• Sonuç bulunamadı

Nazım Hikmet'in öyküleştirilmiş Rusya anıları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Nazım Hikmet'in öyküleştirilmiş Rusya anıları"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

-T—fv Ç û b

O b l

N

âzim

H

ikmet

Nâzım Hikmet’in

Öyküleştirilmiş Rusya

Anıları

YÜCEL DEMİREL

yıl önce bir İstanbul gazete­ sinde (doğal olarak, eski harflerle) tefrika edilen bu yazılar, bütün Nâzım Hikmet araştı­ rıcılarının dikkatinden kaçmış olup, (yeni harflerle) ilk kez Tarih ve Top-lum'da yayınlanıyor.

Nâzım, Bolu Sultanîsinde kısa bir süre öğretm enlik yaptıktan sonra, 1921 güzünde (henüz 19 yaşını sü­ rerken) Kafkaslara gitti; oradan Rus­ ya'ya geçti. 1924 sonlarında (E. Ba-bayev'e göre Aralık, K. Sülker'e göre Ekim ayında - 22 yaşını doldurma­ dan) Türkiye'ye döndü.

Yol arkadaşı Vâlâ Nurettin (Bu D ü n yadan N âzım G e ç ti’sinde), A nkara'dan A kçakoca'ya gidip oradan bir Türk vapuruyla Zongul-dak'a, Zonguldak'tan İtalyan ban-dralı Kornilof adlı Rus vapuruyla Trabzon'a; Trabzon'dan da (adını vermediği bir ecnebi vapuruyla) Ba-tum'a seyahat ettiklerini anlatır. Bu gemilerin hiçbirinde, Bolşevik tayfa­ lar ayaklanıp yönetime el koymamış­ lardır.

SEYAHAT HATIRALARI

Son Telgraf (M Kânunuevvel 1924)

Moskova'ya Doğru

Milli Mücadele senelerinde İs­ tanbul'dan Rusya'ya kadar bitaraf bir müşahit sıfatıyla seyahat ya­ pan bir gencin hatıralarını bugün­ den itibaren dercediyoruz. Seya­ hat çok şayân-ı dikkat safhaları irae etmektedir. Bu yazılarda bi­ zim için henüz kapalı ve esrarlı bir âlem olan Rusya'nın ihtilâl ha­ reketleri ve ihtilâl teşkilatı bir fo­ toğraf gibi aksettirilmektedir.

Sıska uzun Ingiliz polisinin ko­ luna giren Italyan jandarmasının palyoci külâhı vapurun m erdi­ venlerinde kayboldu, işgal ordu­ ları kontrolünün motoru uzak­ laştı. Vapurumuz son düdüğünü çaldı, hareket ettik. Arkamızda kalan İstanbul'un göğe çizdiği gi­ rinti ve çıkıntılara son defa doya doya baktım. Kimbilir kaç sene bu ahenkdâr çizgiyi bir daha göre­ meyecektim. içimde derin bir he­ yecan var. İstanbul kurtulacak mı? Anadolu inkılâpçıları Yunan'ı

denize dökecekler mi? Garip bir seyahate ne uçsuz bucaksız bir sergüzeşte atılıyordum. Arkada bu renk ve ziya memleketi, bu ay­ dınlık denizi bırakarak nereye gi­ riyorum? Rusya'ya... Rusya'ya gi­ diyorum, Bolşeviklerin Rusyası- na. Hergün gemi kazanlarında ya­ kılan zabitlerin, sırma saçlarından uzun karlı çam dallarına asılan prenseslerin, tram vaylarda, lo­ kantalarda her yerde kızıl külâhlı­ larla ceplerindekini taksim etme­ ye mecbur olan insanların memle­ keti olan kızıl Rusya'ya gidiyo­ rum... Oradan bir daha dönecek miyim? Oradan dönmek kabil mi­ dir?

Vapurda Bolşevikler

Vapurda Karadeniz'in ortasın­ da... Dört taraf deniz... Birinci mevki yolcuları beyaz elbiseleriy­ le hasır iskemlelere uzanmışlar. Ekserisi Kırım'a giden Ingiliz za­ bitleri.. Kırım Bolşeviklerin elin­ den çıkmış... Beyaz Ordular Rus­ ya içlerine doğru ilerliyorlarmış... Sivastapol'a gidiyoruz. Gemide benden başka üç Türk daha var. Birisi Kırım'da muallim olan an­ nesini görmeye giden bir genç, ötekisi bir tüccar kâtibi...

Gece geldi... Temiz ve berrak bir yaz gecesi vapurumuzun dört ta­ rafını kuşattı... Geminin baş tara­ fında yakamozlar çıkararak bi­ zimle yarış eden yunus balıklarını seyrediyorum. Yunus balıklarının altalta üstüste yuvarlanarak siyah suyun üstünde şimşeklendirdikle­ ri fosforlu parıltılara bakmaktan gözlerim karardı. Kamarama dön­ mek için baş üstünden inmeye başladım. Gemicilerin yattığı am­ barın yanından geçerken kuvvetle çıkan bir tek kelime "bolşevizm" kelimesi kulaklarımda kurşun gi­ bi vızladı. Eğildim ve ambarın ka­ pağından aşağıya baktım? Sigara dumanlarının mayi bulutu içinde tayfalar tahta bir masanın etrafına toplanmışlardı. Ortada iki gemici ellerini sallayarak birşeyler

(2)

N

âzim

H

ikmet

Vâlâ ile Ankara yolunda... 1921 Kastamonu yor ve ötekiler dinliyorlardı. Mu­ havere Fransızca geçiyordu. Daha ziyade eğildim. Şimdi söz söyle­ yen tayfanın lâkırdılarını daha iyi işitiyordum ... On dakika sonra damarımdaki kanın donduğunu hissettim... Çünkü -sonra geminin ateşçilerinden olduğunu anladı­ ğım- o iki tayfadan biri arkadaşla­ rına geminin zabtı ile bir Bolşevik limanına gidilmesini teklif ediyor­ du. Hemen gidip meseleyi kapta­ na anlatmaya karar verdim ve sü­ ratle kaptan köprüsüne doğru yollandım. Merdivenlerden nefes nefese çıkarken yarı beli çıplak yüzü gözü simsiyah iri yarı bir adamla çarpıştık, irkildim ve ol­ duğum yerde durdum . O ban yaklaştı. Kömür içinde kararan alnından iri siyah ter taneleri

yu-v a r l a n ı y o r , kuvvetli bazu- ları titriyordu, k ibrit istiy o r­ du... Verdim... Sigarasını ateş­ ledi... Tütünün en âdisinden çıkan acı bir duman ciğerle­ rim i yaktı... Tekrar selâm verdi ve salla­ narak u zak­ laştı. Bu fevka­ lâde k u vvetli olduğu halde ölürcesine yor­ gun olan adam nöbetten yeni çıkan bir ateşçi idi. Demin öte­ ki tayfalara ge­ minin zabtı ve Bolşevik lima­ nına gidilmesi­ ni tek lif eden ateşçinin arka­ daşlarından bi­ ri... Bilmem ne­ den merdiven­ lerden ağır ağır kalın kuvvetli bacakları titreye titreye inen bu adamın arkasından uzun uzun baktım... Şimdi o da ötekilerin ya­ nına gidiyordu ve belki bir an sonra tayfalar isyan edecek kap­ tanı öldürecekler yolcuları soya­ caklar ve dümeni bir Bolşevik li­ manına çevireceklerdi. Ben bun­ dan korkmuyordum. Çünkü ev­ velâ fakir bir muharrirdim. Bavu­ lumun muhtevası onları memnun edecek kadar zengin değildi. Sa­ niyen Bolşevik Rusya'ya gitmek için yola çıkmıştım. Fakat ne olur­ sa olsun gözlerimin önünde bir­ çok insanlar geminin ocaklarında kebab edilmesine razı olamazdım. Daha süratle yoluma devam et­ tim. Birinci mevkiin salonu önün­ den geçerken yüzüme çarpan ışık ve piyano dalgalarıyla bir lâhza durakladım, içerde Ingiliz zabitle­

ri, Kırım'a ticaret için giden zen­ gin Museviler, Beyaz Ordu zabi- tanı maroken koltuklara gömül­ müşler, gümüş kovaların içinde şampanya içiyorlardı. Kaptan da orada idi ki... Birden bire gözleri­ min önüne tayfaların pis ve mun­ dar ambarları geldi. Benden kibrit isteyen yorgun ateşçinin kalın kollarında ezginliğinden titreyen bazuları kafamın içinde kıvran­ dılar... Geriye döndüm... Hiçbir söz söylemeden kaptanın önün­ den geçtim. Ve kamaramı kilitle­ dim...

Gece Yarısı

Tıpkı cinaî romanlarda olduğu g^bi tam geminin kampanası oni- kiyi çaldığı zaman kamaranın ka­ pısına kuvvetle vuruldu. Tekme­ lendi... Bir dakika kapıyı açıp aç­ mamakta tereddüd ettim. Sonra derhal giyinerek sürmeyi çektim... Üçüncü kaptan dışarı fırlam ış gözleri sapsarı yüzüyle karşımda titriyordu. Hemen yakama sarıldı ve beni sürüklem eye başladı... Hem gidiyorduk, hem de anlatı­ yordu:

- Gemiciler isyan ettiler... Demin bir heyet göndererek gem inin kendilerine teslimini istediler. Ka­ bul etmedik ve İngiliz miralayı bi­ risinin üstüne ateş etti ve öldür­ dü. Şimdi tayfalar geminin başın­ da, biz kıçında kavga ediyoruz. Çabuk şu tabancayı alarak bize yardım ediniz...

Üçüncü kaptanın yakama sarı­ lan elini omuzumdan silktim ve soğuk bir sesle?

- Ben bitaraf bir yolcuyum. Ge­ minin ahvâl-i dâhiliyesine müda­ haleye hakkım yoktur.

dedim. O bu sözün üzerine bir­ den bire afalladı. Sonra tabanca­ sını çekip şakağıma dayayarak:

- Ya bize yardım edersiniz veya­ hut...

dedi. Herifin çenesine kuvvetli bir yumruk aşkettim. Üçüncü kaptan teker meker güverteden aşağı

(3)

N

âzim

H

ikmet

Bolu Sultanisi Öğretmen Belgesi.

Umur-u M aarif Vekâleti sicil numara pusulası

Numara Vazife ve ismi 914 Bolu Sultanîsi Kısm-;

iptidaî muallimi Nâzım Hikmet Efendi

TBMM Maarif Vekâletince mahfuz dosyanızın sicil numarasını natık pusuladır.

15 Haziran 1337 (Mühür ve İmza)

(Kıymet Coşkun,Fotoğraflarla Nâzım Hikmet)

Bolu Sultanisi öğretmen belgesi

varlandı. Arkasından baktım ki tam gemicilerin karargâhına düş­ müş... Başına iki üç tayfa üşüştü ve birisi beni yukarıda görüp ken­ dilerinden zannederek?

- Yaşa be arkadaş!.. Yumruğun kuvvetli imiş...

diye haykırdı. Üçüncü kaptanın ellerini bağlayarak bir köşeye attı­ lar...

Geminin başı ile kıçı arasında cayırtı devam ediyordu. Makina- lar durmuştu. Karadeniz'in orta­ sında geçen bu kanlı vakanın uç­ suz bucaksız bir su ve yıldızlı bir geceden başka şahidi yoktu. Elle­ rimi cebime soktum ve tekrar ka­ marama çekildim...

Gemide Bolşeviklik

Gemi Bolşevik tayfaların eline geçti. Ve dümen Bolşevik limanla­ rından S. limanına çevrildi. Ya­ nımda Kırım'daki annesini gör­ meye giden Türk genci anlatıyor­ du.

- Demek sizin bundan haberiniz yoktu, öyle mi? Öyleyse size baş­ tan anlatayım. Gece yemeğinden sonra tüccar kâtibi M. Beyle bera­ ber birinci mevki salonunda ko­ nuşuyorduk. Birdenbire sarhoş

bir İngiliz zabiti masasından aya­ ğa kalkarak üstümüze bir bardak şampanya döktü ve:

- Hâlâ şu kafalarınızdan kırmızı şalgam ı çık arm am ışsın ız? Ne mankafadır şu Türkler, Yunanlı­ lardan sopa yiye yiye kafanızdaki fesleriniz de paramparça olur! di­ ye bizi tahkir etmeye başladı. Biz fena halde asabileşmiştik. Nihayet ben dayanamadım ve herifin ya­ nma giderek suratına mükemmel bir sille indirdim, ortalık birbirine girdi.

Ve geminin Fransız olan kap­ tanı, müttefikin orduları zabita- nından birini tahkir ettiğimizden dolayı tevkifimizi emretti ve dört tayfa bizi salondan dışarı zorla çı­ kararak baş tarafa doğru götürdü­ ler. Fakat salondan biraz ayrılınca hemen ellerimizdeki ipleri çözdü­ ler ve bizi gemicilerin ambarına indirdiler. Orada boşta olan bü­ tün efrad toplanmıştı. Bizim mu­ hafızlar meseleyi arkadaşlarına anlattılar ve hemen hepsi etrafı­ mızı alarak korkmamamızı yakın­ da o heriflerin ceza-yı sezalarını bulacaklarını söylediler... Sonra bildiğin gibi gece 12'de isyan oldu ve biz de bittabi gemicilerle bera­ ber Ingiliz zabitlerine karşı kur­

şun attık ve gemiyi zabt ettik. Fa­ kat ne yazık arkadaş kavgada vu­ rularak öldü..."

Mücadelede ölen gemicilerin ve onların arasında Türk gencinin de cesedini kırmızı bayraklara sara­ rak denize attılar... Gemi altüst ol­ muştu. Yani zabitan efrad, efrad zabitan mevkiine geçmişti. İngiliz zabitleri, zengin Museviler ateşçi­ lik ediyorlardı. Birinci mevki salo­ nu inkılâpçı gemicilerin içtimâ sa­ lonu haline girm iş, kamaralara tayfalar yerleşmişti... Türk arka­ daşımızın şefaati ve üçüncü kap­ tana attığım yumruğu gören ge­ micinin delaletiyle kamaram elim­ den alınmadı ve bana dokunma­ dılar. Gemide herkes nöbetle çalı­ şıyordu. Hatta ben de bir saat var­ diya kestim. Kırım'daki annesini görmeye giden Türk genci Bolşe­ vik gemiciler arasında mühim bir mevki kazandı.

Son Telgraf (t A Kânunuevvel 1924)

Bolşevik Limanında

Gemimizin sancak gönderine geniş kıpkırmızı bir bayrak çekil­ mişti. Bolşevik limanı artık iyiden iyiye fark ediliyordu. Bir saat son­ ra limana girdik. Geceler güverte­ de toplanarak Enternasyonal mar­ şını söylemeye başladılar. Gemi demir attı. Kıçında kocaman bir bayrak dalgalanan küçük bir mo­ tor gemiye yanaştı ve liman reisi maiyeti güverteye çıktılar. Liman reisi genç bir bahriye çavuşu idi. Üstündeki beyaz elbise siyahlaş- mıştı. Başında meşin eski bir kas­ ket, belinde kılıfsız kocaman bir revolver vardır. Arkadaşları da aşağı yukarı kendisi gibi gitmiş­ lerdi. Bizim gemiciler meseleyi anlattılar. Liman reisi gülmekten katılıyordu. Ve gemicilerin elleri­ ni ayrı ayrı sıkıyordu. Bizim Türk genci ile uzun uzun konuştu, yan­ larına sokulup dinledim: Kema- listlerin mutlaka Yunanlılara sopa çekeceğinden şarkın İngiliz em­ peryalizminin boyunduruğundan kurtulacağından hararetli ve

(4)

N

âzim

H

ikmet kun bir selâsetle bahsediyordu.

Liman reisinin motoru havadisi bildirmek üzere şehre döndü. Biz liman reisi aramızda olarak birin­ ci mevki salonuna geçtik. Gemi­ nin büfesindeki en âlâ şaraplar­ dan içildi. Bütün dünya amelesi­ nin, fakir halkın kurtuluşu hak­ kında nutuklar söylendi ve bu m erasim in sonunda gem ideki mahpusların getirilmesi için emir verildi. Mahpuslar geldi. Elli kişi kadar vardılar. Amele murahha­ sını öldüren Ingiliz miralayı en önde idi. Onun arkasında bizim Türklerle alay eden zabit geliyor­ du. Birinci kaptanın şişman karnı korkudan kırılan bacaklarının üs­ tüne yuvarlanıyordu. Şakağıma revolver dayayan üçüncü kaptan burnunu göğsüne dayamış küs küs duruyordu. Hepsinin yüzleri kağıt gibi bembeyazdı. Ben öm­ rümde korkuyu bu kadar müces­ sem ve toplu olarak görmemiştim. Liman reisi ayağa kalktı ve Rus­ ça olarak:

-Çeka'ya sevk edileceksiniz... Orada sizi muhakeme ederler, de­ di...

Liman reisinin cümlesi Fransız- caya tercüme edilip de mahpuslar "Çeka" kelimesini duyar duymaz yıldırım vurulmuşa döndüler...

Kafkasya'da Çeka

Kafkasya'nın bir kısmı Bolşevik- lerin bir kısmı Beyazların veya Menşeviklerin elinde... Ben bu iki kısmın birinden diğerine geçerek yoluma devam ediyorum. Kızıllar beni iki defa Beyazların casusu ve Beyazlar üç defa Kızılların casusu diye tevkif ettiler. Fakat bu beş tevkifin hepsinden de kâh eser-i tali kâh kurnazlık ve kâh da casus olmadığımı ispat ederek kurtul­ dum. Maksadım Rusya'nın içerle­ rine girmek, Moskova'ya, Peters- bu rg'a kadar uzanm ak T ü rki­ ye'nin burnu dibinde patlayan bu İçtimaî volkanı yakından tetkik et­ mek... Fakat Kafkas'tan Rusya'ya

TARİH ve TOPLUM / Haziran 1993 / Sayı: 114

geçmek o kadar müşkildi ki şi­ mendiferler ekseriyâ işlemiyordu.

Yollarda açlık baş göstermişti. Onun için Kafkasya'nın orta kasa­ balarından birinde ahvâlin biraz tavazzuh etmesini beklemeye ka­ rar verdim. Ve işte bir haftadır ki Kafkas dağlarının tekine sıkışmış güzel bir kasabada bulunuyor­ dum. Ben buraya geldiğim zaman henüz daha Bolşevik İnkılâbı ol­ mamıştı. Memlekette müthiş bir karışıklık vardı. Fakat inkılâbın yakın olduğu hissed iliyord u . Çünkü köylüler ağalardan ve mü- tegallibeden çok müşteki idiler. Nihayet tahminimde yanılmadı­ ğımı gördüm ve geldiğimin dör­ düncü günü ih tilâl oldu. Hiç unutmam, bir sabah civar köye gitm ek m ecburiyetindeydim . Evimden çıktığım zaman mutad hilâfında yollarda pek az kimsele­ re tesadüf ettim. Ben kendi kendi­ me bunun esbâbını araştırmaya ve acaba bir "aks-i inkılâb" arefe- sinde olup olmadığımızı düşün­ meye başlarken kasabanın asıl ge­ niş caddesine çıkınca garip bir manzara karşısında kaldım. Cad­ dede boydan boya nöbetçiye ben­ zer silâhlı kimseler dolaşıyordu. Yollar ben bildim bileli ilk defa olarak sulanmış ve süpürülmüş idi. Şehirde bu işleri yapacak bir belediye olmadığını biliyordum. Daha aşağı inince mesele kendi kendine anlaşıldı. Çeka'nın yolla­ ra çıkardığı nöbetçiler önüne ge­ len herkesin eline birer süpürge tutuşturuyor ve şehri süpürtüyor- lardı. Amele, köylü ve hükümete mensup iş sahipleri bu umumi angaryadan muaftı. Birer birer ta­ nıdığım simalara rast geliyordum. Meselâ şu arkasında süpürüntü sepetini taşıyan yaşlıca adam eski belediye reisi. Gençliğinde bir ci­ nayet yüzünden dağlara kaçan bu adam, yavaş yavaş bu sıfatta iler­ lemiş, birkaç aile yuvası bozmuş, şöhret edinmiş ve yaşlanınca şeh­ re inmiş ve belediye reisi seçilmiş­ ti. Son zamanlarda birkaç ipek

fabrikası işletiyordu. Daha sonra meşhur bir tüccar, bir derebey ço­ cuğu, bir eski jandarma zabiti, hu­ lâsa ihtilâlin rengini taşımayan bütün şehir âyâm o hergün mıite- azzimâne dolaştıkları caddeyi bu­ gün kendi elleriyle süpürüyor, su­ luyor, temizliyorlardı. Öğleden sonra bu fahrî süpürüntücüleri sı­ raya dizerek şehir civarındaki su bendlerinin tamirine götürürler­ ken gördüm. Şehrin fakir halkı bu lâyüs'el addedilen simaları çöpçü küfeleri altında görünce evvelâ ne düşünmek lâzım geldiğini tayin edemiyordular.

Ertesi gün Cumartesi idi. Bütün şehirde subotnik ilân edildi. Su- botnik bütün parti ve hükümet mensuplarının iştirak etmesi mec- buri olan umum î bir iş günü, "im ecelik" demektir. Subotnike iştirak edenler takım takım kendi­ lerine verilen iş mıntıkalarına gi­ derler, yollar açar, bentler temiz­ ler, m ahrukat nakleder, yahut herhangi bir işi yaparlar. Subot- nikten evvel yapılan mitingde o gün bütün şehir havalisinde "aks- i ihtilâl" başladığı ilân edildi. O gün şehir üzerinde esrarengiz bir heyecan bulutu yüzüyordu.

Öğleden sonra şehirde idare-i örfiye ilân edildi. Akşam saat altı­ dan sonra hiç kimse sokağa çık­ mayacaktı. Köylere seyr ü sefer ihtilâl komitesinin müsaadesine vabeste idi. İhtilâl komitesi beş ki­ şiden mürekkepti. Bunların biri m uallim , biri gazeteci ve üçü amele idi. Idare-i örfiye mucibince gece dışarıya çıkan derhal kurşu­ na dizilecekti. O gece geniş tevki- fat yapıldığını öğrendik. Sabaha karşı aks-i ihtilâlle münasebeti olan bütün rehineler kurşuna di­ zilmişti. Sabaha karşı hapishane istikametinden gelen acı yaylım eteşleriyle uyandım. Sabahleyin bütün şehirde şu beyanname neş­ redildi:

(Devam Edecek) 35 • 355

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Nine apansızın ölüp varı yo ğu ka­ panım elinde kalınca baskısız kalan Sadi, K avuklu H am dinin orta oyun­ larında, Şevkinin tiyatrosunda aktör lüğe

A number of independent practice tasks can be suggested for the client following the first consultation, for example, collection of stuttering severity scores during everyday talking

BEN DE FOTOĞRAFINI ÇEKİYORUM — Sami Güner’e göre Yunus Emre’den Tlırgut Uyar’a şairler, insanın ve doğanın şiirini yazıyor, kendisi de fotoğrafını

Ergenlerin sahip olduğu değerler ile öznel iyi oluĢları arasındaki iliĢki incelendiğinde insani değerler ölçeğinin sorumluluk, dostluk/arkadaĢlık, saygı ve

Tablo 8: "Türk iĢletmeleri yabancı sözcük içeren marka adını dıĢ pazara açılırken tercih etmemelidir." Fikrine Katılma Düzeyi Türk işletmeleri yabancı sözcük içeren

Kassing ve Avtgis [11], içsel kontrol odağına sahip çalışanların orta derece ya da dışsal kontrol odağına sahip çalışanlardan daha fazla açık muhalefet

İnsanlığın başlangıcından bugüne değişime uğrayan doğada görülen farklılıklar, değişen toplumsal değerler ve doğa insan ilişkisi ve sanat- sal

Sabık serasker ve Tophanei âmire müşiri Ali Saip paşanın hafidi ve Sa­ di paşanın ikinci oğlu Osman bey, etrafa bambaşkalık, yepyenilik olsun diye