-j» v
t
T- Syé
RHMftZftKOTT?ımı
Eski Ramazanlarda
Tiyatro ve Operetler
• Eski Ramazanlarda tiyatrolar da ayrı bir âlemdi. Meşhur K o mik Haşan Efendi merhum, M ı- nakyan Efendi, Naşit Bey tiyat roları, daha sonraları Benliyaıı Opereti, İstanbul Opereti, Sâlıir | Opereti, Bürhanettin Bey (B ü r- hancttiıı Tepsi merhum — söz gelişi, hepsi merhum— ) her biri başka bir yerde icrayi san’at ba zıları da lûbiyat ederlerdi.
Benliyanın meşhur Primadon nası Rozali, Ramazan gecelerinde, tâ imsâk toplarına kadar, tiyat roları çın çın çmlatırdı. Ekseriya kabasaba tipleri temsil eden Bcıı- liyan Efendi de, zarafetiyle, se yircilerini hem güldürür, hem düşündürürdü.
Mınak Efendi Tiyatrosunda her biri ayrı bir âlem olan büyük artistler vardı. Ustad ressam Mü- nif Fehim dostumuzun muhte rem babası, üstad artist Fehim Bey bunların en başındaydı. Ço- banyan, Horas, Büyük Şahinyan, Baltazar, Binemeciyan vesaire de ön safta gelen san'atkârlardı.
Aznif Hanım, Kınar Hanım, neden sonra Eliza Binemeciyan, kadınlar arasında iyi, iyi değil, en iyi san'atkârlardı.
Mınak Efendinin idaresindeki (o zaman öyle denirdi) tiyatroda «Vazifem Horlamaktır» isimli nıudhikede (kom edi) üstad F e him merhumla Çobanyanm kar şı karşıya geldikleri bir sahne vardı ki, bütün seyircileri kah kahadan kırar, geçirirdi. Hattâ, o zamanlar (otomobil icat edilmiş olmakla beraber, harcıâlem o l mak şöyle dursun, sarayın bile otomobilleri yoktu) kupa, lândo arabalariyle, yanlarında harem ağaları, hademi ve haşemi ile ge- ; len hotozlu, yaşmaklı sultanlar,
atla, arkasmda bir seyisi ile ge len tek tük demokrat şehzadeler
de cebri nefs etmelerine, ciddiyet lerini muhafazaya gayret etme lerine, dişlerini sıkmalarına ra ğ men, nihayet dayanamazlar, ma karaları koyuverirlerdi... Hattâ, Sultanlar, şehzadeler, bazan pek ciddî ohnak ihtiyacını duyarlar sa, oturdukları, önünden kıymet li seccadeler sarkan locanın geri sine çekilirler, gülerler, gülerler, gözlerinden yaş gelinciye kadar gülerler, sonra gözlerinin yaşını ipekli mendilleriyle silerler, tek rar locanın ön tarafına geçerler, hiç bir şey olmamış gibi yeniden sahneye bakmağa başlarlardı. Za ten olan bir şey de yoktu. Rama zanda gülmek, Ramazanda oruç yemek gibicezayı mucip bir ha reket miydi ki?...
Fakat, Sultanın veya Şehzade nin arkasmda, loca kapısının Ö- ııünde, elpençe divan duran hare- remağası (komedinin kudreti, ya ni Fehim Bey ile Çobanyaıı Efen di arasındaki muhaverenin basit gibi görünen, fakat sehli mümteııi halindeki büyük nüktelerine de ğ il) elini ağzma tutar gibi görü nüp yüzünü kapıyarak Sultan ların veya şehzadelerin o gülüş lerine gülerlerdi.
Haşan Efendi merhumun âlemi bambaşka idi. Sepetçi A li Rıza merhum, — inşaallah sağdır— res sam Muazzez; kadınlardan Pc- ruz, Şamram, büyük Virjiıı, Ba- yizar pek meşhurdular. Amma, şöhretleri kâzip şöhret değildi. Hakikaten san’atkârdılar. Çok sevdiğim ve hürmet ettiğim, pal tosu samur kürk yakalı Haşan Efendi merhum, sahnede, büliin o yatımdaki san’atkârların daima fevkinde idi. Beyaz pantalomı, kırmızı kuşağı, siyah ceketi, ü- zerinde ibik gibi püsküllü sekiz numara (kalıpsız, takke gibi ba şının şekline intibak etmiş ve ö- ııü eski sekiz rakamı gibi y ır tık ) fesi ile sahneye çıktığı za man, tiyatro âdeta alkıştan y ık ı lırdı. Haşan Efendi, sahnede, so kakta, yaz kış daima taşıdığı şem siyesi yerine, bir bastonla gö rünürdü.
Hele «A rifin H ilesi» isimli şar kılı oyunda, Valinin ziyaret ede ceği bir Mutasarrıflığa veya ka sabaya, Valinin uşağı olarak ve V aliye hazırlık yatırmak için gönderildiği vakit, Vali zannedi
lerek: ,
«Sefalar geldiniz Valimiz P a şa» diye karşılanınca, sevincine pâyan olmaz, Vali Paşa gibi ku rum kurum kurulurdu.
Mutasarrıfuı kızı rakı içmek teklif edince, Haşan Efendi mer hum:
— Getir! der, rakıyı içtikten sonra sarhoş olur, kıza sarkıntı lığa başlardı. K ız da Validir diye gayet müsait davranır, rezaletin ayyuka çıkacağı sırada asıl Vali gelirdi. Sahnede Valinin uşağı olan Haşatı Efendi merhum, V a liyi görünce aldırış etmezdi. Et- ı-aftakiler de asıl Valiye aldırış etmezler, Vali Vali olduğunu an latm aya kadar akla karayı seçer, en sonunda Valiliğini anlatır, sadra geçer, Valinin uşağı Avil (yani Hasaıı Efendi merhum) da süt dökmüş kedi gibi karşıya geçer, boynunu bükerdi. Vali de A rifi affeder, Mutasarrıfın hiz metçisi ile evlendirir, düğün der nek yapılır, davullar, zurnalar çalınır, fakat bunlar olup bitinci- ye kadar, ya sahur davulu çıkar veya imsâk toplan atılmağa baş lar, o vakte kadar da, seyirciler kahkahadan kırılırdı.
Daim O RU Ç LU
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi
1 5 0 8 4 7 4 0 0 6 *