î
¿ .
t
•
J f l
1
A ttilâ İlh a n ın diefteri
4 Şubat, Cum artesi
•Nezval’i kim se tam m ıyorm uş meğer!.. B ir gece, yalnızlığın ve garipliğin eski köp rü le r gibi çatırdadığı bir kış gecesi, sonradan ayakkabıcı dükkânı olan eski D upont’da bana ondan ilk defa söz etm işlerdi. Ümitsiz, miyop, soğuk sesli, kravatlı b ir Çek kızıydı anlatan, adım unutm uşum , yalnız m erceklerin ardında kım ıldanan kocam an gözlerini, b ir dp şiirleri Fı ansızcaya çevirmeğe uğraşırken inatla Çek- çelerini de okuyuşunu hatırlıyorum . Yorgun m uydum , yoksa şiirleri yaşam ak o günlerde bana okum aktan daha mı ilginç görünüyordu bilm iyorum , Nezval'i sevdimse de üstünde dur madım . Üstelik Apollinaire’e b ir tuhaf yakınlı ğı vardı ki betim e gidiyordu.
Oysa b ir ülke Vitezslav Nezval! Koskaca bir ülke hem de! Çağrışım ların gök kuşakları gibi renk renk birbirine sarıldığı; insanların dayanılm az kahırlarını, karanlık nehirler bo yunca, fırtın a b u lu tla n gibi kat kat omuzla rında taşıdığı, b ir um ud ülkesi! Dupont gece sinden onbeş yıl sonra, Jean M.arcenacin Fran sızca uygulam asından faydalanarak, şimdi bu uçsuz bucaksız ülkeden Türkçeye kalabalık m ısralar çeviriyorum . İsta n b u l’a k ar yağıyor. Cam ların ardında tel tel buzlu pırıltılar. Ku laklarım da Nâzım ’ın Nezval’in ölüm ünü işitin ce yazdıkları:
»Nisan çimeninde tazecik yeşerdi Pırağ şehri Lâkin ağaçlarında caddeler kapkara henüz
Hava kapalı Seçemiyorum
Çok uzaklara gitmiş Yelkenlerini açıp
Pırağ şatosu. Voltava suyunda martılar Ekmeğimizi de yemedi bugün. Çaldı telefon,
Aldım haberi:
Ne çabuk, ne çabuk, ne çabuk, Slavoçek vardı, Slavoçek yok Devam ediyor Nezval!...»
★
6 Şubat, Pazartesi
Ş u u ! * » b i r i i l m p r o d ı i k l o r i n ı d e n d i n l e d i m :
«— ... felâket- iş le r adam akıllı kötü gidi yor! B ir çok adam larım a yol verm ek zorunda kaldım . H âsılat düştükçe düşüyor. Bu yıl (ya rı yarıya) daha az film yapmayı düşünüyorum . Gelecek yıl belki de filmciliği büsbütün bıra kırım.»
Şunları b ir reklâm cı söyledi:
«— ... kesemizden yiyoruz, b irad er bey! Bunca yatırım yaptık, henüz şu da kârım ızdır deyip beş kuruş sarfedem edik: Almadan ver mek Allah’a mahsus!... Bilmem nasıl altından kalkacağız bunca yükün? Önüne gelen reklâm cı oluvor, fiyatı kırıyor, am a sen müessese kur m uşsun, m asrafın da ona göre, kim ipler!...»
Ş unlar b ir yayımcının sözleri:
«— ... bu zam anda kitap basm ak, delilik azizim, delilik! Allah seni inandırsın hepimiz borç içindeyiz, iflâsın eli kulağımızda, depolar
kitap dolu, kitapçı para gönderm ez, okuyucu almaz: bir kısır döngü ki dem e gitsin!...»
Bir de gördüklerim var: Bu yıl Türkiye’nin film üretim i yine iki yüzün üzerinde; radyola ıım ızda, gazetelerim izde reklâm dan geçilm: yor; en hızlı kitap m eraklıları bile ü st üste yayınlanan bunca kitabı izlem iyorlar, hepsi şaşırm ış!
Bir yalan söyleyen v ar am a kim ?
Yoksa ikiyüzlülük ulusal b ir niteliğimiz mi clacak, gidiş geliş?
★
7 Şubat, Salı
M ehmed Sevda bu fikrin hanidir üstünde, sırası düştükçe yazıyor; geçenlerde, tenha bir Balıkpazarı m eyhanesinde dertleştik, yine üs tünde durdu:
«— ... Türk sanatçıları birbirlerini sevmi yorlar, sevm iyorlar ne lâf, tiksiniyorlar. Kim se kimseyi çekemiyor, birisi azıcık başarılı ol sa öbürleri ya onu inatla görm ezlikten gelerek susm alarıyla boğmaya, ya sert çıkışlarıyla da ğıtm aya çalışıyorlar. Sanat hayatım ıza sürekli b ir onur savaşı niteliği kazandırm ış bu, oku yucuları hem şaşırtıyor, hem de edebiyattan soğum alarına sebep oluyor. Böyle y apacağın» za birbirim izin elinden tutsak, tartışm alarım ı zı daha ölçülü, daha dikkatli yapsak ne kay bederiz?»
Ne doğru sözleri değil mi? O anlatırken ben de böyle düşünüyordum . Dışarda çam urht b ir k a r Cum artesi sarhoşlarının çarpık ayak la n altında eziliyordu. Şurda burda unutulm uş birtakım Rumca kelim eler ağır kelebekler gi bi pır p ır can çekişiyorlardı Bir ara, P aris’te yaşıvan azınlıklar arasında bireyleri birbiri ne en düşm an, en insafsız azınlığın Türk azın lığı olduğu aklım a geldi. Nasıl, avaküstü rast laşm alarda bile durm aksızın başkalarının ku yusu kazılır? Nasıl, şaşılacak bir öfke, gizli bir hınçla durm aksızın başkaları yerilir?
Sonra Asmalımesçit'teki eski Elit Pasta- hanesi: Büyük bir aynaya yansım ış gibi, biraz dum anlı fakat birdenbire. Lisenin son sınıfın da öğrenciyim henüz, ne var ki o yılın çok 6- nem verilen şiir arm ağanını Cahid Sıtkı ve Kazıl H üsnü ile paylaşm ışım , bu b ir yandan e r ken ve gereksiz b ir ün sağlıyor bana, bir ra n dan kendim e güvenimi arttırıy o r. E lit’e, kim olduklarını artık çıkaram adığım b inlerinin a- racılığıvla, ünlü edebiyatçılarım ızla tanışm aya geliyorum. Bir Cum artesi öğle sonu. Rüzgârlı, kaba b ir soğuk karanlık sokak aralarında hant hant koşturuyor Cam ların önünde oturm uş- laı, İskender Fikret, Salâh Birsel. Oktav Ak- bal; Suavi Koçer, Naim Tirali vb. bir şevler ko nuşuyorlar. Ben Merihliyim de yanlış bir vere gelmişim sanki, yüzüme sonsuz bir ovaya ba karm ış gibi boş boş bakıyorlar; b ir söz edecek olsalar, y an m ağızla konuşuyorlar, ince gü lüm sem eler ekleyerek sözlerine! Bir kaç yıl sonra, içlerinden birisi, ban a o gün «yüz ver memeğe önceden k a ra r verm iş olduklarını» açıklıyor.
Sen ne söylüyorsun M ehmet Şeyda?
llllllllltlIllillllllfltlIllllllllllllllillUUİIIIIİIIIIllllllllllllllliniHIIİIl'llllllllllllllllllllülHllllllillIlllliilUlUİPlIlUl-isişibfcı A l> ıv » e ıO Ğ I S ı d G Ü J ı D fc ııc yl