsan,

Bedbaht ile bahtiyar arasında.

(9)

D A M L A

Bir Bayrak

rüzgâr bekliyor

Ziya Ilhan Zaimoflu'na Şehitler tepesi boş değil, Biri var bekliyor..

Ve bir göğüs nefes almak için Rüzgâr bekliyor.

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye, Yattığı toprak belli,

Tuttuğu bayrak belli..

Kim demiş meçhul asker diffe ?

Destanım yapmış, kasideye kanmış.. Bir el iki ahretten uzanmış,

Edeple gelip birer birer öpsün diye faniler.

öpelim temizse dudaklarımız. Fakat basmasın toprağına Temiz dejjilse ayaklarımız.

Rüzgârını kesmesin gövdeler... Sesinden yiiltsek çıkmasın Nutuklar, kasideler!

Geri gitsin alkışlar, geri.. Geri gitsin ellerin Yapma çiçekleri!

Ona oğullardan analardan Dilekler yeter..

Yazın san, kufin beyaz Çiçekler yeter.

Söyledi söyleyenler demin.. Gel süngülü yiğit, alkışlasınlar, Şimdi sen söyle, söz senin!

Şehitler tepesi boş değil,

Toprağım kahramanlar bekliyr.. Ve bir bayrak dalgalanmak için Rüzgâr bekliyor.

Destanı öksüz, sükûtu derin Meçhul askerin..

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye; Yattığı toprak belli,

Tuttuğu bayrak belli,

Kim demiş meçhul asker diye?

(10)

Hocalar

Her konuya tat veririz.

Adsızlara ad veririz,

Bir gün küçüklere, bir gün

Büyüklere not veririz.

Biz biliriz haddimizi,

Ne şefler, ne racalaM

iz.

Doksan kişilik sınıfta

Korkomutan hovalarız.

Devir devir, mevsim mevsim

Değiştirdik nice isim.

Sarmaş dolaş olsun artık

Öğretmen, Hoca, Muallim.

Srnıfta, derslerde bütün,

Şömendiferde yarımız.

Zira okuldan ç:kın-.a

Okulda kalır yarımız.

%

«İhtiras» derler o zaman.

Telle mızrap olur belli.

Velâkin çift öğretimde

Tuttururuz çifte telli.

«Grup, ünite» dendimi,

O gün her telden çalarız.

Ne yapalım hocalarız.

Kırk yamalı bohçalarız.

Yılda üç mevsim kar yağar.

Başımıza tebeşirden.

Artık bahar ile güzü

Beklemek var teneşirden.

Ödev, hazırlık,.. Çok değil,

Ancak akşamdaaan akşama.

«Kıymetimiz bilinir mi?»

Dersen bayramdan bayrama.

Eller ne yapıp yaparak

Bir asansöre takılır.

Bizim barem merdiveni

Yüz elli yılda çıkılır.

Eller ne yaparsa yapsın

Biz işimize dalarız.

Bal tutan parmak yalarsa,

Biz de mürekkep yalarız.

Her konuya tat veririz.

Adsızlara ad veririz.

Bir gün küçüklere, bir gün

Büyüklere not veririz.

(11)

G ö R Ü Ş L E R

2 1

-S ü k û t

Oturmak, düşünmek, susmak..

Sigaranın dumanlarında falına bakmak.

“Bahtiyar mısın?,, diye sorarlarsa yemin ederek

“Evet!,, demek.

İnanmak, fakat gurur ibadeti yasak ettiği için

tapmamak.

#-Gökyüzünün

mavisini silip, gökleri dilediğin

renge boyamak.

*

Lâmban dolu ve yanında Kibritin hazır durur­

ken yakmamak..

Ağır ağır,

bile bile,

istiye istiye

meçhulün

midesinde hazmolmak.

&

Durgun suların koyuluğunda kanatlarını kürek

diye kullanmak.

Nükteyi bulmak ve söylemek..

Daha eyisi , bulmak.. Fakat söylememek.

(12)

D E R M E

7

/\

S A iU >V>v< » W .

: s z z ı

p ı > ’ a B B a ş i

Mala.lya.nm Tbüyük Hemşerisi -JTiĞDfÛ ' ye

Birgün, çık Pmarbaşına

Beyaz köpüklere eğil . . .

Almmn çizgilerini

Suyla yıka, bulutla sil

!

Fısıltısı yaprakların,

Bırakmıyacak peşini;

Rüzgârlar kendiliğinden

Üfliyecek ateşini.

Gölge dağlar, ışık dağlar

Ki kanatsız çıkılamaz . . .

Kanatlar söylesin, dinle ;

Akar sular söylesin, yaz

!

Uzaklaşa uzaklaşa

Sesler eriyip duracak .. .

Gece su borularının

Toprakta nabzı vuracak

Bırak insin kayalardan

Derme çarpma çarpına ;

Bırak indirsin yükünü

Şimal rüzgârı kapına!

Başını beklesin dağlar,

Mevsim ayağına gelsin

!

Doğduğun yerde, ey [hayat,

Geçtiğin yerden güzelsin !

Gece, gökler kuyumcusu

İncilerini tartacak . ..

Ve belki bir inciyi de

Avuçlarına atacak.

Bir yaz çık pmarbaşına

Beyaz köpüklere eğil ...

Alnının yazılarını

Suyla yıka, bulutla s il

!

ARİF NİHAT ASYA

(13)

r

A r i f N i h a t A s y a ’ n ı n

Y a y ı n l a n m a m ı ş Ş i i r l e r i : 1

Yıkmaya gel, yıkmaya gel; Bir sen eksiktin zelzele!

**

E D İ R N E

Yıkılmış eski konaklar

Kırk odalı, kırk sofalı.. Biz ne zengin haritalar

Gördük Arda’lı, Tuna'lı Ki o günler bir Edirne Vardı döşeli dayalı; Dalları altın yemişli Kuşları altın gagalı... Yuvalar vardı, şen şakrak, Ağaçlar vardı yuvalı... Tası ayetli, oyalı Sular içerdik şifalı

**

Balkan'da dağlar tepeler Öbek öbek, oymak oymak... □ağları aşıp Tuna’da Kanad kanad ordu yeymak. Uçmak Tunca'dan Vardar’a Vardar’dan Vistül'e kaymak... Sonra, ne acıdır bir gün Tunca'yı Tuna'ya saymak.

Fetih günlerinin burdan Kanatlanırdı kartalı; Burdan giderdi ordular Debdebeli, tantanalı! Kahramanlar vardı beller Kuşaklı, eller palalı... Söyle sen buna ne dersin, Kolu bükülmez Adalı? Bu ellere taçlar teslim Etti kayzer’i, kıralı!

**

Sormayın: Edirne kimdi? Bereket taşan mevsimdi: Belki senin kız kardeşin Belki benim sevgilimdi... Edirne, dilber Edirne Kıyık'ta yatıyor şimdi.

**

Merde O bahtiyar yıllar KırkpınarTı Kakava'h; Pazarları devay-ı misk Missabunu, oğul balı? Ali paşa çarşısından Taşarken dağlı, ovalı Edirne ovasındaydı Istiranca'nın merali... Ki kına gecelerinden Eller dönerdi kınalı! Kızlar, Esma’lı Pembe’U!

Kızlar.. Ayşe'll FatmaTı!

Aksa da Tuncay’la Meriç Yine kıvrıla büküle

Ne yapı kalmış, ne nüfus Göçe göçe, öle öle... Bülbüller ağıttır artık Bülbül Adası'nda bile! Ne Sarayiçi'nde saray

Ne Kaleiçi’nde kale!

Hıçkırıklar var boğulmuş Çeşmeler var ağlamaklı. Talihsiz Edirne sanki

Yanıkkışla’da cezalı... Bir çobandır boynu bükük Tunca'ya düşmüş kavalı... Bu kadar öksüz kalmadı Meric’im Meriç olalı Simdi gülenler yolcudur Boynu bükükler buralı!

Tarih, akın, fetih, destan Yalan oldu, hepsi yalan! Kitaptan kitaba dolan

O şanlı hatıralardan Kırık mezar taşlarıyla Kırık çeşmelerdir kalan! Artık ne Meriç’te yelken Ne Tunca boyunda yalı! Yeni imaret sellerde Ve «Sittisultan» kapalı! Dilber Selimiye bile Sol memesinden yaralı!

«Lâri Çelebi» dökülür Süleymaniye yamalı! Kurtlar ziyarete gelir Zavallı Köse Mihal'i

Edirne tarihini sil Ve yaz Edirne masalı! Gidenlerin hangisine Hangisine ağlamalı?

(14)

f j

U

rAAî^O

H i s a r Ş a i r l e r i n d e n

İ n gi[i z c e y e | Ç e v i r i le r ; l l

AMNESTY

Accident, affliction, death knell,- Cain and Abel,

And Azrael

Whom I find hard to take as an angel, I pardon them all.

t

The tongue with its curses of hell, With tales that have no end, The head, the foot, the hand, i pardon them all.

As leaves burst open and roses bloom. Land by land, town by town, hill by hill Shadow of my1 shadow news of gloom, You too,

Decree by fate, destiny, doom, I pardon you too.

O eternal journey;

Your voice tarries on the pathways, Your word is what the tongue says. 0 my heart's progeny,

You too,

1 pardon you too, , The flowers that find my garden humdrum, The food that disdains my table as glum. Those who have come and have yet to come, I pardon all.

Fettah G ördük

■AKİF N İH A T A SYA

AFFI UMUMİ

Kazayı, belâyı, eceli H abîi'i, K ab il'i;

M elek olduğuna güç inandığım A z ra il’ i

A ffettim .

Bed dualarıyle d ili;

Sonu gelm iyecek m asallarıyle Baş», ayağı, eli

A ffettim .

A çarken y ap raklar, açarken gü ller D iyar diyar, belde belde, dağ dağ Gölgem in gölgesi kara haber. Seni de;

Takd ir, m ukadderat, kader; Seni de affettim .

Ey eb edî yo lcu lu k; Ey sesi yollarda kalm ış, Sözü dillerd e kalm ış Hayatım çocuk; Seni de, seni de A ffettim .

Bahçemi beğenm iyen çiçekleri de, Soframı hor gören yem ekleri de, G elm işleri de, gelecekleri de A ffettim .

i

Ç E V İ R E N : T A L Â T S . H A L M A N

20

(15)

C E N U P

i

-

5

Ocak armağanıdır

-

(

I

I

Memleket çeşmelerinden elime. Buğulanmış geliyor bardaklar... Susamış lâleleri Dudağından öpüyor kaynaklar.. Tütüyor bende cenubun ruhu.. Beni yelpazeleyin Bayraklar!.

Taşarak; fışkırarak seylâ’nın Toprağından açıyor leylâklar.

Çıkarıp kalbimi aldım elime: Yıkayın sağcaklar 1 Bir gönül yolcusu çıktıysa yola Bizi birleştirin ey kavraklar 1 Açılın çiğdem olup, lâle olup Ey yuvam, ey vatanım topraklar!.

Eriyor şimdi suda Fesleyenler, mineler, leylâklar..

Suya zengin ve cömert Bir ziyafet çekiyor zambaklar:

Dilim aylar, yazım aylar, aylar; Benliler, gölgeliler, berraklar..

* * İt

Yolculuk, kolkola, nerden nereye? Bir sözüm var, durunuz ırmaklar! Ey Yürükler tutunuz yaylaları: Çınlasın varsağılar, bozlaklar! Gezelim dağları vadi vadi,

Obalar, oymaklar. Açılın çiğdem olup, lâle olup Ey yuvam, ey vatanım topraklar.

* * *

Gece, göklerle aramdan çekilin Çatılar, çardaklar 1 Tarasın saçlarımı Yumuşak parmaklar! Bir uzak sevgiliye Geceden sesleniyor ishaklar..

Uçuyorsun yarasam, Kanadın yapraklar. Uyuyor şimdi köpükten kozalar,

Buğdaydan kundaklar. Açılın çiğdem olup, lâle olup

Ey yuvam, ey vatanım topraklar!

Referanslar

Benzer Belgeler

1940 yılında ilk eşinden ayrıldı ve 1941 yılında Adana Erkek Lisesi’nde Kimya öğretmeni olan Servet Akdoğan ile evlendi.. Bu evliliğinden de iki çocuğu

Yukarıda şimdiki zaman ve gelecek zaman başlıklarında verilen –a/-e, -y ekleri ile –r, - ar/-er ekleri, geniş zamanda olan ve periyodik olarak tekrar eden hareketleri ifade

Bu utanmaz bu yüzsüz Kelime açlığı çeken Cümle hasretiyle yanan Aciz kulunu bağışla Tanrı’m Balkona gelen kumrular aşkına. Şiirine akıcılık diline açıklık ver

[r]

Kalkan &#34;c Kunpınar (8.9) sığırlarda Hypodermosis'in % 50-67 oranında yaygın olduWıllU tesbit ederek Hypoderma enfcstasyoıılıırından sorumlu türlerin

(Kulak verdikleri kimseler) kelimeleri yerlerinden kaydırıp (tahrif eder) ve şöyle derler: “Eğer size şu (tahrife edilmiş) hüküm verilirse onu tutun; o verilmezse

Y yecek ve çecek h zmetler alanından mezun olanlar, konaklama şletmeler n n y yecek çecek ün teler nde, pastanelerde, özel ve kamu kuruluşlarının (hastane, okul, şyer ,

kinesinin en bariz hususiyeti basit ol- duğu kadar sağlam olmasıdır. Filhakika, bu hızar makinesi azamî randıman te- min eden bir sağlamlığı haiz olmakla beraber basittir,