• Sonuç bulunamadı

Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan 17. yüzyıl padişah kaftanlarının incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan 17. yüzyıl padişah kaftanlarının incelenmesi"

Copied!
256
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

GİYİM ENDÜSTRİSİ VE GİYİM SANATLARI EĞİTİMİ ANABİLİM DALI GİYİM SANATLARI EĞİTİMİ BİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TOPKAPI SARAYI MÜZESİ’NDE BULUNAN

17. YÜZYIL PADİŞAH KAFTANLARININ

İNCELENMESİ

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Şerife MIZRAK

HAZIRLAYAN Seda ÖZCAN 064240011002

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Seda ÖZCAN tarafından hazırlanan “Topkapı Sarayı Müzesinde Bulunun 17. Yüzyıl Padişah Kaftanlarının İncelenmesi” başlıklı bu çalışma 29/06/2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Yrd. Doç. Şerife MIZRAK Başkan İmza

Yrd. Doç. Saadet BEDÜK Üye İmza

(4)

ÖNSÖZ

Geçmişimizin izlerini, dönemin kültürel değerlerini taşıyan eserleri belirlemek, onları koruyup, gözetip, tanıtmak ve yok olmasını engellemek milli görevlerimizden biridir.

Bu görev doğrultusunda, zengin bir koleksiyona sahip Topkapı Sarayı Müzesi içerisinde gün yüzüne çıkmayı bekleyen birçok tarihi eser bulunmaktadır. Buradan yola çıkarak Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan 17. yüzyıl padişah kaftanlarının incelenmesi tezin konusu olmuştur. Bu kaftanlar kesim, dikim, model, malzeme ve süsleme özellikleri ile incelenerek değerlendirilmeye, fotoğraflanarak belgelendirilmeye ve böylece gerçekleri yansıtacak düzeyde kaynak oluşturmak amaçlanmıştır.

Bu araştırmanın hazırlanmasında beni yönlendiren, bilgilerini ve yardımlarını her zaman paylaşan danışmanın Sayın Hocam Yrd. Doç. Şerife MIZRAK’ a teşekkürü bir borç bilirim.

Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan eserlere ulaşmama olanak sağlayan, gerekli ortam ve anlayışı sunan Topkapı Sarayı Müzesi Kumaş Deposu Sorumlusu Sayın Sibel Arca’ ya, araştırmanın her aşamasında maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen, her zaman yanımda olan canım aileme, araştırma aşamasında her daim desteklerini esirgemeyen dostlarım Arş Gör. Betül ÖNAY, Matilda LİKAJ ve diğer dostlarıma teşekkürlerimi sunarım.

(5)

ÖZET

TOPKAPI SARAYI MÜZESİ’NDE BULUNAN 17. YÜZYIL PADİŞAH KAFTANLARININ İNCELENMESİ

600 yıllık geçmişi ile bize çeşitliliği, renkleri, el becerisini, kültür zenginliğini ve dönemin gösterişini gösteren Osmanlı dönemi giyimi içerisinde kaftanların ayrı bir önemi vardır. Osmanlı saray hayatının vazgeçilmez bir parçası olan kaftanları, padişahlar bir güç göstergesi olarak görmüşlerdir. Onları diğer millet başkanlarına, onurlandırmak için hediye olarak sunmuşlardır.

Araştırmada, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan, 17. yüzyılda padişahlar tarafından kullanılan kaftanlar malzeme, kesim, dikim ve süsleme teknikleri yönünden incelenerek; kaftan özelliklerini gün yüzüne çıkarmak ve giyim tarihine ışık tutacak kaynak oluşturularak kültür mirasımıza sahip çıkmak amaçlanmıştır.

Araştırmanın giriş bölümünde ki literatür taramalarında, Osmanlı dönemi kadın ve erkek giyim çeşitlerine, kaftanın tanımlarına ve çeşitlerine, Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan kaftanların adedine, eski Türk kumaşlarına ve özelliklerine yer verilmiştir.

Verilerin toplanmasında, Topkapı Sarayı’nda bulunan 17. yüzyıl padişah kaftanları içerisinden, Saray Müdürlüğünün önerdiği on beş örnek seçilmiştir. Örnekler gözlem fişleri doğrultusunda kesim, dikim, süsleme ve malzeme yönünden incelenerek tablolar oluşturulmuştur. Tablolardan yola çıkararak değerlendirmeler yapılmış ve sonuca ulaşılmıştır.

(6)

ABSTRACT

EXAMINATION OF CAFTANS OF 17TH CENTURY SULTANS IN TOPKAPI

PALACE MUSEUM

With the 600-year history of diversity, color, hand dexterity, cultural richness and the period of Ottoman period shows us the wear of the pretension of the kaftan is a separate matter. An indispensable part of the life of the Ottoman palace on the robe, is seen as powerful indicator. These were presented as gifts to other nations presidents for honor.

In study, caftans in Istanbul Topkapi Palace Museum used by the Sultans in 17th century were examined in respect of their materials, cutting, sewing and decoration techniques; and it was aimed to reveal features of caftans and to protect our cultural heritage by constituting a source that will light the way for history of clothing.

In the literature review of introduction part of study, it clothing types of women and men of Ottoman Period, descriptions and types of caftan, numbers of caftan in Topkapi Palace Museum, old Turkish fabrics and their features are given place.

In data collection, fifteen samples recommended by the Directorate of Palace were chosen among the caftans of 17th century sultans at Topkapi Palace Museum. Samples were examined in respect of their materials, cutting, sewing and decoration techniques in the direction of observation tally. Assessments were made and results were reached from the paintings.

(7)

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ... i ÖZET ...ii ABSTRACT...iii İÇİNDEKİLER ... iv KISALTMALAR...vii TABLOLAR LİSTESİ...viii ÇİZİMLER LİSTESİ ... ix FOTOĞRAFLAR LİSTESİ... xi GİRİŞ ... 1

1. OSMANLI DÖNEMİNDE KADIN VE ERKEK GİYİMLERİ ... 3

1.1. OSMANLI DÖNEMİ KADIN GİYİMLERİ... 7

1.1.1. Ev İçerisinde Giyilenler... 8 1.1.1.1. İç giyimleri ... 8 1.1.1.2. Dış giyimleri... 9 1.1.2. Sokakta Giyilenler ... 14 1.1.3. Başlıklar... 18 1.1.4. Ayağa Giyilenler... 20

1.2. OSMANLI DÖNEMİNDE ERKEK GİYİMİ... 22

1.2.1. Vücuda Giyilenler... 22

1.2.2. Başa Giyilenler ... 27

(8)

2. OSMANLI DÖNEMİ PADİŞAH KAFTANLARI... 31

2.1. KAFTANIN TANIMI VE TARİHÇESİ... 31

2.2. KAFTAN ÇEŞİTLERİ VE KESİMLERİ... 36

2.3. KAFTANLARDA KULLANILAN ESKİ TÜRK KUMAŞLARI ... 38

2.3.1. Eski Türk Kumaşlarının İsimlendirilmesi ... 41

2.3.2. Eski Türk Kumaşlarının Özellikleri... 43

2.3.3. Eski Türk Kumaşlarında Kullanılan Motifler... 49

2.3.4 Eski Türk Kumaşlarında Kullanılan Renkler ... 55

2.3.5. Eski Türk Kumaşlarında İşlemeler ... 56

3. TOPKAPI SARAYI MÜZESİNDE BULUNAN 17. YÜZYIL PADİŞAH KAFTANLARI ... 59

3.1. PROBLEM CÜMLESİ ... 59

3.2. ARAŞTIRMANIN AMACI... 59

3.3. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ... 60

3.4. KONU İLE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR... 60

3.5. TANIMLAR... 61 4. YÖNTEM ... 65 4.1. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ... 65 4.2. EVREN VE ÖRNEKLEM... 65 4.3. SAYILTILAR ... 65 4.4. SINIRLILIKLAR... 66

(9)

5. TOPKAPI SARAYI MÜZESİNDE BULUNAN 17. YÜZYIL PADİŞAH

KAFTANLARINDAN ÖRNEKLER... 67

5.1. GÖZLEM FİŞLERİ ... 67

5.2. DEĞERLENDİRME... 198

5.3. 17. YÜZYILA AİT KAFTAN ÖRNEKLERİNDE KULLANILAN DİKİŞ TEKNİKLERİ... 220

5.4. 17. YÜZYILA AİT KAFTAN ÖRNEKLERİNDE KULLANILAN SÜSLEME TEKNİKLERİ... 222 6. SONUÇ VE ÖNERİLER... 224 6.1. Sonuç... 224 6.2. Öneriler ... 228 KAYNAKÇA... 229 EKLER: ... 236

EK 1: Gözlem Fişi Örneği... 236

(10)

KISALTMALAR A.O. : Arka Ortası

D.B.İ. : Düz Boy İpliği

İEM : İslam Eserleri Müzesi K.K. : Kumaş Katı

Ö.O. : Ön Ortası

TSM : Topkapı Sarayı Müzesi

Cm : Santimetre Dik. : Dikiş Env. : Envanter No : Numara Ort. : Orta vd. : Ve Diğerleri yy. : Yüzyıl

(11)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Kaftanlarda Kullanılan Kumaş Cinsleri Tablosu. ... 198

Tablo 2: Kaftanlarda Kullanılan Ana Kumaşların Renk Tablosu... 200

Tablo 3: Kaftanlarda Kullanılan Astar Ve İç Pervazların Renk Tablosu. ... 202

Tablo 4: Kaftanlarda Kullanılan Süsleme Malzemeleri Tablosu... 204

Tablo 5: Kaftanların Süslemelerinde Kullanılan Renklerinin Tablosu. ... 206

Tablo 6: Kaftan Bedenlerinde Kullanılan Kesim Özellikleri Tablosu. ... 208

Tablo 7: Kaftanların Yaka ve Kollarında Kullanılan Model ve Kesim Özellikleri Tablosu. ... 210

Tablo 8: Kaftanlarda Kullanılan Dikim Teknikleri Tablosu. ... 212

Tablo 9: Kullanılan İç Dikiş Temizleme Teknikleri Tablosu... 214

Tablo 10: Kaftanlarda Kullanılan Süsleme Teknikleri Tablosu. ... 216

(12)

ÇİZİMLER LİSTESİ Çizim No-1a:... 72 Çizim No-1b ... 73 Çizim No-1c... 74 Çizim No-2a... 81 Çizim No-2b ... 82 Çizim No-3a... 89 Çizim No-3b ... 90 Çizim No-3c... 91 Çizim No-4a... 99 Çizim No-4b ... 100 Çizim No-5a... 107 Çizim No-5b ... 108 Çizim No-5c... 109 Çizim No-6 ... 116 Çizim No-7a... 123 Çizim No-7b ... 124 Çizim No-7c... 125 Çizim No-8a... 132 Çizim No-8b ... 133 Çizim No-9a... 141 Çizim No-9b ... 142 Çizim No-9c... 143 Çizim No-10a... 150

(13)

Çizim No-10c... 152 Çizim No-11a... 159 Çizim No-11b ... 160 Çizim No-12a... 167 Çizim No-12b ... 168 Çizim No-12c... 169 Çizim No-13a... 176 Çizim No-13b ... 177 Çizim No-13c... 178 Çizim No-14a... 185 Çizim No-14b ... 186 Çizim No-15a... 194 Çizim No-15b ... 195

(14)

FOTOĞRAFLAR LİSTESİ

Fotoğraf No- 1: Osmanlı dönemi giyimlerinden örnekler ... 5

Fotoğraf No- 2: Cepken Örneği ... 12

Fotoğraf No- 3: Bindallı Modelleri... 13

Fotoğraf No- 4: 19. yy. da gelinlik örneği ... 14

Fotoğraf No- 5: Kadın başlığından bir örnek... 19

Fotoğraf No-6: Nalın Örneği ... 21

Fotoğraf No-7 : Camadan Örneği ... 25

Fotoğraf No- 8: Kıyafet değişiminden sonraki erkek giyimi... 26

Fotoğraf No- 9: Osmanlı döneminden sarıklı bir başlık ... 27

Fotoğraf No- 10: Ayağa giyilen çizme ve terlik örneği... 30

Fotoğraf No- 11: TSM Kumaş Deposunda Kıyafetlerin Saklanışı... 32

Fotoğraf No- 12: Kısa kollu bir kaftan. ... 34

Fotoğraf No- 13: Hil’at giydirilmesini tasvir eden bir minyatür ... 35

Fotoğraf No- 14: Kürklü bir kaftan... 37

Fotoğraf No- 15: Kaftanda bulunan çaprastlar ve çarpana tekniği çizimi... 38

Fotoğraf No- 16: Çatma kumaşı örneği ... 44

Fotoğraf No- 17 : Seraserden yapılmış bir kaftan... 46

Fotoğraf No- 18 : Atlas kumaşından yapılmış bir kaftan ... 47

Fotoğraf No 19: Dolaşmalı düzende yerleştirilmiş motifler... 49

Fotoğraf No 20: Şaşırtmalı düzende yerleştirilmiş motifler ... 50

Fotoğraf No 21: Üst üste sıralı düzende yerleştirilmiş desen ... 50

Fotoğraf No 22: Yatay düzende yerleştirilmiş motifler... 50

(15)

Fotoğraf No- 25: Güneş desenli kısa kollu kaftan ... 53

Fotoğraf No- 26: Çiçek ve dallarla bezeli at örtüsü... 53

Fotoğraf No- 27: Kuş ve geyikli bir motif... 54

Fotoğraf No- 28: Rumi motifi... 54

Fotoğraf No- 29: Taç ve hilal motifiyle bezenmiş kısa kollu bir kaftan... 55

Fotoğraf No- 30: 16. yy. a ait, seraser kumaş üzerine, altın sırma, inci, yakut, zümrüt ve altın kılaptanlar ile süslü bir taht örtüsü... 58

Örnek: 1 Fotoğraf No-31a: Kaftanın önden görünümü ... 75

Fotoğraf No-31b: Kaftanın ön detay görünümü ... 76

Fotoğraf No-31c: Kaftanda kullanılan desenlerin detay görünümü ... 76

Örnek: 2 Fotoğraf No-32a: Kaftanın önden görünümü ... 83

Fotoğraf No-32b: Kaftanın ön detay görünümü ... 84

Fotoğraf No-32c: Kaftan desenlerinin yakından görünümü ... 84

Örnek: 3 Fotoğraf No: 33a, Kaftanın önden görünümü... 92

Fotoğraf No-33b: Kaftanın arkadan görünümü. ... 93

Fotoğraf No-33c: Kaftanın yaka detay görünümü... 94

Fotoğraf No-33d: Kaftan deseninin detay görünümü. ... 94

Örnek: 4 Fotoğraf No- 34a: Kaftanın önden görünümü. ... 101

Fotoğraf No- 34b: Kaftanın iç detay görünümü. ... 102

(16)

Örnek: 5

Fotoğraf No-35a: Kaftanın önden görünümü ... 110

Fotoğraf No-35b: Kaftanın yaka ve kol yırtmacı detay görünümü. ... 111

Fotoğraf No-35c: Kaftanın deseninin detay görünümü. ... 111

Örnek: 6 Fotoğraf No- 36a: Kaftanın önden görünümü. ... 117

Fotoğraf No- 36b: Kaftanın ön detay görünümü. ... 118

Fotoğraf No- 36c: Kaftan deseninin detay görünümü ... 118

Örnek: 7 Fotoğraf No- 37a: Kaftanın önden görünümü. ... 126

Fotoğraf No- 37b: Kaftanın ön ve yaka detay görünümü... 127

Fotoğraf No- 37c: Kaftanın kol detay görünümü. ... 127

Örnek: 8 Fotoğraf No- 38a: Kaftanın önden görünümü. ... 134

Fotoğraf No- 38b: Kaftanın arkadan görünümü. ... 135

Fotoğraf No- 38c: Kaftanın ön detay görünümü. ... 136

Fotoğraf No- 38d: Kaftan deseninin yakından görünümü. ... 136

Örnek: 9 Fotoğraf No- 39a: Kaftanın önden görünümü. ... 144

Fotoğraf No- 39b: Kaftanın yaka ve kol yırtmacı detay görünümü. ... 145

Fotoğraf No- 39c: Kaftan deseninin detay görünümü. ... 145

Örnek: 10 Fotoğraf No- 40a: Kaftanın önden görünümü. ... 153

Fotoğraf No- 40b: Kaftanın iç pervaz detay görünümü... 154

(17)

Örnek: 11

Fotoğraf No- 41a: Kaftanın önden görünümü. ... 161

Fotoğraf No- 41b: Kaftanın iç kenarlarının detay görünümü. ... 162

Fotoğraf No- 41c: Kaftan deseninin detay görünümü. ... 162

Örnek: 12 Fotoğraf No-42a: Kaftanın önden görünümü. ... 170

Fotoğraf No-42b: Kaftanın ön detay görünümü. ... 171

Fotoğraf No-42 c: Kaftanın detay görünümü. ... 171

Örnek: 13 Fotoğraf No- 43a: Kaftanın önden görünümü. ... 179

Fotoğraf No- 43b: Kaftanın yakından görünümü. ... 179

Fotoğraf No- 43c: Kaftanın ön ve yaka detay görünümü. ... 180

Fotoğraf No- 43d: Kaftanın kol detay görünümü. ... 180

Örnek: 14 Fotoğraf No- 44a: Kaftanın önden görünümü. ... 187

Fotoğraf No- 44b: Kaftanın iç pervaz detay görünümü... 188

Fotoğraf No- 44c: Kaftanın cep detay görünümü... 188

Fotoğraf No- 44d: Kaftannın kol ucu detay görünümü. ... 189

Fotoğraf No- 44e: Kaftan deseninin yakından görünümü. ... 189

Örnek: 15 Fotoğraf No- 45a: Kaftanın önden görünümü. ... 196

Fotoğraf No- 45b: Kaftanın kol detay görünümü. ... 196

Fotoğraf No- 45c: Kaftanın ön detay görünümü. ... 197

(18)

GİRİŞ

Doğanın etkilerinden korunmak amacıyla ortaya çıkan giyim, ekonomik, kültürel ve sosyal olaylardan etkilenerek sürekli kendini yenilemiş bir olgudur. Giyim “Vücudu tabiatın etkilerinden koruyan, medeniyetin ilerlemesiyle değişiklik gösteren, insan vücuduna göre şekil alabilen giysilerin tümüdür” diye tanımlanmaktadır (Bayraktar, 1996: 1).

Her toplum kendi tarihi süresi içerisinde örflerinden, inanışlarından, gelenek ve göreneklerinden etkilenerek, kendilerine özgü geleneksel giyimlerini oluşturmuşlardır. Osmanlı devleti de birçok farklı uygarlıkları içinde barındırmış 600 yıllık bir imparatorluk olmasından dolayı, zengin bir giyim kültürüne sahiptir. Ayrıca Osmanlı evinin iç mekânı, fazla güneş almayan ve yaz kış serin olan, ısınma sistemi yetersiz bir mekân olmasından dolayı da, Osmanlı giyim geleneği üst üste giyilen giysilerden oluşmuş olup çok çeşitlidir (Görünür, Ögel, 2006: 66). Bol çeşitten oluşan Osmanlı giyimi bize renkleri, el becerisini ve kültür zenginliğini göstermektedir.

Osmanlı giyimlerini, günümüze kadar gelen minyatürlerden, seyahatnamelerden, albümlerden ve ressamların yapmış olduğu resimlerden görebilmekteyiz. En önemlisi 15. yüzyıldan sonra ölen sultanların giyimlerinin bohçalanıp, etiketlenip saklanması geleneğiyle oluşan, şuan dünyada ve Türkiye’de birçok müzede sergilenen koleksiyonlardan Osmanlı giyimini birebir gözlemleyebilmekteyiz. Bu konuda en zengin koleksiyon Topkapı Sarayı Müzesi’ nde bulunmaktadır. Zaten Topkapı Sarayı Müzesi’ ni önemli yapan bir unsur da padişah giyeceklerinden oluşan zengin bir koleksiyonun burada bulunuyor olmasıdır. Osmanlı padişahlarının görkemli giyeceklerinden günümüze kadar gelenleri Topkapı Sarayı Müzesi Seferli Koğuşu bölümünde camekânlar içerisinde sergilenmektedir

Osmanlı padişahları için giyim kuşam çok önemliydi. Onlar için giyim çeşitleri içerisinde kaftanların ayrı bir önemi vardı. Topkapı Sarayında bulunan göz kamaştırıcı renklere, süslemelere, motiflere sahip olan bu kaftanlar, kesim, süsleme, malzeme ve dikim teknikleri yönünden incelenmeye değer kültürel bir mirastır.

(19)

Zaman içerisinde eskiyen, özelliklerini kaybeden ve yok olan kaftanların çizim ve fotoğraflarla belgelenerek gün ışığına çıkmasını hedef alan araştırmada Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan 17. yüzyıl padişah kaftan örnekleri kesim, süsleme, malzeme ve dikim özellikleri gözlem fişleri doğrultusunda incelenmiştir. Giysilerin ölçüleri alınarak 1/ 10 ölçekle kalıpları çizilmiştir.

Kültürel mirasımıza katkı sağlamak, tarihimize sahip çıkmak, giyim tarihine ışık tutacak kaynak oluşturmak amaçları ile yapılan araştırmanın birinci bölümünde; Osmanlı giyimi, Osmanlıda kadın giyimi ve Osmanlıda erkek giyimi genel özellikleri ile tarihi süreç içerisinde; vücuda giyilenler, başa giyilenler ve ayağa giyilenler olmak üzere incelenmeye çalışılmıştır.

Araştırmanın ikinci bölümde ise; Osmanlı kaftanlarının tarihçesi, çeşitleri, özellikleri; kaftan yapımında kullanılan kumaşların özellikleri, renkleri, motifleri tarihsel bir perspektif içerisinde ele alınmıştır.

Araştırmanın üçüncü bölümünde; konu ile ilgili araştırmalar, problem cümlesi, alt problemler, araştırmanın önemi açıklanmıştır. Dördüncü bölümde ise; araştırmanın yöntemi, evren ve örneklem, sayıltılar, sınırlılıklar ve veri toplama tekniği ile ilgili bilgiler verilmiştir.

Araştırmanın beşinci bölümünde; gözlem fişleri doğrultusunda incelenen padişah kaftanları bulgularına yer verilmiştir. Bu bulgular sonucunda kaftanların malzeme, renk, kesim, dikim ve süsleme döküm tabloları oluşturularak bir değerlendirme yapılmıştır. Araştırmanın son bölümünde ise; elde edilen bulgular ışığında sonuçlara ulaşılmış olup, bu sonuçlar doğrultusunda bazı önerilerde bulunulmuştur.

(20)

1. OSMANLI DÖNEMİNDE KADIN VE ERKEK GİYİMLERİ

Uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip olan Osmanlı imparatorluğu, birçok kültürü içerisinde barındırmıştır. Bu kültür farlılıklardan kaynaklı, zengin bir giyim yelpazesine sahipti. Kişinin ekonomik, kültürel durumu, işi, konumu, yaşı, evli yada bekâr oluşu, çocuk oluşu giyimi etkileyen faktörler arasındaydı.

Osmanlı devletinin kuruluşundan Fatih dönemine kadar Türk giyimiyle alakalı yeterli ve güvenilir bilgi bulunmamaktadır. Çünkü 15. yüzyıldan önceki padişah kaftanları silahlarla beraber Bursa sarayında kaldığından Timur’ un istilası sırasında kaybolduğu düşünülmektedir (BİLGEN, 1999: 24).

Fatih Sultan Mehmet’ in ölümünden sonra sarayda ölen sultanların giysilerini etiketleyip, bohçalayarak saklama geleneği 16. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar Osmanlıdaki giysi değişimlerini gözlememize olanak sağlamaktadır (BARIŞTA, 1999: 13). Ayrıca İstanbul’ u ziyaret eden yabancı seyyah ve ressamların yapmış oldukları resimlerden, anlatılan seyahatnameler ve albümlerden de Osmanlı’ ya ait giyim detaylarını öğrenmek mümkündür. Osmanlıyı ziyaret eden seyyahlar Türklerin sosyal hayatı hakkında bilgiler aktarmışlardır. Seyyahların bilgilerinin yanı sıra Türk nakkaşların minyatürleri de Osmanlı kıyafetlerini tasvir etmiştir (ÖNGE, 1995: 26).

“Türklerde yaygın olan bir gelenekte, ölen kişilerin giysilerinin ve bazı eşyalarının türbesine konulmasıydı. Padişahların Bursa ve İstanbul’da bulunan türbelerinde bu yolla pek çok kaftan, sarık, sorguç, hançer gibi eşyalar birikmiştir. Türbelerin halka açık olmasından dolayı 19. yüzyılın sonlarından itibaren buralarda sıkça hırsızlık olayları olmuştur. Bu yüzden Vakıflar Müdürlüğü tarafından geri kalan eşyalar toplanarak Evkaf Müzesine (Bugünkü adı ile Türk ve İslam Eserleri Müzesi) teslim edilmiştir. Kaftan ve kumaşlar daha sonra Topkapı Sarayı Müzesine nakledilmiştir” (Tezcan, 2006: 224).

Günümüzde, Osmanlı padişah ve akrabalarının giyimlerini birebir görme olanağı sağlayan en önemli eserler Topkapı Sarayı Müzesinde sergilenmektedir. Müzede sergilenen ve Osmanlı dönemi kıyafetlerine ait en zengin koleksiyon olarak nitelendirilen, giysi parçalarının çeşidi 2500 civarındadır. Bunların çoğunu hilatlar,

(21)

kaftanlar ve şalvarlar oluşturmaktadır. Diğer koleksiyonlar da Konya Mevlana Müzesi, Edinburgh Royal Scoth Müzesi, Vizctoria-Albert Müzesi, Paris ve Lyon Müzelerinde bulunmaktadır (BİLGEN, 1999: 24).

Bize çeşitliliği, renkleri, el becerisini, çeşitliliği, kültür zenginliğini ve dönemin gösterişini gösteren Osmanlı dönemi giyimi ana hatları ile Selçuklu dönemi giyimleri ile benzerlik gösterdiği ifade edilebilir. Osmanlı İmparatorluğu çok milletli bir yapıya sahip olmasından dolayı, kıyafetlerde sınıflara göre ayrılmaktaydı. Genel olarak; saray kıyafetleri, idari, askeri, köylü, kentli ve Gayrimüslim kıyafetleri olmak üzere özetlenebilir. Bu fark zevk veya modadan değil, doğrudan doğruya muhtelif durumdaki insanları ayırmak için konan kaidelerden ileri gelmektedir (D’ Ohsson, 1973: 79).

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu Moda ve Zihniyet kitabında Osmanlı giyimini genel hatlarıyla şöyle anlatmaktadır: “Osmanlı halk tabakasında gövdeye gömlek, mintan veya zıbın ve belden aşağısına don ve şalvar giyerlerdi. Bunun üstüne de önü yırtmaçlı ve kollu entari giyilip, bele kuşak sarılırdı. Daha üstüne de devlet büyükleri ve zenginler kürklü ve işlemeli kaftan; orta sınıf cübbe veya hırka giyerlerdi. Aşağı tabaka kollu ve yakasız kısa cepken ve yelek, belden aşağıya darca baldırlı potur giyerlerdi. Ayakkabılarının da çeşitleri vardı. Yüksek sınıf çedik, pabuç, mest; aşağı sınıf yemeni ve köylüler çarık giyerlerdi” (Barbarosoğlu, 2004: 101).

Osmanlı devletinde, Gayrimüslim ile Müslümanların giyimleri de kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış durumda idi. Ayrıca Türklerin başka millete ait kıyafet giymeleri yasaktı. Bu durum muhtelif şeyhülislamların fetvalarıyla sabittir. Bu fetvalara göre eğer bir Türk, mesela başına bir İran başlığı veyahut kendi milletinden olmayan bir topluluğa ait bir başlık giyerse sadakatsizlikle suçlanır, hatta imanını ve nikâhını bile yenilemek zorunda kalırdı (Barbarosoğlu, 2004;102).

(22)

Fotoğraf No- 1: Osmanlı dönemi giyimlerinden örnekler (Özel, 1992).

Osmanlı giyiminde statüyü belli eden unsur kumaşlardır. Padişah ve şehzadelerin giysilerinde kullanılan kumaşlar; vezir ve diğer devlet adamlarının giysilerinde kullanılmamıştır. Bu kişilerin giysileri daha düşük kalitedeki atlas, kemha gibi kumaşlardan yapılmıştır (Bilgen, 1999: 24). Statüyü belli eden diğer önemli bir unsur ise, elbisenin süslenmesine verilen ehemmiyettir. Kullanılan kürk ve mücevherlerde statü göstergesidir (Barbarosoğlu, 2004: 104).

15. yüzyıldan itibaren İstanbul kıyafetleri ile taşra kıyafetleri arasında farklılaşmalar meydana gelmiştir. İstanbul kıyafetleri daha gösterişli ve pahalıdır. Taşra

(23)

daha çok ipek kumaşlardan oluşmaktaydı. En güzel dokumalar bu yüzyılda üretilmiştir. Dokumalarda büyük desenler, canlı ve az renkler kullanılmış olup; bu yüzyılda Fatih Sultan Mehmet’ ten itibaren Osmanlı devletinde yaygın bir şekilde kürk kullanılmaya başlanmıştı (Karpuz, 2004).

16. yüzyılda ülke ekonomisinin en parlak döneminin yaşandığı bu zaman, dokumacılığın en verimli çağı olmuştur. Kıyafeti gösteren kumaşlar olunca da, dokuma sanatının verimliliği kıyafetlere de ihtişam olarak yansımıştır. Bu yüzyılda kumaşlarda küçük desenler ve çeşitli renkler kullanılmıştır. Kumaş kalitesinin bozulmaması içinde sürekli kanunlarla kumaşların tel sayıları, boyları, cinsleri inceden inceye ele alınıp, devlet tarafından kontrol altında tutulmuştur.

17. yüzyılın ikinci yarısından sonra gerileme dönemine giren Osmanlı devletinde, ekonominin zayıflamaya başlaması ile kumaşlarda altın ve gümüş tel kullanımı azalmıştır. Desenler sadeleşmiş ve kumaşlarda kullanılan renkler azalmıştır. Bu kumaşlardan yapılan giysilerde, batı etkisi görülmeye başlanmıştır.

Batı’ nın yaşam biçimi ve sanatına duyulan ilgi 18. yüzyılda da kendini iyiden iyiye hissettirmiştir. Hatta sonralara doğru daha da artmıştır. Bu dönemde kürk her mevsim kullanılır olmuştur.

19. yy da ise II. Mahmut’ un yenilik hareketleri giyim tarzını da etkilemiş, kıyafetlerde tam bir yenilik hakim olmuştur. Artık kıyafetlerde Avrupa giyim tarzı görülmektedir. Bu yüzyılda erkek kıyafetlerinde uyulması mecburi tutulan yenilikler yapılırken, kadın kıyafetlerine ise doğrudan bir müdahale yoktur.

Saray, Müslüman ve Gayrimüslim halkın giyim kuşamını denetim altında tutmuştur. Sokak giysilerinde, kumaşın cinsi, renkler ve biçim üzerinde önemle durulmuş; çıkarılan ferman ve hükümlerle belirlemeler getirilmiştir (Gürtuna, 1999: 17).

Osmanlı kıyafetleri kendi içinde erkek ve kadın kıyafetleri olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Yalnız bu ayrıma karşılık erkek ve kadın giyiminde ölçülerden başka pek fark yoktur. Osmanlı dönemi giyimini kadın ve erkek kıyafetleri olmak üzere alt başlıklarla incelenecektir.

(24)

1.1. OSMANLI DÖNEMİ KADIN GİYİMLERİ

Osmanlı devletinde kadın giyim eşyalarının saklama usulü olmadığından dolayı yeterince kadın giyim eşyaları bulunmamaktadır. Daha çok minyatürler, seyahatnameler, resimler ve Topkapı Sarayı Müzesi arşivlerinde bulunan terzi defterleri bize Osmanlı döneminde kadın giyimi konusunda aydınlatmaktadır.

Özellikle minyatürler alelâde resimler değil, geçmişe ışık tutacak çok değerli belgeler hükmündedirler. Zira, gerçekçi bir tutumla, gözleme dayanılarak yapılmışlardır. Tasvirlerde yer alan, unsurla ve olaylar, aynı eserde yazı ile de kayda geçirilmişlerdir. Dolayısıyla minyatürler incelenirken, toplumdaki kültür ve sanat hareketlerini, devleti, padişahını, ülke insanını tanıma ve değerlendirme imkânını buluruz (Aydın, 2000: 35).

Bağbars kadın kıyafetlerinin günümüze kadar gelmeme sebebini şöyle açıklamaktadır: “…Bunun nedeni saray kadınlarının durumunun sadece Topkapı Sarayı’ na bağlı olması: Küçük bir kız geliyor, yetişiyor. Bazılarını ‘ çırak’ çıkartıp gönderiyorlar. Yani bir koca bulunuyor ve çeyizi de verilip gönderiliyor. Bir kısmı da padişah için hazırlanıyor; bunlar ‘ gözde’ oluyorlar. Çocuk doğurunca, statü değişiyor. Padişah ölünce de, haremindeki bütün kadınlar toplanıyor ve hepsi Eski Saray’ a yollanıyor. Elbette bunlar yanlarında bütün mallarını da alıp götürüyorlar. Yeni padişah annesiyle geliyor. Haremin patronu ‘ valide sultan’ … Onun da kendi kurduğu haremi var… Anlayacağınız, o şartlarda, bu değişen statülerle, o nadide elbiselerin bu zamana kalmaması çok doğal…” (Bağbars, 2005: 61).

Osmanlı dönemi kadın kıyafetleri yüzyıllar boyunca aynı geleneksel çizgisini taşımıştır. Yapılan araştırmalardan da anlaşıldığı üzere Osmanlı kadını 16. yüzyılda en ihtişamlı yılını yaşamıştır. Devletin ekonomik gücü kıyafetlerde de belliydi. Kıyafetler oldukça değerliydi. 17. yüzyılda kumaşlardaki kalitenin düşüşüne rağmen kıyafetler aynı ihtişamla devam etmiştir. Artık 18. yüzyılda yavaş yavaş kıyafetlerde batının rüzgârı esmeye başlamıştır.

Eteklerde, kolların kenarlarında görülen yırtmaçlar, derin dekolteli entariler, hırkaların boyunun uzaması, iç gömlek giyme alışkanlığının bırakılması; dış giyimde ise

(25)

feracenin yakasının uzaması, yaşmakların incelmesi ve değişik biçimlerde bağlanması bu yeniliklerin en belirgin olanlarıdır (Gürtuna, 1999: 3).

19. yüzyılın sonlarından itibaren artık tamamen batı rüzgarının etkisi kıyafetlerde hakim olmuştur. 20. yüzyılda ise Osmanlı kadını ile batılı kadın hemen hemen aynı tarz giyinmeye başlamıştır.

Kadın kıyafetlerinde zaman zaman fermanlar çıkarılarak yasaklamalar getirilmiştir. Örneğin Osmanlı dönemi kadın giyimleri kitabında belirtildiği gibi 16. yüzyılda Tanzimat Devrine kadar olan zamana “kapalı devir” denilmektedir. Şeriat ve ahlak adına kadın kıyafeti üzerinde ayrıntıları ile durulmuş; feracelerin yakaları, nakışları, yaşmakların biçimleri, kumaşların kalınlığı inceliği sürekli olarak devlet tarafından düzenlenmiştir. (Apak, vd, 1997: 107)

Osmanlı dönemi kadın giyimi şalvar, gömlek, entari, bindallı, ceket, kaftan, hırka, ferace, yaşmak, maşlah vs. den oluşmaktadır. Kadınlar arasındaki giyimde model farkı yoktur. Tek fark maddi gücü belli eden kumaşın kalitesi ve süsüdür. Osmanlı kadınları şıklığı çok severdi ve bunu kıyafetlerinde her türlü gösterirlerdi. Ancak bu şıklıklarını sadece ev içerisinde yapar, dışarıda oldukça sade ve her tarafları kapalı bir şekilde olurlardı.

Osmanlı dönemi kadın giyimini ev içinde giyilenler, sokakta giyilenler, başa giyilenler, ayağa giyilenler olmak üzere dört seksiyonda incelenebilir.

1.1.1. Ev İçerisinde Giyilenler 1.1.1.1. İç giyimleri

Osmanlı döneminde en içe iç çamaşırı olarak gömlek, iç yeleği ve don (dizlik) giyilirdi. Erkek ve kadınların giydikleri iç çamaşırlarının birbirlerinden pek farkı yoktur. Tek fark kadınlarınkinin süslü olmasıdır. Kızların çeyizinde iç çamaşırı önemli bir yere sahipti.

Eskiden gelinlik çağına gelmiş bir kızın sandığında varlığa göre 15-20 top çamaşır bulunurdu. Bu çeyiz olmazsa, kızın ailesinin fakirliğine verilerek hoş görülür;

(26)

“İç çamaşırı olarak kullanılan iç gömlek, pamuklu dokumadan yapılmış, yarım yada uzun kollu, kol ağızları ve yaka kenarları oyalı, pamuğun ham renginde bir gömlektir” diye tanımlamaktadır (Altuntaş, vd. , 1993: 2). Günümüzdeki gömleklerle pek alakası olmayıp, bugünün fanilası yerine kullanılmaktaydı. Gömlekler, el dokuması ince kumaşlardan olup; daha çok bürümcük ve hafif ipekli kumaşlar ağırlıktaydı. Sabahattin Türkoğlu gömleği şöyle tarif etmektedir: “Entari formunda olup da şalvar üstünden veya içinden diz üstüne kadar inen; gömlek, göynek, işlik adlarıyla tanınan bir iç giysisidir. ” (Türkoğlu, 1994: 53).

Bütün olarak dokunan, dikişsiz, musamma helâliler, güç yapılır ve yapanlarda maharetlerini göstermek için yapardı (Abdülaziz Bey (haz: Arısan)., 1995: 226 ).

Gömlekler evlilik öncesi hazırlanan kadın ve erkek gömleklerinin yaka bölümleri kapalı olup; bunları ilk gece kadın tarafından oyulur ve oyaları yapılırdı (Aktaran: Bilgen, 1999: 39).

İç çamaşırı olarak kullanılan iç yeleği sütyen yerine kullanılmıştır. Gönül Tizer yeleği şöyle tasvir etmektedir. “Yelek, göğüs altından kavis çizerek bedeni sıkıca saran dikişli olup; önde, arkada veya kol altında agraf yada kordonlarla sıkıca bağlanarak göğsün dik durmasını sağlar” (Tizer, 1974: 7169). Kimi kaynaklarda da delme diye geçmektedir.

Alta iç çamaşırı olarak da iç don giyilmiştir. Don; belden aşağısına giyilen, uzun, belleri uçkurlu bir iç çamaşırıdır (Kılınç, 2008: 125). Genellikle el dokuması pamuklu kumaşlardan yapılmaktaydı.

1.1.1.2. Dış giyimleri

Kadınların iç çamaşırlarının üstüne giydikleri ev giysileri ise kaftan, entari, bindallı, cepken, libâde, şalvar ve eteklerden oluşmaktadır.

Önden açık ve yakasız olan kaftanların etekleri, belden aşağıya doğru peş adı verilen parçalarla bollaştırılmıştır ve bu kesim 19. yüzyıla kadar etek kesimlerinde kullanılmıştır (Anonim b, 2009). Bu kaftanların altına şalvar giymişlerdir.

(27)

Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan şalvar, genellikle uçkurla bele bağlanan, yüze yakın çeşidi olan, bol ağlı, uzun yıllar kadınlar ve erkekler tarafından yaygın olarak kullanılan bir alt giysisi denebilir. Yün ve şal kumaştan yapıldığı için şalvar adını almıştır.

Mehmet Önder “Konya Kadın Giyimleri” adlı makalesinde şalvarı şöyle betimlemektedir: “Torba biçiminde, yukarısı işlemeli bir uçkurla bele, kuşağın üzerine bağlanan, yanları açık, gayet bol, dökümlü bir dondur. Ön ve yanları, sırma, gelin teli ve pullarla süslenir, cep ağızlarına, paça ve kollara kaytanlar dikilir. ” (Önder, 1961: 30).

Sıdıka Bilgen, ‘ Osmanlı Dönemi Türk Kadın Giyimi’ adlı tezinde şalvar hakkında şöyle bahsetmektedir: “Çoğunlukla belden büzgülü, geniş paçaları bilekte toplanan, bazen paçaları daralarak bileğe oturan, bazen dizin altında bağlanabilen, kısa, uzun, bol, dar olarak değişik modellerde dikilmiştir” (Aktaran: Bilgen, 1999: 39).

Şalvarların dar, bol, diz boyunda bileğe kadar değişik uzunlukta olanları, paçaları dar ve bol olanları, bileğe göre düğmeyle ayarlanarak daralanları vardır (Gürtuna, 1999: 11). Kadın şalvarları kadife, canfes, atlas, sevai gibi renkli, düz ve desenli kumaşlardan yapılmıştır. Kadınlar genellikle şalvarlarını entarileriyle takım dikerlerdi.

Şalvarlar dikilen kumaşıyla, işiyle, görüntüsüyle ailenin ekonomik gücünü yansıtırdı. Örneğin, genellikle bol ağlı şalvarlar zengin aileler tarafından kullanılırdı. Kimi zaman şalvarların ağları o kadar bol olurdu ki; yere değmesin diye ağları kemere sokulurdu. Şalvarla birlikte uçkur adı verilen kuşak kullanılırdı. Kuşak, bağlandıktan sonra belden aşağı sarkıtılırdı. Kuşağın uçlarına güzel işlemeler yapılırdı.

Kuşak her tür kumaşla yapılmakla birlikte en makbul olanı Hint sonra Şam, Halep şallarından ve Gelibolu’dan getirilen, keten üzerine sarı ipekle işli abanîdir (Abdülaziz Bey, haz: Arısan, vd. , 1995: 227).

Kimi zaman kadınlar kemerde kullanırlardı. Kemer zenginlik derecesine göre yapılırdı. Az masraf yapmak isteyenler işlemeli satenden yaparlardı. Zengin kadınların kemerleri ise elmas vs. kıymetli taşlarla süslü olurdu (Taşcıoğlu, 1958: 16).

(28)

a) Şalvarla Giyilenler: Üç etekli-üç peşli, iki etekli-iki peşli

b) Şalvarsız Giyilenler: Etek-Ceket, Bindallı (Apak, vd. , 1997: 97).

Kadın giyiminin en eski örneğini temsil eden üç etek, iki etek entariler dönem içerisinde en yaygın olarak kullanılan entarilerdir. Entari, kimi kaynaklarda üç peşli- iki peşli diye de geçmektedir. Üç etek entari, arkada bir önde iki parçasıyla birlikte üç parçadan oluşmasından dolayı bu isim ile tabir edilmektedir. Yere kadar uzun olan entarilerin ön parçaları yürüyüşü engellememesi için beldeki kemere yada kuşağa tutturularak kullanılmıştır.

Gönül Tizer ‘Giyim Kuşam Ve Türk Kadın Kıyafetleri’ adlı yazısında üç etek entariyi şöyle anlatmaktadır: “Üç etekli entarilerde yaka genellikle U-V biçiminde açık olup, göğüs altından bele kadar düğmeyle kapanır. Yakanın açık yerinden içe giyilen bürümcük gömlek görülür. Kollar oyuntusuz takılıp altına tiriz konur. Kol ağızları derin yırtmaçlıdır. Sonradan tasmalar takılmıştır. Kol yırtmaçları, etek ve yaka kenarları bazen dilimli olup, kaytan denilen sim şerit veya simli harçla süslenir. Etek uçlarına saçak dikilmiş olanları da mevcuttur. Entari astarlıdır. Bele kuşak veya kemer bağlanır. Alta genellikle aynı cins kumaştan yapılmış şalvar giyilir. Nadiren de değişik kumaşlardan da olurdu. Bu kumaşlar sevai, kutnu, citari, atlas, canfes, yanardöner, üsküfe, yollu, çiçekli, simli, parlak, renkli, ipekliden olanları vardır. ” (Tizer, 1974: 7169). Ağır süslemelerden ve değerli kumaşlardan yapılanlar düğün ve tören kıyafeti olarak kullanılıyordu.

Baştan geçme, omuzları dikişsiz, etek kenarları sırma ile işlenmiş olan iki etek entariler ise kadife ve telli hâre denilen ipekliden dikilirdi (Özel, 1992: 16). Erkek giysilerin kalıpları kullanılarak hazırlanan kadın entarileri dikildikten sonra giyecek olan kişinin bedenine uygun olarak daraltılmaktaydı (Bilgen, 1999: 37).

Peşli entarilerin, şalvarların üzerlerine salta, fermene veya cepken giyilmiştir. Anadolu’da yaygın olarak kullanılan, ilikli veya iliksiz olan cepkenler, model ve kesimlerinin yanı sıra sırmalar, simler, şeritler, renkli pamuklu iplikler vb. malzemelerle kordon tutturma iğnesi, aplike vb. tekniklerle, ön ve arka ve daha çok kol ağızlarının süslemeleri ile dikkati çekmektedir (Küçükosmanoğlu, 1992: 10). Cepkenler kısadır ve

(29)

şalvarla birlikte kullanılır. Kısa olmasının sebebi, bele bağlanan işli kuşak yada kemerlerin gözükmesidir.

Fotoğraf No- 2: Cepken Örneği (Anonim b, 2007).

Fermene, boyu kısa, kolsuz ve yakasız bir yelek çeşidi olup; önlerinin çapraz kavuşması, vücuda sımsıkı oturması, harç ve kaytanlarla işlenmiş olması fermenenin özellikleridir (Kelleci, 1997:35). Salta ise, yakasız, iliksiz, kolları bolca olan bir tür kısa cekettir (Anonim, 2009). Saltanın yaka ve kol kenarları işlidir.

Libâde ise, dik yakalı, kolları bol, eteği bel hizasında olan, kol boyu bileğin üç dört parmak üstünde kalan, düğmesiz olduğu için önü daima açık olan, eteği ve kol ağızları süslü, dikişli ve pamuklu kısa bir hırkadır (Yağcı, vd. , 2007: 237).

Şalvarsız giyilen entariler peşsiz entari veya bindallı denilen kıyafetlerdir. Şalvarsız giyilen entarilerin 18. yüzyılda yaygınlaştığı tahmin edilmektedir.

Dört peşli, dolama, topuk dönen, kumru yaka, hakim yaka, popoze yaka, çantalı kutu içi şalvarsız giyilen entarilerden en çok tutulanlarıdır (Özel, 1992: 16).

(30)

Bindallı Anadolu da genellikle gelinlik olarak kullanılırdı. Bindallının kesimi ile ilgili Saadet Bedük “Konya müzelerinde ve evlerinde bulunan bindallı tek parçalı elbiseler” adlı araştırmasında şöyle bahsetmektedir: “Daha çok düz bir beden üzerine düz düşük kol, az oyuntulu ve kare kol uygulanmıştır. Yaka kesimleri ise ‘ O’ yaka, hakim yaka ve ‘ U’ yaka şeklindedir. Ön ve arka bütün beden çeşitli çiçek, kıvrım dal, yaprak ve motiflerle süslenmiştir. Bazılarında ön ve arka beden üzerine koldan çıkan, boydan kup uygulanmıştır. ” (Bedük, 1992: 11).

Sebahattin Türkoğlu makalesinde bindallıyı şöyle bahsetmektedir: “Avrupa ülkelerinden kaynaklandığı sanılan uzun ve arka peşi daha bol olan bir entari türü 19. yüzyılda gelinlik elbise olarak Anadolu’ nun pek çok yerine yayılmıştır. Bu entariler genellikle kadifeden yapılmış ve üstü sim sırma ile Maraş işi veya Divali denilen bir teknikle işlenmiştir. Bazen uzunca bir ceketi de olan bu elbise takımları özel terziler tarafından üretiliyor ve bazen kutu içinde hazır olarak satılıyordu. Bundan dolayı “kutu içi” entari denilmiştir. İşlenen motifler yoğun biçimde dal ve çiçeklerle oluştuğu için olmalı, bunlara aynı zamanda “bindallı” denilmektedir. ” (Türkoğlu, 1994: 53).

(31)

Kadınların önemli giysisi olan gelinlikler, Osmanlı döneminde başlangıçta kırımızı idi. Gelin kıyafetlerinin özel bir modeli yoktu. Modeline göre pahalı kumaşlardan dikilirdi. Sarayda kırmızı renk, halk arasında ise mor, mavi renk gelinlikler kullanılmıştır. Gelin duvağı ise daima kırmızı renk olurdu. Lütfü Tınç eski zaman gelinliklerini şöyle tasvir etmektedir: Bu giysiler atlas veya kadife sırmalarla, incilerle işlenirdi. Arka eteği ile kolları uzun ve etrafı sırmalı, incili harçlarla süslenmiş giysinin altında, aynı renkte sırma şeritlerle süslenmiş dökme şalvar yer alırdı. Sırmalı giysinin içinde de beyaz tülden işlemeli bir gömlek olurdu (Tınç, 2003: 54).

1870’lerden sonra batı etkisi ile II. Abdülhamit’in kızı Naima Sultan Kemaleddin Paşa ile evlenirken ilk kez beyaz gelinlik giymiştir (Sert, 1997: 29). Bundan sonra bindallı yerine büyük şehirlerde batı etkisinde uzun etek ve ceket takımlar giyilmeye başlanmıştır. Atlas, tafta ve münakkaş gibi kumaşlar kullanılırdı.

Fotoğraf No- 4: 19. yy. da gelinlik örneği (Anonim a, 2007).

Gelinlik dışında kadınlar misafir giderken, misafir kabul ederken, düğünlerde ve bayramlarda giydikleri giysilere “yabanlık” denirdi (Türkoğlu, 1994: 50).

1.1.2. Sokakta Giyilenler

Osmanlı döneminde kadınlar ev kıyafetleri ile asla sokağa çıkmazlar, ev kıyafetlerinin üzerlerine muhakkak bir dış giysisi giyerlerdi. Ev içerisinde ne kadar

(32)

kadın kıyafetlerine bakıldığında ferace, yaşmak, çarşaf, maşlah peçe ve yeldirmeden oluşmaktaydı.

Kadınlar sokağa çıktıklarında yazın ipekli, kışın yünlü kumaşlardan yapılan düz renk feracelerden giyerlerdi. Ferace kelimesi Türkçeye Arapçadan gelmektedir. Arapçada “açmak, yarmak, ferahlamak” manasındaki “ferc” mastırından gelen kelimenin aslı “fereciyye” olup “önü açık ferah elbise” anlamına gelmektedir (Aktaran: Sarıtaş, vd, 2007: 196).

Sevgi Gürtuna Osmanlı Kadın Giysisi adlı kitabında feraceyi : “Önden açık, bedeni ve kolları bol, eteği yere kadar uzun, yakasının kesimi dönemlere göre biçim değiştiren ama XVI. -XVII. yüzyılda boyna oturmuş, yuvarlak veya hafifçe V yakalı, ön açıklığının iki yanında yer alan dikey yırtmaç cepli, sokağa çıkarken giyilen bir dış giyim çeşididir. ” şeklinde tarif etmiştir (Gürtuna, 1995: 5). Ayten Sürür kitabında ferace “iki parçadan oluşan, bir parçası çenenin altından tutturularak kadının başını örten; ikinci parça ise, yüzü ve burnu içine alarak yalnızca gözleri açıkta bırakacak biçimde, beyaz örtü ile birlikte giyilen bir sokak giysisi” olarak tanımlamaktadır (Sürür, 1983: 16). Musahipzade Celal’ in eski İstanbul yaşayışını anlattığı kitabında feraceyi şöyle anlatmaktadır: “Feraceler bol kollu, geniş bir cübbe gibi, omuz başlarından ard eteği ucuna kadar uzanan ve ellerinin üzerine kadar vücut ve göğsü örten geniş yakaları vardır. ” (Celal, 1946: 130).

Kısacası ferace; yere kadar uzun, bol, önden açık, sadece göz ve burnun gözüktüğü, önceleri yakasız olan daha sonraki yıllarda yaka ilave edilen bir sokak kıyafeti denebilir. 18. yy. dan sonra feracelere yaka takılmaya başlanmıştır. Daha sonraları yakalar bele kadar uzamış ve peçe takmaktan vazgeçmişlerdir. II. Mahmut zamanında ferace yakaları yere kadar uzamıştır. 19. yy da ise feracenin modeli giderek değişmiş ve ön etekleri yuvarlak kesimli, yakaları süslü, tek düğmeli bir model olmuştur.

Feraceler genellikle Ankara sofundan, çuhadan ve ipekli kumaşlardan yapılır ve genelde koyu renkler tercih edilirdi (Özel, 1992: 16). 1502 yılında çıkarılan İstanbul, Edirne, Bursa şehirlerinde belediye kanunlarında feracelerde kullanılacak kumaş olarak; Müslümanların feracelerinin astarlarında ve iç pervazlarında ipekli,

(33)

Gayrimüslimlerinkilerde ise pamuklu kumaş kullanılması gerektiği yazmaktadır (Bilgen, 1999: 40).

Kimi kışlık feracelerin içleri kürkle kaplanırdı. Kürkler belli bir görgü çerçevesinde giyiliyordu. Saray’da ve İstanbul’da sonbaharda ermin kürk, üç hafta sonra sincap kürk giyilirdi; ilkbaharda ise samur ermin sıralamasına uyulurdu (ÖZEL, 1992: 16). Anadolu da kürk fazla kullanılmamıştır. Kürkün yerine sıcak tutması için yün ve pamuk dolgulu hırka giymişlerdir.

Feraceyle birlikte yaşmak ve peçe kullanılırdı. Yaşmak iki parçadan oluşan beyaz bir örtüdür denebilir. Alt parça ağzı ve burnu örter, üst parçada alnı örterdi. Bunun üzerine de peçe takılırdı.

Sevgi Gürtuna yaşmağı şöyle tarif etmektedir: “Kadınların sokakta feraceyle kullandığı, genellikle bir parçası baştan çeneye, diğer parçası çeneden başa doğru bağlanan iki bölümden oluşan, feracenin üstünden sarkıtıldığı gibi yakanın içinde de olabilen, zenginlerin ve saraylıların kolalayarak kullandığı beyaz bir örtüdür (Gürtuna, 1995: 5).

Musahipzade Celal İstanbul yaşayışını anlattığı kitabında yaşmağın kullanış şeklini şöyle tarif etmektedir: “İki değirmi olmak üzere yumuşak Hint tülbendinden yapılırdı. Yine bu tülbentten bir karış eninde, bir arşın boyunda, içlik denilen bir parça vardı. Bu içlik anla örtülerek kaşları kapar, kalan ucu arkaya bırakılır ve yaşmağın alt kısmı, yani bir değirmi tülbendin köşesi bükülerek bunun hizasından alınıp kulakla üstünden katlanarak alnı kapayan içliğin üstüne örtülür. Arkada kalan uçları feracenin yakası içinde kalırdı. ” (Celal, 1946: 131).

18. yüzyıldan itibaren feraceyle birlikte yaşmakta değişikliğe uğramaya başlamıştır. Yaşmak kumaşları gitgide şeffaflaşmış ve sırmalarla süslenmeye başlamıştır. Başta hotozlar kullanılmasından dolayı yaşmaklar gevşek bağlanmaya başlanmıştır. Daha sonraki yüzyıllarda ise yaşmak kumaşı daha da incelmiş ve kadınların yüzünü örtmekten çok bir nevi süsü amaçlı kullanılan bir örtü olmuştur.

(34)

örtecek şekilde uçları boynun arkasından bağlanır. Üst yaşmak ise kaşların üstünden geçerek yine ikiye katlı olmak üzere başa sarılır ve kenarları feracenin yakası içine sokulur. Açık yaşmakta tülbent incedir ve iki parçanın birleştiği köşelerde saçlar gözükür. Alt yaşmağı kolalı olanlarına “saraylı yaşmağı” denir” (Keskiner, 1994: 122). Türk minyatürlerinde ilk defa yaşmaklı kadın minyatürüne Silvestre’ nin 1680 tarihli albümünde rastlanır (Barbarosoğlu, 2004: 104). Türkiye’de 17. asırdan sonra kullanılmaya başlanmıştır.

1872 yılından itibaren feraceyle birlikte kullanılmaya başlanan çarşaf, torba şeklinde olup belden uçkurla bağlanan, kadını tepeden tırnağa örten bir kıyafettir. Osmanlıya Suriye’ den gelen çarşaf genellikle ekonomik gücü düşük olan insanlar tarafından kullanılmıştır. Aslında çarşafın ilk çıkışı şöyledir: Avrupa modasını yakından takip eden İstanbul hanımları kabarık elbiseler moda olunca, bunun üzerine ferace giyilemeyeceğini düşündüler ve o sırada Bağdatlı Arap kadınlarının giydiği çarşafı, Avrupa usulüne göre uyarlayıp, şapkalara takılan tüllere benzettikleri içinde peçeleri takarak, yepyeni bir sokak kıyafeti icat etmişlerdir (Sevin, 1990: 131).

Bu yenilikten hoşlanmayan kesimler modayı yasak etmek için II. Abdülhamid’i baskı yapmışlardır. Necdet Sakaoğlu makalesinde bununla ilgili şöyle yazmaktadır: “Tutucular; feraceyi dekolteliğinden dolayı yasaklayan II. Abdülhamid’i ‘çarşaf yayılırsa erkekler bu kıyafete girip kalın peçe takarak maazallah suikast düzenlerler” vesvesesiyle kandırınca bu kez, İstanbul polis elinde makas, köprübaşında, Kapalı Çarşı’da çarşaflı peşine düşmüştür. Polisler gördükleri çarşaflı kadınların, boyadan boya çarşaflarını kesiyorlardı.” (Sakaoğlu, 1987: 294). Böylelikle tekrardan ferace giyilmesi uygun görülmüştür.

Çarşafta iki parçalı, etek ve pelerinden oluşan farklı modeller uygulanmıştır. Çarşaf meşrutiyete kadar genelde koyu renkli ipekli kumaşlardan yapılmıştı. Düğün ve önemli ziyaretlere giderken siyah çarşaf giyilirdi. Çarşaf çeşitleri içinde sırmalı, ipekli Halep ve şal çarşafları ünlü olanlarıydı (Özel, 1992: 171).

Osmanlı kadınlarının sokakta giydikleri bir kıyafette “maşlah”tır. Bazı kaynaklarda da “meşlah” olarak geçmektedir. Feraceler ağır olduğu için, Osmanlı kadınları bahçe ve kır gezilerinde rahatça dolaşabilmeleri için ferace yerine maşlah

(35)

giymeyi tercih etmişlerdir. Maşlah, dört köşe, eni boyu bir olan hafif kumaşlardan yapılan, kol yerine yarıkları olan, etrafı ve arkası işlemeli, sade bir üstlüktür. Maşlah için daha çok ipekli kumaşlar tercih edilirdi. Dışarıya çıkarken hemen üzerine giyebilecekleri, üstüne de bir başörtü alabilecekleri bir giysidir. Maşlahların en güzeli Antep’te dokunurdu. Bu maşlahla, asla şehre inilmez; İstanbul’ da, Beyoğlu’ nda gezilmezdi (Sevin, 1990: 133).

Osmanlı döneminde kadınların dış kıyafetlerinden Müslüman mı yoksa Gayrimüslim mi oldukları anlaşılıyordu. Çünkü Müslümanlar kırmızı, mavi, yeşil renkler giyerken, Gayrimüslimler daha açık renkler giyerlerdi. Gayrimüslimlerin özellikle yeşil giymeleri yasaktı.

1.1.3. Başlıklar

Osmanlı döneminde baş giyecekleri önemli bir yere sahipti. Başlıklar giyim kuşama uygun olarak kullanılan ve vazgeçilmez bir aksesuardır. Kıyafetin rengine, kumaşına, modeline uygun olarak çeşitlilik göstermiştir. Ayrıca saraylı kadınların, halkın kullandıkları başlıklar farklılık gösterdiği için, başlıklar çeşit çeşit olmuştur. Kadınlar evin içerisinde bile başı açık gezmezlerdi. Kadın giyiminde başlık olarak hotoz, yemeni, terpuş, fes, arakçin, takke gibi çeşitli başlıklar kullanmışlardır. Başlıklara konan mücevherler ise kadının statüsünü belirlerdi.

(36)

Fotoğraf No- 5: Kadın başlığından bir örnek ( Anonim b, 2007).

Arakçin, bir çeşit takke türüdür. Bereye benzeyen, şapka içine veya yalnız olarak giyilen takkedir (Anonim, 2009).

Hülya Tezcan kitabında kadın başlığı hakkında söyle bahsetmektedir: “Saraylı kadınlar başlarına kısa basık fesler, altı dar üstü geniş veya tam tersi özellikte hotozlar takarlardı. Bu başlıkları mücevherlerle süslerlerdi. ” (Tezcan, 2006: 225).

Türk minyatürlerinde dikkati çeken en görkemli baş giysisi olan hotoz; genellikle ev içi tuvaleti olup, krep, yemeni, bürümcük gibi çeşitli kumaşlardan yapılan ve hemen hemen her yaşta kadının kullandığı bir başlıktır (Keskiner, 1994: 122). 17. yüzyılın başlarından itibaren yaygınlaşan, daha çok İstanbullu kadınların kullandığı hotozun içine saçların tamamı toplanırdı. Kadınlar sokağa çıkarken yaşmaklarını hotozun üzerinden bağlarlardı. Zengin bayanlar hotozlarını mücevherlerle süslerlerdi.

15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet döneminde külaha benzeyen başlıklar saraylı hanımlar tarafından kullanılmıştır. Kanuni sultan döneminde kadın başlıkları fes şeklinde olup, beş on santim yüksekliğindedir. Daha sonra bu fes biçimli başlıklar gitgide küçülmüştür.

(37)

II. Mahmut’tan sonra yaygınlaşan fesi kadınlar etrafına yemeni, yazma gibi örtüler sararak kullanmışlardır. Bu yemeniler mücevherli iğnelerle yada oyalarla süslüydü.

Yaygın olarak kullanılan alın çatkısı, bir süslenme tarzıdır. Bir veya iki parmak kalınlığında kadife, ipekli, bürümcük gibi kumaşlarla hazırlanan çatkının üzeri sırma veya renkli ipeklerle işlenmiştir. Saçlar taranıp örüldükten sonra saçın dağılmaması için alından arkaya doğru bağlanmaktadır. Padişah eşleri olan hanım sultanlar günlük yaşamda alın çatkılarını bir sınıf belirleyicisi olarak kullanmışlarıdır (Bilgen, 1999: 47).

Baş üstünde düzenlenenlerin bazı kuralları vardır. Keyfi şekilde yapılamazlardı. Her kadın bu kurallara uymak zorundadır. Örneğin; kocası ölmüş dul kadınlar fes üstüne kara yazma sararlar, yeni gelinler açık canlı renkleri kullanırlardı (Apak, 1997: 133).

Kadınların saç tuvaletleri zülüf, kahkül, ve ince örgülü saçtır. Lady Montequ mektuplarında Türk kadınlarının saç tuvaletlerinden bahsederken “hiçbir takma saç kullanmadan yüz on adet örgü” saydığını yazar (Barbarosoğlu, 2004: 103).

1.1.4. Ayağa Giyilenler

Kadınlar önce ayakkabılarının içine ayaklarına, evde ve sokakta yün veya pamuktan yapılmış çoraplar giyerlerdi. Mehmet Özel çorapların duyguları ifade ettiğini, çorapların anlamları olduğunu söyler ve şöyle devam eder: “Siyah yası, kahverengi küskünlük ve ümitsizliği, kırmızı sevgiyi, pembe-sarı havailiği anlatırdı. Topuk ve burunları kırmızı iplerle örülü kınalı çorapların genç kızlarca giyilenlerine sümbül motifi işlenirdi. ‘ Öksüz kız, gönül kilidi, sevdalıyım, arkamdan gel, küstüm sana, bırak beni’ gibi adlar taşıyan ve çoraplara işlenen motifler giyenin duygularını yansıtırdı. ” (Özel, 1992: 17). Osmanlı kadını en fazla kullandığı ayakkabı çeşitleri; pabuç, yemeni, çizme, nalın, terlik ve mesttir.

Pabuç, sokağa çıkarken mestin üzerine giyilen, burnu uzun topuğu açık bir ayakkabı çeşididir. Yemeni ise yazlık, yumuşak bir ayakkabıdır. Nalın, her kadında bulunan, evlerde ve hamamlarda kullanılan bir çeşit topuklu terliktir. Nalınlar kişinin

(38)

işlemeli, sedef kakmalı, gümüş veya altınlarla işlenmiştir. Ekonomik gücü yeterli olmayanların nalınları ise sadedir.

Fotoğraf No-6: Nalın Örneği (Anonim b, 2007).

Bu nalınların cevizden yapılmış, üzerine ve ayaklarına gümüşten çiçekler mıhlanmış, tasması sırmayla işlenmiş ve püskül konmuş olanına “gelin nalı” denir ve yalnız gelinler tarafından kullanılırdı (Abdülaziz Bey. , 1995: 230). Varlıklı aileler ayaklarına mercan terlik, deriden yapılmış kısa ve uzun çizme, sedef kakmalı nalınlar giyerlerdi. Halk arasında ise keçe çizme, çarık, dolak, sade nalın giyerlerdi.

Ayakkabı konusunda da Müslümanlar ile Gayrimüslimler arasında fark vardı. Sultan III. Selim (1568). zamanında yayınlanan bir fermanda Gayrimüslimlerin ayakkabıları hakkında şöyle denilmektedir. “Ayakkabıları siyah renkli, yassı yüzlü ve astarsız olacaktı. Ayakkabılarının içine giyilen çediğin (mestin). yumuşak bir deri olan mesinden yapılacak ve kalın keçi derisi olan sahtiyandan yapılmayacaktı. ” (Yılmaz, 2003: 203). Ayakkabıda renk konusunda ise Müslümanlar sarı, Ermeniler kırmızı, Rumlar siyah, Museviler de siyah ayakkabı giyerlerdi. Eğer kendilerine belirtilenden farklı, diğerlerinin renginde ayakkabı giyerlerse, cezalandırılırlardı.

(39)

1.2. OSMANLI DÖNEMİNDE ERKEK GİYİMİ 1.2.1. Vücuda Giyilenler

Osmanlı döneminde erkek iç giyiminde genellikle göynek (gömlek), don kullanırlardı.

Göynekler ipek iplikten yapılan bürümcük kumaştan yapılırdı. Yalnız erkeklerin ipek giymesi özelliklede tene temas etmesi günah olduğuna inandıkları için bu kumaşa pamuk yada keten iplik karıştırılarak erkekler tarafından kullanılmıştır. Bu yüzden bu gömleğe “helali gömlek” denirdi. Don, vücudun belden aşağısına giydikleri, mevsime göre uzun yada kısa olan, ten üzerine giyilen bir çamaşırdır.

Erkekler gece yatarken iç don ve iç gömleklerinin üzerlerine uzun gece entarisi (gömleği) giyerlerdi ve başlarına takke takarlardı.

Osmanlı erkekleri iç çamaşırlarının üzerlerine belden aşağısına şalvar, çakşır, potur giyerlerdi. Bunların üzerine önü yırtmaçlı, kollu entari giyip; bellerine bir kuşak sararlardı. Daha da üstüne kaftan giyerlerdi. Devlet erkanı, zenginler kürklü ve işlemeli kaftan; orta sınıf cüppe veya hırka; halk ise kollu ve yakasız cepken ve yelek, belden aşağısına da potur giyerlerdi (Önge, 1995: 28).

II. Mahmut’ un kıyafet inkılâbına kadar iç çamaşırların üzerlerine giydikleri entariler önden açık, düğmelerle kapanan, dar kollu, sade bir sokak ve iş giysisi olarak da giyilen bir üst giysidir diye tarif edilebilir. Bunun üzerine kaftan giyerlerdi. Kaftanlar Osmanlıda önemli bir yere sahipti.

Padişah ve sarayda yaşayanların giyimleri halkın giyiminden farklılık göstermiş ve sultanlar lüks kumaşlardan yapılan kaftanlar giymişlerdir. Onlara özel kumaşlar dokunmuştur. Bu kumaşlara “saray kumaşları” denirdi (Kırca, 2000: 21).

Giyim ve kuşama önem veren sultanların kıyafetleri kalitesi, kumaşı ve işçilikleri ile halk kıyafetlerinden ayrılırdı. Sultanlar giyimi bir güç gösterisi olarak görürlerdi. Hatta dışarıdan gelen bürokratlarla görüşeceği zaman en ihtişamlı, gösterişli kıyafetlerini giyerlerdi. Hatta bir rivayete göre misafirlerinin gözleri bu ihtişama alışıp,

(40)

Kaftanlar uzun ve bol kesimlidir. Bazıları tamamen kolsuz, bazıları ise yere kadar uzun kollu olurdu. Sultanların kaftanları oldukça canlı renklerde yapılırdı. Mavi, yeşil, kırmızı en çok tercih edilen renkler arasındadır. Kaftanların üzerleri işlemeler, kürk ve değerli taşlar ile süslenirdi. İç ve dış diye ikiye ayrılan kaftanların dışa giyilenleri tören kaftanıdır ve daha ihtişamlıdır.

Sultanlar için önceden numune dikilir, kendisine giydirilir, beğenirse çoğaltılırdı. Kaftanları diğer bölümde daha ayrıntılı inceleyeceğiz.

Şalvar; donların üzerine giydikleri, üst kısmı bol, büzgülü bir dış donudur. Mukaddes Elibol şalvar ile ilgili tanımı şöyle yapmaktadır: “Şalvarların boyu ayak bileğine kadar, eni oldukça geniş, ayakların gireceği kadar paşa genişliği açık bırakılmış, iki veya tek cep çalışılmış, astarlı veya astarsız bir üst donudur. Belde ve ön ve arka ortalarına uçkur yırtmacı bırakılarak, uçkur bağı geçirilip bel toplanmıştır. ” (Elibol, 1992: 9).

Eski Türklerden beri gelen, at biniciliğinden dolayı kullanılmaya başlanan şalvar, kadınlar tarafından olsun, erkekler tarafından da olsun sıkça kullanılan bir giyim çeşidiydi. Günümüzde de hala şalvar kullanıldığını görmekteyiz.

Erkeklerin şalvarları kadınlarınkine göre daha dar ve daha sadedir. Genellikle yün kumaşlardan yapılırdı. Bunun yanında pamuklu kumaşlardan da yapılırdı. Cep ağızları ve paça kenarları şeritlerle, kaytanlarla süslenirdi.

Çakşır, paça bölümü diz üstünde veya diz altında kalan bir tür erkek şalvarıdır (Anonim, 2005: 385). Yani şalvarın bir çeşidi olan çakşır paça kısmı diz kapağında büzülür. Beli uçkurla bağlanır.

Poturda şalvarın bir çeşididir. Bunun farkı, donun bacak kısmını sarmasıdır. Mehmet Özel kitabında poturu “ çakşırdan daha dardır ve diz kapağından ayak bileğine kadar çorap gibi ayağı sarar. Poturun ayak kısmına tozluk giyilir veya dolak sarıldığı görülür” şeklinde tarif etmiştir (Özel, 1992: 21).

Erkekler bel kısmında da kemer ve uçkur kullanılırdı. Uçkur, belden aşağıya giyilen don, çakşır, şalvar ve potur gibi giyecekleri; kemer ise daha çok üstlük diye tabir

(41)

kullanılmıştır. Vücudun bel kısmını sıcak ve sıkı tutmak için kuşak sarılırdı (Demirel, 1992: 721).

Kuşak ya da kemerin kullanış amaçlarını daha geniş açıyla bakacak olursak; soğuğa karşı korumak, vücudu dik tutma, kıyafeti güzel gösterme, giyim statüsünü belirtme ve bazı eşyaların taşınmasını kolaylaştırma amaçları ile kullanılır (Özel, 1992: 22).

Osmanlıda erkekler donlarının üzerlerine mintan, cepken, camadan, yelek, fermene gibi üstler giymişlerdir.

Günümüz ceketin yerini tutan cepken; kollu, belin yukarısında olan, yüzyıllar boyunca aynı kesimini korumuş, gömleğin üstüne giyilen bir üst giyimidir denebilir. Cepkenlerin yaka, kol kenarı ve beden kenarları işlenirdi. Genellikle kadife, çuha ve abadan yapılırdı. Beldeki kuşakların görünmesi için cepkenlerin önü kapanmazdı.

“Aslında ‘çepken’ olan ama cepken olarak bilinen cepkende en çok kullanılan bezeme türü kılaptandır. Sırma ve simlerle yapılır. Yalnız daha ucuza mal olan bir kılaptan yapma şekli de pamuk iplik etrafına pirinç gibi ucuz metal ipliğin sarılmasıydı” (Kırtunç, 1989: 83). Gençler cepkenlerinde mor, kırmızı gibi renkler; yaşlılar ise siyah ve kahverengi gibi renkler hakimdi (Karpuz, 2004).

Kısa ve kolsuz ön tarafı çapraz kavuşur bir yelek olan camadan, çuhadan ve kadifeden dikilir; göğüs kenarları ve yaka etrafı şeritlerle, ince kordonlarla süslenirdi (Anonim d, 2009). Bu yeleğin özelliği, oyuk bir yakanın olması ve bu oyuk yakanın kenarlarında yedi, dokuz yada on üç tane ceviz büyüklüğünde örgü düğmelerin yer almasıdır (Kelleci, 1997: 34).

(42)

Fotoğraf No-7 : Camadan Örneği (Eronç, 1984: 178 )

Erkan Kırtunç makalesinde camadandan “Üzerinde top düğmelerin bulunduğu iki ön kenar, değişik şekillerde oyulurdu. Çoğunlukla yaka altından ve bel üzerinden iliklenir ve böylece aradaki top düğmeler yürürken sallanırdı. Çoğu altın, gümüş metal ipliklerle ve ipekle hazırlanan bu top düğmeler fındık boyunda olurdu. Camadanlar günümüzde kullanılan yeleklerin ilk örnekleri sayılabilir. ” diye bahsetmektedir (Kırtunç, 1989: 85).

Mintan, iç gömleği üzerine giyilen, uzun kollu, önü entari gibi yarım yırtmaçlı, baştan giyilen, uzunluğu kalçayı örtecek kadar olan bir giysidir. Fermene de, kolsuz, vücudu sımsıkı oturan, harçlarla işli bir yelek çeşididir denebilir. Kumaştan dikilen kollu, ön kısmı açık, boyu kısa bir cepken çeşidi olan salta, sırma ve kaytanlarla, çeşitli işlemelerle işli olurdu (Aktaran; Kılınç, 2008: 129).

18. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul’da “Cezayir kesimi” moda olmuştur. Bu kıyafeti Hülya Tezcan şöyle anlatmaktadır: “İstanbul’da şehrin bıçkın gençleri arasında hakim olan Cezayir kesiminin en önemli özelliği bacakları açıkta bırakan diz üstü çakşır ile yine çıplak tene veya ince bürümcük gömlek üstüne giyilen, boyu göğüs altı hizasında küçük kısa bir cepkendi. Baş ve bele en iyi Hint şallarından sarık ve kuşak sarılırdı. Bu kıyafeti giyenlerin yalın ayak gezmeleri modaydı. Ancak ayaklarına bir şey geçirmek isteyenler ‘ Galata kalyoncu yemenisi’ denilen, arkası kısa, topukları gösteren yemeniler giyerdi. Yüzü de çok dar olan yemeniler, ancak ayak parmaklarının aralarını örterdi. Önce bıçkın delikanlılara ait olan bu giyim tarzı, daha sonra zengin çocuklarına

(43)

birbirinden görerek cehalet ve edep noksanlığıyla bu giyimi devam ettirmiştir diye yorumluyor tarihçiler. ” (Tezcan, 2006: 234).

Erkekler üst giyimi olarak birde cübbe giyerlerdi. Cüppe; en üste giyilen, geniş, bol ve uzun bir giysidir (Kılınç, 2008: 124).

1826’da yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla yerine kurulan yeni ordunun kıyafetleri tamamıyla değişmiştir. Sultanlarda batılı komutanlar gibi önü bol sırma işlemeli, apoletli ceketler, iki yanı şeritli pantolonlu üniformalar giymişlerdir (Tezcan, 1997: 25). Önce askeri giysilerde başlayan bu değişim daha sonraları yavaş yavaş halkada yansımıştır. Erkeklerde kavuk ve sarık yerine püsküllü fes, şalvar ve cübbe yerine pantolon ve setre giyilmeye başlanmıştır. Setre; yakalı, önü ilikli, uzun bir cekettir.

Fotoğraf No- 8: Kıyafet değişiminden sonraki erkek giyimi

Bu kıyafetler genelde yeşil, lacivert, gri, bej, kahverengi ve siyah gibi renkte tercih edilmiştir. Bu elbiselerin üstüne işlemeli, süslü, kolalı, gömlekler, sadeleştirilmiş jabo tarzında kravatlar moda olmuştur (Altınay, 1992: 98).

Evlere gelindiği vakit setre pantolon hemen çıkarılır ve eskiden olduğu gibi entari ve hırka veya kürk giyilerek, başa takke geçirilirdi. Çünkü ev içerisinde de olsa başı açık gezmek hürmetsizlik sayılırdı (Arseven, 1965: 1079).

(44)

1.2.2. Başa Giyilenler

Osmanlı devletinde başlıklar önemli bir yere sahipti. Başlıklara “serpuş” derlerdi. Başlığa verdikleri önemi mezar taşlarından bile anlamaktayız. Başlarındaki mezar taşlarına bile ölen kişinin konumunu, sınıfını, mesleğini belirtecek taştan başlıklar yapmışlardı.

Fotoğraf No- 9: Osmanlı döneminden sarıklı bir başlık (anonim b, 2007).

Her sınıfa, her mevkiye göre başlıkların şekli, büyüklüğü, rengi değişirdi. Herkes kendine has başlığı giyer, başka bir topluluğa ait başlık giymek bir suç olarak görülürdü. Bununla ilgili D’ Ohsson kitabında bununla ilgili “Eğer bir Türk, başına bir İran başlığı yahut kendi milletinden olmayan bir topluluğa ait başlık giyerse sadakatsizlikle suçlanır; hatta imanını ve nikahını bile yenilemek zorunda kalır” şeklinde örnek vermiştir (D’ Ohssoni, 1973: 84). Kimse ev içerisinde yada dışarıda başı açık gezemezdi.

Erkek baş giyecekleri arasında; kavuk, sarık, börk, destar, kalpak, arakkiye, miğfer, fes ve takke bulunmaktadır.

Fesin kabulüne kadar genel olarak, sarık ve kavuk kullanılmıştır. Kavuk; kav kökünden gelip, içi boş-kof anlamında olan, yüzü genellikle çuha ve nadiren kadifeden yapılan, içi bez astarlı bir başlıktır. Kavuk ile astar arasına pamuk konularak üzerinden

(45)

kullanılmaz, mutlaka sarık, tülbent, destar denilen kumaşlar sarılırdı (Demirel, vd, 1992: 720).

Sarık, tülbent veya şaldan yapılır ve başlıklara sarılırdı. Sarığın salık bırakılan uçununa “taylasan” denilirdi. Eskiden sarık sarmak bir sanat haline gelmişti. Bu sanatı yapanlara “destarbend” denirdi (Önge, 1995: 30). Sarığın birçok çeşidi vardı. Başlıkların etrafına sarılan sarıklardan, o kimsenin ait olduğu sınıf herkesçe bilinirdi. Sultanlar sarıklı kavuklarının üzerine bir de tuğ takarlardı.

İnce kumaşlardan yapılan ve başa tam oturan takke, gece yatarken giyildiği gibi, başlığın kirlenmemesi için başlığın altına da giyilirdi. Kalpak; deri ve kürkten yapılan, üstüne sarık sarılmayan bir başlıktır. Başlığın tepesi sivri olanlara “külah” denirdi. Külahın tepesi düz olanlara da “börk” denirdi.

Osmanlı sarayında başa, matem alameti sayılan şemle takılırmış. Şemle, kıldan yapılan siyah bir örtüdür. Bir padişah öldüğü zaman, tüm saray halkı başlarına birer şemle takarlarmış. Devlet erkanı da padişah cenazesine kavuklarına siyah şemle takarak gelirlermiş. Yeni padişah geldiğinde ise üç gün sonra matem biter, bu kara şemle çıkarılırmış (Anonim b, 2009).

Türk maden işçiliğinin en güzel örneklerinden olan miğferler ise; savaşta savaşçının başını darbelere karşı korumak amacıyla giydiği bir demir başlıktır. Tezcan miğfer çeşitlerini şöyle açıklamaktadır: “ Peçelikli ve siperlikli olmak üzere iki türü vardır. Peçelik, miğferin ağız kısmına tutturulan ve omuzlara kadar inen önü açık çelik halkalardan örülü bir parçadır. Siperlikli miğferler peçeliklilerle aynı özelliğe sahip; fazla olarak alın, kulak ve enselik siperlikleri bulunmaktadır” (Tezcan, 1975: 23).

II. Mahmut’ un kıyafet değişikliği ile başlık olarak fes kullanılmaya başlanmıştır. Önce memurlarda mecbur tutulan fes, kısa zamanda halk tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. Fes, Fastan gelen, kırmızı çuhadan yapılan, tepesinde püskülü olan, silindir şeklinde bir başlıktır. Gençler genellikle tek başına kullanırken, yaşlılar etrafına sarık sararak kullanmışlardır. Şapka kanununa kadar fes kullanılmıştır.

(46)

annesinin karşı çıkması nedeni ile bu başlıktan vazgeçilmiş ve fes kullanılmaya başlandığını belirmektedir (Kırpık, 2007: 17).

Bir rivayete göre ise; Mısır yolu ile Tunus’ tan İstanbul’ a gelen Hüsrev Paşa başlarında kırmızı fes bulunan askerlerini, II. Mahmut beğenmiş ve bir fermanla ordunun ve bu arada halkında fes giymelerini irade etmiştir (Kumbaracılar, 1980: 34).

Feslerin temizlenişini İzzet Kumbaracılar şöyle anlatmaktadır: “ Feslerin bir kısmı ağızla su püskürtülerek temizlendikten sonra ütülenir, bez ve tahta kalıba konurdu. Bu işler kalıpçı dükkânlarında yapılırdı. Büyük bir kalıpçı esnafı vardı. Daha sonraları ağızla değil; pirinçten ve sarı madeniden yapılan kalıplara, temizleme, biçim verme, nemlendirme ve su püskürtme gibi özellikleri olan özel aletlerle yapılırdı. ” (Kumbaracılar, 1980: 35).

1.2.3. Ayağa Giyilenler

Giyim kuşamın son halkası olan ayakkabılar, Osmanlıda yaşam içerisinde önemliydi. Kimi zaman düğün davetiyesi olarak ayakkabı yollanırdı. Ödemiş’ in köklü ailelerinden Turan Yener Hanım bunu şöyle anlatmaktadır: “ … Eskiden Ödemiş’te düğüne davet, çizme gönderilerek yapılırdı. Buna ‘ okuntu çıkarma’ denirdi. Düğüne hazırlanan erkek tarafı, altı ay öncesinden ayakkabıcıya 300-500 çift çizme sipariş ederdi. Düğüne 10 gün kala da çizmeler, davetlilerin evlerine davetiye olarak dağıtılırdı. ” (Tansuğ, 1989: 40).

Erkekler, ayakkabılarının içlerine ise düz veya işlemeli yün çorap giyelerdi. Ayakkabılar, giyenlerin toplumsal konumuna ve mesleğine göre çeşitlilik gösterirdi. Saraylı, köylü, halk arasında farklı çeşitler kullanılmıştır. Üst kademe pabuç, mest, çizme, çelik giyerken; halk, yemeni; köylüler ise çarık giyerlerdi. Subaylar çizme, piyadeler yemeni giyerlerdi. Ayağa birde daha çok çobanların tercih ettiği dolak giyerlerdi. Dolak, tozluk yerine bacakları ayak bileğinden dize kadar dolanan ensiz ve uzun kumaş parçasıdır (Anonim d, 2009).

(47)

Fotoğraf No- 10: Ayağa giyilen çizme ve terlik örneği (Anonim b, 2007)

Gayrimüslimler kırmızı ve siyah renkte ayakkabı giymişlerdir. Yeniçeri askerlerinde kendi içerisinde rütbelerine göre ayakkabı renkleri değişirdi. Askerlerin kırmızı, subayların sarı, yüksek rütbeli subayların ise mavi renkteydi (Önge, 1995: 29).

1786 yılında Müslüman ile Gayrimüslim ayakkabıcılar kendi aralarında anlaşıyor ve Gayrimüslim ustalar sadece Gayrimüslimlere siyah ve kırmızı ayakkabı imal edecekler; Müslüman ustalar ise sadece Müslümanlara ayakkabı imal edecekler, karşılıklı birbirlerinin ayakkabılarını üretmeyecekler ve antlaşmayı bozanlar cezalandırılacaktı (Yılmaz, 2003: 206).

Referanslar

Benzer Belgeler

10.30 — Dernek Başkanı Perihan Balcı’nın açış

Bayan Poffet geçen yıl kendini biraz geri çekerek Endüstriyel İlişkiler Müdürlüğü’nü üstlenmiş, bu yıl ise kendini emekliye ayırırken yerini yi­ ne bir

halde gerek zirâatin hali iptidaideki tarzını ve âlâtını ıslah ve tepdil , gerek mezrûatın tenevviîle daha nâfi , daha bereketli şeylerin tercih ve

Anası gibi, genç yaşta evlendirilen Güzide Hanım, mutluluk yüzü göre­ mediği kocasından ayrıldıktan sonra, 6 yıl dul kalmış ve bir gün sinemada gözgöze geldiği

Abdülhamit saltanatına ait en mühim hâtıraları şüphe yok ki Sadrâzam Sait paşayla, Kâ­ mil paşanın eserleri teşkil et­ mektedir.. Her iki Sadrâzam da

Ertop, (2006), Çanakkale ilinde kiraz bahçelerinde bulunan böcek ve akar türlerinin saptanması için 2005-2006 yılları arasında yaptığı çalışmada, Tetranychidae

Sonuç olarak Kangal ırkı köpeklerde mitral displazi ve pulmoner stenozis gibi değişik doğmasal kalp hastalıklarının bulunabileceği, bu hastalıkların kan akım

Most accidents occur due to improper organization of work, mainly as it relates to the improper organization of the workplace, such as poor conditions of transport;