• Sonuç bulunamadı

Aşk, Arzu, İmkânsızlık Ekseninde Türk Edebiyatında Erkeklik Fenomeni

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Aşk, Arzu, İmkânsızlık Ekseninde Türk Edebiyatında Erkeklik Fenomeni"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Şahika Karaca

*

PHENOMENON OF MEN’S IN LITERATURE IN THE AXIS OF LOVE, DESIRE, IMPOSSIBILITY

ÖZ: Bu çalışmada aşk, arzu ve imkânsızlık ekseninde erkekliğin edebiyattaki görünürlüğü değerlendirilecektir. Ancak öncelikle aşk ve arzu kavramları felsefî ve psikanalitik bir açılımla ele alınarak S. Freud, J. Lacan, T. Reik gibi düşünür-lerin aşk ve arzu üzerine fikirleri üzerinde durulacaktır. Freud, aşkı bir tür iğdiş edilmenin üstesinden gelmek olarak görür. Dolayısıyla narsistik bir tecrübe/ yaralı olma hâli olarak da aşk karşımıza çıkar. Arzu ise kaybedilen ilk nesnenin eksikliğinin giderilmeye çalışılması çabası olarak kurgulanır. Kaybedilen şeye sahip olmak ise imkânsızdır. Bu imkânsızlık ise arzunun hep devinim hâlinde olmasını getirir. Öznelliğin kurulabilmesi için ilk nesneden (anneden) vazgeçiş/ fedakârlık, simgeselin/toplumsalın alanına geçişi sağlar. Dolayısıyla aşk ve arzu, imkânsızın uğrağında oluşur. Dolayısıyla kaybedilen nesne/boşluk yaralı olma hâlini ve devamında aşk ve arzuyla hayatın akışkanlığını sağlar.

Bu çalışmada da öncelikle aşk ve arzunun ayrımı Türk edebiyatındaki roman örnekleri üzerinden yapılacaktır. İntibah’taki Ali Bey’in aşkı ile arzusu arasında yaşadığı çatışma ve beraberinde gelen trajik son işlenecektir. Bir başka örnek ise arzularını elde edememenin boşluğunu yaşayan Aşk-ı Memnu’nun erkek kahramanı Behlül etrafında ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: aşk, arzu, imkânsızlık, erkeklik.

* Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kayseri, (skaraca@

(2)

In this paper, the visibility of masculinity in literature will be evaluated in the axis of love, desire and impossibility. However, the concepts of love and desire will be discussed with a philosophical and psychoanalytic approach and the ide-as of thinkers such ide-as S. Freud, J. Lacan and T. Reik on love and desire will be discussed. Freud sees love as overcoming some form of castration. Therefore, narcissistic experience / the state of being injured as well as love. The desire is constructed as an effort to try to eliminate the lack of the first object lost. It is impossible to have what is lost. This impossibility leads to a constant movement of desire. For the establishment of subjectivity, giving away from the first object (mother) provides the transition to the symbolic / social field. Therefore, love and desire occur at the moment. Therefore, the lost object / space provides the fluidity of life with the love of being and the continuation of love and desire.

In this paper, firstly the distinction of love and desire will be done through the novel examples in Turkish literature. The tragic ending of Ali Bey’s love and desire will be dealt with. Another example will be discussed around the bad boy phenomenon Behlül, the male protagonist of Aşk-ı Memnu who lives in the emptiness of not being able to achieve his desires.

Keywords: love, desire, impossibility, masculinity.

...

Giriş

Türk edebiyatında kadın yazarlar, kadın kahramanlar, kadınlıkla ilgili temalarla ilgili son dönemlerde yapılan çalışmaların artmasıyla birlikte erkeklik ve erkekliğin görünürlüğü üzerine bir farkındalık da oluşmaya başlamıştır. Toplumsal cinsiyet ek-senli kadınlıkla ilgili çalışmaların karşısında erkeklik olumsuzlanan bir yapıyla karşıt eksene yerleştirilmektedir. Ancak son dönemlerde kadınlık ve erkekliğe dair yapılan çalışmalarda cinsiyetin psikanalitik ve felsefî yorumu toplumsal cinsiyet çalışmala-rındaki özcü bakış açısının değişmeye başladığının göstergeleridir. Özellikle Jacques Lacan, Julia Kristeva, Luce Irigaray gibi felsefeciler özcü düşünce ile oluşturulan ve ötekilik konumu üzerinden yorumlanan cinsiyet meselesinde kırılma noktalarını oluşturmuşlardır. Bu çalışmada da özellikle Freud ve Lacan’ın görüşlerinden yola çıkarak aşk, arzu, imkânsız etrafında İntibah ve Aşk-ı Memnu’daki erkeklik fenomeni değerlendirilecektir. Öncelikle İntibah’ta Ali Bey etrafında bebeklikten itibaren anneyle olan ilişkinin erkeğin aşk hayatındaki seçimleri nasıl etkilediği üzerinde durulacaktır. Daha sonra ise Aşk-ı Memnu’da Lacan’ın jouissance ve objet petit a kavramları etra-fında Behlül’ün eksik öznelik hâli değerlendirilecektir.

(3)

1. Kastrasyon/İğdiş Edilme Ekseninde Anne Melek mi Yosma mı?

“İntibah”ta Ali Bey’in Âşıklığı

Erkeklerde aşkın oluşumunda başlangıçtaki temel unsur kastrasyondur. Freud’a göre erkekler, küçük çocukken annelerini severler ancak annelerine cinsel olarak saplanıp kalmazlar.

Freudyen baba, üç, dört veya beş yaşındaki oğluna çoktan kendisine ait olan annenin birincil sevgi nesnesi olmaktan vazgeçmesi gerektiğini açıkça belli eder. (...) Bastırma yok etme anlamına gelmez. Birinin bir başkasına sevgisi bastırıldığında sadece çevresindekilerden değil, kendisinden bile saklı hâle gelir. Bastırma, sevginin kaybolması ve kendisini sadece kılık değiştirmiş biçimlerde göstermesi demektir.1

Erkek çocuğunun bastırılmış anne sevgisinin sonuçlarından birisi annesine an-tipati duymasıyken diğer olası sonuç ise sempati duymasıdır. Freud, anneye duyulan bastırılmış sevginin olası bir diğer sonucunun (annenin saç rengi, göz rengi, belirli bir giysisi veya mücevheri gibi çeşitli özelliklerini veya tek bir özelliğini taşıyan) kılık değiştirmiş anne figürü kadınların yer aldığı ıslak rüyalar veya gündüz düşleri olduğunu belirtir. Bazen de ilkokul öğretmenleri ve çocuk bakıcıları bu yeri doldurur. Sonradan görülen bir başka sonuç da çoğu zaman farkında olmadan annelerini (ya da anne gibi davranan kız kardeşlerini) hatırlatan kişileri eş olarak seçmişlerdir.2 Freud normal

erkeklerde küçük yaşlardaki ensest tabusunun anneye duyulan sevginin bastırılmasına yol açarken cinsel arzunun bunun dışında kaldığını, çünkü kastrasyonun gerçekleştiği beş yaş civarında henüz cinsel arzunun mevcut olmadığını belirtir. Böylece erkekler hayatlarının ileriki dönemlerinde aynı kadına hem âşık olup hem de onu arzulayabilir. Freud erkeklerin çoğunluğunu ise kastrasyonun olumsuz etkisine maruz kalmış olarak değerlendirir. Cinsellikle ilgili ilk kıpırtılar kastrasyondan önce başlar. Dola-yısıyla bu süreçte henüz anneden vazgeçilmediği için cinsellikle ilgili ilk heyecanlar anne etrafında gelişir. Çünkü en erken tensel duyumlar annenin çocuğa dokunuşla-rıyla gerçekleşir. Erkek çocuk cinselliği keşfettiğinde anneye karşı olan yaklaşımı değişmeye başlar. Çocuk bir anda annesine kaşı duyduğu zevk veren hislerin masum olmadığını fark eder. Çocuğun kendi tensel deneyimlerinin yanı sıra annesinin tensel deneyimlerine de yaklaşımı başkalaşır:

Annesi bu kavrayıştan önce var olmayan bir kıstas yüzünden gözden düşer. Birdenbire kafasında dünyada iki çeşit kadın olduğu fikri oluşmaya başlar: Bir tarafta annesinin cen-netten kovulmasından önceki hâline; annesinin, babasını kendisine tercih etme günahını kavramasından (Çocuk, babasının bu derece yakın fiziksel temasına izin veren annesinin

(4)

bu hareketinin ihanete denk olduğunu düşünür) öncesine benzeyen kadınlar; diğer tarafta annesinin cennetten kovulmasından sonraki hâline benzeyen kadınlar: onu başka bir adamla aldatma kapasitesine sahip olanlar.

Böylece anne iki kadın kategorisi için de bir model oluşturur: çocuğun, kendisinden farklı olarak babasına özel bir tensel ayrıcalık tanımadığına inandığı anne iyi kız modeline denk düşer (ya da Freud’un deyimiyle Meryem Ana) ve oğluna bağlılığına ihanet eden günahkâr anne de kötü kadındır (veya yosma).3

Dolayısıyla çocuk Freudyen baba tarafından ya annesine bağlılığından feragat edecek ya da fallusundan olacaktır. Böylece ya birinci sevgi nesnesinden vazgeçecek ya da cinsel tatmininin tamamını kaybedecektir. Görüldüğü üzere sevgi ve arzu arasında bir yarılma meydana gelmesinde anne oldukça önemlidir. Buradaki yarılma sevgi ve arzu nesnesinin erkekte bir araya gelmesinde güçlük oluşmasına neden olmaktadır:

1. Doğru kadın (Çoğu hastasının mensup olduğu sınıfa gönderme yaparak, kendi burjuva sınıfından, der Freud.): Sevgi mümkündür, arzu imkânsız.

2. Yanlış kadın (alt sınıftan bir kadın): Arzu mümkündür, sevgi imkânsız.4

Annenin erkek çocukta iki yönlü oluşturduğu melek ve yosma figürünün Türk edebiyatındaki belirgin figürü Namık Kemal’in İntibah isimli romanında karşımıza çıkmaktadır. Romanda babasını erken yaşta kaybeden Ali Bey, simgesel alanda baba-nın adından çıkmış, babababa-nın simgesel alanı düzenleyici işlevini yüklenen annesi ise yetersiz kalmıştır. Henüz hayatta kitapların dünyasından başka tecrübesi olmayan saf oğul karşısına çıkan ilk kadına/Mehpeyker’e gönlünü kaptırır.

Kadının adı Mehpeyker’di. Terbiye ve ahlâk bakımından Ali Bey’in tamamen zıddıydı. Alçak ve namussuz bir aileden yetişmiş; daha on dört yaşına gelmeden rezaletin her çeşidini öğrenmiş; kendini bu yolda yetiştirenleri fersah fersah geride bırakmıştı. On beşini bitirdiği zaman artık profesyonel bir aşifteydi. Biraz okuyup yazma öğrendiği ve hemen bütün vakitlerini İstanbul’un tanınmış aşifteleriyle geçirdiği için şeytanî zekâsı çok gelişmişti. Periler kadar güzel, Haccâc kadar dirayetli bir şeytan yaratılmış olsaydı, istediği adamı elde edip ona keyfinin istediği şekilde tahakküm etmekte ancak bu yosma kadar maharet gösterebilir veya belki de gösteremezdi. Son derece şehvet düşkünü olduğu için hoşlandığı erkekleri bin bir cilveyle hükmü altında tutmak ister ve bu işi de hemen daima ustalıkla becerirdi.5

Mehpeyker İstanbul’da tanınmış bir yosmadır. Ancak saf oğul önce bu durumu anlamaz, öğrendiğinde ise Mehpeyker’den kopmayı başaramaz. Burada dikkat çekici nokta romanda kötücül kadını simgeleyen Mehpeyker’in anne melek mi yosma mı

3 Age., s. 55-56. 4 Age., s. 62.

(5)

ikileminde arzunun mümkün olduğu (zaten yosma olmasıyla) yanlış kadın figürünün daha da güçlendirilmesidir. Burada Namık Kemal’in baba-nın adını korumaya çalı-şan tavrı kahramanlarını kurgulayışından ve söyleminden de rahatça anlaşılmaktadır. Arzulanan kadın Mehpeyker, simgesel alanın içine dâhil edilmeyen bir yosmadır.

Güzel erkekleri gerçekten severdi; fakat yılan bir çiçeği nasıl severse bu da öyle severdi; yılan bir adama nasıl sarılırsa bu da öyle sarılmak isterdi; mezar bir vücudu nasıl kucaklarsa bu da öyle kucaklamaya çalışır; onun yalnız kendisine mahsus olmasını ister, zavallıya artık dünya yüzü göstermezdi.6

Mehpeyker’in kötücül kadın imgesiyle romanda verilmesi babasız kahramanın erilliğini parçalayacak dişil güce sahip olmasıyla örtüşür. Mehpeyker baba-nın adına tabi olmayan, toplumsal normları hiçe sayan, sıra dışı bir kadındır. Dolayısıyla erillik üzerinden kurulan simgesel düzeni de dağıtacaktır. Taburoğlu, kadınlığın Lacan’ın kuramında, erkeğin simge oluşturmasındaki zorluklara yönelik bir karşıtlık, negatif unsur, karanlık ve ıslak bir imge alanı olarak varlık bulduğunu belirtir. Kadının erkeğin simge inşasına imgesel düzeyden sunduğu maddesel katkı, narin, yapış yapış, kararsız bir bedenselliktir. Kadınlık bu nedenle, erkeğin simge dünyasını tehdit eden, maddi-bedensel bir çekim, cazibe odağıdır. “Kadın etkisi”, birçok yazınsal yapıtta olduğu gibi, erkeğin vakarını, kararlı duruşunu bozar; bedensel zaaflarını, gereksinimlerini, ilksel ağrılarını ya da acılarını anımsatır. Erkeğin sözde kararlı varlığı, kadının kar-şısına yerleştirdiği imgesel düzeyin gölgesi altında yeniden şekilsizleşir.7 İntibah’ta

da Meypeyker babasız oğulun erilliğini dişilliğiyle parçalamaya başlar. Ali Bey, bir taraftan şehvetli bir aşkla Mehpeyker’i arzularken diğer taraftan simgesel düzeyde onun fahişe kimliğine şiddetli bir öfke duyar. Ali Bey, Mehpeyker’in fahişe olduğunu ilk kez ikâme baba Mesut Efendi’den öğrenir. Duyduğu acı hakikat karşısında “-Ben onu namuslu bir aile kızı olarak tanımış ve sevmiştim, meğer yanılmışım. Bugünden itibaren yüzüne bakarsam namert olayım...”8 diyerek Mehpeyker’le ilgili son kararını

söyler. Ancak tecrübeli Mesut Efendi, “Aşk tıpkı hastalık gibidir; birden gelir, fakat bir türlü gitmek bilmez.”9 cümlesini kendi kendine tekrarlayarak Ali Bey’in verdiği bu

karara inanamadığını yeğeni Âtıf Bey’e tekrarlar. Nitekim bu düşüncesinde de yanılmaz: Bu kâbuslar arasında Mehpeyker’in hayali ise, melek kılığına girmiş bir şeytan gibi, vicdanına musallat olmaktan geri durmuyordu. Zavallı çocuk, Çamlıca’da geçen o sa-kin ve tatlı günlerin tekrar geri gelmesi için birkaç senelik ömrünü sevine sevine feda etmeye hazırdı... Fakat heyhat!.. Kendini teskin etmek şöyle dursun, sükûnet temennisi 6 Age., s. 40.

7 Taburoğlu, Resim, Söz ve Yazı, s. 84-85.

(6)

dahi, kalbindeki heyecanı bir kat daha şiddetlendirmekten başka bir şeye yaramıyordu. Hislerini tahlil ede ede şu kanaate vardı ki, gönlündeki aşk yarası, öyle fikir değiştirmekle, azimle, akıl ve mantıkla tedavi edilemeyecek kadar derin açılmıştı... Mehpeyker denilen o yosmanın sevilmeye değil, şefkatli bir bakışa bile layık olmadığını şimdi çok iyi bildiği hâlde, her şeye rağmen yine her kusurunu affedecek, uğrunda canını ve belki namusunu bile fedadan çekinmeyecek derecede seviyor...10

Ali Bey bir taraftan Mehpeyker’e duyduğu aşkla simgesel dünyasını yerle bir ederken diğer taraftan ise Mehpeyker’i ve onunla birlikte olmuş erkekleri öldürmek ister. Mehpeyker’siz hayatın tadı tuzu olmayacağı için intiharı aklından geçirir. Ancak kendisi öldükten sonra Mehpeyker’in eski hayatına devam edeceğini düşünerek bu fikrinden de vazgeçer. Mehpeyker ise şeytanî zekâsıyla Ali Bey’i nasıl kandıracağını planlar ve Ali Bey’in kendisi hakkındaki tüm gerçeği öğrenmesinden sonraki ilk buluş-mada dişil cazibesini kullanır. Bu buluşmaya giderken öncelikle bedensel güzelliğini ön plana çıkartacak çok süslü bembeyaz bir elbise giyer. Mehpeyker beyazın masumiyeti simgeleyen özelliğinden faydalanır ve melek imgesine bürünür. “Zavallı Ali Bey, göz kamaştıran bu güzellik karşısında yeni baştan hapı yutmuş; kalbinde aşk, hiddet, nefret, kin, hepsi birbirine karışmıştı.”11 Ali Bey’in buluşmaya gelirken planladığı her şey

aklından uçup gider ve sadece; “Sizden ümit etmezdim...” diyerek susar. Mehpeyker cazibedar bir dille masum ve mazlum rolünü oynayarak Ali Bey’i kandırmayı başarır. “Artist kadın, hislerinin ve olayların en tesirlilerini bir yere topluyor; bunları birbirine bağlamak için aralarına, ustaca uydurulmuş bazı yalanlar serpiştiriyor ve yerine göre birtakım yapmacık tavırlar takınarak rolünü o kadar mükemmel yapıyordu ki, Ali Bey gibi tecrübesiz bir gencin değil, en tecrübeli insan sarraflarının bile aldanmaması müm-kün değildi.”12 Ali Bey için artık Mehpeyker’e duyduğu aşkın haricinde hiçbir şeyin

önemi kalmamıştır. Eksikliği hissedilen arzu nesnesi ele geçirilmiştir. Mehpeyker için de aynı şey söz konusudur. Ali Bey’e ilk gördüğü andan itibaren şehvetli bir aşk duyar ve onu elde etmek etmek için her türlü işveyi yapar: “Güzel erkekleri gerçekten severdi; fakat yılan bir çiçeği nasıl severse bu da öyle severdi; yılan bir adama nasıl sarılırsa bu da öyle sarılmak isterdi; mezar bir vücudu nasıl kucaklarsa bu da öyle kucakla-maya çalışır; onun yalnız kendisine mahsus olmasını ister, zavallıya artık dünya yüzü göstermezdi.”13 Mehpeyker’in yılan ve mezara benzetilmesi, bu kelimelerin çağrışım

dünyaları düşünüldüğünde oldukça anlamlıdır. Bilindiği üzere yılan Hz. Havva’yı kandırarak Hz. Adem’le cennetten kovulmasına sebep olan mitik bir anlama sahiptir. Dolayısıyla insanın dünyaya fırlatılarak özgürlüğü ekseninde varoluşunu keşfetmesi de

10 Age., s. 69. 11 Age., s. 73. 12 Age., s. 76. 13 Age., s. 40.

(7)

böylece başlamıştır. Romanda Mehpeyker’in yılana benzetilmesi de varlığa fırlatılışı ve kendiliği keşfedişi düşündürtmektedir. Nitekim Theodor Reik, “Sevmek için bir kişilik olmalısınız.”14 diyerek kişinin aşkla varlık farkındalığına sahip olduğunu belirtir. Aşk

öteki üzerinden insanın kendini tanımasını beraberinde getirir. Öteki olmadan bireyin varlık farkındalığı olası değildir. Ötekinin olduğu yerde ben oluşacaktır.

Saf oğulu simgesel alanın içerisine çekmek için ise anne Fatma Hanım Mesut Bey’in, “Bugünden tezi yok, evinize beyefendinin hoşlanabileceği güzel bir cariye alınız!.. Şeytanı yenmek için melekten yardım istenildiği gibi, müfsit bir güzelliğin etkileri de ancak saf ve mâsum bir güzelliğin müspet tesirleriyle giderilebilir.”15

tav-siyesine uyar ve yosmanın/Mehpeyker’in karşısına melek kadını/Dilaşub’u çıkartır. Mehpeyker’in gerçek yüzünü anlayan Ali Bey ilk rastladığı bu güzel kıza gönlünü kaptırmış, kalbi şiddetle çarpmaya başlamıştır. Ali Bey, “Mehpeyker’le Dilâşûb’u mukayese etti: Ötekinin bütün davranışları yapmacık, bütün söyledikleri yalandı... Dilâşub ise, her hâliyle sevilmeye layık bir melekti. Öteki bir yalancı taş, bu kız ise hakiki bir pırlantaydı. İkisini mukayese etmek bile doğru değildi...”16 Dilaşub hayatını

Ali Bey için feda edecek kadar ona âşık olur. Ancak romanda Mehpeyker, arzu nesnesi ve aynı zamanda arzulayan, hayatın içine dâhil/akışkan bir kadın olarak karşımıza çıkarken Dilaşub sanki mecburiyetten romana yerleştirilmiş, cansız bir kahraman gibidir. Romanda aslında Mehpeyker’in karşısına yerleştirilen anne Fatma Hanım’dır. Ali Bey’in yanlış kadın-doğru kadın ikilemini yaşamasında karşı karşıya getirdiği iki kadın Mehpeyker ile annesidir.

Ateş üstünde yatar gibi müthiş ıstıraplarla sabaha kadar kıvrandı. İlk tanıştıkları günden beri Mehpeyker’den gördüğü muameleleri bir sinema şeridi gibi gözünün önünden geçirdi. Hepsi de yalan, hepsi de yapmacıktı. Hatta en samimi davranışları bile içten pazarlıklı, şeytanca birer kurnazlıktan ibaretti. Buna karşılık, tâ en küçük yaştan beri annesinden gördüğü şefkatli muameleleri hatırladı. Biraz rahatsızlansa; zavallı kadıncağızın sabahlara kadar üzüntüden gözüne uyku girmez; üzüntülerine, sevinçlerine, her şeyine ortak olurdu. Bilhassa babasını kaybettikten sonra bu şefkat daha da artmıştı. Biricik evladının daima üstüne titrer, gözünün içine bakardı. Hatta en şiddetli muamelelerinde bile başka bir şefkat eseri görülürdü. Anacığı onun her şeyiydi. “Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar” olur muydu? Şu anda bütün arzusu Mehpeyker denilen o aşifteyi en ağır hakaretler altında ezmek, rezil etmek, sonra da koşup anneciğinin boynuna sarılmak, ellerini, yüzünü, gözünü öperek kendisinden af dilemekti.17

14 Reik, Aşk ve Şehvet Üzerine, Romantik ve Cinsel Duyguların Psikanalizi, s. 169.

15 Namık Kemal, İntibah, s. 94.

(8)

Ali Bey hiçbir zaman Dilaşub’u önemsemez. Onun doğru-yanlış kadın ikilemi Mehpeyker’le annesi arasındadır. Hatta Dilaşub, Ali Bey’in yerine kendi canını feda ettiğinde son nefesini verirken, anne Fatma Hanım’ı hayal eder: “Ah! Bu kim? An-neniz, değil mi? Baksanıza a!...Tekrar birleştiğimiz için ne kadar mesut... Gözlerinin içi gülüyor... Geliyorum, hanımefendiciğim, geliyorum... Bey beni yine kabul etti... Elbette sizin sayenizdedir...”18 Melek kadın anneyle birleşmiştir. Zaten oğula uygun

görülen sevilecek kadın da anne tarafından bulunmuştur. Dolayısıyla Dilaşub, Fatma Hanım’ın oğlu için kurguladığı melek kadındır.

2. Aşk-Arzu-İmkânsız Ekseninde “Aşk-ı Memnu”nun

Kötü Çocuğu Behlül

Theodor Reik aşkı kişinin yaralı olma ve kendinden hoşnutsuzluk hâlinin belirtisi olarak değerlendirir.

Kendi kendinden mutlu olmak bir istisnadır ve bu çoğu zaman kendimiz ve doğal olarak başkaları için yarattığımız bir sis perdesidir. Bunun içinde bir yerlerde kendimize karşı kalıcı bir huzursuzluk ve biraz da kendini beğenmeme duygusu vardır. Bu hoşnutsuzluk duygusunun artmasının kişiyi özellikle ‘âşık olmaya’ yatkın kılacağını iddia ediyorum. (...) Böylelikle erkek daha derin bir çukura düşmemek için “âşık olur”. Âşık olan kişide her şey yolunda gitmektedir, ama âşık olmak üzere olan kişide her şey yolunda değildir.19

Dolayısıyla aşk bilinçdışında egonun çektiği acılardan kurtularak iyileşmedir. Kişi âşık olarak kendinden/içsel hoşnutsuzluğundan uzaklaşmaya çalışır. Tıpkı Aşk-ı

Memnu’nun kadın kahramanı Bihter gibi. Bihter, bilinçdışında tatmin edilememiş

hazlarından dolayı hoşnutsuzluğunu evliliğinin birinci yılının sonunda anlar ve Adnan Bey’in tam tersine genç, yakışıklı, çapkın Behlül’e âşık olmaya karar verir. Alenka Zupancic, Lacan’ın görüşlerinden hareketle aşkı cinsel ilişkisizlik olarak değerlendirir. Cinsel olanda var olmayan ilişkidir: Cinsel ilişki diye bir şey yoktur. Lacan’ın bu meşhur iddiası çoğu zaman hemen insanların, şiirlerin, edebiyatın filmlerin her daim bildiği, farklı yollardan yinelediği bir şeyin bilgece, zekice görünen bir ifadesi gibi anlaşılmaktadır: “(kalıcı) gerçek aşk imkânsızdır”, “aşk çoğu zaman mutsuzluktur”, “Erkekler Mars”tan, “kadınlar Venüs’ten”, “ilişkiler başarısız olur”, “bir dizi (ıskalanmış) karşılaşmadan başka bir şey yoktur”. Bu anlayışın hangi noktada fazla hızlı gittiğini, Lacan’ın formülünde ifade edilen Gerçek’i çiğneyip geçtiğini, örtbas ettiğini göstermek zor değildir. Bu formüllerde ilişkisizliğin doğrudan ontolojikleştirilmesi söz konusudur. Bu sayede şöyle denir: “Eh 18 Age., s. 183.

(9)

tabii, cinsel ilişki diye bir şey yok! Her şey anlaşıldı (bilhassa aşk hayatımızda olup bitenler).” Temel ontolojik kategori, “varlık olarak varlık”, ilişkisizlikmiş; eh hâlimiz ondan böyle demek!20

Lacan’a göre özne durağan değildir, bir süreçtir. Öznenin vardığı son bir nokta hiçbir zaman yoktur. Çünkü özne tanımlandığı anda kendisini tekrar olumsuzlayarak kendisine yabancılaşır ve haz ekseninde yeni bir arayış içerisine girer.21 Lacan, hazzı/

joussaince’ı gerçekle birleştirir. Lacan gerçeği simgeselin dünyası içerisinde nesnenin

belirlenmesinden önceki ayrımlaşmamış hâli olarak belirtir. Nasio, gerçeğin bizi çev-releyen dünyanın eş anlamlısı olmadığını, ruhsal yaşamın içinde konumlandırmamız gereken bir boyut olduğunu ifade eder. Ruhsal yaşamdaki gerçek ne imgedir, ne de gösterendir... Gerçek, sürüp giden ve değişmeden kendisine aynı kalandır. Gerçek varlı-ğımızın hep baki kalan tarafıdır.”22 Dolayısıyla gerçek hem imgesele hem de simgesele

direnmektedir. Homer gerçek var değildir sözleriyle varoluşun düşüncenin ve dilin bir ürünü olduğunu, gerçeğin ise dilden önce geldiğini söyler. Gerçek, simgeleştirmeye mutlak şekilde direnendir.23

Lacan’a göre gerçekle gerçeklik aynı şey değildir. Homer, Lacan’a göre liğin simgelerden ve anlamlama sürecinden oluştuğunu belirtir. Bu nedenle gerçek-lik olarak addedilen şey, simgesel düzenle ya da toplumsal gerçekgerçek-likle birleşmiştir. Gerçek, bu sosyo-simgesel evrenin sınırında var olan bilinmeyendir ve bu evrenle sürekli bir gerilim içindedir. 24 Dolayısıyla gerçek, insan varoluşu içerisinde hakkında

konuşulamayan olan jouissance ile birleşir. Jouissance arzunun karşıt düzlemindedir. Arzunun bütünüyle elde edilemezliği nedeniyle yaşanan hayal kırıklığına karşılık özneyi ayakta tutan fantezi ve objet petit a’dır. Lacan, objet petit a’yı eksik olan bir nesne anlamında değil de bizzat eksiklik anlamında ötekinin eksikliği olarak değer-lendirir. Buradan anlaşılan arzunun bir nesnesinin olmadığı ve arzunun her zaman olmayana yönelik olduğudur. Bu sebeple özne hep kendinde olmayana yönelik bir arayış içerisindedir. İlk kendinde olmayan, eksiklik anne ile çocuk arasında oluşan früstrasyondur. İlk olarak burada boşluk açılır. Lacan bu boşluğun arzunun hareketini ve objet petit a’nın gelişini başlatan boşluk olduğunu söyler. Fantezi aracılığıyla, özne, öteki ile birlik olduğuna ilişkin yanılsamayı ayakta tutma ve kendisinin bölünmesini inkâr etme girişiminde bulunur. Ötekinin arzusu daima özneyi aşsa ya da ondan kaçsa da, her şeye rağmen öznenin yeniden ele geçirebileceği ve böylelikle kendisini ayakta tutup doğrulayabileceği bir şeyler kalır. Kalan bu şey objet a’dır. Bu nedenle objet a,

20 Zupancic, Cinsellik Nedir?, s. 38. 21 Karaca, Kötücül Kadın, s. 38.

22 Nasio, Jacques Lacan’ın Kuramı Üzerine Beş Ders, s. 51.

(10)

kaybettiğimiz bir nesnedir, çünkü ancak bundan sonra onu bulabilme ve arzumuzu tatmin etme olanağı doğar. Objet a, özneler olarak bizim, hayatlarımızda bir şeylerin eksik ya da kayıp olduğuna ilişkin sürekli duygumuzdur.25 Bu sebeple arzu hep eksiktir

ve hep arzulanacak başka şeyler vardır.

Aşk-ı Memnu’da da Behlül’ün Gerçeğin peşinde olduğunu, bunu ise aşkta ötekine

sahip olmak etrafında yaptığını görmekteyiz. Ancak Behlül farkındadır ki Gerçeğe hiçbir zaman ulaşılamayacaktır.

Ancak aşk, asıl aşk, gerçek hayatta aşk, bunların hiç biri değildir. Bunlar kadınları bir süre belki aldatır. Bir kez, iki kez, bilemedik üç kez bu düşlerle eğlenirler; ama dördüncüsünde kesinlikle hayır... Bütün o şiire asılıp kalan kadınlar, sonunda onu bulamayarak –çünkü o, mümkün değil bulunamaz– bulamamanın kırıklığını ve üstelik ola ki bir gün bulmak umudunu saklamakla birlikte, aşkta asıl aranan şeyi ararlar: Gerçek!..

Evet, bütün maddiliğiyle o şiirlerden, düş kurmalardan, çiçeklerden soyunup arınmış gerçek! Biz erkekler de böyle değil miyiz? Hayatımızın bir dönemi vardır ki orada düşüncelerimiz dünyanın üstünde uçmaya, emelini doyuma ulaştıracak hayal kurma heveslerini göklerin esir kaynaklarında aramaya muhtaçtır. Yükselir, gözlerini aldatan bu mavilikleri geçmek, daha yukarılarda bir şey, bir başka sevda havası bulmak için yükselir; ama yükseldikçe daha geçilecek mavilikler bulur. O aldatıcı ufuklar bitmez tükenmez...26

Dolayısıyla Behlül aşkı kadınlar için de erkekler için de, bütünüyle elde edilmesi mümkün olmayan bir Gerçek arayışı olarak değerlendirir. Nitekim henüz çok genç olmasına rağmen birçok aşk tecrübesi yaşamıştır. Bihter’in Behlül’le aşk yaşamaya başlamasındaki en büyük etkenlerden biri ise odasına ısmarladığı şekerleri sormak için girdiğinde kazara önüne kadın fotoğraflarının olduğu kutunun dökülmesidir.

Kadının çevresindeki dünyada aradığı şey bir nesne değil –kadın koleksiyoncu zaten son derece azdır– başka bir arzudur. Bu yüzden bir erkek ya da kadına değil aralarındaki ilişkiye, arzuya ilgi gösterir: Kadınların, arkadaşlarının romantik karmaşalarıyla aşırı ilgilenmeleri bir tesadüf değildir. Radarları nesnelerden çok arzuya ayarlanmıştır.27

Dolayısıyla Bihter de Behlül’ün kadın fotoğrafı koleksiyonunu arzunun hatta yasak arzunun elde edilmesi etrafında algılar ve Behlül’le yasak aşk yaşamaya bu gece başlar. Behlül ise Bihter’deki aşka olan isteği sezer: “– Niçin geri dönmeli? diyordu. Bütün hayat benim için Bihter’in ayaklarına dökülen o resimlerle satın alınan bu ilişkilerle mi geçecek? İşte, bir kadın ki kesinlikle beni ya da bir başkasını sevecek... Şu hâlde niçin beni sevmeyip de başka birisini sevmesine izin vermeli?..”28 Behlül’ün Bihter’i 25 Age., s. 122.

26 Halit Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu, s. 119.

27 Leader, Kadınlar Neden Yazdıkları Her Mektubu Göndermezler?, s. 17.

(11)

arzulamasındaki en önemli neden ise ensest üzerinden düşünülebilir. Onun Bihter’den önce aşk yaşadığı kadınlar kolaylıkla elde ettiği kadınlardır. Ancak Bihter evli ve am-casının karısı olduğu için daha da arzulanır hâle getirmiştir. Nitekim Bihter’den önce Peyker’i elde etme çabalarını da bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.

Birden aklına Peyker geldi Dudaklarının arasından: “Ahmak!..” diyordu. “Sanki ne için razı olmamıştı?” Bir buçuk yıldan beri sarsılmayan bu ahmaklıkla karşı karşıya idi. Bir kadının ona karşı direnmiş olmasına, felsefesince, yalnız bir sebep buluyordu: Ahmaklık!.. Bihter’e sahip olmuş olmakla Peyker’den ne güzel öç almış oluyordu. Şimdi ona gitmek, kulaklarına bağırmak istiyordu:

“– Lakin sizin haberiniz yok... Bihter, anlıyor musunuz? O çok güzel kadın bu akşam kollarının arasında idi. Siz bana parmaklarınızın ucunu vermek istemediniz...”29

Behlül önce evli olan ve aşkına direnerek karşılık vermeyen Peyker’i baştan çı-karmaya çalışmıştır, sonrasında ise Peyker’in kız kardeşi ve amcasının karısı Bihter’le aşk yaşamıştır. Kolay elde edilen kadından zor ve en zoruna doğru olan bu çizgi onun yaşamak isteği aşkta tutkuyu artırmak amacıyladır. Freud’a göre, birisine daha uzun süreli bir yatırım ancak cinsel tatmini ketleyerek ya da yasaklayarak yapılabilir.30

Behlül’ün aşkının ketlenmesi arzu nesnesine olan tutkusunu daha da artırmıştır. “Özneyi arzulayan bir özne hâline getiren şey toplumsal otoritenin söyledikleri (talep) değil, söylemedikleridir (arzu).”31 Bihter’le Behlül arasındaki aşk da yeğen-yenge dolayımı

nedeniyle tam da toplumsalın onaylamadığı ensest etrafındadır. Dolayısıyla herkesten gizlenmesi gereken bu aşk, arzuyu daha da artırmaktadır: “Bu sevişme onlar için asıl tehlikeleriyle, zorluklarıyla çekici oluyordu. Herkesin gözü önünde herkesten saklanan, yalnız ikisine ilişkin gizli bir hayat vardı ki bütün gizlilikleriyle onları daha çok birbirine yakınlaştırıyor, ilişkilerine daha da bir içtenlik veriyordu.”32 Behlül’ün Bihter’e olan

aşkı imkânsız etrafında gelişmiştir. Ancak Bihter’in her istediğinde ulaşabileceği bir arzu nesnesine dönüşümü, aşk ilişkilerindeki ketlenmeyi ortadan kaldırmıştır.

Behlül, sandığının tamamiyle tersine olarak, Bihter’de yumuşak ve gevşek bir kadın buluyordu. Bir kurala uyarcasına odasına gelişleri vardı ki Behlül’de kötü bir etki bile uyandırıyordu. Bu sevişmede birbirini özlemeye vakit bulamıyorlardı. Behlül, pek belirgin olmamakla birlikte, bu kadının elinde kendisinin bir kadının egemenliği altında kalmaya baş-ladığını sezinliyordu. Odasına gelinip aranılan, her canı istedikçe sahip olunan kendisiydi. Pek iyi çözümlemeksizin bu “sevilen” biçiminden kendisine bir aşağılık duygusu çıkarıyor ve yüreğinin ta derin, kendi özbenliğine karşı bile gizli tutulan bir noktasında Bihter’e bir düşmanlık seziyordu.

29 Age., 189.

30 Fink, Lacan’da Aşk, Seminer Aktarım Üstüne Bir İnceleme, s. 74.

(12)

Kendi deyimince bu “nefis” kadında sevdanın bir zevk nefisliği eksikti. Sevişmelerinde Bihter o kadar bedenleşiyor, Behlül’ün bütün hırslı isteklerine öyle bir yenilgi ile boyun eğiyordu ki, belki bir özveri olan bu şeyler, aleyhine çevrilerek onu bayağılaştıracak gizliliğin saygınlığından düşürecek bir aşağılık niteliğine bürünmüş oluyordu. Behlül’e hiçbir şey geri çevrilmiyordu, onun hiçbir isteği fazla bulunmuyordu. Oysa o geri çev-rilmeye, yalvarmaya; istenen şeyin zor elde edilmiş olmasından tat almaya gereksinme duyuyordu.33

Arzu nesnesine bütünüyle sahip olan Behlül, arzu nesnesini olumsuzlayarak yeni aşk arayışları içerisine girer. Aslında Bihter’den ilk kez uzaklaşarak, şarkıcı Kette’yle gönül macerası yaşaması Bihter’le aralarındaki aşkı kurtarmak içindir. Çünkü Bihter’in öteki kadının varlığından rahatsız olacağını ve aralarındaki monotonlaşmış ilişkide arzunun ketleneceğini düşünür. Ancak Behlül eve döndüğünde Bihter öteki kadını sorun etmez ve ilişkilerine kaldıkları yerden devam ederler. Behlül için arzu nesnesinin büyüsü kaybolmuştur. Çünkü Reik’in de ifade ettiği gibi aşk eksik olan yerdedir ve eksiklik ortadan kalktığı an aşkta sorunlar başlar.

Eğer aşk en nihayetinde eksiklikten kurtulmayı amaçlayan bir talepse, arzu kendi farkını gösterir. Kesin olarak aşkın gizlemeye çalıştığını yeniden ortaya koyar; aşk ilişkilerinde, tam da tarafların sonunda doyuma ulaştıkları, aşkları önündeki engellerin nihayet kaldı-rıldığı anda krizlerin patlak vermesi bu yüzdendir. Eksiklik boyutunu tekrar yerine iade edecek bir şeyler gerçekleşmelidir.34

Romanda tam da bu noktada Bihter’in annesi Firdevs Hanım devreye girer. Bihter’le Behlül arasındaki ilişkiyi sezen anne kızını toplumsalın/simgeselin içine çekmek için Behlül’ün dikkatini Nihal’e yöneltmeye uğraşır ve nihayetinde başarılı olur.

Nihal, romanda çocuksu karakteriyle yer alır. Genç kızlığa adımını attığında bile çocukluktan kurtulamamıştır. Behlül’ün dikkatini de Nihal’in çocuksuluğu çeker. “– Kim bilir, belki aranılıp bulunamayan şiir ve sevda bundadır.”35 sözleri aslında Behlül’ün

“Gerçek”i/kayıp nesneyi arayışında son aşamadır. Bu son aşamada “Gerçek”in çocuk üzerinden keşfedilmeye çalışılması da manidardır. Todd Mcgowan, çocuğu idealize etmemizin sebebinin basitçe geleceğe dair umudumuza cisim vermesi olmadığını, asıl sebebin çocuğun kaybettiğimize inandığımız şeye bir bakış atma imkânı sunmasından kaynaklı olduğunu söyler. Masum çocuk eksikliği yokmuş, kayıptan muafmış gibi görünür. Kendimizi bu çocuk imgesine inandığımızda, kendi kayıp bütünlüğümüze ilişkin bir imgeyi onaylamış oluruz. Çocuğun saflığına inanmak, kendi kayıp saflığımızı

33 Age., s. 263-264.

34 Leader, Kadınlar Neden Yazdıkları Her Mektubu Göndermezler?, s. 100.

(13)

varsaymak demektir.36 Behlül de yaşadığı birçok aşk ilişkisine Nihal’le nişanlanarak

son vererek kendi kayıp saflığının peşine düşmüş gibidir.

– Lakin işte ben asıl onu atmak istemiyorum, anlıyor musun? Evet mini mini Nihal; evet Japon resimlerine benzeyen kız... Mademki öyle söylüyorsun öyle olsun: Sen bir oyuncaksın; hayatımda artık yapılan, eğlenilen şeylerden bezildikten sonra rastlanılmış bir oyuncak; ama kırılıp atılacak bir şey değil. Pek değerli, hayata tek bağlantı bağı olarak alıkonacak, her zaman için, işitiyor musun? En yumuşak, en nazik çiçekler arasında saklanacak bir oyuncak! Bilsen Nihal, sana böyle söylerken kendime ne kadar şaşıyorum... Hep değişmiş, başkalaşmış bir Behlül! Çünkü sen beni değiştirdin; evet evet, büsbütün... Senin çocukluğundan, katıksızlığından bana bir şey geçmiş oldu. Sanki ömrümün birkaç yılı, bütün o boş emellerle dolmuş sayfaları birden yırtılıverdi. Senin karşına çocuklaşmış, üstelik –niçin itiraf etmeyeyim– temizlenmiş olarak çıktım. Bana o mini mini elini uzatıverirsen ben kurtulmuş bir adam olacağım...37

Ancak, Bihter’in bu nişanlılığa tahammülü yoktur. Arzu nesnesini bütünüyle kaybettiğini anladığında Bihter, ‘Gerçek’i ifşa ederek intihar eder. Böylece Behlül’ün kayıp nesnesine ulaşması çocuksuluk etrafında bütünüyle yok olur.

Sonuç

Bu çalışmada aşk, arzu ve imkânsız etrafında değerlendirilen erkekliğin görünürlü-ğü İntibah’ta Oedipus’la başlayan ve erkeğin arzulama eksenini oluşturan iğdiş edilme üzerinden değerlendirilmiştir. Ali Bey, baba kaybı ile birlikte baba-nın adından/toplumun yasasından çıkarak onaylanmayan ancak arzulanan kadını elde etmek istemiştir. Ancak şeytan/ölümcül kadın karşısında melek kadını temsil eden Dilaşub’un ikâme babanın öncülüğüyle yerleştirilmesi romanın beklenen sonunu engelleyememiştir. Namık Kemal yasa koyucu yazar/baba tavrıyla romanda trajik sonu hazırlamıştır. Böylece simgesel alanın işleyişini arzularını (simgesel alanda onaylanmayan) ele geçirme pahasına bozan babasız oğul kendisinin ve etrafındakilerin felaketini hazırlamıştır.

Aşk-ı Memnu’da ise simgesel alanın/toplumsal alanın kurulmasını sağlayan ensest

yasağı Behlül-Bihter ekseninde ihlal edilmiştir. Romanda Behlül’ün arzu nesnesini ele geçirme çabası aslında Gerçeği ele geçirme çabasıdır. Behlül eksik öznelik hâlini arzulanan nesneyle doldurmaya çalışır. Ancak Lacan’ın objet petit a olarak isimlendir-diği ele geçirilemeyene/ imkânsıza ulaşmak hiçbir zaman mümkün değildir. Behlül’ün yasaklı alanda aşk arayışı imkânsızın elde edilmesindeki çabanın yoğunluğunu işaret etmektedir. Nitekim eksik öznelik hâli romanda tamamlanamamış ve tıpkı İntibah’taki gibi trajik bir şekilde roman sonlanmıştır.

(14)

KAYNAKLAR

Fink, Bruce, Lacan’da Aşk, Seminer Aktarım Üstüne Bir İnceleme, İstanbul: Kolektif Kitap, 2019. Homer, Sean, Jacques Lacan, çev. Abdurrahman Aydın, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2016 Karaca, Şahika, Kötücül Kadın, Ankara: Akçağ Yayınları, 2019.

Leader, Darian, Kadınlar Neden Yazdıkları Her Mektubu Göndermezler?, çev. Nedim Çatlı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1998.

McGowan, Todd, Sahip Olmadığımız Şeyin Keyfini Sürmek, çev. Kemal Güleç, Ankara: İmge Kitabevi, 2018.

Namık Kemal, İntibah, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, ty.

Nasio, J.-D., Jacques Lacan’ın Kuramı Üzerine Beş Ders, çev. Özge Erşen-Murat Erşen, An-kara: İmge Kitabevi, 2007.

Reik, Theodor, Aşk ve Şehvet Üzerine, Romantik ve Cinsel Duyguların Psikanalizi, C. 1, çev. Ali Kılıçlıoğlu, İstanbul: Say Yayınları, 2006.

Taburoğlu, Özgür, Resim, Söz ve Yazı, Ankara: Doğu Batı, 2016. Uşaklıgil, Halid Ziya, Aşk-ı Memnu, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, ty.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bizim araştırmamızda da; Cİ suçunun mağduru olarak tarafımızdan adli rapor talep edilen en küçük yaştaki çocuk 5 yaşında olmak- la birlikte, Cİ mağdurlarının

transposon mutagenesis,本實驗建構了 Salmonella 的 insertional library,使我們可以了解哪 些基因可能與 type 1 fimbrial phase variation

Mars: Ayın başında gün batımından yaklaşık bir saat sonra doğacak gezegen tüm gece oldukça parlak bir şekilde gökyüzünde kalacak.. Ayın 29’unda neredeyse

Daha çok ak­ şamları Mehmed Kemal, Fahir Aksoy, rahmetli Trabzonlu Kazım, Fikret Adil (İş Bankası merkezindeydi), Fikret Otyam, Şahap Sıtkı, Fethi Giray bir araya

Amerikan Kimya Topluluğu'nun nisan ayındaki toplantısında tanıtılan bu yeni nesil pijama üstü, anıları birleştirmek için önemli olduğu düşünülen REM

Osman Hamdi Bey tarafın­ dan yaptırılan ‘Eski Müze Binası’ ile 20 yıl önce inşa etti­ rilen ‘Yeni Ek Müze Binası’nm bir bütün olarak tasarlanmasın­

Akciğer grafisine göre plevral sıvı kuşkusu olduğu halde avuç içi USG cihazı ile sıvı saptanamayan olgularda, yeterli görün- tü kalitesi elde edilemeyen olgularda ve

Kökenin antimikrobiyal duyarlılığı BD Phoenix (BD Di- agnostics, Baltimore, MD, ABD) sistemi kullanarak sıvı mik- rodilüsyon yöntemiyle belirlendi; siprofloksasin (>2 μg/ml)