EmirSaltuk Kümbeti
ERZURUM CAMİLERİ
[
ERZURUM
Kentlerde insanlar gibidir.
Kuruldukları günden başlar,
alın yazılarında değişmek,
yenilenmek, yıkılmak, onarılmak,
bazıları bir süre sonra bırakılır,
kendi yaşamını kendi sürdürsün
diye; rü zg âra, fırtınaya, toza
dumana karşın, bir bölümü yüzlerce
defa yıkılır ve tekrar dirilir İnsanlar
onları bırakmaz terketm ez, yakıldı,
yıkıldı, biçim değiştirdi diye.
Üstelik birazda kendi
yaşam larıyla bağlantılı bulurlar.
Mızıka çalındı, düğün mü sandın, A l beyaz bayrağı gelin mi sandın, Yemen’e gideni gelir mi sandın? Dön gel ağam, dön gel, dayanamiram Uyku, gaflet basmış, uyanamiram, A ğam Öldüğüne inanamiram... Ağam ı yolladım Yemen iline Çifte tabancalar takmış beline Ayrılm ak olur mu taze geline? Dön gel ağam, dön gel, dayanamiram Uyku, gaflet basmış, uyanamiram. A ğam öldüğüne inanamiram... Akşam olur, mumlar yanar karşımda, Bu aynlık cümle âlem başmda; Gündüz hayalimde, gecedüşümde... Dön gel ağam, dön gel, dayanamiram Uyku, gaflet basmış, uyanamiram, A ğam öldüğüne inanamiram .. Koyun gelir, kuzusunun adı yok, Sıralanmış küleklerin südü yok; Ağam sız da bu yerlerin tadı yok Dön gel ağam, dön gel, dayanamiram Uyku, gaflet basmış, uyanamiram, A ğ a m öldüğüne inanamiram.
]
K e n tle r
insanlar gibidir
■ T ' \ Ü T Ü N savaşların birer adı vardır tarihte. Çabuk I anımsasın, çabuk bellesin diye gelecek kuşak- H —' 1ar. Bazen Birinci Dünya, İkinci Dünya Savaşı diye işin dört bucağı sardığını anlatmak için, adına başka sıfatların eklendiği diğerleri vardır. Bütün bu adlar, insanın kendisini yormadan dökülüverirler iki dudağın arasından. A cılığı, çekilmişliği daha sonra çıkar ortaya. Çekenler bile unutur, zaman denen büyük olay işin içine girince. Çekenler bile unutunca, gelecek kuşaklar zer anlar olup bitenleri, geçmişte savaşın bırakıp götürdüklerini. O yüzden her savaşın sonunda edilen büyük büyük sözler bir süre sonra rafa kaldırılır. lığa. Yine çekenler bilir, olup bitenin, alıp götürenin ne- memem bir şey olduğunu. Sürer gider bu serüven, insa nın dünyaya ilk ayak basışından, gününü doldurup çekileceği güne kadar.
Kentler de insanlar gibidir. Kuruldukları günden başlar, alm yazılarında değişmek, yenilenmek, yık ıl mak, onarılmak. Bazdan bir süre sonra bırakdır, kendi iyaşamını kendisi sürdürsün diye; rüzgâra, fırtınaya, toza dumana karşın. B ir bölümü yüzlerce defa yıkılır ve tekrar dirilir. İnsanlar onları bırakmaz terketmez; yakddı, yıkddı, biçim değiştirdi diye. Üstelik biraz da kendi yaşamlanyla bağlantılı bulurlar. Analar, yeni gelinler, bu eski kentlerde bitip tükenmeyen savaşlara gönderdikleri oğullarını, kocalarım, kendi bulundukları yerlerin karanlıklan içinden beklerler gün boyu, gece gündüz demeden. Gidenlerin bazdan gün olur dönerler. Sanki bayram yerinden dönüyorlarmış gibi, karşı layanlar sevinirler. Bazen dönenler, döndükleri yerde kendüerini bekleyenleri zor bulurlar. B ir anlam veremezler olup bitenlere, “ Ben savaşa gittim , oldu olanlar, bunlar oturduklan yerde ne oldular?” diye hayret ederler. Beklenenler gelmese de bekleyenlerin
f
f
f
Çifte Minareli’nin nefis işlemeli girişi
Dön gel ağam, dön gel, dayanamiram Uyku .gaflet basmış, uyanamiram A ğam öldüğüne inanamiram...
Gidenin gelmediği, kalanın tükendiği bir büyük kentten, sayısız yıkılmalar, yakmalar, yangınların tü- ketemediği bir kentten söz edeceğiz...
A
Ö len ölür, kalan
sağlar blzimdl r •••
€
S M A N L I İmparatorluğu bir büyük savaşa katılıyordu. Bu savaşın adına o yıllarda “ Birinci Cihan Harbi” deniyordu. Dört bir yanda dün yanın sanki her köşesinde savaşması gerekirmiş gibi, bu toprakların bir savaştan bir savaşa koşmuş kişileri, yine yola koyuluyorlardı. “ Bir de Cihan Harbi görelim” diyorlardı, arkalarında kendilerinden başka varlıklarını sürdürecek birisini bırakmasalar bile. “ Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diyorlardı da başka bir şey demiyor lardı. Eskiden çektikleri sıkıntıları bir kez olsun akıl larına getirmiyorlardı. İşte bu günlerde koca kentte kim varsa dayanıyordu. Altm ış bin nüfuslu bir kent, sekiz bine iniyordu. Çevrede toprağa sımsıkı sarılıp yatanları, kimse kaldıracak gücü kendinde bulamıyordu.Bu olanlar ilk defa mı oluyordu? 1855’lerde, 1876’larda da olmamış mıydı? Şimdi biraz daha koyu, biraz daha yoğun çökmüştü karanlık Erzurum üzerine. Bu sekiz bin kişi bir an olsun yine de umutlarını kesmemişlerdi. Sam sun’ dan kendüerine doğru gelen kişiye, ilk umut kapılarım yine kendileri açmışlardı. Oturacak yerleri, yakacak odunları kalmasa da, her şeye karşın olanca güçleriyle katıldılar büyük olayın içine. Yıkılmış kenti hıra kıp, batıya yönelenler, oralarda büyük yararlıklar gösteren kişiler vardı bu bitmiş, tükenmiş sekiz binin içinde. Eski günlerin türkülerini yakanlar vardı...Erzurum bir diktedir Yeşil perde yüktedir, Ben yarimi tanırım Üçüncü bölüktedir. Bir at bindim başı yok Bir çay geçtim taşı yok Burda bir garip yatar Yamnda yoldaşı yok.
Ardından bunu cevaplayanlar vardı, durup soluk al madan:
Göç göç oldu, göçler yola düzüldü Uyku bastı elâ,gözler süzüldü O zamandan elim ardan üzüldü
Dağlar dağlar nerden aşar yolumuz Asker indi Ilıca’mn düzüne
Geri döndüm düşman çarptı gözüme Ben garibem kimse bakmaz yüzüme Dağlar dağlar nerden aşar yolumuz.
Gün gelmiş Anadolu’nun doğusuna batısına giden Erzurumlular dönmeye başlamış bir bir. Anlatmaya koyulmuşlar başlarından geçenleri.
Çifte Minareli’nin içten görünüşü
Çelik Pazarında ufacık taşlar E l ele tutmuş gidiyor dadaşlar Yaralarım ağır geldi kardaşlar Hey ağalar, ben kafadan vuruldum Vuruldum da dilden dile duyuldum Benim yarim gece gezer bostanı Güzel kızlar ne hoş okur destanı Beyaz giymiş kadifeden fistanı Hey ağalar, ben kafadan vuruldum Vuruldum da dilden dile duyuldum
Kışın süresiz yağan kar, çubuk çubuk sarkan buzlar, etraftan çekilmeye başladığı aylarda Erzurum da yavaş yavaş belini doğrulttu. Sokaklarında insanlar daha çok gezer oldu. Yıkıntılar temizlendi, yangın yerleri is lerinden sıyrıldılar. Kötü günler boyunca umudunu yitirmemiş, gün görmüş ünlü anıtlar yeniden dikeldiler. A rtık evlerde Emrah'ların, Sümmani’ lerin, Zihni'lerin, N efî’ lerin sesleri duyulur oldu. Maniler birbirini kovaladı.
Dağlarda geyik misin Bağda üveyik misin A yda bir selâm yolla Hünkârdan büyük müsün
diye serzenişte bulunanlara, diğerleri şöyle cevap ver diler:
Gitti gelirim diye Yolu bilirim diye Ahdetti yemin etti Gelir alırım diye
Bu karşılıklı söyleşiler bir dörtlükte son bulurdu çoğu kez:
Dağdan indim düze ben Diken oldum göze ben Araya düşman girdi Gayri gelmem size ben.
Evlerdeki bu karşılıklı söyleşilerden kendimizi sıyınp, geçmişle bağlarınızı arahyıp, bugünkü kenti yukarlardan göreyim diye tçkale’ye yöneldiğinizde sizi ilk karşılayanTepsi minare diye tanınan ve Saat Kulesi
olacaktır. Tuğladan gövdesi, çevredeki taş yapılar arasından ilk bakışta ortaya çıkmaktadır. Bu İçkale’de- ki Cami de ufak, fakat özellikli bir yapıdır.
Uzun y ılla r ve
nice savaşla r •••
U R A D A N dört bir yana gözlerinizi gezdirdiği nizde tek bir rengin etrafı sarıp sarmaladığını görürsünüz. Bu, içlerine çok az rengin katılabil diği sarıdır. Sarı rengi yer yer aralayan yeni, modern yapılardır. Bunun dışında kentin evleri, anıtları tek bir rengi sürdürür, arada tek tük yeşili güneşten uçmuş
ağaçlara karşın. Bu ağaçlar da kent bitince tükeniverir. Bırakırlar kendilerini tekrar sarının egemenliğine...
Yukarlardan dikkatinizi çeken, kentin dört bir yanı na dağılmış olarak varlıklarını sürdüren silindirik g ö v deli, konik külahlı kümbetlerdir. Bunlar eski bir yaşa mın köklü belgeleridir. Zaman zaman ana yolların kenarından taştıkları için, iş bilir kişiler tarafından yıkılma tehlikesiyle dolu, nefes nefese gün doldururlar. Oysa uzun yıllar nice savaşlar, nice büyük değişmeler bunları etkileyememiştir. Sokağın hareketli yaşamına kendilerini kaptırıp, onlarla bir arada ömür sürmüşler, gelip geçenler, Cimcime Sultan, Gümüşlü, Karanlık, A hi Baba, Üç Küm bet’ler diye adlarını fısıldamışlar bıkmadan usanmadan.
A
Bitkisel ve
geom etrik m otifler
r
Ü M B E T L E R lN küçük fakat insanı saran mimarilerinden gözlerinizi sıyırdığınızda, Hatu- niye Medresesi, Ulu Cami, Lala Mustafa Paşa Camisi, Yakutiye Medresesi çıkar bir bir ortaya. Kümbetlerle beraber bu yapılardır kentin genel görünü münü oluşturan, bütün değişmelere ve dalgalanmalara karşın, kentin geçmişteki çizgisini yaşatan. Siz de bunu anlayınca, uzaktan bakmanın gereksiz olduğunu yılar, düşersiniz, tozlu tozsuz yollarına Erzurum’un. Y ü k seklerden aşağılara bırakırsınız k e n d in ^ " 1 rİlk önümüze çıkan dört kapılı^Erzurum surlarının kalan parçalarına kendini yaslamış, Hatuniye Medresesi olacaktır. Halk arasında Çifte Minareli olarak da tanınır bu ünlü yapı. Anadolu’nun en büyük medresesidir. İlginç kapısının üzerindeki çifte minaresiyle Sivas'ın medreseleriyle boy ölçüşür. Kapısındaki bezemeleriyle Sivas'ın Gökmedrese’ sini anımsatır, iki kenti de görmüş kişilerin gözlerinde. Bitkisel ve geometrik motiflerle inşam kendine çeken medreseden içeri girdiğinizde, um madığınız büyüklükte bir avlu çıkar önünüze. Başınızı dört bir yana çevirdiğinizde iki katlı, sütunlarının g ö v deleri bile bezeli, büyük, anıtsal bir mimarinin sîzlere baktığını görürsünüz. Ana eyvan bölümü yıkılmış ol duğundan, arkadaki türbe size bakmadadır. “ Bir de yıkılmasaymış, acaba görünümü nasıl olurdu?” diye bir soru belirir kafanızda. Ardından kentten kente ¡yolculuklarda gördüğünüz bütün medreseleri sıralarsı nız bir bir. Yine de bu kadar anıtsal ölçülere varanım bu lamazsınız. X I I I . yüzyılın sonlarında Anadolu’nun geçirdiği buhranlı günler gelir aklınıza. O kadar sıkıntı arasında bu kadar zengin bir yapımn nedenini çıkara mazsınız. Kentin müzesi olduğundan, çevreden gelen eserler sıralanmıştır dört bir yana. Yapınm büyüklüğü ¡içinde zor duyulur buluntuların varlığı.
Hatuniye Medresesi’ nden çıktığınızda, günün sarı ışıklan sıyırarak geçmededir ön cephenin üstünden. Bezemeler ışık oyunlarıyla daha güçlü gözükür göz lerinize, minarelerin çinileri daha bir parıltılıdır. Bu radan bitişikteki Ulu Cami’yi görmek istediğinizde, kapılarının kapalı olduğunun farkına varırsınız. Sal- tuklular’ dan kalmış olduğunu duyduğunuz bu yapınm kapalı durması nedenim kurcaladığınızda, duvarın di binde dizleri üzerine oturmuş bir ihtiyar kestirmeden cevaplar sorunuzu. “ Onarılıyordu bir gün baktık, yer yer yıkılm ış.”
Eski dönem lerin
havası siner içinize
L U Cami’ den bir şey görmenin olanaksızlığını anlayınca, ana caddede yolunuza devam edersi niz. Sağınızda biraz çukurda kalmış, diğerlerinin üslubundan aynlan yapı Osmanlılar’m Lala Mustafa Paşa Camisi’ dir. Pençelerinin üstlerinde yer yer kalmış çinilerden “ Mimar Sinan'ın yapısı eskiden herhalde bu kadar yalın görüşünlü değildi” diye kendi kendinize kararlar alır, sonra düşüncelerizini sürdürürsünüz. “ Bu ve diğer Osmanh yapılarına karşın Erzurum yine de daha eski bir dönemin havasını yaşamada” diye düşüncelerinizi noktalarsınız. Yakutiye Medresesi’ ni aradığınızda, ilk anda göremezsiniz. Oysa yukarlardan yolunu yordamını kafanızdan çizmişsinizdir. Dayana- nayıp sorduğunuzda “ Sağdaki askeri yapıdan geçerse niz avlusunda bulursunuz medreseyi” diye sorunuza- çevap alırsınız. Gerçekten içerde, sağ tarafta tek kalmış çinilerle bezeli minaresi, üzerinde hayvan kabartmak armaların yer aldığı anıtsal kapısı birden çıkar karşınıza. Bu da Çifte Minareli gibi düşünülmüştür. Fakat minareler kapının üzerine değil, yapınm iki ucuna alınmıştır. Diğerinden biraz daha geç bir tarih taşır, içeri girdiğinizde, avlu yerine kapalı bir mekânla karşılaşırsınız, iç i çok zengin bezemelidir. Hele orta örtüsünün zenginliğine uzun uzun bakmadım edemezsi niz. Bu da Kapab Medreseler içinde Anadolu’nun en büyük yapısıdır, içerisi biraz serindir, fazla durunca hafif bir ürperme belirir vücudunuzda. Atarsınız kendinizi dışarı. Sonra dinlenmek için bir yerler bulursunuz.
Dedim Erzurum
ne, dedi ilimdir
A R I ışıklar biraz daha sarılaşmış, ortalıktaki gidiş gelişler tuzlanmıştır. Yürüyüşlerine bakıp bu kişilerin nasıl bar yaptıklarım düşünürsünüz. Sonra kervanların gelip göçtüğü, yolcuların akşveriş yaptığı gümüşçüler, dericiler çarşısı aklınıza gelmiştir. Kahvedekiler Erzurum Radyosu’ndan Emrah dinleme dedir. Kulağınızı kabarttığınızda ancak son dörtlüğünü yakalayabilirsiniz.
Dedim Erzurum ne dedi ilimdir Dedim gelir misin dedi yolumdur. Dedim Emrah nedir dedi kulumdur Dedim satar mısm söyledi yok yok.
Tekrar düşüncelere daldığınızda eski savaş günleri, bitşim tükenmiş Erzurum geçer içinizden... Sonra yakınmalar, ağıtlar... Ardından bugün tekrar caddeleri nin kalabalıklaştığı Erzurum. Geçen zsımanın, zaman denen büyük etkenin ettiklerini görürsünüz ağır ağır. Sonra tekrarlarsınız yola düştüğünüz günlerdeki dilinize dolanan mısraları.
Dön gel ağam dön gel dayanamiram Uyku, gaflet basmışuyanamiram
Ağam öldüğüne inanam İram
12. EK:
SİVAS CAMİLERİ
Çifte Minareli’den
birbaşkagörünüm
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi